Manası Gârib (!) Gelen Hadisler ve Sahihliği ?
Hadis-i şerifleri mana olarak aklen bize acaib , tersmiş veya mecazi anlamı olub da zahiri anlamda bize tersmiş gibi gelen hadis-i şerifler olabilir. Bunların tüm bu sebebleri bu hadislerin uydurma-mevdu olmasını gerektirmediğini , aksine ilimle , delille ortaya konulması gerektiğini bilmek gerekir.
Hadislerin sıhhat şartlarına (sened) bakmadan; sadece "aklıma yatmıyor, mantığıma uymuyor" , gibi kısır düşüncelerle reddeder isek, yüzlerce sahih hadis-i şerif-i, ehl-i sünnete muhalif olarak reddedip inkar edebiliriz.
Müslumanları ehl-i sünnet anlayışından uzaklaştırmanın tek yolu hadislerden koparabilmektir. Çünkü Kuran-ı kerime hem Allah'ın (c.c.) vaadi var , hemde hıfz olunması hasebiyle dokunamayacaklarını çok iyi bilmektedirler.
Musteşriklere hizmet edenlerin güncel belamlarından Turan Dursun, Edip Yuksel, Ferec Hödür ve daha nice mealci geçinen çağdaş mutezili akılcılarına uyacak olursak, Hadis usulunun ilminden alakasız ve cahilce; ehli sunnetin yıllardır kabul ederek amel ettiği Sahih hadisleri Allah korusun reddederiz.
Kalbleri vesveseye kapılmış bu taifeler sahih hadisleri reddederken, herhangi bir metin gibi algılayabilmektedirler.
Ehl-i sunnet alimlerinin bu hadisleri nasıl anladıklarını , şerhlerini , vurudunu, ravi, cerh- tadil, sened zinciri , hadis sıhati vs. gibi kurallarına ve izahatlarına şubheyle bakmadan reddedenler oldukça cahil cüretkarlardır.
İlim ve usul sahibi muhaddislerin, bizim zanni ve akli ölçülerimize göre değil metoda ve usule göre tetkik ederek hadisin sıhhat derecesini tesbit ediyor oldukları , bize garib gelen mananın ise aslen farklı izahatları olabileceğini bilmemektedirler.
Bu sebeble , bu tür hadislere, özellikle muteber hadis kitaplarında zikredilen hadis-i şeriflere, uydurma diyebilmek için o hadislerin muteber kitaplardan ve alimlerden şerhini incelemeden duygusal, akli ve fevri davranıp reddedilemeyeceğini anlamamız gerekir.
Meseleye usul, metod ilmi ile bakmayıb mantık çerçevesinde yaklaşacak olursak nice uydurma hadisleri aklımıza veya Kurana uygun diye sahihlemek zorunda kalırız(!).
Hadis Uydurmasına Karşı Alınan Tedbirler
1. İsnad ve Sened Tenkidi:
Muhammed b. Sirîn'in şöyle bir sözü vardır:
"İlk zamanlar kimse isnad sormuyordu; fakat müslümanlar arasına fitne girince o zaman isnad sorulmaya başlandı, Ehl-i sünnetten olanların hadisleri alınma; bid'atçılarin hadisleri terkedilme yoluna gidildi." Bu söz bize uydurma hadislerin ortaya çıkması üzerine hadisçilerin sahih hadisleri toplayabilmek için onları rivayet eden kimselere isnad sorduklarını gösterir.
Gerçekten Osman (r.anh)'ın şehid edilmesi, Bunu takip eden Cemel ve Sıffîn harpleri, Abdullah İbnu'z-Zubeyr'in halifeliğini ilan etmesi, Velid b. Yezîd'in öldürülmesi gibi olaylar özerine ortaya bazı siyasî karışıklıklar çıktı. Bu karışıklıklar, hadis uydurma hareketini alabildiğine körükledi. Böyle bir ortamda meydana gelen fikir ayrılıkları zamanla siyasi ve itikadı mezhepleri oluşturdu. Bunlara daha sonraları amelî mezhepler de eklendi.
Bu fırka ve mezhepler her biri kendi görüşlerine uygun hadîsleri yaymaya başlayınca hadislerin sayısı bir hayli arttı. Bir yandan mevzu hadislerin sayıca çoğalması öte yandan her önüne gelenin her duyduğunu rivayet etmesi karsısında ise isnad mecburiyeti konuldu. Böylece hadis uydurmanın önüne az da olsa geçmek imkanı doğdu.
Bir hadisi değerlendirmek isteyen ilkin onun senedine bakar. Hadisin sahih veya zayıf oluşu konusunda ilk bilgiyi sened verir.
Eğer hadisin senedinde hadis uydurmakla tenkid edilen biri varsa senedlerin eleştirilip sağlam olanların açığa çıkarılması aynı zamanda uydurma hadislerin tanınmasına yardım eder. İsnaddaki kusurlar da böyledir. "Eğer isnad olmasaydı isteyen istediği sözü hadis diye rivayet ediverirdi. Böyle birine "Sana bunu kim rivayet etti?" diye sorulacak olsa şaşırıp kalır sözü bunu gösterir.
İlerde göreceğimiz gibi isnad ve sened tenkidi, İslâm âlimlerinin eseri olan Cerh ve Ta'dil, Târîhu'r-Ruvât gibi hadisle ilgili ilimlerin oluşmasını sağlamıştır.
2. Metin Tenkidi:
Tamamen Müslüman alimlerin icadı olan hadisle ilgili ilimlerin bir tek hedefi ve gayesi vardır. Peygamber (s.a.v)'e gerçekten ait olan hadisten tesbit etmek.
Bu hedefe varmak için konuları isnad ve ravileri eleştirmek gibi tedbirlerle yetinmeyen muhaddisler, elde edilen hadis metinlerini de eleştirmek yoluna gitmişlerdir; çünkü hadis uyduranlar uydurdukları hadislere en sağlam isnadları eklemekten çekinmemişlerdir. Bu durumda bir hadisin sahih ve makbul sayılabilmesi için yalnızca isnad yeterli olmamıştır.
Bir başka deyişle muhaddisler bir hadisi sahih kabul etmek sadece isnadın ve senedin sahih oluşuyla yetinmişler; hadisini bir de akıl süzgecinden geçirme yoluna gitmişlerdir.
İbnul-Cevzî (ö. 597/1200)'nin, "Allah atı yarattı, sonra koşturdu uydurmasını tenkid ederken söyledikleri bunu gösterir. Diyor ki:
Böyle bir hadisin ravilerini araştırmaya hiç gerek yoktur; çünkü sika raviler imkânsız bir şey rivayet edip devenin iğne deliğinden geçtiğini haber verseler, sikalıklarının bir faydası olmaz. Eğer sen bir hadisi akla ve dini prensiplere aykırı bulursan, bil ki o hadis uydurmadır. (Mevzuat, 1/106)
3. Muhaddislerin Mucadelesi:
Yukarıda da geçtiği üzere, hadis uyduranlara karşı girişilen mucadele sahih hadisleri toplamak için yapılmıştır. Böyle bir maksatla yapılan mücadele sahih hadisleri toplayıp yaymak onları sahih olmayanlardan ayırmayı sağlayacak kaideler koymak ve hadis rivayet esaslarını tesbit etmek şeklinde yapılmıştır, ayrıca muhaddisler hadis uyduranlara karşı durmuşlardır.
Meşhur muhaddis Buhari, uydurma hadis rivayet edenlerin iyice dövülüb uzun süre hapsedilmesi (darb-ı şedîd, habs-i medîd) gerektiğine fetva vermiştir.
Muhaddislere ve mezheb imamlarına göre uydurma hadis rivayet eden kimse, başkalarının ibret alacağı bir şekilde cezalandırılır. Rezil edilir ve azarlanır. Yüzüne bakılmaz, selam verilmez. Kendisiyle bütün ilişkiler kesilir. Sufyân b. Uyeyne, böylesinin boynunun vurulması gerektiğini, Yahya b. Maîn ise kanının helal olduğunu söylemişlerdir.
Demek oluyor ki hadisçiler, sünnetin koruyucusu olarak
yalancıların karşısına çıkmışlar, onları yollarından çevirmek ve zararsız hale getirmek için maddî mukavemet usullerine baş vurmuşlar; bazen de bir takım tehdit vasıtaları denemişlerdir. Şurası muhakkak ki, Sünnetin müdafaası uğruna yapılan mucadelede büyük bir başarı elde edilmiştir.
4. Mevzu Hadislerin Teşhiri:
Muhaddislerce, bir hadisin uydurma olduğuna çeşitli şekillerde hükmedilir. Ancak onu uyduran raviye nisbetle verilecek hüküm, insanda hasıl olan galib zan yolu iledir. Kesin değildir; çünkü çok yalancı olan bir kimsenin bazen doğru söylemiş olması mümkündür. Böyle bir kimse tarafından rivayet edilen hadis hakkında mevzu hükmünü vermek, o kimsenin rivayetinde doğru olabileceği ihtimali dolayısıyla zanna dayanır.
Ancak bu zan, ravinin yalancı olarak bilinmesi dolayısıyla da gerçeğe yakındır ve hadis hakkında sahih hükmünden ziyade uydurma hükmünün verilmesini sağlar, diğer taraftan, bu hükmü verecek olan hadis imamları sahip oldukları kuvvetli meleke, parlak zihin, geniş anlayış ve hükme kaynak teşkil eden karinelere derin vukuf sayesinde, hadislerin mevzu olanlarını diğerlerinden ayırt etmekte güçlük çekmezler.
Bazen de bir uydurma hadisin uydurma olduğu, onu
uyduranın itiraf etmesiyle anlaşılır. Hadis uyduranların bir kısmı sonradan yaptıklarını itiraf etmişler; bir kısmı zor karşısında bir kısmı da pişmanlık duyarak yaptıklarını kendi ağızlarıyla söylemişlerdir. Buna dair pek çok misal vardır. Örneğin, Meysere, Kur'ân'ın faziletleri konusundaki hadisi uydurduğunu bizzat kendisi itiraf etmiştir. Ömer b. Subh'un , Peygamber (s.a.v)'in bir hutbesini uydurduğunu itiraf etmesi de bu konuda misal verilebilir.
Bununla birlikte hadisin uydurma olduğuna delâlet eden bazı karineler vardır. Bu karineler bazen ravide olur, bazen de hadisin kendisinde bulunur.
Ravide bulunan karinelerin önemlileri, ravisinin hadis uydurmakla tanınan bir kimse olması, hali, aşırı mezheb taraftarı oluşu gibi hususlardır. Bunlar hakkında kısa bilgiler verelim.
Uydurma hadisin ravilerinden biri, en ağır cerh sebebi olan hadis uydurmakla tanınan birisi ise isnadında onun yer aldığı hadisin uydurma olduğuna kolayca hükmedilebilir.
Örneğin,
"Allah için ilmi taleb eden biri ilmin herhangi bir babına (konusuna) göz atar atmaz alçak gönüllülüğü artar, insanlara karşı tevazuu, Allah korkusu, dünya işlerine gayreti fazlalaşır.
İlminden faydalanan ilim öğrenmek için muracaat edilecek kimse olur. İlmi dünya menfaati ve insanlar nazarında yüksek mevkii sahibi olmak sultanlara yakınlık kurmak için öğrenen kimse ise onun herhangi bir konusuna gelince nefsinde büyüklük duygusu, Allah'a karşı gururu; dinînde cefası artar. İşte böylesi ilimden hiç bir fayda görmez. İlmi kendine huccet olmaktan çıkar. Kıyamet günü ise pişmanlık ve aşağılık verir.” (İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 1/231)
Hadisinin ravisi Ömer b. Subh aşırı yalancı ve hadis uydurmakla bilinen biridir. (Hasis, 317)
Bu hadisin isnadında onun ismine rastlanması onun uydurma olduğunun açığa çıkmasına yardım eder.
Bazen hadisin uydurma olduğu, ravisinin halinden anlaşılır. Buna misal olarak; Me'mun b. Ahmed'in, Hasenu'l-Basrî ile ilgili bir sözü verilebilir:
Bir gün bu şahsın yanında Hasen'in, Ebu Hurayra'dan hadis işitip işitmediği konusunda ihtilaf söz konusu edilince, Me'mun, hemen Hz. Peygamber (s.a.v)'e ulaşan bir isnad söyleyerek şöyle demiştir:
"Hasenul-Basrî, Ebu Hurayra'den hadis işitti. (Nuzhe, 44)
Ravînin aşırı mezheb taraftarı oluşu da, uydurma hadisin tanınmasında önemli bir karinedir. Böyle bir ravi, mezheb veya mezheb imamı, yahud mezhebin görüşü ile ilgili bir hadis rivayet ederse, bu, hadisin uydurma olduğunu delâlet eden karine sayılır.
Yukarıda geçen Me'mun b. Ahmed'in, Şafiî'lerin, Horasan'da yayıldıklarının söylenmesi üzerine hemen İmam Şafii'yi yeren buna karşılık İmam-ı A'zam'ı öven hadis rivayet edişi buna da misaldir. Me'mun'un mutaassıb bir Hanefî oluşu rivayetinin uydurma oluşuna ayrı bir karine olmuştur.
Bir hadisin mevzu olduğuna delâlet eden karinelerden; hadisin metninde bulunanlara gelince, bunlar sırasıyla; hadislerin lafzında ve manasında bozukluk olması; akla ve tecrübe ile kapanılmış bilgilere aykırı olması; Kur'ân-ı Kerime ve sahih hadislere aykırılık; târihî olaylara aykırılık; elde mevcut güvenilir hadis kaynaklarında bulunmamak; bir çok kimsenin görmesi gereken bir olayı bir kişinin rivayet etmesi gibi hususlardır.
Peygamber, Arabların en güzel konuşanıydı. Bundan dolayı onun sözlerinde ölçülü bir ifade güzelliği, açıklık, akıcılık, belagat gibi Arab dilinin kaidelerine uygun bir güzellik vardır. İşte bu noktadan hareket eden muhaddisler, sözünde veya manasında ölçüsüzlük, dil kaidelerine aykırılık bulunan hadislerin uydurma olduğunu söylemişlerdir. Gerçek de öyledir. Meselâ, halkı hayırlı işlere teşvik etmek için uydurulan hadislerde aşırılık, özellikle sevab ve cezada ölçüsüzlük vardır.
Dinsizlerin ve İslâm düşmanlarının uydurdukları hadisler ise Müslümanlığın temel ölçülerine sığmayan bayağı ifadeler taşır. Bu belirtiler onların uydurma olduğunu hemen belli eder.
Meselâ, "Kim (he) harfini tek gözlü yapmadan besmele yazarsa Allah ona bir milyon iyilik yazar; derecesini bîr milyon kere yükseltir. (Mevzu Hadisler, 178)
"Kim helâlinden kazandığı bir hurma île iftar ederse kıldığı namaza 400 namaz ilave edilir.” (Mevzuat, 194)
"Nisan ayının çıktığını bana müjdeleyenin Cennet'e girmesine kefil olurum.” (Mevzûât-ı Ali Tercümesi, 156)
Peygamber (s.a.v)'e gerçekten ait olan sözler âkla, sağduyuya, tecrübe ile elde edilmiş bilgilere tamamen uygundur. Dolayısıyla bunlara aykırı olan sözler ona ait değildir. Meselâ,
"Nuh'un gemisi Kabe'yi yedi kere tavaf etti; İbrahim makamının arkasında iki rekât namaz kıldı.. Ana babasına iyilik etmek isteyenler şairlere para versin... İnsanoğlunun kalbi kışın yumuşar. Bunun sebebi, Allah'ın Adem'i çamurdan yaratmış olmasıdır; çünkü çamur kışın yumuşak olur" uydurmaları gibi.
(Mevzuat, 1/153, 261; Lisân, 1/31)
Allah Rasulu, Kur'ân-ı Kerim'i Müslümanlara tebliğ etmekle kalmamış; aynı zamanda onu açıklamış ve uygulamıştır. Onun her sözü ve davranışı, Kur'ân-ı Kerim'e uygundur. Buna göre eğer bir rivayet, Kur'ân-ı Kerim'e ve onun doğrultusundaki sahih hadislere aykırı ise onun uydurma olduğuna hükmedilir.
Meselâ, "Kötü ahlaklı olmak affedilmeyecek bir günahtır" uydurması, "Allah kendisine şirk koşulmasını asla affetmez. Bunun dışında dilediğini affeder..." mealindeki âyete (Nisa 116) aykırıdır.
Allah'ın, adı Ahmed veya Muhammed olanları Cehennem'e koymayacağına; güzel yüzlü ve siyah gözlülere azab etmeyeceğine dair olan uydurma da öyledir:
"Allah sizin vücutlarınıza ve yüzlerinize değil, kalblerinize bakar" sahih hadisine aykırıdır. (Mevzu Hadisler, 183)
Uydurma hadislerin uydurma olduklarını gösteren karinelerden birisi de, hadiste anlatılanların tarihî olaylara aykırı olmasıdır. Buna göre, bir hadiste anlatılan olaylar tarihî gerçeklere uymuyorsa, o hadis uydurmadır.
"Soğuktan sakının. Çünkü kardeşiniz Ebu'd-Derdâ'yı soğuk öldürdü" (Masnû, 20; Esne'l-Metâlib, 16) sözü gibi.
Peygamber (s.a.v)'in böyle bir söz söylemesi mümkün değildir; çünkü Ebu'd-Derdâ , Peygamber (s.a.v)'in vefatından 22 yıl sonra hicretin 32. yılında ölmüştür.
Şu uydurmada aynı şekildedir:
"Aişe (r.anha) söylüyor:
"Peygamber (s.a.v)'in Fatıma'nın boynunu bir çok defalar öptüğünü gördüm, Bunun sebebini öğrenmek istedim. Buyurdular kî, yâ Humeyrâ! Bilmezmisin ki, Mi'raca çıktığımda Allah'ın emriyle Cebrail beni Cennefe götürdü. Bir benzerini görmediğim kokusu hoş; mevyesi nefis bir ağacın yanında durduk. Cebrail'in soyarak bana ikram ettiği meyveleri yedim. Allah onlardan bende bir su yarattı. Dünyaya dönünce Hatice ile beraber oldum; sonunda Fatıma'ya hamile kaldı. İşte ben Cennetteki o ağacın kokusunu özledikçe Fatıma'nın boynunu! öper; o kokuyu alırım".
Bu hadisin uydurma olduğu da tarihî olaylara aykırı oluşundan bellidir; çünkü Fatıma, Peygamber (s.a.v)'e peygamberlik verilmeden 5 yıl önce doğmuştur. Ayrıca Mi'rac, Peygamberliğin 12. yılında ve hicretten bir; Hatice'nin ölümünden iki yıl sonra olmuştur. Halbuki hadise göre, Peygamberlikten önce doğan Fatıma'nın, Hatice'nin ölümünden iki yıl sonra dünyaya gelmiş olması gerekir. Böyle bîr şey olmayacağına göre hadisin uydurma olduğu kendiliğinden açığa çıkar.
Nitekim İbnu'l-Cevzî, bu hadisi tenkid ederken surdan söylemiştir:
"Bu sözlerin uydurma olduğunda hadîs mutehassısları bir yana, acemi hadisçiler bile şüpheye düşmez. Bu sözleri uyduran kimsenin zerre kadar tarih bilgisine sahip olmadığı meydandadır; çünkü Fatma, Peygamber (s.a.v)'e Peygamberlik verilmezden önce dünyaya gelmiştir. Burada mi'ractan bahsedilmesi ise ayrı bir rezalettir; çünkü mirac, Hatice'nin ölümünden sonra ve hicretten bir yıl önce olmuştur. (Mevzuat, 1/411)
Peygamber (s'.a.v)'den rivayet edilen hadisler, genellikle, birinci hicri asrın sonlarından başlamak üzere derlenmiş, çeşitli metodlarla muteber eserlere geçirilmiştir. Öyle ki bu eserlere girmeyen hiç bir sahih hadis kalmamıştır. Bu yüzden elde mevcud güvenilir hadis kitaplarında bulunmayan hadislerin uydurma olduğuna kanaat getirilir.
Suyûtî bu konuda der ki:
"Hadis kitaplarında yer almayan, muttasıl bir isnadı da olmayan hadislere yalnız bazı va'z, tefsir, siyer ve tarih kitaplarında rastlamaktayız. İlk devirlerdeki hadis imamları zamanında mevcut olmayan bu sözlerin çoğu sonradanuydurulmuştur. (Mevzu Hadisler, 180)
Ne maksadla uydurulmuş olurlarsa olsunlar, uydurma hadislerin İslâm Dinin’e ve Müslümanlara çok büyük zararları olmuştur.
(İbnu'l Kayyim el Cevziyye; Uydurma Hadisleri Tanıma Yolları )
Hadis Terimleri
Ahberanâ: Sözlükte "Bize haber verdi" anlamındadır. Hadis rivayet metotlarından birisiyle alınan hadislerin, başkalarına rivayeti sırasında isnada kullanılan eda lafızlarından biridir.
Bu lafız; ravinin, hadisi, hangi rivayet metoduyla aldığını göstermekte ve onu şeyhine nisbet etmekte kullanılır.
Bu lafız, daha çok, hadis rivayet metotlarının en sağlamı olan ve şeyh ile tâlib (hadisi alan kimsen)in bir araya gelmesiyle rivayeti ifade eden semâ' yoluyla rivayette kullanılan üçüncü lafızdır.
Batıl: Hadis terminolojisinde, uydurma hadis anlamında kullanılmaktadır.
Cerh: Sağlam ve hafız olan bir alimin, bir ravinin rivayetini, kendisinde veya rivayetinde bulunan yaralayıcı illet sebebiyle reddetmesine denir.
Ceyyid: Bazı alimlere göre, "sahih" hadisin karşılığı olarak kullanılmıştır. Bazı hadis alimlerine göre ise "hasen li zatini" ifadesinin karşılığıdır.
Garîb: Genelde hangi tabakadan olursa olsun, bir ravinin tek başına rivayet ettiği hadis olarak tarif edilmiştir. Bu manada, "ferd-i nisbî"nin diğer adıdır. Sadece bir ravi tarafından rivayet edilen hadis, bir benzeri başka raviler tarafından rivayet edilmediği yada diğer rivayetler ona aykırı olduğu için tek kalan hadistir.
Garib hadis, şaz hadisten farklıdır. Şaz hadiste garabetle birlikte muhalefet şartı da aranır. Bundan dolayı şaz hadis zayıf ve merduttur. Garîb hadis ise isnadın durumuna göre sahih, hasen ya da zayıf olabilir. Sahih veya hasen olan garîb hadis, akâid dışındaki dinî konulara delil teşkil eder, hükmü bağlayıcıdır. Bu itibarla hadislerdeki gariplik, hadisin sıhhatini yok edici bir özellik değildir.
Hasen: Sahih hadis ile zayıf hadis arasında yer alan, ancak sahihe daha yakın olan bir hadis çeşididir.
Haddesenâ: "Bize tahdis etti" sözlük manasıyla eda lafızlarındandır. Ravinin, şeyhinden rivayet ettiği hadisleri talibe ( hadisi alan kimse)ye rivayet ederken kullanılır.
Haddesenâ lafzının, hadis rivayet yollarından özellikle hangisiyle rivayet edilen hadislerin naklinde kullanılacağına dair hadisçiler arasında birlik yoktur. Bu lafzın sadece semâ' yoluyla alınan hadislerin edası sırasında kullanılması gerektiği görüşünde olanlarla birlikte arz, münâvele, icazet ve kitabet yollarıyla alınan hadislerin rivayetinde de kullanılmasını uygun görenler olmuştur.
Ne var ki, semâdan başka yolla rivayette rivayet şeklinin belirtilmesi gerekir.
İ'tibâr: "Ferd" zannedilen bir hadisin başka bir geliş yolu yada geliş yollarından rivayet edilib edilmediğinin, bir diğer ifadeyle ' ravisinin gerçekten tek olup olmadığının araştırılmasına denir.
Lâ asle lehu: "Aslı yoktur" anlamında gelen bir ifade olup uydurma hadisler hakkında verilen hükümlerdendir. Bu ifadeyle nitelenen hadisin, nakledildiği bir herhangi bir isnadı yoktur.
Leyse bi şey'in: "Lâ yusâvî şey'en" ile aynı manaya gelen cerh lafızlarındandır. Cerhin dördüncü derecesine delalet eden bu iki lafız, "bir para etmez, bir şeye değmez" manasına gelir.
Bu itibarla hakkında "Leyse bi şey'in" yada aynı manada gelen aynı derecede bulunan "Lâ yusâvî şey'en" denilerek cerh hükmü verilen ravinin hadisleri terk edilir. Hiçbir şekilde itibar edilmez.
Mahfuz: Hadis usûlünde Şâzın karşılığına denir. Şaz ise; sika ravinin, zabt ve rivayet çokluğu yönünden kendisinden daha üstün ravilerin rivayetine aykırı olarak rivayet ettiği hadise denir.
Daha üstün ravinin rivayetine ise mahfuz adı verilir. Mahfuz hadis, şaz hadise nisbetle üstün ve tercihe layık kabul edilmiştir.
Maktu': Sahabeden sonraki tabiîlerin sözleri ve fiillerine denir.
Ma'lûl (îlletli): "Görünüşte sahih olan, ancak aslında sıhhatine engel teşkil eden gizli bir kusur taşıyan hadis" diye tanımlayan varsa da, bunun yanında bunu tanımı kabul etmeyen kimseler de vardır.
Merfu': Peygamber (s.a.v)'e nisbet edilen söz, fiil ve takrirlere denir.
Mevkuf: Sahabilerden rivayet edilen sözlere ve fiillere denir.
Meçhul: Hadis terminolojisinde iki anlamı vardır.
Birincisi: Gerek kimli ve gerekse de adalet durumu bilinmeyen ravilere denir.
İkincisi: Zahiren adalet sahibi oldukları halde batinen adaleti meçhul olan ravilerdir.
Mutâbaât: Ravisi rivayette tek başına kaldığından ferd olduğu sanılan bir hadis, başka yol veya yollardan rivayet edilib edilmediğini anlamak üzere çeşitli hadis kitaplarından araştırılır. İtibar adı verilen bu araştırma sonunda o hadisin bir başka ravi tarafından rivayetinde tek kalan ravinin şeyhi veya şeyhinin şeyhinden rivayet edildiği anlaşılırsa, mutabaat meydana gelmiş olur.
Munkatı': Genellikle ne şekilde olursa olsun, senedinde ittisal bulunmayan hadislere denir. Senede ittisalin olmayışı, ya ravinin düşmesiyle veya müphem şekilde ifade edilmesiyle meydana gelir.
Munker: Ravinin muhalefetinden doğan bir zayıf hadis çeşididir.
Munkeru'l-hadis: Ravinin rivayet ettiği hadislerin, munker olmasıdır. Cerh lafızlarındandır. Hakkında "munkeru'l-hadis" cerh hükmü verilen ravinin hadisleri, dinî konularda delil sayılmaz. Ancak tamamıyla reddedilmez, itibar için yazılır.
Mursel: Sahabiden hadis rivayet etmiş bulunan tabiînin isnadında sahabiyi atlayıb doğrudan doğruyaPeygamber (s.a.v)'den rivayet ettiği hadislerdir.
Mutevâtir: Her tabakada Peygamber (s.a.v) üzerine yalan söylemeleri aklen mümkün olmayan çok sayıda ravi tarafından görerek yada işiterek rivayet edilen hadise yada habere denir.
Mutâbî: Ravisine hadisi rivayet edilmeye elverişli bir başka ravinin muvafakat ettiği ve bu ikinci ravinin o hadisi şeyhinden yada daha yukarıdaki bir raviden benzer sözlerle rivayet ettiği hadistir.
Muzdarib: Aynı hadisi, değişik şekillerde rivayet eden ravilerin hepsinin, adalet ve zabt bakımından birbirlerine yakın olduklarından bu rivayetlerden herhangi birini tercih etme imkanının olmaması haline denir.
Izdırab metin ya da senetler arasında olabileceği gibi, metin ve senetlerin ikisinde birden de görülebilir. Çelişkili olan rivâyetler arasında cem, tercih veya tevil mümkün olursa, hadisler muzdarib olmaz.
Muzdarib hadisler zayıf olub, bunların hükmüyle amel edilmez; üzerlerinde tavakkuf edilir.
Muzdarib hadisteki çelişki, sadece sika bir râvînin ismi, nesebi veya babasının ismi hakkında ise, bu durum hadisin sıhhatine zarar vermez.
Muzadriblik, hadisin metninde yada senedinden olur. Senedinden daha çok olur.
Muzdarib hadisler, ravinin vehmi yada zabt kusuru yüzünden hadisi iyi zabt edememesi sonucu kendi durumundaki ravilere muhalefetinden doğar. Bununla birlikte senedinde muzdariblik bulunan bazı hadislerin metni sahih olabilir.
Ravî: Peygamber (s.a.v)'in hadislerini rivayet eden kimseye denir.
Sahih: Adalet ve zabt sahibi ravilerin kesiksiz isnadla birbirlerinden rivayet ettikleri şaz ve illetli olmaktan uzak olan hadistir.
Sadûk: Adaletine hükmedilen ravinin rivayet ettiği hadislerin gözden geçirilmesi.
Seyyiu'1-hıfz: Bu cerh hükmü verilmiş ravi, adalet vasfını kaybetmiş sayılır. Hadisleri atılmaz. İtibar için yazılır. Sika: Adalet ve zabt vasfı taşıyan ravilere denir.
Seyyiu'l-hıfz: Bu cerh hükmü verilmiş ravi, adalet vasfını kaybetmiş sayılır. Hadisleri atılmaz. İtibar için yazılır.
Sika: Adalet ve zabt vasfı taşıyan ravilere denir.
Şâhid: Bir hadise lafız veya mana yönünden yada sadece mana itibariyle benzeyen lafızlarla bir diğer sahabiden rivayet edilen ve bu rivayetle ötekine muvafakat eden hadistir
Şazz: Genellikle umumi hükümlerden veya kulli kurallardan hariç ve tek başına kalana denir.
Muhaddislerin ıstılahında ise, metin veya senediyle sikaların rivayet ettiklerine muhalif olan hadise şazz hadis denir.
Şazz hadisin ravisi, sıka veya diğerleri olmasından daha geneldir.
Eğer ravisi sıka değilse buna mutlak olarak şazz-ı merdut denir. Ameli olsun itikadi olsun asla onunla amel edilmeyip "merdut" (redddedilmiş) ismiyle anılır.
Eğer ravisi sıka ise merdut değildir. Bu durumda ravisinin hıfz ve zabtının fazlaliğıyla veya ravilerin çokluğuyla veya ravisinin fakihliğiyle veya senedinin üstünlüğüyle veya Buhari gibi ummetçe makbul telakki edilen bir kitapta bulunmasıyla...v.s. yönlerden birisiyle tercih imkanı varsa hadislerden biri tercih edilir. Yoksa (yorum yapılmadan) tevakkuf edilir (yorum yapılmaz).
Tedlîs: Bir ravinin, çağdaşı olub görüşmediği veya görüştüğü halde hadis almadığı bir şeyhten işitmişcesine rivayette bulunmasıdır. Yine ravinin, hadis işittiği şeyhten gerçekte işitmemiş olduğu hadisi rivayet etmesi de tedlîstir.
Terekûhû: Hakkında bu cerh hükmü verilmiş olan ravi, artık adalet vasfını yitirmiştir. Bu itibarla ravi ve ravinin naklettiği hadisler terk edilir. Yani bu tür hadisler, ne yazılır, ne de i'tibar için dikkate alınır ve ne de şahid olarak göz önünde bulundurulur.
Uydurma: Çeşitli maksatlarla uydurulub Peygamber (s.a.v)'e iftira ve nisbet edilerek rivayet edilen sözlere denir.
Zayıf: Sahih ve hasen dışında kalan hadislerdir. Yani sıhhat şartlarını yaşıdığı için sahih denilen hadisler ile sahihlik şartlarını taşımakla birlikte ravileri zabt yönünden sahih derecesine çıkamayan ravilerin rivayet ettikleri hasen hadis hariç diğer hadislerdir.
Şimdi aşağıya sırasıyla metni, manası kendilerine garib gibi gelen hadis-i şeriflerden bazılarının ehl-i sünnet alimlerinin şerhleri, izahatlarını görelim: