Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Demokrasi Bir Dindir

T Çevrimdışı

tewhid-el-hak

Üye
İslam-TR Üyesi
"Demokrasi bir dindir. O Allah�ın kendisinden razı olduğu bir din değildir. Bilakis demokrasi birbirinden ayrı rablerin dinidir.
Belirli zamanlarda yapılan seçimlere katılmak ve oy vermek demokratik bir görevdir. Yani demokrasi dininin fertlerine yüklediği bir sorumluluktur.
Bir demokrat için, Müslüman olmayan bir kimse için sandık başına gitmek ve oy kullanmak gayet normaldir. Ancak Müslüman olduğunu iddia eden bir kimse için sandık başına gitmek ve oy kullanmak demokrasi dininin fertlerinden istediği görevi yerine getirmektir ki; bu Allah�ın dininden başka bir din edinmek, Alemlerin Rabbine karşı açıkça şirk koşmaktır. Zira yeryüzünde tüm tağutları reddetmekle mükellef bir Müslüman için demokrasi tağutunun istek ve arzularını yerine getirmesi asla söz konusu değildir."
 
H Çevrimdışı

Haci mehmet

Üyeliği İptal Edildi
Banned
"Demokrasi bir dindir. O Allah�ın kendisinden razı olduğu bir din değildir. Bilakis demokrasi birbirinden ayrı rablerin dinidir.
Belirli zamanlarda yapılan seçimlere katılmak ve oy vermek demokratik bir görevdir. Yani demokrasi dininin fertlerine yüklediği bir sorumluluktur.
Bir demokrat için, Müslüman olmayan bir kimse için sandık başına gitmek ve oy kullanmak gayet normaldir. Ancak Müslüman olduğunu iddia eden bir kimse için sandık başına gitmek ve oy kullanmak demokrasi dininin fertlerinden istediği görevi yerine getirmektir ki; bu Allah�ın dininden başka bir din edinmek, Alemlerin Rabbine karşı açıkça şirk koşmaktır. Zira yeryüzünde tüm tağutları reddetmekle mükellef bir Müslüman için demokrasi tağutunun istek ve arzularını yerine getirmesi asla söz konusu değildir."
kardesim konuya insallah biraz yardimci olur
selam ve selamentle


Demokrasi:
Demokrasi felsefesi, eski Yunan düşüncesine dayanır. Fransız büyük ihtilali ise demokrasiyi bir sistem halinde dünyanın gündemine getirmiştir.

Parti:
Parti ise, demokrasinin vazgeçilmez unsurlarındandır.
Görüldüğü üzere, demokrasi de parti de kaynağını insan kafasından alır ve küfrî bir menşeğe dayanır.

Demokrasi ve şeriat:

„Islam ve Demokrasi“ başlığını taşıyan yazımızda da görüleceği üzere demokrasi ile Islam dinini bağdaştırmak mümkün değildir. Çünkü Islam, Islam’dır; demokrasi de demokrasidir. Menşe ve kaynakları farklı olmanın zorunlu kıldığı bir neticedir ki, biri „Hak idaresi, hakkın idaresi“, diğeri de halk idaresi; dolayısıyle birbirine zıd ve düşman iki sistem; birinin „Evet“ dediğine diğeri „Hayır“ der; birinin bulunduğu yerde diğeri bulunamaz. Ve netice itibariyle şunu söyliyebiliriz: Bir insan, nasıl hem komünist hem müslüman olamazsa, bir müslüman da hem demokrat hem müslüman olamaz!..

O halde demokrasi ile şeriat’ı bağdaştırmak mümkün değildir.
Parti ve şeriat:
Partinin anası demokrasi olduğuna ve parti aynı zamanda demokrasinin vazgeçilmez bir unsuru bulunduğuna göre, bir insan hem müslüman hem partici olamaz!.. O halde:
Parti ile Islam dinini ve Islam şeriat’ını bağdaştırmak mümkün değildir.

Hizb:
Hizb kelimesi, Kur’an’da 18 yerde geçer. „Hizb“ kelimesinin cemi sığası „Ahzab“dır. Lügat manası ise: Insanlardan bir bölüm, bir taife demektir; kişinin hizbi demek, onun ashabı ve arkadaşları demektir; Kur’an’ın cüzlerinden her birine de „Hizb“ denir (yani bir cüz, beşer sayfadan dörde ayrılır ve bunlardan her birine „Hizb“ ismi verilir. Kur’an-i Kerim, otuz cüz olduğuna göre, yüz yirmi hizibten ibarettir); Ayrıca peygamberlerle savaşmak üzere bir araya gelen taifeye de „Ahzab“ denir. (Muhtaru’s-Sıhah)

Insanlardan bir cemaata; kalbleri ve amelleri şekillenen her kavim. „Hizb“ kelimesinin cemi sığasına „Ahzab“ denir; kişinin kendi fikrinde olan askerleri ve ashabı, demektir; Kur’an’ın bir cüz’üne de „Hizb“ denir ve saire. (Müncid)

Hizb: Cemaat, tâife, sahib demektir; Kişinin hizbi demek, onun ashabı demektir; Kur’an’ın cüzlerinden (her beş sayfası) hizib ismini alır; Peygamberlere karşı savaşmak üzere bir araya gelen taife, demektir... (Ahter-i Kebir)

Lügâvî bu izahlara göre, „Hizb“ kelimesini Türkçe’de topluluk, cemaat, taife, grup, fırka, parça, özel fikre sahib bölüm, özel vasfa sahib asker, ordu, muhafız ordusu gibi kelimelerle ifade edebiliriz. Ve netice itibariyle diyebiliriz ki, özel ve hususî vasfa sahib, diğer insanlardan ayrılan bir bölüm, bir cüz ve bir parça... Ve bu itibarladır ki, batı dilinde „Parti, partay“ kelimeleri yerine bazı ülkelerde „Hizb“ kelimesini kullanmışlardır. Yani partiye hizib demişlerdir.

Hizbullah ve hizbüşşeytan:
„Hizbullah ve hizbüşşeytan“ tabirleri birer Kur’anî ifadelerdir. Kur’an; insanları, iman nokta-i nazarından, dil ile kalbin birbirine uyup uymaması bakımından üç fırkaya, üç taifeye, üç hizbe ayırmıştır: Mü’min, kâfir, münafık. Diliyle de kalbiyle de inanıyorsa „Mü’min“, diliyle de kalbiyle de inkâr ediyorsa „Kâfir“, kalbiyle inanmadığı halde diliyle ikrar ve kabul ettiğini söyliyorsa „Münafık“ ismini alır. Işte bu noktadan hareketle:
„Hizbüşşeytan“ ikidir: Kâfir ve münafık; „Hizbullah“ birdir: Mü’min.

Mü’min ve münafık kargaşalığı:
Mü’min olsun, kâfir olsun belli; bilinen ve anlaşılması kolay olan kimselerdir. Fakat „Münafık“ kişileri seçmede, bunları mü’minlerden ayırt etmede zorluk vardır, birbirine karıştırma vardır. Hz. Ömer bile kendi hakkında tereddüdünü gidermek üzere, münafıkların listesi elinde bulunan Hz. Huzeyfe’ye (ki Peygamber (s.a.v.) ona listeyi yazdırmıştı): „Ya Huzeyfe: Benim ismim o listede var mı?“ diye sormuştu. O da, „Hayır!“ demişti.

Evet; münafıklık, illa da Kur’an’ın ve şeriat’ın tümünü kalben inkâr etmekten ibaret değildir; şeriat’ın bir cüz’ünü kabul etmemesi veya Kur’an’dan ve şeriat’tan olmayan bir şeyi, Kur’an’danmış, şeriat’tanmış gibi göstermesi veya küfür sözlerden birini söylemesi, yazması veya yapması da kendisini münafık yapar ve münafıkların listesine girer. Işte bu noktada bir çok müslümanın ayakları kaymaktadır. O halde müslümanımız Ömer misali, son derece dikkatli olması gerekir.

Işte gördünüz: Demokrasinin de ve onun vazgeçilmez unsurlarından biri olan partinin de Islam’a ters düştüklerini, Islam’la çatışma ve mücadele halinde olduklarını ve bir müslümanın hem müslüman hem demokrat, hem müslüman hem de partici olamıyacağını tariflerinden de anladınız.
Binaenaleyh, bir müslüman nasıl olur da partiyi savunur, Islam’da parti vardır, der; kendisini Hizbullah sayar?

Demokrasi ve şeriat:
Meselenin daha iyi anlaşılmasına binaen yazımızın başa doğru olan kısmına dönüyor ve diyoruz ki:

Demokrasi; halk idaresi olup hakimiyyetini milletten alır, ilahî vahyin siyasetini red ve inkâr eder; Şeriat ise, hak idaresi olup hakimiyyetini Allah’tan alır. O halde demokrasi şeriat değildir. Binaenaleyh, demokratlar „Hizbullah“ olamazlar.

2- Parti ve şeriat:
Parti; keza, halk idaresi olup, hakimiyyetini milletten alan ve demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından olan bir metoddur. Şeriat ise Allah kanunudur. Öyle ise parti şeriat değildir ve dolayısıyla partici „Hizbullah’’ olamaz.

3- Hizbullah’ın, yani Allah askerlerinin hayatında küfre ve kâfire saygı duruşu yoktur. O halde küfre ve kâfire saygı duruşu yapanlar „Hizbullah“ olamazlar.

4- Hizbullah’ın tüzüğünde „Küfür anayasası çerçevesi“ yoktur. O halde küfür „Anayasası çerçevesinde faaliyet gösterir...“ sözünü yazanlar „Hizbullah“ olamazlar.

5- Hizbullah’ın tüzüğünde Atatürk ilke ve kanunlarını koruma ve o istikamette çalışma ifadesi yoktur. Öyle ise; bu ifadeye yer verenler „Hizbullah“ olamazlar.

6- Hizbullah’ın tüzüğünde 2820 sayılı kanuna göre, yani partiler kanununa göre çalışma yoktur. Öyle ise; tüzüklerinde buna yer verenler „Hizbullah“ olamazlar.

7- Hizbullah’ın oturduğu binalarda putun resmi yoktur. Öyle ise putun resminin asılmış olduğu binalarda oturanlar „Hizbullah“ olamazlar.

8- Hizbullah’ın liderinde sakal kesme ve baş açık gezme yoktur. Öyle ise sakal kesen ve baş açık gezen bir liderin arkasından gidenler „Hizbullah“ olamazlar.

9- Hizbullah’ın lideri kadınlara el öptürmez. Öyle ise; kadınlara el öptüren bir lidere sahip olanlar „Hizbullah’’ olamazlar.

10- Hizbullahî müslümanların toplantılarında alkış yoktur. O halde toplantılarında alkış olanlar „Hizbullah“ olamazlar.

11- Hizbullah cemaatinden, gerekirse putun önünde secde ederim, diyen veya gerekirse papaz elbisesi giymeye de hazırım, sözlerini söyleyen çıkmaz. O halde bu sözleri söyleyenler „Hizbullah“ olamazlar.

12- Hizbullah; T.C.’nin kürsüsünde kâfir anayasayı ve kâfir ilke ve inkilapları koruyacağına yemin etmez. O halde böyle bir yemini yapanlar „Hizbullah“ olamazlar.

13- T.C. kemalist anayasasına göre kurulan bütün partiler hizbüşşeytandır. Çünkü kemalist anayasa şeytanîdir.

14- Hizbullah, Allah’tan başkasının ismi üzerine yemin edemez. O halde Allah’tan başkasının üzerine yemin edenler „Hizbullah“ olamazlar.

15- Hizbullah, putun timsalinin asılı olduğu bir mecliste ne oturur, ne de demokrasi usulüne göre çalışmaz ve icraat yapmaz. O halde böyle yerlerde oturanlar ve çalışanlar „Hizbullah“ olamazlar.

NOT: Hizbullah bilir ve inanır ki; hayat tehlikesi (yani ölüm veya bir uzvunun kesilme tehlikesi) olmadıktan sonra, bu küfür sözlerden herhangi birini söylemeye, yazmaya veya yapmaya ruhsat yoktur. Ve yine hizbullah bilir ve inanır ki, iyi niyyetle de olsa, (hatta ben, devlet kuracağım, şeriat’ı hayata hakim kılacağım niyyetiyle de olsa), küfür sözler mübah, haramlar helal olmaz.

Mesela: Partiyi ister parti olarak kullansın, isterse alet olarak kullansın hüküm değişmez. Işte particilerin, hususiyle Refahçılar’ın yanıldıkları nokta burasıdır.
Ve çünkü hizbullah bilir ve inanır ki; iyi niyyetler, şeriat’ın kabul etmediği bir şeyin mahiyet ve hükmünü değiştirmez, ikrah-i mülci ve harp hali müstesna!

Türkiye’deki partiler ve hizbullah:

Görüldüğü üzere „Hizbullah“da, yukarıda zikredilen onbeş maddeden hiç biri yoktur. Türkiye’deki partilerde ise bunların hepsi vardır. O halde Türkiye’deki partiler ve hususiyle hizbullah iddiasında bulunan ve şeriat’ı hakim kılacağız diye yola çıkan, dini istismar ederek insanımızı şaşırtan partiler ve mensubları „Hizbullah“ olamazlar.

Hizbullah bilir ve inanır ki, kendisinin, yukarıda zikri geçen onbeş maddeyi irtikâb etmesi şöyle dursun, en yakınları da olsa bunları yapanları ve yerine getirme zilletine düşenleri asla sevmez ve sevemez ve hele hele böylelerine oy verip başa geçiremez. Ve bu, onun iman ve irfaniyle bağdaşmaz ve bağdaşamaz.

Ve yine hizbullah bilir ve inanır ki, Islam’ın devletine gitmenin tek yolu vardır. O da Peygamber (s.a.v.)’in yolu ve metodudur.

Bu yolu ve bu metodu takib eden tek bir kuruluş vardır. O da „Islamî Cemaatler Birliği“ ismini alan kuruluştur.

Yazımızı, Mücadele suresinin son sayfalarında yer alan ve hizbüşşeytan’dan ibaret münafıklar ile, hizbullahî müslümanları tasvir ve tavsif eden ayet-i kerime’lerin mealleriyle bitirelim:

„Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinen (münafık)ları görmedin mi? Onlar sizden de değildir, onlardan da değildir. Kendileri bildikleri halde (mü’miniz diye de) yalan yere yemin ederler.

Allah, onlar için şiddetli bir azap hazırladı. Doğrusu onların işledikleri ne kötüdür.
Onlar (müslümanız diye) yeminlerini kalkan yapıp da (mü’minleri) Allah yolundan çevirdiler. Işte onlar için, rezil edici bir azap vardır.

Onların ne malları ne de evlatları, Allah(‘ın azabın)dan hiç bir şeyi kendilerinden uzaklaştıramaz. Onlar ateş ehlidirler. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
Allah onların hepsini tekrar dirilttiği gün, size (yalan yere) yemin ettikleri gibi O’na da (mü’miniz diye) yemin edecekler ve hakikaten onlar birşey üzerinde olduklarını (bu yemini kendilerine bir fayda vereceğini) sanırlar. Haberiniz olsun ki, onlar, yalancıların ta kendileridir.

Şeytan onları kaplamış da Allah’ı anmayı onlara unutturmuş. Bunlar, şeytanın taraftarlarıdır. Iyi bilin ki, şeytanın taraftarları, hüsrana uğrayanların ta kendileridir.

Allah ve Resulü(‘nün hükümleri)ne karşı gelen (ve onları beğenmeyen)ler, işte onlar, en alçaklar arasındadırlar.

Allah (şöyle) yazmıştır: „Andolsun ki, hem ben galip geleceğim, hem de Peygamber’im.“ Süphesiz Allah, çok kuvvetlidir, mutlak galiptir.

Allah’a ve ahiret gününe (gerçekten) iman eden hiç bir kavmin; Allah ve Resulü(‘nün hükümleri)ne karşı gelen (ve onları beğenmeyen), kimselerle dostluk ettiklerini bulamazsın (onları sevip saymazlar). Isterse onlar babaları veya oğulları veya kardeşleri veya soy sopları olsunlar.

Işte o (Allah ve Peygamber düşmanlarını sevmeye)nler, o kimselerdir ki, Allah kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile (kalp nuru ve hakta sebat ile) desteklemiştir. Onları, içlerinde ebedî kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır.

Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Işte bunlar Allah taraftarıdır. Haberiniz olsun ki, hakikaten Allah taraftarları, kurtuluş ve saadete erenlerin ta kendileridir.“ (Mücadele, 14-21)

Cemaleddin Hocaoğlu (Kaplan)
-------------------------------------------------------------
29 R. Evvel 1412 (7 Ekim 1991)
 
T Çevrimdışı

tewhid-el-hak

Üye
İslam-TR Üyesi
barak allahu fik allah senden paylasim için razi olsun allah sizleri onun yolunda savanlardan eylesin amin
 
Esra87 Çevrimdışı

Esra87

Üye
İslam-TR Üyesi
elhadid.com

kitaplar bölümunde -demokrasi dindir- ebu muhammed asim´in yazmis oldugu bir kitabi ücretsiz olarak indirip okuyabilirsiniz... bir cok soruya cevap veriyor..
 
T Çevrimdışı

tewhid-el-hak

Üye
İslam-TR Üyesi
DEMOKRASI DINDIRD


Ebu Muhammed Asım

Kitabın Orjinal İsmi

الديمقراطيّة دين




ággggggggggggî©y £ŠÛa ¡å¨à¤y £ŠÛa ¡é¨£ÜÛa ¡ágggggggggggg¤¡2
KİTAP HAKKINDA BİR AÇIKLAMA


Şüphesiz ki hamd Allah’a aittir. Allahu Teala’nın salat ve
selamı son peygamber olan Muhammed’in, onun âlinin ve ashabının
üzerine olsun.
Şüphesiz Allahu Teala katında makbul olan tek din İslam’dır.
İslam, Allahu Teala’nın kulları için seçmiş olduğu tek hak
din ve hayat nizamıdır. Bu dinde bir takım şer’i yükümlülükler
bulunduğu gibi bu yükümlülüklerin nasıl yerine getirileceği de
belirtilmiştir. Dolayısıyla emir Allah ve Rasulü’nden olduğu gibi,
bu emrin yerine getirilme şekli de Allah ve Rasulü’nden olmalıdır.
Örneğin namaz şer’i bir emirdir. Bu emrin yerine getirilmesi de
yine şer’i yöntem üzere olmalıdır. Eğer emrin yerine getirilmesi
şer’i yöntem üzere değil ise Allahu Teala bu yapılandan razı
değildir.
Özellikle nebevi metodun dışına çıkılması, dinin emirlerinin
hevaya dayanan yöntemler ile yerine getirilmesine sebep
olmuştur. İman ve küfür konularının yeterince anlaşılmamış
olması, Müslümanlar arasında Tevhid konusuna gereken önemin
verilmemesi maalesef Müslümanları dinin diğer konularında da
bid’at ve hatta küfür ehline uymaya kadar götürmüştür. İman ve
küfür konusuna önem vermemenin getirmiş olduğu en büyük
musibetlerden biri de bir takım şirk hükümleri ve sistemlerinin
Müslümanlar arasında meşru hale gelmiş olması ve benimsenmiş
olmasıdır. Bu şirk sistemlerinden birisi de şüphesiz demokrasi
ismindeki küfür dinidir.
Demokrasi ve demokrasi dininin yöntemleri, günümüzde
İslam ve İslam’ın yöntemlerine karşı Müslümanlara zorla kabul
ettirilmeye çalışılan batıl bir alternatif niteliğindedir. Buna rağmen
hedefe ulaşmak için herşeyi mübah sayan bir mantıkla bu önemli
33
⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯ DEMOKRASİ DİNDİR ⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯
konuya yaklaşılmış ve büyük bir fitneye düşülmüştür. Allahu
Teala, şeytanlar ve şeytanların dostları olan müşrikler tarafından
ortaya konan bu şirk dininden ve onun fitnesinden bütün Müslümanları
korusun.
Bizler bu konuya geçmeden önce kardeşlerimize özellikle
iman ve küfür hükümlerinin öneminden ve ayrıntılarından bahsetmek
istedik. Bu gaye ile ikinci adımın ilk kitaplarını iman ve
küfür meselelerinin açıklamalarına ayırdık. İman ve küfür konularının
öneminin daha rahat kavranması ve pratik alanının tayin
edilmesi maksadı ile tağut, tağutun destekçileri ve tağutun günümüzdeki
en gözde dini olan demokrasi üzerinde durmak istedik...
Şüphesiz Allahu Teala kulları için dinini kolaylaştırmıştır. Bu
dinde kapalı olan ve genel olarak kulların tâkâtini aşan bir mesele
yoktur. Zira bu dini indiren Allahu Teala, biz kullarını da yaratandır.
Yaratmış olduğu kullarını en iyi bilen de yine Allahu
Teala’dır..
Başarı Allahu Teala’dandır.



MUKADDİME



Şüphesiz ki hamd Allah’a aittir. O’ndan yardım diler ve
O’na istiğfar ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin
kötülüklerinden Allah’a sığınırız. Allahu Teala kime hidayet ederse
onu saptıracak ve kimi de saptırırsa ona hidayet edecek yoktur.
Allah’tan başka ilah olmadığına, tek olup ortağının bulunmadığına,
Muhammed’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem O’nun kulu ve
Rasulü olduğuna şehadet ederim. Allahu Teala’nın salat ve selamı
O’nun, âlinin, ashabının ve kıyamet gününe kadar O’na tabi
olanların üzerine olsun…
Bu kitapçığı, şirk kanunlarını belirleyen ve ortaya koyan
parlamento seçimlerinden biri öncesinde hazırladım. Dinden
çıkmış olan tağutları savunan ve davetçi kisvesine bürünmüş olan
bazılarının çabaları ile insanlar demokrasi fitnesine kapılmışlardır.
Bu sözde davetçiler, hakkı batıl ile karıştırdılar ve demokrasiyi,
bazen hürriyet, bazen de şura diye isimlendirerek insanlara sundular.
Demokrasiyi meşru gösterebilmek maksadı ile, bazen
Yusuf’un Aleyhisselam, dönemindeki Melik’in yanında görev
almasını, bazen Necaşi’nin durumunu ve bazen de davetin maslahat
gerekçesini delil olarak kullandılar… Böylece, hakkı batıl ile,
nuru zulüm ile ve Tevhid’i şirk ile karıştırarak halka sundular.
Allahu Teala’nın yardımıyla, bu kitapta bütün bu şüphelere cevap
vermeye gayret ettik. Demokrasininin, Allahu Teala’nın dini
dışında bir din ve Tevhid dışında bir yol olduğunu açıkladık.
Onların parlamentoları, şirk sarayları ve putperestlik merkezlerinden
başkası değildir. Allahu Teala’nın, kulları üzerindeki hakkı
olan Tevhid’i gerçekleştirmek için, bu parlamentolardan kaçınmak
gerekir. Hatta, bu parlamentoları ortadan kaldırmak, dostlarını
düşman edinmek ve onlara karşı Allah yolunda cihad etmek
gerekir… Bu parlamentolara katılmak, bazılarının zannettiği gibi
ictihadi bir mesele değil, bilakis açık bir şirk ve belirgin bir küfürdür.
Allahu Teala, muhkem olan ayetlerinde bundan sakındırmış,Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ömrü boyunca bununla savaşmıştır…
Muvahhid kardeşim, Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve
Sellem tabi olan ve O’na yardımcı olanlardan olmaya gayret et.
Onlar şirki ve müşrikleri bir kenara atmışlardır. Allahu Teala’nın
dinini ayakta tutmaya çalışan taifeye katılma konusunda azimli ol.
Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bu taife hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Ümmetimden bir taife hak üzere üstün olmaya
devam eder. Onları yardımsız bırakanlar, onlara zarar veremezler
ve Allah’ın emri gelinceye kadar onlar bu hal üzere devam ederler.”
Allahu Teala’dan dileriz ki, bizi ve seni bu taifeden kılsın.
Hamd, başta da sonda da Allahu Teala’ya aittir.
Ebu Muhammed Asım


İslam’ın En Temel Esası, Yaratılışın ve
Kitapların İndirilmesinin Gayesi,
Peygamberlerin Daveti, İbrahim’in Milleti ve
Kopması Mümkün Olmayan Sağlam Kulp
Hakkında Açıklama



Allahu Teala sana rahmet etsin, bil ki işin başı ve temeli
ve Allahu Teala’nın ademoğluna namaz, zekat ve diğer ibadetlerden
önce, öğrenmesi ve uygulamasını emrettiği ilk şey, tağutu
inkar, ondan kaçınma ve Tevhid’i Allahu Teala’ya has kılmaktır.
Allahu Teala yarattıklarını bunun için yaratmış, rasullerini bunun
için göndermiş, kitaplarını bunun için indirmiş, cihadı ve şehadeti
bunun için teşri kılmıştır… Bunun için Rahman’ın dostları ile
şeytanın dostları arasında düşmanlık belirmiş, bunun için İslam
devleti ve Raşid hilafet kurulmuştur… Allahu Teala şöyle buyurur:
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye
yarattım.”1
Yani, sadece Allahu Teala’ya ibadet etmeleri için… Yine
Rabbimiz şöyle buyurur:
“Andolsun ki biz, “Allah’a kulluk edin ve ‘tâğut’tan sakının”
diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik.”
2
Tağutu inkar ve Tevhidi Allahu Teala’ya has kılma, İslam’ın
en yüce kulplarından biridir. Bu kulp olmadan davet,
cihad, namaz, oruç, zekat ve hac kabul olunmaz. Bu kulpa tutunmadan
cehennemden kurtuluş mümkün değildir. Bu, Allahu
Teala’nın, kurtuluş için taahhüd ettiği tek kulptur.
1 51 Zariyat/56
2 16 Nahl/36

Dinin diğer kulplarına gelince, bu kulp ile birlikte olmadıkça kurtuluş için tek
başına yeterli olamazlar… Allahu Teala şöyle buyurur:
“Doğruluk, sapıklık ve eğrilikten ayırt edilmiştir. O halde
kim tağutu inkar edip Allah’a iman ederse, sağlam kulpa yapışmıştır
ki o hiçbir zaman kopmaz.”1
“Tağuta kulluk etmekten kaçınıp, Allah’a yönelenlere
müjde vardır. (Ey Muhammed), dinleyip de sözün en güzeline
uyan kullarımı müjdele.”2
“La İlahe İllallah” Tevhidinde, nefyin (reddetme), isbattan
(kabul etme) önce gelmesinde olduğu gibi, bu ayette de, tağutu
inkar ve ondan kaçınmanın, iman ve inabeden (Allah’a yönelme)
önce zikredilmesi üzerinde düşünülmelidir. Bunun sebebi,
kopması mümkün olmayan kulpta bulunan nefy rüknunun ne
derece önemli olduğunu belirtmek içindir. Dolayısıyla tağutu
inkar etmedikçe, Allah’a iman gerçekleşmez ve kişiye fayda vermez.
Kurtuluş kulpuna tutunman için inkar etmen ve kendisine
kulluktan kaçınman gereken tağut; sadece dua, adak, tavaf ya da
secde edilerek kendisine ibadet edilen taşlar, putlar, ağaçlar ya da
kabirler değildir… Tağut bundan daha kapsamlıdır ve Allahu
Teala dışında, ibadet türlerinden herhangi birisiyle kendisine
ibadet edilen ve kendisine yapılan bu ibadeti reddetmeyen her
şeyi kapsar.3
Tağut, “tuğyan” kökünden türemiştir. Tuğyan ise; yaratılanın,
Allahu Teala tarafından, kendisi için yaratılan sınırı aşmasıdır…
İbadetler çeşitlidir.

1 2 Bakara/256
2 39 Zümer/17
3 Bu sınırlamadan, melekler, peygamberler, salihler ve kendisine ibadet edilmesine
razı olmayan diğer kimseler çıkarılır… Bunlar tağut olarak isimlendirilmez
ve ondan beri olunmaz. Ancak onlara ibadetten ve onlara ibadette bulunanlardan
kaçınılır.
Secde, rüku, dua, adak ve kurban ibadet kapsamına girdiği gibi, kanunlar belirlemek ve itaat de ibadetin
kapsamına girer. Allahu Teala, Hristiyanlar hakkında şöyle buyurur:
“(Yahudiler) Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını);
(Hristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i (İsa’yı) rabler
edindiler.”1
Onlar hahamlarına secde veya rüku etmiyorlardı… Ancak
haramı helal, helalı haram kılmada onlara itaat ediyorlar ve bu
konuda, onlarla birlikte adım atıyorlardı. Böylece onlar, hahamlarını
rabler edinmiş oldular… Çünkü kanunlar belirleme konusunda,
herhangi bir kişiye itaat edilmesi, ibadet kapsamındadır ve
bunun, Allahu Teala’dan başkasına yöneltilmesi caiz değildir…
Kişi, bir tek hükümde dahi olsa bunu, Allah’tan başkasına yöneltirse,
müşrik olur…
Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem zamanında Rahman’ın
dostlarıyla şeytanın dostları arasında, hayvan leşinin
durumu ve haram kılınması konusunda meydana gelen tartışma,
buna açıkça işaret etmektedir. Müşrikler, hayvan leşinin, Allahu
Teala tarafından öldürüldüğü delili ve şüphesiyle, Müslümanlar
arasında, kendilerinin kestiği kurban ile herhangi bir nedenden
dolayı kesilmeden ölen bir hayvan arasında fark olmadığını
söylediler ve bunu müslümanlar arasında yaydılar. Allahu Teala,
bu konudaki hükmünü yedi kat gökten indirdi ve şöyle buyurdu:
“Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah’a ortak koşanlar
olursunuz.”2
Kanunlar belirleme konusunda kendisini, Allahu Teala’ya
ortak koşan kimse, tağutun kapsamına girer. Bu konuda, hakim
ile bu hakime başvuran arasında ve yine bizzat kanunlar ortaya
koyan parlamentolarda bulunan vekiller ile, bu vekilleri seçenler arasında fark yoktur.

1 9 Tevbe/31
2 6 En’am/121

Zira kişi bu yaptığı ile, Allahu Teala’nın,
kendisi için yaratmış olduğu sınırı aşmış olmaktadır. Halbuki o,
Allahu Teala’ya kulluk için yaratılmıştır ve kendisinden istenen,
Allahu Teala’nın şeriatına teslim olmasıdır. O ise bu yaptığı ile,
Allahu Teala’dan ve Allahu Teala’nın şeriatından yüz çevirmiş,
büyüklenmiş, azmış ve Allahu Teala’nın sınırlarını çiğnemiştir.
Kendisiyle sadece Allahu Teala’nın vasıflanacağı kanun koyma
niteliği hakkında Allah’a ortak koşmuş, bu konuda nefsini Allah’a
denk kılmak istemiştir… Bunu yapan herkes, kendisini kanun
koyucu ilah kılmış olur. Yine bunu yapan kişinin, kendisini inkar
etmedikçe, ondan, ona kulluk edenlerden ve ona yardım edenlerden
uzaklaşmadıkça Tevhid’in ve İslam’ın geçerli olmayacağı,
tağutlardan olduğu konusunda da hiçbir şüphe yoktur…Allahu
Teala şöyle buyurur:
“Tağuta iman etmemeleri kendilerine emrolunduğu halde,
tağutun önünde muhakemeleşmek istiyorlar.”1
Mücahid şöyle der: “Tağut; insanların hüküm için kendisine
başvurdukları, insan suretindeki şeytandır.”
Şeyhu’l-İslam İbn-i Teymiyye Rahimehullah şöyle der:
“Allahu Teala’nın Kitabı dışında hüküm için kendisine başvurulan
her şey, tağut olarak isimlendirilmiştir.”2
İbnu’l-Kayyim Rahimehullah şöyle der: “Tağut; kulların,
kendisi sebebi ile sınırı aştıkları her mabud (ibadet edilen) veya
bu şekilde kendisine itaat edilen ya da uyulan her kişidir. Dolayısıyla
Allah ve Rasulü’nden başka hüküm konusunda kendisine
başvurulan, Allahu Teala’dan başka kendisine ibadet edilen,
Allahu Teala’nın, hakkında hiçbir hüküm indirmediği şeylerde
kendisine tabi olunan her kişi veya topluluk tağuttur. Bunlar,
dünyanın tağutlarıdır.

1 4 Nisa/60
2 Mecmuu’l-Fetava, 28/201

Bu tağutların durumunu kavraman halinde, insanların da bu tağutlarla olan durumunu kavramış olursun.
Böylece insanların bir çoğunun, Allah’a ibadetten tağuta ibadete
yönelmiş, Allah ve Rasulü’ne hüküm için başvurmak yerine,
tağuta başvurmuş, Allah’a itaat ve Rasulü’ne tabi olma yerine,
tağuta itaatte bulunmuş ve tabi olmuş olduklarını görürsün.”1
Yine şöyle der: “Kim Rasul’ün Sallallahu Aleyhi ve Sellem
getirdiğinin dışında bir şeye hüküm için başvurursa, tağuta başvurmuş,
tağuttan hüküm istemiş olur.”
Günümüzde, Allahu Teala dışında kendisine ibadet edilen,
her muvahhidin inkar etmesi, sağlam kulpa sarılması ve
ateşten kurtulması için kendisinden ve ona tabi olanlardan uzaklaşması
gereken tağutlardan biri de; insanların çoğu tarafından
kanun koyucular olarak kabul edilen, bu sahte rabler ve ilahlardır…
Allahu Teala şöyle buyurur:
“Yoksa onların Allah’ın izin vermediği şeyleri kendilerine
dinden şeriat yapan ortakları mı vardır? Eğer ayırdedici söz olmasaydı,
muhakkak aralarında hüküm olunmuştu bile.”2
Kanun koyma işinde onlara tabi olanlar, onları, onların
parlamentolarını ve yönetimlerini, bölge ya da mahalli heyetlerini
Allahu Teala’ya ortak koşmaktadırlar… Bu, onların kanunlarında
ve anayasalarında belirtilmiştir ve kendileri tarafından da iyi
bilinmektedir.3
Allahu Teala’nın, hahamlarına ve rahiplerine tabi olmalarından
dolayı Hristiyanlar hakkında vermiş olduğu hüküm, yasalar
belirleyen ve bunları uygulayan kişilere itaat eden, onlara tabi olan, küfür ve apaçık şirk üzerinde onlarla birlikte adım atan
herkes için de geçerlidir. Hatta bu tür kişilerin durumu daha kötü
ve daha çirkindir.

1 İlâmu’l-Muvakkıîn an Rabbi’l-Âlemîn, 1/50
2 42 Şura/21
3 Kuveyt anayasasının 51. maddesinde şöyle geçer: “Kanun koyma yetkisi,
yönetici ve anayasaya uygun olarak millet meclisine aittir.” Ürdün anayasasının
25. maddesinde şöyle geçer: “Kanun koyma yetkisi, kral ve millet meclisine
aittir.” Türkiye anayasasının 7 maddesinde de şöyle geçer: “Yasama yetkisi
Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindir. Bu yetki devredilemez.”



Zira o hahamlar ve rahipler, haramı helal ve
helali de haram kıldılar, bu konuda adım attılar ancak bunu
kanunlaştırmadılar ve sistemleştirmediler. Kendilerinin belirlemiş
olduğu bu helal ve haramlar konusunda anayasa, kitaplar ve
merasimler düzenlemediler. Karşı çıkana işkence yapmadılar,
iftira atmadılar. Halbuki günümüz kanun koyucuları, ortaya
koydukları bu kanunları Allahu Teala’nın Kitabı’na denk tutmakta
ve hatta daha üstün görmektedirler.
Bu aktarılanlar anlaşıldıktan sonra şunun bilinmesi gerekir
ki, bu sağlam kulpa tutunmanın ve tağutu inkar etmenin en
yüksek derecesi ve İslam’ın zirvesi; tağutlara karşı, onların dostlarına
karşı ve onlara tabi olanlara karşı cihad edilmesi ve insanları
bu tağutlara kulluktan kurtarıp, bir olan Allah’a kulluğa
sevketmektir. Bütün rasullerin ve nebilerin yaptıkları gibi, bu
hakkı haykırmak ve ilan etmek bu cihadın kapsamına girer. Bu
konuda, Allahu Teala İbrahim milletine ve onun davetine uymamızı
emrederek şöyle buyurur:
“İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda1, sizin için gerçekten
güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki:
“Biz sizden ve sizin Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi
tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a iman edinceye kadar, sizinle bizim
aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.”2
Bu ayette düşmanlık, öfke duymanın önünde zikredilmiştir.
Zira düşmanlık, öfke duymaktan daha önemlidir. Bazen insan
tağutun dostlarına öfke duyar, ama onlara düşmanlıkta bulunmaz.
Dolayısıyla kişi, tağutlara ve kanunlar belirleyerek bu
tağutların yolunu takip edenlere karşı, düşmanlık ve öfkesini açık bir şekilde ortaya koymadığı sürece, üzerine düşeni yerine getirmiş
olmaz.

1 Bazı müfessirler, “onunla beraber olanlarda” ifadesini, “ona tabi olanlar” ya da
“onun yolu üzerindeki peygamberler” diye tefsir etmişlerdir.
2 60 Mümtehine/4

Yine Mümtehine Suresi’ndeki bu ayette, müşriklerden
uzaklaşılması, müşriklerin taptıkları ilahlarından uzaklaşılmasından
önce zikredilmektedir. Zira müşriklerden uzaklaşmak, onların
taptıklarından uzaklaşmaktan daha önemlidir… İnsanlardan çoğu
putlardan, tağutlardan, anayasalardan, kanunlardan ve batıl
dinlerden uzak olur. Ancak onlara kulluk edenlerden, yardımcılarından
ve taraftarlarından uzak durmaz ve dolayısıyla üzerine
düşeni yerine getirmiş olmaz… Halbuki kişi, müşriklerden uzaklaştığı
zaman, bu müşriklerin taptıkları ilahlardan da uzaklaşmış
olur.1
Tağuttan, ona ibadetten ya da onun şirki ve batıllığına tabi
olmaktan kaçınmak, her mükellef üzerine vaciptir. Allahu Teala
şöyle buyurur:
“Andolsun ki biz, “Allah’a kulluk edin ve tâğuttan sakının”
diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik.”2
“O halde, pislikten, putlardan sakının.”3
İbrahim’in duasından biri de şudur: “Beni ve oğullarımı
putlara tapmaktan uzak tut!”4
Kişi, tağuttan, ona ibadetten ve tabi olmaktan şimdi kaçınmazsa,
ahirette hüsrana uğrayanlardan olur… Eğer en önemli
esas konusunda ihmalkar davranırsa, dinin diğer kısımlarına
sahip olması ona fayda vermez. O zaman pişmanlık duyar, ancak
pişmanlık da fayda etmez. Allahu Teala şöyle buyurur: “Nitekim, kendilerine uyulanlar, azabı görünce uyanlardan
uzaklaşacaklar ve aralarındaki bağlar kopacaktır.

