Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Manası Gârib - Tuhaf Gelen Hadisler ve Sahihliği ?

ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Manası Gârib (!) Gelen Hadisler ve Sahihliği ?

images

Hadis-i şerifleri mana olarak aklen bize acaib , tersmiş veya mecazi anlamı olub da zahiri anlamda bize tersmiş gibi gelen hadis-i şerifler olabilir. Bunların tüm bu sebebleri bu hadislerin uydurma-mevdu olmasını gerektirmediğini , aksine ilimle , delille ortaya konulması gerektiğini bilmek gerekir.

Hadislerin sıhhat şartlarına (sened) bakmadan; sadece "aklıma yatmıyor, mantığıma uymuyor" , gibi kısır düşüncelerle reddeder isek, yüzlerce sahih hadis-i şerif-i, ehl-i sünnete muhalif olarak reddedip inkar edebiliriz.

Müslumanları ehl-i sünnet anlayışından uzaklaştırmanın tek yolu hadislerden koparabilmektir. Çünkü Kuran-ı kerime hem Allah'ın (c.c.) vaadi var , hemde hıfz olunması hasebiyle dokunamayacaklarını çok iyi bilmektedirler.
Musteşriklere hizmet edenlerin güncel belamlarından Turan Dursun, Edip Yuksel, Ferec Hödür ve daha nice mealci geçinen çağdaş mutezili akılcılarına uyacak olursak, Hadis usulunun ilminden alakasız ve cahilce; ehli sunnetin yıllardır kabul ederek amel ettiği Sahih hadisleri Allah korusun reddederiz.
Kalbleri vesveseye kapılmış bu taifeler sahih hadisleri reddederken, herhangi bir metin gibi algılayabilmektedirler.
Ehl-i sunnet alimlerinin bu hadisleri nasıl anladıklarını , şerhlerini , vurudunu, ravi, cerh- tadil, sened zinciri , hadis sıhati vs. gibi kurallarına ve izahatlarına şubheyle bakmadan reddedenler oldukça cahil cüretkarlardır.


İlim ve usul sahibi muhaddislerin, bizim zanni ve akli ölçülerimize göre değil metoda ve usule göre tetkik ederek hadisin sıhhat derecesini tesbit ediyor oldukları , bize garib gelen mananın ise aslen farklı izahatları olabileceğini bilmemektedirler.
Bu sebeble , bu tür hadislere, özellikle muteber hadis kitaplarında zikredilen hadis-i şeriflere, uydurma diyebilmek için o hadislerin muteber kitaplardan ve alimlerden şerhini incelemeden duygusal, akli ve fevri davranıp reddedilemeyeceğini anlamamız gerekir.
Meseleye usul, metod ilmi ile bakmayıb mantık çerçevesinde yaklaşacak olursak nice uydurma hadisleri aklımıza veya Kurana uygun diye sahihlemek zorunda kalırız(!).


Hadis Uydurmasına Karşı Alınan Tedbirler

1. İsnad ve Sened Tenkidi:


Muhammed b. Sirîn'in şöyle bir sözü vardır:
"İlk zamanlar kimse isnad sormuyordu; fakat müslümanlar arasına fitne girince o zaman isnad sorulmaya başlandı, Ehl-i sünnetten olanların hadisleri alınma; bid'atçılarin hadisleri terkedilme yoluna gidildi." Bu söz bize uydurma hadislerin ortaya çıkması üzerine hadisçilerin sahih hadisleri toplayabilmek için onları rivayet eden kimselere isnad sorduklarını gösterir.
Gerçekten Osman (r.anh)'ın şehid edilmesi, Bunu takip eden Cemel ve Sıffîn harpleri, Abdullah İbnu'z-Zubeyr'in halifeliğini ilan etmesi, Velid b. Yezîd'in öldürülmesi gibi olaylar özerine ortaya bazı siyasî karışıklıklar çıktı. Bu karışıklıklar, hadis uydurma hareketini alabildiğine körükledi. Böyle bir ortamda meydana gelen fikir ayrılıkları zamanla siyasi ve itikadı mezhepleri oluşturdu. Bunlara daha sonraları amelî mezhepler de eklendi.
Bu fırka ve mezhepler her biri kendi görüşlerine uygun hadîsleri yaymaya başlayınca hadislerin sayısı bir hayli arttı. Bir yandan mevzu hadislerin sayıca çoğalması öte yandan her önüne gelenin her duyduğunu rivayet etmesi karsısında ise isnad mecburiyeti konuldu. Böylece hadis uydurmanın önüne az da olsa geçmek imkanı doğdu.
Bir hadisi değerlendirmek isteyen ilkin onun senedine bakar. Hadisin sahih veya zayıf oluşu konusunda ilk bilgiyi sened verir.
Eğer hadisin senedinde hadis uydurmakla tenkid edilen biri varsa senedlerin eleştirilip sağlam olanların açığa çıkarılması aynı zamanda uydurma hadislerin tanınmasına yardım eder. İsnaddaki kusurlar da böyledir. "Eğer isnad olmasaydı isteyen istediği sözü hadis diye rivayet ediverirdi. Böyle birine "Sana bunu kim rivayet etti?" diye sorulacak olsa şaşırıp kalır sözü bunu gösterir.
İlerde göreceğimiz gibi isnad ve sened tenkidi, İslâm âlimlerinin eseri olan Cerh ve Ta'dil, Târîhu'r-Ruvât gibi hadisle ilgili ilimlerin oluşmasını sağlamıştır.


2. Metin Tenkidi:

Tamamen Müslüman alimlerin icadı olan hadisle ilgili ilimlerin bir tek hedefi ve gayesi vardır. Peygamber (s.a.v)'e gerçekten ait olan hadisten tesbit etmek.
Bu hedefe varmak için konuları isnad ve ravileri eleştirmek gibi tedbirlerle yetinmeyen muhaddisler, elde edilen hadis metinlerini de eleştirmek yoluna gitmişlerdir; çünkü hadis uyduranlar uydurdukları hadislere en sağlam isnadları eklemekten çekinmemişlerdir. Bu durumda bir hadisin sahih ve makbul sayılabilmesi için yalnızca isnad yeterli olmamıştır.
Bir başka deyişle muhaddisler bir hadisi sahih kabul etmek sadece isnadın ve senedin sahih oluşuyla yetinmişler; hadisini bir de akıl süzgecinden geçirme yoluna gitmişlerdir.
İbnul-Cevzî (ö. 597/1200)'nin, "Allah atı yarattı, sonra koşturdu uydurmasını tenkid ederken söyledikleri bunu gösterir. Diyor ki:
Böyle bir hadisin ravilerini araştırmaya hiç gerek yoktur; çünkü sika raviler imkânsız bir şey rivayet edip devenin iğne deliğinden geçtiğini haber verseler, sikalıklarının bir faydası olmaz. Eğer sen bir hadisi akla ve dini prensiplere aykırı bulursan, bil ki o hadis uydurmadır. (Mevzuat, 1/106)


3. Muhaddislerin Mucadelesi:

Yukarıda da geçtiği üzere, hadis uyduranlara karşı girişilen mucadele sahih hadisleri toplamak için yapılmıştır. Böyle bir maksatla yapılan mücadele sahih hadisleri toplayıp yaymak onları sahih olmayanlardan ayırmayı sağlayacak kaideler koymak ve hadis rivayet esaslarını tesbit etmek şeklinde yapılmıştır, ayrıca muhaddisler hadis uyduranlara karşı durmuşlardır.
Meşhur muhaddis Buhari, uydurma hadis rivayet edenlerin iyice dövülüb uzun süre hapsedilmesi (darb-ı şedîd, habs-i medîd) gerektiğine fetva vermiştir.
Muhaddislere ve mezheb imamlarına göre uydurma hadis rivayet eden kimse, başkalarının ibret alacağı bir şekilde cezalandırılır. Rezil edilir ve azarlanır. Yüzüne bakılmaz, selam verilmez. Kendisiyle bütün ilişkiler kesilir. Sufyân b. Uyeyne, böylesinin boynunun vurulması gerektiğini, Yahya b. Maîn ise kanının helal olduğunu söylemişlerdir.
Demek oluyor ki hadisçiler, sünnetin koruyucusu olarak
yalancıların karşısına çıkmışlar, onları yollarından çevirmek ve zararsız hale getirmek için maddî mukavemet usullerine baş vurmuşlar; bazen de bir takım tehdit vasıtaları denemişlerdir. Şurası muhakkak ki, Sünnetin müdafaası uğruna yapılan mucadelede büyük bir başarı elde edilmiştir.


4. Mevzu Hadislerin Teşhiri:

Muhaddislerce, bir hadisin uydurma olduğuna çeşitli şekillerde hükmedilir. Ancak onu uyduran raviye nisbetle verilecek hüküm, insanda hasıl olan galib zan yolu iledir. Kesin değildir; çünkü çok yalancı olan bir kimsenin bazen doğru söylemiş olması mümkündür. Böyle bir kimse tarafından rivayet edilen hadis hakkında mevzu hükmünü vermek, o kimsenin rivayetinde doğru olabileceği ihtimali dolayısıyla zanna dayanır.
Ancak bu zan, ravinin yalancı olarak bilinmesi dolayısıyla da gerçeğe yakındır ve hadis hakkında sahih hükmünden ziyade uydurma hükmünün verilmesini sağlar, diğer taraftan, bu hükmü verecek olan hadis imamları sahip oldukları kuvvetli meleke, parlak zihin, geniş anlayış ve hükme kaynak teşkil eden karinelere derin vukuf sayesinde, hadislerin mevzu olanlarını diğerlerinden ayırt etmekte güçlük çekmezler.
Bazen de bir uydurma hadisin uydurma olduğu, onu
uyduranın itiraf etmesiyle anlaşılır. Hadis uyduranların bir kısmı sonradan yaptıklarını itiraf etmişler; bir kısmı zor karşısında bir kısmı da pişmanlık duyarak yaptıklarını kendi ağızlarıyla söylemişlerdir. Buna dair pek çok misal vardır. Örneğin, Meysere, Kur'ân'ın faziletleri konusundaki hadisi uydurduğunu bizzat kendisi itiraf etmiştir. Ömer b. Subh'un , Peygamber (s.a.v)'in bir hutbesini uydurduğunu itiraf etmesi de bu konuda misal verilebilir.
Bununla birlikte hadisin uydurma olduğuna delâlet eden bazı karineler vardır. Bu karineler bazen ravide olur, bazen de hadisin kendisinde bulunur.
Ravide bulunan karinelerin önemlileri, ravisinin hadis uydurmakla tanınan bir kimse olması, hali, aşırı mezheb taraftarı oluşu gibi hususlardır. Bunlar hakkında kısa bilgiler verelim.
Uydurma hadisin ravilerinden biri, en ağır cerh sebebi olan hadis uydurmakla tanınan birisi ise isnadında onun yer aldığı hadisin uydurma olduğuna kolayca hükmedilebilir.
Örneğin,
"Allah için ilmi taleb eden biri ilmin herhangi bir babına (konusuna) göz atar atmaz alçak gönüllülüğü artar, insanlara karşı tevazuu, Allah korkusu, dünya işlerine gayreti fazlalaşır.
İlminden faydalanan ilim öğrenmek için muracaat edilecek
kimse olur. İlmi dünya menfaati ve insanlar nazarında yüksek mevkii sahibi olmak sultanlara yakınlık kurmak için öğrenen kimse ise onun herhangi bir konusuna gelince nefsinde büyüklük duygusu, Allah'a karşı gururu; dinînde cefası artar. İşte böylesi ilimden hiç bir fayda görmez. İlmi kendine huccet olmaktan çıkar. Kıyamet günü ise pişmanlık ve aşağılık verir.” (İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 1/231)

Hadisinin ravisi Ömer b. Subh aşırı yalancı ve hadis uydurmakla bilinen biridir. (Hasis, 317)
Bu hadisin isnadında onun ismine rastlanması onun uydurma olduğunun açığa çıkmasına yardım eder.
Bazen hadisin uydurma olduğu, ravisinin halinden anlaşılır. Buna misal olarak; Me'mun b. Ahmed'in, Hasenu'l-Basrî ile ilgili bir sözü verilebilir:
Bir gün bu şahsın yanında Hasen'in, Ebu Hurayra'dan hadis işitip işitmediği konusunda ihtilaf söz konusu edilince, Me'mun, hemen Hz. Peygamber (s.a.v)'e ulaşan bir isnad söyleyerek şöyle demiştir:
"Hasenul-Basrî, Ebu Hurayra'den hadis işitti. (Nuzhe, 44)
Ravînin aşırı mezheb taraftarı oluşu da, uydurma hadisin tanınmasında önemli bir karinedir. Böyle bir ravi, mezheb veya mezheb imamı, yahud mezhebin görüşü ile ilgili bir hadis rivayet ederse, bu, hadisin uydurma olduğunu delâlet eden karine sayılır.
Yukarıda geçen Me'mun b. Ahmed'in, Şafiî'lerin, Horasan'da yayıldıklarının söylenmesi üzerine hemen İmam Şafii'yi yeren buna karşılık İmam-ı A'zam'ı öven hadis rivayet edişi buna da misaldir. Me'mun'un mutaassıb bir Hanefî oluşu rivayetinin uydurma oluşuna ayrı bir karine olmuştur.
Bir hadisin mevzu olduğuna delâlet eden karinelerden; hadisin metninde bulunanlara gelince, bunlar sırasıyla; hadislerin lafzında ve manasında bozukluk olması; akla ve tecrübe ile kapanılmış bilgilere aykırı olması; Kur'ân-ı Kerime ve sahih hadislere aykırılık; târihî olaylara aykırılık; elde mevcut güvenilir hadis kaynaklarında bulunmamak; bir çok kimsenin görmesi gereken bir olayı bir kişinin rivayet etmesi gibi hususlardır.
Peygamber, Arabların en güzel konuşanıydı. Bundan dolayı onun sözlerinde ölçülü bir ifade güzelliği, açıklık, akıcılık, belagat gibi Arab dilinin kaidelerine uygun bir güzellik vardır. İşte bu noktadan hareket eden muhaddisler, sözünde veya manasında ölçüsüzlük, dil kaidelerine aykırılık bulunan hadislerin uydurma olduğunu söylemişlerdir. Gerçek de öyledir. Meselâ, halkı hayırlı işlere teşvik etmek için uydurulan hadislerde aşırılık, özellikle sevab ve cezada ölçüsüzlük vardır.
Dinsizlerin ve İslâm düşmanlarının uydurdukları hadisler ise Müslümanlığın temel ölçülerine sığmayan bayağı ifadeler taşır. Bu belirtiler onların uydurma olduğunu hemen belli eder.
Meselâ, "Kim (he) harfini tek gözlü yapmadan besmele yazarsa Allah ona bir milyon iyilik yazar; derecesini bîr milyon kere
yükseltir. (Mevzu Hadisler, 178)
"Kim helâlinden kazandığı bir hurma île iftar ederse kıldığı namaza 400 namaz ilave edilir.” (Mevzuat, 194)
"Nisan ayının çıktığını bana müjdeleyenin Cennet'e girmesine kefil olurum.” (Mevzûât-ı Ali Tercümesi, 156)


Peygamber (s.a.v)'e gerçekten ait olan sözler âkla, sağduyuya, tecrübe ile elde edilmiş bilgilere tamamen uygundur. Dolayısıyla bunlara aykırı olan sözler ona ait değildir. Meselâ,
"Nuh'un gemisi Kabe'yi yedi kere tavaf etti; İbrahim makamının arkasında iki rekât namaz kıldı.. Ana babasına iyilik etmek isteyenler şairlere para versin... İnsanoğlunun kalbi kışın yumuşar. Bunun sebebi, Allah'ın Adem'i çamurdan yaratmış olmasıdır; çünkü çamur kışın yumuşak olur" uydurmaları gibi.
(Mevzuat, 1/153, 261; Lisân, 1/31)


Allah Rasulu, Kur'ân-ı Kerim'i Müslümanlara tebliğ etmekle kalmamış; aynı zamanda onu açıklamış ve uygulamıştır. Onun her sözü ve davranışı, Kur'ân-ı Kerim'e uygundur. Buna göre eğer bir rivayet, Kur'ân-ı Kerim'e ve onun doğrultusundaki sahih hadislere aykırı ise onun uydurma olduğuna hükmedilir.
Meselâ, "Kötü ahlaklı olmak affedilmeyecek bir günahtır" uydurması, "Allah kendisine şirk koşulmasını asla affetmez. Bunun dışında dilediğini affeder..." mealindeki âyete (Nisa 116) aykırıdır.


Allah'ın, adı Ahmed veya Muhammed olanları Cehennem'e koymayacağına; güzel yüzlü ve siyah gözlülere azab etmeyeceğine dair olan uydurma da öyledir:
"Allah sizin vücutlarınıza ve yüzlerinize değil, kalblerinize bakar" sahih hadisine aykırıdır. (Mevzu Hadisler, 183)


Uydurma hadislerin uydurma olduklarını gösteren karinelerden birisi de, hadiste anlatılanların tarihî olaylara aykırı olmasıdır. Buna göre, bir hadiste anlatılan olaylar tarihî gerçeklere uymuyorsa, o hadis uydurmadır.
"Soğuktan sakının. Çünkü kardeşiniz Ebu'd-Derdâ'yı soğuk öldürdü" (Masnû, 20; Esne'l-Metâlib, 16) sözü gibi.
Peygamber (s.a.v)'in böyle bir söz söylemesi mümkün değildir; çünkü Ebu'd-Derdâ , Peygamber (s.a.v)'in vefatından 22 yıl sonra hicretin 32. yılında ölmüştür.
Şu uydurmada aynı şekildedir:
"Aişe (r.anha) söylüyor:
"Peygamber (s.a.v)'in Fatıma'nın boynunu bir çok defalar öptüğünü gördüm, Bunun sebebini öğrenmek istedim. Buyurdular kî, yâ Humeyrâ! Bilmezmisin ki, Mi'raca çıktığımda Allah'ın emriyle Cebrail beni Cennefe götürdü. Bir benzerini görmediğim kokusu hoş; mevyesi nefis bir ağacın yanında durduk. Cebrail'in soyarak bana ikram ettiği meyveleri yedim. Allah onlardan bende bir su yarattı. Dünyaya dönünce Hatice ile beraber oldum; sonunda Fatıma'ya hamile kaldı. İşte ben Cennetteki o ağacın kokusunu özledikçe Fatıma'nın boynunu! öper; o kokuyu alırım".


Bu hadisin uydurma olduğu da tarihî olaylara aykırı oluşundan bellidir; çünkü Fatıma, Peygamber (s.a.v)'e peygamberlik verilmeden 5 yıl önce doğmuştur. Ayrıca Mi'rac, Peygamberliğin 12. yılında ve hicretten bir; Hatice'nin ölümünden iki yıl sonra olmuştur. Halbuki hadise göre, Peygamberlikten önce doğan Fatıma'nın, Hatice'nin ölümünden iki yıl sonra dünyaya gelmiş olması gerekir. Böyle bîr şey olmayacağına göre hadisin uydurma olduğu kendiliğinden açığa çıkar.
Nitekim İbnu'l-Cevzî, bu hadisi tenkid ederken surdan söylemiştir:
"Bu sözlerin uydurma olduğunda hadîs mutehassısları bir yana, acemi hadisçiler bile şüpheye düşmez. Bu sözleri uyduran kimsenin zerre kadar tarih bilgisine sahip olmadığı meydandadır; çünkü Fatma, Peygamber (s.a.v)'e Peygamberlik verilmezden önce dünyaya gelmiştir. Burada mi'ractan bahsedilmesi ise ayrı bir rezalettir; çünkü mirac, Hatice'nin ölümünden sonra ve hicretten bir yıl önce olmuştur. (Mevzuat, 1/411)


Peygamber (s'.a.v)'den rivayet edilen hadisler, genellikle, birinci hicri asrın sonlarından başlamak üzere derlenmiş, çeşitli metodlarla muteber eserlere geçirilmiştir. Öyle ki bu eserlere girmeyen hiç bir sahih hadis kalmamıştır. Bu yüzden elde mevcud güvenilir hadis kitaplarında bulunmayan hadislerin uydurma olduğuna kanaat getirilir.
Suyûtî bu konuda der ki:
"Hadis kitaplarında yer almayan, muttasıl bir isnadı da olmayan hadislere yalnız bazı va'z, tefsir, siyer ve tarih kitaplarında rastlamaktayız. İlk devirlerdeki hadis imamları zamanında mevcut olmayan bu sözlerin çoğu sonradanuydurulmuştur. (Mevzu Hadisler, 180)


Ne maksadla uydurulmuş olurlarsa olsunlar, uydurma hadislerin İslâm Dinin’e ve Müslümanlara çok büyük zararları olmuştur.
(İbnu'l Kayyim el Cevziyye; Uydurma Hadisleri Tanıma Yolları )


Hadis Terimleri


Ahberanâ: Sözlükte "Bize haber verdi" anlamındadır. Hadis rivayet metotlarından birisiyle alınan hadislerin, başkalarına rivayeti sırasında isnada kullanılan eda lafızlarından biridir.
Bu lafız; ravinin, hadisi, hangi rivayet metoduyla aldığını göstermekte ve onu şeyhine nisbet etmekte kullanılır.
Bu lafız, daha çok, hadis rivayet metotlarının en sağlamı olan ve şeyh ile tâlib (hadisi alan kimsen)in bir araya gelmesiyle rivayeti ifade eden semâ' yoluyla rivayette kullanılan üçüncü lafızdır.


Batıl: Hadis terminolojisinde, uydurma hadis anlamında kullanılmaktadır.
Cerh: Sağlam ve hafız olan bir alimin, bir ravinin rivayetini, kendisinde veya rivayetinde bulunan yaralayıcı illet sebebiyle reddetmesine denir.
Ceyyid: Bazı alimlere göre, "sahih" hadisin karşılığı olarak kullanılmıştır. Bazı hadis alimlerine göre ise "hasen li zatini" ifadesinin karşılığıdır.
Garîb: Genelde hangi tabakadan olursa olsun, bir ravinin tek başına rivayet ettiği hadis olarak tarif edilmiştir. Bu manada, "ferd-i nisbî"nin diğer adıdır. Sadece bir ravi tarafından rivayet edilen hadis, bir benzeri başka raviler tarafından rivayet edilmediği yada diğer rivayetler ona aykırı olduğu için tek kalan hadistir.
Garib hadis, şaz hadisten farklıdır. Şaz hadiste garabetle birlikte muhalefet şartı da aranır. Bundan dolayı şaz hadis zayıf ve merduttur. Garîb hadis ise isnadın durumuna göre sahih, hasen ya da zayıf olabilir. Sahih veya hasen olan garîb hadis, akâid dışındaki dinî konulara delil teşkil eder, hükmü bağlayıcıdır. Bu itibarla hadislerdeki gariplik, hadisin sıhhatini yok edici bir özellik değildir.
Hasen: Sahih hadis ile zayıf hadis arasında yer alan, ancak sahihe daha yakın olan bir hadis çeşididir.
Haddesenâ: "Bize tahdis etti" sözlük manasıyla eda lafızlarındandır. Ravinin, şeyhinden rivayet ettiği hadisleri talibe ( hadisi alan kimse)ye rivayet ederken kullanılır.
Haddesenâ lafzının, hadis rivayet yollarından özellikle hangisiyle rivayet edilen hadislerin naklinde kullanılacağına dair hadisçiler arasında birlik yoktur. Bu lafzın sadece semâ' yoluyla alınan hadislerin edası sırasında kullanılması gerektiği görüşünde olanlarla birlikte arz, münâvele, icazet ve kitabet yollarıyla alınan hadislerin rivayetinde de kullanılmasını uygun görenler olmuştur.
Ne var ki, semâdan başka yolla rivayette rivayet şeklinin belirtilmesi gerekir.
İ'tibâr: "Ferd" zannedilen bir hadisin başka bir geliş yolu yada geliş yollarından rivayet edilib edilmediğinin, bir diğer ifadeyle ' ravisinin gerçekten tek olup olmadığının araştırılmasına denir.
Lâ asle lehu: "Aslı yoktur" anlamında gelen bir ifade olup uydurma hadisler hakkında verilen hükümlerdendir. Bu ifadeyle nitelenen hadisin, nakledildiği bir herhangi bir isnadı yoktur.
Leyse bi şey'in: "Lâ yusâvî şey'en" ile aynı manaya gelen cerh lafızlarındandır. Cerhin dördüncü derecesine delalet eden bu iki lafız, "bir para etmez, bir şeye değmez" manasına gelir.
Bu itibarla hakkında "Leyse bi şey'in" yada aynı manada gelen aynı derecede bulunan "Lâ yusâvî şey'en" denilerek cerh hükmü verilen ravinin hadisleri terk edilir. Hiçbir şekilde itibar edilmez.
Mahfuz: Hadis usûlünde Şâzın karşılığına denir. Şaz ise; sika ravinin, zabt ve rivayet çokluğu yönünden kendisinden daha üstün ravilerin rivayetine aykırı olarak rivayet ettiği hadise denir.
Daha üstün ravinin rivayetine ise mahfuz adı verilir. Mahfuz hadis, şaz hadise nisbetle üstün ve tercihe layık kabul edilmiştir.
Maktu': Sahabeden sonraki tabiîlerin sözleri ve fiillerine denir.
Ma'lûl (îlletli): "Görünüşte sahih olan, ancak aslında sıhhatine engel teşkil eden gizli bir kusur taşıyan hadis" diye tanımlayan varsa da, bunun yanında bunu tanımı kabul etmeyen kimseler de vardır.
Merfu': Peygamber (s.a.v)'e nisbet edilen söz, fiil ve takrirlere denir.
Mevkuf: Sahabilerden rivayet edilen sözlere ve fiillere denir.
Meçhul: Hadis terminolojisinde iki anlamı vardır.
Birincisi: Gerek kimli ve gerekse de adalet durumu bilinmeyen ravilere denir.
İkincisi: Zahiren adalet sahibi oldukları halde batinen adaleti meçhul olan ravilerdir.
Mutâbaât: Ravisi rivayette tek başına kaldığından ferd olduğu sanılan bir hadis, başka yol veya yollardan rivayet edilib edilmediğini anlamak üzere çeşitli hadis kitaplarından araştırılır. İtibar adı verilen bu araştırma sonunda o hadisin bir başka ravi tarafından rivayetinde tek kalan ravinin şeyhi veya şeyhinin şeyhinden rivayet edildiği anlaşılırsa, mutabaat meydana gelmiş olur.
Munkatı': Genellikle ne şekilde olursa olsun, senedinde ittisal bulunmayan hadislere denir. Senede ittisalin olmayışı, ya ravinin düşmesiyle veya müphem şekilde ifade edilmesiyle meydana gelir.
Munker: Ravinin muhalefetinden doğan bir zayıf hadis çeşididir.
Munkeru'l-hadis: Ravinin rivayet ettiği hadislerin, munker olmasıdır. Cerh lafızlarındandır. Hakkında "munkeru'l-hadis" cerh hükmü verilen ravinin hadisleri, dinî konularda delil sayılmaz. Ancak tamamıyla reddedilmez, itibar için yazılır.
Mursel: Sahabiden hadis rivayet etmiş bulunan tabiînin isnadında sahabiyi atlayıb doğrudan doğruyaPeygamber (s.a.v)'den rivayet ettiği hadislerdir.
Mutevâtir: Her tabakada Peygamber (s.a.v) üzerine yalan söylemeleri aklen mümkün olmayan çok sayıda ravi tarafından görerek yada işiterek rivayet edilen hadise yada habere denir.
Mutâbî: Ravisine hadisi rivayet edilmeye elverişli bir başka ravinin muvafakat ettiği ve bu ikinci ravinin o hadisi şeyhinden yada daha yukarıdaki bir raviden benzer sözlerle rivayet ettiği hadistir.
Muzdarib: Aynı hadisi, değişik şekillerde rivayet eden ravilerin hepsinin, adalet ve zabt bakımından birbirlerine yakın olduklarından bu rivayetlerden herhangi birini tercih etme imkanının olmaması haline denir.
Izdırab metin ya da senetler arasında olabileceği gibi, metin ve senetlerin ikisinde birden de görülebilir. Çelişkili olan rivâyetler arasında cem, tercih veya tevil mümkün olursa, hadisler muzdarib olmaz.
Muzdarib hadisler zayıf olub, bunların hükmüyle amel edilmez; üzerlerinde tavakkuf edilir.
Muzdarib hadisteki çelişki, sadece sika bir râvînin ismi, nesebi veya babasının ismi hakkında ise, bu durum hadisin sıhhatine zarar vermez.
Muzadriblik, hadisin metninde yada senedinden olur. Senedinden daha çok olur.
Muzdarib hadisler, ravinin vehmi yada zabt kusuru yüzünden hadisi iyi zabt edememesi sonucu kendi durumundaki ravilere muhalefetinden doğar. Bununla birlikte senedinde muzdariblik bulunan bazı hadislerin metni sahih olabilir.
Ravî: Peygamber (s.a.v)'in hadislerini rivayet eden kimseye denir.
Sahih: Adalet ve zabt sahibi ravilerin kesiksiz isnadla birbirlerinden rivayet ettikleri şaz ve illetli olmaktan uzak olan hadistir.
Sadûk: Adaletine hükmedilen ravinin rivayet ettiği hadislerin gözden geçirilmesi.
Seyyiu'1-hıfz: Bu cerh hükmü verilmiş ravi, adalet vasfını kaybetmiş sayılır. Hadisleri atılmaz. İtibar için yazılır. Sika: Adalet ve zabt vasfı taşıyan ravilere denir.
Seyyiu'l-hıfz: Bu cerh hükmü verilmiş ravi, adalet vasfını kaybetmiş sayılır. Hadisleri atılmaz. İtibar için yazılır.
Sika: Adalet ve zabt vasfı taşıyan ravilere denir.
Şâhid: Bir hadise lafız veya mana yönünden yada sadece mana itibariyle benzeyen lafızlarla bir diğer sahabiden rivayet edilen ve bu rivayetle ötekine muvafakat eden hadistir
Şazz: Genellikle umumi hükümlerden veya kulli kurallardan hariç ve tek başına kalana denir.
Muhaddislerin ıstılahında ise, metin veya senediyle sikaların rivayet ettiklerine muhalif olan hadise şazz hadis denir.
Şazz hadisin ravisi, sıka veya diğerleri olmasından daha geneldir.
Eğer ravisi sıka değilse buna mutlak olarak şazz-ı merdut denir. Ameli olsun itikadi olsun asla onunla amel edilmeyip "merdut" (redddedilmiş) ismiyle anılır.
Eğer ravisi sıka ise merdut değildir. Bu durumda ravisinin hıfz ve zabtının fazlaliğıyla veya ravilerin çokluğuyla veya ravisinin fakihliğiyle veya senedinin üstünlüğüyle veya Buhari gibi ummetçe makbul telakki edilen bir kitapta bulunmasıyla...v.s. yönlerden birisiyle tercih imkanı varsa hadislerden biri tercih edilir. Yoksa (yorum yapılmadan) tevakkuf edilir (yorum yapılmaz).
Tedlîs: Bir ravinin, çağdaşı olub görüşmediği veya görüştüğü halde hadis almadığı bir şeyhten işitmişcesine rivayette bulunmasıdır. Yine ravinin, hadis işittiği şeyhten gerçekte işitmemiş olduğu hadisi rivayet etmesi de tedlîstir.
Terekûhû: Hakkında bu cerh hükmü verilmiş olan ravi, artık adalet vasfını yitirmiştir. Bu itibarla ravi ve ravinin naklettiği hadisler terk edilir. Yani bu tür hadisler, ne yazılır, ne de i'tibar için dikkate alınır ve ne de şahid olarak göz önünde bulundurulur.
Uydurma: Çeşitli maksatlarla uydurulub Peygamber (s.a.v)'e iftira ve nisbet edilerek rivayet edilen sözlere denir.
Zayıf: Sahih ve hasen dışında kalan hadislerdir. Yani sıhhat şartlarını yaşıdığı için sahih denilen hadisler ile sahihlik şartlarını taşımakla birlikte ravileri zabt yönünden sahih derecesine çıkamayan ravilerin rivayet ettikleri hasen hadis hariç diğer hadislerdir.



Şimdi aşağıya sırasıyla metni, manası kendilerine garib gibi gelen hadis-i şeriflerden bazılarının ehl-i sünnet alimlerinin şerhleri, izahatlarını görelim:
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
33. KELER


5537 - Halid b. el- Velid'den rivayete göre ;
"O Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte Meymune'nin evine girdiler. Peygamber (s.a.v.)'in huzuruna kızartılmış bir keler getirildi. Rasulullah (s.a.v.) elini ona uzatacak gibi oldu. Hanımlardan birisi : 'Rasulullah (s.a.v.)'e yemek istediği şeyin ne olduğunu haber veriniz', dedi.
Onlar: 'O bir kelerdir, ey Allah'ın Rasulu', dediler. Bu sefer elini çekti.
Ben : 'O, haram mıdır ey Allah'ın rasulu' diye sordum.
Allah rasulu: 'Hayır ama benim kavmimin topraklarında bu yoktu. Kendimi ondan tiksiniyor buluyorum' dedi.
Halid dedi ki : Rasulullah (s.a.v.)'in gözleri önünde onu çekip yedim"


AÇIKLAMA

"Keler", fındık faresini andıran bir küçük hayvandır. Ancak ondan biraz daha büyüktür. Ebu Husel kunyelidir.

"Ben keleri ne yerim , ne de haram ederim"
Ebu Davud ve Nesai , Halid b. el-Velid'den şöyle dediğini nakletmiştir:
"Birkaç keler yakaladım. Onlardan birisini kızarttım. Onu Rasulullah (s.a.v.) 'e götürdüm. Bir çubuk alıp onunla parmaklarını saydı, sonra şunları söyledi:
"İsrail oğullarından bir topluluk yerde yaşayan haşereler haline mesh edildi. Ben bunların hangi haşereler olduğunu bilemiyorum" dedi ve ne kendisi yedi, ne de yenilmesini nehyetti" Hadisin senedi sahihtir.


"Kızartılmış bir keler getirdi"
Mamer yolu ile gelen rivayette (kızartılmış anlamındaki) "mahnuz" lafı yerine (aynı anlama gelen) "meşvi" lafzı zikredilmiştir.


"Benim kavmimin topraklarında yoktu"
İbni Arabi dedi ki : Bazı kimseler "benim kavmimin topraklarında yoktu" lafzına kelerlerin Hicaz topraklarında çok olduğunu söyleyerek itiraz etmiştir. İbnu'l Arabi der ki : Eğer bu kimseler bu sözleriyle bu haberi yalanlamayı kastetmişlerse bizzat kendileri yalan söylemişlerdir. Çünkü Hicaz topraklarında hiç böyle bir şey yoktu. Yahut bu kimselere kelerler gerçek isimlerinden başka bir isimle zikredilmiş olabilir yahut kelerler bu olaydan sonra ortaya çıkmış olabilir. Aynı şekilde İbni Abdilberr ve ona tabi olanlar da Hicaz topraklarında keler namına bir şeyin bulunmasını kabul etmemişlerdir.


Derim ki : Bu açıklamaların hiç birisine gerek yoktur. Aksine "kavmimin topraklarında" sözleri ile sadece Kureyşlileri kastetmiştir. Yani Mekke ve çevresini kapsamaktadır. Bunun böyle olması Hicaz'ın diğer bölgelerinde bulunmasına mani değildir.

Muslim'deki Yezid bin el -Asam yoluyla gelen rivayette şöyle denilmektedir :
"Medine'de bir damat bizi davet etti. Bize onüç keler ikram etti. Kimisi yedi kimisi yemedi"


İşte bu kelerin o topraklarda çokça bulunduğunu göstermektedir. Kelerin yenilemeyeceğini söyleyenlerden bazıları da Muslim'de yer alan, Ebu Said yoluyla gelen hadisi delil göstermişlerdir.
Buna göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Bana İsrailoğullarından bir ümmetin mesh olduğu nakledildi....."


Ben bunu daha önceleri şahidleri ile birlikte zikretmiş bulunuyorum.
Taberi ise şöyle demektedir: Hadiste kelerin mesh olunmuşlardan olduğuna dair kat'i bir ifade yoktur. Sadece kelerin bunlardan olacağından çekinmiştir, bundan dolayı onu yememiştir. Diğer taraftan o , bu sözlerini ancak Allah, Peygamberine mesh edilen insanların soyunun devam etmediğine dair bilgiyi vermeden önce söylemiştir. Tahavi de bu şekilde cevap verdikten sonra, el- Marur b. Suveyd yoluyla Abdullah b. Mesud'dan şöyle dediğini nakletmektedir: "Rasulullah (s.a.v.) 'e maymunlarla, domuzlar hakkında sorularak; Bunlar da mesh edilenlerden midir, denildi.
O şöyle buyurdu : "Allah helak ettiği bir kavmi -yahut meshettiği bir kavmin- nesillerini devam ettirmemiş ve onlardan sonra soylarından gelen olmamıştır." Bu hadisin aslı Muslim'de mevcuttur.


Hadisten Çıkan Sonuçlar :

1- Yine hadisten, hakkında şüphe edilen şeyin hükmünün açıklanması ile ilgili gerekli bilgilerin verileceği anlaşılmaktadır.

2- Bir şeyden mutlak olarak nefret etmek ya da ondan hoşlanmamak haram olmasını gerektirmez. Peygamber (s.a.v.)'den nakledilen herhangibir yemeği ayıblamadığı hususu sadece insanın pişirdiği yemekler ile alakalıdır. Böylelikle o yemeği pişirenin hatırı kırılmasın ve bu hususta onun kusurlu davrandığına dair bir sonuç çıkarılmasın. Mevcud haliyle yaratılmış olan bir yiyecekten tabiatın hoşlanmayışı ise imkansız bir şey değildir.

3- İnsan tabiatı bazı yiyeceklerden hoşlanmamak bakımından farklı farklıdır.

4- Yakın akrabanın , sıhri akrabanın ve arkadaşın evinde yemek yemek caizdir. Muhtemelen Halid b. el- Velid ile keleri yemek hususunda ona paralel davranan kimseler, bu yolla o keleri hediye veren kimsenin hatırını kırmamak yahut helal olduğu hükmünü muhakkak olarak bildiklerinden ya da peygamber (s.a.v.)'in "yiyiniz" emrine uymak istediklerinden yemişlerdir. Ondan yemeyenler ise bu husustaki emri mubahlık diye anlamışlardır.

5- Peygamber (s.a.v.) ashabı ile beraber yemek yerdi ve imkan bulduğunda et de yerdi. Ayrıca o yüce Allah'ın kendisine bildirdiklerinden başka gayba dair bir şey yemezdi.

6- Muminlerin annesi Meymune'nin çok akıllı olduğu ve peygamber (s.a.v.) 'e karşı son derece ve büyük çapta samimi davrandığı anlaşılmaktadır. Çünkü o peygamberin davranışlarını izlemesi sonucu neleri yemektedn tiksinebileceğini anlamış, bundan dolayı da kelerden de tiksinebileceğinden çekinip onu yediği taktirde tiksinmesi dolayısıyla rahatsız olacağından korkmuştu. Bu husustaki ferasetinin doğruluğu da ortaya çıkmıştı.

7- Bir kimsenin bir şeyden tiksindiğinden korkulacak olursa onu yiyerek zarar görmemesi için gerçeğin ondan gizlenmemesi gerekir. Nitekim bu durum bir takım kimselerin hallerine tanık olunarak tesbit edilmiştir.
Sahih-i Buhari Şerhi; İbn Hacer el Askalani: Fethu'l Bari ; C. 11, Sf: 280 - 282


3359- Ummu Şerik (r.anha)'dan rivayete göre Rasulullah (s.a.v.) , kelerin öldürülmesini emredip , şöyle buyurdu: " O İbrahim (a.s.)'a karşı ateşi üflüyordu".

Sahih-i Buhari Şerhi; İbn Hacer el Askalani: Fethu'l Bari ; C. 7, S: 43


3305- Ebu Hurayra'nin naklettiğine göre Rasul-u Ekram (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"İsrail oğullarından bir gurup kayboldu. Bu guruba ne olduğu bilinmiyor. Ancak bana öyle geliyor ki bunlar (bir ceza olarak) fareye dönüştürülmüşler. Çünkü farenin önüne deve sütü konulursa içmiyor fakat koyun sütü konulursa içiyor."
Ebu Hurayra (r.anh) şöyle demiştir:
"Ben bunu Ka'b'a anlattım. O da bana bir kaç defa: "Sen Peygamberin (s.a.v.) böyle dediğini gerçekten işittin mi? diye sordu. En sonunda ona : "Ne yani, benim Tevrat'ı okuduğumu mu düşünüyorsun? diye çıkıştım".


3306- Aişe'nin şöyle dediği nakledilmiştir: "Rasulullah (s.a.v.) kelere fuveysık (minik fasık) demişti. Fakat kelerin öldürülmesini emrettiğini işitmedim.

Sa'd ibn Vakkas ise Rasulullah'ın (s.a.v.) kelerin öldürülmesini emrettiğini söylemiştir.

3307- Ummu Şerik'ten nakledildiğine göre Rasulullah (s.a.v.)
ona kelerleri öldürmesini emretmiştir.


3308- Aişe'den nakledildiğine göre Rasul-u Ekram (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Sırtında iki beyaz çizgi olan zehirli yılan türünü (zu't-tufayteyn) öldürün!. Çünkü bu yılanlar gözün nurunu söndürür ve hamile kadınlara zarar verir".

Sahih-i Buhari Şerhi; İbn Hacer el Askalani: Fethu'l Bari ; C. 6, Sf: 639 -640



-------------*****-------------



Kertenkele Öldürmek

Ebu Hurayra (r.anh) anlatıyor: "Rasulullah (s.a.v.) buyurdular ki:
"Kim keleri ilk darbede öldürürse ona yüz sevab yazılır. İkinci vuruşta öldürürse daha az kazanır. Üçüncü vuruşta ise bundan da az sevab kazanır."
(Muslim Selam 147 (2240); Metin Muslim'den alınmadır. Ebu Davud Edeb 75 (5263 5264); Tirmizî Ahkâm 1 (1482). Bazı Tirmizî tertibinde Sayd bölümünde 13. babta.)


38- Kertenkele Öldürmenin Mustehab Oluşu Babı

142- (2237) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Amru'n-Nâkıd, İshâk b. İbrahim ve İbni Ebî Ömer rivayet ettiler, İshâk ahberanâ; ötekiler haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Sufyân b. Uyeyne AbdulHamid b. Cuheyr b. Şeybe'den, o da Saîd b. Museyyeb'den, o da Ummu Şerik'den naklen rivayet etti ki : Peygamber (s.a.v.) ona kertenkeleleri Öldürmesini emir buyurmuş.

İbni Ebî Şeybe'nin hadîsinde (Ona tâbiri yoktur. Sâdece) emir buyurdu, denilmiştir.

143- (...) Bana Ebu't-Tâhir de rivayet etti. (Dedi ki): Bizr İrni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana İbni Cureyc haber verdi.

Bana Muhammed b. Ahmed b. Ebî Halef dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh rivayet etti. (Ded; ki) : Bize İbni Cureyc rivayet etti.
Bize Abd b. Humeyd dahi rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bekir haber verdi. (Dedi ki) : Bize îbni Cureyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana AbdulHamid b. Cureyc b. Şeybe haber verdi. Ona da Saîd b. Museyyeb haber vermiş. Ona da Ummu Şerik haber vermiş ki; kendişi kertenkeleleri öldürmek hususunda Peygamber (s.a.v.)'den emir istemiş, O da onların öldürülmesini emir buyurmuş.
Ummu Şerik Benî Âmir b. Luey kabilesi kadınlarından biridir. İbni Ebî Halet ile Abd b. Humeyd'in hadîsleri lâfız itibariyle birdir. İbni Vehb'in hadîsi de ona yakındır.

144- (2238) Bize İshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Abdurrezzak haber verdi, (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Zuhrî'den, o da Âmir b. Sa'd'dan, o da babasından naklen haber verdi ki; Peygamber (s.a.v.) kertenkelenin öldürülmesini emir buyurmuş ve ona fasıkcık adını vermiş.


145- (2239) Bana Efcu't-Tâhir ile Harmele rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni Vehb haher verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, Zuhrî'den, o da Urve'den, o da Aişe'den naklen haber verdi ki : Rasûlullah (s.a.v.) kertenkele için fâsıkçık demiş.

Harmele şunu ziyâde etmiştir. Âişe : Ben onun kertenkeleyi öldürmeyi emrettiğini işitmedim demiş.

146- (2240) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Halid b. Abdulah, Suheyl'den, o da bahasından, o da Ebû Hurayra'den naklen haber verdi. Şöyle demiş; Rasûlullah (s.a.v.) :

«Her kim bîr kertenkeleyi ilk vuruşta öldürürse ona şu ve şu kadar sevâb vardır. Ve her kim onu ikinci vuruşta öldürürse, birinciden aşağı olmak üzere ona şu kadar sevab vardır. Ve her kim onu üçüncü vuruşta öldürürse ona da ikinciden aşağı olmak üzere şu ve şu kadar sevab vardır.» buyurdular.

147- (...) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Avâne rivayet etti. H.

Bana Zuheyr b. Harb da rivayet etti, (Dedi ki) . Bize Cerîr rivayet etti. H.
Bize Muhanımed b. Sabbah dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail (yâni tbni Zekeriyya) rivayet etti. H.
Bize Ebû Kurayb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Veki' Sufyan'dan rivayet etti. Bu râvileriıı hepsi Suheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hurayra'den, o da Peygamber (s.a.v.) 'den naklen Hâlid'in Suheyl'den rivayet ettiği hadîs manâsıyla rivayette bulunmuşlardır. Yalnız Cerîr mustesna! Çünkü onun hadîsinde :
«Her kim bir vuruşta bir kertenkele öldürürse ona yüz sevab yazılır, ikincide bundan daha aşağı, üçüncüde ondan daha aşağı yazdır.» ifâdesi vardır.

(...) Bize Muhammed b. Sabbah da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmâil (yâni Ebu Zekeriyya) Suheyl'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana kız kardeşim Ebû Hurayra'den, o da peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)den naklen rivayet etti ki :
«İlk vuruşta yetmiş sevab vardır.» buyurmuşlar,
Âişe hadîsini Buhari" «Bed'ul-Halk» bahsinde tahrîc etmiştir.
Vezega: Kertenkele demektir. Biraz daha büyüğüne Arablar Sam ebras derler.
Ulemâ kertenkelenin eziyet verici haşerattan sayıldığında ittifak etmişlerdir. Peygamber (s.a.v.)'in onun öldürülmesini emir buyurması bundandır. Bir vuruşta öldürmenin çok sevablı, ikinci vuruşta öldürmenin ondan daha az sevablı olması bu hususta dikkat göstermeye teşvik içindir. Çünkü bir vuruşta öldürülemezse kaçabilir.
Rasûlullah (s.a.v.) hilde ve haremde öldürülen zararlı hayvanlar gibi buna da fâsıkcık adı vermiştir. Fâsık yoktan çıkandır. Bu hayvanlar da fazla zarar yapmak ve eziyet vermek suretiyle âdeta diğer haşerâtın içinden çıkmışlardır.
İmam Ahmed'in Âişe'den rivayet ettiği bir hadîste şöyle denilmektedir :
«Aişe'nin evinde dayalı bir süngü vardı. Bu kendisine soruldu da şunları söyledi:
Biz onunla kertenkele öldürürüz. Çünkü Peygamber (s.a.v.) haber verdi ki: İbrahim (a.s.) ateşe atıldığı vakit yeryüzündeki bütün hayvanlar onu söndürmeye çalışmış, yalnız kertenkele istisna teşkil etmiştir. Çünkü o ateşi üfürmüştür. Bu sebeble Peygamber (s.a.v.) onun öldürülmesini emir buyurdu.»
Yine Hz. Âişe'den rivayet olunduğuna göre Beyt-i Makdis yandığı vakit kertenkeleler ateşi üfürmüşlerdir.
Bu hadîsler kertenkelenin fıtratında kötülük olduğunu beyân için vârid olsa gerektir.





-------------*****-------------


13- Çekirge Yenilmesi Babı


20-.......Ebû Ya'fûr şöyle demiştir: Ben İbnu Ebî Evfâ (r.anh)'dan işittim: Biz, Peygamber (s.a.v.)'in beraberinde yedi yâhud altı gazvede bulunduk, biz O'nun beraberinde çekirge yiyorduk, dedi.
Sufyân es-Sevrî, Ebû Avâne, İsrâîl, Ebû Ya'fûr'dan; o da İbn Ebî Evfâ'dan: "Yedi gazve" şeklinde söylemiştir


Bu hadîs, çekirge yemenin caiz olduğuna delâlet eder. Bu konuda sünenlerde başka hadîsler de gelmiştir. Bunlardan biri, İbn Mâce'nin rivayet ettiği Abdullah ibn Umer hadîsidir.
Bunda Rasûlullah (s.a.v.):

"Biz müslümânlara iki ölü hayvanın yenilmesi halâl kılındı ki, balıkla çekirgedir. İki nevi' kanın da yenilmesi halâl kılındı: Karaciğer ile dalak" buyurmuştur.
Bu konuda aykırı rivayet ve görüşler de vardır. Bu olumlu ve olumsuz rivayetler arasında en sahîh ve kuvvetli olanı, Buhârî'nin bu rivayetidir. Bu sebeble çekirgenin yenilmesi ve yine tezkiyesiz yenilmesi halâl olduğunda icmâ' vardır. Yalnız Mâlikîler, tezkiyenin lüzumunu iddia etmişlerdir. Ancak çekirgenin tezkiyesinin keyfiyetinde görüş ayrılığı olmuştur. Meşhur olan kafasının koparılması, çekirgenin tezkiyesidir...





"Rabbinin ordularını kendisinden başka kimse bilmez."(Muddessir, 31)

"Biz de ayrı ayrı mucizeler olarak onların (firavun ve kavminin) üzerine (îman etmedikleri ve isyanda aşırı gitmeleri sebebiyle) tufan, çekirgeler, böcekler (veya bitler), kurbağalar ve kan gönderdik (musallat ettik). Yine böbürlendiler ve günahkâr bir kavim oldular." (A'raf 133)


Selman (r.anh) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.v.)'e çekirgeden sorulmuştu:
'Onlar, Allah'ın en kalabalık ordularıdır. Onu ne yerim ne de haram kılarım.' buyurdular."
(Ebû Dâvud, Et'ime 35)



Cabir (r.anh)'dan :
Rasulullah (s.a.v.) çekirgelere beddua etti ve dedi ki: "Allah`ım! çekirgeleri helak et, büyüklerini öldür, küçüklerini helak et, nesillerini kes, ağızlarını geçimliğimiz ve rızkımızdan (uzak) tut. Sen duaları işitensin."
(Orada bulunan) bir adam: "Ey Allah`ın Rasulu! çekirgelere nasıl böyle beddua ediyorsunuz, onlar ki Allah`ın ordularından bir ordudur" dedi.
Aleyhissalatu vesselam da cevaben: "çekirge, denizdeki bir balığın hapşırığıdır" buyurdular.
(Kutub-i sitte ; 3914; Tirmizî, Et'ime 23)


"balığın hapşırığı" ifadesi muteşabih bir ifade olduğundan manası tam olarak bilinmemekle birlikte, yukarıda zikrettiğimiz âyetlerde olduğu üzere Allah (c.c.) azab etmeyi murad ettiği kimi kavimlere çekirge sürüsü göndermiştir.
Rasulullah (s.a.v.)'in bu bedduası da inananların üzerine gelebilecek herhangi bir musibetin def'i için Allah'a bir dua içeriğindedir.



-------------*****-------------



SİYAH KÖPEK

Ebû Zerr (r.anh)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
Bir kimse önüne hayvan semerinin önündeki veya arkasındaki tahta kadar da olsa bir şeyi koymaksızın namaz kılarsa önünden geçen siyah köpek, kadın ve eşek onun namazını keserek bozar."
Ebû Zerr’e sordum; "Kara köpeğin kırmızı ve beyaz köpekten farkı nedir?"
Dedi ki: "Ey kardeşimin oğlu benim Rasulullah (s.a.v.)’e sorduğum şeyi sende bana sordun, siyah köpek şeytandır buyurdular.
(Nesâî, Kıble: 7; Ebû Dâvûd, Salat: 113; Dârimi, Salat: 43; Tirmizî, Salat: 253)


Tirmîzî: Bu konuda Ebû Saîd, Hakem b. Amr el Gıfârî, Ebû Hurayra ve Enes’den de hadis rivâyet edilmiştir.
Tirmîzî: Ebû Zerr hadisi hasen sahihtir.
Bazı ilim adamları bu hadisle amel ederek, eşek, kadın ve siyah köpek namazı keser demişlerdir.
Ahmed diyor ki: Siyah köpek namazı keser bunda şubhem yok fakat kadın ve eşek konusunda şüpheliyim.
İshâk diyor ki: Namazı kara köpekten başka hiçbir şey kesmez.



106. Namaz Kılan Kimsenin Sutreye Yakınlığı

695. ...Sehl b. Ebi Hasme, Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
"Sîzden biriniz sutreye doğru namaz kıldığı zaman ona yaklaşsın ki, şeytan namazında ona vesvese vermesin."
[Nesaî, kıble 5; İbn Mâce, ikâme 39; Ahmed b. Hanbel IV, 2; Beyhakî, es-Sunenu'l-kubrâ, II, 272.]

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadisi(aynı zamanda) Vâkid b. Muhammed, Safvân'dan (o da) Muhammed b. Sehl'den (o da) babasından veya Muhammed b. Sehl (doğrudan doğruya) Peygamber (s.a.v.) 'den rivayet etmiştir. Bazıları da (bu hadisin) Nâfi' ö. Cubeyr vasıtasıyla Sehl b. Sa'd'den (nakledildiğini) söylemiştir. Ve bu hadisin senedinde ihtilâf edilmiştir.

Açıklama
Hadis-i şeriften namaz kılmak isteyen kimsenin önüne sutre dikmekle mükellef olduğu anlaşılmaktadır. Sutre koymak kişinin istek ve arzusuna bırakılmış değildir.
Çünkü hadis-i şerifte geçen "her ne zaman” manasına gelen edatı, kişinin her namaz kılışında önüm sutre ayması gerektiğini ifâde eder.
Bu sayede namaza şeytanın vesvesesinin karışması önlenmiş olur. Bir başka açıdan şeytanın bazı kişileri aldatarak namaz kılan kimsenin önünden geçirtmesi engellenmiş olur.
Bilindiği gibi namaz kılan kimsenin önünden geçilince eğer namaz kılan kişinin önünü kesen, kadın, eşek veya köpekse bazı âlimlere göre bu kimsenin namazı gerçekten bozulur. Bazılarına göre ise namazın özünü teşkil eden huzur ve huşu bozulmuş olur.
Bazı âlimler de buradaki şeytandan maksat namaz kılan kimsenin önünden geçen her yaratıktır. Çünkü Peygamber (s.a.v.) namaz kılan kimsenin önünden geçen her yaratık için şeytan tâbiri kullanmıştır, nitekim 697 numaralı hadis-i şerifte gelecektir.
Sutreye yakın durmanın hükmü mendubtur.
Hanefi âlimlerinden M. Zihni Efendi Ni'met-î İslâm'ın da, "Sünnet olan, sutreye yakın dumaktır" sözleriyle Hanefi ulemasının bu mevzudaki görüşlerini dile getirmiştir.
Sutreye yakınlığın ölçüsünü Atâ, İmam Şafiî ve İmam Ahmed (r.a.) üç zira' olarakk tesbit etmişlerdir.
İmam Mâlik hiç bir ölçü getirmemiştir.
Bazılarına göre bir karış bazılarına göre de altı zira'dır. [el-Aynî, Umdetu'l-Kârî, IV, 280.]

Muellif Ebû Dâvûd hadisin sonundaki mutaleasında bu hadisin zayıf olduğunu ifâde etmiştir.
Burada kadının eşek ve köpekle bir tutulduğu zannedilmemelidir. Çünkü eşekle köpeğin namaz kılan kimsenin huzurunu bozma sebebi ile kadının bozma sebebi tamamen ayrı şeylerdir. Eşekle köpeğin huzuru bozması yaratı Iışlanndaki fevkalâde dikkat çekici özelliklerle ilgili iken, kadının huzur bozması onun cinsî cazibesi ve erkekler için zaaf kaynağı olmasıyla ilgilidir. Namaz kılan bir erkeğin önünden geçen bir kadının, o erkeğin içinde ne gibi fırtınalar doğuracağını kimse kestiremez. Namazda gaye, İbâdet olması, Allah'a bağlılık ve Peygambere sadakatle tâbi olması hasebiyle, kadının geçmesi ile bütün bu sevgiler kadın sevgi ve ilgisi ile karışırsa namazın hikmeti ortadan kalkacağı malumdur. İşte bunda kadının zikredilmesi bundan başka bir şey ile tefsir edemez. Nitekim 702 no'lu hadiste gelecektir.

696. ...Sehl (r.anh) Men; demiştir ki:
Peygamber (s.a.v.) in namaz kıldığı yer ile kıble (duvarı) arasındaki (mesafe) bir dişi keçinin geçebileceği kadardı"
[Buhârî, salat 91; Muslim, salât 263; Ahmed b. Hanbel, IV, 54. ]
Ebû Dâvûd dedi ki; bu haber Nufeylî'ye aittir.
Açıklama

Rasul-u Ekram (s.a.v.) 'in "namaz kıldığı yer'den maksat, Kirmânî'ye göre, ayaklarının bulunduğu yerdir. Ancak Aynî merhum, "ayaklarının bulunduğu yerden secde ettiği yere kadar uzanan mesafe" olduğunu söylemiştir. (el-Aynî, Umdetu'l-Kaarî, IV, 279.)
Buna göre, namaz kılan kimse secdeye varınca secde halinde iken kıble duvarı ile arasında kalan mesafe bir keçinin geçebileceği kadar olmalıdır.
Ancak Ahmed b. Hanbel'in Bilâl'den rivayet ettiği; "Peygamber (s.a.v.) Kabe'ye girip namaz kıldı. Kendisiyle duvar arasında üç zira' bir mesafe vardı" hadis-i şerifi ise, Rasûl-u Ekram'in ayakta bulunduğu zaman duvarla kendisi arasındaki mesafeyi belirlemektedir.
Davudî, mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifle Ahmed b. Hanbel hadisinin arasım şöyle uzlaştırmıştır: Namaz kılan kimse ile duvar veya kıble arasındaki mesafe en az bir keçi geçebilecek kadar olmalı, en çok ise, üç zira olmalıdır.

107. Namaz Kılan Kimsenin Önünden Geçilmesine Mani Olma Yetkisi

697. ...Ebu Said eI-Hudrî (r.anh)den rivayet edildiğine göre Rasûl-u Ekram (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz namaz kılarken hiç kimseyi önünden geçirmesin, elinden geldiği kadar ona engel olsun. Eğer o kimse diretirse, onunla doğuşsun. Çünkü o ancak şeytan(ın yapacağını yapmakta)dır."
[Buhârî, salât 100, Muslim, salat 258; Nesâî, kasem 48; İbn Mâce, ikâme 39; muvatta', sefer 33, Ahmed b. Hanbel, III, 34, 44.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/66-67.]
Açıklama
Bu hadis-i şerifte namaz kılmakta olan bir kimsenin, önünden geçilmesine mâni olması emredilmektedir. Ancak namaz esnasında önünden geçen kimseye mudâhele etme hakkının doğması için daha önce geçen 689 ve ilerde gelecek olan 700 numaralı hadis-i şeriflerde beyân edildiği gibi sutre olma niteliği taşıyan bir nesnenin önüne konulmuş olması lâzımdır.
Buhârî, bu hadis-i şerifin sebeb-i vurûdu ile ilgili olarak şu hâdiseyi nakletmektedir:
"Ebû Salih es-Semmân dedi ki: Ebû Said el-Hudrî bir cuma günü insanlardan korunmak için önüne koyduğu bir sütrenin arkasında namaz kılıyordu. Derken Muayt oğullarından bir genç onun önünden geçmek istedi. Ebû Said de göğsünden iterek o gence mâni oldu. Genç, başka geçilebilecek bir yer olmadığını görünce, ikinci defa geçmeyi denedi. Ancak bu defasında da Ebû Said birincisinden daha şiddetli olarak karşı koydu. Bunun üzerine delikanlı Mervân'ın yanına gidip Ebû Said'i şikâyet etti. Hemen arkasından da Ebû Said, Mervân'ın yanına geldi. Ebû Said'i karşısında gören Mervân kendisine şu soruyu yöneltti:
Ey Ebû Said! Bu kardeşin oğluyla senin alıp veremediğin nedir? Ebû Said de şu cevabı verdi:
Rasûl-u Ekram (s.a.v.) 'i şöyle büyürken işittim:
"Sizden biriniz kendisini insanlardan koruyacak bir sutreye doğru namaz kılarken, birisi önünden geçmek isterse, ona mâni olsun. Eğer o kimse diretirse, onunla kavga etsin. Çünkü o şeytandan başka bir şey değildir.”
[Buhârî, salât 100.]
Kadı lyaz silâhla veya Önden geçen kişinin ölümüne sebeb olacak bir âletle müdâhelede bulunmanın caiz olmadığına ve tehlikeli olmayan bir müdâhale sonucu ölen bir kimse için de kısas lâzım gelmediğine dâir ulemânın görüş birliğinde olduğunu söylemiştir.
Bu kişi için diyet lâzım gelip gelmediği konusunda ise Malikîler arasında iki farklı görüş vardır. Bunlardan îbn Şa'ban'a göre bu kişi için diyet lâzım gelir. İbnu't-Tîn'e göre ise, kanı heder olur, yani karşılığında diyet ödenmez.
Ancak hemen şunu söyleyelim ki; namaz kılanın önünü kesip geçen kimse ile nasıl mucâdele edileceğine dair serdedilen bütün bu görüşler namaz kılarken önünde sütre bulunan kimsenin önünü kesen kimse ile ilgilidir. Yoksa önünde sutre bulundurmayan kimse için müdâhele veya mucâdele hakkı yoktur.
İbn Ebî Hamza ise, hadis-i şerifteki şeytanla kavgadan maksat, gürültüsüz, patırtısız olan ince ve mânevi bir müdâheledir. Yoksa gürültülü patırtılı, kaba kuvvete dayalı bir mücâdele değildir. Bu manada bir mücâdele de ancak istiâze (eûzu) ve besmele ile şeytandan korunmak ve sütre koymakla gerçekleşebilir.
Çünkü kaba kuvvete bağlı olarak yapılacak bir mücadelenin namaza vereceği zarar, önden geçen kimsenin vereceği zarardan daha büyüktür, demektedir.
Namaz kılan kimsenin önünden geçen kimse ile mücâdele etmedeki sebebin ne olduğu mevzuunda da iki görüş vardır:
a. Musallinin önünü kesen kişiyi günahtan alıkoymak,
b. Bu kişinin namaza zarar vermesini önlemek.
İbn Hamza birinci görüşü benimsemiştir. Aslında ikinci görüş daha kuvvetli ve isabetlidir.
Nitekim İbn Ebî Şeybe'nin İbn Mes'ûd (r.anhuma)'den rivayet ettiği bir hadis-i şerife göre, "bir kişinin namaz esnasında önünden geçilmesi o namazın yarısını ifsâd eder".
Yine Ebû Nuaym'in Ömer (r.anh)'den rivayet ettiği bir hadisi şerifte ise, "namaz kılan kişi eğer önünden geçilmekle namazın(n derecesini) ne kadar kaybettiğini bilseydi, sutresiz olarak asla namaz kılmazdı" buyurulmaktadır.
İşte bu hadis-i şerifler, namaz kılmakta olan kimsenin önünden geçmek isteyen kimseye engel olmanın gerçek sebebinin namaza zarar vermesi olduğunu ortaya koymaktadır.
Ayrıca, "musallinin önünden geçeni günahtan alıkoymak için onunla mucâdele edilir" diyenlere de, "şayet sizin görüşünüz isabetli olsaydı, o zaman çocuğun namaz kılan bir kimsenin önünden geçmesinde bir sakınca olmaması lâzımdı. Çünkü çocuk mükellef olmadığı için bu hareketiyle günahkâr olmaz" diye cevab verilebilir.
Hanefî âlimlerine göre ise, efdal olan namaz kılanın, önünden geçene mudâhale etmemesidir.
Buna göre namaz kılan bir kimseye mevzumuzu teşkil eden hadiste tanınan müdâhale hakkının doğması için namazdan önce önüne sutre niteliği taşıyan bir nesneyi koymuş olması gerekmektedir. İşte o zaman o kimse, önünden geçen kimseye gücünün yettiği kadar engel olmaya çalışır.
Zâhiriyye mezhebi âlimlerine göre, hadisteki "ona engel olsun" emrinin hükmü farzdır. Bu bakımdan namaz esnasında önünden geçen kimseye engel olmak o kimse için kaçınılmaz bir görevdir.
Şafiî âlimlerinden merhum Nevevî'ye göre ise, bu emrin hükmü kuvvetli bir mendubtur. Özellikle Şafiî âlimlerinden hiç bir kimse farz olduğunu iddia etmemiştir. [ el-Menhel, V, 90]
İleride gelecek olan 700 numaralı hadis-i şerifte de temas edileceği gibi eğer önünden geçmekte olan kimse yakınsa ona eliyle mâni olur, uzaksa işaretle veya "subhânellah" diyerek sesini yükseltmekle mâni olur.
Kadı İyaz ise, namaz kılmakta olan kimse 'önündenj geçene bulunduğu yerden müdâhalede bulunabileceğine, fakat bu maksatla yürümesinin asla caiz olmadığına dair âlimlerin görüş birliğinde olduklarım söylemektedir. Çünkü namazda yürümenin namaza vereceği zarar, önünden geçilmekle doğacak zarardan daha büyüktür. Bu bakımdan kişinin bulunduğu yerden elle müdâhalede bulunmasına izin verilmiştir. Önden geçen kimse uzakta bulunursa, o zaman da bulunduğu yeri terketmeden sadece işaretle veya "subhânellah" diyerek müdâhalede bulunabilir.
Hadisin zahirine bakılırsa namaz kılanın önünü kesmek isteyen kimseye çocuk bile olsa engel olunur.
Nitekim İbn Mâce'nin Ummu Seleme'den rivayet ettiği,
"Peygamber (s.a.v.) bir gün Ummu Seleme'nin odasında namaz kılarken Abdullah yahut Ömer b. Ebi Seleme önünden geçmek istedi de, Peygamber (s.a.v.) ona eliyle (geçmemesini) söyledi, o da vazgeçti, hemen sonra Zeyneb bint Ummü Seleme gelib önünden geçmek istedi. Rasûl-u Ekram (s.a.v.) ona da aynı şekilde eliyle geçmemesini söylemişse de o (aldırış etmeden) geçib gitti. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) namazı bitirir bitirmez (şöyle) buyurdu:
"Kadınlar (isyanda ve inatçılıkta) galibdirler."
[İbn Mâce, ikâme 38; Ahmed b. Hanbel, VI, 294.]
Bu hadisten anlaşılıyor ki önden geçmek isteyen çocuk da olsa izin verilmemelidir.
Hadis-i şerifteki "Onunla döğüşsün" cümlesinin anlamı İmam Şafiî'ye ve Mâliki âlimlerinden Kurtubî'ye göre, "eğer diretirse, birinci müdâhaleden daha sert bir mudâhalede bulunulsun"-demekse de, bazı Şafiîlere göre "gerçekten doğuşsun" demektir.
Ancak bu ikinci görüş namazın özünü teşkil eden huşu'a aykırı olduğu için ulemâ tarafından kabul edilmemiştir.
Kıymetli âlim Kâsânî'nin el-Bedâyi' isimli meşhur eserinde bu mevzuda şu bilgiler verilmektedir:
"Bizim için meselede delil şu hadis-i şeriftir: "Muhakkak ki namazda -ancak namazla ilgili fiillerle- meşgul olunur".
Kavga ve mucâdele namazla ilgili bir hareket olmadığına göre bu fiillerle meşgul olmak doğru ve caiz değildir."
Ancak mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifi merhum Kâsânî şöyle te'vil etmektedir: Ebû Said Hadisi ise, namazda her türlü hareketin mubah olduğu zamanlara aittir. Sonradan namazla ilgisi olmayan davranışların mubahlığı neshedilmiştir. [Bedâyiu's-sanâyi, I, 217.]

Hanefî alimlerinin bazıları da namaz kılanın önünden geçene engel olmak bir görev değil, bilakis bir izindir. Engel olmamak daha faziletlidir. Çünkü engel olma hareketi namazın dışında bir harekettir demişlerdir.
Ancak gerek mâni olma işinin namazın dışında bir hareket olduğu, görüşüne, gerekse Ebû Said hadisinin neshedildiği görüşüne diğer mezheb âlimleri tarafından itiraz edilmiştir.
"Çünkü o, şeytandan başka bîr şey değildir" cümlesindeki "şeytan” kelimesi bu kişinin yaptığı iş, şeytan işidir, anlamına gelebileceği gibi, gerçekten insan ve cin şeytanı anlamına da gelebilir.
Nitekim İbn Battal, "Şeytan" sözünün dinde fitne çıkaran herkes için kullanılmasının caiz olduğunu söylemekte ve kelimelerde mühim olan manadır, yoksa şekil değildir, demektedir.
Yine İbn Battâl'a göre, cinnilere hakikaten şeytan denebildiği gibi insanlara da mecazen şeytan demek caizdir.
Nitekim Kur'an-ı Kerim'de de insanoğluna şeytan denildiği görülmektedir:
"Biz (sana yaptığımız gibi) her Peygambere de insan ve cin şeytanlarını böylece düşman yaptık." [En'âm, 112.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/67-70.]

Bazı Hükümler
1. Namaz kılmakta olan bir kimsenin, önünden geçmek isteyene mani olması caizdir. Ancak namaz kılmakta olan kimsenin bu müdâhale etme hakkını kazanabilmesi için namazdan önce önüne sütre niteliği taşıyan bir nesneyi koymuş olması şarttır.

2. Namaz kılmakta olan kimsenin önünden geçmek isteyen kimse en uygun bir yolla engellenmeli, tehlikeli sonuçlar doğuracak müdahale yollarına gidilmemelidir.

3. Namaz kılmakta olan kimsenin önünden geçmek isteyen kişi, önünden geçtiği kimsenin gönlünü meşgul edip namazdaki huşu'una mâni olduğu için şeytana benzer.

4. Dinde fesat çıkaran kimselere şeytan denilmesi caizdir.


698. ...Ebû Saîd el-Hudrî (r.anh), Peygamber (s.a.v.)'i ; "Sizden biriniz namaz kıldığı zaman sutreye doğru kılsın ve ona yakın dursun.” buyurduğunu söylemiş sonra da (bir önceki hadisin) mânâsını rivayet etmiştir.
[Beyhakî, es-Sunen'il-kubrâ, II, 267.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/71.]

Açıklama
Muhammed b. Aclân, Zeyd b. Eslem'den rivayet ettiği bu hadisin sonunda, bir önceki hadisin mânâsını ifâde eden lâfızları nakletmiştir. İbn Hibbân'ın Sahîh'inde rivayet ettiğine göre, bu lâfızlar şöyledir:
Yanı "sizlerden biri namaz kıldığında sutreye karşı kılsın ve ona yaklaşsın. Çünkü şeytan sutre ile onun arasından geçer. Önünden geçen kimseye de fırsat vermesin."
699. ...Suleyman (b. Abdilmelik)in hacibi Ebû Ubey.d şöyle demiştir:
Ben Atâ b. Yezîd el-Leysî'yi ayakta namaz kılarken gördüm ve önünden geçmek istedim. O da beni geri çevirdi. (Namazını bitirdikten) sonra da (şöyle) dedi:
Ebû Said el-Hudrî bana Rasûlullah (s.a.v.)in şöyle buyurduğunu nakletti: "Sizden bir kimse (namaz kılarken) kıblesi ile kendi arasına birinin girmesine mâni olabilirse olsun."
Açıklama
Bu hadis-i şerifle ilgili açıklama 697. hadis-i şerifte geçmiştir. Oraya bakılabilir.
700. ...Ebû Said (r.anh)'den (rivayet edildiğine göre) Peygamber (s.a.v.) (şöyle) buyurmuştur:
"Sizden biriniz kendisine insanlardan sutre olacak bir şeye doğru namaz kılar da başka biri önünden geçmek isterse, ona göğsüne dokunarak engel olsun. Diretirse, onunla dövüşsün. Çünkü o ancak şeytan(dan)dır."
Ebû Dâvûd, Sufyan-ı Sevrî'nin şöyle dediğini söylüyor:
"Ben namaz kılarken önümden böbürlenerek geçen adama mâni olurum. Zayıfa mani olmam.”
[Buhârî, salât 100; bedu'1-halk 11; Muslim, salat 258, 259,-selâm 139; Ebû Dâvûd, salat 114; Nesâî, kasâme 48; Ibn Mace, ikâme 39; Dârİmî, salat 125; Muvatta, sefer 33; İstı'zân 33; Ahmed b. Hanbel, III, 39, 49, 57, 63.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/72]

Açıklama
Bu hadisle ilgili açıkljama 697. hadis-i şerifin açıklama kısmında geçtiğinden tekrara lüzum görmüyoruz. Oraya müracaat edilmelidir.

108. Namaz Kılanın Önünden Geçmenin Yasak Oluşu
701. ...Ebû Cuheym (r.anh), Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu bildirmiştir:
"Namaz kılanın Önünden geçen kimse, ne kadar günah işlediğini bilseydi kırk beklemeyi önünden geçmekten daha hayırlı bulurdu."
Ebu'n-Nadr; "Ravînin kırk gün mü, ay mı, sene mi? dediğini bilemiyorum" dedi.
[Buhârî, salât 101? Muslim, salât 261; Tirmizî, mevâkît 134; Nesâî, kıble 8; Dârimî, sa-lât 130; Muvatta, sefer 34, 35; Ahmed b. Hanbel, IV, 169.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/73]

Açıklama
Zeyd b. Halid el-Cuhenî, namaz kılmakta olan bir kimsenin önünden geçmenin günâhını öğrenmek üzere Busr b. Saîd'i Ebû Cuheym'e göndermiş, Ebü Cuheym (r.a.)'de bu hadis-i şerifi nakletmiştir.
Buna göre namaz kılmakta olan kimsenin önünden geçen kimse bu hareketinin vebalini bilmiş olsa uzun müddet beklemeyi tercih edecek yine de namaz kılanın önünden geçmeyecektir.
Ebû Davud'un bu rivayetinde "kırk beklemesi onun için daha hayırlı olurdu" şeklindeki cümle, bazı hadis kitablarında kırk yıl, kırk ay, kırk sabah, kırk saat, gibi farklı ifâdelerle nakledilmiştir.
Bütün bunlardan şu anlaşılıyor ki, bu cümlelerde geçen "kırk" kelimesiyle bizce bilinen kırk sayısı değil de takdiri bizce mümkün olmaycak kadar uzun bir zaman kast edilmektedir. İbn Mâce'nin Ebû Hurayra'den tahric ettiği rivayette ise, Peygamber (s.a.v.) "biriniz namaz kılarken din kardeşinin önünden geçmekte ne derece büyük günah olduğunu bilse, yüz sene yerinde durması onun önünden bir adım atmaktan kendisine daha hayırlı gelirdi" buyurdu denilmiştir.
[ibn Mâce, ikâme 37; el-Muttekî, Kenzu'I-Ummal, VII, 355.]
Taberânî'nin rivayetinde; "Namaz kılanın önünden geçen kimse ne derece günah işlediğini bilmiş olsaydı, uyluğunun kırılmasına razı olur da onun önünden geçmezdi" [el-Muttekî, Kenzu'I-Ummâl, VII, 355.]denilmiştir.
Ka'bu'l-Ahbâr; "namaz kılanın önünden geçen kimsenin yere batması onun önünden geçmesinden daha hayırlıdır" demiştir.
Bütün bunlar namaz kılanın önünden kasten geçmenin pek çirkin ve veballi bir hareket olduğunu göstermektedir. Sutrenin ardından geçmekte ise, herhangi bir sakınca yoktur.
Bazı Hükümler
1. Namaz kılmakta olan kimsenin önünden geçmek çok çirkin bir ıştır, bunu yapan günahkar olur. Nitekim bu mevzu ile ilgili olarak Ka'bu'l-Ahbâr'ın ve Taberânî'nin rivayet ettiği tehditkâr hadisler bulunmaktadır.
2. Namaz kılmakta olan kimse namazını ister tek başına, isterse imama uyarak kılıyor olsun, önünden geçmek isteyen kişiye engel olmalıdır. Nitekim bu mevzuda muktedinin durumu ileride tekrar ele alınacaktır.
3. Her ne kadar bu hadis-i şerifteki ve benzerlerindeki tehdid sadece namaz kılmakta olan kimsenin önünden geçene aitmiş gibi görünüyor ve namaz kılmakta olan kimsenin önünde duran veya oturan veya önünde uyuyan kimseler bu tehdidin dışında kalıyor gibiyse de, aslında bu yasağın gerçek sebebinin namaz kılan kimsenin zihnini bozmak ve huşu'unu ifsat etmek olduğu düşünülürse, bu kimselerin de bu hadis-i şerifteki tehdidin kapsamı içine girecekleri kolayca anlaşılır.
[ Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/74.]


105. "Başkası Tarafından Yapılan Bir Fiil, Namaz Kılanın Namazını Bozmaz, Görüşünde Olanlar .


514- Aişe'nin yanında namaz kılanın önünden geçen köpek, merkep ve kadının namazı bozacağından bahsedildi.
Bunun üzerine o, şöyle dedi:
"Bizi merkeple köpeğe mi benzettiniz! Allah'a and olsun ki, ben, kıble ile Peygamber (s.a.v.) arasında yatakta yatarken, onun bana doğru namaz kıldığını gördüm. Bazen bir ihtiyacım hasıl olurdu. Ona karşı oturup, AllahRasulunu (s.a.v.) rahatsız etmek istemezdim. Bu yüzden ayak ucu tarafından yavaşça sıyrılıp yataktan çıkardım."

Açıklama

(Başkası Tarafından Yapılan Bir Fiil, Namaz Kılanın Namazını Bozmaz Görüşünde Olanlar):
Bu hadisle amel edip etmeme konusunda âlimler farklı yorumlar yapmışlardır.Tahâvî ve daha başka âlimlere göre, Ebu Zerr'den nakledilen hadis ile buna benzer diğer rivayetler, Âişe hadisi vb. ile neshedilmiştir. Ancak, neshin iki olayın zamanının bilinmesi ve iki olayı uzlaştırmanın mümkün olmaması durumunda gerçekleştiği söylenerek bu görüşe itiraz edilmiştir.
Zaman bakımından meseleye baktığımız zaman, olaylann tarihinin saptanması imkansızdır. İki olayı uzlaştırmak ise mümkündür. İmam Şafiî ve diğer âlimler, Ebu Zerr hadisinde geçen namazı kat' etme ifadesini, namazı bozmak olarak değil de, namazdaki huşûu azaltmak olarak tevil etmiştir. Nitekim bu rivayetin râvîsinin köpeğin siyah ile takyid edilmesini sorması ve ona siyah köpeğin şeytan olduğu şeklinden cevab verilmesi de bunu destekler.
Malum olduğu üzere, şeytanın namaz kılanın önünden geçmesi, namazı bozmaz. Nitekim bu konuda "Sahih-i Buhârî'de "Namaz için kamet getirildiği zaman şeytan döner gider, kamet bitince kişi ile nefsi arasına girer." hadisi gelecektir.
"Namazda Bir Şey Yapmak" başlığı altında ise, "Şeytan karşıma çıktı ve bana saldırdı" hadisi nakledilecektir.
Nesâî ise Aişe'den Allah Rasulu'nün şöyle dediğini nakletmiştîr: "Onu yakaladım, yere yatırıb boğdum."
Bu hadiste şeytanın Peygamberin namazını bozmak için geldiği söylenemez. Bize göre İmam Muslim'in rivayeti, namazın neden bozulduğunu açıklamaktadır. Buna göre şeytan, bir ateş parçasını getirib Allah Rasulu'nün yüzüne vurmak istemiştir. Sadece namaz kılanın önünden geçmek ile onun namazı bozulmaz.

Bazılarına göre Ebu Zerr hadisi tercih edilir. Çünkü Âişe hadisi ibaha bildirmektedir.
Bu yorumlar, iki hadisin birbirine zıt olduğu esasına dayanır. Oysa iki rivayeti uzlaştırmak mümkündür. Kısaca bu rivayetler arasında herhangi bir çelişki yoktur.

Ahmed İbn Hanbel şöyle demiştir: "Namaz kılanın önünden siyah köpeğin geçmesi, namazı bozar. Merkebin veya kadının geçmesi ise tartışmalıdır."
İbn Dakîku'l-'îyd onun bu sözünü şu şekilde izah etmiştir:
"Ahmed İbn Hanbel siyah köpeğin namazı bozduğunu gösteren hadislere aykırı bir hadis bulamamıştır. Ancak Mina'da merkebinin üzerinde namaz kılanların önünden geçen İbn Ab-bâs'tan nakledilen hadis, merkebin namazı bozacağına dair hadisle çelişir. Aynı şekilde bu konuda zikredilen Aişe hadisi de kadının namaz kılanın önünden geçmesinin namazı bozacağı hükmü ile çelişir."
(O karşı oturup, Allah Rasûlu'nü rahatsız etmek istemezdim): Hadisin bu kısmı, oturan kadının, uyuyan kadından daha fazla namaz kılanın huşû'unu bozduğuna delil olarak getirilmiştir. Öyle anlaşılıyor ki, namaz kılanın zihninin dağılması, karşısındakinin hareket edip etmemesine bağlıdır. Buna göre, namaz kılanın önünden geçmek, daha çok namaz kılanın zihnini dağıtır. Aişe (bir rivayette) şöyle demiştir: "Ayağa kalkıb Peygamber'in önünden geçmekten hoşlanmazdım. Bu yüzden sessizce kayarak yataktan ayrılırdım."
Anlaşılan o ki, Âişe, sadece önünden geçme anında değil, her ne surette olursa olsun, kadının namazı bozmayacağı görüşündedir.

515- İbn Şihâb amcasına başkasının yaptığı bir fiil yüzünden namazın bozulup bozulmayacağını sormuş, o da şöyle cevab vermişti:
"Harici hiçbir şey namazı bozmaz.
Urve İbn Zubeyr'in bana haber verdiğine göre Allah Rasulu'nün eşi Hz. Aişe şöyle demiştir: 'Peygamber selem, gece vakti kalkar namaza dururdu. Bu esnada' ben ise, onunla kıble arasında birlikte uyuduğumuz yatakta yatardım.

Açıklama

(İbn Şihâb amcasına başkasının yaptığı bir fiil yüzünden namazın bozulup bozulmayacağını sormuş)
İbn Şihâb'ın delil olarak kullandığı Hz. Âişe hadisiyle şu şekilde istidlalde bulunulmuştur:
"Kadın namazı bozar" hadisi, kadının geçme, ayakta durma, oturma ve yatma hallerinin tamamını kapsar. Hz. Peygamber'in önünde uyuyan Hz, Aişe'ye doğru namaz kılmasının sahih bir yolla bize nakledilmesi, yatan kadına karşı namaz kılmanın namazı bozacağı hükmünün neshedildiğini gösterir. Kadının diğer durumlarının namazı bozması da, buna kıyaslanarak artık namazı bozmayacağı şeklinde anlaşılır."
Ancak bu yorumun kabul edilmesi, kadının yukarıda bahsi geçen hallerinin birbirine eşit olduğunun İspat edilmesine bağlıdır. Nitekim bu husustaki tartışmalara daha önce işaret etmiştik. Şayet Aişe'den nakledilen hadisin, Ebu Zerr hadisinden sonra varid olduğu ispatlanırsa, bu durum, sadece kadının namaz kılanın önünde uyumasının namazı bozacağı hükmünün neshedildiğine delalet eder.
Yine de bazıları, buna rağmen bu hadisin delil olarak kullanılmasına birkaç yönden itiraz etmiştir:

a) Kadının namazı bozması, namaz kılanın zihnini dağıtmasına yol açacak durumların meydana gelmesinden dolayıdır. Hz. Âişe, o dönemde evlerde lamba olmadığını ifade etmiştir. Böylece illetin ortadan kalkmasıyla birlikte ma'lûl da ortadan kalkar. Bir başka ifade ile, namaz kılanın zihnini dağıtacak durum söz konusu olmayınca, bu durumla ilgili olarak verilmiş hüküm de söz konusu olmaz.

b) Ebu Zerr hadisinde kadın, mutlak olarak zikredilmiştir. Âişe hadisinde ise zevce vasfı ile mukayyed olarak geçmektedir. Bu durumda mutlak mukayyede hamledilir ve şöyle denir:
Namaz kılanın önünden kadının geçmesinin namazı bozması, fitneye düşme endişesi yüzünden yabancı kadınlarla takyit edilmiştir. Eğer namaz kılanın önünden geçen eşi olursa, bu durum namazı bozmaz. Çünkü eşi, zaten kendisinindir.

c) Aişe hadisinde anlatılan olay, bir takım ihtimallere açıktır. Ebu Zerr hadisinde ise, başka bir ihtima! düşünülemez. Çünkü bu hadis, genei teşrî' sadedinde, yani herkese hitab eden dînî bir hüküm açıklanırken söylenmiştir. Nitekim İbn Battal bu durumu şu şekilde izah etmiştir:
"Peygamberin. Aişe'ye doğru namaz kılması ona özgü bir durumdur. Çünkü hiç kimse onun gibi nefsine hakim olamaz."
Hanbelî âlimlerinden biri şöyle der: "Ebu Zerr hadisi ile onunla aynı manayı ifade eden sahih hadisler, sarih olmayan veya sarih olup da sahih olmayan bir takım rivayetlerle çelişmektedir. Bu durumda, sarih olan Ebu Zerr hadisi ile amel etmekten vazgeçilemez. Yani çeşitli ihtimallere açık olan Aişe hadisi ve onu destekleyen diğer hadislerle amel edilmez.
Namaz kılanın önünden geçen ile kıble ve onun arasında uyuyan kimse arasındaki fark şudur:
Namaz kılanın önünden geçmek haramdır. Uyuyarak ya da başka şekilde onun önünde durmak ise haram değildir. Buna göre, kadının namaz kılanın önünden geçmesi namazı bozarken, önünde hareketsiz durması ise namazı bozmaz."
(Sahih-i Buhari Şerhi; İbn Hacer el Askalani: Fethu'l Bari ; C. 2, S: 147 -150)

-------------*****-------------


17 - KADININ UĞURSUZLUĞUNDAN SAKINILMASI

Ve yüce Allah'ın : "Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır." (Teğabun 14) buyruğu

5094- İbn Ömer'den, dedi ki : Peygamber (s.a.v.)'in huzurunda uğursuzluktan söz ettiler. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Eğer uğursuzluk herhangi bir şeyde varsa bu , evde, kadında ve atta söz konusu olur"

5095- Sehl ibn Sa'd'dan rivayete göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Eğer (uğursuzluk) bir şeyde varsa atta, kadında ve meskendedir"

5096- Usame ibn Zeyd (r.anh)dan rivayete göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Ben , benden sonra erkekler için kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmış değilim".

AÇIKLAMA

"Kadının uğursuzluğundan sakınılması"
Burada (uğursuzluk anlamı verilen) : "eş-Şu'm" uğur anlamına gelen "el-yumn"un zıttıdır.

"Ve yüce Allah'ın : "Muhakkak ki Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır" (Teğabun 14) buyruğu ." Bununla (Buhari) uğursuzluğun yalnızca bazı kadınlar hakkında söz konusu olduğu, diğer bazıları hakkında da söz konusu olmadığını işaret etmek istemiş gibidir. Buna da ayet-i kerime'deki kısmilik bildiren (....dan anlamındaki) "min"in delaletininden hareket ederek işarette bulunmaktadır.

Bir hadiste anlatılanlar buna açıklama getirebilir mahiyette olabilir. Sözkonusu bu hadisi Ahmed rivayet ettiği gibi İbn Hibban ve Hakim de sahih olduğunu belirtmişlerdir.
Hadisi Sa'd merfu olarak rivayet etmiş bulunmaktadır.
"Şu üç husus Ademoğlunun mutluluğundandır: Saliha bir kadın, uygun bir mesken ve uygun bir binek. Şu üç husus da Ademoğlunun bedbahtlığındandır: Kötü kadın, kötü mesken ve kötü binek."

"Benden sonra erkekler için kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmış değilim"
Şeyh Takıyyuddin es Subki der ki : Buhari bu hadisi , ayeti kerimeyi bab başlığında zikrettikten sonra İbn Ömer ve Sehl yolu ile gelen iki hadisin akabinde zikretmesi, uğursuzluğun , kendisinden düşmanlık ve fitne görülen kadınlara tahsis edildiğine bir işarettir. Bazı kimselerin anladığı gibi , kadının topuğundan bile uğursuzluğun söz konusu olduğu yahut kadının bunda bir etkisinin olduğu şeklindeki anlam doğru değildir. Zaten bu, ilim adamlarından hiç bir kimsenin belirtmediği bir görüştür.
Kadının bunda bir sebeb olduğunu söyleyen kimse de cahildir. Çünkü şeriat koyucu , yağmurun yıldızların doğuşuna bağlayan kimse hakkında mutlak olarak kafir ifadesini kullanmıştır. O halde kadının herhangi bir dahilinin bulunmadığı bir husus dolayısı ile şerri kadına nisbet eden kimsenin durumu ne olabilir? Olsa olsa görülen bir kaza ve kadere uygun bir halin ortaya çıkmasındna ibarettir. Bunun sonucunda da nefis bundan nefret eder. Böyle bir hal ile karşı karşıya kalan kimsenin böyle bir kadını terk etmesinin kendisine bir zararı olmaz.
Ancak o fiili o kadına nisbet etmek gibi bir kanaat taşıması şarttır.

Hadisten Çıkarılan Sonuçlar :

1- Kadınlar dolayısıyla fitneye maruz kalmak, başkaları dolayısıyla fitneye maruz kalmaktan daha ağırdır. Bunu yüce Allah'ın "Kadınlar .... gibi arzulanan şeylere sevgi, insanlara süslü gösterildi" (Al-i İmran 14) buyruğu da buna tanıklık etmektedir. Yüce Allah onları arzulanıp , sevilen şeyler arasında saymış ve direk türler arasında önce onları zikrederek başlamıştır. Yine muşahede ile görülen şu ki : Erkeğin , yanında bulunan hanımından olma çocuğuna karşı olan sevgisi, bu durumda olmayan başka bir kadından doğma çocuğuna olan sevgisinden daha fazladır.

2- Hukemadan birisi şöyle demiştir: kadınlar tamamıyla bir şerdir. Onlardaki en şer olan husus ise onlardan mustağni kalamayıştır.
Kadınlar "akli" ve dini bakımdan eksiklik" ile nitelendirilmiş olmakla birlikte erkeği akli ve dini bakımdan eksiklik gerektiren hususları işlemeye de iterler. Erkeğin dini hususlardan uzaklaşarak dünyaya talip olmak üzere hırs göstermesi gibi .... Bu ise fesadın en ağır halidir.

Muslim , Ebu Said yoluyla gelen "ve kadınlardan sakınınız" diye bilinen hadisin bir kısmında şunları da zikretmiş bulunmaktadır: "Çünkü İsrailoğullarının fitneye ilk maruz kalması, kadınlar hususunda olmuştu."

Sahih-i Buhari Şerhi; İbn Hacer el Askalani: Fethu'l Bari ; C. 10, S: 381 -383


5574 - 5755- Ebu Hurayra'dan, dedi ki : Rasulullah (s.a.v) :
"Uğursuzluk yoktur. bunun hayırlısı tefe'uldur, diye buyururken dinledim.
Ashab : Tefe'ul nedir diye sorunca:
Allah Rasulu : "Sizden birinizin işiteceği güzel bir sözdür" buyurdu.

AÇIKLAMA

"Tefe'ul" Taberi, İkrime'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
İbn Abbas'ın yanında idim. Bir kuş gelip öttü. Bir adam: 'Hayırdır, hayırdır,' dedi.
İbn Abbas : 'Bunun yanında hayır da yoktur, şer de yoktur' dedi.
Yine (Taberi) şöyle demiştir:
Tefe'ul ile tıyera (uğursuz saymak) arasında fark şudur: Tefe'ul yüce Allah hakkında husn u zan beslemek türündendir. Uğursuz saymak ise, ancak kötü şey hakkında olur. Bundan dolayı mekruh görülmüştür.

Nevevi der ki: Tefe'ul hoşa gitmeyen şeyler hakkında da sevindirici şeyler hakkında da kullanılır. Ama çoğunlukla sevindirici şeyler hakkında kullanılır. Tıyera denilen (uğursuz saymak) ise, ancak uğursuz kabul etmek hallerinde olur. Mecazen sevindirici haller için de kullanıldığı olur.

Bu adlandırma , duruma göre değişebilir gibidir. Ama şeriat tıyera (denilen uğursuz sayma)yı hoşa gitmeyen şeyler, tefe'ul'u de sevindiren şeyler hakkında özel olarak kallanmıştır. Ancak tıyera kabilinden olmaması için böyle bir maksadı gütmemesi de şartlardandır.
İbn Battal der ki : Allah insanların fıtratlarında hoş sözü s evmek ve onunla unsiyet etmek özelliğini yaratmıştır. Nitekim onlarda güzel görünümlü şeylere, saf berrak suya bakarak rahatlamak özelliğini de yaratmıştır. İstese böyle bir suya bizzat sahip olmasın ve içmesin.

Tirmizi sahih olduğunu da belirterek Enes'ten şu hadisi rivayet etmektedir:
"Peygamber (s.a.v.) bir ihtiyacını görmek için dışarı çıkacak olursa, ya necih ya raşid (ey başarılı, ey doğru yolda olan) sözlerini işitmekten hoşlanırdı."

Ebu Davud da hasen bir senedle Bureyre'den şunu rivayet etmektedir:
"Peygamber (s.a.v.) hiç bir şeyden dolayı uğursuzluk duygusuna kapılmazdı. bununla birlikte bir amir (devlet işini görmek üzere görevli) gönderdiği vakit ona ismini sorardı. İsmi hoşuna giderse bundan dolayı sevinirdi. Eğer isminden hoşlanmazsa bundan hoşlanmadığını yüzünün ifadelerinden görülürdü."


Sahih-i Buhari Şerhi; İbn Hacer el Askalani: Fethu'l Bari ; C. 11, S: 491 -492

-------------*****-------------

KOYUN DEVE AĞILLARINDA NAMAZ

حدثنا عثمان بن أبي شيبة ثنا أبو معاوية ثنا الأعمش عن عبد الله بن عبد الله الرازي عن عبد الرحمن بن أبي ليلى عن البراء بن عازب قال : سئل رسول الله صلى الله عليه وسلم عن الوضوء من لحوم الإبل فقال توضؤوا منها وسئل عن لحوم الغنم فقال لا تتوضؤا منها وسئل عن الصلاة في مبارك الإبل فقال لا تصلوا في مبارك الإبل فإنها من الشياطين وسئل عن الصلاة في مرابض الغنم فقال صلوا فيها فإنها بركة

{ … Bera bin Azib (r.anh)'dan rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir :
Peygamber (s.a.v)’e abdestli iken deve eti yemekten soruldu. Peygamber (s.a.v): Ondan dolayı abdest vardır, buyurdu. Deve ağıllarında namaz kılmaktan soruldu. Buyurdular ki : Deve ağıllarında namaz kılmayın, çünkü develer şeytanlardandır.
Koyun ağıllarında namaz nasıldır, denildi.
Buyurdularki : Koyun ağıllarında namaz kılın, çünkü koyun berekettir.
(İsnadı Sahihtir, Ebu Davud. c.1. No: 184.; Tirmizi. c.1. No: 81; İbn Mace. c.2. No: 494; İbn Ebi Şeybe Musannef. c.1. sf: 302. no: 515)

Berâ (radıyallahu anh)'nın rivayetlerine göre Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle demiştir:
"Deve ağıllarında namaz kılmayın, çünkü onlar şeytandandır."
Koyun ağıllarından soruldu:
"Oralarda kılın, çünkü onlar berekettir'' buyurdular.''
Ebu Dâvud, Tahâret 72, (184); Tirmizi, Tahâret 60, (81).

6187 - Ebu Hurayra radıyallahu anh anlatıyor:
"Rasulullah (s.a.v.) buyurdular ki: "Eğer siz, namaz kılmak için koyun ağılı ve deve damından başka bir yer bulamadı iseniz, koyun ağılında namazınızı kılın, fakat deve damında kılmayın."

6188 - Abdullah İbnu Muğaffel el-Muzeni radıyallahu anh anlatıyor:
"Rasulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Koyun ağıllarında namaz kılın, deve damlarında kılmayın. Çünkü develer, şeytanlardan yaratılmıştır."
Kutub-i sitte


2224- ... Muhammed b. Şirin'den, o Ebu Hurayra (r.anh)'dan, onun şöyle dediğini rivayet etti :
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Eğer koyun ağılları ile deve ağıllarından başka (namaz kılacak) bir yer bulamazsanız , koyun ağıllarında namaz kılın, fakat deve ağıllarında kılmayın".
(İbn Mace, Taharet, 67 ; Ahmed b. Hanbel, Musned, II, 451, 491)

2227- .. el Hasen'den , o Abdullah b. Mugaffel'den, onun şöyle dediğini rivayet etti :
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Koyun ağıllarında namaz kılabilirsiniz, fakat deve ağıllarında namaz kılmayın".
(Tirmizi, Mevakit, 142 ; Nesai, Mesacid , 41; Ahmed b. Hanbel, Musned, III, 404, IV, 85, 86, V, 54, 55)

Ebu Cafer dedi ki : Bundan dolayı bazıları, deve ağıllarında namaz kılmanın mekruh olduğu kanaatini benimsemiş ve bu rivayetleri delil göstermiştir. Hatta bazıları, bunun hükmü hususunda hataya düşerek namazın fasid olacağını söylemiştir.
Ancak bu konuda başkaları onlara muhalefet etmişler ve bu gibi yerlerde namaz kılmanın caiz olduğunu söylemişlerdir.
Bunların lehine olan deliller arasında şu vardır: Deve ağıllarında namaz kılmayı yasaklayan bu rivayetlerin taşıdığı anlam hakkında insanların bir takım açıklamaları vardır. Aynı zamanda bu yasağın ifade ediliş sebebi konusunda da bir şeyler söylemişlerdir.
Bazıları şöyle demektedir: Develerin yakınında büyük ve küçük abdest bozmak deve sahiplerinin alışkanlıklarındandır. Onlar böyle yaparak, deve ağıllarının necis olmasına sebeb olurlar. İşte deve ağıllarında namaz kılmak, develerden dolayı değil, bundan dolayı yasaklanmıştır. Bu yasağın gerekçesi (illeti), nerede olursa olsun, namaza engel olan necasettir.
Koyunların bulundukları yerleri temiz tutmak , ağıllarında küçük ve büyük abdest bozmamak da koyun sahiplerinin adetlerindendir. Bundan dolayı da koyun ağıllarında namaz kılmak mubah kılınmıştır.

Şerik b. Abdullah'tan, bu hadisi bu anlamda yorumladığı rivayet edilmiştir.

Yahya b. Adem ise şöyle demektedir: bana göre bu yasağın sebebi bu değildir. Bunun asıl sebebi , develerin ani hamleler yapıb o esnada karşılarına çıkanı sakat bırakması korkusudur. Nitekim develerin cin olduğunu ve cinden yaratıldıklarını de söylemiştir.

Rafi b. Hadic'in rivayet ettiği hadise göre , Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Şubhesiz ki bu develer, evcil olmayan hayvanların ürküb kaçması gibi ürküb kaçarlar."
(Buhari, Cihad, 191; Şeriket, 3, 16 ; Muslim, Edahi, 20 ; Ebu Davud, Edahi, 14; Ahmed b. Hanbel , Musned, III, 463, 464)

Koyunlarda ise böyle bir korku yoktur. O halde, deve ağıllarında namaz kılmaktan uzak durmanın emredilmesi, onların bu gibi hallerinden korkulduğu içindir. Yoksa develerin, koyunlarda benzeri bulunmayan bir necisliğinden dolayı değildir.
(İmam tahavi , Şerhu Meani'l Asar; C: 2 , Sf: 502- 503 - 504)

Abdullah b. Muğaffel el- Muzenî'nin rivayeti :
Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:
"Sizler koyun ağıllarında namaz kılabilirsiniz. Fakat deve ağıllarında namaz kılmayınız.Çünkü onlar şeytanlardan yaratılmışlardır."
(İbn Mâce'nin Sunen'inde Mesacid ve cemaatler bahsinde, İmam Ahmed'in de Musned)

Kişi namaz kılınca huşu içinde olmalı ve huşuyu bozacak yerlerden uzak durmalıdır, böylece gürültünün olamdığı yada sizi rahatsız edenin bulunmadığı yerde huşu içinde namazınızı kılabilirsiniz.

İmam Şafii, Musned'inde yine Abdullah b. Muğaffel'den o Peygamber (s.a.v.) den şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Sizler koyun ağıllarında iken namaz vakti girerse orada namaz kılınız. Çünkü onlar (koyunlar) huzur ve berekettirler. Fakat deve ağıllarında iken namaz vakti girerse oradan dışarı çıkınız ve (öyle) namaz kılınız. Çünkü onlar (develer) cindir, cinlerden yaratılmışlardır.
Sizler onların ürküb kaçtıkları vakit nasıl burunlarını yukarıya doğru kaldırdıklarını görmüyor musunuz?"
Deve ağıllarında namaz kılmanın yasaklanış illeti (gerekçesi) hususunda görüş ayrılığı vardır.
Bu hususta en uygun açıklama develerin ağıllarında hemen hemen hiç sükûnet bulmamaları ve rahat olmamalarıdır. Aksine hep galeyan halindedirler. Bu bakımdan kimi hallerde namaz kılanın namazını keserler.
(İbn Abdi'l-Berr, et-Temhid, XXII, 333; ez-Zerkanî şerhi, I, 486; Tevilu Muhtelifi'l-Hadis, I, 132; Avnu'l-Mabud, II, 113; Nesâî, Sünen'inde Sindi haşiyesi, II, 56)
Bu açıklamaya Şeyhu'l-İslam İbn Teymiyye'nin sözünü ettiği
şu husus da eklenebilir:
"Sahih olan ise hamamda, deve ağıllarında ve benzeri yerlerde
(namazın yasaklanış) illeti, buraların şeytanların barınakları oluşlarından dolayı olduğudur.”
(Mecmûu'l-Fetava, XIX, 41)
Bu açıklama her iki hususu da bir arada ifade etmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

-------------*****-------------
120- Ebu Hurayra; şöyle demiştir:

"Rasûlullah'tan iki kap ilim ezberledim. Birincisini yaydım, diğerine gelince şayet bunu yayacak olursam benim şu boğazım kesilir".

Açıklama

"İki kap ilim" yani iki tür ilim.
Âlimler, Ebû Hurayra'nin yaymadığı ilmi, içinde kötü yöneticilerin isimlerinin, durumlarının ve zamanlarının bulunduğu hadisler şeklinde yorumlamışlardır.
Ebû Hurayra başına bir kötülük gelmesinden dolayı bunların bir kısmını üstü kapalı bir biçimde anlatıyor, açıkça söylemiyordu. Nitekim o bir sözünde "Altmışlı yılların şerrinden ve çoluk çocuğun idareci olmasından Allah'a sığınırım" diyerek Muaviye'nin oğlu Yezid'in halifeliğine işaret etmiştir. Çünkü Yezid İbn Muaviye hicretin altmışıncı yılında başa geçmişti. Allah Ebû Hurayra'nin duasını kabul etti, Ebû Hurayra bundan bir yıl önce (h.59'da) vefat etti. "Fitneler" bölümünde bununla ilgili bilgiler gelecektir.

İbnu'l-Muneyyir şöyle demiştir: Bâtınîler kendi batıl inançlarını doğru göstermek için Ebû Hurayra'nin bu sözlerini delil olarak kullanmışlar ve şeriatın bir zahir bir de bâtını olduğuna inanmışlardır. Bu bâtın ise dinden çıkmadır.

Ebû Hurayra "boğazım kesilir" sözü ile; zalim idareciler kendisinin onların uygulamalarını eleştirdiğini ve hareketlerini sapıklıkla nitelediğini duyduklarında başının kesileceğini kasdetmiştir.
Şu husus da bunu destekler: Onun gizleyerek söylemediği hadisler dini hükümlerden olsaydı bunları gizlemesi caiz olmazdı. Nitekim Ebû Hurayra önceki hadiste ilmi gizleyenleri kınayan âyeti (Bakara 159 - 160) okumuştur.

Başka hadis yorumcuları ise Ebû Hurayra'nin gizlediği ilmin; kıyamet alametleri, âhir zamanda durumların değişmesi ve savaşlar ile ilgili hadisler olabileceğini söylemişlerdir. Zira bu tür haberlere alışık olmayanlar bunları inkar edebilir ve bunların hakikatini anlamayanlar buna itiraz edebilirler.

(İbn Hacer el Askalani; Fethu'l Bari, C. 1, İlim bab 42, Hadis no: 120. Sayfa 285 - 286)

-------------*****-------------
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Uğursuzluk üç şeydedir. At, ev ve kadın. (buhari)


UĞURSUZLUK


Herhangi bir şeyde bulunduğu zannedilen ve işlerin ters gitmesine sebep olarak ileri sürülen hal.


Değişik çağlarda pek çok kişi ve toplumlar çevrelerinde gördükleri bir takım eşyalarda, hayvanlarda ve tabiat olaylarında uğursuzluk bulunduğuna inanmıştır. Çağımızda bu uğursuzluk anlayışını üzerinden atamamış pek çok insan görülür. Bu tipteki insanlar, uğursuz olarak niteledikleri şeylerden, kendilerine bir kötülük ve zarar geleceği inancındadır. Daima bu tür şeylerden uzak durmağa çalışırlar. Hiç bir dinî ve ilmî kaynağı olmayan "uğursuzluk" anlayışına sahip olsalar, hayatların her safhasında korku ve endişe içinde bulunurlar.


Aslında hiç bir şeyde uğursuzluk yoktur. Hiç bir şey doğuştan uğurlu değildir. Uğursuzluk olsa olsa herkesin kendisinde, kendi yorumunda ve anlayışındadır. Halk arasında sık sık kullanılan "Uğurlu geldi" veya "Uğursuz geldi" gibi sözler birer zan ve kuruntudan ibarettir.



Hz. Peygamber (s.a.v) bir hadis-i şerifinde, "İslâm'da taşe'um (uğursuz sayma, kötüye yorma) yoktur; en iyisi tefe'uldur (iyiye yorma)" (Buharî, Tıb, 54) buyurarak, bu zararlı anlayışın İslam'da bulunmadığını ifade etmiştir.


Diğer bir hadiste ise: "Eşya da uğursuzluk yoktur, safer ayında uğursuzluk yoktur, baykuşun ötmesinde bir uğursuzluk yoktur" (Muslim, Selâm, 102) buyurulmuştur.


Uğursuz Saymak


5754 - Ebu Hureyre'den, dedi ki : Rasulullah (s.a.v.)'i "Uğursuzluk yoktur. Bunun hayırlısı tefe'uldur" diye buyururken dinledim. Ashab: "Tefe'ul nedir diye sorunca, Allahrasulu : "sizden birinizin işiteceği güzel bir sözdür" buyurdu.

(İbn Hacer el Askalani; Fethul Bari (Sahih-i Buhari şerhi); Bab Tıb, C. 11 s. 489)

2859- Sehl ibn Sa'd es Saidi'den nakledildiğine göre Rasul-u Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Eğer uğursuzluk bir varlıkta olacaksa kadında , atta ve evde olur".


Abdurrazzak'ın Musannef'inde Ma'mer'den naklettiğine göre hadiste işaret edilen uğursuzluk şöyle açıklanmıştır: "Kadının uğursuzluğu kısır olması , atın uğursuzluğu sırtına binip cihad etmemek ve evin uğursuzluğu ise kötü komşularla olmaktır".
Ebu Davud'un İbnu'l Kasım'dan naklettiğine göre İmam Malik'e bu konu sorulmuş o da : "Öyle evler var ki , insanlar orada otururlar ve helak olup giderler" diye cevap vermiştir.
Maziri, İmam Malik'in bu sözünü şöyle yorumlamıştır : "İmam Malik de hadisi açık ifadesine göre kabul etmiştir. Bunun anlamı şudur: Bazen kul Allahın takdiri ile hoşlanmadığı bir evde ve bölgede yaşamak zorunda kalabilir. Bu durumda ev adeta bu kötü durumun bir sebebi gibi olur ve uğursuzluk eve izafe edilir".


İbnu'l Arabi ise İmam Malik'in bu sözüyle ilgili olarak şunları söylemiştir:
"İmam Malik uğursuzluğu eve izafe etmek istememiştir. Burada sadece bir dil özelliği söz konusudur; halkın kullanımına uygun olarak böyle bir ifade kullanılmıştır. O bu sözüyle şuna işaret eder: Böyle kötü bir çevrede bulunan kimseler kendi inançlarını korumak ve batıla düşmemek için orayı terk etmelidirler."


Bana göre İbnu'l Arabi'nin açıklaması daha doğrudur. Bu yönüyle hadis -bulaşıcı olmadığı halde- cüzzamlı bir hastadan kaçmaya benzer. Çünkü bir kimse cüzzamlı hastaya yaklaşıp aynı hastalığa yakalanacak olsa bunu ondan kaptığına ve o hastanın uğursuzluğuna inanabilir. İşte böylesi durumlardan kaçınmak için onlardan uzak durulması emredilmiştir. Dolayısıyla oturduğu evde böylesine rahatsız edici bir durumla karşı karşıya olan kimse de oradan taşınarak bu sorununu çözebilir. Zira bu evde oturduğu sürece oranın gerçekten uğursuz bir mekan olduğuna inanmaya başlayabilir.
(İbn Hacer el Askalani; Fethul Bari (Sahih-i Buhari şerhi) ; Bab Cihad ve Siyer, C. 6, s. 190 - 191)



5094 - İbn Ömer'den , dedi ki : Peygamber (s.a.v.)'in huzurunda uğursuzluktan söz ettiler. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu. "Eğer uğursuzluk herhangi bir şeyde varsa bu, evde , kadında ve atta söz konusu olur."

5095- Sehl ibn Sa'd'dan rivayete göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Eğer (uğursuzluk) bir şeyde varsa atta, kadında ve meskendedir".


5096- Usame ibn Zeyd (r.anh)dan rivayete göre: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Ben, benden sonra erkekler için kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmış değilim"




İZAHAT :

"Kadının uğursuzluğundan sakınılması"
Burada (uğursuzluk anlamı verilen) : "eş-Şu'm" uğur anlamına gelen "el-yumn"un zıttıdır.

"Ve yüce Allah'ın : "Muhakkak kiEşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır" (Teğabun 14) buyruğu ." Bununla (Buhari) uğursuzluğun yalnızca bazı kadınlar hakkında söz konusu olduğu, diğer bazıları hakkında da söz konusu olmadığını işaret etmek istemiş gibidir. Buna da ayet-i kerime'deki kısmilik bildiren (....dan anlamındaki) "min"in delaletininden hareket ederek işarette bulunmaktadır.

Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği gibi İbn Hibban ve Hakim de sahih olduğunu belirttiği aynı zamanda Sa'd' ın merfu olarak rivayet ettiği hadis şöyledir :

"Şu üç husus Ademoğlunun mutluluğundandır: Saliha bir kadın , uygun bir mesken ve uygun bir binek. Şu üç husus da Ademoğlunun bedbahtlığındandır : Kötü kadın, kötü mesken ve kötü binek".

"Ben, benden sonra erkekler için kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmış değilim"

Şeyh Takıyyuddin es Subki der ki : Buhari'nin bu hadisi (5096) , ayet-i kerimeyi bab başlığında zikrettikten sonra İbn Ömer ve Sehl yolu ile gelen iki hadisin akabinde zikretmesi, uğursuzluğun, kendisinden düşmanlık ve fitne görülen kadınlara tahsis edildiğine bir işarettir. Bazı kimselerin anladığı gibi kadının topuğundan bile uğursuzluğun söz konusu olduğu yahut kadının bunda bir etkisinin olduğu şeklindeki anlam doğru değildir. Zaten bu , ilim adamlarından hiçbir kimsenin belirtmediği bir görüştür. Kadının bunda bir sebep olduğunu söyleyen kimse de cahildir. Çünkü şeriat koyucu, yağmuru yıldızların doğuşlarına bağlayan kimse hakkında mutlak olarak kafir ifadesini kullanmıştır. O halde kadının herhangibir dahlinin bulunmadığı bir husus dolayısı ile şerri kaddına nispet eden kimsenin durumu ne olabilir? Olsa da görülen bir kaza ve kadere uygun bir halin ortaya çıkmasından ibarettir.

Hadisten Çıkarılan Sonuçlar :


1- Kadınlar dolayısıyla fitneye maruz kalmak, başkaları dolayısıyla fitneye maruz kalmaktan daha ağırdır. Bunu yüce Allah'ın "Kadınlar .... gibi arzulanan şeylere sevgi, insanlara süslü gösterildi" (Al-i İmran 14) buyruğu da buna tanıklık etmektedir. Yüce Allah onları arzulanıp , sevilen şeyler arasında saymış ve direk türler arasında önce onları zikrederek başlamıştır. Yine muşahede ile görülen şu ki : Erkeğin , yanında bulunan hanımından olma çocuğuna karşı olan sevgisi, bu durumda olmayan başka bir kadından doğma çocuğuna olan sevgisinden daha fazladır.


2- Hukemadan birisi şöyle demiştir: kadınlar tamamıyla bir şerdir. Onlardaki en şer olan husus ise onlardan mustağni kalamayıştır.

Kadınlar "akli" ve dini bakımdan eksiklik" ile nitelendirilmiş olmakla birlikte erkeği akli ve dini bakımdan eksiklik gerektiren hususları işlemeye de iterler. Erkeğin dini hususlardan uzaklaşarak dünyaya talip olmak üzere hırs göstermesi gibi .... Bu ise fesadın en ağır halidir.

Muslim , Ebu Said yoluyla gelen "ve kadınlardan sakınınız" diye bilinen hadisin bir kısmında şunları da zikretmiş bulunmaktadır: "Çünkü İsrailoğullarının fitneye ilk maruz kalması, kadınlar hususunda olmuştu."


(İbn Hacer el Askalani; Fethul Bari (Sahih-i Buhari şerhi) ; Bab Nikah, C. 10 s. 381 - 383)





moveyouhaedinandoutij8.jpg
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Uydurma Bir Tasavvufçu hadisi!

Muhammed b. Ali el-Hakîm et-Tirmizî (295/888) tarafından nakledilen hadîs-i serîf :

Bu ummetim içinde İbrâhim tabiatı üzere kırk, Mûsâ tabiatı üzere yedi, Îsâ tabiatı üzere üç, Muhammed (a.s.) tabiatı üzere bir kişi bulunur. Bunlar derecelerine göre halkın efendisi sayılırlar.”

(İsmâil b. Muhammed el-Aclûnî, Kesfü’l-Hafâ ve Muzîlu’l-İlbâs Ammâ İstehera mine’l-Ehâdîsi alâ Elsineti’n-Nâs, II. baskı, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, 1351 H., c. I, s. 24; Ayrıca krs.: Ahmed b. Hanbel, Musned, c. I, s. 112; c. V, s. 322; c. VI, s. 316)

Hatta abdal hadislerini Musned’inde nakleden Ahmed b. Hanbel, yeryüzünde muhaddislerden başka abdal tanımadığını söylemektedir.
Ehli Tasavvufa göre Ricâlu’l-gayb olduğu söylenen bâzı kimselere, onları Allâh’a ortak gösterir gibi olağanüstü güçler ve yetkiler atfetmenin İslâm inancıyla bağdaştırılamayacağını söyleyen İbn Teymiyye, bu tür bir anlayışın daha çok hristiyanların ve aşırı Şiî fırkalarının inanış biçimlerini yansıttığını belirtmektedir.
(Takıyyuddîn Ebu’l-Abbâs Ahmed İbn Teymiyye, Resâil ve Fetâvâ, Tahkîk: Muhammed Resîd Rızâ-Muhammed el-Enver Ahmed el-Baltacı, (5 cilt, 2 mucelled hâlinde) Nesreden: Mektebetu Vehbe, Kahire, 1992, c. I, ss. 88-92.
İbn Teymiyye, sûfîlerin “ricâlu’l-gayb” dedikleri kisilerin cinlerden ibâret oldugunu söylemektedir. Bk.: Takıyyüddîn Ebu’l-Abbâs Ahmed İbn Teymiyye, Mecmûatu’r-Resâili’l-Kubrâ, Beyrut, 1979, c. I, s. 72)


İbn Haldun ise, kutub ve ebdâl telakkîsinin (Tasavvufta ebdâl telakkîsi, çesitli müelliflerce az çok farklı sekillerde açıklanmış olsa da bütün tasavvuf zümreleri arasında benimsenmiş ve zamanla aynı mânâda deger kazanan ricâlü’l-gayb anlayısıyla bütünlesmistir) ilk defa Irak sûfîlerinde görüldüğünü ve bu sebeple ricâlu’l-gayb ile ilgili diğer kavramların ortaya çıkışında Şia’nın ve Râfizîliğin etkili olmuş olabileceğini ileri sürmektedir. (İbn Haldun’un bu konudaki görüsleri için bk.: İbn Haldun, Sifâu’s-Sâil (Tasavvufun Mâhiyeti), Terc.: Süleyman Uludag, II. baskı, Dergâh Yay., İstanbul, 1984, ss. 263-265 (“Mukaddime’de Tasavvuf İlmi” bölümü))

Nitekim İranlı yazarlar, abdal terimini XII. yy.dan îtibâren daha ziyâde heterodoks (Heterodoks: Bir ilâhiyat ve sosyal târih terimi olarak; kabul edilmiş resmî din anlayısına, yâni
ortodoksluga (sünnîlik) zıt ve aykırı olan bir tür din anlayısını ifâde eden bu kavramın siyâsî, sosyal ve teolojik yönleriyle ilgili bir degerlendirme için bk.: Ahmet Yasar Ocak, Babaîler İsyânı Alevîligin Tarihsel Altyapısı [Babaîler İsyânı], II. baskı, Dergâh Yay., İstanbul, 1996, ss. 77-78) dervişleri tanımlamak için kullanıyorlardı. (Ocak, Babaîler İsyânı, s. 67)

Tasavvufçular, kendilerine göre velayeti mertebelere ayırmışlardır. Kimileri bunları gavs-ı azam dedikleri velilerin en büyüğü ile başlatmış, ondan sonra evtad, aktab, ebdal, nuceba, nukeba, urefa gibi kısımlara ayırmışlardır.
Kur'an-ı Kerim'den ve Rasulullah'm sünnetinden az da olsa nasibi bulunan bir müslüman bu konuda tasavvufçuların söylediklerinin Allah'ın Kitabı ve Rasulullah'm sünetiyle uzaktan yakından bir ilişkisi bulunmadığı, düpedüz yalan ve iftira olduğunu anlar. Ama tasavvufçular batm dünyasında gavs, aktab, evtad, ebdal, nuceba, nukeba, urefa gibi isimleri egemen olduğu bir devlet kurmak istemiş ve bu esrarengiz güçlerle insanları boyundurukları altına almaya çalışmışlardır.
Bu alanda tasavvuf düşüncesini okurken insan, tasavvufçuların bu yollarla insanları nasıl kul köle edip sömürdüklerim ve esrarengiz hurafe dinlerine onları nasıl soktuklara görünce, hayretler içinde kalır. Zira insanlara yerde, gökte ve bütün yaratıklar üzerinde egemenliği esrarengiz devletlerinin yöneticileri olan bu isimleri elinde olduğunu, onların arzularına boyun eğmeyen insanların velilerinin dünya ve ahirette bedbaht edeceğini telkin etmişlerdir. Halbuki sözünü ettikleri bu veliler bazan hayatta olup okumayazma bilmeyen koyu cahiller, bazan ölüp gitmiş ve kemikleri çürümüş zalimler, fasıklar, bazan yol kenarlarında geceleyen meczuplar ve bunakln hatta ibadet teklifini kendilerinden kalktığını iddia eden kafirler, bazan hı yat boyu su ve sabunla yıkanmayıp güya fakirler için tasarruf yapan mur dar ve pis kişilerdir. Bununla beraber bu murdar ve fasık kişilerin gaybı bji dikleri, yerde ve göklerde kendilerine gizli hiçbir şeyin bulunmadığı, herzeye güçlerinin yettiği ve iradelerine karşı kimsenin gelemediğini idida ederler. (eş-Şarani, el-Yevakit ve'l-Cevahir, 2/65-66)


"Kutbu'l-Aktab'lık hizmeti cefilesi, her asırda bir zatı vâlâ-kadir'in uhdesine verilir ve o zat Allah'ın lutfu ile halifetullah olup iki cihanın tasarrufu bizzat kendisine ihsan buyurulur ve dilediği gibi tasarruf eder.
Gavsu'l-A'zam tabir olunan zatı vala-kadir ise, Kutbu'l-Aktab'a mulazımdır, onun da tasarrufa kudreti varsa da el ve dil uzatmaz ve hiçbir şeye destursuz karışmaz. Kutbu'l-Ûtâ tabir olunan zatı şerif de bütün diğer kutupların evveli demektir.
Kutbu'l-Aktab, Gavsu'l-A'zam ve Kutbu'l-Ulâ tabir olunan bu üç zat, halk arasında olarak anılan ve tanınan zatlardır.
Bunlardan başka "yediler" ve "kırklar" tabir edilen zatlar da her biri birer kutup olmakla beraber Allah'ın insanıyla Kutbu'l-Aktab'a hizmetçi düşmüşlerdir. Bunlardan her birisi hallerine göre birer yere memurdurlar. Yani Kutbu'l-Ula, Bağdad, Haleb, Şam gibi beldelere mutasarrıf olurlar. Diğer kutuplar da halince birer ve ikişer yere mutasarrıftırlar. Hatta aralarında küffar beldelerine mutasarrıf olanlar da vardır. Ancak bunların tasarrufları Kutbu'l-Akîab'ın emriyledir. Zira Kutbu'l-Aktab'ın iki cihanda tasarruf edemeyeceği hiçbir şey olmaz. Bütün eşyayı ve bütün ehfullahı nefsinde toplamıştır. İki cihanda iyi veya kötü, her ne ki olursa, onun bilmesi ve dilemesi ve kalbinin onaylamasıyla olur ve memuriyetinin icrasıyla vücud bulur.

Kutupların tasarrufları, memur bulundukları yerde bizzat bulunmaları demek değildir. Kendisi İstanbul'dabulunur ve memuriyeti Hindistan'da olur ama bir anda icrasına muktedirdir. Onlara göre uzak veya yakın müsavidir.

Bunlardan başka yüzler , üçyüzler, yediyüzler ve binler de vardır. Allah tarafından bunlar da Kutbu'l-Aktab'ın ve diğer kutupların hizmetlerine memurdurlar.
Ayrıca üçbinler, tedibinler, onbinler de vardır. Bunların kamil ve mükemmeli olsa bile, tasarruf işlerine karışmazlar ve bunlarla birlikte her asırda rivayet göre 124 bin veliyullah mevcut bulunur. Kıyamet gününe kadar da bu mevcut hiç eksilmez.
(Geniş bilgi için Abdurrahman Abdulhalik, el-Fikru's-Sııl'i fi Dav'il Kilab ve's-Sunne, 229, 24-î, 247. Kutup inanımın bizzati Rafizilerin inancı olduğuna dair bakınız. İbn Haldun, Mukaddime, 473, Muesseselu'l-A'lemi, Hevrul. İbn Haldun, muteahbtr mutasavvıfların bu inanç ve anlayışlarını tenkid elmetle beraber selellerini savunmakla, gıayb alemini ve geleceği bilme, şatahat ve makamları' gibi durumlarını onaylamakla, fakihlerin ve başka alimlerin onları tenkid etmelerine de karşı çıkmaktadır. Hatta sibirbaz ve cincilerin yaptıklarına benzer olaylar sergileyen tasavvufçuların yaptıklarının keramet olduğunu söylemekte ve savunmaktadır, lîk/. Mukaddime, 467-475. Muesseselu'l-A'lemi lîeyrul, Şüphe yok ki, iki konularda İbn (İ. Haldun'un söylediklerine katılmamak mümkün değildir)
Ve tasavvuf ülkesinin bu meçhul ve esrarengiz hiyerarşisi böyle devam eder.
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Musa (a.s.) ve Ölüm Meleği Arasında Geçen hadise

Ebu Hurayra (r.anh) dan rivayet, Rasul-u Ekram (s.a.v.) buyurdu ki:
Melekul Mevt, Musa (a.s.)'a ruhunu kabzetmek için gönderilmişti.
Musa'ya geldiği zaman, Ona tokat vurup, melekul mevt'in bir gözünü çıkarmıştı.
Melekul mevt (a.s.) Rabbine dönerek: "Beni öyle bir kula gönderdin ki, ölümü istemiyor."
Cenabı Hak tekrar ona gözünü iade etmişti.
(Sahihi Buhari, 2/113 ve 4/191; Sahihi Muslim 4/1843)



------------------**************-----------------

68. Arz-ı Mukaddes vb. Yerlerde Gömülmeyi İstemek

1339- Ebu Hurayra (r. anh) şöyle demiştir:
Ölüm meleği Musa'ya (a.s.) gönderildi. Melek Musa'nın yanına gelince Musa meleğe bir tokat attı (meleğin gözü çıktı). Bunun üzerine Melek Rabbi'ne dönerek: "Sen beni ölmek istemeyen bir kula gönderdin" dedi.
Allah (c.c.) meleğe gözünü geri verdi ve ona şöyle dedi: "Ona dön ve elini bir öküzün sırtına koymasını, elinin temas ettiği her bir kıl için kendisine bir yıl ömür verileceğini söyle."
(Ölüm meleği bunları Musa'ya iletince) Musa:
"Ey Rabbim! Sonra ne olacak?" diye sordu.
Allah: "Sonra öleceksin" buyurdu. Musa:
"Öyleyse şimdi öleyim" dedi.
Musa, Allah'tan kendisini arz-ı mukaddese bir taş atımı mesafeye kadar yaklaştırmasını istedi.
(Ebu Hurayra, Peygamberin (s.a.v.) şöyle söylediğini belirtti): "Orada olsaydım size yolun kenarında kızıl bir kum tepesinin yanında onun kabrini gösterirdim.



Açıklama

Zeyn İbnu'l-Muneyyir şöyle demiştir: Başlıktaki "vb. yerler" ifadesi ile, kendisine yolculuk yapmanın caiz olduğu Harameyn (Mekke ve Medine) kasdedlmişiir. Yine, Musa'nın yaptığına uymak suretiyle; yanlarında bulunmanın bereketinden istifade etmek, onlara indirilen rahmetten nasipdar olabilmek amacıyla peygamberlerin, şehidlerin ve Allah dostlarının kabirlerinin yakınına gömülmeyi istemek de caizdir.
Bu, Beytu'l-Makdis'te gömülü olan peygamberlere yakın olmayı istemekle ilgilidir.
Kadı Iyaz'ın tercih ettiği görüş budur.
İbn Battal'ın naklettiğine göre Musa'nın Beytu'l-Makdise girmeyi değil de oraya bir taş atımı mesafeye gömülmeyi istemesinin hikmeti, kabrinin yerinin gizli kalmasını sağlayarak milletinden cahillerin kendisine ibadet etmesini önlemektir.

( Sahih-i Buhari Şerhi; İbn Hacer el Askalani: Fethu'l Bari ; C. 3, S: 436 -437 ayrıca ;
Sahih-i Buhari Şerhi; İbn Hacer el Askalani: Fethu'l Bari ; C. 7, S: 109 -115, (31- Musa'nın Vefatı ve Ondan Sonrası Başlığı)




İZAHAT

"Ölüm Meleği" (a.s.), Musa (a.s.)'a gönderildi. Yanına gelince gözü üzerine bir tokat attı."
Hemmam'ın, Ebu Hurayra'dan diye rivayet ettiği Ahmed ve Muslim'de yer alan rivayette şöyle denilmektedir:

"Ölüm meleği Musa'ya geldi ve ona : 'Rabbine icabet et', dedi. Musa ölüm meleğinin yüzüne bir tokat attı ve gözünü çıkardı."

"Ölmek istemeyen" ifadesine Hemmam şu fazlalığı da eklemektedir:
"İşte gözümü çıkardı. bunun üzerine Allah gözünü eski haline getirdi."

Ammar yoluyla gelen rivayette de şöyle denilmektedir:
"Rabbim, Musa kulun gözümü çıkardı. Senin nezdindeki değeri olmasaydı ben de ona karşı gelecek ve onu zor bir duruma sokacaktım."

"Allah'tan kendisini Arz-ı Mukaddes'e bir taş atımlığı kadar bir mesafe yaklaştırmasını niyaz etti." Buna dair şerh ve açıklamalar Cenaiz bölümünde geçmiş bulunmaktadır.

"Kırmızı kum yığınının alt tarafında..."

İbn Huzeyme der ki : Bazı bidatçiler bu hadisi reddederek şöyle demişlerdir:
Şayet Musa ölüm meleğini tanımış ise o, onu hafife almış demektir. Eğer onu tanımamış idiyse neden gözünü öıkardığından ötürü Musa'ya kısas uygulanmadı?


Buna cevap şudur :
Allah (c.c.), Musa'ya ölüm meleğini gönderdiğinde tam o sırada ruhunu kabzetmeyi murat etmemişti. Ölüm meleği onu denemek üzere gönderilmişti. Musa'nın ölüm meleğinin gözüne tokat indirmesi ise, ona iznini almadan evine girmiş bir insan olarak gördüğünden dolayıdır. Onun ölüm meleği olduğunu bilmiyordu. Şeriat koyucu da müslümanın evine izinsiz bakan kimsenin gözünü çıkarmayı mubah kılmıştır.


Melekler İbrahim'e ve Lut'a da insan suretinde gelmişler ve ilk anda onları tanımamışlardı. Eğer İbrahim (a.s.) onları tanımış olsaydı onlara yiyecek ikram etmezdi. Şayet Lut (a.s.) onları tanımış olsaydı, kavminin onlara zarar vereceğinden korkmazdı.

Musa'nın ölüm meleğini tanıdığını varsayacak olursak bu bidatçi şahıs, melekler ile insanlar arasında kısasın meşru olduğunu nereden biliyor?
Diğer taraftan ölü meleğinin Musa'dan kısas isteyip de ona kısas uygulamadığını nereden çıkartıyor?


Hattabi, İbn Huzeyme'nin açıklamalarını özetledikten sonra şunları da eklemektedir:
Musa'nın onu kendisinden bu şekilde uzaklaştırmak istemesi , tabiatı itibariyle hiddetli birisi oluşundandır. Diğer taraftan Allah ölüm meleğine gözünü tekrar iade etti ki Musa da o meleğin Allah tarafından geldiğini bu yolla bilsin. Bundan dolayı o vakit Musa'nın teslimiyet gösterdiğini anlıyoruz.

Nevevi de diyor ki : Kendisine tokat atılanı sınamak amacıyla yüca Allah'ın Musa'ya böyle bir tokat atma iznini vermiş olması da olmayacak bir şey değildir.


Başkası da şöyle demektedir: Ona tokat indirmesinin sebebi, kendisini tercih yapmakta serbest bırakmadan önce ruhunu kabzetmek üzere gelişi idi. Çünkü sabit olduğuna göre istediğini tercih etmekte serbest bırakılmadıkça hiç bir peygamberin ruhu kabzedilmemiştir. Bundan dolayı ikinci defa onu tercihte serbest bırakınca boyun eğip, itaat etmiştir.

Görüşler arasında doğruya en yakın olanın bu olduğu söylenmiş olmakla birlikte bu görüşün doğruluğu da tartışılabilir. Çünkü sorunun esasında dönülerek tekrar şöyle denilebilir:
Ölüm meleği ne diye Allah'ın peygamberinin ruhunu kabzetmeye kalkıştı ve bu husustaki şartı (yani peygamberlere has bir özellik olan muhayyer bırakma şartını) yerine getirmedi? O zaman buna da tekrar : Bu imtihan olmak üzere meydana gelmiştir, denilir.


Hadisten anlaşıldığına göre melek insan suretinde görünebilir. Bu husus pek çok hadiste zikredilmiş bir konudur.

Yine hadisten anlaşıldığına göre Arz-ı Mukaddes'te defnedilmesinin bir fazileti vardır.
(Sahih-i Buhari Şerhi; İbn Hacer el Askalani: Fethu'l Bari ; C. 7, S: 112 -113)



Not : İslam'da ölüm meleğinin özel bir adı yoktur. Orijini "Melek'ul Mevt"tir. Halk arasında sıkça kullanılan ' Azrail' ismi İsrailiyattan bulaşmıştır. Kullanmayalım .
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
"Allah (c.c.) ahirette peygambere kendini tanıtmak için baldırını açacaktır" (Hadis)

Hadis inkarcılarının metnin asli ifadesini tahrif ve inkar ederek alaycı bir uslub ile sunduğu Hadisi, sanki o metin olduğu gibi doğru aktarılmış gibi kabul ederek sorulmuştuz. İnkarcı sapıkların kendi düşünceleriyle metin yaparak sordukları hadis şöyle:
Allah ahirette peygambere kimligini kanitlamak icin bacagini acip baldirini gosterir. (buhari)
Hadisin tahrif edildiği verdiğim orijinal metinde ayan beyan ortaya çıkmıştır. Özel olarak 'Peygambere kanıtlamak için (baldır açma)' diye bir ifade yoktur. Asıl orijinal Buhari metni şöyledir :
Ebu Said el-Hudri diyor ki:
"Ben, Rasulullahın şöyle dediğini işittim: Rabbimiz baldırını açacak (yekşifu rabbuneâ an sâkihi) , her mûmin erkek ve kadın ona secde edecektir. Ancak, dünyada iken gösteriş olsun ve desinler diye secde edenler o gün secde edemeyeceklerdir. Secde etmeye çalışacaklar fakat sırtları tek bir parça haline gelecek ve secdeye eğilemeyeceklerdir.
(Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sure: 68, bab: 2 K. et-Tevhid, bab: 24 / Muslim, K. el-İman, bab: 302, Hadis No: 183; Fethul Bari C. 10 , S. 116 - 117)
Ayrıca hem Kur'an-ı Kerim'deki ayette , hem bahsi geçen hadis-i şerifte baldır ( sâk ) ifasesi sabittir.
O gün Baldırın açılacağı! (Yevme yukşefu an sâk) - (bütün çıplaklığı ile gerçeğin ortaya çıkacağı) ve secdeye davet edilecekleri gün, (secde) edemezler. (Kalem 42)
42-43- O gün baldır açılır, (kıyamet gününün dehşetinden paçalar sıvanır) Kâfirler secdeye davet edilirler. Fakat secde edemezler. Gözleri açılmaz bir halde onları zillet kaplamıştır. Halbuki onlar (dünyada) sağlam oldukları halde secdeye davet ediliyorlardı.
Âyet-i kerimenin baş tarafında "O gün baldır açılır" ifadesi geçmektedir, bir kısım âlimler bu ifadenin mecazi bir anlam taşıdığını söylemişler, diğer bir kısım âlimler ise bunu, zahiri manada almışlar ve bunu destekleyen hadis-i şerifler zikretmişlerdir.
Bu ifadedin mecazi bir anlam taşıdığını söyleyenler çeşitli izahlarda bulunmuşlardır.
İkrime'ye, Katade'ye, Said b. Cubeyr'e, Mucahid'e ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen bir görüşe göre "Baldırın açılması" ifadesinden maksat, sıkıntılı bir günün, dehşetli bir olayın ortaya çıkmasıdır. Bu gün, bir savaş günü de olabilir. Zira böyle bir günde iş ciddiye alınır ve paçalar sıvanır.
Abdullah b. Abbastan nakledilen diğer bir görüşe göre "Baldırın açılması" ifadesinden maksat, dünyanın gitmesi, âhiretin ortaya çıkmasıdır. O gün ameller ortaya dökülür. Kapalı olan baldırlar açıldığı gibi sırlar da açığa çıkar. Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifadeden maksat, kıyamet gününün korkunçluğundan dolayı orada görülen sıkıntı ve darlıkların ortaya çıkmasıdır. Yine Abdullah b. Abbas'tan nakledilen başka bir görüşe göre bu ifadeden maksat, kıyamet gününün en dehşetli anıdır.
Ebu Musa el-Eş'ari'den nakledilen bir görüşe göre ise "Baldırın açılması"ndan maksat, büyük bir nurun ortaya çıkmasıdır. İnsanlar bu nuru görünce Allaha secde edeceklerdir.
Rebi' b. Enes'e göre ise bu ifadeden maksat, perdenin kaldırılmasıdır. Yani, yaratıcı ile yaratan arasındaki perde kaldırılacaktır." demektir.
"O gün baldır açılır." ifadesinin mecazi olmayıp gerçek manada kullanıldığını söyleyenlere gelince:
Abdullah b. Mes'ud, Ebu Hurayra ve Ebu Said el-Hudri, kıyamette Allah tealanin, baldırını açarak kendisini muminlere tanıtacağını, mu'minlerin de bu nun karşısında Allaha secde edeceklerini söylemişler ve bu hususta şu hadisleri rivayet emişlerdir.
Ebu Said el-Hudri diyor ki:
"Ben, Rasulullah'ın şöyle dediğini işittim: Rabbimiz baldırını açacak, her mu'min erkek ve kadın ona secde edecektir. Ancak, dünyada iken gösteriş olsun ve desinler diye secde edenler o gün secde edemeyeceklerdir. Secde etmeye çalışacaklar fakat sırtları tek bir parça haline gelecek ve secdeye eğilemeyeceklerdir.
(Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sure: 68, bab: 2 K. et-Tevhid, bab: 24 / Muslim, K. el-İman, bab: 302, Hadis No: 183; Fethul Bari C. 10 , S. 116 - 117)
Bu hususta Ebu Hurayra ve Abdullah b. Abbas'tan da hadisler rivayet edilmiştir. Ebu Said el-Hudri'nin rivayet ettiği hadis, Buhari'nin Kitab et-Tevhid'inde ve Muslim'in Kitab el-İman'ında daha uzun bir şekilde rivayet edilmiştir.
Âyet-i kerimenin devamında "Kâfirler secdeye davet edilirler. Fakat secde edemezler." buyurulmaktadır. Yani âhirette baldırın açılması, kullan Allaha secde etmeye sevkedecektir. Fakat onlar, secde edemeyeceklerdir.
Yine âyette "Gözleri açılmaz bir halde onları zillet kaplamıştır. Halbuki onlar dünyada sağlam olduklan halde secdeye davet ediliyorlardı." buyurulmaktadır. Kâfirlerin âhirette, dehşetten dolayı gözleri baygın hale gelecek, Allanın azabından dolayı onlan zillet ve hakirlik kaplayacaktır. Bu onların, dünyada iken böbürlenmelerinin ve gururlanmalarının karşılığıdır. Onlar dünyada sağlam iken Allaha secde etmeye davet ediliyorlar fakat secde etmiyorlardı. Âhirette secde etmek isteselerde secde edemez duruma geleceklerdir. Allahı gören mu'minler ona secde ederlerken kâfir ve münafıklar edilemeyecekler ve dimdik kalacaklardır.
Said b. Cubeyr ve İbrahim et-Teymi, "Onlar dünyada secdeye davet ediliyorlardı." ifadesinden maksadın, "Ezan okunarak farz namazlannı kılmaya çağırılıyorlardı." olduğunu söylemişlerdir.
(Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/396)
Kalem suresinin 42. ayetinde "Keşfu's-sak" tabiri geçmektedir. Lugat olarak baldırın açılması manasına gelir. Görüldüğü üzere ayeti kerimeden asıl maksat lügat manası değildir, aksine bir mesaj söz konusudur. Hadis yukarıdaki rivayette baldır kelimesini "sâkehu" şeklinde zamir olarak kaydeder.
İbnu Hacer bir başka tarikde zamirsiz olarak "sâke" şeklinde geldiğini ve bu şeklin -ayeti kerimeye uygunluk arzetmesi sebebiyle- daha doğru oldğunu söyler. Aksi takdirde yukarıdaki tercümede aslına muvafık olarak kaydettiğimiz üzere Cenab-ı Hakka baldır izafe ederek, insana teşbih etmek gibi te'vili tekelluflu bir durum ortaya çıkacağını belirtir.
Öyle ise, "baldırı açmaktan" maksat nedir?
Alimler bunu, "bütün hakikatkerin çırıl çıplak ortaya çıkması (sebebiyle) hesap ve cezanın bütün şiddet ve dehşetiyle hüküm sürmesi" şeklinde anlamışlardır. Nitekim hadiste, Rasulullah (aleyhisselatu vesselam) Cenab-ı Hakkın bütün gerçekleri ortaya koyarak hesap verme hadisesinin dehşetini yaşattığı hengamda, dünyada iken kulluğunu samimiyetle yapanlarla, riyakar hareket edenleri ayırıp mu'minleri dehşetten kurtaracağını, riyakarları da sırtları eğilmez bir hale sokarak cürümlerini yüzlerine vurmak suretiyle, dehşetlerine dehşet katacağını belirtmektedir.
Allahu teala istemedikçe (Tanıyabilecekleri surette gelmedikçe) Muminlerde Allahu tealayı tanıyamazlar!
DELİL 1 :
"O gün sâk açılarak ve secdeye davet edilecekler, fakat (namazı kılmayanlar, munafıklar ve riyakârlar buna) güç yetiremeyecekler." (Kalem, 42)
Bu âyeti kerime, kıyamet gününde Allah Teâlâ'nın yaratıkları secdeye çağıracağını ve kâfirlerle secde arasına engel alınacağını açık bir şekilde göstermektedir ki, bu onlar hakkında, ceza olsun diye güç yetirilemeyen bir şeyle mukellef tutmak olur. Çünkü onlar, dünyada güç yetirdikleri bir haldeyken bununla mukellef tutulmuşlardı; fakat onlar, güç yetirdikleri halde bunu dünyada yapmayınca; kendileri için ceza ve hasret olsun diye güç yetirmeyecekleri bir zamanda onunla mükellef tutuldular.
Bundan dolayı da Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
"... Halbuki onlar (dünyada) sağ salim iken de (Allah'a) secdeye çağrılırlar (fakat kendilerini daha akıllı sanarak yan çizerler) di." (Kalem, 43)
Nitekim sahih bir hadiste Zeyd b. Eslem'den, o da Atâ'dan, o da Ebû Saîd el-Hudrî'den şöyle rivayet edilir:
Bâzı insanlar: "Ya Rasûlallah! Biz Rabb'imizi görecek miyiz?" diye sordular....
Rasûlullah şöyle devam etti: "Allah Teâlâ (kıyamet günü mu'minlere) diyecek ki: "Her ummet ibâdet ettiği şeye tâbi oldu / onun peşinden gitti siz burada niye duruyorsunuz?."
Mu'minler diyecekler ki: "Biz dünyada, insanlara en çok muhtaç olduğumuz bir anda onlardan ayrıldık, onlarla beraber olmadık."
Bunun üzerine Allah Teâlâ: "Ben sizin Rabb'inizim" diyecek:
Mu'minlerse iki veya üç defa şöyle diyecekler: "Biz senden Allah'a sığınırız. Biz Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayız."
Hatta onlardan bâzıları neredeyse dönecek olurlar.
Allah Teâlâ der ki: "Sizinle Rabb'iniz arasında, kendisiyle O'nu tanıyacağınız bir alâmet var mı?"
Onlar: "Evet, var" derler.
İşte bu esnada sâk açılır ve onlardan (dünyada iken) gönül rahatlığıyla Allah'a secde eden her birine, secdeye varması için Allah izin verir. Riyakârlık ve korunmak için secde etmiş olan her birinin sırtını, Allah tek bir tabak haline getirecek ve onlar her secde etmek istediklerinde sırtüstü düşeceklerdir. Daha sonra başlarını (secdeden) kaldırırlar..."
İşte bu şekilde mukellef tutmak, berzah alemindeki sorgu suâl ile mukellef tutmak gibidir. Her kim dünyada istek ve tercihiyle icabet ederse, berzahta da güzel bir şekilde cevap verir; her kim de dünyada icabet etmekten imtina' edecek olursa, berzahta da cevap vermekten menedilir.
Halbuki bu durumda, güç yetirmediği halde kulun mukellef tutulması kötü ve çirkin bir şey addedilmez, bilakis bu mukellef tutma, ilâhi hikmete muvafıktır. Çünkü kul, güç yetirdiği bir zamanda mükellef tutulmuşken sorumluluktan kaçınmış ve teklifi reddetmiştir. Böyle olunca onun âciz olduğu ve kendisiyle yapılması emredilen fiil arasına engel olunduğu bir vakitte mükellef tutulması, onun için bir ceza ve hasret vesilesi olur.
(İbnu'l Kayyim el Cevziyye (691 - 751 H); Tariku'l Hicreteyn ve Babu's Saadetyn , 14. Tabaka)
DELİL 2 :
İbnu'l-Museyyib, Atâ İbnu Zeyd el-Leysi, Ebu Hurayra (radıyallahu anh)'tan naklen anlatıyorlar:
"İnsanlar, Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a: "Ey Allah'ın Rasûlu! Kıyamet günü Rabbimizi görecek miyiz?" diye sordular.
O da: "Siz bulutsuz dolunay gecesinde ayı görmekten şüpheye düşer misiniz?" diye cevap verdi.
Onlar: "Hayır! Ey Allah'ın Rasûlu!" diye cevap verdiler.
Aleyhissalâtu vesselâm: "Bulutsuz bir günde güneşi görmekten şüphe eder misiniz?" diye tekrar sordu.
Ashab yine: "Hayır!" cevabını verdiler.
Bunun üzerine: "Şunu bilin ki, siz Rabbinizi de böyle göreceksiniz. Kıyamet günü, insanlar haşrolunurlar. (Rab Teâla): "Kim (Benden başka) bir şeye tapıyor idiyse ona tâbi olsun!" buyurur. Onlardan bir kısmı güneşe, bir kısmı aya, bir kısmı da putlara tabi olurlar. Orada, munafıklarıyla birlikte bu ummet kalır. Allah onlara (tanımadıkları bir surette) yaklaşır.
"Ben sizin Rabbinizim!" buyurur.
Oradakiler: "(Senden Allah'a sığınırız). Biz, Rabbimiz bize gelinceye kadar bu yerdeyiz! Rabbimiz gelince biz onu tanırız!" derler.
Derken Rableri (onların tanıyacağı surette) gelir. "Ben Rabbinizim!" der.
Onlar da: "Sen Rabbimizsin!" derler.
Rabb Teâla onları (cennete) davet eder. Cehennemin üzerine Sırat kurulur. Peygamberler arasında, ummetiyle Sırat'tan ilk geçen ben olurum. O gün peygamberler dışında kimse konuşmaz. Peygamberlerin o günkü kelamı da:
"Allahumme sellim, Allahumme sellim (Ey Rabbimiz selamet ver, ey Rabbimiz selamet ver!)" olacak. Cehennemde, deve dikeninin dikenleri gibi kancalar var. Deve dikeninin dikenlerini gördünüz mü?" diye sordu.
Ashab: "Evet!" deyince Aleyhissalatu vesselam devam etti:
"İşte o kancalar, tıpkı deve dikeninin dikenleri gibidir. Ancak, onların büyüklüğü ne kadardır, Allah'tan başka kimse bilmez. İnsanları (kötü) amelleri sebebiyle kapar. İnsanların bir kısmı (kötü) ameli sebebiyle helak olur. Bir kısmı da ateşin içine yıkılır, sonra kurtulur. Allah, ateş ehlinden kurtarmak istediklerine rahmet etmeyi irade edince, ateş ehlinden Allah'a ibadet etmiş olanları, ateşten çıkarmaları için meleklere emreder. Melekler bu kimseleri, secde izleriyle tanırlar. Çünkü Allah Teâla Hazretleri secde mahallinin yakılmasını ateşe haram etmiştir.
Onlar böylece ateşten çıkarlar. Hepsi de ateşten kavrulmuş vaziyettedir. Üzerlerine hayat suyu dökülür. Selin getirdiği milli topraktan habbelerin (filiz açıp) bitmesi gibi, suyun değdiği yerler yeniden bitecek.
Rabb Teâla, sonra, kullar arasındaki hükmünü tamamlayacak. Derken cennetle cehennem arasında bir kul kalacak. Bu, cennete girmede cehennemliklerin sonuncusudur. Yüzü cehenneme doğru ilerlerken:
"Ey Rabbim! Yüzümü ateş tarafından çevir! Kokusu beni perişan etti, alevi de beni kavurdu" diye yalvaracak. Allah Teâla'ya, kendisine dua etmesini dilediği kadar duada bulunacak.
Sonra Allah Teâla Hazretleri: "Ben bu istediğini versem, bundan başkasını da ister misin?" diye soracak.
Adam: "İzzet ve celâline yemin olsun! Hayır! Bundan başkasını istemem!" diyecek ve istemeyeceği hususunda Allah'a ahd u misakta bulunacak. (Allah), bunnun üzerine yüzünü ateşten çevirecek. Adam yüzüyle cennete yönelince ve onun güzelliğini görünce, Allah'ın dilediği bir müddet susacak. Sonra (dayanamayıp): "Ey rabbim! Beni cennetin kapısına yaklaştır!" diyecek.
Allah Teâla Hazretleri: "Sen bana istemiş olduğundan başka bir talepte bulunmayacağına dair ahd u misakta bulunmadın mı? Ey âdemoğlu yazık sana! Sen ne dönekmişsin!" diyecek.
Adam: "Ey Rabbim! Mahlukatın en bedbahtı ben olmayayım!" diyecek.
Rab Teâla: "Sana bu istediğin verilse, acaba başka bir şey istemeyecek misin?" der.
Adam: "Hayır! İzzetine ve celaline yemin olsun hayır! Başka birşey istemeyeceğim!" diyecek. Rabbi de onu mazur addedecek. Çünkü o, sabredilemeyecek bir şeyler görmüştür. Adam, Rabbine, istediği ahd u misakta bulunur. (Rabbi de) onu cennetin kapısına yaklaştırır. Kapıya yaklaşıp onun güzelliğini ve içindeki tarâvet ve sürûru görünce, Allah'ın dilediği kadar sesini keser.
(Fakat daha fazla dayanamayıp atılır): "Ey Rabbim! Beni cennete koy!" der.
Rab Teâla: "Ey âdemoğlu yazık sana! Sen ne dönekmişsin! Sana verilenlerin dışında bir şey istemeyeceğine dair bana ahd u misâk vermedin mi?" diyecek.
Adam: "Ey Rabbim! Beni mahlukatın en bedbahtı yapma!" diyecek.
Allah onun bu haline gülecek. Sonra ona cennete girmesi için izin verecek ve: "Dile (ne dilersen)!" diyecek.
Adam dileyecek. Öyle ki, hiçbir arzusu kalmayacak. Allah yine de: "Şunları şunları da iste!" deyip, istemesi gereken şeyleri zikredecek.
Böylece istenecek şeyler bitince Allah Teâla Hazretleri: "Bütün bunlar, bir misliyle sana verilmiştir!" buyuracak."
Ebu Sa'id der ki: "Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "Bütün bunlar, on misliyle birlikte sana verilmiştir!" dediğini işittim."
(Buhari, Rikak 52, Ezan 129, Tevhid 24; Muslim, İman 299, (182); Tirmizi, Cennet 20, (2560)
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ] قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: لَوْ َ بَنُو إسْرَائِيلَ لَمْ تُخْنَزِ اللّحْمُ، وَلَوَْ؟ حَوَّاءُ لَمْ تَخُنْ أُنْثى زَوْجَهَا الدَّهْرَ [. أخرجه الشيخان.» خَنَزَ اللّحْمُ يَخْنَزَ« إذا أنتن وَتغير ريحه.و» خيانةُ حَواءً Œ دَمَ « هي ترك النصيحة له في أكل الشجرة في غيرها

"İsrailoğulları olmayaydı et kokmayacaktı, Havva olmayaydı, hiç bir kadın ihanet etmeyecekti"

...... Bize Ma'mer ibn Râşid, Hemmâm ibn Munebbih'ten; o da Ebû Hurayra (r.anh)'den; o da Peygamber (s.a.v.)'den bu tarzda haber verdi; yânî:
"Eğer İsrail oğulları olmayaydı et kokmayacaktı, ve eğer Havva (anamız) olmayaydı, hiç bir kadın kocasına ihanet etmeyecekti" buyurduğunu rivayet etti.

(Buhari, Kitabu'l Enbiya, 8 ; Fethu'l Bâri, Kitabu'l Enbiya, 3330, C. 7, s. 11 - 15)

Hadîsin başlığa uygunluğu Havva'nın yaratılması, Âdem'in yaratılmasına izafe edilmiş olması yönünden mumkin olur. Bir de Âdem'le Havva'nın cennetteki hayâtlarıyle ilgili bir vakıanın hadîste zikredilmiş olması yönünden olabilir ki, Havva o haram ağaçtan yemeye Âdem'i teşvik edip kandırmıştı.
el-Bakara: 57. âyetinde işaret olunduğu üzere israil oğulları kırk yıl çölde gökten inen menn ve selva ile geçinmişler. Bu iki gıdadan her gün yetecek kadar almaya ve taze taze yemeye izinli idiler. Fazla almaktan men' edilmişlerdi. Fakat bu hırslı millet yasak hilâfına bıldırcın eti saklamaya başlamışlar ve eti kokutmuşlardır.


"Şayet İsrailoğulları olmasaydı et kokmayacaktı"
Denildiğine göre bunun asıl sebebi şudur : İsrailoğulları selva (bıldırcın) etlerini sakladılar. Halbuki bu daha önce kendilerine yasaklanmıştı. Bundan dolayı bu şekilde cezalandırıldılar. Bunu Kurtubi nakletmiş, başkaları da Katâde'den diye rivayet etmiştir.
Kimi ilim adamının da dediğine göre bunun anlamı şudur: Eğar İsrailoğulları kokana kadar eti saklama işini başlatmamış olsaydı, et saklama cihetine gidilmez ve dolayısıyla kokmazdı.

"Hiç bir dişi kocasına ihanet etmezdi" buyruğu ile Havva'nın Adem'e yasak ağacın meyvesinden yemeyi güzel göstererek sonunda O'nu bu işi yapmaya kadar ittiğine işaret edilmektedir. Onun ihanet etmesinin anlamı, İblisin O'na güzel gösterdiğini kabul edip, sonunda bunu da Adem'e güzel göstermesidir. O, Adem'in kızlarının annesi olduğundan ötürü, ondan doğmuş olmaları sebebiyle kızları da annelerine benzemiştir ve bu damar onlara sirâyet etmiştir. Fiiliyle yahut da sözüyle kocasına hainlik etmekten kurtulan hiç bir kadın hemen hemen yoktur.
Burada sözü geçen hainlikten maksad, fuhşiyat işlemek değildir. Asla! Ancak Havva'nın ağaçtan yemek hususunda arzusu doğrultusunda hareket etmek isteyip, bunu da Ademe güzel göstermesi O'na bir hıyanet olarak sayılmıştır. Ondan sonra gelen kadınların her birisinin hainliği ise kendi durumuna göre değişiklik gösterebilir. Şu hadis de (bu yönüyle) buna yakındır:
"Adem inkar etti, bu sebeble soyundan gelenler de inkar etti."
Hadis aynı şekilde erkeklere, onların ilk annelerinin yapmış oldukları hatırlatılarak zevcelerinden gördükleri hususlar için bir tesellidir. Bunun , onların tabiatlarının bir gereği olduğu hatırlatılmaktadır. O halde, kasıt olmayarak ya da nadiren görülen halleri dolayısıyla erkek, hanımın yaptıkları kusurları kınamakta aşırıya gitmemelidir. Onların bu kâbilden işleri alabildiğine çoğaltarak böyle bir huyun kendilerinde yer etmesine dikkat etmeleri, hatta nefislerini dizginlemeleri arzu ve isteklerine karşı da mucadele etmeleri gerekir. Yardımı Allah'tan dileriz.

(Fethu'l Bâri, Kitabu'l Enbiya, 3330, C. 7, s. 15)

"İsrailoğulları olmasaydı yemek bozulmazdı, et kokmazdı, Havva olmasaydı kadın hiçbir zaman kocasına hainlik yapmazdı."
(Muslim Rıda 2/1092, 1470)
 
P Çevrimdışı

Pabuççu

Üyeliği İptal Edildi
Banned
@Abdulmuizz Fida
Sayfalar dolu izaha ne gerek var? niye bukadar zorluyorsun? Sahabenin anlaması içindemi sayfalar dolu izah yapılıyordu?
Kaldı ki ben o et kokar hadisini hala anlamış değilim alakasız konuları detaylı anlatıp bu hadisi sığ bir şekilde anlatmışsın. Ben işte bu metoda karşıyım bir konuyu anlatmak için aklınıza ne geliyorsa yazıyorsunuz alakalı alakasız. Sonuç olarak içeriği pek bir anlam ifade etmeyen bir yazı oluyor. Bu metoddan vazgeçin.

Kaldı ki sen M. İslamoğluna sapık diyerek ağır bir ithamda bulunuyorsun. Bunun günahı sanadır hakkına zulüm ediyorsun. Bu şekilde davranmayı bırak Allah rasulu (sav) yaptığı gibi yap:

72-.....Itbân der ki: Rasûlullah'ı, kendisi için yaptığımız bir hazîre yemeği üzerine alıkoyduk. Yurdun ahâlîsinden birçok kimseler (Peygamber'in gelmesini haber alarak) eve gelip doldular. İçlerinden biri: Mâlik ibnu'l-Duhayşin yâhud İbnu'd-Duhşun nerede? dedi. Oradakilerden biri: Mâlik ibnu'd-Duhayşin Allah'ı ve Rasûlü'nü sevmeyen bir münafıktır, dedi. Rasûlullah (S) ona: "Böyle deme. Görmüyor musun, o Lâ ilahe illellah demiştir, ve bu sözü ile Allah'ın rızâsını istemektedir" buyurdu. O sözü söyleyen de: Allah ve Rasûlü en İyi bilendir, biz onu münafıklara yardım ve nasihat ederken GÖRDÜK dedi. Itbân der ki: Biz Peygamber'i, münafıklar hakkında (hep böyle) müteveccih ve hayırhah bulurduk. Rasûlullah: "Şübhesiz ki Allah, Allah rızâsını arayarak Lâ ilahe illellah diyen kimseyi ateşe haram etmiştir" buyurdu. (SAHİH-İ BUHÂRİ, NAMAZ KİTABI)

not: bu hadisin zahiri tekfir fıkhınız ile çeliştiği için uzun izahatlar yaparmısınız?
 
aknczlfkr Çevrimdışı

aknczlfkr

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Münafıklık genelde gaybi Batıni bir şeydir, Bir çok alameti olmakla birlikte
çoğu kez kim salt bir münafık kim mümin; imanın aslının onda olup olmadığı konusunda insanlar bilgisizdir.

Sapıklık Zındıklık ise söz ve amellerde açıkça küfür veya sapkn şeylerin olmasıdır. Zahirde rahatlıkla
teşhis edilir ve onunla mücadele edilir..

Hadislerde teşbih, mecaz, kinaye vs söz sanatları ve deyimler vardır. Elbette selef ve halefin şerhlerine,
tefsirlerine bakılacak..

Ve 1400 senelik Ehli Sünnet Sahih ve Salih Uleması'nı cehaletle itham edip hatta bunu daha sinsice yani ima ile ifade edip;
(öte yandan zındık şia ruhanilerini hikmetli ve şirin gösteren) Mustafa Kazankaya elbette sapıktır bal gibi de şianın truva atıdır..
 
P Çevrimdışı

Pabuççu

Üyeliği İptal Edildi
Banned
@levent kadızade
Hadise sonradan bir kısım ekledim bu türkçeye tercümede aktarılmamış. Bir daha bak ve zahiri batını meselelerine girme lütfen hadis gayet açık tevil götürmez

72-.....Itbân der ki: Rasûlullah'ı, kendisi için yaptığımız bir hazîre yemeği üzerine alıkoyduk. Yurdun ahâlîsinden birçok kimseler (Peygamber'in gelmesini haber alarak) eve gelip doldular. İçlerinden biri: Mâlik ibnu'l-Duhayşin yâhud İbnu'd-Duhşun nerede? dedi. Oradakilerden biri: Mâlik ibnu'd-Duhayşin Allah'ı ve Rasûlü'nü sevmeyen bir münafıktır, dedi. Rasûlullah (S) ona: "Böyle deme. Görmüyor musun, o Lâ ilahe illellah demiştir, ve bu sözü ile Allah'ın rızâsını istemektedir" buyurdu. O sözü söyleyen de: Allah ve Rasûlü en İyi bilendir, biz onu münafıklara yardım ve nasihat ederken GÖRDÜK dedi. Itbân der ki: Biz Peygamber'i, münafıklar hakkında (hep böyle) müteveccih ve hayırhah bulurduk. Rasûlullah: "Şübhesiz ki Allah, Allah rızâsını arayarak Lâ ilahe illellah diyen kimseyi ateşe haram etmiştir" buyurdu. (SAHİH-İ BUHÂRİ, NAMAZ KİTABI)

bak amelindeki şey zahirde teşhis edilmiş
 
aknczlfkr Çevrimdışı

aknczlfkr

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
cevap verilmiştir.. tekrarı ve "lafın tamamı" kime söylenir malum..
 
P Çevrimdışı

Pabuççu

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Ve 1400 senelik Ehli Sünnet Sahih ve Salih Uleması'nı cehaletle itham edip hatta bunu daha sinsice yani ima ile ifade edip;
(öte yandan zındık şia ruhanilerini hikmetli ve şirin gösteren) Mustafa Kazankaya elbette sapıktır bal gibi de şianın truva atıdır..

AHLAK ÖNCE AHLAK İLİMİ MÜNAZARADAN ÖNCE!! Seninle konuşmam buraya kadar. KİBR ŞEYTANDANDIR

soru: beyinleri çalışmayanların kafasına balyoz indirince çalışır mı
elcevab: hayır bu kalple ilgili bir mesele
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
@Abdulmuizz Fida
Sayfalar dolu izaha ne gerek var? niye bukadar zorluyorsun? Sahabenin anlaması içindemi sayfalar dolu izah yapılıyordu?
Kaldı ki ben o et kokar hadisini hala anlamış değilim alakasız konuları detaylı anlatıp bu hadisi sığ bir şekilde anlatmışsın. Ben işte bu metoda karşıyım bir konuyu anlatmak için aklınıza ne geliyorsa yazıyorsunuz alakalı alakasız. Sonuç olarak içeriği pek bir anlam ifade etmeyen bir yazı oluyor. Bu metoddan vazgeçin.

Kaldı ki sen M. İslamoğluna sapık diyerek ağır bir ithamda bulunuyorsun. Bunun günahı sanadır hakkına zulüm ediyorsun. Bu şekilde davranmayı bırak Allah rasulu (sav) yaptığı gibi yap:

72-.....Itbân der ki: Rasûlullah'ı, kendisi için yaptığımız bir hazîre yemeği üzerine alıkoyduk. Yurdun ahâlîsinden birçok kimseler (Peygamber'in gelmesini haber alarak) eve gelip doldular. İçlerinden biri: Mâlik ibnu'l-Duhayşin yâhud İbnu'd-Duhşun nerede? dedi. Oradakilerden biri: Mâlik ibnu'd-Duhayşin Allah'ı ve Rasûlü'nü sevmeyen bir münafıktır, dedi. Rasûlullah (S) ona: "Böyle deme. Görmüyor musun, o Lâ ilahe illellah demiştir, ve bu sözü ile Allah'ın rızâsını istemektedir" buyurdu. O sözü söyleyen de: Allah ve Rasûlü en İyi bilendir, biz onu münafıklara yardım ve nasihat ederken GÖRDÜK dedi. Itbân der ki: Biz Peygamber'i, münafıklar hakkında (hep böyle) müteveccih ve hayırhah bulurduk. Rasûlullah: "Şübhesiz ki Allah, Allah rızâsını arayarak Lâ ilahe illellah diyen kimseyi ateşe haram etmiştir" buyurdu. (SAHİH-İ BUHÂRİ, NAMAZ KİTABI)

not: bu hadisin zahiri tekfir fıkhınız ile çeliştiği için uzun izahatlar yaparmısınız?



Bir Başka Sapık : Mustafa İslamoğlu
https://www.islam-tr.org/mealciler-mealcilik-hakkinda/32293-bir-baska-sapik-mustafa-i.html
 
Abdussamed Seyhani Çevrimdışı

Abdussamed Seyhani

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Mustafa İslamoğlu, İnsanların Kafalarını karıştırıyor, bunun Deşifre edilmesi Teşhis edilmesi lazım...
 
C Çevrimdışı

condor

Üyeliği İptal Edildi
Banned
kertenkele hadisi ile iligli bir soru sormak istiyorum..Allah kuranda domuz etini yasaklıyor.fakat demiyorki ,domuz öldürene şu kadar ecir vardır..kertenkele gibi haram kılınmamış bir canlıyı öldürmeyi hadise binaen ecirli bir amel kabul etmek doğrumu..?H.z ibrahimin ateşine su taşımamış gibi komik bir gerekçe bunu açıklarmı?Peki kuranda İbrahim a.s ateşe atıldığı net bir şekilde ifadeedilmezken ,kurana israilliyyat bir hikaye ekleyerek bu gerekçeyi kabul etmek mantıklımı?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
kertenkele hadisi ile iligli bir soru sormak istiyorum..Allah kuranda domuz etini yasaklıyor.fakat demiyorki ,domuz öldürene şu kadar ecir vardır..kertenkele gibi haram kılınmamış bir canlıyı öldürmeyi hadise binaen ecirli bir amel kabul etmek doğrumu..?H.z ibrahimin ateşine su taşımamış gibi komik bir gerekçe bunu açıklarmı?Peki kuranda İbrahim a.s ateşe atıldığı net bir şekilde ifadeedilmezken ,kurana israilliyyat bir hikaye ekleyerek bu gerekçeyi kabul etmek mantıklımı?
Ey hadis inkarcısı soruma cevap ver;

Namaz kılıyor musun?
(Kılıyorsan) Kıldığın Namazların rekat sayısını ve rukunlarını nasıl /nerden tesbit ettin?
 
aknczlfkr Çevrimdışı

aknczlfkr

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Ahiler; Hadiste bir seferde öldürmek en efdal oldugu belirtilmiş; burada;
hayvana eziyet etmeden acıyı his bile edemeden bir seferde ve tastamam öldürmek kastedilmiş olması da mumkün. Alimler bu konuda da muhakkak bir şeyler yazmıştır söylemiştir bi incelemek lazım..

Ayrıca, yarın bir gün bilim tarafından kertenkelelerin insanlar için büyük bir tehlike arzettiği ,
misal bir virüs bir hastalık vs taşıdığı veya başka bir zarar; ortaya konsa bu sözde akılcı
akıl-bilim perestlerin fikirleri nicolur merak edilir..
 
Üst Ana Sayfa Alt