CEHALETİN MAZERET OLDUĞU DURUMLAR
Şeyhu'l İslam İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der:
“Allahu Teala, yalanlayarak olsun veya olmasın, ayetlerinden yüz çevirenlere en ağır cezayı vereceğini belirtmiştir. Bu da gösteriyor ki peygamberlerin getirdiklerini kabul etmeyenler kafirdir. Bunun yalanlama, büyüklenme, hevaya uyma veya getirilen şeylerden şubhe etme sebebi ile meydana gelmesi arasında fark yoktur.
Peygamberin getirdiği şeyleri yalanlayan herkes kafirdir. Yalanlamasa bile, iman etmediği sürece yine kafir olur.” ( تقيّ الدين ابن تيميّة Ebu’l-Abbâs Takıyyuddîn Ahmed b. Abdilhalîm b. Mecdiddîn Abdisselâm el-Harrânî - ö. 728 / 1328, Mecmuu’l-Fetava, C.3, Sf: 196)
Dinin bazı meseleleri, açıklama yapmayı gerektirir. Bu meseleleri, Tevhid ve zıddı olan şirk gibi veya dinden zorunlu olarak bilinen ve meşhur olan şeyler gibi değerlendirmek doğru olmaz.
İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der:
“Eğer ki kişinin muhalefeti, dinin açık olmayan ve herkes tarafından bilinmesinin zor olduğu meselelerde olursa, hata ettiği, dalalete düştüğü ve kendisine huccet ikamesinin yapılmadığı söylenebilir. Ancak kişinin muhalefeti, açık olan ve Muhammed’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem onun ile gönderildiği ve ona muhalefet edenlerin tekfir edildiği bütün Müslümanlar ve hatta Yahudi ve Hristiyanlar tarafından da bilinen meselelerde ise durum böyle değildir. Tek olan Allahu Teala’ya ibadetin emredilmiş olması ve Allahu Teala’dan başka, meleklere, peygamberlere, güneşe, aya, yıldızlara, putlara ve başka şeylere ibadetin yasaklanmış olması bu türdendir. Bunlar İslam esaslarının en açık olanlarıdır. Yine beş vakit namaz ve Yahudi, Hristiyan, Mecusi ve muşriklere düşmanlığın emredilmiş olması ile içki, kumar, zina ve faizin yasaklanmış olması da bu kabildendir.” (Mecmuu’l-Fetava, 4/37)
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile tevessül etmenin caiz olduğunu reddedenlerin kafir olduğunu söyleyenlere cevab olarak İbn-i Teymiyye Rahimehullah şöyle der:
“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile tevessül etmeyenlerin kafir olduğunu hiçbir kimse söylememiştir ve bunu söyleyen kişiyi tekfir etmenin de hiçbir yeri yoktur. Bu kapalı bir mesele olup delilleri açık değildir. Küfür ise, ancak dinden zorunlu olarak bilinen meseleleri veya üzerinde icma edilen mütevatir hükümleri inkar etmek ile gerçekleşir.” (Mecmuu’l-Fetava, 1/81)
Burada şunu belirtmekte fayda vardır ki İbn-i Teymiye’nin Rahimehullah yukarıda söyledikleri, yalanlama küfrü ile ilgilidir. Bu ise, dinden zorunlu olarak bilinen meseleler ve tevatür ile sabit olan açık hükümler hakkında olur. Ancak herkes tarafından bilinmesi zor olan kapalı bir konu hakkında, kişiye bu konunun ulaşmamış olması sebebi ile inkar ve red olursa, bu kişi yalanlamış sayılmaz..
Şeyhu’l-İslam İbn-i Teymiye’nin Rahimehullah, kapalı olup açıklamaya muhtaç olan meselelerde cehaletten dolayı kişiyi mazur saymak ile dinin, imanın ve İslam’ın asıllarından olan veya İslam dininde bilinmesi zaruri olan meselelerde cehaletinden dolayı kişiyi mazur sayma arasında ayırım yapmasına dikkat edilmesi gerekir.
İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der:
“Dinin asılları, (Bu ve daha önce söylediklerinden anlaşılmaktadır ki dini, inkar edildiği zaman küfre götüren temellere (usul) ve inkar edildiği zaman küfre götürmeyen furu’a taksim edenleri eleştirmesinden maksat, yukarıda belirtilen bu ayırımı reddetmek veya iptal etmek değildir. Zaten kendisi kişinin cehaletinin açık olan meselelerde değil, usul veya furu’dan olan kapalı meselelerde mazeret olduğunu el-Fetava’nın birçok yerinde tekrar tekrar belirtmektedir. Bundan maksadı, Ehl-i Sünnet’e muhalefet olarak yanlış temellere göre dini usul ve furu’ diye ikiye taksim eden Mutezile ve benzerlerini eleştirmektir. Nitekim o, el-Feteva 23/196 de buna işaret etmiş ve 3/191’de bunu açıklayarak şöyle demiştir:
“Cevher, ard ve cisim hakkında konuşan kelamcıları (Mutezile’yi) kötüleyen ve bid’atçı sayan selef ve imamların sözleri, o kişilerin dinin usulü ile ilgili bu lafızlarla kastettikleri manaları, dinin delillerine, usüllerine ve ispat veya red meselesine karıştıranları kötülemektedir.”