2 16 Nahl/36
3 22 Hacc/30
4 14 İbrahim/35
Uyanlar:"Keşke bizim için dünyaya bir dönüş olsa da, bizden uzaklaştıkları
gibi biz de onlardan uzaklaşsak" derler. Böylece Allah onlara,
hasretini çekecekleri işlerini gösterir. Onlar cehennemden çıkmayacaklardır.”
1
Evet... Artık çok geç, dünyaya geri dönüş yok. Ey Allah’ın
kulları, Allah’ın sakınanlar için yazmış olduğu kurtuluşu istiyor,
Rabbinizin, tağutlardan sakınan ve onlardan uzaklaşanlar için
yazmış olduğu rahmetini diliyorsanız, bütün tağutlardan kaçının,
onların şirkinden sakının… Dünya’da onlardan uzaklaşan ve
kaçınan kimse, kıyamet günü de onlardan uzaklaşır ve ahirette
onların duraklarından kurtulur… Ancak kim onların batıl dinlerinden
razı olur ve ona tabi olursa, kıyametin Arasat’ında onlara
şöyle seslenilir: “Kim Allah’tan başka bir şeye ibadet ediyor idiyse
ona tabi olsun!” buyurulur. Onlardan güneşe ibadet edenler
güneşe, aya ibadet edenler aya ve tağutlara ibadet edenler de
tağutlara tabi olurlar... Geriye Allahu Teala’ya ibadet edenler
kalır. Onlara, “İnsanlar gittikleri halde siz neden burada duruyorsunuz?”
denir. Bunun üzerine onların cevabı şöyle olur: “Biz
bugün olduğundan daha fazla muhtaç iken onlara katılmadık..”2
Mü’minlerin, “Biz bugün olduğundan daha fazla muhtaç
iken onlara katılmadık” sözü üzerinde düşünmek gerekir. Bu
sözün manası şudur: Biz onların dinarlarına, liralarına ve dünya
işlerine muhtaç iken, dünyada onlardan ayrıldık… Nasıl olur da
bu büyük makamda onlardan ayrılmayız…


1 2 Bakara/166-167
2 Müttefekun Aleyhi. Mü’minlerin kıyamet günü Rablerini görmesi hadisinden
bir bölüm.
Allahu Teala şöyle
buyurur: “Toplayınız, zulmedenleri ve onlara eş olanları, Allah’tan
başka taptıklarını da. Onlara cehennemin yolunu gösterin.”1
Ayette geçen “eş olanlar” dan kasıt; ortaya koydukları batıl
şeyler konusunda onlara uyan, onlara dostlukta ve yardımda
bulunanlardır. Allahu Teala bunlar hakkında şöyle buyurur:
“Muhakkak onlar o gün azapta ortaktırlar. İşte Biz, günahkarlara
muhakkak böyle yaparız. Çünkü onlara “Allah’tan
başka ilah yoktur” denildiğinde, büyüklük tasladılar.”2
Ey Allah’ın kulu, Kelime-i Tevhid’den yüz çevirmekten, bu
Tevhid’in nefyettiklerinden (iptal ettikleri) ve gerektirdikleri konusunda
ihmalkar davranmaktan, hakka tabi olma konusunda
kibirlenmekten ve tağutlara yardımcı olma hususunda ısrar etmekten
kaçın. Aksi halde helak olanlardan olur, varacakları yer
konusunda onlara ortak olursun…
Sonra bil ki, Allah-u Teala, bu halis Tevhid’i ve İslam dinini
korumayı taahhüd etmiştir. Halis Tevhid’i ve İslam dinini,
muvahhid kulları için seçmiştir. Kim onunla gelirse, bu kabul
edilir. Kim onun dışında başka bir din üzere gelirse yüzüne atılır
ve hüsrana uğrayanlardan olur… Allahu Teala şöyle buyurur:
“İbrahim de bunu oğullarına vasiyet etti. Yakup da: Ey
oğullarım, Allah sizin için bu dini beğenip seçti. O halde siz ancak
Müslümanlar olarak can verin, (dedi).”3
“Muhakkak Allah katında din İslam’dır.”4
“Kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, ondan asla kabul
olunmaz ve o, ahirette de en büyük zarara uğrayanlardandır.”5

1 37 Saffat/22-23
2 37 Saffat/33-35
3 2 Bakara/132
4 3 Al-i İmran/19
5 3 Al-i İmran/85



Din kavramı, sadece İslam, Hristiyanlık veya Yahudilik ile
sınırlı değildir. İnsanların tabi olduğu ve kendisine boyun eğdiği
kanunları, bütün yönetim düzenlerini ve hayat tarzlarını da kapsar…
Tevhid ve İslam dini dışındaki bütün bu dinler, kendisinden
uzak durulması, kaçınılması, inkar edilmesi ve ehline yaklaşılmaması
gereken dinlerdir… Allahu Teala, kendi aralarında dinleri ve
yöntemlerinin farklılığına rağmen, her kafire şöyle dememizi
emretmektedir:
“De ki: Ey kafirler! Ben sizin tapmakta olduğunuza tapmam.
Siz de benim kulluk ettiğime kulluk etmiyorsunuz. Ben de
sizin taptıklarınıza asla tapacak değilim. Öyle ya siz de benim
kulluk ettiğime kulluk etmezsiniz. O halde sizin dininiz size, benim
dinim bana.”1
Tüm küfür milletleri, İslam dinine aykırı olan düzen ve
yöntemler üzere toplanmışlardır. Bu düzen ve yöntemlerin her
biri, onların razı oldukları birer din niteliğindedir. Bunun kapsamına
komünizm, sosyalizm, demokrasi, laiklik, baasçılık ve insanların,
kendi görüşleriyle oluşturdukları ve kendileri için din olarak
benimsedikleri bütün sistemler de dahildir. Bu sistemlerden biri
olan “demokrasi”, Allahu Teala’nın dini dışında bir dindir… İşte
sana, insanlardan çoğunun, hatta İslam’a bağlı olduğunu söyleyenlerin
büyük bir kısmının kendisiyle fitneye düştüğü bu sapık
din hakkında açıklamada bulunacağım. Bu açıklamayı, demokrasinin,
Tevhid dini dışında bir din olduğunu, her kapısının başında
şeytanın durduğunu ve ateşe çağırdığını, doğru yoldan sapmış
olan yollardan bir yol olduğunu bilmen, ondan sakınman ve
insanları ondan sakınmaya çağırman için yapacağım…
Mü’minlere hatırlatma olması için…
Gafillere uyarı olması için…
İnatçı kimselere karşı bir hüccet olması için…
Alemlerin Rabbi’ne karşı bir mazeret olması için…

1 109 Kafirun/1-6
 
T Çevrimdışı

tewhid-el-hak

Üye
İslam-TR Üyesi
Demokrasi, Küfür ve Sonradan Ortaya
Konmuş Bir Dindir. Onu Ortaya Koyanlar ise
Kanun Koyan Rabler veya Bu Rablere Kulluk
Yapanlardır

Bil ki çirkin bir söz olan demokrasi kelimesinin aslı, Yunancadır.
“Halk” anlamındaki “Diymos” ile, hüküm, otorite ya da
kanun koyma anlamındaki Kratos kelimelerinin birleşmesinden
meydana gelmiştir. Dolayısıyla “Demokrasi” kelimesinin tercümesi
harfiyen şöyle olur: “Halkın egemenliği” veya “Halkın kanun
koyması.”
Demokrasinin taraftarlarına göre, “Halkın egemenliği”,
demokrasinin en büyük özelliğidir… Bu niteliğine binaen demokrasiyi
sürekli överler. Muvahhid kardeşim! Onların övdükleri bu
nitelik; İslam dinini, Tevhid dinini ortadan kaldıran küfür, şirk ve
batılın özelliklerinden biridir… Yukarıda aktarmış olduğumuz gibi,
insanların yaratılmasındaki, kitapların indirilmesindeki, peygamberlerin
gönderilmesindeki en yüce esas ve İslam’daki en sağlam
kulp, ibadetlerde Allahu Teala’yı birlemek ve O’ndan başkasına
ibadet etmekten kaçınmaktır. Yasama konusunda itaatin Allah’a
has kılınması da, bu yüce esasın kapsamındadır.
Demokrasi taraftarlarının hayallerinde olduğu gibi, halkın
egemen olması niteliğinin tam olarak uygulanıyor olması ile,
günümüzde olduğu gibi egemenliğin, halkın belli kesimi ya da
yönetim kadrosu için sözkonusu olması arasında herhangi bir fark
yoktur. Demokrasi, her iki durumda da, göklerin ve yerin Rabbi
olan Allahu Teala’ya küfürdür, şirktir, Tevhid dini ve peygamberlerin
dinini yok saymaktır…
Bunun nedenlerinden bazıları şunlardır:

Birincisi: Demokrasi, Allahu Teala’nın hükmü değil, çoğunluğun
ya da tağutun hükmüdür… Allahu Teala, Rasulü’ne
Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kendisine indirilmiş olan şeriat ile
hükmetmesini emretmekte, çoğunluğun hevasına ve indirmiş
olduğu bazı hükümleri uygulamaktan, kendisini saptırmaya çalışanlara
tabi olmaktan da sakındırmaktadır. Allahu Teala şöyle
buyurur:
“Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına
uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni
saptırmamalarına da dikkat et.”1
‘Demokrasi dini’ ve onun şirk yoluna gelince, ona kulluk
yapanlar der ki: “Aralarında, halkın arzusuna göre hükmet, onların
isteklerine uy. Onların isteklerini yerine getirmeye mani olacak
her türlü şeyden sakın.” Dolayısıyla demokrasi, açık bir küfür ve
Allahu Teala’ya açık bir şirktir. Bununla birlikte daha da hakikate
bakıldığında, onların lisan-ı halleri ile şunu söyledikleri görülür:
“Onların aralarında tağutun ve tağutun dostlarının istekleriyle
hükmet. Tağutun onayladığı ve kabul ettiği kanunları ortaya
çıkar…”!!!
Bu açık bir sapıklıktır ve bellidir
Üstelik o, Yaratan’a düşmanca şirktir...
İkincisi: Çünkü demokrasi, Allahu Teala’nın şeriatına
değil, anayasalara uygun olan çoğunluğun ve tağutun hükmüdür…
Kur’an’dan daha fazla önemsedikleri ve değer verdikleri
anayasalarında, kendi hükümlerinin, Allahu Teala’nın hükümlerinin
önünde ve kanunlarının da, Allahu Teala’nın kanunlarının
üzerinde hakim olduğu açıkca geçmektedir…2 Demokrasi’de,anayasalarının metinlerine bağlı kalmadıkça ve maddelerine
uygun olmadıkça, halkın isteği ve kanun koyması asla kabul
edilmez. Zira onlara göre anayasa, çıkacak olan kanunların temeli
ve bu kanunların ‘mukaddes kitabı’dır… Demokrasi dininde,
Kur’an ayetlerine ya da Rasul’ün Sallallahu Aleyhi ve Sellem hadislerine
itibar edilmez. Mukaddes kitapları olan anayasaya uygun
olmadığı sürece, Kur’an’a ya da hadislere uygun olarak kanun
ortaya koymak mümkün değildir.


1 5 Maide/49
2 Kuveyt anayasasının 6. maddesi: “Bütün otoritelerin kaynağı halktır.” 51
maddesi: “Kanun koyma yetkisi, yönetici ve anayasaya uygun olarak millet
meclisine aittir.” Ürdün anayasasının 24. maddesi: “Otoritelerin kaynağı halktır.”


Allahu Teala şöyle buyurur:
“Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz (Allah’a ve
ahirete gerçekten iman ediyorsanız) onu Allah’a ve Rasulü’ne
götürün. Bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha iyidir.”
1
Demokrasi dini ise şöyle der: “Eğer bir hususta anlaşmazlığa
düşerseniz, sonradan konulan kanunlara ve anayasaya uygun
biçimde, halka, meclise ve krala götürün.”
“Yuh size ve sizin Allah’tan başka taptıklarınıza! Hala aklınızı
başınıza almayacak mısınız?”2
Dolayısıyla halk, kanunlar çıkaran şirk meclisi aracılığıyla
ve demokrasi yoluyla Allahu Teala’nın şeriatıyla hükmetmeyi
istese dahi, bu mümkün olmaz. Halkın isteklerinden de, sadece
anayasa maddeleri ve metinlerine uygun olanlar için izin verilir.
Çünkü anayasa, demokrasinin mukaddes kitabı, heva ve isteklerine
uygun olarak tahrif edilmiş olan Tevrat ve İncil’leridir…
Üçüncüsü: Demokrasi, kokuşmuş laikliğin meyvelerinden
biridir. Zira laiklik, dini gündelik hayattan çıkarmak ya da
dini, devlet ve hükümden ayırmak için ortaya atılmış olan bir
küfür yoludur.



1 4 Nisa/59
2 21 Enbiya/67. Kur’an-ı Kerim’de, Allahu Teala bize İbrahim’in, kavminin
mabudlarının ve tağutlarının sefihliğini açıkladıktan sonra bunu söylediğini
haber veriyor.



Demokrasi, halkın ya da halkın idaresini ele geçirmiş olan
tağutun egemenliğidir… Hiçbir yönü ile Allahu Teala’nın egemenliği
değildir. Demokrasi, anayasa maddelerine ve halkın
isteklerine uygun olmadığı sürece, Allahu Teala’nın muhkem olan
şeriatından herhangi bir hükme asla itibar etmez. Tabi ki gerek
anayasa ve gerekse de halkın isteklerinden önce, yönetimdeki baş
tağutun ve çevresindekilerinin isteklerine bakılır…
Halkın tamamı, yönetimdeki tağuta ya da demokrasinin
efendilerine; “Allah’ın indirdiğiyle hükmedilmek istiyoruz... Ne
halkın, ne de onların temsilcilerinin ve yöneticilerinin kanun
koyma hakkı yoktur… Mürtedlere karşı Allah’ın hadlerini uygulamak
istiyoruz. Zina eden, hırsızlık yapan, içki içen kimse hakkında
Allah’ın hükmünü uygulamak istiyoruz… Kadının örtünmesini
ve iffetli olmasını istiyoruz… Fahişeliği, ahlaksızlığı, zinayı ve
diğer kötü olan şeyleri yasaklamak istiyoruz…” demiş olsa dahi,
derhal şöyle cevap verirler: “Bu talepleriniz, demokrasi dinine ve
özgürlüğe aykırıdır…”
Dolayısıyla demokrasinin özgürlük anlayışı, Allahu
Teala’nın dini ve şeriatından ayrılmak ve bu şeriatın sınırlarını
çiğnemekten ibarettir. Anayasa ve sonradan ortaya koydukları
her türlü kokuşmuş kanunlar ise koruma altındadır. Hatta bu
anayasa ve kanunlara düşman olan ve karşı gelenler cezalandırılır.
Helak olun, helak olun, helak olun...
Dilim kuruyuncaya kadar helak olun...
Ey muvahhid kardeşim! Demokrasi, Allahu Teala’nın dini
dışında bir dindir… Demokrasi, tağutun egemenliğidir, Allahu
Teala’nın egemenliği değil… Birbiri ile kavga eden ve ayrılık
içerisinde olan farklı ilahların şeriatıdır; tek ve kahhar olan Allahu
Teala’nın şeriatı değil… Halktan bu demokrasiyi kabul eden ve
onunla uyum içerisinde olan kişi, yasama hakkını kendisinde
görmüş olmaktadır. Ve bu yasaların tek ve kahhar olan Allahu
Teala’nın şeriatından önde olduğunu kabul etmiş olur... Kişinin,
demokrasi dininin bir gereği olarak yapılan seçimlere katılması
halinde, bizzat kanun koyması ile koymaması ya da seçimlerin
kazanılması ile kazanılmaması arasında hiçbir fark yoktur.
Demokrasi dini üzere müşriklerle birlikte ilerlemek, egemenliğin
ve yasama hakkının insanlara ait olduğunu, insanların
egemenliğinin, Allahu Teala’nın, Kitabı’nın ve şeriatının egemenliğinden
üstün olduğunu kabul etmek bizzat küfürdür, açık bir
dalalettir ve Yaratan’a düşmanca şirk koşmadır.
Demokrasi dininde halk, kendi içinden vekiller seçer. Her
topluluk, cemaat ya da kabile, kendi istek ve arzularına uygun
hükümler koymaları için birbirinden farklı rabler edinir. Bu seçmenlerden
bazıları, fikir ve ideolojisine uygun olarak mabudunu
ve kanun koyucusunu seçer. Bazıları, kabile ve milliyetçilik adına
bu seçimlere katılır. Bazıları ise, Müslüman olduğunu iddia ettiği
ve İslam adına olduğunu öne sürdüğü bir takım efendiler seçer...1
Halbuki Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
“Yoksa onların Allah’ın izin vermediği şeyleri kendilerine
dinden şeriat yapan ortakları mı vardır? Eğer ayırdedici söz olmasaydı,
muhakkak aralarında hüküm olunmuştu bile.”2
Aslında bu vekiller, putperest barınaklarında belli bir mevkide
bulunan putlar, ibadet edilen mabudlar, kabul edilen sahte
ilahlar konumundadırlar. Onlar ve onları seçenler, demokrasi dini
ve anayasaya boyun eğmektedirler. Anayasanın maddelerine
uygun olarak hüküm için onlara başvurulur ve onlar da anayasaya
uygun olarak hüküm ve kanun koyarlar. Anayasadan da
önce, onların bu kanunlarını onaylayan, doğrulayan, reddeden
ya da kabul eden büyük putlarına, ilahlarına ve efendilerine başvururlar. Bu putun ismi ise, bazen kral olur bazen de cumhurbaşkanı…



1 Bütün bunlar maalesef, Kuveyt, Ürdün, Mısır, Türkiye ve birçok ülkede vardır…
2 42 Şura/21




Ey muvahhid kardeşim, demokrasinin ve demokrasi dininin
hakikatı budur… Demokrasi; tağutların dinidir, Allahu
Teala’nın dini değil… Müşriklerin yoludur, rasullerin ve nebilerin
yolu değil… Birbirleriyle çatışma içerisinde olan farklı ilahların ve
rablerin şeriatıdır, tek ve kahhar olan Allahu Teala’nın şeriatı
değil…
“Darmadağınık bir çok rabler mi hayırlıdır, yoksa bir tek
olan ve herşeyi hükmü ve iradesi altında tutan (kahhar olan)
Allah mı? Sizin O’nu bırakıp da taptıklarınız, kendinizin ve babalarınızın
adlandırdığı bir takım isimlerden başkası değildir. Allah
bunlara dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’ındır.
O kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru
din işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”1
“Allah ile birlikte bir ilah mı var? Allah, koştukları ortaklardan
çok yücedir.”2
Ey Allah’ın kulu tercih sana ait… Ya Allahu Teala’nın dini,
temiz şeriatı, aydınlığı ve dosdoğru yolu; ya da demokrasi dini,
demokrasi şirki, küfrü, kapalı ve karışık yolu… Tek olan Allahu
Teala’nın hükmü ya da tağutun hükmü…
“Doğruluk, sapıklık ve eğrilikten ayırt edilmiştir. O halde
kim tağutu inkar edip Allah’a iman ederse, sağlam kulpa yapışmıştır
ki o hiçbir zaman kopmaz.”3
“De ki: (O) Rabbinizden gelen haktır. Artık dileyen iman
etsin, dileyen kafir olsun. Gerçekten Biz zalimler için etrafını saran
duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmış bir ateş hazırlamışızdır.”1



1 12 Yusuf/39-40
2 27 Neml/63
3 2 Bakara/256





“Yoksa Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa
göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez O’na teslim olmuştur
ve O’na döndürüleceklerdir. De ki: Allah’a iman ettik. Bize indirilene,
İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve Esbat’a indirilenlere,
Musa’ya, İsa’ya ve peygamberlere Rableri tarafından verilenlere
de iman ettik. Onların hiçbirinin arasında fark gözetmeyiz ve
biz O’na teslim olanlarız. Kim İslam’dan başka bir din ararsa
ondan asla kabul olunmaz ve o, ahirette de en büyük zarara
uğrayanlardandır.”2



1 18 Kehf/29
2 3 Al-i İmran/ 83-85
 
T Çevrimdışı

tewhid-el-hak

Üye
İslam-TR Üyesi
Demokrasi, Küfür ve Sonradan Ortaya
Konmuş Bir Dindir. Onu Ortaya Koyanlar ise
Kanun Koyan Rabler veya Bu Rablere Kulluk
Yapanlardır

Bil ki çirkin bir söz olan demokrasi kelimesinin aslı, Yunancadır.
“Halk” anlamındaki “Diymos” ile, hüküm, otorite ya da
kanun koyma anlamındaki Kratos kelimelerinin birleşmesinden
meydana gelmiştir. Dolayısıyla “Demokrasi” kelimesinin tercümesi
harfiyen şöyle olur: “Halkın egemenliği” veya “Halkın kanun
koyması.”
Demokrasinin taraftarlarına göre, “Halkın egemenliği”,
demokrasinin en büyük özelliğidir… Bu niteliğine binaen demokrasiyi
sürekli överler. Muvahhid kardeşim! Onların övdükleri bu
nitelik; İslam dinini, Tevhid dinini ortadan kaldıran küfür, şirk ve
batılın özelliklerinden biridir… Yukarıda aktarmış olduğumuz gibi,
insanların yaratılmasındaki, kitapların indirilmesindeki, peygamberlerin
gönderilmesindeki en yüce esas ve İslam’daki en sağlam
kulp, ibadetlerde Allahu Teala’yı birlemek ve O’ndan başkasına
ibadet etmekten kaçınmaktır. Yasama konusunda itaatin Allah’a
has kılınması da, bu yüce esasın kapsamındadır.
Demokrasi taraftarlarının hayallerinde olduğu gibi, halkın
egemen olması niteliğinin tam olarak uygulanıyor olması ile,
günümüzde olduğu gibi egemenliğin, halkın belli kesimi ya da
yönetim kadrosu için sözkonusu olması arasında herhangi bir fark
yoktur. Demokrasi, her iki durumda da, göklerin ve yerin Rabbi
olan Allahu Teala’ya küfürdür, şirktir, Tevhid dini ve peygamberlerin
dinini yok saymaktır…
Bunun nedenlerinden bazıları şunlardır:

Birincisi: Demokrasi, Allahu Teala’nın hükmü değil, çoğunluğun
ya da tağutun hükmüdür… Allahu Teala, Rasulü’ne
Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kendisine indirilmiş olan şeriat ile
hükmetmesini emretmekte, çoğunluğun hevasına ve indirmiş
olduğu bazı hükümleri uygulamaktan, kendisini saptırmaya çalışanlara
tabi olmaktan da sakındırmaktadır. Allahu Teala şöyle
buyurur:
“Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına
uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni
saptırmamalarına da dikkat et.”1
‘Demokrasi dini’ ve onun şirk yoluna gelince, ona kulluk
yapanlar der ki: “Aralarında, halkın arzusuna göre hükmet, onların
isteklerine uy. Onların isteklerini yerine getirmeye mani olacak
her türlü şeyden sakın.” Dolayısıyla demokrasi, açık bir küfür ve
Allahu Teala’ya açık bir şirktir. Bununla birlikte daha da hakikate
bakıldığında, onların lisan-ı halleri ile şunu söyledikleri görülür:
“Onların aralarında tağutun ve tağutun dostlarının istekleriyle
hükmet. Tağutun onayladığı ve kabul ettiği kanunları ortaya
çıkar…”!!!
Bu açık bir sapıklıktır ve bellidir
Üstelik o, Yaratan’a düşmanca şirktir...
İkincisi: Çünkü demokrasi, Allahu Teala’nın şeriatına
değil, anayasalara uygun olan çoğunluğun ve tağutun hükmüdür…
Kur’an’dan daha fazla önemsedikleri ve değer verdikleri
anayasalarında, kendi hükümlerinin, Allahu Teala’nın hükümlerinin
önünde ve kanunlarının da, Allahu Teala’nın kanunlarının
üzerinde hakim olduğu açıkca geçmektedir…2 Demokrasi’de,anayasalarının metinlerine bağlı kalmadıkça ve maddelerine
uygun olmadıkça, halkın isteği ve kanun koyması asla kabul
edilmez. Zira onlara göre anayasa, çıkacak olan kanunların temeli
ve bu kanunların ‘mukaddes kitabı’dır… Demokrasi dininde,
Kur’an ayetlerine ya da Rasul’ün Sallallahu Aleyhi ve Sellem hadislerine
itibar edilmez. Mukaddes kitapları olan anayasaya uygun
olmadığı sürece, Kur’an’a ya da hadislere uygun olarak kanun
ortaya koymak mümkün değildir.


1 5 Maide/49
2 Kuveyt anayasasının 6. maddesi: “Bütün otoritelerin kaynağı halktır.” 51
maddesi: “Kanun koyma yetkisi, yönetici ve anayasaya uygun olarak millet
meclisine aittir.” Ürdün anayasasının 24. maddesi: “Otoritelerin kaynağı halktır.”


Allahu Teala şöyle buyurur:
“Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz (Allah’a ve
ahirete gerçekten iman ediyorsanız) onu Allah’a ve Rasulü’ne
götürün. Bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha iyidir.”
1
Demokrasi dini ise şöyle der: “Eğer bir hususta anlaşmazlığa
düşerseniz, sonradan konulan kanunlara ve anayasaya uygun
biçimde, halka, meclise ve krala götürün.”
“Yuh size ve sizin Allah’tan başka taptıklarınıza! Hala aklınızı
başınıza almayacak mısınız?”2
Dolayısıyla halk, kanunlar çıkaran şirk meclisi aracılığıyla
ve demokrasi yoluyla Allahu Teala’nın şeriatıyla hükmetmeyi
istese dahi, bu mümkün olmaz. Halkın isteklerinden de, sadece
anayasa maddeleri ve metinlerine uygun olanlar için izin verilir.
Çünkü anayasa, demokrasinin mukaddes kitabı, heva ve isteklerine
uygun olarak tahrif edilmiş olan Tevrat ve İncil’leridir…
Üçüncüsü: Demokrasi, kokuşmuş laikliğin meyvelerinden
biridir. Zira laiklik, dini gündelik hayattan çıkarmak ya da
dini, devlet ve hükümden ayırmak için ortaya atılmış olan bir
küfür yoludur.



1 4 Nisa/59
2 21 Enbiya/67. Kur’an-ı Kerim’de, Allahu Teala bize İbrahim’in, kavminin
mabudlarının ve tağutlarının sefihliğini açıkladıktan sonra bunu söylediğini
haber veriyor.



Demokrasi, halkın ya da halkın idaresini ele geçirmiş olan
tağutun egemenliğidir… Hiçbir yönü ile Allahu Teala’nın egemenliği
değildir. Demokrasi, anayasa maddelerine ve halkın
isteklerine uygun olmadığı sürece, Allahu Teala’nın muhkem olan
şeriatından herhangi bir hükme asla itibar etmez. Tabi ki gerek
anayasa ve gerekse de halkın isteklerinden önce, yönetimdeki baş
tağutun ve çevresindekilerinin isteklerine bakılır…
Halkın tamamı, yönetimdeki tağuta ya da demokrasinin
efendilerine; “Allah’ın indirdiğiyle hükmedilmek istiyoruz... Ne
halkın, ne de onların temsilcilerinin ve yöneticilerinin kanun
koyma hakkı yoktur… Mürtedlere karşı Allah’ın hadlerini uygulamak
istiyoruz. Zina eden, hırsızlık yapan, içki içen kimse hakkında
Allah’ın hükmünü uygulamak istiyoruz… Kadının örtünmesini
ve iffetli olmasını istiyoruz… Fahişeliği, ahlaksızlığı, zinayı ve
diğer kötü olan şeyleri yasaklamak istiyoruz…” demiş olsa dahi,
derhal şöyle cevap verirler: “Bu talepleriniz, demokrasi dinine ve
özgürlüğe aykırıdır…”
Dolayısıyla demokrasinin özgürlük anlayışı, Allahu
Teala’nın dini ve şeriatından ayrılmak ve bu şeriatın sınırlarını
çiğnemekten ibarettir. Anayasa ve sonradan ortaya koydukları
her türlü kokuşmuş kanunlar ise koruma altındadır. Hatta bu
anayasa ve kanunlara düşman olan ve karşı gelenler cezalandırılır.
Helak olun, helak olun, helak olun...
Dilim kuruyuncaya kadar helak olun...
Ey muvahhid kardeşim! Demokrasi, Allahu Teala’nın dini
dışında bir dindir… Demokrasi, tağutun egemenliğidir, Allahu
Teala’nın egemenliği değil… Birbiri ile kavga eden ve ayrılık
içerisinde olan farklı ilahların şeriatıdır; tek ve kahhar olan Allahu
Teala’nın şeriatı değil… Halktan bu demokrasiyi kabul eden ve
onunla uyum içerisinde olan kişi, yasama hakkını kendisinde
görmüş olmaktadır. Ve bu yasaların tek ve kahhar olan Allahu
Teala’nın şeriatından önde olduğunu kabul etmiş olur... Kişinin,
demokrasi dininin bir gereği olarak yapılan seçimlere katılması
halinde, bizzat kanun koyması ile koymaması ya da seçimlerin
kazanılması ile kazanılmaması arasında hiçbir fark yoktur.
Demokrasi dini üzere müşriklerle birlikte ilerlemek, egemenliğin
ve yasama hakkının insanlara ait olduğunu, insanların
egemenliğinin, Allahu Teala’nın, Kitabı’nın ve şeriatının egemenliğinden
üstün olduğunu kabul etmek bizzat küfürdür, açık bir
dalalettir ve Yaratan’a düşmanca şirk koşmadır.
Demokrasi dininde halk, kendi içinden vekiller seçer. Her
topluluk, cemaat ya da kabile, kendi istek ve arzularına uygun
hükümler koymaları için birbirinden farklı rabler edinir. Bu seçmenlerden
bazıları, fikir ve ideolojisine uygun olarak mabudunu
ve kanun koyucusunu seçer. Bazıları, kabile ve milliyetçilik adına
bu seçimlere katılır. Bazıları ise, Müslüman olduğunu iddia ettiği
ve İslam adına olduğunu öne sürdüğü bir takım efendiler seçer...1
Halbuki Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
“Yoksa onların Allah’ın izin vermediği şeyleri kendilerine
dinden şeriat yapan ortakları mı vardır? Eğer ayırdedici söz olmasaydı,
muhakkak aralarında hüküm olunmuştu bile.”2
Aslında bu vekiller, putperest barınaklarında belli bir mevkide
bulunan putlar, ibadet edilen mabudlar, kabul edilen sahte
ilahlar konumundadırlar. Onlar ve onları seçenler, demokrasi dini
ve anayasaya boyun eğmektedirler. Anayasanın maddelerine
uygun olarak hüküm için onlara başvurulur ve onlar da anayasaya
uygun olarak hüküm ve kanun koyarlar. Anayasadan da
önce, onların bu kanunlarını onaylayan, doğrulayan, reddeden
ya da kabul eden büyük putlarına, ilahlarına ve efendilerine başvururlar. Bu putun ismi ise, bazen kral olur bazen de cumhurbaşkanı…



1 Bütün bunlar maalesef, Kuveyt, Ürdün, Mısır, Türkiye ve birçok ülkede vardır…
2 42 Şura/21




Ey muvahhid kardeşim, demokrasinin ve demokrasi dininin
hakikatı budur… Demokrasi; tağutların dinidir, Allahu
Teala’nın dini değil… Müşriklerin yoludur, rasullerin ve nebilerin
yolu değil… Birbirleriyle çatışma içerisinde olan farklı ilahların ve
rablerin şeriatıdır, tek ve kahhar olan Allahu Teala’nın şeriatı
değil…
“Darmadağınık bir çok rabler mi hayırlıdır, yoksa bir tek
olan ve herşeyi hükmü ve iradesi altında tutan (kahhar olan)
Allah mı? Sizin O’nu bırakıp da taptıklarınız, kendinizin ve babalarınızın
adlandırdığı bir takım isimlerden başkası değildir. Allah
bunlara dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’ındır.
O kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru
din işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”1
“Allah ile birlikte bir ilah mı var? Allah, koştukları ortaklardan
çok yücedir.”2
Ey Allah’ın kulu tercih sana ait… Ya Allahu Teala’nın dini,
temiz şeriatı, aydınlığı ve dosdoğru yolu; ya da demokrasi dini,
demokrasi şirki, küfrü, kapalı ve karışık yolu… Tek olan Allahu
Teala’nın hükmü ya da tağutun hükmü…
“Doğruluk, sapıklık ve eğrilikten ayırt edilmiştir. O halde
kim tağutu inkar edip Allah’a iman ederse, sağlam kulpa yapışmıştır
ki o hiçbir zaman kopmaz.”3
“De ki: (O) Rabbinizden gelen haktır. Artık dileyen iman
etsin, dileyen kafir olsun. Gerçekten Biz zalimler için etrafını saran
duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmış bir ateş hazırlamışızdır.”1



1 12 Yusuf/39-40
2 27 Neml/63
3 2 Bakara/256





“Yoksa Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa
göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez O’na teslim olmuştur
ve O’na döndürüleceklerdir. De ki: Allah’a iman ettik. Bize indirilene,
İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve Esbat’a indirilenlere,
Musa’ya, İsa’ya ve peygamberlere Rableri tarafından verilenlere
de iman ettik. Onların hiçbirinin arasında fark gözetmeyiz ve
biz O’na teslim olanlarız. Kim İslam’dan başka bir din ararsa
ondan asla kabul olunmaz ve o, ahirette de en büyük zarara
uğrayanlardandır.”2



1 18 Kehf/29
2 3 Al-i İmran/ 83-85
 
T Çevrimdışı

tewhid-el-hak

Üye
İslam-TR Üyesi
DEMOKRASİ DİNİNE RUHSAT VEREN
ŞÜPHELERE VE BATIL GÖRÜŞLERE
CEVAPLAR




Allahu Teala şöyle buyurur: “Sana Kitabı indiren O’dur.
Onun (Kur’an’ın) bazı ayetleri muhkemdir ki bunlar Kitap’ın
anasıdır. Diğer bir kısmı da müteşabihlerdir. İşte kalplerinde
eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak ve te’viline yeltenmek için onun
müteşabih olanına uyarlar. Halbuki onun gerçek te’vilini ancak
Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar: Biz ona iman ettik, hepsi
Rabbimizin katındandır, derler. Ancak akıl sahipleri düşünür, öğüt
alır. Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi çevirme!
Katından bize bir rahmet ver. Şüphesiz sen pek çok bağışlayansın.”
1
Allahu Teala bize bu ayetlerde, insanların Allah’ın şeriatı
konusunda iki kısma ayrıldığını bildirmektedir:
Birinci Kısım: Bunlar; ilim ehli ve ilimde derinleşenlerdir.
Kur’an’ın tümünü alırlar ve hepsine iman ederler. Genel
olanı, özel olan ile; mutlak olanı, mukayyed olan ile; manası
kapalı olanı, manası açık olan ile birlikte değerlendirirler. Manasını
anlayamadıkları ayetleri, manası açık olan muhkem ayetler ile
anlarlar.
İkinci Kısım: Bunlar ise, sapıklar ve kalbinde eğrilik bulunan
kimselerdir. Kur’an’ın müteşabih olan ayetlerini alırlar ve
sadece bu ayetler ile ortaya çıkarlar… Muhkem olan ayetlerden,
açık olan nasslardan ya da bu müteşabihi açıklayan diğer ayetlerden
yüz çevirirler…



1 3 Al-i İmran/7-8







Dolayısıyla, demokrasiyi ve şirk meclislerini savunan topluluğun,
sapıkların ve kalplerinde eğrilik olanların yolunu tuttuğu anlaşılmaktadır. Onlar Kitap ve Sünnet’te aktarılan bir takım
kıssalar ve şüpheli olan şeyleri araştırarak, bu kıssa ve şüpheleri
alırlar. Onları dinin kaidelerinden ve temel esaslarından olan açık,
mukayyed ya da açıklayıcı nassları ile değerlendirmezler. Bu,
hakkı batılla, nuru da karanlıkla karıştırmak istemelerinden dolayıdır..
Allahu Teala’nın izni ile burada, bu konudaki en meşhur
şüpheleri ele almaya gayret edeceğiz. Toplulukları hezimete
uğratan, bulutları yürüten Melik ve Vehhab olan Allah’ın yardımıyla,
onların bu şüphelerine cevap vereceğiz.









Bu şüphe heva ehlinden olan bir gruba aittir. Şöyle derler:
“Yusuf Aleyhisselam, Allah-u Teala’nın indirdiğiyle hükmetmeyen
kafir bir melikin yanında bakanlık görevinde bulundu. O halde
kafir hükümetlerde bu tür görevler almak caizdir. Hatta bu tür
görevler almak gereklidir.”
Buna karşılık biz deriz ki:
İlk Olarak: Bu şüpheyle, yasama parlamentosuna katılmanın
veya buna benzer görevler almanın caiz olduğuna delil
getirmek batıl ve fasittir. Çünkü bu şirk parlamentoları, Allahu
Teala’nın dini dışında bir dine dayanmaktadır ki bu, demokrasi
dinidir. Demokraside ise yasama hakkı ve helal ya da haram
belirleme hakkı Allahu Teala’nın değil, halkındır. Allahu Teala
şöyle buyurur:
“Kim İslam’dan başka bir din ararsa ondan asla kabul
olunmaz ve o, ahirette de en büyük zarara uğrayanlardandır.”1
Bu şüphenin sahibi olan kimse, Yusuf’un Aleyhisselam İslam
dini dışında bir dine veya muvahhid olan atalarının dini
dışında bir dine uyduğunu ya da İslam dini dışında bir dini
koruyacağına dair yemin ettiğini söylemeye cesaret edebilir mi?
Yusuf’un Aleyhisselam, bu parlamentolardaki insanların yaptıkları
gibi, İbrahim’in Aleyhisselam dini dışında bir dine uygun olarak
yasa koyduğunu iddia edebilir mi?2







1 3 Al-i İmran/85
2 Onların anayasaları, halkın, otorite kaynağı olduğunu ve yasama otoritesinin,
krala veya başbakana ya da millet meclisine ait olduğunu belirtmektedir.







Yusuf Aleyhisselam, müstaz’af olduğu dönemlerde dahi
bütün açıklığı ile İbrahim’in dinini ilan ettiği halde, onun hakkında nasıl böyle bir iddiada bulunulabilir ki... Rabbimiz Yusuf
Aleyhisselam hakkında şöyle buyurur:
“Yusuf: "Rabbimin bana öğrettiği bilgi ile, daha yiyeceğiniz
yemek gelmeden size onu yorumlarım. Gerçekten ben Allah’a
iman etmeyen ve kendileri ahireti inkar eden bir kavmin dinini
terkettim. Atalarım İbrahim, İshak ve Yakup’un dinine uydum.
Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız, yapabileceğimiz bir iş
değildir. Bu hem bize, hem insanlara Allah’ın lütuf ve keremindendir.
Fakat insanların çoğu şükretmezler. Ey zindan arkadaşlarım!
Darmadağınık bir çok rabler mi hayırlıdır, yoksa bir tek olan
ve herşeyi hükmü ve iradesi altında tutan (kahhar olan) Allah mı?
Sizin O’nu bırakıp da taptıklarınız, kendinizin ve babalarınızın
adlandırdığı bir takım isimlerden başkası değildir. Allah bunlara
dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’ındır. O kendisinden
başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din
işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”1
Yusuf Aleyhisselam, müstaz’af olduğu dönemlerde dahi
dine çağırdığı, onu açıkladığı ve ilan ettiği halde, belli bir güce
kavuştuktan sonra bunu gizlemesi veya tahrif etmesi mümkün
müdür?
Bize cevap verin, ey şirk parlametolarında dinin maslahatını
arayan basiretsizler..
Sizler de bilmektesiniz ki bakanlık, uygulama otoritesi;
parlamento ise kanun koyma otoritesidir… Gerek bakanlık görevi
ve gerekse de parlamento üyeliği görevi ile Yusuf’un Aleyhisselam
durumu arasında dağlar kadar fark bulunmaktadır. Yaptığınız bu
kıyas doğru değildir...2




1 12 Yusuf/37-40
2 Bazı sözde bilginlerin iddiasına göre parlamento, hükümete muhalefet cephesidir.
Onlar bu cephede anayasal bir cihad yapıyorlar. Kanuni bir şekilde mücadele
ediyorlar, diplomatik yollarla yönetimi yenmeye çalışıyorlar…




Yusuf’un Aleyhisselam kıssasını, parlamentolara katılmanın meşruluğu hakkında delil olarak kullanmak,
kesinlikle doğru değildir.

İkinci Olarak:Allahu Teala’ya hüküm koyma konusunda
şirk koşan, Allahu Teala’nın dostlarına karşı savaş açan ve
Allahu Teala’nın düşmanlarını dost edinen bu tağuti devletlerin
gölgesi altında gerek bakanlık olsun ve gerekse milletvekilliği
olsun görev almayı, Yusuf’un Aleyhisselam durumu ile kıyaslamak,
birkaç yönden batıl ve fasittir. Şöyle ki:
Birinci Yön: Allah-u Teala’nın indirdiğiyle hükmetmeyen
bu hükümetlerin gölgesi altında bakanlıkta görev almak,
kesinlikle onların sonradan ortaya koydukları anayasalarına saygı
duymayı, dostluk göstermeyi ve Allahu Teala’nın, inkar edilmesini
emrettiği tağutlara bağlılığı gerektirir. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Tağuta iman etmemeleri kendilerine emrolunduğu halde,
tağutun önünde muhakemeleşmek istiyorlar.”1
Ayrıca gerek bakanlık ve gerekse de milletvekilliği görevini
alabilmeleri için mutlaka küfür türünden bir yemin ile yemin
etmeleri gerekir.2



1 4 Nisa/60
2 Ürdün Anayasası’nın 43. maddesi şöyledir: “Başbakan ve bakanların, işlerine
başlamadan önce, kral karşısında şöyle yemin etmeleri gerekir: “Krala samimi
bir şekilde bağlı olacağıma, anayasayı koruyacağıma… Allah adına yemin
ederim.” Bunun bir benzeri de 79. maddede şöyle geçer: “Millet meclisindeki
her üyenin ve delegenin, görevine başlamadan önce, meclis önünde şu şekilde
yemin etmesi gerekir: “Krala ve vatana samimi bir şekilde bağlı olacağıma,
anayasayı koruyacağıma Allah adına yemin ederim…” Bunun bir benzeri de
Kuveyt Anayasası’nın 91 ve 126. maddelerindedir. Yusuf Aleyhisselam böyle bir
şey yaptı mı? “Yemin ederiz, ama bunu içimizden kabul etmez ve şeriatı kastederiz”
diyen, demokrasi aşığı bazı kimselerin batıl görüş ve sözlerine aldanmamak
gerekir. Yemin, yemin edenin niyetine göre değildir. Eğer durum böyle
olsaydı, insanlar arasındaki anlaşmalar ve şartlar bozulur, herkes işine geldiği
şekilde bunu bir hile haline getirirdi. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem,
Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyurur: “Yemin, yemin isteyenin niyetine göredir.” Dolayısıyla sizin bu yemininiz, niyetlerinize bağlı değildir;
aksine üzerine yemin etmiş olduğunuz tağutun niyetine bağlıdır…







Yusuf’un Aleyhisselam, bizzat Allahu Teala tarafından, temizlendiği belirtildiği halde, Allahu Teala’nın yasaklamış
olduğu bu türden bir işi yaptığı nasıl söylenebilir? Halbuki
Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
“Ondan fenalığı ve fuhşu giderelim diye böyle yaptık.
Çünkü o, ihlasa erdirilmiş kullarımızdandı.”1
Yusuf Aleyhisselam hakkında böyle bir şeyi iddia eden kişi
şüphesiz yaratılanların en kafiridir. Hatta yemin ettiğinde istisnada
bulunan lanetli iblisten daha da kötüdür. Ki iblisin yapmış olduğu
yemin hakkında Rabbimiz şöyle bildirir: “(İblis) Dedi ki: İzzetin
hakkı için hepsini mutlaka azdıracağım. Aralarında ihlasa erdirilmiş
kulların müstesna.”2
Yusuf Aleyhisselam, Allahu Teala’nın nassıyla ve kesin olarak
bildirildiği gibi, Allah’ın ihlasa erdirilmiş olan kullarındandı ve
hatta bu kulların efendilerindendi…
İkinci Yön: Bu hükümetlerin gölgesinde bakanlık görevini
üstlenmek (ister anayasaya yemin etsin ister etmesin), küfür
kanunlarına boyun eğmeyi ve bu kanunların dışına çıkmamayı
gerektirir. Dolayısıyla böyle bir görevi alan kişi, bu kanunların
ihlaslı bir kulu ve gerek hak, gerek batıl, gerek fısk ve gerekse
küfür konusunda bu kanunları belirleyenlerin sadık bir hizmetçisi
olmuş olur.


1 12 Yusuf/24
2 38 Sa’d/82-83















Yusuf es-Sıddık Aleyhisselam böyle miydi ki, onun durumu
ile demokrasi ve parlamentoları kıyaslayabilelim? Kim Allahu
Teala’nın nebisine böyle bir iftirada bulunursa, o kimsenin küfründen,
zındıklığından ve İslam’dan çıktığından şüphe etmeyiz…
Çünkü Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: “Andolsun ki Biz her ümmete: “Allah’a kulluk edin ve
tağuttan kaçının” diye bir peygamber göndermişizdir.”1
Bu, Yusuf Aleyhisselam ve diğer bütün rasuller hakkında,
var olan en büyük hakikat ve en temel esastır.
O, insanları iyi ve kötü günde, darlıkta ve bollukta, acizlikte
ve güçte Allah’a ibadete ve tağuttan kaçınmaya davet etti ve
sonradan bunu yok sayıp, müşriklerden oldu öyle mi? Allahu
Teala onun, kendisine iman eden ve ihlasa erdirilmiş kullarından
olduğunu söylerken bu nasıl mümkün olabilir? Bazı müfessirler
Allahu Teala’nın, “Yoksa o, hükümdarın dinine (kanunlarına)
göre kardeşini alıkoyabilecek değildi”2 ayetini, Yusuf’un
Aleyhisselam, dönemin melikinin sistemine ve kanunlarına uymadığına
ve bu kanunlara uymak ile de sorumlu olmadığına dair
delil olarak saymışlardır. Yusuf Aleyhisselam, onun hükümlerine
uymamış ve onlara tutunmamıştı. Günümüz parlamentolarının ve
bakanlıkların durumu ise tamamen farklıdır.
Üçüncü Yön: Yusuf’un Aleyhisselam hazineden sorumlu
olması, Allahu Teala’nın imkan vermesiyle olmuştu. Allahu Teala
şöyle buyurur:
“İşte böylece o yerde Yusuf’a iktidar verdik. O, orada dilediği
yerde konaklardı.”3
Dolayısıyla onun bu durumu, Allahu Teala tarafından verilmiş
bir iktidardı. Melikin emrine, hükmüne veya yargısına karşı
gelse dahi, melikin ya da bir başkasının ona zarar vermesi ya da
onu bu makamından azletmesi mümkün değildi…
Halbuki günümüzde, tağutların yanında belli görevleri üstlenmiş
olan rezil insanların durumu böyle değildir. Onlar,
tağutların oyuncakları niteliğindedirler.




1 16 Nahl/36
2 12 Yusuf/76
3 12 Yusuf/56







Dördüncü Yön: Yusuf’un Aleyhisselam, melikin yanında
tam ve gerçek anlamda bağımsız bir durumu ve dokunulmazlığı
vardı. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Onunla konuşunca şöyle dedi: Sen bugün bizim
nezdimizde önemli bir mevki sahibisin, eminsin.”1
Ona, tam bir hürriyet verilmişti. Allahu Teala şöyle buyurur:
“İşte böylece o yerde Yusuf’a iktidar verdik. O, orada dilediği
yerde konaklardı.”2
Ne yaparsa yapsın, ona karşı çıkan, onu hesaba çeken,
yaptığı şeylerde onu gözetleyen kimse yoktu… Bugün tağutların
yanında bakanlık görevini üstlenmiş olan rezillerin durumu acaba
böyle midir? Yusuf’ta Aleyhisselam olduğu gibi tam bir bağımsızlıkları
ve dokunulmazlıkları mı var, yoksa yalan ve sadece sözde
kalan bir dokunulmazlıkları mı var? Bakan, baş tağutun işlerine
burnunu soktuğunda, ona muhalefet türünden bir şey yaptığında,
liderin çizgisinden ya da melikin dininden çıktığında acaba durumu
ne olur? Onlara göre bakan, melikin ya da derin devletin
siyaseti için bir hizmetçidir. Onun emirlerini emreder, yasakladıklarını
yasaklar. Onun, Allahu Teala’nın emirleri ve dini konusunda
dahi olsa, melikin emirlerine ya da anayasasına karşı çıkma
gibi bir hakkı asla bulunmamaktadır… Yusuf’un Aleyhisselam
durumunun da günümüz rezillerinin durumu gibi olduğunu iddia
etmek, şüphesiz büyük bir iftira ve Allahu Teala’nın, Yusuf
Aleyhisselam hakkındaki tezkiyesini yalanlamadır.
Eğer Yusuf’un Aleyhisselam durumu doğru bir şekilde anlaşılırsa,
günümüz parlamento ve bakanlıklarının durumu ile ne
kadar farklı olduğu da anlaşılmış olur.




1 12 Yusuf/54
2 12 Yusuf/56

























Üçüncü Olarak:Bu şüpheyi iptal eden şeylerden biri
de, tefsir ehlinden bazılarının, melikin Müslüman olduğu yönündeki
sözleridir. Bu, İbn-i Abbas’ın talebesi olan Mücahid’ten
rivayet edilmiştir. Mücahid’ten aktarılan bu rivayet, parlamento
ve bakanlıkların meşruluğu hakkında bu kıssanın delil olarak
kullanılmasını temelinden yok eder.
Biz, Allahu Teala’ya yöneliyor ve Allahu Teala’nın Kitabı’ndaki
ayetin zahirine ya da umumuna uymayı, bazı insanlar
tarafından bu ayetler hakkında ortaya atılan sözlerden, yorumlardan,
delil ve belgelerden uzak bütün iddialardan daha üstün
görüyoruz… Mücahid’ten aktarılan bu rivayeti destekler mahiyetteki
delillerden biri de, Allahu Teala’nın Yusuf Aleyhisselam hakkındaki
şu buyruğudur:
“İşte böylece o yerde Yusuf’a iktidar verdik.”1
Bu, Allahu Teala’nın, Kitabı’nın başka bir yerinde açıklamış
olduğu özettir. Rabbimiz, mü’minlerden, kendilerine yeryüzünde
iktidar olma imkanı verilenlerin durumunu şöyle niteler:
“Biz eğer o kimselere, yeryüzünde bir iktidar imkanı verirsek;
onlar namazlarını dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emrederler,
kötülüğü yasaklarlar. İşlerin sonu Allah’a varır.”2
Yusuf’un Aleyhisselam bu kimselerden olduğundan hatta
onların efendilerinden olduğundan şüphe yoktur. Allahu Teala
onlara iktidar verdiğinde, iyiliği emreder, kötülükten
nehyederler… İslam dinini bilen kimse, dinde en büyük iyiliğin,
şüphesiz Yusuf Aleyhisselam ve babalarının usulünün temelinde
var olan Tevhid olduğunu bilir. En büyük kötülük ise, Yusuf’un
uyarmış olduğu, nefret ettiği, öfke duyduğu, ilahlarına karşı düşmanlık
beslediği şirktir…





1 12 Yusuf/56
2 22 Hacc/41




Yusuf’un, Allahu Teala kendisine iktidar
verdikten sonra, insanları babası Ya’kup, İshak ve İbrahim’in dinine çağırmaya devam ettiği kesin ve açıktır. İnsanlara bunu
emrediyor, buna karşı çıkan ve yok sayan herkesle mücadele
ediyordu. Allah’ın indirdiği dışında bir şeyle hükmetmiyordu ve
Allah’ın indirdiği dışında bir hükmün çıkarılması için yardımcı
olmuyordu. Bugün makamlarına deliler gibi sarılan rezil kimselerin
yaptığı gibi, Allahu Teala dışında kendisine ibadet edilen,
kanunlar koyan tağutların önderlerine asla destek olmuyordu.
Üstelik, bugün parlamentoda bulunan kimselerin yaptığı
gibi Allah’ın indirdiklerinden başka hüküm koyma konusunda
onlara katılmıyor, kesin olarak onların durumunu reddediyor,
kötülüklerini değiştiriyor, Tevhid ile hükmediyor, insanları Tevhid’e
çağırıyor ve Tevhid’e karşı gelen kim olursa olsun ondan
uzaklaşıyordu. Yusuf Aleyhisselam hakkında, Allahu Teala’nın
nasslarında geçen budur… Yusuf ancak bu şekilde nitelenmektedir.
Yine buna işaret eden ve onaylayan açık delillerden biri
de, Allahu Teala’nın şu sözü ve bunun tefsiridir:
“Hükümdar dedi ki: ‘Onu bana getirin, onu kendime en
yakınlardan kılayım.’ Onunla konuşunca da şöyle dedi: Sen
bugün bizim nezdimizde önemli bir mevki sahibisin, eminsin.”1
Acaba Yusuf Aleyhisselam, melik ile ne konuştu ki onu bu derece
etkiledi ve bu derece güven duyulmasına sebep oldu? Acaba
çoktan kapanmış olan ve hakkın ortaya çıkmış olduğu ‘Azizin
karısı’ meselesi hakkında mı konuştu? Yoksa acaba vatanın birliği,
iktisadi kalkınması ya da buna benzer meseleler hakkında mı
konuştu? Yusuf Aleyhisselam ile melik arasında geçen konuşma
hakkındaki ayeti, şu ayet açıklamaktadır:
“Andolsun ki Biz her ümmete: “Allah’a kulluk edin ve
tağuttan kaçının” diye bir peygamber göndermişizdir.”2



1 12 Yusuf/54
2 16 Nahl/36





Allahu Teala başka bir ayette de şöyle buyurur:
“Andolsun ki sana ve senden öncekilere vahyolundu ki: Eğer şirk
koşarsan, andolsun ki amelin boşa çıkar ve muhakkak zarar
edenlerden olursun.”1
Allahu Teala, Yusuf’un Aleyhisselam davetinin en önemli
nitelikleri olarak şunları bildirmektedir:
“Yusuf: "Rabbimin bana öğrettiği bilgi ile, daha yiyeceğiniz
yemek gelmeden size onu yorumlarım. Gerçekten ben Allah’a
iman etmeyen ve kendileri ahireti inkar eden bir kavmin dinini
terkettim. Atalarım İbrahim, İshak ve Yakup’un dinine uydum.
Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız, yapabileceğimiz bir iş
değildir. Bu hem bize, hem insanlara Allah’ın lütuf ve keremindendir.
Fakat insanların çoğu şükretmezler. Ey zindan arkadaşlarım!
Darmadağınık bir çok rabler mi hayırlıdır, yoksa bir tek olan
ve herşeyi hükmü ve iradesi altında tutan (kahhar olan) Allah mı?
Sizin O’nu bırakıp da taptıklarınız, kendinizin ve babalarınızın
adlandırdığı bir takım isimlerden başkası değildir. Allah bunlara
dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’ındır. O kendisinden
başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din
işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”2
Kuşkusuz ayetlerde aktarılanlar, Yusuf’un Aleyhisselam en
büyük sözüydü. Bu, onun dosdoğru dini, davetinin temeli ve
atalarının diniydi. İyiliği emrettiğinde, bunu emrederdi… Yine
ona göre bu esasa aykırı olan bir şeyden daha büyük kötülük yok
idi. Yusuf’un sözünün ve davetinin bu olduğu kesinleştiğine göre,
Melik’in ona vermiş olduğu cevap şu idi:
“Sen bugün bizim nezdimizde önemli bir mevki sahibisin,
eminsin.”3





1 39 Zümer/65
2 12 Yusuf/37-40
3 12 Yusuf/54







Bu ise, melikin Yusuf’a uyduğuna, onu onayladığına, küfür
dinini bıraktığına, İbrahim, İshak, Ya’kup ve Yusuf’un
Aleyhimisselam dinine tabi olduğuna dair açık bir delil niteliğindedir.
Şöyle de denilebilir: En azından, Yusuf’un Tevhid’ini ve
dinini onayladı, ona konuşma ve dinine davet hürriyeti verdi.
Ona karşı çıkanı aşağıladı ve herhangi bir konuda ona karşı
çıkmadı. Yusuf’un Aleyhisselam bu durumuyla, Allahu Teala’nın
indirdikleri dışında kanunlar belirleme ve uygulama konusunda
tağutlara ortaklık eden kişilerin durumları arasındaki farkı kavraman,
hakkı anlayabilmen konusunda sana yeter…


Dördüncü Olarak:Buraya kadar aktarılanlardan ortaya
çıkmaktadır ki; Yusuf’un Aleyhisselam durumu, Tevhid’e aykırı
olmadığı gibi, günümüzde parlamentoya katılmış olan kişilerin
yaptıkları gibi, İbrahim’in dinini de yok etmemektedir.
Melikin, küfür üzere kalmaya devam ettiğini kabul etsek
dahi, Yusuf’un böyle bir işi üstlenmesi fürû meselelerinden olur
ve dinin aslı konusunda her hangi bir sorun ortaya çıkmaz. Zira
yukarıda açıkladığımız gibi Yusuf’un küfre düşmediği, kafirleri
dost edinmediği ya da yasama konusunda Allahu Teala’ya şirk
koşmadığı konusunda şüphe bulunmamaktadır. Bilakis o, Tevhid’i
emrediyor ve bütün bunları yasaklıyordu… Allahu Teala,
fürû kısmından olan hükümler hakkında şöyle buyurur:
“Sizden herbiriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik.”1
Peygamberlerin şeriatları, Tevhid meselesinde aynıdır,
ancak fürû kısmından olan hükümler konusunda değişebilir.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur:
“Biz peygamberler topluluğu kardeşizdir, dinimiz de tektir.”
1


1 5 Maide/48






Hadiste, Tevhid’in esası konusundaki ittifaka, fürûdan
olan hükümlerin ise çeşitliliğine işaret bulunmaktadır. Bizden
önceki ümmetlerin şeriatinde yasak olan bir şey, bizim
şeriatimizde yasak olmayabilir. Yine bizden önceki ümmetlerin
şeriatinde yasak olmayan bir şey, bizim şeriatimizde yasak olabilir.
Ganimetin, bizden önceki ümmetler için haram hükmünde
olması, ancak bizim şeriatimizde ganimetin helal olması bu kabildendir.
Yusuf’un Aleyhisselam üstlenmiş olduğu iş, bizim şeriatımızda
caiz değildir. İbn-i Hibban, Ebu Ya’la ve Taberani,
Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğunu rivayet
ederler: “Beyinsiz insanlar size yönetici olacaklar, kendilerine
insanların şerlilerini yaklaştıracaklar. Namazı vaktinde kılmayıp
geciktireceklerdir. Sizden kim onlara yetişirse, onların yanında
danışman, polis, zekat tahsildarı ve hazineden sorumlu olmasın.”
Hadiste belirtilen yöneticiler kafir değil, beyinsiz günahkarlardır.
Zira eğer ki onlar kafir olmuş olsalardı, en kötü vasıfları
olan küfür ile nitelenirlerdi. Ancak Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi
ve Sellem, onlar hakkında söylemiş olduğu en kötü nitelik, insanların
şerlilerini kendilerine yaklaştırmaları ve namazı geciktirmeleridir…
Bununla birlikte Rasullullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem,
onların yanında hazineden sorumlu olma işinin üstlenilmesini
yasaklamıştır… Facir yöneticilerin yanında hazineden sorumlu
olunması şeriatımızda yasaklandığına göre, kafir ve müşrik yönetimlerin
yanında bu türden bir işi üstlenmek nasıl mümkün olabilir
ki? Allahu Teala, Yusuf Aleyhisselam hakkında şöyle buyurur:
“(Yusuf) Dedi ki: Beni memleketin hazineleri üzerine tayin
et. Çünkü ben iyice koruyanım, bilenim.”2




1 Buhari, Ebu Hureyre’den Radıyallahu Anhu rivayet etmiştir.
2 12 Yusuf/55








Bizim şeriatımızda bu, yasaklanmıştır… Allah-u Teala en
doğrusunu bilir.
Bu konuda, hidayeti isteyen kimse için bu aktarılanlar yeterlidir…
Ancak kendi görüşünü daima üstün gören ve insanların
sözlerini açık delillerden daha öncelikli kabul eden kişiye gelince,
bu kişilerin ellerinde dağlar toz haline gelse dahi hidayeti bulamazlar.
Allahu Teala şöyle buyurur:
“Allah’ın fitneye düşmesini dilediği kimse için Allah’a karşı
senin elinden bir şey gelmez.”1
Son olarak şunları söylemek isterim ki, şirk parlamentolarına
ve küfür bakanlıklarına katılmayı meşru ve doğru gören, şirk
ve küfrü müsamahayla karşılayan kimseler, Şeyhu’l-İslam İbn-i
Teymiyye’nin Rahimehullah, Yusuf Aleyhisselam hakkındaki bazı
sözlerini, kendi batıl anlayışlarına destek olarak kullanmaktadırlar.
Halbuki bu yaptıkları, hakkın batıl ile karıştırılması ve söylemediğini
söylemiş gibi göstererek Şeyhu’l-İslam’a atılmış olan bir
iftiradır. Çünkü İbn-i Teymiyye Rahimehullah, Yusuf’un
Aleyhisselam kıssasını, şirk parlamentolarının ve Allahu Teala’nın
indirdiğinden başka kanunlar çıkarmanın meşruluğu hakkında bir
delil olarak asla kullanmamıştır. Allahu Teala böyle bir azgınlıktan
hepimizi korusun. Biz Şeyhu’l-İslam’ı ve dinini bundan uzak
görürüz. Onun bu konudaki sözü gayet açıktır… Şeyhu’l-İslam
Rahimehullah iki kötülükten, zararı büyük olanının, zararı daha az
olan diğer kötülük ile defedilmesi veya birbiri ile çakışması halinde
iki maslahattan en üstününün tercih edilmesinden bahsetmektedir.
Bilinmektedir ki, en büyük maslahat Tevhid ve zararı en
büyük olan kötülük ise şirktir.


1 5 Maide/41
2 Mecmuu’l-Fetava, 28/68










Yusuf Aleyhisselam, gücü yettiği
kadar sahip olduğu adalet ve ihsanı uyguluyordu. İbn-i Teymiyye
Rahimehullah, el-Hisbe’de2, Yusuf Aleyhisselam hakkında şöyle der: “Sahip olduğu iyilik ve adaleti yerine getiriyor, mümkün
olduğunca onları imana davet ediyordu.”
Yine şöyle der: “Adalet ve ihsanı, gücü yettiği kadar yerine
getirdi.”1
Ey muvahhid kardeşim! İhtilaf etmemiz halinde, bu ihtilafımızın
çözümü hakkında başvuracağımız merci Allahu Teala’nın
ve Rasulü’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem sözleridir. Rasul’ün
Sallallahu Aleyhi ve Sellem dışındaki insanların sözleri ise hatadan
masum değildir. Dolayısıyla alınabileceği gibi reddedilebilir de...
Kendisini tenzih etmemize rağmen Şeyhu’l-İslam’dan veya ondan
daha yüksek derecedeki bir alimden dahi buna benzer bir söz
sadır olursa, Allah ve Rasulü’nün sözlerinden bir delil getirmediği
sürece kabul etmeyiz. Allahu Teala şöyle buyurur:
“De ki: Ben sizi ancak vahiy ile korkutuyor ve uyarıyorum.
Halbuki sağırlar uyarıldıkları zaman yapılan çağrıyı işitmezler.”
2
“De ki: Eğer doğru söyleyenler iseniz delillerinizi getirin.”3
Dolayısıyla ey muvahhid kardeşim! Buna dikkat et ve
Tevhid’e azı dişlerinle sarıl. Kanma! Şüphelere, şirk yardımcılarının
ve Tevhid düşmanlarının iftiralarına aldırma… Onların muhalefetinden
etkilenme, Allahu Teala’nın dinini hakim kılan gruptan
olmaya gayret et. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onları
şöyle nitelemiştir:
“Ümmetimden bir taife hak üzere üstün olmaya devam
eder. Onları yardımsız bırakanlar, onlara zarar veremezler ve
Allah’ın emri gelinceye kadar onlar bu hal üzere devam ederler.”4




1 Mecmuu’l-Fetava, 20/56
2 21 Enbiya/45
3 2 Bakara/111
4 Fethu’l-Bari, 13/95
 
T Çevrimdışı

tewhid-el-hak

Üye
İslam-TR Üyesi
DEMOKRASİ DİNİNE RUHSAT VEREN
ŞÜPHELERE VE BATIL GÖRÜŞLERE
CEVAPLAR




Allahu Teala şöyle buyurur: “Sana Kitabı indiren O’dur.
Onun (Kur’an’ın) bazı ayetleri muhkemdir ki bunlar Kitap’ın
anasıdır. Diğer bir kısmı da müteşabihlerdir. İşte kalplerinde
eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak ve te’viline yeltenmek için onun
müteşabih olanına uyarlar. Halbuki onun gerçek te’vilini ancak
Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar: Biz ona iman ettik, hepsi
Rabbimizin katındandır, derler. Ancak akıl sahipleri düşünür, öğüt
alır. Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi çevirme!
Katından bize bir rahmet ver. Şüphesiz sen pek çok bağışlayansın.”
1
Allahu Teala bize bu ayetlerde, insanların Allah’ın şeriatı
konusunda iki kısma ayrıldığını bildirmektedir:
Birinci Kısım: Bunlar; ilim ehli ve ilimde derinleşenlerdir.
Kur’an’ın tümünü alırlar ve hepsine iman ederler. Genel
olanı, özel olan ile; mutlak olanı, mukayyed olan ile; manası
kapalı olanı, manası açık olan ile birlikte değerlendirirler. Manasını
anlayamadıkları ayetleri, manası açık olan muhkem ayetler ile
anlarlar.
İkinci Kısım: Bunlar ise, sapıklar ve kalbinde eğrilik bulunan
kimselerdir. Kur’an’ın müteşabih olan ayetlerini alırlar ve
sadece bu ayetler ile ortaya çıkarlar… Muhkem olan ayetlerden,
açık olan nasslardan ya da bu müteşabihi açıklayan diğer ayetlerden
yüz çevirirler…



1 3 Al-i İmran/7-8







Dolayısıyla, demokrasiyi ve şirk meclislerini savunan topluluğun,
sapıkların ve kalplerinde eğrilik olanların yolunu tuttuğu anlaşılmaktadır. Onlar Kitap ve Sünnet’te aktarılan bir takım
kıssalar ve şüpheli olan şeyleri araştırarak, bu kıssa ve şüpheleri
alırlar. Onları dinin kaidelerinden ve temel esaslarından olan açık,
mukayyed ya da açıklayıcı nassları ile değerlendirmezler. Bu,
hakkı batılla, nuru da karanlıkla karıştırmak istemelerinden dolayıdır..
Allahu Teala’nın izni ile burada, bu konudaki en meşhur
şüpheleri ele almaya gayret edeceğiz. Toplulukları hezimete
uğratan, bulutları yürüten Melik ve Vehhab olan Allah’ın yardımıyla,
onların bu şüphelerine cevap vereceğiz.









Bu şüphe heva ehlinden olan bir gruba aittir. Şöyle derler:
“Yusuf Aleyhisselam, Allah-u Teala’nın indirdiğiyle hükmetmeyen
kafir bir melikin yanında bakanlık görevinde bulundu. O halde
kafir hükümetlerde bu tür görevler almak caizdir. Hatta bu tür
görevler almak gereklidir.”
Buna karşılık biz deriz ki:
İlk Olarak: Bu şüpheyle, yasama parlamentosuna katılmanın
veya buna benzer görevler almanın caiz olduğuna delil
getirmek batıl ve fasittir. Çünkü bu şirk parlamentoları, Allahu
Teala’nın dini dışında bir dine dayanmaktadır ki bu, demokrasi
dinidir. Demokraside ise yasama hakkı ve helal ya da haram
belirleme hakkı Allahu Teala’nın değil, halkındır. Allahu Teala
şöyle buyurur:
“Kim İslam’dan başka bir din ararsa ondan asla kabul
olunmaz ve o, ahirette de en büyük zarara uğrayanlardandır.”1
Bu şüphenin sahibi olan kimse, Yusuf’un Aleyhisselam İslam
dini dışında bir dine veya muvahhid olan atalarının dini
dışında bir dine uyduğunu ya da İslam dini dışında bir dini
koruyacağına dair yemin ettiğini söylemeye cesaret edebilir mi?
Yusuf’un Aleyhisselam, bu parlamentolardaki insanların yaptıkları
gibi, İbrahim’in Aleyhisselam dini dışında bir dine uygun olarak
yasa koyduğunu iddia edebilir mi?2







1 3 Al-i İmran/85
2 Onların anayasaları, halkın, otorite kaynağı olduğunu ve yasama otoritesinin,
krala veya başbakana ya da millet meclisine ait olduğunu belirtmektedir.







Yusuf Aleyhisselam, müstaz’af olduğu dönemlerde dahi
bütün açıklığı ile İbrahim’in dinini ilan ettiği halde, onun hakkında nasıl böyle bir iddiada bulunulabilir ki... Rabbimiz Yusuf
Aleyhisselam hakkında şöyle buyurur:
“Yusuf: "Rabbimin bana öğrettiği bilgi ile, daha yiyeceğiniz
yemek gelmeden size onu yorumlarım. Gerçekten ben Allah’a
iman etmeyen ve kendileri ahireti inkar eden bir kavmin dinini
terkettim. Atalarım İbrahim, İshak ve Yakup’un dinine uydum.
Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız, yapabileceğimiz bir iş
değildir. Bu hem bize, hem insanlara Allah’ın lütuf ve keremindendir.
Fakat insanların çoğu şükretmezler. Ey zindan arkadaşlarım!
Darmadağınık bir çok rabler mi hayırlıdır, yoksa bir tek olan
ve herşeyi hükmü ve iradesi altında tutan (kahhar olan) Allah mı?
Sizin O’nu bırakıp da taptıklarınız, kendinizin ve babalarınızın
adlandırdığı bir takım isimlerden başkası değildir. Allah bunlara
dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’ındır. O kendisinden
başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din
işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”1
Yusuf Aleyhisselam, müstaz’af olduğu dönemlerde dahi
dine çağırdığı, onu açıkladığı ve ilan ettiği halde, belli bir güce
kavuştuktan sonra bunu gizlemesi veya tahrif etmesi mümkün
müdür?
Bize cevap verin, ey şirk parlametolarında dinin maslahatını
arayan basiretsizler..
Sizler de bilmektesiniz ki bakanlık, uygulama otoritesi;
parlamento ise kanun koyma otoritesidir… Gerek bakanlık görevi
ve gerekse de parlamento üyeliği görevi ile Yusuf’un Aleyhisselam
durumu arasında dağlar kadar fark bulunmaktadır. Yaptığınız bu
kıyas doğru değildir...2




1 12 Yusuf/37-40
2 Bazı sözde bilginlerin iddiasına göre parlamento, hükümete muhalefet cephesidir.
Onlar bu cephede anayasal bir cihad yapıyorlar. Kanuni bir şekilde mücadele
ediyorlar, diplomatik yollarla yönetimi yenmeye çalışıyorlar…




Yusuf’un Aleyhisselam kıssasını, parlamentolara katılmanın meşruluğu hakkında delil olarak kullanmak,
kesinlikle doğru değildir.

İkinci Olarak:Allahu Teala’ya hüküm koyma konusunda
şirk koşan, Allahu Teala’nın dostlarına karşı savaş açan ve
Allahu Teala’nın düşmanlarını dost edinen bu tağuti devletlerin
gölgesi altında gerek bakanlık olsun ve gerekse milletvekilliği
olsun görev almayı, Yusuf’un Aleyhisselam durumu ile kıyaslamak,
birkaç yönden batıl ve fasittir. Şöyle ki:
Birinci Yön: Allah-u Teala’nın indirdiğiyle hükmetmeyen
bu hükümetlerin gölgesi altında bakanlıkta görev almak,
kesinlikle onların sonradan ortaya koydukları anayasalarına saygı
duymayı, dostluk göstermeyi ve Allahu Teala’nın, inkar edilmesini
emrettiği tağutlara bağlılığı gerektirir. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Tağuta iman etmemeleri kendilerine emrolunduğu halde,
tağutun önünde muhakemeleşmek istiyorlar.”1
Ayrıca gerek bakanlık ve gerekse de milletvekilliği görevini
alabilmeleri için mutlaka küfür türünden bir yemin ile yemin
etmeleri gerekir.2



1 4 Nisa/60
2 Ürdün Anayasası’nın 43. maddesi şöyledir: “Başbakan ve bakanların, işlerine
başlamadan önce, kral karşısında şöyle yemin etmeleri gerekir: “Krala samimi
bir şekilde bağlı olacağıma, anayasayı koruyacağıma… Allah adına yemin
ederim.” Bunun bir benzeri de 79. maddede şöyle geçer: “Millet meclisindeki
her üyenin ve delegenin, görevine başlamadan önce, meclis önünde şu şekilde
yemin etmesi gerekir: “Krala ve vatana samimi bir şekilde bağlı olacağıma,
anayasayı koruyacağıma Allah adına yemin ederim…” Bunun bir benzeri de
Kuveyt Anayasası’nın 91 ve 126. maddelerindedir. Yusuf Aleyhisselam böyle bir
şey yaptı mı? “Yemin ederiz, ama bunu içimizden kabul etmez ve şeriatı kastederiz”
diyen, demokrasi aşığı bazı kimselerin batıl görüş ve sözlerine aldanmamak
gerekir. Yemin, yemin edenin niyetine göre değildir. Eğer durum böyle
olsaydı, insanlar arasındaki anlaşmalar ve şartlar bozulur, herkes işine geldiği
şekilde bunu bir hile haline getirirdi. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem,
Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyurur: “Yemin, yemin isteyenin niyetine göredir.” Dolayısıyla sizin bu yemininiz, niyetlerinize bağlı değildir;
aksine üzerine yemin etmiş olduğunuz tağutun niyetine bağlıdır…







Yusuf’un Aleyhisselam, bizzat Allahu Teala tarafından, temizlendiği belirtildiği halde, Allahu Teala’nın yasaklamış
olduğu bu türden bir işi yaptığı nasıl söylenebilir? Halbuki
Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
“Ondan fenalığı ve fuhşu giderelim diye böyle yaptık.
Çünkü o, ihlasa erdirilmiş kullarımızdandı.”1
Yusuf Aleyhisselam hakkında böyle bir şeyi iddia eden kişi
şüphesiz yaratılanların en kafiridir. Hatta yemin ettiğinde istisnada
bulunan lanetli iblisten daha da kötüdür. Ki iblisin yapmış olduğu
yemin hakkında Rabbimiz şöyle bildirir: “(İblis) Dedi ki: İzzetin
hakkı için hepsini mutlaka azdıracağım. Aralarında ihlasa erdirilmiş
kulların müstesna.”2
Yusuf Aleyhisselam, Allahu Teala’nın nassıyla ve kesin olarak
bildirildiği gibi, Allah’ın ihlasa erdirilmiş olan kullarındandı ve
hatta bu kulların efendilerindendi…
İkinci Yön: Bu hükümetlerin gölgesinde bakanlık görevini
üstlenmek (ister anayasaya yemin etsin ister etmesin), küfür
kanunlarına boyun eğmeyi ve bu kanunların dışına çıkmamayı
gerektirir. Dolayısıyla böyle bir görevi alan kişi, bu kanunların
ihlaslı bir kulu ve gerek hak, gerek batıl, gerek fısk ve gerekse
küfür konusunda bu kanunları belirleyenlerin sadık bir hizmetçisi
olmuş olur.


1 12 Yusuf/24
2 38 Sa’d/82-83















Yusuf es-Sıddık Aleyhisselam böyle miydi ki, onun durumu
ile demokrasi ve parlamentoları kıyaslayabilelim? Kim Allahu
Teala’nın nebisine böyle bir iftirada bulunursa, o kimsenin küfründen,
zındıklığından ve İslam’dan çıktığından şüphe etmeyiz…
Çünkü Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: “Andolsun ki Biz her ümmete: “Allah’a kulluk edin ve
tağuttan kaçının” diye bir peygamber göndermişizdir.”1
Bu, Yusuf Aleyhisselam ve diğer bütün rasuller hakkında,
var olan en büyük hakikat ve en temel esastır.
O, insanları iyi ve kötü günde, darlıkta ve bollukta, acizlikte
ve güçte Allah’a ibadete ve tağuttan kaçınmaya davet etti ve
sonradan bunu yok sayıp, müşriklerden oldu öyle mi? Allahu
Teala onun, kendisine iman eden ve ihlasa erdirilmiş kullarından
olduğunu söylerken bu nasıl mümkün olabilir? Bazı müfessirler
Allahu Teala’nın, “Yoksa o, hükümdarın dinine (kanunlarına)
göre kardeşini alıkoyabilecek değildi”2 ayetini, Yusuf’un
Aleyhisselam, dönemin melikinin sistemine ve kanunlarına uymadığına
ve bu kanunlara uymak ile de sorumlu olmadığına dair
delil olarak saymışlardır. Yusuf Aleyhisselam, onun hükümlerine
uymamış ve onlara tutunmamıştı. Günümüz parlamentolarının ve
bakanlıkların durumu ise tamamen farklıdır.
Üçüncü Yön: Yusuf’un Aleyhisselam hazineden sorumlu
olması, Allahu Teala’nın imkan vermesiyle olmuştu. Allahu Teala
şöyle buyurur:
“İşte böylece o yerde Yusuf’a iktidar verdik. O, orada dilediği
yerde konaklardı.”3
Dolayısıyla onun bu durumu, Allahu Teala tarafından verilmiş
bir iktidardı. Melikin emrine, hükmüne veya yargısına karşı
gelse dahi, melikin ya da bir başkasının ona zarar vermesi ya da
onu bu makamından azletmesi mümkün değildi…
Halbuki günümüzde, tağutların yanında belli görevleri üstlenmiş
olan rezil insanların durumu böyle değildir. Onlar,
tağutların oyuncakları niteliğindedirler.




1 16 Nahl/36
2 12 Yusuf/76
3 12 Yusuf/56







Dördüncü Yön: Yusuf’un Aleyhisselam, melikin yanında
tam ve gerçek anlamda bağımsız bir durumu ve dokunulmazlığı
vardı. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Onunla konuşunca şöyle dedi: Sen bugün bizim
nezdimizde önemli bir mevki sahibisin, eminsin.”1
Ona, tam bir hürriyet verilmişti. Allahu Teala şöyle buyurur:
“İşte böylece o yerde Yusuf’a iktidar verdik. O, orada dilediği
yerde konaklardı.”2
Ne yaparsa yapsın, ona karşı çıkan, onu hesaba çeken,
yaptığı şeylerde onu gözetleyen kimse yoktu… Bugün tağutların
yanında bakanlık görevini üstlenmiş olan rezillerin durumu acaba
böyle midir? Yusuf’ta Aleyhisselam olduğu gibi tam bir bağımsızlıkları
ve dokunulmazlıkları mı var, yoksa yalan ve sadece sözde
kalan bir dokunulmazlıkları mı var? Bakan, baş tağutun işlerine
burnunu soktuğunda, ona muhalefet türünden bir şey yaptığında,
liderin çizgisinden ya da melikin dininden çıktığında acaba durumu
ne olur? Onlara göre bakan, melikin ya da derin devletin
siyaseti için bir hizmetçidir. Onun emirlerini emreder, yasakladıklarını
yasaklar. Onun, Allahu Teala’nın emirleri ve dini konusunda
dahi olsa, melikin emirlerine ya da anayasasına karşı çıkma
gibi bir hakkı asla bulunmamaktadır… Yusuf’un Aleyhisselam
durumunun da günümüz rezillerinin durumu gibi olduğunu iddia
etmek, şüphesiz büyük bir iftira ve Allahu Teala’nın, Yusuf
Aleyhisselam hakkındaki tezkiyesini yalanlamadır.
Eğer Yusuf’un Aleyhisselam durumu doğru bir şekilde anlaşılırsa,
günümüz parlamento ve bakanlıklarının durumu ile ne
kadar farklı olduğu da anlaşılmış olur.




1 12 Yusuf/54
2 12 Yusuf/56

























Üçüncü Olarak:Bu şüpheyi iptal eden şeylerden biri
de, tefsir ehlinden bazılarının, melikin Müslüman olduğu yönündeki
sözleridir. Bu, İbn-i Abbas’ın talebesi olan Mücahid’ten
rivayet edilmiştir. Mücahid’ten aktarılan bu rivayet, parlamento
ve bakanlıkların meşruluğu hakkında bu kıssanın delil olarak
kullanılmasını temelinden yok eder.
Biz, Allahu Teala’ya yöneliyor ve Allahu Teala’nın Kitabı’ndaki
ayetin zahirine ya da umumuna uymayı, bazı insanlar
tarafından bu ayetler hakkında ortaya atılan sözlerden, yorumlardan,
delil ve belgelerden uzak bütün iddialardan daha üstün
görüyoruz… Mücahid’ten aktarılan bu rivayeti destekler mahiyetteki
delillerden biri de, Allahu Teala’nın Yusuf Aleyhisselam hakkındaki
şu buyruğudur:
“İşte böylece o yerde Yusuf’a iktidar verdik.”1
Bu, Allahu Teala’nın, Kitabı’nın başka bir yerinde açıklamış
olduğu özettir. Rabbimiz, mü’minlerden, kendilerine yeryüzünde
iktidar olma imkanı verilenlerin durumunu şöyle niteler:
“Biz eğer o kimselere, yeryüzünde bir iktidar imkanı verirsek;
onlar namazlarını dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emrederler,
kötülüğü yasaklarlar. İşlerin sonu Allah’a varır.”2
Yusuf’un Aleyhisselam bu kimselerden olduğundan hatta
onların efendilerinden olduğundan şüphe yoktur. Allahu Teala
onlara iktidar verdiğinde, iyiliği emreder, kötülükten
nehyederler… İslam dinini bilen kimse, dinde en büyük iyiliğin,
şüphesiz Yusuf Aleyhisselam ve babalarının usulünün temelinde
var olan Tevhid olduğunu bilir. En büyük kötülük ise, Yusuf’un
uyarmış olduğu, nefret ettiği, öfke duyduğu, ilahlarına karşı düşmanlık
beslediği şirktir…





1 12 Yusuf/56
2 22 Hacc/41




Yusuf’un, Allahu Teala kendisine iktidar
verdikten sonra, insanları babası Ya’kup, İshak ve İbrahim’in dinine çağırmaya devam ettiği kesin ve açıktır. İnsanlara bunu
emrediyor, buna karşı çıkan ve yok sayan herkesle mücadele
ediyordu. Allah’ın indirdiği dışında bir şeyle hükmetmiyordu ve
Allah’ın indirdiği dışında bir hükmün çıkarılması için yardımcı
olmuyordu. Bugün makamlarına deliler gibi sarılan rezil kimselerin
yaptığı gibi, Allahu Teala dışında kendisine ibadet edilen,
kanunlar koyan tağutların önderlerine asla destek olmuyordu.
Üstelik, bugün parlamentoda bulunan kimselerin yaptığı
gibi Allah’ın indirdiklerinden başka hüküm koyma konusunda
onlara katılmıyor, kesin olarak onların durumunu reddediyor,
kötülüklerini değiştiriyor, Tevhid ile hükmediyor, insanları Tevhid’e
çağırıyor ve Tevhid’e karşı gelen kim olursa olsun ondan
uzaklaşıyordu. Yusuf Aleyhisselam hakkında, Allahu Teala’nın
nasslarında geçen budur… Yusuf ancak bu şekilde nitelenmektedir.
Yine buna işaret eden ve onaylayan açık delillerden biri
de, Allahu Teala’nın şu sözü ve bunun tefsiridir:
“Hükümdar dedi ki: ‘Onu bana getirin, onu kendime en
yakınlardan kılayım.’ Onunla konuşunca da şöyle dedi: Sen
bugün bizim nezdimizde önemli bir mevki sahibisin, eminsin.”1
Acaba Yusuf Aleyhisselam, melik ile ne konuştu ki onu bu derece
etkiledi ve bu derece güven duyulmasına sebep oldu? Acaba
çoktan kapanmış olan ve hakkın ortaya çıkmış olduğu ‘Azizin
karısı’ meselesi hakkında mı konuştu? Yoksa acaba vatanın birliği,
iktisadi kalkınması ya da buna benzer meseleler hakkında mı
konuştu? Yusuf Aleyhisselam ile melik arasında geçen konuşma
hakkındaki ayeti, şu ayet açıklamaktadır:
“Andolsun ki Biz her ümmete: “Allah’a kulluk edin ve
tağuttan kaçının” diye bir peygamber göndermişizdir.”2



1 12 Yusuf/54
2 16 Nahl/36





Allahu Teala başka bir ayette de şöyle buyurur:
“Andolsun ki sana ve senden öncekilere vahyolundu ki: Eğer şirk
koşarsan, andolsun ki amelin boşa çıkar ve muhakkak zarar
edenlerden olursun.”1
Allahu Teala, Yusuf’un Aleyhisselam davetinin en önemli
nitelikleri olarak şunları bildirmektedir:
“Yusuf: "Rabbimin bana öğrettiği bilgi ile, daha yiyeceğiniz
yemek gelmeden size onu yorumlarım. Gerçekten ben Allah’a
iman etmeyen ve kendileri ahireti inkar eden bir kavmin dinini
terkettim. Atalarım İbrahim, İshak ve Yakup’un dinine uydum.
Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız, yapabileceğimiz bir iş
değildir. Bu hem bize, hem insanlara Allah’ın lütuf ve keremindendir.
Fakat insanların çoğu şükretmezler. Ey zindan arkadaşlarım!
Darmadağınık bir çok rabler mi hayırlıdır, yoksa bir tek olan
ve herşeyi hükmü ve iradesi altında tutan (kahhar olan) Allah mı?
Sizin O’nu bırakıp da taptıklarınız, kendinizin ve babalarınızın
adlandırdığı bir takım isimlerden başkası değildir. Allah bunlara
dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’ındır. O kendisinden
başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din
işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”2
Kuşkusuz ayetlerde aktarılanlar, Yusuf’un Aleyhisselam en
büyük sözüydü. Bu, onun dosdoğru dini, davetinin temeli ve
atalarının diniydi. İyiliği emrettiğinde, bunu emrederdi… Yine
ona göre bu esasa aykırı olan bir şeyden daha büyük kötülük yok
idi. Yusuf’un sözünün ve davetinin bu olduğu kesinleştiğine göre,
Melik’in ona vermiş olduğu cevap şu idi:
“Sen bugün bizim nezdimizde önemli bir mevki sahibisin,
eminsin.”3





1 39 Zümer/65
2 12 Yusuf/37-40
3 12 Yusuf/54







Bu ise, melikin Yusuf’a uyduğuna, onu onayladığına, küfür
dinini bıraktığına, İbrahim, İshak, Ya’kup ve Yusuf’un
Aleyhimisselam dinine tabi olduğuna dair açık bir delil niteliğindedir.
Şöyle de denilebilir: En azından, Yusuf’un Tevhid’ini ve
dinini onayladı, ona konuşma ve dinine davet hürriyeti verdi.
Ona karşı çıkanı aşağıladı ve herhangi bir konuda ona karşı
çıkmadı. Yusuf’un Aleyhisselam bu durumuyla, Allahu Teala’nın
indirdikleri dışında kanunlar belirleme ve uygulama konusunda
tağutlara ortaklık eden kişilerin durumları arasındaki farkı kavraman,
hakkı anlayabilmen konusunda sana yeter…


Dördüncü Olarak:Buraya kadar aktarılanlardan ortaya
çıkmaktadır ki; Yusuf’un Aleyhisselam durumu, Tevhid’e aykırı
olmadığı gibi, günümüzde parlamentoya katılmış olan kişilerin
yaptıkları gibi, İbrahim’in dinini de yok etmemektedir.
Melikin, küfür üzere kalmaya devam ettiğini kabul etsek
dahi, Yusuf’un böyle bir işi üstlenmesi fürû meselelerinden olur
ve dinin aslı konusunda her hangi bir sorun ortaya çıkmaz. Zira
yukarıda açıkladığımız gibi Yusuf’un küfre düşmediği, kafirleri
dost edinmediği ya da yasama konusunda Allahu Teala’ya şirk
koşmadığı konusunda şüphe bulunmamaktadır. Bilakis o, Tevhid’i
emrediyor ve bütün bunları yasaklıyordu… Allahu Teala,
fürû kısmından olan hükümler hakkında şöyle buyurur:
“Sizden herbiriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik.”1
Peygamberlerin şeriatları, Tevhid meselesinde aynıdır,
ancak fürû kısmından olan hükümler konusunda değişebilir.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur:
“Biz peygamberler topluluğu kardeşizdir, dinimiz de tektir.”
1


1 5 Maide/48






Hadiste, Tevhid’in esası konusundaki ittifaka, fürûdan
olan hükümlerin ise çeşitliliğine işaret bulunmaktadır. Bizden
önceki ümmetlerin şeriatinde yasak olan bir şey, bizim
şeriatimizde yasak olmayabilir. Yine bizden önceki ümmetlerin
şeriatinde yasak olmayan bir şey, bizim şeriatimizde yasak olabilir.
Ganimetin, bizden önceki ümmetler için haram hükmünde
olması, ancak bizim şeriatimizde ganimetin helal olması bu kabildendir.
Yusuf’un Aleyhisselam üstlenmiş olduğu iş, bizim şeriatımızda
caiz değildir. İbn-i Hibban, Ebu Ya’la ve Taberani,
Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğunu rivayet
ederler: “Beyinsiz insanlar size yönetici olacaklar, kendilerine
insanların şerlilerini yaklaştıracaklar. Namazı vaktinde kılmayıp
geciktireceklerdir. Sizden kim onlara yetişirse, onların yanında
danışman, polis, zekat tahsildarı ve hazineden sorumlu olmasın.”
Hadiste belirtilen yöneticiler kafir değil, beyinsiz günahkarlardır.
Zira eğer ki onlar kafir olmuş olsalardı, en kötü vasıfları
olan küfür ile nitelenirlerdi. Ancak Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi
ve Sellem, onlar hakkında söylemiş olduğu en kötü nitelik, insanların
şerlilerini kendilerine yaklaştırmaları ve namazı geciktirmeleridir…
Bununla birlikte Rasullullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem,
onların yanında hazineden sorumlu olma işinin üstlenilmesini
yasaklamıştır… Facir yöneticilerin yanında hazineden sorumlu
olunması şeriatımızda yasaklandığına göre, kafir ve müşrik yönetimlerin
yanında bu türden bir işi üstlenmek nasıl mümkün olabilir
ki? Allahu Teala, Yusuf Aleyhisselam hakkında şöyle buyurur:
“(Yusuf) Dedi ki: Beni memleketin hazineleri üzerine tayin
et. Çünkü ben iyice koruyanım, bilenim.”2




1 Buhari, Ebu Hureyre’den Radıyallahu Anhu rivayet etmiştir.
2 12 Yusuf/55








Bizim şeriatımızda bu, yasaklanmıştır… Allah-u Teala en
doğrusunu bilir.
Bu konuda, hidayeti isteyen kimse için bu aktarılanlar yeterlidir…
Ancak kendi görüşünü daima üstün gören ve insanların
sözlerini açık delillerden daha öncelikli kabul eden kişiye gelince,
bu kişilerin ellerinde dağlar toz haline gelse dahi hidayeti bulamazlar.
Allahu Teala şöyle buyurur:
“Allah’ın fitneye düşmesini dilediği kimse için Allah’a karşı
senin elinden bir şey gelmez.”1
Son olarak şunları söylemek isterim ki, şirk parlamentolarına
ve küfür bakanlıklarına katılmayı meşru ve doğru gören, şirk
ve küfrü müsamahayla karşılayan kimseler, Şeyhu’l-İslam İbn-i
Teymiyye’nin Rahimehullah, Yusuf Aleyhisselam hakkındaki bazı
sözlerini, kendi batıl anlayışlarına destek olarak kullanmaktadırlar.
Halbuki bu yaptıkları, hakkın batıl ile karıştırılması ve söylemediğini
söylemiş gibi göstererek Şeyhu’l-İslam’a atılmış olan bir
iftiradır. Çünkü İbn-i Teymiyye Rahimehullah, Yusuf’un
Aleyhisselam kıssasını, şirk parlamentolarının ve Allahu Teala’nın
indirdiğinden başka kanunlar çıkarmanın meşruluğu hakkında bir
delil olarak asla kullanmamıştır. Allahu Teala böyle bir azgınlıktan
hepimizi korusun. Biz Şeyhu’l-İslam’ı ve dinini bundan uzak
görürüz. Onun bu konudaki sözü gayet açıktır… Şeyhu’l-İslam
Rahimehullah iki kötülükten, zararı büyük olanının, zararı daha az
olan diğer kötülük ile defedilmesi veya birbiri ile çakışması halinde
iki maslahattan en üstününün tercih edilmesinden bahsetmektedir.
Bilinmektedir ki, en büyük maslahat Tevhid ve zararı en
büyük olan kötülük ise şirktir.


1 5 Maide/41
2 Mecmuu’l-Fetava, 28/68










Yusuf Aleyhisselam, gücü yettiği
kadar sahip olduğu adalet ve ihsanı uyguluyordu. İbn-i Teymiyye
Rahimehullah, el-Hisbe’de2, Yusuf Aleyhisselam hakkında şöyle der: “Sahip olduğu iyilik ve adaleti yerine getiriyor, mümkün
olduğunca onları imana davet ediyordu.”
Yine şöyle der: “Adalet ve ihsanı, gücü yettiği kadar yerine
getirdi.”1
Ey muvahhid kardeşim! İhtilaf etmemiz halinde, bu ihtilafımızın
çözümü hakkında başvuracağımız merci Allahu Teala’nın
ve Rasulü’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem sözleridir. Rasul’ün
Sallallahu Aleyhi ve Sellem dışındaki insanların sözleri ise hatadan
masum değildir. Dolayısıyla alınabileceği gibi reddedilebilir de...
Kendisini tenzih etmemize rağmen Şeyhu’l-İslam’dan veya ondan
daha yüksek derecedeki bir alimden dahi buna benzer bir söz
sadır olursa, Allah ve Rasulü’nün sözlerinden bir delil getirmediği
sürece kabul etmeyiz. Allahu Teala şöyle buyurur:
“De ki: Ben sizi ancak vahiy ile korkutuyor ve uyarıyorum.
Halbuki sağırlar uyarıldıkları zaman yapılan çağrıyı işitmezler.”
2
“De ki: Eğer doğru söyleyenler iseniz delillerinizi getirin.”3
Dolayısıyla ey muvahhid kardeşim! Buna dikkat et ve
Tevhid’e azı dişlerinle sarıl. Kanma! Şüphelere, şirk yardımcılarının
ve Tevhid düşmanlarının iftiralarına aldırma… Onların muhalefetinden
etkilenme, Allahu Teala’nın dinini hakim kılan gruptan
olmaya gayret et. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onları
şöyle nitelemiştir:
“Ümmetimden bir taife hak üzere üstün olmaya devam
eder. Onları yardımsız bırakanlar, onlara zarar veremezler ve
Allah’ın emri gelinceye kadar onlar bu hal üzere devam ederler.”4




1 Mecmuu’l-Fetava, 20/56
2 21 Enbiya/45
3 2 Bakara/111
4 Fethu’l-Bari, 13/95
 
H Çevrimdışı

hattabi

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Yusuf (as) o zaman da farklı bir şekilde iftiraya uğradığı gibi şimdide yine farklı bir yerden iftiraya uğramakta ALLAHcc şöyle buyuruyor:Mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara irtikab etmedikleri (bir suç) sebebiyle eziyet edenler ise, gerçekten bir iftira ve açık bir günah yüklenmişlerdir...ahzap=58.ALLAHcc atılan iftiraları red edercesine şu ayetle iftiracı müşriklere bakın nasıl cevapveriyor :"Atalarım İbrahim'in, İshak'ın ve Yakub'un dinine uydum. Allah'a hiç bir şeyle şirk koşmamız bizim için olacak şey değil. Bu, bize ve insanlara Allah'ın lütuf ve ihsanındandır, ancak insanların çoğu şükretmezler."yusuf=38.bu ayet yusuf (as)hiç bir şekilde başka batıl hükümlerle hükmetmediğinin delilidir bir peygamber nasıl olurda tağuti bir hükümle hüküm verebilir? .ancak rabbiyle ilişiği kesilenler bu iftiraları atmaya yeltene bilirler çünkü onun iftira olduğunu görme ve bilme basiret onlardan alınmıştır.ALLAHu alem.
 
T Çevrimdışı

tewhid-el-hak

Üye
İslam-TR Üyesi
İKİNCİ ŞÜPHE
MÜSLÜMAN OLDUĞU NEBİ SALLALLAHU ALEYHİ VE
SELLEM TARAFINDAN HABER VERİLMESİNE
RAĞMEN, NECAŞİ’NİN, ALLAH’IN İNDİRDİĞİ İLE
HÜKMETMEDİĞİ İDDİASI




Heva ehlinden olan bazıları, şirk parlamentolarında milletvekili
görevinde olan kişilerin ve yönetici konumundaki
tağutlarının durumunu yamamak için, Necaşi’nin durumunu delil
olarak kullanırlar ve şöyle derler: “Necaşi, Müslüman olduktan
sonra Allah’ın indirdiğiyle hükmetmedi. Ölünceye dek bu durumda
kaldı. Bununla birlikte Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onu
salih bir kul olarak isimlendirdi, gıyabi olarak cenaze namazını
kıldı ve ashabına da onun namazını kılmalarını emretti.”
Buna karşılık biz deriz ki:
İlk Olarak: Her şeyden önce bu tuhaf şüpheyi delil olarak
kullanan kimsenin, Necaşi’nin, Müslüman olduktan sonra,
Allah’ın indirdiğiyle hükmetmediği konusunda, delaleti kat’i, açık
ve doğru bir delil ortaya koyması gerekir. Halbuki bu şüphenin
sahiplerinin elinde sadece istinbat1 ve kuru iddialar bulunmaktadır.
Allahu Teala şöyle buyurur:
“De ki: Eğer doğru söyleyenler iseniz delillerinizi getirin.”2
İkinci Olarak: Bizim ve bizim hasımlarımızın kabul ettiği
şey, Necaşi’nin dinin tamamlanmasından önce vefat ettiğidir…
O, Allahu Teala’nın şu sözü nazil olmadan önce ölmüştü:
“Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki
nimetimi tamamladım. Ve size din olarak İslam’ı beğenip seçtim.”
1



1 İstinbat: Nasslardan çıkarılan hüküm
2 2 Bakara/111





Bu ayet Veda Haccı’nda nazil olmuştu. Necaşi ise Hafız
İbn-i Kesir Rahimehullah ve diğerlerinin söylediği gibi, Mekke’nin
fethinden çok önce vefat etmişti.2
Allahu Teala’nın hükmü ile hükmetme konusunda onun
sorumlu olduğu, dinden kendisine ulaşan kısmıyla hükmetmesi,
bu kısma tabi olması ve onunla amel etmesiydi. Çünkü bu tür
konularda bakılması gereken şey, kişiye Kur’an’ın ulaşıp ulaşmamış
olmasıdır. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Bu Kur’an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam
için vahyolundu.”3
Necaşi’nin döneminde, günümüzde olduğu gibi ulaşım ve
iletişim araçları yoktu. Hatta bazen hükümler bir kişiye yıllar
sonra ulaşıyor ve Nebi’nin Sallallahu Aleyhi ve Sellem vefat ettiği
haberi bile duyulmuyordu… Necaşi’nin döneminde din, daha
yeni idi. Kur’an halen inmekte idi ve şeriat tamamlanmamıştı.
Buhari’nin ve diğerlerinin Abdullah bin Mes’ud’dan rivayet ettikleri
şu hadis, açık bir şekilde buna delalet eder: “Biz namazda
Nebi’ye Sallallahu Aleyhi ve Sellem selam verir, o da bize karşılık
verirdi. Necaşi’nin yanından döndüğümüzde, ona yine selam
verdik, o bize karşılık vermedi. Sonra şöyle buyurdu: “Şüphesiz
namazda bir meşguliyet vardır.”
Habeşistan’da, Necaşi’nin yanında bulunan sahabe,
Arapçayı bilmelerine ve Nebi’nin Sallallahu Aleyhi ve Sellem haberlerini
takip etmelerine rağmen, kendilerine namazda selam verilmeyeceği
ulaşmadıysa, namaz gibi şeriatın sürekli tekrar edilmeyen
diğer hükümleri, ibadetleri ve hududları nasıl ulaşabilir ki?





1 5 Maide/3
2 Bkz: El-Bidaye ve’n-Nihaye, 3/277
3 6 En’am/19






Bugün demokrasi şirkine boyun eğmiş olan bir kişi,
Kur’an’ın, İslam’ın ve dinin kendisine ulaşmadığını iddia edebilir
mi ki, kendi batılını Necaşi’nin durumuyla kıyaslayabilsin?...
Üçüncü Olarak: Bu mesele anlaşıldıktan sonra, bilinmelidir
ki Necaşi, Allahu Teala’nın indirdiğinden kendisine ulaşanla
hükmediyordu. Kim bunun aksini iddia ederse, onu kabul etmemiz
için delil getirmesi gerekir. Allahu Teala şöyle buyurur:
“De ki: Eğer doğru söyleyenler iseniz delillerinizi getirin.”1
Halbuki Necaşi’nin kıssasıyla delil getirenlerin zikrettiklerinin
tamamı, o sırada Allahu Teala’nın indirdiğinden kendisine
ulaşanla hükmettiğine işaret etmektedir. Şöyle ki:
1- Necaşi’ye ulaşan hükümlerden birisi şudur: “Tevhid’in
Allahu Teala’ya has kılınması ve bunun gerçekleşmesi, Muhammed’in
Sallallahu Aleyhi ve Sellem risaletine ve İsa’nın Aleyhisselam
Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna iman.” O, bunu kabul etmiş ve
fiilen uygulamıştır. Bunun delili, onun Nebi’ye Sallallahu Aleyhi ve
Sellem göndermiş olduğu mektuptur. Ömer Süleyman el-Eşkar,
bu mektubu delil göstererek demokrasiyi savunanlardandır.
2- Nebi’ye Sallallahu Aleyhi ve Sellem bey’ati ve hicreti.
Necaşi hakkında şu anlatılır: “O ve onun bir oğlu, Ca’fer ve onun
arkadaşları vasıtasıyla Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem
bey’at etti. Onun elleriyle alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim
oldu. Necaşi, Rasulullah’a oğlu Eriha bin el-Esham ibn-i Encer’i
gönderdi ve dedi ki: “Eğer sana gelmemi istersen, gelirim ey
Allah’ın Rasulü! Şüphesiz ben senin söylediklerinin hak olduğuna
şehadet ederim.” Muhtemelen bu mektubundan kısa bir süre
sonra vefat etti ya da Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem o sırada ona
cevap veremedi. Bütün bu olaylar kıssada açık ve belirgin değildir.
Dolayısıyla sadece bu kıssaya binaen hüküm vermek ve
onunla delillendirmede bulunmak caiz değildir.



1 2 Bakara/111





3- Necaşi’nin, Nebi’ye Sallallahu Aleyhi ve Sellem, O’nun
dinine ve bu dine bağlı olanlara yönelik desteği: Necaşi, kendisine
hicret edenlere ve sığınanlara yardım etti, onlara emniyet ve
himaye sağladı. Onları yardımsız bırakıp, Kureyş’e teslim etmedi.
İsa Aleyhisselam hakkındaki akidelerini açıkça belirtmelerine rağmen
kötü bir şekilde davranmaları için onları Habeşistan
Hristiyanlarına da bırakmadı. Bütün bunlar, Necaşi’nin dine
yardımı, itaati ve onaylamasıdır…
Bununla birlikte Ömer el-Eşkar düşüncesiz davranır ve bu
konu üzerinde durduğu bir kitabında, Necaşi’nin Allah’ın şeriatıyla
hükmetmediği sonucuna varır. Bu, Necaşi gibi muvahhid bir
kimse hakkında söylenmiş olan yalan ve iftiradır… Bilakis Necaşi,
Allah’ın dininden kendisine ulaşan kısım ile hükmetmekteydi.
Ömer el-Eşkar, bu iddiası hakkında açık ve doğru bir delil getirmemiştir.
Sadece tarih kitaplarından dikkatsizce topladığı ve delil
zannettiği bir takım kıssalara tabi olmuştur.
Dördüncü Olarak: Necaşi’nin kıssasında, önce kafir
iken, sonra Müslüman olan bir yöneticinin portresi bulunmaktadır.
Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kavminden bir grup
insanla birlikte oğlunu göndermesi, kendisine izin verildiği takdirde
hicret etmek istemesi, Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem,
İslam’a ve Müslümanlara yardım etmek istemesi; onun İslam’ının
doğruluğunu ve Nebi’nin Sallallahu Aleyhi ve Sellem emrine tam
bir şekilde tabi olduğunu göstermektedir. Hatta İslam’ın yasakladığı
akidesinden uzaklaşmış, kavminin ve atalarının dinlerinden
ayrılmıştı. Necaşi, hakkı ve dini öğrenmek, buna yönelmek ve bu
durumda iken Allah’a yaklaşmak istiyordu. Bu ise, dinin tamamlanmasından
ve tam bir şekilde kemale ermesinden önceydi…
Meşruluğu hakkında, Necaşi’nin durumunun ve kıssasının
delil olarak kullanılmaya çalışıldığı parlamento üyeliği ve bakanlıkların
durumu ise tamamen farklıdır. Zira, kendilerini İslam’a
nisbet eden bu milletvekilleri ve bakanlar, İslam’ın yasakladığı hiçbir şeyden uzaklaşmamaktadırlar. Bilakis İslam’ın yasakladığı
bir takım akide ve dinlere bağlılıkları ile övünmektedirler.
Necaşi’nin Hristiyanlık dininden uzaklaştığı gibi, demokrasi dininden
uzaklaşmamaktadırlar. Bilakis onlar demokrasi dinine bağlılıkları
ile övünmekte, demokrasi dinini yüceltmekte ve insanlara
bu batıl dinlerini hoş göstermek için çabalamaktadırlar. Allahu
Teala izin vermediği halde, kendilerini, kanunlar koyan rabler ve
ilahlar kılmaktadırlar. Bu kanunların ortaya konması ve uygulanması
konusunda tağutlara yardımcı olmaktadırlar. Onlar bu şirkte
ısrar ediyor, ona bağlı kalıyor üstelik bu batıl dinlerinden yüz
çeviren kimseleri kınıyorlar. Onların bütün bunları, dinin tamamlanmasından,
Kur’an’ın hatta sünnet ve sahabe sözlerinin dahi
kendilerine ulaşmış olmasından sonra yapmaktadırlar.
Allah’a yemin ederim ki ey insaf sahibi, kim olursan ol, bil
ki Necaşi ve bu insanlar arasında dağlar kadar fark vardır… Hak
mizanında bu iki durum birbiri ile eşit değildir. Ancak İslam ve
Tevhid’e karşı, demokrasi dinini din edinen sahtekarların mizanında
bu iki durum birbiri ile eşit gibi değerlendirilmektedir.
Allahu Teala şöyle buyurur:
“İnsanlardan alırken ölçüp tarttıklarında tam, onlara vermek
için ölçüp tarttıklarında ise noksanlık yapan hilekarlara
yazıklar olsun. Onlar düşünmezler mi ki, kendileri büyük bir
günde hesap vermek için diriltilecekler. Öyle bir gün ki, insanlar o
günde alemlerin Rabbinin huzurunda divan duracaklar.”1




1 83 Mutaffifin/1-5
 
T Çevrimdışı

tewhid-el-hak

Üye
İslam-TR Üyesi
ÜÇÜNCÜ ŞÜPHE
DEMOKRASİNİN “ŞÛRA” OLARAK
İSİMLENDİRİLMESİ







Basireti olmayan bazı kimseler, batıl dinleri olan demokrasinin
meşruluğu hakkında, Allahu Teala’nın “Onların işleri
aralarında şûra iledir”1 ve “İş hakkında onlara danış”2 ayetlerini
delil olarak kullanmaktadırlar. Halbuki şûra ile ilgili olan bu
nasslar, Allahu Teala’nın muvahhid kulları hakkındadır.
Buna karşılık biz deriz ki:


İlk Olarak:Meşru olmayan bir şeyin isminin değiştirilmesi,
içeriği aynı kaldığı sürece onu meşru hale getirmez. Bu
küfür yolunu izleyen ve benimseyen bazı davet cemaatleri şöyle
demektedirler: “Biz demokrasiye davet ettiğimizde, insanları ona
teşvik ettiğimizde ve onun için çaba sarfettiğimizde, düşünce ve
davet özgürlüğünü kastediyoruz.”3
Onlara diyoruz ki: Önemli olan sizin kasdettiğiniz veya
zannettiğiniz değildir. Bilakis, önemli olan tağutun uygulamış
olduğu demokrasi ve kanun koyma işinin içeriğidir. Siz insanları,
bu tür söylemleriniz ile aldatıyorsunuz, ancak Allahu Teala’yı asla
aldatamazsınız.




1 42 Şura/38
2 3 Al-i İmran/159
3 Demokrasinin kabul etmiş olduğu fikir özgürlüğü, batıl ve küfür bir özgürlüktür.
Çünkü onlar bununla sadece Müslümanlara değil, bilakis kafirlere, mürtedlere,
tağutlara da aynı hakkı tanımaktadır. Bu türden bir özgürlük, batı demokrasilerinde
bazen uygulanmaktadır. Ancak Arap demokrasilerine gelince, sadece
küfür, inkar ve zındıklıklar için böyle bir özgürlük sözkonusudur. İslam’a davet
eden ve İslam’ı hakkı ile savunanlar ise, hapsedilir ve dışlanır. Bu davetçilerin en
büyük hedefleri, batı demokrasisini gerçekleştirmek ve insanları bu demokrasiye
ulaştırmaktır. Halbuki küfür tek millettir ve onların durumu basamak basamaktır.
Buna dikkat et





Rabbim olan Allahu Teala şöyle buyurur:
Doğrusu münafıklar Allah’ı aldatmak isterler. Halbuki O,
hilelerini başlarına geçirir.”1
“Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar. Halbuki onlar,
ancak kendilerini aldatırlar da farkına varmazlar.”2
Eşyaların isminin değişmesi, onların hükümlerini değiştirmez.
Haramı helal, helalı haram hale getirmez. Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Ümmetimden bir topluluk,
kendilerinin vereceği bir isim ile içkiyi helal kılacaklardır.”3
Alimler, Hariciler ve tekfircileri kasdettiğini bahane ederek
Tevhid’e söven ve onunla savaşan kimseyi tekfir etmişlerdir. Şirki
güzel gösteren, onu caiz gören ve onu işleyen kimseyi, işlediğinin
ismini değiştirsede tekfir etmişlerdir.4 Küfür ve şirk dini olan
demokrasinin şûra diye isimlendirilmesi ve bu şekilde insanların
teşvik edilmesi bu kabildendir.

İkinci Olarak:Müşriklerin demokrasisini muvahhidlerin
şûrası ile kıyaslamak ve yine şûra meclisini, küfür, fısk ve isyan
meclisine benzetmek; geçersiz bir benzetme ve batıl bir kıyasdır.
Millet meclisinin, putperestlik barınaklarından bir barınak ve şirk
saraylarından bir saray olduğu kesin olarak ortadadır. Bu barınaklarda,
demokrasi dinine mensup olan sözde ilahlar, Allah’ın
izin vermediği konularda hüküm koyan ortaklar ve birbiri ile
çekişme içerisinde olan sözde rabler toplanır. Allahu Teala şöyle
buyurur:
“Darmadağınık bir çok rabler mi hayırlıdır, yoksa bir tek
olan ve herşeyi hükmü ve iradesi altında tutan (kahhar olan)
Allah mı? Sizin O’nu bırakıp da taptıklarınız, kendinizin ve babalarınızın adlandırdığı bir takım isimlerden başkası değildir. Allah
bunlara dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’ındır.
O kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru
din işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”1




1 4 Nisa/142
2 2 Bakara/9
3 İmam Ahmed, Müsned’inde Ubade bin es-Samit’ten radıyallahu anhu rivayet
etmiştir. Hadis no: 22704.
4 Ed-Dureru’s-Seniyye fi’l-Ecvibeti’n-Necdiyye, 1/145





“Yoksa onların Allah’ın izin vermediği şeyleri kendilerine
dinden şeriat yapan ortakları mı vardır? Eğer ayırdedici söz olmasaydı,
muhakkak aralarında hüküm olunmuştu bile.”2
Bu kıyas, şirkin Tevhid’e ve küfrün imana kıyaslanması
türündendir. Bu, bilmeden Allah hakkında konuşmak, onun
dinine iftirada bulunmak, Allah’a yalan atfetmek, O’nun ayetleri
konusunda inkarda bulunmak ve hakkı batılla, nuru ise karanlıkla
karıştırmaktır.
Şûra; rabbanî bir yöntem ve sistemdir… Demokrasi ise,
heva ve isteklerle karışmış ve beşer tarafından ortaya konmuş bir
sistemdir.
Şûra; Allahu Teala’nın emirlerinden, dininden ve hükmündendir…
Demokrasi ise, Allahu Teala’nın şeriatını ve dinini
inkar, hükmüne muhalefettir.
Şura, hakkında nassın bulunmadığı konularda yapılır.
Nassın bulunması halinde meseleye şûraya taşınmadan uygulanır.
Allahu Teala şöyle buyurur:
“Allah ve Rasulü bir şeye hükmettiği zaman, iman etmiş
olan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz.
Allah'a ve Rasul’e baş kaldıran şüphesiz apaçık bir şekilde sapmış
olur.”3




1 12 Yusuf/39-40
2 42 Şura/21
3 33 Ahzab/36





Demokrasi ise, Allahu Teala’nın hükümlerine itibar etmez,
onları küçümser, bütün konularda anayasaya ve halkın hükümlerine itibar eder.1 Onlar bunu, anayasalarında şöyle belirtirler:
“Egemenlik kayıtsız, şartsız halkındır.”
Demokrasi, halkı en üst otorite olarak kabul eder. Bu, çoğunluğun
hükmü ve çoğunluğun dinidir. Onlara helal ve haramları
belirleyen; halkın çoğunluğudur. Dolayısıyla demokrasinin ilahı
ve Rabbi çoğunluktur…
Şûraya gelince, şûrada halk Allah’ı, Rasulü’nü sonra da
Müslümanların imamını dinleyip itaat etmekle mükelleftir. İmam
çoğunluğun görüşüne ve hükmüne uymak mecburiyetinde değildir.
İmam herhangi bir günahı emretmediği sürece, çoğunluk
imamı dinleyip itaat etmekle yükümlüdür.2
Demokrasinin mizanı ve ilahı çoğunluktur. Çoğunluk, bütün
otoritelerin kaynağıdır. Şûraya gelince, çoğunluğun hiç bir
etkisi ya da mizanı yoktur. Allahu Teala, Kitabı’nda çoğunluk
hakkında açık bir şekilde şu hükmü verir:
“Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni
Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi
olmaz, yalandan başka (söz) de söylemezler.”3
“Sen (iman etmelerine) düşkün olsan bile yine de insanların
çoğu iman edecek değillerdir.”4
“İnsanların birçoğu, Rablerine kavuşmayı gerçekten inkar
etmektedirler.”5





1 Kafir Batı demokrasilerinde durum böyledir. Kafir Arap demokrasilerinde ise,
ilk ve son itibar edilen kimse Kral, Melik, yönetici ya da Cumhurbaşkanıdır.
Onun onaylaması olmadan halkın sözünün ya da Millet Meclisinin üyelerinin bir
değeri yoktur. Nasıl isterse ve ne zaman isterse ona izin verir ve onunla oynar.
2 Dikkat et… Bu hüküm, Allah düşmanlarına karşı düşmanlık yapan ve Allah’ın
şeriatıyla hükmeden Müslüman yöneticiler (İmam veya Halife) hakkındadır.
Yahudi ve Hristiyanların dostları olan mürted yöneticiler hakkında değil.
3 6 En’am/116
4 12 Yusuf/103
5 30 Rum/8







“Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah’a iman ederler.”
1
“Şüphesiz Allah insanlar üzerinde ikram sahibidir. Lakin
insanların çoğu buna şükretmezler.”2
“Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların
çoğu (bunu) bilmezler.”3
“Yine de insanların çoğu, küfürden başkasını kabullenmediler.”
4
“Fakat insanların çoğu bilmezler.”5
Bu, Allahu Teala’nın kelamıdır. Rasulullah Sallallahu Aleyhi
ve Sellem de şöyle buyurur: “İnsan, deve sürüsü gibidir. Bazen
içlerinden, kendisi ile yolculuk yapılabilecek bir deve bulunmaz.”6
Buhari’de, Ebu Said el-Hudri’den Radıyallahu Anhu,
Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir: “Aziz ve Celil olan Allah kıyamet günü: “Ey Adem”
der. Adem: “Ey Rabbimiz, emrine tekrar tekrar icabet ederim”
der. Bir ses ile kendisine: “Şüphesiz Allah sana zürriyetinden
cehenneme gidecekleri halk arasından seçip dışarı çıkarmanı
emrediyor” diye nida edilir. O da: “Ey Rabbim, cehenneme
gideceklerin miktarı ne kadardır?” diye sorar. Allahu Teala şöyle
buyurur: “Her bin kişiden dokuzyüz doksandokuzu.” İşte Allah,
Adem’e böyle buyurduğu zaman (bunun verdiği dehşetli korkudan)
gebe kadın çocuğunu düşürür, küçük çocuklar da ihtiyarlar.





1 12 Yusuf/106
2 2 Bakara/243
3 12 Yusuf/21
4 17 İsra/89
5 12 Yusuf/40
6 Buhari, Müslim ve diğerleri Abdullah bin Ömer’den Radıyallahu Anhuma
rivayet etmişlerdir.






⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯ DEMOKRASİ DİNDİR ⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯
Ve sen o anda insanları sarhoş (olmuş gibi) görürsün. Halbuki
onlar sarhoş değildir. Fakat Allah’ın azabı pek çetindir.”
Bu nasslar, çoğunluğun sapıklık ve bozukluk üzere olduğunu
açıklamaktadır. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Hüküm ancak Allah’ındır.”1
Demokrasi ve demokratik kimseler, Allah’ın hükmüne ve
şeriatına teslim olmayı reddederler, onu düşman kabul ederler ve
“Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir” derler. Onlara tabi olanlara,
yollarını izleyenlere, sakallarını uzatsalar da, kendilerini İslam’a
nisbet etseler de demokrasi için tezahürat yapanlara yazıklar
olsun... Bunu burada söylüyorum, çünkü dünyada bunu duymalarını
ve yaptıklarından geri dönmelerini istiyorum. Bunu şimdi
işitmeleri, insanların, alemlerin Rabbi için diriltildikleri,
Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem havuzuna yöneldikleri ve
meleklerin onların önünü kestikleri gün, o büyük yerde işitmelerinden
daha iyidir. O gün onlar hakkında denilir ki: “Senden
sonra bunlar (dini) değiştirdiler!" Bunun üzerine Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Dini benden sonra
değiştirenler rahmetten uzak olsun, rahmetten uzak olsun!”
Demokrasi, küfür ve inkar türbesinde doğmuş olan bir anlamdır.
Dini hayattan ayıran Avrupa’da, şirk ve fesat yurdunda
yetişmiştir. Bu kavram, iman terbiyesi ya da iman ve ihsan esası
ile ilgisi olmayan, bütün kötülüğün yaşandığı çevrede gelişmiştir.
Demokrasi zinaya, içkiye, nesli ifsad etmeye ve diğer gizli ve açık
bütün kötülüklere izin vermiştir. Dolayısıyla demokrasiyi üç kişi
değil ancak iki kişi savunur: Ya kafir bir demokrat ya da bütün
anlam ve içeriğiyle cahil ve sefil durumda olan kimseler…
Günümüzde ıstılahlar karışmış ve zıtlar birbiri ile birleştirilmiştir.
Dolayısıyla bu tür küfür akımlarının, şeytanın dostları
tarafından propaganda yapılması garip değildir.



1 12 Yusuf/40 ve 67




Garip olan, kendisini İslam’a nisbet eden ve ona bağlı olduğunu savunan
birçok kimsenin demokrasiyi meşrulaştırması ve insanları ona
teşvik etmesidir. Halbuki daha dün insanları sosyalizm ile kandırdıklarında,
“İslam sosyalizmi”ni çıkarmışlar, ondan önce ise
kavmiyetçilik ve Arapçılık ile ortaya çıkmışlar. Bunları topluluklarına
kabul ettirmişler ve onu İslam’la birleştirmeye çalışmışlardı.
Bugün ise aynı kişiler, demokrasinin ürünü olan anayasalarına
uyuyor ve gerek demokrasiyi ve gerekse de demokrasinin bir
takım kavramlarını İslam ile birleştirmeye çalışıyor. Bütün bunları
yaparken, kendilerinin hak üzere olduğunu düşünmektedirler.
Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi kimse yoktur. Bunun sebebi,
ilim ve Rabbani alimlerin kaybolması, işin ehil olmayan kimselere
bırakılması ve sahanın diledikleri gibi çalıp oynayan rezillere
kalmasıdır...
İlim ve alimlere yazık... Din’e ve samimi, rabbani davetçilere
yazık… Vallahi günümüzde bunlar, daha önce hiç olmadığı
kadar gariptirler. Bugün halkın sadece avamı değil, İslam’a bağlı
olduğunu iddia eden kişilerin de çoğu “La İlahe İllallah”ın anlamını
düşünmüyorlar. Bu kelimenin gereklerini ve onu ortadan
kaldıran şeyleri ve şartlarını bilmiyorlar. Üstelik onların çoğu, asrın
şirki olan demokrasi ve onun araçlarına bulaşmış olmalarına
rağmen kendilerinin muvahhid olduklarını, Tevhid’e çağıran birer
davetçi olduklarını iddia ediyorlar. Onlara tavsiyemiz şudur:
Nefislerinize bir bakın ve “La İlahe İllallah”ın hakikatini öğrenmeye
çalışın. O, Allahu Teala’nın, öğrenilmesi için Ademoğluna
emrettiği ilk şeydir. Abdesti ve namazı bozan şeylerden önce,
Tevhid’in şartlarını ve onu bozan şeyleri öğrenmeleri gerekir.
Çünkü Tevhid’i bozan kimsenin abdesti de, namazı da geçerli
değildir…
Bu bölümü, Allame Ahmed Şakir’in Rahimehullah şu sözleriyle
tamamlamak isterim: “..İş konusunda onlara danış” ayeti ile
“Onların işleri aralarında şûra iledir” ayetini bu asırda, bazı bilginler
ve başkaları saptırmak ve çığırından çıkarmak için oyuncak
yapmışlardır. Batılıların iddia ettikleri anayasal sistemlerine benzer
bir sistem olduğunu göstermek ve “Demokratik sistem” adını
verdikleri sistemle halkı aldatmak isterler. Bu oyuncular, bu iki
ayetten ortaya bir slogan çıkardılar; onunla Müslüman halkları
veya Müslüman adını taşıyan kitleleri aldatıyorlar. Hak için olan
bir sözü batıl amaçla kullanıyorlar. “İslam’ın şûrayı emrettiği” ve
buna benzer sözler söylüyorlar.
Gercekten İslam şurayı emreder. Ama İslam, hangi şurayı
emretmektedir? Allahu Teala, Rasulü’ne “..İş hakkında onlara
danış, karar verdin mi Allah'a tevekkül et. Doğrusu Allah güvenenleri
sever”1 buyurmaktadır. Ayetin anlamı açık olup açıklamaya
veya te’vile ihtiyaç yoktur. Bu emir, Rasulullah Sallallahu Aleyhi
ve Sellem ve ondan sonraki ulü’l-emrler içindir. Manası ise, içtihad
yapılabilecek meselelerde, akıl ve bilgi sahibi olarak gördüğü
kişilerin görüş ve düşüncelerine başvurulması, sonra bunlardan
hak ve doğru olarak görülenin seçilmesi ve daha sonra da azınlık
veya çoğunluğun görüşüne bağımlı olmadan karar verilmesidir.
Karar verildiği zaman ise Allah’a tevekkül edilir ve uygun görülen
ile amel edilir.
Delil gerektirmeyen açık şeylerden biri de Rasulullah’ın
Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve ondan sonra işbaşına gelen yöneticilerin,
kendileri ile istişare yapmaları emredilen kişilerin; Allahu
Teala’nın hududunu gözeten, Allahu Teala’dan korkan, namazı
kılan, zekatı veren, Allah yolunda cihad eden ve Rasulullah’ın
Sallallahu Aleyhi ve Sellem, “Ey akıl ve bilgi sahipleri, bana yakın
olun” dediği2 salihler olduğu meselesidir. Yoksa kendileri ile
istişare edilecek olanlar inkarcı dinsizler, Allahu Teala’nın dinine
savaş açanlar, münkeri işlemekten sakınmayan facirler, Allah’ın şeriatına aykırı olan ve O’nun dinini yıkan kanunlar ortaya koyma
yetkisine sahip olduğunu iddia edenler değildir. Kafirinden,
fasık olanına kadar bunların yeri, kendileri ile istişare etmek ve
görüş alışverişi yapmak değil; ya kılıç, ya da kamçıdır.





1 3 Ali İmran/159
2 Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu sözü namaz kıldıracağı bir esnada,
bilgi ve akıl sahiplerinin kendisine yakın saflarda bulunmasını emrettiği esnada
söylemiştir. (Çeviren)





Şûra Suresi’ndeki ayet de aynen Al-i İmran Suresi’ndeki
ayet gibi açıktır. Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
“Rabb'lerinin çağrısına gelirler, namaz kılarlar. Onların işleri
aralarında şûra iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır için
harcarlar.”1
Bu ayet yönetim ve devlet işlerine mahsus olmayıp Rablerine
itaat eden ve O’na bağlı yaşayan mü’minlerin ahlakı ile
ilgilidir. Bunların ahlak özelliklerinden biri, bütün işlerinde yardımlaşma
ve dayanışma halinde olmaları maksadı ile umumi ve
hususi işlerinde istişare ile hareket etmelerinin olduğu belirtilir.
Konu geniştir. Söylediklerimiz, Allah’ın izni ile ibret ve öğüt almak
için yeterlidir.”2




1 42 Şûra/38
2 Ahmed Şakir, Umdetu’t-Tefsir, Muhtasaru Tefsiri İbn-i Kesir, 3/64-65
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt