"Demokrasi bir dindir. O Allah�ın kendisinden razı olduğu bir din değildir. Bilakis demokrasi birbirinden ayrı rablerin dinidir.
Belirli zamanlarda yapılan seçimlere katılmak ve oy vermek demokratik bir görevdir. Yani demokrasi dininin fertlerine yüklediği bir sorumluluktur.
Bir demokrat için, Müslüman olmayan bir kimse için sandık başına gitmek ve oy kullanmak gayet normaldir. Ancak Müslüman olduğunu iddia eden bir kimse için sandık başına gitmek ve oy kullanmak demokrasi dininin fertlerinden istediği görevi yerine getirmektir ki; bu Allah�ın dininden başka bir din edinmek, Alemlerin Rabbine karşı açıkça şirk koşmaktır. Zira yeryüzünde tüm tağutları reddetmekle mükellef bir Müslüman için demokrasi tağutunun istek ve arzularını yerine getirmesi asla söz konusu değildir."
kardesim konuya insallah biraz yardimci olur
selam ve selamentle
Demokrasi:
Demokrasi felsefesi, eski Yunan düşüncesine dayanır. Fransız büyük ihtilali ise demokrasiyi bir sistem halinde dünyanın gündemine getirmiştir.
Parti:
Parti ise, demokrasinin vazgeçilmez unsurlarındandır.
Görüldüğü üzere, demokrasi de parti de kaynağını insan kafasından alır ve küfrî bir menşeğe dayanır.
Demokrasi ve şeriat:
„Islam ve Demokrasi“ başlığını taşıyan yazımızda da görüleceği üzere demokrasi ile Islam dinini bağdaştırmak mümkün değildir. Çünkü Islam, Islam’dır; demokrasi de demokrasidir. Menşe ve kaynakları farklı olmanın zorunlu kıldığı bir neticedir ki, biri „Hak idaresi, hakkın idaresi“, diğeri de halk idaresi; dolayısıyle birbirine zıd ve düşman iki sistem; birinin „Evet“ dediğine diğeri „Hayır“ der; birinin bulunduğu yerde diğeri bulunamaz. Ve netice itibariyle şunu söyliyebiliriz: Bir insan, nasıl hem komünist hem müslüman olamazsa, bir müslüman da hem demokrat hem müslüman olamaz!..
O halde demokrasi ile şeriat’ı bağdaştırmak mümkün değildir.
Parti ve şeriat:
Partinin anası demokrasi olduğuna ve parti aynı zamanda demokrasinin vazgeçilmez bir unsuru bulunduğuna göre, bir insan hem müslüman hem partici olamaz!.. O halde:
Parti ile Islam dinini ve Islam şeriat’ını bağdaştırmak mümkün değildir.
Hizb:
Hizb kelimesi, Kur’an’da 18 yerde geçer. „Hizb“ kelimesinin cemi sığası „Ahzab“dır. Lügat manası ise: Insanlardan bir bölüm, bir taife demektir; kişinin hizbi demek, onun ashabı ve arkadaşları demektir; Kur’an’ın cüzlerinden her birine de „Hizb“ denir (yani bir cüz, beşer sayfadan dörde ayrılır ve bunlardan her birine „Hizb“ ismi verilir. Kur’an-i Kerim, otuz cüz olduğuna göre, yüz yirmi hizibten ibarettir); Ayrıca peygamberlerle savaşmak üzere bir araya gelen taifeye de „Ahzab“ denir. (Muhtaru’s-Sıhah)
Insanlardan bir cemaata; kalbleri ve amelleri şekillenen her kavim. „Hizb“ kelimesinin cemi sığasına „Ahzab“ denir; kişinin kendi fikrinde olan askerleri ve ashabı, demektir; Kur’an’ın bir cüz’üne de „Hizb“ denir ve saire. (Müncid)
Hizb: Cemaat, tâife, sahib demektir; Kişinin hizbi demek, onun ashabı demektir; Kur’an’ın cüzlerinden (her beş sayfası) hizib ismini alır; Peygamberlere karşı savaşmak üzere bir araya gelen taife, demektir... (Ahter-i Kebir)
Lügâvî bu izahlara göre, „Hizb“ kelimesini Türkçe’de topluluk, cemaat, taife, grup, fırka, parça, özel fikre sahib bölüm, özel vasfa sahib asker, ordu, muhafız ordusu gibi kelimelerle ifade edebiliriz. Ve netice itibariyle diyebiliriz ki, özel ve hususî vasfa sahib, diğer insanlardan ayrılan bir bölüm, bir cüz ve bir parça... Ve bu itibarladır ki, batı dilinde „Parti, partay“ kelimeleri yerine bazı ülkelerde „Hizb“ kelimesini kullanmışlardır. Yani partiye hizib demişlerdir.
Hizbullah ve hizbüşşeytan:
„Hizbullah ve hizbüşşeytan“ tabirleri birer Kur’anî ifadelerdir. Kur’an; insanları, iman nokta-i nazarından, dil ile kalbin birbirine uyup uymaması bakımından üç fırkaya, üç taifeye, üç hizbe ayırmıştır: Mü’min, kâfir, münafık. Diliyle de kalbiyle de inanıyorsa „Mü’min“, diliyle de kalbiyle de inkâr ediyorsa „Kâfir“, kalbiyle inanmadığı halde diliyle ikrar ve kabul ettiğini söyliyorsa „Münafık“ ismini alır. Işte bu noktadan hareketle:
„Hizbüşşeytan“ ikidir: Kâfir ve münafık; „Hizbullah“ birdir: Mü’min.
Mü’min ve münafık kargaşalığı:
Mü’min olsun, kâfir olsun belli; bilinen ve anlaşılması kolay olan kimselerdir. Fakat „Münafık“ kişileri seçmede, bunları mü’minlerden ayırt etmede zorluk vardır, birbirine karıştırma vardır. Hz. Ömer bile kendi hakkında tereddüdünü gidermek üzere, münafıkların listesi elinde bulunan Hz. Huzeyfe’ye (ki Peygamber (s.a.v.) ona listeyi yazdırmıştı): „Ya Huzeyfe: Benim ismim o listede var mı?“ diye sormuştu. O da, „Hayır!“ demişti.
Evet; münafıklık, illa da Kur’an’ın ve şeriat’ın tümünü kalben inkâr etmekten ibaret değildir; şeriat’ın bir cüz’ünü kabul etmemesi veya Kur’an’dan ve şeriat’tan olmayan bir şeyi, Kur’an’danmış, şeriat’tanmış gibi göstermesi veya küfür sözlerden birini söylemesi, yazması veya yapması da kendisini münafık yapar ve münafıkların listesine girer. Işte bu noktada bir çok müslümanın ayakları kaymaktadır. O halde müslümanımız Ömer misali, son derece dikkatli olması gerekir.
Işte gördünüz: Demokrasinin de ve onun vazgeçilmez unsurlarından biri olan partinin de Islam’a ters düştüklerini, Islam’la çatışma ve mücadele halinde olduklarını ve bir müslümanın hem müslüman hem demokrat, hem müslüman hem de partici olamıyacağını tariflerinden de anladınız.
Binaenaleyh, bir müslüman nasıl olur da partiyi savunur, Islam’da parti vardır, der; kendisini Hizbullah sayar?
Demokrasi ve şeriat:
Meselenin daha iyi anlaşılmasına binaen yazımızın başa doğru olan kısmına dönüyor ve diyoruz ki:
Demokrasi; halk idaresi olup hakimiyyetini milletten alır, ilahî vahyin siyasetini red ve inkâr eder; Şeriat ise, hak idaresi olup hakimiyyetini Allah’tan alır. O halde demokrasi şeriat değildir. Binaenaleyh, demokratlar „Hizbullah“ olamazlar.
2- Parti ve şeriat:
Parti; keza, halk idaresi olup, hakimiyyetini milletten alan ve demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından olan bir metoddur. Şeriat ise Allah kanunudur. Öyle ise parti şeriat değildir ve dolayısıyla partici „Hizbullah’’ olamaz.
3- Hizbullah’ın, yani Allah askerlerinin hayatında küfre ve kâfire saygı duruşu yoktur. O halde küfre ve kâfire saygı duruşu yapanlar „Hizbullah“ olamazlar.
4- Hizbullah’ın tüzüğünde „Küfür anayasası çerçevesi“ yoktur. O halde küfür „Anayasası çerçevesinde faaliyet gösterir...“ sözünü yazanlar „Hizbullah“ olamazlar.
5- Hizbullah’ın tüzüğünde Atatürk ilke ve kanunlarını koruma ve o istikamette çalışma ifadesi yoktur. Öyle ise; bu ifadeye yer verenler „Hizbullah“ olamazlar.
6- Hizbullah’ın tüzüğünde 2820 sayılı kanuna göre, yani partiler kanununa göre çalışma yoktur. Öyle ise; tüzüklerinde buna yer verenler „Hizbullah“ olamazlar.
7- Hizbullah’ın oturduğu binalarda putun resmi yoktur. Öyle ise putun resminin asılmış olduğu binalarda oturanlar „Hizbullah“ olamazlar.
8- Hizbullah’ın liderinde sakal kesme ve baş açık gezme yoktur. Öyle ise sakal kesen ve baş açık gezen bir liderin arkasından gidenler „Hizbullah“ olamazlar.
9- Hizbullah’ın lideri kadınlara el öptürmez. Öyle ise; kadınlara el öptüren bir lidere sahip olanlar „Hizbullah’’ olamazlar.
10- Hizbullahî müslümanların toplantılarında alkış yoktur. O halde toplantılarında alkış olanlar „Hizbullah“ olamazlar.
11- Hizbullah cemaatinden, gerekirse putun önünde secde ederim, diyen veya gerekirse papaz elbisesi giymeye de hazırım, sözlerini söyleyen çıkmaz. O halde bu sözleri söyleyenler „Hizbullah“ olamazlar.
12- Hizbullah; T.C.’nin kürsüsünde kâfir anayasayı ve kâfir ilke ve inkilapları koruyacağına yemin etmez. O halde böyle bir yemini yapanlar „Hizbullah“ olamazlar.
13- T.C. kemalist anayasasına göre kurulan bütün partiler hizbüşşeytandır. Çünkü kemalist anayasa şeytanîdir.
14- Hizbullah, Allah’tan başkasının ismi üzerine yemin edemez. O halde Allah’tan başkasının üzerine yemin edenler „Hizbullah“ olamazlar.
15- Hizbullah, putun timsalinin asılı olduğu bir mecliste ne oturur, ne de demokrasi usulüne göre çalışmaz ve icraat yapmaz. O halde böyle yerlerde oturanlar ve çalışanlar „Hizbullah“ olamazlar.
NOT: Hizbullah bilir ve inanır ki; hayat tehlikesi (yani ölüm veya bir uzvunun kesilme tehlikesi) olmadıktan sonra, bu küfür sözlerden herhangi birini söylemeye, yazmaya veya yapmaya ruhsat yoktur. Ve yine hizbullah bilir ve inanır ki, iyi niyyetle de olsa, (hatta ben, devlet kuracağım, şeriat’ı hayata hakim kılacağım niyyetiyle de olsa), küfür sözler mübah, haramlar helal olmaz.
Mesela: Partiyi ister parti olarak kullansın, isterse alet olarak kullansın hüküm değişmez. Işte particilerin, hususiyle Refahçılar’ın yanıldıkları nokta burasıdır.
Ve çünkü hizbullah bilir ve inanır ki; iyi niyyetler, şeriat’ın kabul etmediği bir şeyin mahiyet ve hükmünü değiştirmez, ikrah-i mülci ve harp hali müstesna!
Türkiye’deki partiler ve hizbullah:
Görüldüğü üzere „Hizbullah“da, yukarıda zikredilen onbeş maddeden hiç biri yoktur. Türkiye’deki partilerde ise bunların hepsi vardır. O halde Türkiye’deki partiler ve hususiyle hizbullah iddiasında bulunan ve şeriat’ı hakim kılacağız diye yola çıkan, dini istismar ederek insanımızı şaşırtan partiler ve mensubları „Hizbullah“ olamazlar.
Hizbullah bilir ve inanır ki, kendisinin, yukarıda zikri geçen onbeş maddeyi irtikâb etmesi şöyle dursun, en yakınları da olsa bunları yapanları ve yerine getirme zilletine düşenleri asla sevmez ve sevemez ve hele hele böylelerine oy verip başa geçiremez. Ve bu, onun iman ve irfaniyle bağdaşmaz ve bağdaşamaz.
Ve yine hizbullah bilir ve inanır ki, Islam’ın devletine gitmenin tek yolu vardır. O da Peygamber (s.a.v.)’in yolu ve metodudur.
Bu yolu ve bu metodu takib eden tek bir kuruluş vardır. O da „Islamî Cemaatler Birliği“ ismini alan kuruluştur.
Yazımızı, Mücadele suresinin son sayfalarında yer alan ve hizbüşşeytan’dan ibaret münafıklar ile, hizbullahî müslümanları tasvir ve tavsif eden ayet-i kerime’lerin mealleriyle bitirelim:
„Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinen (münafık)ları görmedin mi? Onlar sizden de değildir, onlardan da değildir. Kendileri bildikleri halde (mü’miniz diye de) yalan yere yemin ederler.
Allah, onlar için şiddetli bir azap hazırladı. Doğrusu onların işledikleri ne kötüdür.
Onlar (müslümanız diye) yeminlerini kalkan yapıp da (mü’minleri) Allah yolundan çevirdiler. Işte onlar için, rezil edici bir azap vardır.
Onların ne malları ne de evlatları, Allah(‘ın azabın)dan hiç bir şeyi kendilerinden uzaklaştıramaz. Onlar ateş ehlidirler. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
Allah onların hepsini tekrar dirilttiği gün, size (yalan yere) yemin ettikleri gibi O’na da (mü’miniz diye) yemin edecekler ve hakikaten onlar birşey üzerinde olduklarını (bu yemini kendilerine bir fayda vereceğini) sanırlar. Haberiniz olsun ki, onlar, yalancıların ta kendileridir.
Şeytan onları kaplamış da Allah’ı anmayı onlara unutturmuş. Bunlar, şeytanın taraftarlarıdır. Iyi bilin ki, şeytanın taraftarları, hüsrana uğrayanların ta kendileridir.
Allah ve Resulü(‘nün hükümleri)ne karşı gelen (ve onları beğenmeyen)ler, işte onlar, en alçaklar arasındadırlar.
Allah (şöyle) yazmıştır: „Andolsun ki, hem ben galip geleceğim, hem de Peygamber’im.“ Süphesiz Allah, çok kuvvetlidir, mutlak galiptir.
Allah’a ve ahiret gününe (gerçekten) iman eden hiç bir kavmin; Allah ve Resulü(‘nün hükümleri)ne karşı gelen (ve onları beğenmeyen), kimselerle dostluk ettiklerini bulamazsın (onları sevip saymazlar). Isterse onlar babaları veya oğulları veya kardeşleri veya soy sopları olsunlar.
Işte o (Allah ve Peygamber düşmanlarını sevmeye)nler, o kimselerdir ki, Allah kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile (kalp nuru ve hakta sebat ile) desteklemiştir. Onları, içlerinde ebedî kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır.
Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Işte bunlar Allah taraftarıdır. Haberiniz olsun ki, hakikaten Allah taraftarları, kurtuluş ve saadete erenlerin ta kendileridir.“ (Mücadele, 14-21)
Cemaleddin Hocaoğlu (Kaplan)
-------------------------------------------------------------
29 R. Evvel 1412 (7 Ekim 1991)