Başka bir yerde de şöyle der: “Kelamcılardan bir grup koydukları ölçülerine dinin usulü adını vermektedir. Halbuki bu bu büyük bir isimdir ve bu ismi verdikleri ölçülerinde çok fazla bozukluklar bulunmaktadır. Ehl-i Sünnet, onların bu bozuk ölçülerine karşı çıktığında ise, dinin usulünü inkar etmekle suçlarlar. Halbuki Ehl-i Sünnet, dinin usulü adını almaya layık olan meseleleri değil, sadece bunların dinin usulü diye isimlendirdikleri bozuk ölçülerini kabul etmemektedir. Bunlar, Allahu Teala’nın indirmediği, sadece kendilerinin ve yollarını takib ettikleri kişilerin verdikleri isimlerdir. Din, Allahu Teala’nın ve Rasulü’nün teşri ettiğidir. Onun usulü ve furu’u da açıklanmıştır. Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem dinin furu’unu açıkladığı halde usulünü açıklamamış olması mümkün değildir.” (El-Fetava, 4/38)
İbn-i Teymiye’nin, dinin usul ve furu’ olarak iki kısma ayrılmasının Mutezile ve benzeri bid’at ehlinin yaptığı bir taksim olduğunu, Cehmiyye ve Murcie çevrelerinden birçoklarının bu taksime can simidi gibi sarılmasını, ilim ve davete mensub değerli bazı kişilerin de onların bu taksimlerine kapıldığını belirttiği sözlerinden maksat, ilke olarak böyle bir taksime karşı çıkmak değil, sadece Mutezile ve benzerlerinin bu konuda oynadıkları oyuna karşı çıkmaktır.)
Tevhid, Allahu Teala’nın sıfatları, kader, nubuvvet, ahiret veya bunlara delalet eden meseleler gibi ya sözle veya hem söz hem de amel ile inanılması gereken şeylerdir..
Birinci kısım; Allahu Teala, insanların bilmeleri, inanmaları ve tasdik etmeleri gereken her meseleyi, özürlü kalınmasına mahal bırakmamak için açık olarak ve yeterince açıklamıştır. Çünkü bunlar, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem insanlara tebliğ ettiği ve açıkladığı en büyük ve en önemli şeylerdir. Yine bunlar, Allahu Teala’nın, bütün bunları açıklayan rasuller ile huccetini kulları üzerine ikame ettiği en önemli meselelerdir.
Allahu Teala’nın Kitap’ı ve Rasulu’nün Sallallahu Aleyhi ve Selem sünneti gerek bunlardan ve gerekse de vacib ve mustehablardan yeterli olduğu kadar içermektedir. Kitap ve Sünnet’in bunları içermediğini, ancak, aklı ve işitmesi yetersiz olanlar ile ayette geçtiği gibi, ‘Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevli cehennemin mahkumları arasında olmazdık’(Mulk/10) diyen cehennemlikler iddia edebilir.” (Mecmuu’l-Fetava, 3/184, özet olarak)
İbn-i Teymiye Rahimehullah Cehmiyye hakkında şöyle der:
“Onlar bütün dinlerin ve salim fıtrat sahiplerinin, üzerinde ittifak ettiklerine muhalefet etmektedir. Buna rağmen onların söylediği birçok şey, batında ve zahirde Allahu Teala ve Rasulü’ne Sallallahu Aleyhi ve Sellem iman etmiş olan kişilerden bir çoğu için kapalı olabilir ve bu nedenle de ileri sürdükleri şüphelerde onların haklı olduğunu sanabilirler. Onların bu durumu, çeşitli bid’at ehli grupların haline de benzer ki, onlar için hak karışık ve kapalı olmuştur. Durumu bu olanların kesin olarak küfre girdikleri söylenemez. Aksine bunlardan fasık veya masiyet sahibi olanlar olabileceği gibi hatası bağışlanabilecekler de olabilir.
Sahib olduğu iman ve takvası nisbetinde Allahu Teala’nın velayetine de sahib olabilir. Ehl-i Sünneti, Hariciler, Mutezile, Murcie ve Cehmiyye’den ayıran asıl görüş; imanın tanımı konusundadır.
Ehl-i Sünnet, diğer grubların aksine, imanın şubelerden oluştuğunu ve artıp eksilebileceğini söyler. Nitekim Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Kalbinde zerre kadar iman bulunan kişi, ateşten çıkar." Dolayısıyla Allahu Teala’nın velayeti, kişinin sahib olduğu iman derecesine göredir.” (Mecmuu’l-Fetava, 3/220 )
İbn-i Teymiye Rahimehullah Tekfir konusunda şöyle der:
Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Selem ümmetinden içtihad edip yanılan kişinin tekfir edilmemesi ve yanılmasının bağışlanması doğru olandır. Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem getirdiği kendisine açıklandıktan sonra, ona düşmanlık yapıp mu’minlerin yolundan başka bir yol izleyenler kafirdirler. Hevasına uyarak, hakkı aramada kusurlu ve eksik davranan ve bilmeden konuşanlar ise günahkar ve masiyet sahibidirler.
Kişi fasık veya günahları iyiliklerinden daha ağır gelenlerden de olabilir. Dolayısıyla tekfir, kişinin durumuna göre değişir. Her hata eden, bid’at işleyen, cahil olan, dalalet ehlinden olan ve hatta fasık veya masiyet sahibi olan kişi kafir değildir. Özellikle Kur’an’ın mahluk olup olmadığı meselesi gibi konularda, insanların durumlarına bakmak daha da önceliklidir. Çünkü, insanların nazarında ilim ve din ehli olarak tanınmış olan cemaatlerin imamlarından birçok kişi bile, bu meselede işi karıştırmıştır.” (Mecmuu’l-Fetava, 12/99)
İbn-i Teymiye Rahimehullah Tekfir konusunda yine şöyle der:
“Tekfir etmek, Allahu Teala’nın bir hakkıdır. Ancak Allahu Teala ve Rasulü’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem, tekfir ettiği kişiler tekfir edilir. Muayyen bir kişinin tekfir edilmesi ve öldürülmesinin caiz olması, muhalefet eden kişinin kafir olacağı nebevi hüccetin kendisine ulaşmasına bağlıdır. Değilse, dinden bir mesele hakkında cahil olan herkes kafir olmaz...
Bu nedenle Cehmiyye, Hululiyye ve Allahu Teala’nın Arş’ın üzerinde olduğunu kabul etmeyenlere şunu söylüyordum: ‘Ben size, bu iddianızda muvafakat edersem kafir olurum. Çünkü söylediğinizin küfür olduğunu biliyorum. Ancak bana göre siz tekfir edilmezsiniz, çünkü cahilsiniz.”
(Ahmed bin İbrahim bin İsa, bunu ondan, İbnu’l-Kayyim’in Nuniyye kasidesine yaptığı şerhinde naklederek şöyle der: “Bana göre” demesi, onların tekfir edilmemeleri meselesinin üzerinde icma bulunmadığını, sadece kendi tercihinin o şekilde olduğunu belirtir. Onun bu meselede söylediği söz, İmam Ahmed’in mezhebinin meşhur görüşüne aykırıdır. İmam Ahmed’in mezhebinde sahih olan görüş, Kur’an’ın mahluk olduğunu, Allahu Teala’nın görülmesini ve benzeri şeyleri kabul etmeyen kişinin kafir olduğu ve mukallidin ise fasık olduğu yönündedir. Tekfir ettiğimiz her bid’at sahibini taklit edenler de fasıktır. Kur’an’ın mahluk olduğunu, Allahu Teala’nın ilminin mahluk olduğunu, Allahu Teala’nın isimlerinin mahluk olduğunu, ahirette Allahu Teala’nın görülmeyeceğini söyleyen veya dinlerinden dolayı sahabeye söven ya da imanın sırf kalp ile tasdik etmekten ibaret olduğunu söyleyen ve ona davet eden, onun için tartışan kişi kafir kabul edilir. İmam Ahmed Rahimehullah bunu değişik yerlerde belirtmiştir.” Cehaletlerine rağmen haklarında nasıl küfür hükmünün verildiğine dikkat etmek gerekir.
İbn-i Teymiye ise, bunların kafir değil, fasık olduklarını söylemektedir. 2/409-410)
Ebu Hurayra Radıyallahu Anhu, Allah Rasûlu’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Bir adam nefsine zulmetmiş ve ölüm anında oğullarına şöyle demişti:
‘Öldüğüm zaman beni yakın, kül haline getirin, sonra denize saçın. Vallahi eğer Rabbim beni diriltmeye güç yetirirse, hiç kimseye azap etmediği şekilde bana azab eder.’
Sonra Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem dedi ki: “Oğulları bu isteğini yaptılar”
Allahu Teala yeryüzüne şöyle dedi: “Aldığını geri ver.”
O an adam dirildi ve kalktı.
Allahu Teala ona şöyle dedi: “Bu yaptığın şeye seni sevk eden nedir?”
Adam; “Senden korkumdur Ya Rabbi!” dedi.
Bu söylediğinden dolayı Allahu Teala onu affetti.”
(Buhari , Muslim)
Bu adam, Allah’ın gücü konusunda ve kül olduğu zaman tekrar diriltileceği hakkında şüpheye düşmüş ve tekrar diriltilemeyeceğine inanmış bir adam tiplemesidir. Müslümanların ittifakıyla bu küfürdür. Ancak cahil olduğu için bunu bilmiyordu ve Allah’ın kendisini cezalandıracağından korkan bir mu’mindi. Bundan dolayı Allahu Teala onu affetti. İçtihad ehlinden olup, Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem uymaya özen gösteren ve bununla birlikte hatalı te’vilde bulunanlar, elbetteki bağışlanmaya evleviyatla bu adamdan daha çok layıktır.” (Mecmuu’l-Fetava, 3/147-148)
Şeyhu’l-İslam’ın Rahimehullah, hadiste sözü edilen kişi hakkındaki, “Bu adam, Allah’ın gücü konusunda ve kül olduğu zaman tekrar diriltileceği hakkında şubheye düşmüş ve tekrar diriltilemeyeceğine inanmış bir adam tiplemesidir” sözüne dikkat etmek gerekir. Bu kişi ahiret gününü ve dirilmeyi mutlak olarak inkar etmemiştir.
İbn-i Teymiye Rahimehullah, başka bir yerde bu kişi hakkında şöyle der:
“Genel olarak Allahu Teala’ya ve ahirat gününe iman ediyordu. Ölümden sonra Allahu Teala’nın ceza ve mükafat vereceğine inanması bunu göstermektedir.” (Mecmuu’l-Fetava, 12/263)
Günahlarından dolayı Allahu Teala’nın kendisini cezalandırma korkusu ve ölüm anında karşılaşacağı dehşet korkusu, bu kişiyi, yukarıda aktardığımız vasiyeti yapmaya sevketmiştir. Bu kişinin cehaleti, Allahu Teala’nın her zerreyi toplayıp diriltmeye kadir olduğu konusunda olmuştur. Buna benzer ayrıntılı bilgiler ise ancak risalet huccetinin kişiye ulaşması ile bilinebilir.
Bu nedenle, hadiste geçen adam da olduğu gibi, kendisinde imanın aslı bulunan kişi, bunları bilmemesi veya hata etmesi ya da Allahu Teala’nın isim ve sıfatları konusunda bazı ayrıntıları bilmemesi halinde mazur olarak kabul edilir.
İbn-i Teymiye Rahimehullah, bu adamın olayını el-Fetava’nın başka bir yerinde de belirterek şöyle der:
“Adam bu şekilde kül olup dağıldıktan sonra, Allahu Teala, onu tekrar diriltmeye güç yetiremez, tekrar eski haline döndüremez zannetti.” (Mecmuu’l-Fetava, 11/224)
“Bu kişi Allah’ın sıfatlarının hepsini tam olarak bilmediği için O’nun “Kadir olma” sıfatını da bilmiyordu. Mûminlerden çoğu da bu kimse gibi, Allah’ın sıfatlarını bilmemektedir. Bundan dolayı onlar kafir olmazlar.” (Mecmuu’l-Fetava, 11/225)
Daha sonra ise, Aişe’nin Radıyallahu Anha geceleyin Baki’ mezarlığına çıkan Rasulullah’ı Sallallahu Aleyhi ve Sellem farkında olmadan izlemesi ve farkına varınca ise Aişe’ye Radıyallahu Anha; “Allah’ın sana ve Rasulü’ne haksızlık yapacağını mı sandın?” demesi, Aişe’nin de O’na “İnsanlar ne saklarsa saklasın Allahu Teala onu bilir mi?” diye sorması üzerine, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem, “Evet” diye cevap verdiği hadisi (Muslim) aktararak şöyle der:
“Mûminlerin annesi olan Aişe Radıyallahu Anha, Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem; “İnsanlar ne saklarsa saklasın Allahu Teala onu bilir mi?” diye soruyor, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Selem “Evet” diye cevab veriyor. Bu, Aişe’nin Radıyallahu Anha bunu bilmediğini ve insanların gizledikleri her şeyi Allahu Teala’nın bildiğine dair gerekli bilgiye sahib olmadan önce kafir olmadığını gösterir.
Halbuki bu, huccet ikame olunduktan sonra kabul edilmesi gereken imanın asıllarındandır ve Allahu Teala’nın her şeyi bildiğini inkar etmek, O’nun her şeye gücünün yettiğini inkar etmek gibidir.” (Mecmuu’l-Fetava, 11/226)
İbn-i Teymiye Rahimehullah, bunları aktardıktan sonra asıl soruya (“Kişinin kendisini yetiştirmeye (Riyadat) devam ederek cevher olması halinde, kendisinden emir ve yasaklar kalkar mı?” şeklindeki soru.) cevab olarak şöyle demektedir:
“Böylece anlaşılmaktadır ki bu söz, küfürdür. Ancak sahibinin kafir olması için, terkedenin küfre gireceği huccetin kendisine ulaşması ve açıklanması gerekir.” (Mecmuu’l-Fetava, 11/224-226)
İbn-i Teymiye Rahimehullah, el-Akidetu’l-Vasıtiyye’de kullanmış olduğu “Bu, Fırkatu’n-Naciyye’nin akidesidir” ifadesine itiraz eden ve bu ifadesinin, kendisine itiraz eden herkesi, Fırkatu’n-Naciyye’nin dışında gördüğü manasına geldiğini söyleyen kişiye şöyle demiştir:
“Bu akidenin herhangi bir yönüne muhalefet eden her kişinin helak olacak olanlardan olması gerekmez. Bu kişi muçtehid olup hata edebilir ve Allahu Teala onun hatasını bağışlar. Veya kendisine huccetin ulaşmamış olması sebebi ile cahil kalan kişilerden de olabilir.”
( تقيّ الدين ابن تيميّة Ebu’l-Abbâs Takıyyuddîn Ahmed b. Abdilhalîm b. Mecdiddîn Abdisselâm el-Harrânî - ö. 728 / 1328, Mecmuu’l-Fetava, C.3, Sf: 116)
Şeyhu'l İslam İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der:
“Allahu Teala, yalanlayarak olsun veya olmasın, ayetlerinden yüz çevirenlere en ağır cezayı vereceğini belirtmiştir. Bu da gösteriyor ki peygamberlerin getirdiklerini kabul etmeyenler kafirdir. Bunun yalanlama, büyüklenme, hevaya uyma veya getirilen şeylerden şubhe etme sebebi ile meydana gelmesi arasında fark yoktur.
Peygamberin getirdiği şeyleri yalanlayan herkes kafirdir. Yalanlamasa bile, iman etmediği sürece yine kafir olur.” ( تقيّ الدين ابن تيميّة Ebu’l-Abbâs Takıyyuddîn Ahmed b. Abdilhalîm b. Mecdiddîn Abdisselâm el-Harrânî - ö. 728 / 1328, Mecmuu’l-Fetava, C.3, Sf: 196)
Dinin bazı meseleleri, açıklama yapmayı gerektirir. Bu meseleleri, Tevhid ve zıddı olan şirk gibi veya dinden zorunlu olarak bilinen ve meşhur olan şeyler gibi değerlendirmek doğru olmaz.
İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der:
“Eğer ki kişinin muhalefeti, dinin açık olmayan ve herkes tarafından bilinmesinin zor olduğu meselelerde olursa, hata ettiği, dalalete düştüğü ve kendisine huccet ikamesinin yapılmadığı söylenebilir. Ancak kişinin muhalefeti, açık olan ve Muhammed’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem onun ile gönderildiği ve ona muhalefet edenlerin tekfir edildiği bütün Müslümanlar ve hatta Yahudi ve Hristiyanlar tarafından da bilinen meselelerde ise durum böyle değildir. Tek olan Allahu Teala’ya ibadetin emredilmiş olması ve Allahu Teala’dan başka, meleklere, peygamberlere, güneşe, aya, yıldızlara, putlara ve başka şeylere ibadetin yasaklanmış olması bu türdendir. Bunlar İslam esaslarının en açık olanlarıdır. Yine beş vakit namaz ve Yahudi, Hristiyan, Mecusi ve muşriklere düşmanlığın emredilmiş olması ile içki, kumar, zina ve faizin yasaklanmış olması da bu kabildendir.” (Mecmuu’l-Fetava, 4/37)
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile tevessül etmenin caiz olduğunu reddedenlerin kafir olduğunu söyleyenlere cevab olarak İbn-i Teymiyye Rahimehullah şöyle der:
“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile tevessül etmeyenlerin kafir olduğunu hiçbir kimse söylememiştir ve bunu söyleyen kişiyi tekfir etmenin de hiçbir yeri yoktur. Bu kapalı bir mesele olup delilleri açık değildir. Küfür ise, ancak dinden zorunlu olarak bilinen meseleleri veya üzerinde icma edilen mütevatir hükümleri inkar etmek ile gerçekleşir.” (Mecmuu’l-Fetava, 1/81)
Burada şunu belirtmekte fayda vardır ki İbn-i Teymiye’nin Rahimehullah yukarıda söyledikleri, yalanlama küfrü ile ilgilidir. Bu ise, dinden zorunlu olarak bilinen meseleler ve tevatür ile sabit olan açık hükümler hakkında olur. Ancak herkes tarafından bilinmesi zor olan kapalı bir konu hakkında, kişiye bu konunun ulaşmamış olması sebebi ile inkar ve red olursa, bu kişi yalanlamış sayılmaz..
Şeyhu’l-İslam İbn-i Teymiye’nin Rahimehullah, kapalı olup açıklamaya muhtaç olan meselelerde cehaletten dolayı kişiyi mazur saymak ile dinin, imanın ve İslam’ın asıllarından olan veya İslam dininde bilinmesi zaruri olan meselelerde cehaletinden dolayı kişiyi mazur sayma arasında ayırım yapmasına dikkat edilmesi gerekir.
İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der:
“Dinin asılları, (Bu ve daha önce söylediklerinden anlaşılmaktadır ki dini, inkar edildiği zaman küfre götüren temellere (usul) ve inkar edildiği zaman küfre götürmeyen furu’a taksim edenleri eleştirmesinden maksat, yukarıda belirtilen bu ayırımı reddetmek veya iptal etmek değildir. Zaten kendisi kişinin cehaletinin açık olan meselelerde değil, usul veya furu’dan olan kapalı meselelerde mazeret olduğunu el-Fetava’nın birçok yerinde tekrar tekrar belirtmektedir. Bundan maksadı, Ehl-i Sünnet’e muhalefet olarak yanlış temellere göre dini usul ve furu’ diye ikiye taksim eden Mutezile ve benzerlerini eleştirmektir. Nitekim o, el-Feteva 23/196 de buna işaret etmiş ve 3/191’de bunu açıklayarak şöyle demiştir:
“Cevher, ard ve cisim hakkında konuşan kelamcıları (Mutezile’yi) kötüleyen ve bid’atçı sayan selef ve imamların sözleri, o kişilerin dinin usulü ile ilgili bu lafızlarla kastettikleri manaları, dinin delillerine, usüllerine ve ispat veya red meselesine karıştıranları kötülemektedir.”
Başka bir yerde de şöyle der: “Kelamcılardan bir grup koydukları ölçülerine dinin usulü adını vermektedir. Halbuki bu bu büyük bir isimdir ve bu ismi verdikleri ölçülerinde çok fazla bozukluklar bulunmaktadır. Ehl-i Sünnet, onların bu bozuk ölçülerine karşı çıktığında ise, dinin usulünü inkar etmekle suçlarlar. Halbuki Ehl-i Sünnet, dinin usulü adını almaya layık olan meseleleri değil, sadece bunların dinin usulü diye isimlendirdikleri bozuk ölçülerini kabul etmemektedir. Bunlar, Allahu Teala’nın indirmediği, sadece kendilerinin ve yollarını takib ettikleri kişilerin verdikleri isimlerdir. Din, Allahu Teala’nın ve Rasulü’nün teşri ettiğidir. Onun usulü ve furu’u da açıklanmıştır. Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem dinin furu’unu açıkladığı halde usulünü açıklamamış olması mümkün değildir.” (El-Fetava, 4/38)
İbn-i Teymiye’nin, dinin usul ve furu’ olarak iki kısma ayrılmasının Mutezile ve benzeri bid’at ehlinin yaptığı bir taksim olduğunu, Cehmiyye ve Murcie çevrelerinden birçoklarının bu taksime can simidi gibi sarılmasını, ilim ve davete mensub değerli bazı kişilerin de onların bu taksimlerine kapıldığını belirttiği sözlerinden maksat, ilke olarak böyle bir taksime karşı çıkmak değil, sadece Mutezile ve benzerlerinin bu konuda oynadıkları oyuna karşı çıkmaktır.)
Tevhid, Allahu Teala’nın sıfatları, kader, nubuvvet, ahiret veya bunlara delalet eden meseleler gibi ya sözle veya hem söz hem de amel ile inanılması gereken şeylerdir..
Birinci kısım; Allahu Teala, insanların bilmeleri, inanmaları ve tasdik etmeleri gereken her meseleyi, özürlü kalınmasına mahal bırakmamak için açık olarak ve yeterince açıklamıştır. Çünkü bunlar, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem insanlara tebliğ ettiği ve açıkladığı en büyük ve en önemli şeylerdir. Yine bunlar, Allahu Teala’nın, bütün bunları açıklayan rasuller ile huccetini kulları üzerine ikame ettiği en önemli meselelerdir.
Allahu Teala’nın Kitap’ı ve Rasulu’nün Sallallahu Aleyhi ve Selem sünneti gerek bunlardan ve gerekse de vacib ve mustehablardan yeterli olduğu kadar içermektedir. Kitap ve Sünnet’in bunları içermediğini, ancak, aklı ve işitmesi yetersiz olanlar ile ayette geçtiği gibi, ‘Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevli cehennemin mahkumları arasında olmazdık’(Mulk/10) diyen cehennemlikler iddia edebilir.” (Mecmuu’l-Fetava, 3/184, özet olarak)
İbn-i Teymiye Rahimehullah Cehmiyye hakkında şöyle der:
“Onlar bütün dinlerin ve salim fıtrat sahiplerinin, üzerinde ittifak ettiklerine muhalefet etmektedir. Buna rağmen onların söylediği birçok şey, batında ve zahirde Allahu Teala ve Rasulü’ne Sallallahu Aleyhi ve Sellem iman etmiş olan kişilerden bir çoğu için kapalı olabilir ve bu nedenle de ileri sürdükleri şüphelerde onların haklı olduğunu sanabilirler. Onların bu durumu, çeşitli bid’at ehli grupların haline de benzer ki, onlar için hak karışık ve kapalı olmuştur. Durumu bu olanların kesin olarak küfre girdikleri söylenemez. Aksine bunlardan fasık veya masiyet sahibi olanlar olabileceği gibi hatası bağışlanabilecekler de olabilir.
Sahib olduğu iman ve takvası nisbetinde Allahu Teala’nın velayetine de sahib olabilir. Ehl-i Sünneti, Hariciler, Mutezile, Murcie ve Cehmiyye’den ayıran asıl görüş; imanın tanımı konusundadır.
Ehl-i Sünnet, diğer grubların aksine, imanın şubelerden oluştuğunu ve artıp eksilebileceğini söyler. Nitekim Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Kalbinde zerre kadar iman bulunan kişi, ateşten çıkar." Dolayısıyla Allahu Teala’nın velayeti, kişinin sahib olduğu iman derecesine göredir.” (Mecmuu’l-Fetava, 3/220 )
İbn-i Teymiye Rahimehullah Tekfir konusunda şöyle der:
Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Selem ümmetinden içtihad edip yanılan kişinin tekfir edilmemesi ve yanılmasının bağışlanması doğru olandır. Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem getirdiği kendisine açıklandıktan sonra, ona düşmanlık yapıp mu’minlerin yolundan başka bir yol izleyenler kafirdirler. Hevasına uyarak, hakkı aramada kusurlu ve eksik davranan ve bilmeden konuşanlar ise günahkar ve masiyet sahibidirler.
Kişi fasık veya günahları iyiliklerinden daha ağır gelenlerden de olabilir. Dolayısıyla tekfir, kişinin durumuna göre değişir. Her hata eden, bid’at işleyen, cahil olan, dalalet ehlinden olan ve hatta fasık veya masiyet sahibi olan kişi kafir değildir. Özellikle Kur’an’ın mahluk olup olmadığı meselesi gibi konularda, insanların durumlarına bakmak daha da önceliklidir. Çünkü, insanların nazarında ilim ve din ehli olarak tanınmış olan cemaatlerin imamlarından birçok kişi bile, bu meselede işi karıştırmıştır.” (Mecmuu’l-Fetava, 12/99)
İbn-i Teymiye Rahimehullah Tekfir konusunda yine şöyle der:
“Tekfir etmek, Allahu Teala’nın bir hakkıdır. Ancak Allahu Teala ve Rasulü’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem, tekfir ettiği kişiler tekfir edilir. Muayyen bir kişinin tekfir edilmesi ve öldürülmesinin caiz olması, muhalefet eden kişinin kafir olacağı nebevi hüccetin kendisine ulaşmasına bağlıdır. Değilse, dinden bir mesele hakkında cahil olan herkes kafir olmaz...
Bu nedenle Cehmiyye, Hululiyye ve Allahu Teala’nın Arş’ın üzerinde olduğunu kabul etmeyenlere şunu söylüyordum: ‘Ben size, bu iddianızda muvafakat edersem kafir olurum. Çünkü söylediğinizin küfür olduğunu biliyorum. Ancak bana göre siz tekfir edilmezsiniz, çünkü cahilsiniz.”
(Ahmed bin İbrahim bin İsa, bunu ondan, İbnu’l-Kayyim’in Nuniyye kasidesine yaptığı şerhinde naklederek şöyle der: “Bana göre” demesi, onların tekfir edilmemeleri meselesinin üzerinde icma bulunmadığını, sadece kendi tercihinin o şekilde olduğunu belirtir. Onun bu meselede söylediği söz, İmam Ahmed’in mezhebinin meşhur görüşüne aykırıdır. İmam Ahmed’in mezhebinde sahih olan görüş, Kur’an’ın mahluk olduğunu, Allahu Teala’nın görülmesini ve benzeri şeyleri kabul etmeyen kişinin kafir olduğu ve mukallidin ise fasık olduğu yönündedir. Tekfir ettiğimiz her bid’at sahibini taklit edenler de fasıktır. Kur’an’ın mahluk olduğunu, Allahu Teala’nın ilminin mahluk olduğunu, Allahu Teala’nın isimlerinin mahluk olduğunu, ahirette Allahu Teala’nın görülmeyeceğini söyleyen veya dinlerinden dolayı sahabeye söven ya da imanın sırf kalp ile tasdik etmekten ibaret olduğunu söyleyen ve ona davet eden, onun için tartışan kişi kafir kabul edilir. İmam Ahmed Rahimehullah bunu değişik yerlerde belirtmiştir.” Cehaletlerine rağmen haklarında nasıl küfür hükmünün verildiğine dikkat etmek gerekir.
İbn-i Teymiye ise, bunların kafir değil, fasık olduklarını söylemektedir. 2/409-410)
Ebu Hurayra Radıyallahu Anhu, Allah Rasûlu’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Bir adam nefsine zulmetmiş ve ölüm anında oğullarına şöyle demişti:
‘Öldüğüm zaman beni yakın, kül haline getirin, sonra denize saçın. Vallahi eğer Rabbim beni diriltmeye güç yetirirse, hiç kimseye azap etmediği şekilde bana azab eder.’
Sonra Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem dedi ki: “Oğulları bu isteğini yaptılar”
Allahu Teala yeryüzüne şöyle dedi: “Aldığını geri ver.”
O an adam dirildi ve kalktı.
Allahu Teala ona şöyle dedi: “Bu yaptığın şeye seni sevk eden nedir?”
Adam; “Senden korkumdur Ya Rabbi!” dedi.
Bu söylediğinden dolayı Allahu Teala onu affetti.”
(Buhari , Muslim)
Bu adam, Allah’ın gücü konusunda ve kül olduğu zaman tekrar diriltileceği hakkında şüpheye düşmüş ve tekrar diriltilemeyeceğine inanmış bir adam tiplemesidir. Müslümanların ittifakıyla bu küfürdür. Ancak cahil olduğu için bunu bilmiyordu ve Allah’ın kendisini cezalandıracağından korkan bir mu’mindi. Bundan dolayı Allahu Teala onu affetti. İçtihad ehlinden olup, Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem uymaya özen gösteren ve bununla birlikte hatalı te’vilde bulunanlar, elbetteki bağışlanmaya evleviyatla bu adamdan daha çok layıktır.” (Mecmuu’l-Fetava, 3/147-148)
Şeyhu’l-İslam’ın Rahimehullah, hadiste sözü edilen kişi hakkındaki, “Bu adam, Allah’ın gücü konusunda ve kül olduğu zaman tekrar diriltileceği hakkında şubheye düşmüş ve tekrar diriltilemeyeceğine inanmış bir adam tiplemesidir” sözüne dikkat etmek gerekir. Bu kişi ahiret gününü ve dirilmeyi mutlak olarak inkar etmemiştir.
İbn-i Teymiye Rahimehullah, başka bir yerde bu kişi hakkında şöyle der:
“Genel olarak Allahu Teala’ya ve ahirat gününe iman ediyordu. Ölümden sonra Allahu Teala’nın ceza ve mükafat vereceğine inanması bunu göstermektedir.” (Mecmuu’l-Fetava, 12/263)
Günahlarından dolayı Allahu Teala’nın kendisini cezalandırma korkusu ve ölüm anında karşılaşacağı dehşet korkusu, bu kişiyi, yukarıda aktardığımız vasiyeti yapmaya sevketmiştir. Bu kişinin cehaleti, Allahu Teala’nın her zerreyi toplayıp diriltmeye kadir olduğu konusunda olmuştur. Buna benzer ayrıntılı bilgiler ise ancak risalet huccetinin kişiye ulaşması ile bilinebilir.
Bu nedenle, hadiste geçen adam da olduğu gibi, kendisinde imanın aslı bulunan kişi, bunları bilmemesi veya hata etmesi ya da Allahu Teala’nın isim ve sıfatları konusunda bazı ayrıntıları bilmemesi halinde mazur olarak kabul edilir.
İbn-i Teymiye Rahimehullah, bu adamın olayını el-Fetava’nın başka bir yerinde de belirterek şöyle der:
“Adam bu şekilde kül olup dağıldıktan sonra, Allahu Teala, onu tekrar diriltmeye güç yetiremez, tekrar eski haline döndüremez zannetti.” (Mecmuu’l-Fetava, 11/224)
“Bu kişi Allah’ın sıfatlarının hepsini tam olarak bilmediği için O’nun “Kadir olma” sıfatını da bilmiyordu. Mûminlerden çoğu da bu kimse gibi, Allah’ın sıfatlarını bilmemektedir. Bundan dolayı onlar kafir olmazlar.” (Mecmuu’l-Fetava, 11/225)
Daha sonra ise, Aişe’nin Radıyallahu Anha geceleyin Baki’ mezarlığına çıkan Rasulullah’ı Sallallahu Aleyhi ve Sellem farkında olmadan izlemesi ve farkına varınca ise Aişe’ye Radıyallahu Anha; “Allah’ın sana ve Rasulü’ne haksızlık yapacağını mı sandın?” demesi, Aişe’nin de O’na “İnsanlar ne saklarsa saklasın Allahu Teala onu bilir mi?” diye sorması üzerine, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem, “Evet” diye cevap verdiği hadisi (Muslim) aktararak şöyle der:
“Mûminlerin annesi olan Aişe Radıyallahu Anha, Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem; “İnsanlar ne saklarsa saklasın Allahu Teala onu bilir mi?” diye soruyor, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Selem “Evet” diye cevab veriyor. Bu, Aişe’nin Radıyallahu Anha bunu bilmediğini ve insanların gizledikleri her şeyi Allahu Teala’nın bildiğine dair gerekli bilgiye sahib olmadan önce kafir olmadığını gösterir.
Halbuki bu, huccet ikame olunduktan sonra kabul edilmesi gereken imanın asıllarındandır ve Allahu Teala’nın her şeyi bildiğini inkar etmek, O’nun her şeye gücünün yettiğini inkar etmek gibidir.” (Mecmuu’l-Fetava, 11/226)
İbn-i Teymiye Rahimehullah, bunları aktardıktan sonra asıl soruya (“Kişinin kendisini yetiştirmeye (Riyadat) devam ederek cevher olması halinde, kendisinden emir ve yasaklar kalkar mı?” şeklindeki soru.) cevab olarak şöyle demektedir:
“Böylece anlaşılmaktadır ki bu söz, küfürdür. Ancak sahibinin kafir olması için, terkedenin küfre gireceği huccetin kendisine ulaşması ve açıklanması gerekir.” (Mecmuu’l-Fetava, 11/224-226)
İbn-i Teymiye Rahimehullah, el-Akidetu’l-Vasıtiyye’de kullanmış olduğu “Bu, Fırkatu’n-Naciyye’nin akidesidir” ifadesine itiraz eden ve bu ifadesinin, kendisine itiraz eden herkesi, Fırkatu’n-Naciyye’nin dışında gördüğü manasına geldiğini söyleyen kişiye şöyle demiştir:
“Bu akidenin herhangi bir yönüne muhalefet eden her kişinin helak olacak olanlardan olması gerekmez. Bu kişi muçtehid olup hata edebilir ve Allahu Teala onun hatasını bağışlar. Veya kendisine huccetin ulaşmamış olması sebebi ile cahil kalan kişilerden de olabilir.”
( تقيّ الدين ابن تيميّة Ebu’l-Abbâs Takıyyuddîn Ahmed b. Abdilhalîm b. Mecdiddîn Abdisselâm el-Harrânî - ö. 728 / 1328, Mecmuu’l-Fetava, C.3, Sf: 116)