Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Hanefi Mezhebinin Hadislere Dayanmadığı Iddialarına Reddiye

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
ehli hadis kullanicisi arkadasim ALLAH (c.c) sana hak ile batili ayirma yi nasip etsin.....yapacagin ilk ve en onemli sey lutfen tefsir oku bol bol ki iman nedir itikad nedir ogren ama bilirmisinki bunlar hep nasip isidir......
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla;

Allah Teala şöyle buyurmaktadır: İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet eder.(Bakara/2/159)

Ayette hidayeti gizleyen kimseler tehdit edilmektedir.Rasülullah’dan işitmiş olan kimsenin bu işitmiş olduğu şeyi ızhar etmesi gerekir Eğer böyle bir haberin (haber-i vahidin) kabulü bizim için gerekli olmamamış olsaydı ızhar edilmesi yokluğu gibi olurdu (Sahih Buhari A/II/692)

Hz Peygamber insanlara dinlerini öğretmeleri için ashabından bazılarını çeşitli beldelere göndermiştir.Dinin öğretimi hususunda öncelik verilecek ilk ve en önemli konu akidedir Bu bütün peygamberlerin insanları kendisine davet etmiş oldukları ilk şeydir.Rasülullah s a v Muaz’ı Yemen’e gönderirken ona şöyle demiştir.Muhakkk ki sen Ehl-i Kitaptan olan bir kavme gidiyorsun Onları Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın Rasülü olduğuma davet et.Eğer buna itaat ederlerse Allah’ın her gece ve gündüzde beş vakit namazı farz kıldığını onlara bildir.(Sahih Müslim İman 29/I.50)

Rasülullah s a v Muaz’a ilk defa İslam akidesini anlatmasını emretmekte bunu kabul ettikleri takdir de ameli konuları haber vermesini söylemektedir Eğer haber’i vahid itikada delil olmayacak olsaydı Rasülullah s a v hiçbir zaman Muaz’ı tek başına göndermez ve ilk defa itikadi bir konuyu anlatmasını söylemezdi…….

Haber-i vahidin itikadda delil olamayacağı görüşünü sahabeden hiçbir kişi söylememiştir Bu görüş sahabenin uygulamalarına muhaliftir Hiç birisi de Rasülullah’dan rivayette bulunan kişiye sana tek kişi haber verdi dolayısıyla mütevatir olmadıkça bu ilim ifade etmez dememiştir.Onlar kendilerinden sonra bir kısım Müslümanlar arasında dönüp dolaşan haber-i vahidin delil olarak kullanılması ile ilgili olarak ahkam ile akaid konularını ayırma diye bir düşünceye sahip olmamışlardır.Herhangi birisi sıfatlar hakkında bir hadis rivayet ettiği zaman diğeri bunu kabul ile karşılar ve bu sıfatın kesin kat’i olduğuna inanırdı Kaldı ki Hz Ömer’in Ebu Musa’nın rivayetine Ebu Sa’id el-Hudri’nin rivayetine dayanak olarak istediği gibi başka bir haberle desteklemedikçe ahkam hadislerinden bir kısmını teenni ile karşılamışlardır Halbu ki hiç birisi sıfatla ilgili olan hadislerin rivayetinde destek aramamışlardır.

Rasülullah’ın haberlerinin ilim ifade etmesini inkar eden kişiler kendi imamlarının görüşlerinin ve sözlerinin onlar tarafından mutlaka söylenmiş olduğu hususunda kesin kat’i bir şekilde şahitlik yapmaktadırlar.Şayet bu kişilere bu görüşlerin ve sözlerin imamlarından olmasının sahih olamayacağı söylense buna ciddi bir şekilde karşı çıkarlar ve bunu söyleyen kişinin cahilliğine taaccüb ederler.Bilinmektedirki bu görüşler de bir iki veya üç kişi tarafından rivayet edilmiştir.Onları tevatür sayısınca kişi rivayet etmemiştir Rasülullah’dan nakledilen haberlerin değil de kendi imamlarından nakledilen sözlerin sahihliği hususunda ilimhasıl olduğunu iddia edecek olursa bu durum apaçık batıldan başka bir şey değildir.

Böyle bir görüş sırf akideyle ilgili Hz Peygamber’den sabit olan yüzlerce sahih hadisin reddini gerektirir Haber-i vahidin itikadda delil olamayacağını savunanlar kendi görüşlerini destekleyen te.vile ihtimali olmayan subutu ve dalaleti kat- herhangi bir ayet ya da mütevatir bir hadis gösteremezler.

İbn Huzeyme Kitabu’t Tevhid isimli eserinde i’tikadi konulara temas etmekte ve bunların ispatı sededinde bir çok hadisi delil olarak ileri sürmektedir. İbn Huzeyme’nin kitabının tam adı şudur: Kitabu’t-Tevhid ve isbatı sıfati’r-rabb elleti vesafe biha nefsehü fi tenzilihi’l-lezi enzelehü a’la nebiyyihi’l-mustafa (s.a.v) ve al’a lisani nebiyyihi naklü’l-ahbari’s-sabiteti’s-sahihati nakle’l-adüli ani’l-adüli min gayri kat’in fi isnadin ve la cerhin fi nakili’l ahbari’s-sikat,
Allah Teala’nın her gece dünya semasına nüzülü ile ilgili hadisler hakkında Babu Zikri ahbari sabiteti’s senedi sahihati’l kıvami (senedi sağlam ve kuvvetli derecede sahih olan haberlerin zikri konusu) şeklinde açmış olduğu başlık altında şunları söylemektedir.

Rabb’in her gece dünya semasına nüzülü ile ilgili haberleri Hicaz ve Irak alimleri Nebi s a v’den rivayet etmişlerdir.Biz dil ile ikrar ve kalp ile tasdik edici olarak bu haberlerde Rabb’in nüzülü ile ilgili zikredilen hususlara herhangi bir keyfiyet belirtmeksizin inanmaktayız Biz bu haberlerde bildirilen hususları tasdik etmekteyiz.(İbn Huzeyme Tevhid.125)

Yine Babu zikri isbat, dahki rabbina (Rabbimizin gülmensin isbatı babı) diye açmış olduğu başlıkta şöyle demektedir:Allah Teala’nın gülmesini vasfetmeksizin ve mahlukattan herhangi birinin gülmesine benzetmeksizin Peygamber s a v’in bildirdiği gibi gülmesinin olduğuna iman ederiz ve O’nun gülüşü hakkında herhangi bir sıfat belirtmekten kaçınırız.Biz kalbimizle tasdik edici olarak Nebi s a v’in söylediği şeyleri söylemekte ve bize açıklamada bulunmadığı şeyler hakkında ise susmaktayız.(İbn Huzeyme Tevhid.230-231)

İmamlar İmamı İbn Huzeyme Rahımullah Onun tevhide dair telif etmiş olduğu kitabın tam adından da anlaşılcağı üzere İbn Huzeyme rahımullah ahad haberleri itikadi konularda kabul etmektedir.

Ebu Ya’la Muhammed el-Hanbeli el-Bağdadi (458/1066) ahad hadisleri itikada delil olarak kabul etmektedir.el-Mu’temed fi usüli’d-din isimli kitabında bir takım itikadi meseleleri ispat sededinde bol miktarda ahad hadise yer vermiştir.Mesela kabir azabının ispatına müteallik olarak Onlar sabah akşam ateşe sokulurlar ayetini zikrettikten sonra Ebu Hureyre r.a kanalıyla rivayet edilen şu hadisi de delil olarak zikretmiştir.Sizden birisi kabre konulduğu zaman ona siyah ve mavi iki melek gelir Onlardan birisine münker diğerine de nekir denir.Tirmizi Cenaiz 70/III,383) Yine bu konuda bir çok hadis nakledilmiştir.Ebu Yala,178-179)

Ebu Bekr Ahmed b.el-Hüseyn b.Ali el-Beyhaki el-Esma ve’s-sıfat isimli kitabında Allah’ın isim ve sıfatlarını ispat ve izah sededinde bol miktarda hadise yer vermiştir.Bu husus onun ahad haberleri itikada delil olarak kullandığının belgeler mahiyettedir.(Beyhaki el-Esma ve’s-Sıfat.I-II)

İbn Kayyım el-Cevziyye (751/1350) ifadesine göre haberi ahad Kur’an desteklemekte ayetlerin anlamlarını ayrıntılı olarak açığa çıkarmakta böylece murad edilen manaya yaklaşılmakta anlama yönelik olan ihtimaller bertaraf edilmekte ve bu haberler yakini ilim hasıl olmaktadır.Ehl-i-İslam selef- ve halef olmak üzere sıfatullah kader ru’yet imanın aslı şefaat havz günaha bulaşmış olan muhavvitlerin cehennemden çıkarılması cennet ve cehennemin sıfatları tergib ve terhib va’d ve va’id Nebi s a v’in faziletleri ashabının menkıbeleri geçmiş peygamberlerin haberleri v.s ile ilgili hadislerin rivayetinde icma etmişlerdir.

Bid’at fırkaların ahad olduğu iddia ettikleri bu haberler Kur’an’a muvafık olup onun mücmel olan taraflarını tefsir ve tafsil etmekte aynı zamanda mütevatir haberlere de uygunluk arzetmektedirler.



Rasülullah s a v’in haberlerinin ilim ifade etmediğine inanan kişi sahabenin zarüri olarak bilinen icma’ına tabii’in ve imamların icma’ına muhalefet edip Mutezile Cehmiyye Rafıza ve Havarice muvafakat etmiştir.Bunlara bazı Usulcü ve fakifler de tabi olmuştur.(İbn Kayyım.II.608,548.551.573)

Ahad haber ilim ifade etmez görüşünü kabul etmek Hz Peygamber’in akaid meseleleriyle ilgili yüzlerce sahih hadisini reddetmeyi gerektirir Rasülullah s a v’den ahad yolla gelen akaid ile ilgili bir çok hadis bulunmaktadır.Kaza ve kader bir insanın said mi şaki mi olacağının rızkının ve ecelinin önceden yazıldığı he rşeyin kalem ile yazıldığı kıyametin büyük ve küçük alametleri Kur’an ve Kur’an’da bildirilmeyen Hz Peygamber2in mucizeleri Hz Muhammed’in peygamberlere üstünlüğü Ahiret halleri Münker Nekir suali kabir azabı kabir nimeti cennet cehennem sırat mizan şefatt havz ve ondan içeçeklerin bir daha susamayacakları rü’yet tecelli vech yedeyn nüzül Allah’ın arşa istiva etmesi Allah’ın sesiyle nida etmesi büyük günah işleyenlerin cehennemde ebedi kalmayacakları vb.konularda bir çok hadis rivayet edilmiştir.

Ahad hadislerin ilim ifade etmediğini iddia edenlerin sözleri ile Kur’an kıssaları ilim ifade etemz diyenlerin sözleri aynı anlama gelmektedir Böyle bir anlayış İslam’ın bir çok esasını iptal eder Çünkü söz konusu hadisler Kur’an nassını açıklamış onun mücmellerini tefsir etmiştir.Selef imamları ve onların tabileri herhangi bir konudan önce ayetleri zikreder sonra ona uyan hadisleri naklederlerdi Buhari ve diğer hadisciler İmam Ahmed b.Hanbel İshak b.Rahaveyh ve diğerleri nüzül rü’yet teklim vech gibi Kur’an’da geçen konularla ilgili hadisleri delil getirmişlerdir.

Haber-i vahid ilim ifade etmez böyle olduğu için onunla akide tespit olunmaz sözü sonradan uydurulmuş temeli olmayan bir görüştür Bunu mütekaddimin Kelamcılardan bazıları dile getirmiştir Ancak İslam şeri’atında bunun aslı yoktur.Dinde sonradan ortaya çıkan bir şeyin bidat olduğu bilinen bir husustur Onun kabulu caiz değildir.

Rasülullah s a v şöyle buyuruyor: Kim dinden yeni bir şey çıkarırsa o dinden değildir ve reddedilir.Buhari Sulh 5 Müslim Akdiye 8 Ebu Davud Sünnet 6

Allah'ım! Sen her türlü eksiklikten münezzehsin, hamd sanadır. Senden başka hiçbir ilâh olmadığına şehadet ederim. Senden mağfiret diler, sana tevbe ederiz. Allah,ım efendimiz ümmî peygamber Muhammed'e, onun ailesine ve ashabına sâlat ve selâm etsin.
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
ALLAH (C.C) rizasi icin oku kardesim..
Soru: "... O halde onu âzad etmeyeyim mi?" dedim. "Bana bir getir hele!'' dedi. Ben de câriyeyi ona getirdim. Ona: "Allah nerde?" diye sordu. Cariye: "Semâda!" diye cevap verdi. Bu sefer: "Ben kimim?" diye sordu. O da: "Sen Resûlullah'sın!'' diye cevap verdi. Bunun üzerine aleyhissalatu vesselam: "Onu âzad et, çünkü mü'mine'dir" buyurdu." Müslim, Mesâcid 33, (537); Ebu Dâvud, Salât 171, (930, 931 ); Nesâî, Sehv 20, (3, 14-1 8).

"Yukarısı bir hadisin son kısmıdır, kaynağıyla beraber görüyorsunuz. Ehl-i Sünnet itikadında Allah'a mekân isnadı caiz değildir, Allah semada demek küfürdür değil mi? Peki Resulullah efendimiz s.a.s "Allah semada" diyen kadına neden bir şey dememiş ve onu mümine diye nitelendirmiştir?

Cevap: Başta Sahabe olmak üzere "Ehl-i Sünnet-i hassa" dediğimiz Selef ulemasının tavrı, müteşabih ayet ve hadislere varit oldukları gibi iman ve anlamlarını Allah Teala'ya havale etmek şeklindedir ve aslolan budur. "Ehl-i Sünnet-i amme" dediğimiz müteahhirun ise, yakin seviyesindeki azalma ve muhtelif cereyanlar sebebiyle imanî meselelerde şüphelerin artması gibi sebepler dolayısıyla bu türlü ayet ve hadisleri muhkem nasslar doğrultusunda ve sahih Arap dilinin ölçüleri içinde tevil etmiştir.

İbn Teymiyye ile başlayan ve kendisine "Selefî" diyen cereyan, müteşabih ayet ve hadislerin anlaşılması konusunda daha farklı bir yol izler ve şöyle der: Bu türlü ayet ve hadislerin anlamı malumdur; ancak "keyfiyeti" bizce bilinmez. Kur'an'da ve hadislerde Allah Teala'nın elinden, yüzünden, inmesinden... bahsedildiğine göre bunların "hakiki anlamda" mevcudiyetine inanır, "nasıl"lığı sorusunu ise, "O'nun uluhiyet, azamet ve şanına layık bir şekilde" diye cevaplarız.

Allah Teala'ya mekân izafesi problemi de bu bağlamda önemli bir yer işgal etmektedir. Gerek yukarıda bir varyantı verilen rivayetten, gerekse "Arş'a istiva" vs. ilgili diğer ayet ve hadislerden hareketle Selefî ekol, Allah Teala'nın (Arş, sema vb.) belli bir mekânda ve dolayısıyla (uluvv/yükseklik, yukarıdalık gibi) belli bir "yönde" bulunduğunu söyler. Bu bağlamda genel muhtevalı eserler yanında İbn Teymiyye'nin "Kitâbu'l-Arş"ı, İbn Kudâme'nin "İsbâtu Sıfeti'l-Uluvv"u ve ez-Zehebî'nin "el-Uluvv li'l-Aliyyi'l-Azîm"i gibi monografiler de mevcuttur.

Allah Teala'ya mekân izafesi, tabiatı gereği müstakil bir mesele olmayıp, beraberinde başka problemleri de getiren son derece temel bir tartışmadır. Arş'ı da, semayı da, diğer mekânları da yaratan Allah Teala olduğuna ve O'nun istivasının "mekân tutmak" anlamına geldiği iddia edildiğine göre, İmam Ebû Hanîfe'nin de dile getirdiği "Allah Teala bu mekânları yaratmadan önce neredeydi?" sorusuna İbn Teymiyye'nin bulduğu cevap, "Arş'ın nev'î kıdemi"dir. Bu, şu demektir: Allah Teala ezelden beri üzerine istiva ettiği Arşlar yaratmaktadır. Yenisini yarattığında bir öncekini yok etmektedir ve bu, ezelden beri böyle devam edegelmektedir. Bu izah tarzının ne kadar problemli olduğu ise açıktır. Zira Allah Teala dışında varlığı ezelî olan bir başka varlık tasavvur edildiğinde, zorunlu olarak o varlığın mevcudiyetinin bir yaratıcının varlığına mütevakkıf bulunmadığını, varlığının zorunlu ("vâcibu'l-vücud") olduğunu söylemiş olursunuz. Bunun ne anlama geldiği ise açıktır...

Bu, meselenin sadece bir yönüdür. Bunun dışında, muzaf mekânın Allah Teala'nın zatını ihata etmesi ya da O'nun azametiyle mütenasip bir azamette olması, "havadis"in (varlığı sonradan olan varlık ve olayların) Allah Teala'ya hululü... gibi meseleler de kaçınılmaz olarak yukarıdaki bakış açısının doğurduğu problemler olarak gündeme gelmiş ve tartışılmıştır.

Benim görebildiğim şudur: Selefî ekol sanki bu meselede yaklaşımının temeline haber-i vahid türü rivayetleri koymuş, muhkem nassları onlar doğrultusunda anlamayı tercih etmiştir. Oysa önemli bir kısmı rivayet tekniği açısından problemli olan bu rivayetlerin titiz bir ayıklamaya tabi tutulması ve sahih olanların muhkem nasslar doğrultusunda anlaşılması gerektiği açıktır.

Hanefî Usulü'nde mukarrer olan "Kur'an'a haber-i vahid ile ziyadenin mümkün olmadığı" ilkesinin önemi de bu noktada ortaya çıkmaktadır. Meselenin temeline tenzih ayetlerinin yerleştirilmesi ve diğer ayet ve hadislerin bu doğrultuda anlaşılması en sağlam yoldur.

"O'nun benzeri hiçbir şey yoktur" ayeti (42/eş-Şûrâ, 11), Allah Teala ile mahlukat arasındaki ontolojik farklılığı dile getiren muhkem bir nass olarak meselenin temelini teşkil etmektedir.

Bunun yanı sıra, "De ki: "Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" De ki: "Allah'ındır" (6/el-En'âm, 12) ve "Göklerde ve yerde bulunan herkes Rahman'a kul olarak gelecektir" (19/Meryem, 93) ayetleri, mekânın ve barındırdığı her şeyin; "Gecede ve gündüzde barınan her şey O'nundur" (6/el-En'âm, 13) ayeti de zamanın barındırdığı her şeyin Allah Teala'nın mülkü olduğunu açık biçimde ifade etmektedir.

"O'dur ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş'a istiva etti. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, ona çıkanı bilir. Nerede olsanız O sizinle beraberdir..." (57/el-Hadîd, 4) ayeti de konumuz bakımından son derece ilgi çekicidir. Zira burada Allah Teala'nın Arş'ı istivası ile "maiyyet" (kullarla birliktelik) bir arada zikredilmiştir. Neden buradaki "maiyyet"i, "ilmi ile kulların yanında olmak, onların her yaptığını görmek, işitmek, bilmek..." diye tevil etmek doğru ve gereklidir de, "istiva"yı "hükümranlığı altına almak" vb. bir şekilde tevil etmek yanlıştır?

Soruda metninin bir kısmı verilen ve literatüre "Eynellah hadisi" veya "cariye hadisi" olarak geçen rivayete dayanarak bir kısım Selefîler işi şu noktaya kadar vardırmıştır: Bir kimsenin mü'min olup olmadığını öğrenmenin yolu, ona "Allah nerededir?" diye sormaktır. Çünkü Efendimiz (s.a.v), rivayette geçen cariyenin mü'min olup olmadığını tahkik etmek için ona böyle sormuştur. Bu sorunun muhatabı olan kişi eğer "Allah göktedir" derse, mü'min olduğuna hükmedilir. Çünkü cariye Allah Teala'nın gökte olduğunu söylemiş, Efendimiz (s.a.v) de bu cevap üzerine –kendisinin kim olduğu sorusuna da doğru cevabı aldıktan sonra– onun mü'min olduğunu söylemiştir.

Bu "tak'îd"in (kaideleştirme) ne kadar sağlıklı olduğunu görmek için bahse konu hadisin durumunu yakından incelemek gerekir. Bunun için hoşgörünüze sığınarak bazı teknik ayrıntılara girmek durumundayım.

Söz konusu hadisin muhtelif Hadis kaynaklarında nakledilen varyantları bir araya getirildiğinde şöyle bir arka planla karşılaşıyoruz: Sahabe'den birisinin, koyunlarını güden bir cariyesi vardır. Koyunlardan birisini kurda kaptırınca kızıp kendisine bir tokat atan sahabî, bilahare Efendimiz (s.a.v)'e gelerek durumu anlatır ve daha önceden bir mü'min cariye azad etme adağı bulunduğunu söyleyerek söz konusu cariyeyi azad etmesi halinde nezrini yerine getirmiş olup olmayacağını sorar. Efendimiz (s.a.v) de cariyeyi kendisine getirmesini söyler. Cariye geldiğinde Efendimiz (s.a.v), mü'min olup olmadığını öğrenmek için kendisine bazı sorular sorar. –Meselenin püf noktası burasıdır.–

Rivayetin bazı varyantlarında Efendimiz (s.a.v)'in cariyeye, "Allah nerededir?" diye sorduğu nakledilmektedir. Cariye bu soruya "Allah göktedir" diye cevap verir. Ardından gelen "Ben kimim?" sorusuna, "Sen Allah'ın Resulüsün" cevabını alınca, efendisine dönerek, "Onu azat edebilirsin; zira mü'mindir" buyurur. (Müslim, "Mesâcid", 33; Ebû Dâvûd, "Salât", 166; en-Nesâî, "Sehv", 20; "el-Muvatta", "Itk", 6; Ahmed b. Hanbel, V, 447-9; İbn Ebî Şeybe, "el-Musannef", VII, 215.)

Bu rivayeti mahrecinden, yani olayın kahramanı sahabî Mu'âviye b. el-Hakem es-Sülemî (r.a)'den nakleden kişi Atâ b. Yesâr'dır. Ancak aynı ravinin, aynı olayı "Allah nerededir?" sorusunun yer almadığı değişik bir lafızla naklettiğini görüyoruz. Buna göre Efendimiz (s.a.v), "Semada kim var?" diye sorarcasına elini yukarıya kaldırarak işaret buyurmuştur. (ez-Zehebî, "el-Uluvv li'l-Aliyyi'l-Azîm", I, 254.)

Yine Atâ b. Yesâr'dan aynı rivayet şu lafızla da rivayet edilmiştir: "Cariyeye "Allah'tan başka ilah olmadığına şahitlik eder misin?" diye sordu. Cariye "Evet" dedi. "Muhammed'in Allah'ın kulu ve Resulü olduğuna şahitlik eder misin?" diye sordu. Cariye "Evet" dedi..." (Abdürrezzâk, "el-Musannef", IX, 175;)

Aynı lafız, Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe b. Mes'ûd isimli tabiî tarafından, "Ensar'dan bir adamdan" nakledilmiştir. (Ebû Dâvûd, "Eymân", 16; "el-Muvatta", "Itk", 6; Abdürrezzâk, a.g.e., a.y.; Ahmed b. Hanbel, III, 452.)

Her ne kadar bu haliyle zahiren mürsel ise de, bu varyant, mezkûr Ubeydullah'ın Ebû Hureyre (r.a)'den rivayeti olarak muttasıl bir senetle de nakledilmiştir. (Bkz. İbn Abdilberr, "et-Temhîd", IX, 114-5.)

Bu muttasıl senet Ahmed b. Hanbel (II, 291) ve Ebû Dâvûd ("Eymân", 16) tarafından zikredilmiş, ancak metinde Efendimiz (s.a.v)'in cariyeye "Allah nerededir?" diye sorması üzerine cariyenin eliyle yukarıyı işaret ettiği zikredilmiştir. (Ayrıca bkz. Abdürrezzâk, IX, 176; İbn Huzeyme, "Kitâbu't-Tevhîd", 123; el-Beyhakî, "es-Sünenu'l-Kübrâ", VII, 388; ez-Zehebî, a.g.e., I, 260)

Bir diğer varyantta Efendimiz (s.a.v) cariyeye, "Rabbin kim?" diye sormuş, cariye eliyle yukarıyı işaret etmiştir. (İbn Huzeyme, a.g.e., a.y.)

Bir başka varyantta cariye Efendimiz (s.a.v)'in sorularına sadece işaretle cevap vermiştir. Buna göre Efendimiz (s.a.v) "Allah nerededir?" diye sormuş, cariye eliyle yukarıyı işaret etmiş, "Ben kimim?" sorusuna cevaben de cariye, "Sen Allah'ın Resulüsün" anlamında eliyle önce Efendimiz (s.a.v)'i, sonra da yukarıyı işaret etmiştir. (Ebû Dâvûd, "Eymân", 16; Ahmed b. Hanbel, II, 291)

Bütün bu varyantlar bir noktayı açık biçimde göstermektedir: "Eynellah hadisi" veya "cariye hadisi" diye bilinen bu rivayet kesinlikle mana ile aktarılmıştır. Bir diğer deyişle, Efendimiz (s.a.v) ile cariye arasında geçen konuşmanın, raviler tarafından kendi anladıkları lafızlarla aktarılması sonucunda, teknik tabiriyle "ızdırab" dediğimiz durum ortaya çıkmıştır ki, ehlince malum olduğu üzere, senedi sahih de olsa herhangi bir rivayetin metninde bulunan bu tür bir "uyuşmazlık", hadisi sıhhat derecesinden zaaf derecesine düşürür.

Bir an için bu gerçekten sarf-ı nazar edelim ve yukarıda verdiğim arka planını da dikkate alarak söz konusu hadise yakından bakalım: Bu hadiste Efendimiz (s.a.v)'in cariyeye sorduğu sorunun, onun mü'min mi yoksa putperest mi olduğunu ortaya çıkarmaya yönelik olduğu açıktır. Cariyenin, soruya verdiği cevaptan putperest olmadığı ve bir "Allah inancına" sahip olduğu anlaşılmaktadır. "Allah nerede", "Rabbin kim" "Semada kim var"... gibi sorulara kadının verdiği cevap, ya da eliyle yaptığı işaret, herhangi bir puta değil, "Yüce bir Yaratıcı'ya" inandığını ima eder tarzdadır ki, bilgi ve kültür seviyesi düşük bir insanın putperest olmadığını anlamak için bu türlü cevaplarla yetinmek yanlış değildir.

Bir önceki yazıda, Mu'âviye b. el-Hakem (r.a)'den Atâ b. Yesâr kanalıyla nakledilen rivayetin "muzdarib" olduğunu, mana ile rivayet edildiğini, dolayısıyla ihticaca (delil olarak kullanılmaya) elverişli olmadığını ortaya koymaya çalışmıştım. Zikrettiğim hususlardan, mü'min olup olmadığını tesbit için kendisine getirilen cariyeye Efendimiz (s.a.v)'in ne sorduğunu, tek başına o rivayeti veya onun varyantlarından sadece birisini esas alarak ortaya çıkarmak mümkün görünmemektedir. Öyleyse yapılması gereken şey, böyle durumlarda Efendimiz (s.a.v)'in, kendisine getirilen kişiye mü'min olup olmadığını tesbit için ne sorduğunu, benzer vakaları araştırarak tesbit etmektir.

Sahabe'den eş-Şerîd b. Süveyd (r.a)'den nakledilen rivayet bu konuda bize yol gösterici mahiyettedir. Ahmed b. Hanbel (IV, 222, 388-9) ve İbn Hibbân'ın (I, 419) rivayet ettiğine göre eş-Şerîd b., Süveyd (r.a), Efendimiz (s.a.v)'e gelerek, annesinin mü'min bir cariyeyi özgürlüğüne kavuşturmasını vasiyet ettiğini, kendisinin de siyahi bir cariyesi bulunduğunu söyler ve onu azat etmekle bu vasiyeti yerine getirmiş olup olmayacağını sorar. Efendimiz (s.a.v) cariyeyi kendisine getirmesini söyler. Cariye gelince Efendimiz (s.a.v), "Rabbin kim?" diye sorar. Cariye "Allah" der. Ardından "Ben kimim?" diye sorar. Cariye "Allah'ın Resulü'sün" diye cevap verir. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v), cariyeyi getiren sahabîye dönerek, "Onu azat edebilirsin, zira o mü'mindir" buyurur.

Bu rivayette zikredilen soruyu ed-Dârimî ("Nuzûr", 10), hemen aşağıda İbn Ebî Şeybe'den naklen zikredeceğim lafızla sevk etmiştir. Dolayısıyla eş-Şerîd (r.a) rivayetinin de mana ile rivayet edildiğini söylemek mümkündür.

Benzeri bir olay İbn Ebî Şeybe tarafından (VII, 215) rivayet edilmiştir. buna göre bir adam Efendimiz (s.a.v)'e gelerek annesinin mü'min bir köleyi azat borcu (adağı) olduğunu ve kendisinin de bir cariyesi bulunduğunu söyler. Efendimiz (s.a.v) cariyenin kendisine getirilmesini ister. Cariye gelince "Allah'tan başka ilah bulunmadığına ve benim de Allah'ın Resulü olduğuma şahitlik eder misin?" diye sorar. Cariye "Evet" deyince, sahabîye "Onu azat et" buyurur.

Yine benzeri bir olay el-Hâkim tarafından (III, 258) nakledilmiştir. Bu sefer Efendimiz (s.a.v)'e gelen bir kadındır ve yanında siyahî bir cariye vardır. Efendimiz (s.a.v), mü'min olup olmadığını öğrenmek için cariyeye şu soruları sorar: "Rabbin kim? Dinin ne? Ben kimim? Namaz kılıyor musun? Benim Allah katından getirdiklerimin hak olduğunu ikrar ediyor musun?" Cariyenin bütün bu sorulara olumlu cevap vermesi üzerine "Onu azat et" buyurur.

Ramazan hilalini gördüğünü söyleyen bir adamın mü'min olup olmadığını tesbit için Efendimiz (s.a.v) kendisine şöyle sormuştur: "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in de O'nun kulu ve Resulü olduğuna şahitlik eder misin?" Adam "Evet" deyince oruca başlanmasını emir buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, "Sıyâm", 14; en-Nesâî, "Sıyâm", 8; et-Tirmizî, "Savm", 7; İbn Mâce, "Sıyâm", 6; Abdürrezzâk, VI, 35; İbnu'l-Cârûd, "el-Müntekâ", 157; el-Hâkim, I, 297, 424...)

Efendimiz (s.a.v), Yahudi bir anne-babanın çocuğu ölüm hastalığındayken yanına gitmiş ve kendisine "Allah'tan başka ilah bulunmadığına şahitlik eder misin?" diye sormuş, çocuk "Evet" deyince, "Muhammed'in de Allah'ın Resulü olduğuna şahitlik eder misin?" buyurmuş, çocuk yine "Evet" diye cevap vermişti. Bir süre sonra çocuk vefat ettiğinde Efendimiz (s.a.v) ve Sahabe onu yıkayıp defnettiler. (et-Taberânî, "el-Mu'cemu'l-Kebîr", VIII, 67. el-Heysemî, "Mecma'u'z-Zevâid"de (II, 323) isnadının hasen olduğunu söylemiştir.)

Keza başta el-Buhârî ve Müslim olmak üzere pek çok kaynakta zikredilen İbn Sayyâd kıssasında Efendimiz (s.a.v)'in, İbn Sayyâd'a, "Benim Allah'ın Resulü olduğuma şahitlik eder misin?" diye sorduğu nakledilmiştir.

Bu örnekler, Efendimiz (s.a.v)'in, karşısındaki kişinin mü'min olup olmadığını tesbit için kendisine "Allah nerededir?" diye sormak yerine, Allah Teala'nın birliğine ve kendisinin de O'nun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik edip etmediğini sorduğunu göstermektedir. "Eynellah hadisi" veya "cariye hadisi" diye bilinen söz konusu rivayet dışında Efendimiz (s.a.v)'in, muhatabının mü'min olup olmadığını ortaya çıkarmak için kendisine "Allah nerededir?" diye sorduğunun nakledildiği bir başka rivayet bilmiyoruz.

Esasen "Allah inancı" gibi bütün hassasiyetlerin başını teşkil eden bir meselede muhtelif raviler ve kaynaklar tarafından birbirinden oldukça farklı lafızlarla aktarılan "muzdarib" bir rivayettense, muhtelif bağlamlarda varit olmuş yukarıdaki rivayetleri ve benzerlerini esas almak akla da, dinî hassasiyete de, Hadis tekniğine de en uygun olan yoldur
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
ALLAH (C.C) rizasi icin oku kardesim..
Soru: "... O halde onu âzad etmeyeyim mi?" dedim. "Bana bir getir hele!'' dedi. Ben de câriyeyi ona getirdim. Ona: "Allah nerde?" diye sordu. Cariye: "Semâda!" diye cevap verdi. Bu sefer: "Ben kimim?" diye sordu. O da: "Sen Resûlullah'sın!'' diye cevap verdi. Bunun üzerine aleyhissalatu vesselam: "Onu âzad et, çünkü mü'mine'dir" buyurdu." Müslim, Mesâcid 33, (537); Ebu Dâvud, Salât 171, (930, 931 ); Nesâî, Sehv 20, (3, 14-1 8).

"Yukarısı bir hadisin son kısmıdır, kaynağıyla beraber görüyorsunuz. Ehl-i Sünnet itikadında Allah'a mekân isnadı caiz değildir, Allah semada demek küfürdür değil mi? Peki Resulullah efendimiz s.a.s "Allah semada" diyen kadına neden bir şey dememiş ve onu mümine diye nitelendirmiştir?

Cevap: Başta Sahabe olmak üzere "Ehl-i Sünnet-i hassa" dediğimiz Selef ulemasının tavrı, müteşabih ayet ve hadislere varit oldukları gibi iman ve anlamlarını Allah Teala'ya havale etmek şeklindedir ve aslolan budur. "Ehl-i Sünnet-i amme" dediğimiz müteahhirun ise, yakin seviyesindeki azalma ve muhtelif cereyanlar sebebiyle imanî meselelerde şüphelerin artması gibi sebepler dolayısıyla bu türlü ayet ve hadisleri muhkem nasslar doğrultusunda ve sahih Arap dilinin ölçüleri içinde tevil etmiştir.

İbn Teymiyye ile başlayan ve kendisine "Selefî" diyen cereyan, müteşabih ayet ve hadislerin anlaşılması konusunda daha farklı bir yol izler ve şöyle der: Bu türlü ayet ve hadislerin anlamı malumdur; ancak "keyfiyeti" bizce bilinmez. Kur'an'da ve hadislerde Allah Teala'nın elinden, yüzünden, inmesinden... bahsedildiğine göre bunların "hakiki anlamda" mevcudiyetine inanır, "nasıl"lığı sorusunu ise, "O'nun uluhiyet, azamet ve şanına layık bir şekilde" diye cevaplarız.

Allah Teala'ya mekân izafesi problemi de bu bağlamda önemli bir yer işgal etmektedir. Gerek yukarıda bir varyantı verilen rivayetten, gerekse "Arş'a istiva" vs. ilgili diğer ayet ve hadislerden hareketle Selefî ekol, Allah Teala'nın (Arş, sema vb.) belli bir mekânda ve dolayısıyla (uluvv/yükseklik, yukarıdalık gibi) belli bir "yönde" bulunduğunu söyler. Bu bağlamda genel muhtevalı eserler yanında İbn Teymiyye'nin "Kitâbu'l-Arş"ı, İbn Kudâme'nin "İsbâtu Sıfeti'l-Uluvv"u ve ez-Zehebî'nin "el-Uluvv li'l-Aliyyi'l-Azîm"i gibi monografiler de mevcuttur.

Allah Teala'ya mekân izafesi, tabiatı gereği müstakil bir mesele olmayıp, beraberinde başka problemleri de getiren son derece temel bir tartışmadır. Arş'ı da, semayı da, diğer mekânları da yaratan Allah Teala olduğuna ve O'nun istivasının "mekân tutmak" anlamına geldiği iddia edildiğine göre, İmam Ebû Hanîfe'nin de dile getirdiği "Allah Teala bu mekânları yaratmadan önce neredeydi?" sorusuna İbn Teymiyye'nin bulduğu cevap, "Arş'ın nev'î kıdemi"dir. Bu, şu demektir: Allah Teala ezelden beri üzerine istiva ettiği Arşlar yaratmaktadır. Yenisini yarattığında bir öncekini yok etmektedir ve bu, ezelden beri böyle devam edegelmektedir. Bu izah tarzının ne kadar problemli olduğu ise açıktır. Zira Allah Teala dışında varlığı ezelî olan bir başka varlık tasavvur edildiğinde, zorunlu olarak o varlığın mevcudiyetinin bir yaratıcının varlığına mütevakkıf bulunmadığını, varlığının zorunlu ("vâcibu'l-vücud") olduğunu söylemiş olursunuz. Bunun ne anlama geldiği ise açıktır...

Bu, meselenin sadece bir yönüdür. Bunun dışında, muzaf mekânın Allah Teala'nın zatını ihata etmesi ya da O'nun azametiyle mütenasip bir azamette olması, "havadis"in (varlığı sonradan olan varlık ve olayların) Allah Teala'ya hululü... gibi meseleler de kaçınılmaz olarak yukarıdaki bakış açısının doğurduğu problemler olarak gündeme gelmiş ve tartışılmıştır.

Benim görebildiğim şudur: Selefî ekol sanki bu meselede yaklaşımının temeline haber-i vahid türü rivayetleri koymuş, muhkem nassları onlar doğrultusunda anlamayı tercih etmiştir. Oysa önemli bir kısmı rivayet tekniği açısından problemli olan bu rivayetlerin titiz bir ayıklamaya tabi tutulması ve sahih olanların muhkem nasslar doğrultusunda anlaşılması gerektiği açıktır.

Hanefî Usulü'nde mukarrer olan "Kur'an'a haber-i vahid ile ziyadenin mümkün olmadığı" ilkesinin önemi de bu noktada ortaya çıkmaktadır. Meselenin temeline tenzih ayetlerinin yerleştirilmesi ve diğer ayet ve hadislerin bu doğrultuda anlaşılması en sağlam yoldur.

"O'nun benzeri hiçbir şey yoktur" ayeti (42/eş-Şûrâ, 11), Allah Teala ile mahlukat arasındaki ontolojik farklılığı dile getiren muhkem bir nass olarak meselenin temelini teşkil etmektedir.

Bunun yanı sıra, "De ki: "Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" De ki: "Allah'ındır" (6/el-En'âm, 12) ve "Göklerde ve yerde bulunan herkes Rahman'a kul olarak gelecektir" (19/Meryem, 93) ayetleri, mekânın ve barındırdığı her şeyin; "Gecede ve gündüzde barınan her şey O'nundur" (6/el-En'âm, 13) ayeti de zamanın barındırdığı her şeyin Allah Teala'nın mülkü olduğunu açık biçimde ifade etmektedir.

"O'dur ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş'a istiva etti. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, ona çıkanı bilir. Nerede olsanız O sizinle beraberdir..." (57/el-Hadîd, 4) ayeti de konumuz bakımından son derece ilgi çekicidir. Zira burada Allah Teala'nın Arş'ı istivası ile "maiyyet" (kullarla birliktelik) bir arada zikredilmiştir. Neden buradaki "maiyyet"i, "ilmi ile kulların yanında olmak, onların her yaptığını görmek, işitmek, bilmek..." diye tevil etmek doğru ve gereklidir de, "istiva"yı "hükümranlığı altına almak" vb. bir şekilde tevil etmek yanlıştır?

Soruda metninin bir kısmı verilen ve literatüre "Eynellah hadisi" veya "cariye hadisi" olarak geçen rivayete dayanarak bir kısım Selefîler işi şu noktaya kadar vardırmıştır: Bir kimsenin mü'min olup olmadığını öğrenmenin yolu, ona "Allah nerededir?" diye sormaktır. Çünkü Efendimiz (s.a.v), rivayette geçen cariyenin mü'min olup olmadığını tahkik etmek için ona böyle sormuştur. Bu sorunun muhatabı olan kişi eğer "Allah göktedir" derse, mü'min olduğuna hükmedilir. Çünkü cariye Allah Teala'nın gökte olduğunu söylemiş, Efendimiz (s.a.v) de bu cevap üzerine –kendisinin kim olduğu sorusuna da doğru cevabı aldıktan sonra– onun mü'min olduğunu söylemiştir.

Bu "tak'îd"in (kaideleştirme) ne kadar sağlıklı olduğunu görmek için bahse konu hadisin durumunu yakından incelemek gerekir. Bunun için hoşgörünüze sığınarak bazı teknik ayrıntılara girmek durumundayım.

Söz konusu hadisin muhtelif Hadis kaynaklarında nakledilen varyantları bir araya getirildiğinde şöyle bir arka planla karşılaşıyoruz: Sahabe'den birisinin, koyunlarını güden bir cariyesi vardır. Koyunlardan birisini kurda kaptırınca kızıp kendisine bir tokat atan sahabî, bilahare Efendimiz (s.a.v)'e gelerek durumu anlatır ve daha önceden bir mü'min cariye azad etme adağı bulunduğunu söyleyerek söz konusu cariyeyi azad etmesi halinde nezrini yerine getirmiş olup olmayacağını sorar. Efendimiz (s.a.v) de cariyeyi kendisine getirmesini söyler. Cariye geldiğinde Efendimiz (s.a.v), mü'min olup olmadığını öğrenmek için kendisine bazı sorular sorar. –Meselenin püf noktası burasıdır.–

Rivayetin bazı varyantlarında Efendimiz (s.a.v)'in cariyeye, "Allah nerededir?" diye sorduğu nakledilmektedir. Cariye bu soruya "Allah göktedir" diye cevap verir. Ardından gelen "Ben kimim?" sorusuna, "Sen Allah'ın Resulüsün" cevabını alınca, efendisine dönerek, "Onu azat edebilirsin; zira mü'mindir" buyurur. (Müslim, "Mesâcid", 33; Ebû Dâvûd, "Salât", 166; en-Nesâî, "Sehv", 20; "el-Muvatta", "Itk", 6; Ahmed b. Hanbel, V, 447-9; İbn Ebî Şeybe, "el-Musannef", VII, 215.)

Bu rivayeti mahrecinden, yani olayın kahramanı sahabî Mu'âviye b. el-Hakem es-Sülemî (r.a)'den nakleden kişi Atâ b. Yesâr'dır. Ancak aynı ravinin, aynı olayı "Allah nerededir?" sorusunun yer almadığı değişik bir lafızla naklettiğini görüyoruz. Buna göre Efendimiz (s.a.v), "Semada kim var?" diye sorarcasına elini yukarıya kaldırarak işaret buyurmuştur. (ez-Zehebî, "el-Uluvv li'l-Aliyyi'l-Azîm", I, 254.)

Yine Atâ b. Yesâr'dan aynı rivayet şu lafızla da rivayet edilmiştir: "Cariyeye "Allah'tan başka ilah olmadığına şahitlik eder misin?" diye sordu. Cariye "Evet" dedi. "Muhammed'in Allah'ın kulu ve Resulü olduğuna şahitlik eder misin?" diye sordu. Cariye "Evet" dedi..." (Abdürrezzâk, "el-Musannef", IX, 175;)

Aynı lafız, Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe b. Mes'ûd isimli tabiî tarafından, "Ensar'dan bir adamdan" nakledilmiştir. (Ebû Dâvûd, "Eymân", 16; "el-Muvatta", "Itk", 6; Abdürrezzâk, a.g.e., a.y.; Ahmed b. Hanbel, III, 452.)

Her ne kadar bu haliyle zahiren mürsel ise de, bu varyant, mezkûr Ubeydullah'ın Ebû Hureyre (r.a)'den rivayeti olarak muttasıl bir senetle de nakledilmiştir. (Bkz. İbn Abdilberr, "et-Temhîd", IX, 114-5.)

Bu muttasıl senet Ahmed b. Hanbel (II, 291) ve Ebû Dâvûd ("Eymân", 16) tarafından zikredilmiş, ancak metinde Efendimiz (s.a.v)'in cariyeye "Allah nerededir?" diye sorması üzerine cariyenin eliyle yukarıyı işaret ettiği zikredilmiştir. (Ayrıca bkz. Abdürrezzâk, IX, 176; İbn Huzeyme, "Kitâbu't-Tevhîd", 123; el-Beyhakî, "es-Sünenu'l-Kübrâ", VII, 388; ez-Zehebî, a.g.e., I, 260)

Bir diğer varyantta Efendimiz (s.a.v) cariyeye, "Rabbin kim?" diye sormuş, cariye eliyle yukarıyı işaret etmiştir. (İbn Huzeyme, a.g.e., a.y.)

Bir başka varyantta cariye Efendimiz (s.a.v)'in sorularına sadece işaretle cevap vermiştir. Buna göre Efendimiz (s.a.v) "Allah nerededir?" diye sormuş, cariye eliyle yukarıyı işaret etmiş, "Ben kimim?" sorusuna cevaben de cariye, "Sen Allah'ın Resulüsün" anlamında eliyle önce Efendimiz (s.a.v)'i, sonra da yukarıyı işaret etmiştir. (Ebû Dâvûd, "Eymân", 16; Ahmed b. Hanbel, II, 291)

Bütün bu varyantlar bir noktayı açık biçimde göstermektedir: "Eynellah hadisi" veya "cariye hadisi" diye bilinen bu rivayet kesinlikle mana ile aktarılmıştır. Bir diğer deyişle, Efendimiz (s.a.v) ile cariye arasında geçen konuşmanın, raviler tarafından kendi anladıkları lafızlarla aktarılması sonucunda, teknik tabiriyle "ızdırab" dediğimiz durum ortaya çıkmıştır ki, ehlince malum olduğu üzere, senedi sahih de olsa herhangi bir rivayetin metninde bulunan bu tür bir "uyuşmazlık", hadisi sıhhat derecesinden zaaf derecesine düşürür.

Bir an için bu gerçekten sarf-ı nazar edelim ve yukarıda verdiğim arka planını da dikkate alarak söz konusu hadise yakından bakalım: Bu hadiste Efendimiz (s.a.v)'in cariyeye sorduğu sorunun, onun mü'min mi yoksa putperest mi olduğunu ortaya çıkarmaya yönelik olduğu açıktır. Cariyenin, soruya verdiği cevaptan putperest olmadığı ve bir "Allah inancına" sahip olduğu anlaşılmaktadır. "Allah nerede", "Rabbin kim" "Semada kim var"... gibi sorulara kadının verdiği cevap, ya da eliyle yaptığı işaret, herhangi bir puta değil, "Yüce bir Yaratıcı'ya" inandığını ima eder tarzdadır ki, bilgi ve kültür seviyesi düşük bir insanın putperest olmadığını anlamak için bu türlü cevaplarla yetinmek yanlış değildir.

Bir önceki yazıda, Mu'âviye b. el-Hakem (r.a)'den Atâ b. Yesâr kanalıyla nakledilen rivayetin "muzdarib" olduğunu, mana ile rivayet edildiğini, dolayısıyla ihticaca (delil olarak kullanılmaya) elverişli olmadığını ortaya koymaya çalışmıştım. Zikrettiğim hususlardan, mü'min olup olmadığını tesbit için kendisine getirilen cariyeye Efendimiz (s.a.v)'in ne sorduğunu, tek başına o rivayeti veya onun varyantlarından sadece birisini esas alarak ortaya çıkarmak mümkün görünmemektedir. Öyleyse yapılması gereken şey, böyle durumlarda Efendimiz (s.a.v)'in, kendisine getirilen kişiye mü'min olup olmadığını tesbit için ne sorduğunu, benzer vakaları araştırarak tesbit etmektir.

Sahabe'den eş-Şerîd b. Süveyd (r.a)'den nakledilen rivayet bu konuda bize yol gösterici mahiyettedir. Ahmed b. Hanbel (IV, 222, 388-9) ve İbn Hibbân'ın (I, 419) rivayet ettiğine göre eş-Şerîd b., Süveyd (r.a), Efendimiz (s.a.v)'e gelerek, annesinin mü'min bir cariyeyi özgürlüğüne kavuşturmasını vasiyet ettiğini, kendisinin de siyahi bir cariyesi bulunduğunu söyler ve onu azat etmekle bu vasiyeti yerine getirmiş olup olmayacağını sorar. Efendimiz (s.a.v) cariyeyi kendisine getirmesini söyler. Cariye gelince Efendimiz (s.a.v), "Rabbin kim?" diye sorar. Cariye "Allah" der. Ardından "Ben kimim?" diye sorar. Cariye "Allah'ın Resulü'sün" diye cevap verir. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v), cariyeyi getiren sahabîye dönerek, "Onu azat edebilirsin, zira o mü'mindir" buyurur.

Bu rivayette zikredilen soruyu ed-Dârimî ("Nuzûr", 10), hemen aşağıda İbn Ebî Şeybe'den naklen zikredeceğim lafızla sevk etmiştir. Dolayısıyla eş-Şerîd (r.a) rivayetinin de mana ile rivayet edildiğini söylemek mümkündür.

Benzeri bir olay İbn Ebî Şeybe tarafından (VII, 215) rivayet edilmiştir. buna göre bir adam Efendimiz (s.a.v)'e gelerek annesinin mü'min bir köleyi azat borcu (adağı) olduğunu ve kendisinin de bir cariyesi bulunduğunu söyler. Efendimiz (s.a.v) cariyenin kendisine getirilmesini ister. Cariye gelince "Allah'tan başka ilah bulunmadığına ve benim de Allah'ın Resulü olduğuma şahitlik eder misin?" diye sorar. Cariye "Evet" deyince, sahabîye "Onu azat et" buyurur.

Yine benzeri bir olay el-Hâkim tarafından (III, 258) nakledilmiştir. Bu sefer Efendimiz (s.a.v)'e gelen bir kadındır ve yanında siyahî bir cariye vardır. Efendimiz (s.a.v), mü'min olup olmadığını öğrenmek için cariyeye şu soruları sorar: "Rabbin kim? Dinin ne? Ben kimim? Namaz kılıyor musun? Benim Allah katından getirdiklerimin hak olduğunu ikrar ediyor musun?" Cariyenin bütün bu sorulara olumlu cevap vermesi üzerine "Onu azat et" buyurur.

Ramazan hilalini gördüğünü söyleyen bir adamın mü'min olup olmadığını tesbit için Efendimiz (s.a.v) kendisine şöyle sormuştur: "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in de O'nun kulu ve Resulü olduğuna şahitlik eder misin?" Adam "Evet" deyince oruca başlanmasını emir buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, "Sıyâm", 14; en-Nesâî, "Sıyâm", 8; et-Tirmizî, "Savm", 7; İbn Mâce, "Sıyâm", 6; Abdürrezzâk, VI, 35; İbnu'l-Cârûd, "el-Müntekâ", 157; el-Hâkim, I, 297, 424...)

Efendimiz (s.a.v), Yahudi bir anne-babanın çocuğu ölüm hastalığındayken yanına gitmiş ve kendisine "Allah'tan başka ilah bulunmadığına şahitlik eder misin?" diye sormuş, çocuk "Evet" deyince, "Muhammed'in de Allah'ın Resulü olduğuna şahitlik eder misin?" buyurmuş, çocuk yine "Evet" diye cevap vermişti. Bir süre sonra çocuk vefat ettiğinde Efendimiz (s.a.v) ve Sahabe onu yıkayıp defnettiler. (et-Taberânî, "el-Mu'cemu'l-Kebîr", VIII, 67. el-Heysemî, "Mecma'u'z-Zevâid"de (II, 323) isnadının hasen olduğunu söylemiştir.)

Keza başta el-Buhârî ve Müslim olmak üzere pek çok kaynakta zikredilen İbn Sayyâd kıssasında Efendimiz (s.a.v)'in, İbn Sayyâd'a, "Benim Allah'ın Resulü olduğuma şahitlik eder misin?" diye sorduğu nakledilmiştir.

Bu örnekler, Efendimiz (s.a.v)'in, karşısındaki kişinin mü'min olup olmadığını tesbit için kendisine "Allah nerededir?" diye sormak yerine, Allah Teala'nın birliğine ve kendisinin de O'nun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik edip etmediğini sorduğunu göstermektedir. "Eynellah hadisi" veya "cariye hadisi" diye bilinen söz konusu rivayet dışında Efendimiz (s.a.v)'in, muhatabının mü'min olup olmadığını ortaya çıkarmak için kendisine "Allah nerededir?" diye sorduğunun nakledildiği bir başka rivayet bilmiyoruz.

Esasen "Allah inancı" gibi bütün hassasiyetlerin başını teşkil eden bir meselede muhtelif raviler ve kaynaklar tarafından birbirinden oldukça farklı lafızlarla aktarılan "muzdarib" bir rivayettense, muhtelif bağlamlarda varit olmuş yukarıdaki rivayetleri ve benzerlerini esas almak akla da, dinî hassasiyete de, Hadis tekniğine de en uygun olan yoldur
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Bombayı okudunuz mu? Ehli-Hadis nickli arkadaş risale hazırlıyormuş.......Yarabbi ilim kimlerin eline kaldı böyle.. Al o zaman buda benim iktibaslardan hazırladığım risale olsun..

-Kandırılmış Selefi gençlerin sorularına cevaplar-

Sözde SELEF; “Semada bulunan Allah’ın emini olduğum halde bana güvenmez misiniz?” hadisi de delildir

Semada olanın eminiyim, yani meleklerin yanında güvenilen biriyim. (Vahyi melek getirir.)Vahiyi tebliğ etmede konusunda bana güveniyorlar.

Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifte şöyle buyurdu:
مَا فِيهَا مَوْضِعُ أَرْبَعِ أَصَابِعَ إِلا وَمَلَكٌ وَاضِعٌ جَبْهَتَهُ سَاجِدًا لِلَّهِ
Anlamı: ”Semada dört parmak yer yoktur ki, alnın yere koyup secde eden bir melek bulunmasın.”
Bu hadisi İmam Tirmiz “Sünen et-Tirmiz”, İmam İbni Maceh “Sahih İbni Maceh”, İmam Ahmed B. Hanbel “Müsned Ahmed”, İmam Hâkim “ El-Mustedrak” ve İmam Tahavi “Mükilul Asar” adlı kitaplarında rivayet etmişlerdir.
Başka bir rivayette şöyle buyurdu:
مَا في السَّمَاءِ مَوْضِعُ كَفٍّ - أو قَالَ : شِبْرٍ - إِلا عَلَيْهِ مَلَكٌ سَاجِدٌ
Anlamı: ”Semada avuç içi veya karış kadar yer yoktur ki, secde eden bir melek bulunmasın. ”Hafız Abdurrazzâk “el-Musannef” adlı kitabında rivayet etmiştir. Allâh-u Teâlâ (Hâşâ) semada olsaydı bu dört parmak arasında mı olacak tı?

Sözde SELEF;Rasulullah (sav) buyurdu ki:“Merhametli olanlara, Rahman olan Allah’u Azze ve Celle’de merhamet eder. Dünya ehline merhamet edin ki: semada ki Rahman olan Allah’da size merhamet etsin.
Ebu Davud, Tirmizi, Ahmed, Humeyd Hakim ve Hatib sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.

İlk önce İmam Ahmed, İmam Hâkim, İbnil Mübarek ve Humeydi’nin rivayetlerinde “gökteki” değil, “gök ehli” diye geçmektedir. Ondan sonra İmam Ebu Davud ve İmam Tirmizi’nin rivayetinde “gökteki”nin yanında “Allâh” ismi yoktur. Belli ki, bunu milleti kandırmak için yorumladınız ve yazdınız.Burdada Selefilerin kalem oyunlarını görmekteyiz.

Peygamber efendimiz şöyle buyurdu:
“Rahmet edenleri er-Rahman rahmet eder. Yeryüzündekileri rahmet ediniz ki, gök ehli de size rahmet etsin.” İmam Ahmed, İmam Hâkim, İbnil Mübarek ve Humeydi rivayet etmişlerdir.
Hafız Iraki “el-Emâli” adlı kitabında bu hadis birinci hadisi açıklıyor demiştir. Yani birinci hadiste geçen “gökteki” semadaki , yani “rahmetleri indirmekle görevlendiren melek demektir” diye bildirmiştir. Çünkü Allâh hakkında gök ,sema ehli denmez.

SELEF; Rabbimiz, gecenin üçte biri kaldığında (keyfiyeti bize meçhul bir halde) her gece dünya semasına inerek buyurur ki ?Bana kim dua eder ki, duasına icabet edeyim. Kim bir şey ister ki, ona dilediğini vereyim. Kim de affını talep eder ki, onu mağfiret edeyim.?[Buhari –teheccüd 590
Hadis hafızı el-Irâkî, hadis-i şeriflerin hangi şekilde en hayırlı bir şekilde tefsir edileceği hususunda şöyle demiştir: ”Ve hayru mâ fessertehû bi’l-varidi” Yani, “Hadis için yapabileceğin tefsirin en hayırlısı varit olanladır (geçen bir başka hadisledir).”demiştir: “Hadisin en güzel açıklanması hadisledir.” Bu nüzul hadisinde geçen nüzul’den, meleklerin indiği bir başka hadisten anlaşılır.

Allâhn emriyle bir melek iner. Bundan anlaşıyor ki, bu konuda değişik ama sahih açıklamalar var ama bu açıklamaların hiç birinde Allâh, bizzat kendisi iner diye kabul olunmamıştır.
-İmam Ahmed b. Hanbel Müsned’inde, İmam Kurtubi Tefsirinde, Hafız İbni Hacer Askalani “Fethul Beri” adlı kitabında ve Hafız İbnul Cevzi, “Zad el-Mesir” adlı tefsirinde şöyle dediler: “İmam Nesâ’i Ebu Hureyre’den naklettiğine göre Peygamber efendimiz şöyle mealen buyurdu: “Gecenin üçte biri geçtiğinde Allâh, birine (bir meleğe) şöyle nida etmesini emreder:.........”. İmam Kurtubî bu rivayetin sahîhliğine delîl olarak Nesâî'nİn " Sonra var mı duâ eden diyecek bir munâdîyi emreder.." rivayetini delîl getirip, böylece müşkilin kalkacağını bildirir (Fethu'l-Bârî, III, 272).Buhari Şarihi Bedrüddin Ayni 'nin Ümdetu'l-KaarT'sinde bu hadîs hakkında çok güzel tevcihler ve açıklamalar vardır. Bu tevcihlerden biri özetle şudur: Nuzûl, intikaal, i'Iâm, kavi, İkbâl, teveccüh ve bir hükmün çıkışı ma'nâlarına kullanılır. Bu ma'nâların hepsi lügatçılar arasında bilinen şeylerdir. Madem ki nüzulün böyle müşterek ma'-nâsı vardır; Allah'ın kendisiyle tavsîfi caiz olan bir ma'nâya hamledümesi en doğru bir harekettir. Burada Allah'ın rahmetle, dileklerini vermekle, mağfiretler etmek suretiyle teheccüd kılanlara ikbâl ve teveccüh buyurmasıdır denilebilir. Bu bir te'vîl değil, fakat lâfzı, medlulü olan müşterek ma'nâlardan birisine hamletmektir kî, îmâm Mâlik gibi bâzı selefin te'vîlleri de hep bu yolda bir te'vîldir (III, 618-623).Ehl-i Sünnet kelamcıları Allah Teala?yı, ?yüksek bir yerden daha alçak bir yere intikal etmek? anlamına gelen ?nüzul? kelimesinin zahiri anlamıyla ilişkilendirmekten sakınmışlardır. Zira hareket, durmak ve intikal gibi fiiller bir yerden ayrılıp başka bir yerde bulunmak anlamına gelir. İnsanlarda görülen ve bir yerde olunduğu bir anda başka bir yerde olamamayı gerektiren bu durumların Cenab-ı Hakk?a isnat edilmesi Kur?an ve Sünnet?e aykırıdır. Zira ayetler Onun insanlara benzemesini açıkça nefyetmiştir: ?Onun benzeri hiçbir şey yoktur.?, ?Allah Samed?dir.(Her şey Ona muhtaçtır, O hiçbir şeye muhtaç değildir.)? Buna göre ?nüzul? kelimesine zahir anlamı verildiğinde hadis, Kur?an-ı Kerim?le çelişecektir. Sahih bir hadis için böyle bir durum söz konusu olmayacağına göre ?nüzul? kelimesi mecaz anlam çerçevesinde anlaşılmalıdır.
Buhari Şarihi İbni Hacer' in anlayışıda farklı değildir. Allahın nüzûlü muhâldir. Hareket; yücelikten süfliyâta inmek mânâsına gelir. Allah ise bundan münezzehtir...Nüzûlden murad olan rahmet meleğinin inmesi de olabilir. Mânânın Allah’ı
n ilmine tafvid edilmesi de uygundur...Allah’ın yakınlığı mesafe yakınlığı mânâsında değildir.Yahudilerden tecsim inancında olan birisi ‘kendisinden başka ilah olmayan Allah göktedir’ dese bu sözüyle iman etmiş olmaz.Âmmeden birisi aynı sözü söylese (tecsimin mânâsını bilmeyecek derecede bilgisizse) İslam’a girişi sahih olur. Cariye hadisindeki durum da bu çerçevededir.Kulun Allah’a yakınlaşmasının mânâsı değerinin Allah katında yükselmesidirAllah’a yükselmesinin mânâsı; sadakanın ve salih amellerin kabul edilmesidir .(Fethul Bari) Yer yüzünün bir tarafı gündüz iken diğer tarafı da gece olur, bu itibarla gece ve gündüzler nisbidir. Dünyanın bir ucunda gündüz ise diğer ucunda da gecedir. Yani 24 saat bazında (tüm vakitlerde) yer yüzünün gece ve gündüzden hali (boş) olmadığını bilmek lazım. durum böyle olunca Allah, fiili olarak arş üzerindedir diyenlere ne demeli..!?

Çünkü bu gruba göre Allah, gecenin bir bölümünde dünya gökyüzüne iner, yukarıda izah edildiği gibi, gecenin o vaktine tevafuk etmeyen hiç bir yer yüzü yoktur. Gecenin tayin edilen o vakti her an ve her zaman dünyanın bir tarafına isabet eder, buna göre yukarıya çıkması imkansızdır. Durum böyle olunca sürekli aşağıda kalması gerekir, Çünkü hem arş üzerinde hem de yerin gök yüzünde bulunmak, iki zıttın bir arada bulunması demektir. Bu safsatalığı da akli selim sahibi kimseler asla kabul etmezler.

Diğer taraftan bu çarpık inancı çürüten bir başka delilimiz ise, Arş’ın göklerden çok daha büyük olduğunu belirten, sıhhatinde şek ve şüphe olmayan kuvvetli Hadis-i Şerifler mevcuttur. Peygamber efendimizصلى الله عليه وسلم bu büyüklük orantılarını anlatırken gökler, kürsünün yanında çölde bir halka gibi, Kürsünün Arşa göre büyüklüğü ise aynı şekildedir. (yani çölde bir halka kadardır) göklerin bir diğerine olan büyüklükleri de sabittir. Birinciden yedinci kat göğe kadar müthiş orantılarla büyüyerek yükseldiğine göre yukarıdan aşağıya inecek kişinin büyüklükten küçüklüğe şekilden şekle ve hacimden hacme, durmadan bir halden diğer hale değişip duran bir cisim midir? Böyleyse nasıl bir cisimdir? Diye bu şekilde ardı akası kesilmeyen istifham ve saçma sapan şeytani evhamların istilasına uğramaya mahkum kalınır. Başka hadislerde de Allahu Tealanın Semada ki bir münadi (melek)vasıtasıyla seslendiği hadislere örnek; Semadan bir münadi: Kulum doğru söyledi, ona cennetten bir döşek yayınız ve cennete giden bir kapı açınız, diye seslenir. Bunun üzerine ona cennetin hoş ve güzel kokuları gelmeye başlar..."
Ahmed Müsned, IV, 287, 295-296; Ebû Dûvûd 4753Buharı(1379)Müslim(2866) Öyleki ”Semada dört parmak yer yoktur ki, alnın yere koyup secde eden bir melek bulunmasın.” hadisler mevcutken Allâh-u Teâlâ (Hâşâ) semada nuzul ettiğinde bu dört parmak arasında mı olacak tı?
Bu hadisi İmam Tirmiz “Sünen et-Tirmiz”, İmam İbni Maceh “Sahih İbni Maceh”, İmam Ahmed B. Hanbel “Müsned Ahmed”, İmam Hâkim “ El-Mustedrak” ve İmam Tahavi “Mükilul Asar” adlı kitaplarında rivayet etmişlerdir.
Başka bir rivayette şöyle buyurdu:

مَا في السَّمَاءِ مَوْضِعُ كَفٍّ - أو قَالَ : شِبْرٍ - إِلا عَلَيْهِ مَلَكٌ سَاجِدٌ
Anlamı: ”Semada avuç içi veya karış kadar yer yoktur ki, secdeeden bir melek bulunmasın. ”Hafız Abdurrazzâk “el-Musannef” adlı kitabında rivayet etmiştir.
Allâh-u Teâlâ (Hâşâ) semada olsaydı bu döavuç içi veya karışı kadar yerde mi olacak tı?
Şurası iyi bilinmesi gerekir ki Allâh’ın haşa bizzat yukarıdan aşağıya indiğine inanmak küfürdür. Dolayısıyla bu inanca sahip olan bir kimsenin küfür olan bir inanca saplandığının bilincinde olarak, Kelime-i şehadeti getirerek İslâm’a geri dönmesi lazım gelir .Sema gök yaratılmıştır.Allah yaratılmış olana hulul etmez.
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Sözde SELEF;Abdullah İbni Ömer radiyallahu anh’den, şöyle dedi:

“…Ebu Bekir radiyallahu anh Müslümanlara hitaben bir hutbe irad ederek şöyle dedi: Ey insanlar! Eğer ibadet ettiğiniz ilah Muhammed idiyse, o öldü. Eğer ibadet ettiğiniz ilah semada ki Allah idiyse, O ölmemiştir...” [ Bu eseri Ebu Said ed-Darimi er-Reddu ale’l Cehmiye nam kitabında hasen bir senedle rivayet etmiştir.]

Kesinlikle hiçbir rivayette “semadaki Allah” diye geçmiş değildir. Bu müşebbih ve mücessim olan ed-Darimi ve yandaşları tarafından iftira atılarak eklemişlerdir.
Ebu Bekir şöyle buyurdu: ”Her kim Muhammed’e ibadet ediyorsa Muhammed vefat etti ve her kim Allâh’a ibadet ediyorsa Allâh Hay’dır, ölmez. İmam Buhari ve İmam Beyhaki rivayet etmişlerdir.Bu kadar delili görmeyen gözler acaba körmüdür?
Bilinmesi gereken bir şey vardır. O da adı geçen Ebu Said ed-Darimi, Osman B Said’tir(vefatı h. 280). Müşebbbihe/mücessime olmakla suçlanmakta.
Ehli Sünnet’ten güvenilen -müsned ed-Darimi- adlı kitabın sahibi Muhaddis Ed-Darimi’nin ismi Ebu Muhammed B.Fadıl B.Bamram’dır (vefatı h.255)karıştırılmamalıdır.. Mesela Osman bin Said ed-Darimi diyor ki: -"Minarenin tepesindeki bir insan ALLAH’a, zemin seviyesindekinden daha yakındır. Dağın tepesindeki, dağın eteğindekinden daha yakındır. ALLAH Teâlâ dilerse bir sivrisineğin üstüne yerleşir, oturur ve o sivrisinek ALLAH’ın kudretiyle havalanır ALLAH’ı götürür "- Oysa İmamı Azam Ebu Hanife ise Fıkhu'l Ekber'inde''Allah'ın yakınlık ve uzaklığı, mesafenin uzunluk ve kısalığı ile değildir'' der. (Bkz. İmam-ı Azamın 5 eseri, terc.Mustafa Öz Marmara Üniversitesi İlahiyyat Fakültesi Vakfı yayınları) Osman bin Said ed-Darimi aynı eserinde diyor ki: Sayfa 23 de: Allahü teâlâ için bir sınır olup mekânı için de bir sınır vardır. Göklerinin üstünde, Arş'ının üzerinde bulunmaktadır. İşte bunlar iki sınırdır.Sayfa 74 de: Allah, Kürsü üzerinde oturur da, Kürsü'den ancak dört parmak kadar boş yer artar.Sayfa 121 de: Mef'ulatın (nesnelerin) mutlaka mahluk oldukları şeklindeki iddiayı, kabul etmiyoruz. Hareket, iniş, yürümek, koşmak (**), Arş ve gök üzerinde istivanın kadim olduklarına ittifak etmişizdir.(Bkz.Nakd el-cehmiyye ve el-Red alâ Bişr el-Merîsî den naklen =Ebu Hamid bin Merzuk, Bera'atü'l-Eş'ariyyin, Bedir Yayınevi, 1994; sh.34. Tercüme: Emekli Müftü Hasib Seven)Bu kötü ve sakınılması gereken bir inanç bozukluğudur.

Sözde Selef; İmam Malik Rahmetullahi Aleyh şöyle buyurmuştur:

“Allah semadadır. İlmi ise her yerdedir, ilminden de hiç bir şey gizli kalamaz.”

Bu hadisi Abdullah ibnu Ahmed ibnu Hanbel dan, er-Reddu ale'l Cehmiyye isimli kitabında,babası Ahmed'den oda Abdullah ibnu Nafi'den oda Malik ibnu Enes r.h dan şöyle dediğini rivayet ediyor :
diyerek Ebu Davut kitabına almıştır.Sahih bir isnatla rivayet edilmemiş olup, İmam Ebu Davud “el-Merâsil” adlı kitabında rivayet etmiştir. Muhaddisler diyorlar ki: ”Sadece rivayet etmek sabit olması
anlamına gelmez. Bir hadis sahihtir diyebilmemiz için ya bu hadis hakkında bir hafız bu sahihtir diyecek veya “Bu kitapta sadece sahih hadisleri yazacağım” dediği kitapta rivayet edilecektir.” Bu konu hakkında daha geniş bir bilgi için İmam Ebu Davud’un “el-Merâsil” adlı kitabına bakınız. İsterseniz birazda delil getirdiğiniz Abdullah ibni Ahmed 'itanıyalım Yukarıdaki rivayeti yaptığı eserinde “ALLAH kürsünün üzerine otururda, kürsünün yeni deve semerinin gıcırdaması gibi gıcırdaması vardır “- der ‘Allah Mûsâ aleyhisselâm’a nasıl konuştu?’ ‘Ağız ağıza’ dedi.” (s.64) Halbuki babası İmam Ahmed b. Hanbel bu konuda şöyle demektedir: "Allah Teala, (sesin çıktığı göğüsteki) boşluk, ağız, iki dudak ve dil ile olmaksızın, dilediği gibi konuşur."(E.Sifil)-“Allah celle celâlühû Tevrât’ı sırtını kayaya dayayarak eliyle dürrden levhalara yazdı, kalemin cızırtısı duyuluyordu. Onunla Allah arasında perdeden başka bir şey yoktu.”(s.67)-“Günün başında müşrikler kalktığı vakit, Rahmân Arşı taşıyanlara ağır geliyordu, tesbîh edenler kalktığında da Arşı taşıyanların yükü hafifletilir.” (s.142)-“Allah celle celâlühû dağlara, ‘sizden birinin üzerine ineceğim’ diye vahyetti. Bunun üzerine dağlar uzandılar. Tûr-i Sînâ tevazu edip, ‘benim için bir şey takdîr edildiyse, bana gelir’ dedi. Allah celle celâlühû da ‘tevazuun ve kaderime râzı olman sebebiyle senin üzerine ineceğim’ diye vahyet-ti.”(s.149) -“Rabbin yer yüzünde dolanmaya başladı.”(s.156) -“Sonra yürüyerek bize gelir.”(s.48) gibi niceleri icin Abdullah b. Ahmed ‘nin es-Sünne'sinden naklen (Bkz. Ebu Hamid bin Merzuk, Bera'atü'l-Eş'ariyyin, Bedir Yayınevi, 1994; sh.34. Tercüme: Emekli Müftü Hasib Seven)

Sözde SELEF;İmam Ebu Hanife Rahmetullahi Aleyh şöyle buyurmuştur:
“Her kim: ‘Rabbim gökte mi yoksa yerde midir? bilmiyorum’ derse kafir olmuştur. Aynı şekilde: ‘O, arşının üzerindedir. Fakat arş gökte midir, yerde midir bilmiyorum’ diyen kimse de kafir olmuştur.”

Hanefi Mezhebi Alimlerinden Aliyyul Kari Ebu Hanife'nin Fıkhul Ekber adlı eserini şerh ederken şunları söyler;İmam Abdusselâm, “Hallür-Rumûz” adlı kitabında İmam Âzam'ın şu sözünü kaydediyor: “Kim ALLAH'ın yerde mi gökte mi olduğunu bilmiyorum derse, kâfir olur. Çünkü bu söz, ALLAH'ın bir mekânı olduğu düşüncesini akla getirir. ALLAH'ın mekânı olduğunu düşünen kimse ise ALLAH'ı yaratıklara benzeten kişidir.”Şüphe yok ki Abdullah b. Selâm ilim adamlarının büyüklerinden biri olup güvenilir bir âlimdir. Şarihin naklettiğine değil, onun naklettiğine itimat etmek gerekir. Ebû Muti, aynı zamanda Hadis âlimlerince hadis uydurucusudur. Hulâsa, sarih Ebû Mutî teşbih'i nefy etmekle beraber ALLAH'a yüksek bir mekân isnad ediyor. Bu konuda Bidat ehli bir taifeye uymuştur. Daha önce geçtiği üzere Ebû Hanîfe Müteşâbih sıfatlara inanır ve tevilinden sakınırdı. ALLAH Teâlâ'yı bu sıfatların zahirî manasından da tenzih eder, dolayısıyla Selef âlimlerinin görüşünde olduğu gibi bu husustaki bilgiyi ALLAH Teâlâ'ya havale eder.(Aliyyul Kari)
İmam Ebu Hanife bu konuda el-Vasiyye adlı eserinde şöyle der"
Allahü teâlâ, kendisi için ihtiyaç ve (Arş'ın üzerine) istikrar (yerleşme) söz konusu olmaksızın Arş'ı istiva etmiştir. O, Arş'ı da, Arş'tan başkasını (diğer yarattıklarını) da korumaktadır. Eğer (Allahü teâlâ Arş'a ve bir yerde yerleşmeye) muhtaç olsaydı, tıpkı mahluklar gibi alemi yoktan var etmeye ve idareye muktedir olmazdı. (Bir mekânda) oturmaya ve karar kılmaya muhtaç olsaydı, Arş'ın yaratılmasından önce Allahü teâlâ nerede idi? Yüce Allah bundan (bir yere yerleşmek ve orayı mekân tutmaktan) münezzehtir"(Bkz. el-Vasıyye, 73. Çev: E.Sifil Bkz.İslam ve Modern Çağ, Kayıhan Yayınları, İstanbul, 2004; c.1, s.74-81.Çağdaş Dünyada İslami Duruş, 168 vd. ) Diğer mahlûkat gibi, mekânı, zamanı, arşı ve göğü yaratan da Allah Teala Celle Celâlûh olduğuna göre, burada tıpkı aşağıda İmamı Azam Ebû Hanîfe'den ('rahimehullah) naklen yer vereceğimiz gibi şu soru kaçınılmaz olarak gündeme gelecektir: Allah Tealâ Celle Celâlûh bunları yaratmadan önce nerede idi? Şu da var ki; Allah Tealâ Celle Celâlûh'dan başka kadîm varlıklar bulunduğunu kabûl etmek, Allah Tealâ'nın Celle Celâlûh Kıdem ve Hâlık sıfatlarına halel getirir. Çünkü o zaman gök ve arş gibi varlıklar, bir yaratıcıya muhtaç olmaksızın, tıpkı Allah Tealâ Celle Celâlûh gibi varlığı zorunlu, yani vacibû'lvücut varlıklar olacaklardır. Bu ise, varlıklarında bir yaratıcıya muhtaç değildirler demektir.O.zaman İmamın bizzat kendi eserinden şu soruya verdiği cevaba bakalım Ebu Hanife'ye-Eğer Allah-u Taâla nerededir, diye sorulursa? diye sordum.
-O kimseye: Yaratılmadan önce mekân yoktu, halbuki Allah vardı. Mahlukattan hiç biri yokken, "nerede" mefhumu mevcut değilken, Allah vardı. O her şeyin yaratıcısıdır, diye söyle (İmam-ı Azamın 5 eseri)Bundan dolayıdır ki İbni Hacer 'de Fethul Bari'sin de Arş’a istivâ, Allah’ın arşa istikrar etmesi mânâsında değildir(136 ) Allah zâtıyla arştadır, itikâdı yanlıştır(.7 / 124) demiştir. İstivâ müteşâbihtir, mânâsı Allah’a tafvid edilir(13 / 383)Başta İmam- Azam'ın Fıkhul Ekberdeki Allah'a (c.c) yakınlık ve uzaklık ,mesafenin yakınlığı ve uzaklığı ile değildir. sözüne aykırıdır. Kadıki Ebu Hanife ve Hanefî Mezhebi'nin üç imamının akidevî görüşlerini topladığı "İ'tikâdu Ehli'sSünne ve'lCemâ'a alâ Mezhebi Fukahâi'lMille Ebî Hanîfe ve Ebî Yusuf ve Muhammed b. elHasan Akidet'üt-Tahavî müellifi İmam Tahavi'de değindiğimiz gibi onun mezhebi üzerine konuşarak 6 yönünde onu ihata edemeyeceğini Allah Tealâ, sınırlar, son noktalar, erkân uzuvlar ve edevata sahip olmaktan Yüce ve Münezzeh’tir. O' nu altı yön kuşatmaz." söylemiştir
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Sözde SELEF;İmam Şafii Rahmetullahi Aleyh şöyle buyurmuştur:

“İmam’ı Malik, Süfyan ve daha onlardan başka Ehli Sünnet önderlerinden gördüğüm ve benim de üzerinde olduğum hak olan kavil şudur; Allah’dan başka ilah olmadığına ve Muhammed -sallallahu aleyhi vessellem-’in Allah’ın Rasulü olduğuna şehadet edip, ve Allah’u Azze ve Celle’nin de semasında arşının üzerinde olduğunu, istediği gibi kullarına yaklaşıp ve istediği gibi de dünya semasına indiğini ikrar etmektir.”

İmam eş-Şâfi'î rahimehullah, kendisine nisbet edilen "el-Fıkhu'l-Ekber" adlı eserde şöyle der: "Eğer, Allah Teala -"Rahman ar-şa istiva etmiştir"- buyurmuştur" denirse şöyle cevap verilir: Bu (türlü) ayetler, bunlara ve benzerlerine, ilimde derinleşmek arzusunda olmayan kimseleri cevap vermede şaşkınlığa sürükleyen müteşabihattandır. Yani böyle kimseler bu türlü ayetleri olduğu gibi kabul edip, on-lar hakkında araştırma yapmamalı ve bunlar üzerinde konuşmamalıdır. Çünkü kişi ilimde rüsuh (derin vukufiyet) sahibi olmadığı zaman şüpheye ve vartaya düşmekten emin olamaz. Onun, Allah Teala'nın sıfatı hakkında, zikrettiğimiz gibi inanması gerekir. (Bu konuda şöyle ininmak icabeder): Allah Teala'yı hiçbir mekân ihata edemez, O'nun üzerinden zaman geçmez, O, hudut ve son noktalara sahip olmaktan münezzehtir; mekân ve yönlerden müstağnidir. "O'nun benzeri hiç bir şey yoktur." Kişi böyle inanmak suretiyle tehlikelere düşmekten kurtulur. Bu sebeple Mâlik, bu ayet hakkında kendisine soru soran kişiye sert davranmış ve "İstiva (Kur'an'da) mezkûrdur, bunun keyfiyeti ise meçhuldür. Buna inanmak vacip, bu konu hakkında soru sormak ise bid'attir. Eğer bu soruyu tekrar sorarsan, boynunun vurulmasını emrederim" demiştir. Allah bizleri de sizleri de teşbihe sapmaktan korusun."
İbni Hacer heytemi olsun İbni Hacer Askalani olsun ,İmam Suyuti vd. Şafi Hadis ulemasıda bu görüştedir sözü uzatmamak için bu ulemadan nakiller yapmıyoruz.

Sözde SELEF;İmam Malik Rahmetullahi Aleyh şöyle buyurmuştur:

“Allah semadadır. İlmi ise her yerde…”


İmam Mâlik rahimehullah’ın, meclisine gelir ve kendisine bir soru sormak istediğini söyler. İmam Mâlik rahimehullah, başını önüne eğer ve cevap vermez. Adam, bir soru sormak istediğini tekraren ifade edince başını kaldırır. Adam, "Rahman arşa istiva etmiştir" ayetindeki "istiva" nasıldır?" diye sorar. İmam, bir süre başını önüne eğdikten sonra şöyle cevap verir: "Meçhul olmayan birşey hakkında soru sordun, malum olmayan birşey hakkında konuştun. Senin kötü bir adam olduğunu görüyorum. Onu dışarı çıkarın!"(Ebu'l-Feth Muhammed b. Abdulkerim Şehrestânî -(el-Milel ve'n-Nihal )2.Fasıl,Sıfatiyye başlığı.) Şehrestânî ,İmam Malik'in bu sözünde'' istiva''yı zahiri anlamında almadığına delil getirerek ne kadar da isabetli davranmıştır.Hatta bu sözün sahih bir rivayetle İmam Beyhaki'den geleni ,cümleyi daha anlaşılır kılmakta, şüpheleri gidermektedir. : “İmam Malik’e bir adam “Allâh, Arş’a nasıl istiva etmiştir?” diye sormuştur. İmam Malik de adama “Allâh’ın istivası malumdur, yani sabittir (Kur'an'da geçtiği ve bir benzetme içermediği malumdur). Keyfiyet ise imkânsızdır ve ona iman edilmesi farzdır. Bunun hakkında "Nasıl" diye soru sormak bid’at’tır” diye cevap vermiştir.
Bir diğer rivayette de bu cevap şu ifadelerle nakledilmektedir: "Allah Teala Celle Celaluhü’nün istivası meçhul değildir. Bunun nasıl olduğu ise makul (akılla bilinebilir bir şey) değildir. Bu hususta soru sormak bid'attir. Senin bid'atçi birisi olduğunu görüyorum"
İmam Mâlik rahimehullah'ın bu cevabı daha başka lafızlarla da nakledilmiştir. Ancak muhteva aynıdır..Malikî Mezhebi'ne mensup hadis hafızı Ebu Bekir b. elArabî, müteşabihat alanına giren ayet ve hadisleri zahirî anlamları çerçevesinde anlayan Müşebbiye/Mücessime hakkında şöyle der: "Yolculuğum esnasında bunlar ile epey uğraştım. Ben arzu etmediğim hâlde üzerime çok geldiler. Bu grubun Mısır, Şam ve Bağdat'taki temsilcilerinde en çok gördüğüm şey, "Allah Tealâ, nefsini, sıfatlarını ve mahlûkatını bizden daha iyi bilir. O bize öğretendir. O bize durumunu haber verdiği zaman biz O’na, haber verdiği gibi iman eder ve inanırız." demeleridir.
"Bunlar, "Onlar ille de buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerin kendilerine gelmesini beklerler", "Rabbin(in emri) geldiği ve melekler saf saf dizildiği zaman", "Allah da onların binalarını temellerinden söktü" gibi ayetleri ve "Rabbimiz her gece en yakın göğe iner" hadisini işittikleri zaman, "Allah Tealâ hareket eder, (bir mekândan başka bir mekâna) intikâl eder, bir yerden başka bir yere gider, gelir" dediler. "Rahman arşa istiva etti" ayetini işittikleri zaman, "Allah Tealâ arşın üzerine oturmuştur, arşa bitişiktir ve arştan dört parmak daha büyüktür. Zira O'nun arştan küçük olması doğru değildir. Çünkü Allah Tealâ "elAzîm"dir ve O'nun misli olmaz. "O'nun benzeri hiçbir şey yoktur." Dolayısıyla Allah Tealâ, arştan dört parmak büyüktür." (...)
"Bilmeniz gerekir ki, bu taife sözkonusu haberlerin zahirini muhafaza etme konusunda "Onlar bir saray bina etttiler" veya "bir şehri yıktılar" denemez. Onlar kâbe'yi yıkmışlardır. (...)
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Sözde Selefi;Ebû Yûsuf’un, Bişr el-Merîsî’yi Yüce Allah’ın Arşın üzerinde oluşunu inkâr etmesi üzerine tevbe etmeye davet ediş olayı meşhurdur. Bunu Abdurrahman b. Ebî Hâtim ve başkaları rivayet etmiş bulunmaktadır.”



Batıl davanız da bunu çok söylesiniz. olay şu şekilde gelişmiştir.Bişr b. Velîd el-Kindî, Kadı Ebû Yûsuf’un yanına gelerek ona: Sen bana kelâmla uğraşmayı yasaklıyorsun. Halbuki Bişr el-Merîsî ve Alî el-Ahvel kelam ile uğraşıyorlar,
dedi.
Ebû Yûsuf: Onlar ne söylüyor ,diye sorunca,
Bişr b. el-Velîd: Onlar: Allah her yerdedir, diyorlar dedi.
Bu sefer Ebû Yûsuf:
Onları yanıma getir, dedi. Onları getirmek üzere gidenler bulundukları
yere vardıklarında Bişr kalkıp gitmiş idi. Bundan dolayı Alî el-Ahvel ile bir başka yaşlı birisini getirdiler. Ebû Yûsuf yaşlı olana bakarak dedi ki: Eğer sende bir parça edep görmemiş olsaydım, senin canını yakardım. Bundan dolayı verdiği emir üzerine hapse atıldı, el-Ahvel’e ise sopa vuruldu, etrafta dolaştırılarak teşhir edildi

Şimdi burda Bişr el-Merisi Allah her yerdedir diyor,Ehli Sünnet ise Allah mekansız ve yönsüz olarak vardır diyoruz.Tabiiki Ebu yusuf gerekli itirazı yapacaktır.ama sizin dediğiniz gibi Bişr'in Allah’ın Arşın üzerinde oluşunu inkâr etmesinden dolayı değil Allah her yerdedir dediği için .Şayet Bişr el-Merisi Allah zatıyla Arştadır deseydi İmam Yusuf Allahu alem aynı cezayı verirdi. ha burada bu rivayete takip ettiğiniz Albani zayıf der.
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Sen bana bu yazıları nerden aktardığını bir söyle Ve sen Bana Kendi akideni yaz Senin Allah'ın İsim ve sıfatları konusunda akiden nedir........sen nasıl İman ediyorsun
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Bu yazılar değerli Ehli Sünnet ilim adamlarından alınmıştır.Ne o ! Hoşuna gitmedi galiba...

Bizim Akidemiz Ehli Sünnet vel Cemaat akidesidir.Sizin gibi Mücessim ve Müşebbihlerden beriyiz.

Alimlerimiz ;Dört mezhep imamı başta olmak üzere İmam Tahavi,İbni Hacerler,İmam Suyutiler,İmam Gazzaliler,Sehaviler,İmam Subkiler,Aliyyul Kariler,Ebu Davutlar,Tirmiziler,İbni Kudameler ,İmam Neviler ,İbni Maceler ,Pezdeviler,İbni Abidinler ,İbni Hacer heytemiler, Hatip el Bağdağdiler, Şehrestaniler, Allahu ekber daha aklıma gelmeyen kimler kimler ......

Söyleyebilir misin ki bunlar sizin gibi mi düşünüyor?

Vehhabilik Türkiyeden umudunu kessin ,söyleyin Suud kralınıza yanlış ülkeye yatırım yapıyor?

Bu millet akidesini sizden öğrenecek değil...
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Bak Ehli Hadis nickli arkadaşın delil getirdği Hatip el-Bağdağdinin Akidesi;

Ne o yoksa Bağdağdi de mi senin nezninde Sapık?

Ebu Mansur el-Bağdâdî'in el-fark Beynel fırak'ından örnekler verelim Bağdâdî der ki;
Onlar(Ehl-i Sünnet), O'nun hiçbir mekâna sığmadığı ve üzerinden zaman geçmediği hususunda birleşmişlerdir. Bu, Hişâmiyye ve Kerrâmiyye'den, O'nun arşına temas etmekte olduğunu ileri sürenlerin görüşüne zıttır.

Allah ondan razı olsun Mü'minlerin Emîri Ali şöyle demiştir:“Doğrusu Yüce Allah, arşı kudretini ortaya koymak üzere yaratmıştır. Kendi Zâtı için bir mekân olarak değil.” Yine o, şöyle demiştir “O, herhangi bir mekân yok iken de vardı. O, şimdi de, daha önce de var olduğu gibi vardır.”..........(Ebu Mansûr Abdulkaahir el-Bağdâdî, Mezhepler Arasındaki Farklar, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları) Bu arada bu eserin Mütercimi Türkiyenin önde gelen Sözde Selefi Necmi Sarıdır,o da burda suküt etmiştir.)

Bizim Akidemiz Hatip el- Bağdağdi ve diğer İmamlar ile aynıdır.;Ehl-i Sünnet ve'l Cemeaat.

Ne Sapmış Mürcie/Cehmiyye gibi ''Nerede olursanız olun o sizinle beraberdir''(Hadid 4) '' Biz ona şah damarından daha yakınız''(kaf 16) vb. ayetlerini delil getirip Allah zatıyla heryerdedir demişlerdir.

Ne de Sapmış Mücesime/Müşebbihe gibi ''Rahman arşa istiva etmiştir'' vb.ayetleri delil getirerek Allah'ın (c.c) zatıyla bir mekanda olduğunu söylemişlerdir.

Ehli-Sünnet , Peygamberlerin ve Salih olan Selefin akaidinde olduğu gibi bu konudada (vasat) orta yolu tutmuş,Kur'an-ı bütüncül olarak almış ''Allah (c.c) Yönsüz ve Mekansız olarak vardır'' demişlerdir.
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Haydi soruma cevap bekliyorum?

Hatip el-Bağdağdi,İbni Hacer ,İmam Nevevi ,Aliyyul Kari vd. Allah zatıyla arştadadır demedikleri malum ,o zaman senin için bunların durumu nedir?

Gel söylediklerinden tövbe et ,Forumdaki gençlerin daha fazla akaidini bozacak şeyler söyleme.Bilirsinki --ee risale yazıcak kadar ilmin var---- ağzımızdan çıkacak her lafın ötede hesabı olduğunu unutma!!!!
 
ruveyda Çevrimdışı

ruveyda

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Ahir zamanda, âlimler ölür, cahiller din adamı yerine geçirilir. Onlar da bilmeden yanlış fetva verir, kendisi sapar, başkalarını da saptırır. [Buhari]

anlayana bu hadis yeter osman ferdi kardeşim
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Hitman nickli birisi de vardı ,o da yok ortalarda gören var mı?

Allah Ehli Sünnet ulemadan razı olsun. Öyle şeyler yazmışlarki eserlerinde , 2 tane iktibas yapıyorsun zamanın bütün Bidat ehli cevapsız kalıyor....


İlim adamlarının işi yok forum sitelerinde sizin muğalatalarla,safsatalarla dolu yazınızı okuyacaklar...Meydanı boş buldunuz sallayın bakalım.

Yavuz hırsız evsahibini görmüş ne işin var evimde demiş ..... Bunlarda Ehli sünnete siz kimsiniz biz Ehli Sünnetiz diyorlar......Bunlarla cedel bayağı ironik hale geldi.....
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Cubeyr b. Mut‘im r.a’nun rivayet ettiği hadiste, Nebî s.a.v’in Rabbi hakkında şöyle buyurduğu geçmiştir:

( إِنَّ اللَّهَ فَوْقَ عَرْشِهِ وَعَرْشُهُ فَوْقَ سَمَاوَاتِهِ. )

‘Muhakkak ki Allah, ‘arşının üzerindedir. ‘Arşı da göklerin üzerindedir.’

Ebû Dâvud, (4726); İbn Huzeyme, Tevhîd, (147); Beyhakî, el-Esmâ ve’s-Sıfât, (883-884) ve İbn Mende, Tevhîd, (643-644). Ravileri, hadisleri hasen derecesinden aşağı inmeyecek kimselerdir. Cubeyr b. Muhammed ise makbul bir ravidir. Nitekim İbn Mende sahihlemiştir. Zehebî de el-‘Arş’ta (2/28) hasen demiştir. İbn Kayyım, Tehzîbu’s-Sunen’de (7/98) hasen demiştir. Hafız Secezî, er-Reddu ‘alâ men Enkera’l-Harf, (sy. 124-125)’te ve Şeyhulislam İbn Teymiyye, Mecmu‘u’l-Fetavâ’da (16/435) isnadının kuvvetli olduğunu söylemişlerdir.

) عَنْ مُعَاوِيَةَ بْنِ الْحَكَمِ السُّلَمِىِّ t؛........فَقَالَ لَهَا «أَيْنَ اللَّهُ؟» قَالَتْ: فِى السَّمَاءِ. قَالَ: «مَنْ أَنَا؟» قَالَتْ: أَنْتَ رَسُولُ اللَّهِ. قَالَ: «أَعْتِقْهَا فَإِنَّهَا مُؤْمِنَةٌ.»
رواه مسلم (٥٣۷)؛ وأبو داود (٩٣۰)؛ والبخارى في جزئه (٦٤)؛ والنسائى (٣/۱٥)؛ وأحمد (٥/٤٤۷)؛ والبيهقي (۷/٣٨۷)؛ وابن خزيمة في التوحيد (۱۲۱)؛ وأبو سعيد الدارمي في الرد على الجهمية (۲۷۱)؛ وابن أبى شيبة في الإيمان (٨٤)؛ وابن أبى عاصم في السنة (٤٨٩)؛والبيهقي في الأسماء (٤٢٢)؛ وأبو حنيفة في مسنده (٣).

Mu‘âviye b. el-Hakem es-Sulemî t’dan, şöyle dedi:
“………Rasûlüllâh r cariyeye hitaben:
‘Allah nerededir?’ diye sordu. Cariye:
‘Semadadır’ dedi. Tekrar:
‘Ben kimim?’ buyurdu. Cariye:
‘Sen Allah’ın Rasûlüsün’ dedi. Bunun üzerine Rasûlüllâh r bana:
‘Onu azat et. Çünkü o bir müminedir’ buyurdu.”

Ebû Sa‘îd ed-Darimî (rahmetullahi ‘aleyh), er-Reddu ‘alâ’l-Cehmîyye adlı eserinde şöyle diyor:

“Rasûlüllâh s.a.v’in bu hadisi şerifinde, Zâtı İlâhî’nin sema da olduğunu bilmeyenin mümin olmadığına delalet vardır. Görüldüğü gibi Allah c.c’nun semada olduğunu bilen cariyenin müspet olan bu cevabı Rasûlüllâh s.a.v tarafından imanının emaresi olarak vasıflanmıştır. Aynı zamanda ‘Allah her yerdedir’ diyerek ehlisünnetten ayrılan dalalet fırkasına da Rasûlüllâh s.a.v’in ifadesi ile reddiye vardır. Eğer Allah c.c, zatı ile semada olduğu gibi yeryüzünde de olsa idi muhakkak cariyenin tam olmayan bu cevabını, Rasûlüllâh s.a.v tashih edecekti.”
Ebû Sa‘îd ed-Darimî, er-Reddi ‘ale’l-Cehmîyyeti’de (271)

) عن يونس بن عبد الأعلى سَمِعْتُ الشاَّفِعِي يَقُولُ: لِلَّهِ U أَسْماَء وَصِفاَت لاَ يسع أحدا قاَمَتْ عَلَيْهِ الْحُجَّةُ ردها. زاد فى المختصر. فإن خالف بعد ثبوت الحخة عليه فهو كافر، أما قبل ثبوت الحخة عليه فمعذور بالجهل، لأن علم ذالك لا يدرك بالعقل، ولا بالروية والفكر، ويثبت هذه الصفات وينفى عنها التشبيه كما نفى عن نفسه، ﴿لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ.﴾ [الشورى؛ ١١/٤٢]
رواه الهكارى بإسناد وبهذا التمام ذكره ابن قيم في الجيوش الإسلامية (٥۹) والذهبي في العلو (٢٠٢)

Yunus İbn Abdul‘âla (rahmetullahi ‘aleyh)’ten, (şöyle dedi)

“İmam Şafî‘î (rahmetullahi ‘aleyh)’i şöyle derken işittim. Diyordu ki:

‘Allah cc.’nun isimleri ve sıfatları vardır. Allah cc’nun bu isim ve sıfatları kendisine ispat edildikten sonra hiç bir kimse bu isim ve sıfatların reddine gidemez.’ Muhtasar adlı kitabında şöyle bir ziyadelikle rivayet etti:

‘Her kim ki bu isim ve sıfatlar ispat edildikten sonra delile muhalefet ederse o kâfirdir. Hüccet ikame edilmeden önce ise cahillikle mazurdur. Zira isim ve sıfatlar hakkındaki ilim; akılla, görüşle ve düşünmekle tahsil edilmez. Çünkü bu sıfatlar, delil ile ispat ve nefyedilir. Aynen Allah c.c’nın kendi nefsinden teşbihi nefyettiği gibi: ‘Onun misli gibi (yani: O’na benzer) hiç bir şey yoktur. O Semî‘ ve Basîr’dir.’ [Şûrâ, 42/11]”

Bu eseri Hakkarî ve başkaları rivayet etmişlerdir. İbn Kayyım, Cuyûşu’l-İslâmîyye’de (59) tam olarak zikretmiş ve Zehebî de el el-‘Uluv’da (202) tahrîc etmiştir.




) سمعت الحاكم أبا عبد الله في كتابه (التاريخ) الذي جمعه لأهل نيسابور، وفي كتابه (معرفة الحديث) يقول: سمعت أبا جعفر محمد بن صالح بن هانيء يقول: سمعت أبا بكر محمد بن إسحاق بن خزيمة يقول: من لم يقل بأن الله I على عرشه، فوق سبع سمواته فهو كافر بربه، حلال الدم يستتاب فإن تاب وإلا ضربت عنقه، وألقي على بعص المزابل حتى لا يتأذى المسلمون ولا المعاهدون بنتن وائحة جيفته، وكان ماله فينا لا يرثه أحد من المسلمين، اذ المسلم لا يرث الكافر، كما قال النبى r: «لا يرث المسلم الكافر ولا الكافر المسلم.»
رواه شسخ الإسلام أبو إسماعيل الأنصارى في عقيدة السلف (٢٠)؛ والهروى في ذم

الكلام ( ): وأخرجه الذهبى في العلو (٢٧٦).
6) Hâkim (rahmetullahi ‘aleyh)’in, Ehli Nisâbur için cem ettiği, et-Târîh’inde ve Ma‘rifetu’l-Hadîs adlı kitaplarında şöyle dediğini işittim:

“Ebû Ca‘fer Muhammed b. Salih b. Hânî’’yi şöyle derken işittim: O da şöyle haber verdi: Ebû Bekr Muhammed İbn İshâk İbn Huzeyme (rahmetullahi ‘aleyh)’i şöyle derken işittim: Diyordu ki:

‘Her kim ki Allah c.c’nun yedi kat semasının üstünde arşın üzerinde olduğunu söylemezse o kişi rabbisine küfretmiştir. Kanı helal olmuştur. Tövbe ettirilir. Tövbe ederse ne ala, imtina ederse boynu vurulur ve cifesinin pis kokusundan, Müslümanların ve ahd sahiplerinin eziyet görmemesi için uzak bir çöplüğe atılır. Malı ise ganimet olur. Hiç bir Müslüman mirasçısı olamaz zira Müslüman kâfire mirasçı olamaz. Nebî r’in buyurduğu gibi:

Ne Müslüman kâfire ve ne de kâfir, Müslümana mirasçı olamaz.’”

Bu eseri Şeyhülislâm, Ebû İsmail el-Ensârî, ‘Akîdetu’s-Selef’de (20); Herevî de Zemmu’l-Kelâm’da ( ) rivayet etmişlerdir. Zehebî de ‘Uluv’da (276) tahrîc etmiştir.

قاَلَ مُحَمَّدُ بْنُ يُوسُف: مَنْ قاَلَ: اِنَّ اللهَ Uلَيْسَ عَلَى عَرْشِهِ فَهُوَ كاَفِرٌ.
رواه البخارى في خلق أفعال العباد (١٢٨).

Muhammed İbn Yûsuf (rahmetullahi ‘aleyh) şöyle dedi:
‘Her kim ki Allah c.c,nun arşının üzerinde değildir derse o kâfirdir.’
Bu eseri Buhârî, Halku’l-Ef‘âlu’l-‘İbâd’da (128) rivayet etmiştir.

Ca'd b. Dirhem'in Vehb b. Münebbih'in yanına gidip geldiğini de söylemiştir. Cad, onun yanına her gidişinde Vehb gusleder ve:

«Aklımı toparlıyorum.» dermiş. Vehb'e, Aziz ve Celil olan Allah'ın sıfatlarını sorarmış. Vehb bir gün ona şöyle demiş:

«Yazıklar olsun sana ey Ca'd, artık bu meseleyi konuşma. Ben senin helak olanlardan biri olacağını sanıyorum. Eğer Cenâb-ı Allah, kendi kitabında zatının eli bulunduğunu söylemesiydi biz, "Eli var" demezdik. Gözü bulunduğunu söylemeseydi biz, "Gözü var" demezdik. Canı bulunduğunu söylemeseydi biz, "Canı var" demezdik. Kulağı bulunduğunu söylemeseydi biz, "Kulağı var" demezdik.» Bundan sonra da Cenâb-ı Allah'ın ilim, kelam ve diğer sıfatlarını anlattı Ca'd, kısa bir süre sonra asılarak idam edildi. İbn Asakir, bunu boyle anlatmıştır.( İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, 9/575-576.)

Rebi'den ve onun Önde gelen arkadaşlarının birçoğundan rivayet olunduğuna göre İmam Şafiî, Kur'ân-ı Kerim'de Allah'ın sıfatlarını anlatan ayetlere ve bu konuda varid olan hadislere rastlandığında; bunları keyfiyetsiz, teşbihsiz, tarifsiz bir şekilde selef metoduna göre kabul eder, hiçbir yoruma girmezdi.( İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, 10/424-430.)

Şeyhu’l-İslam Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn b. Alî el-Beyhakî, “el-Mu’tekâd” adlı eserinde der ki:

“İstivâ hakkında açıklama: Yüce Allah: “Rahmân Arşa istivâ etti” buyurmuştur ve başka yerde de: “Sonra Arşa istivâ etti.”; “O, kullarının üstünde kahir olandır.”; “Üstlerindeki Rablerinden korkarlar.”; “Güzel söz O’na yükselir.”; “Gökte olanın… emin mi oldunuz?” buyurmaktadır. Bu buyruğunda da göğün üzerinde olanı kastetmiştir. Nitekim Yüce Allah: “fî cuzûi’n-nahli / Hurma dallarında” diye buyurmuş olmakla birlikte [buyruk, alâ cuzûi’n-nahli hurma dallarının üzerinde anlamındadır.Yine Yüce Allah’ın Fesîhu fî’l-ardi / yerde dolaşın” buyruğu da, ale’l-ard / yerin üzerinde dolaşın demektir. Yukarıda olan her bir şey semâdır. Arş ise semâların en yükseğidir. Buna göre ayet: Siz Arşın üzerinde olandan emin mi oldunuz, demektir. Nitekim bu anlamı diğer ayetlerde çok açık bir şekilde ifade etmiştir. Bizim yazmış olduğumuz bu ayet-i kerîmeler, Cehmiyye mensubu olan kimseler arasından, Allah zatı ile her yerdedir, diyen kimselerin görüşünü çürütmek için yeteri kadar delil teşkil etmektedir. Yüce Allah’ın: “Nerede olursanız O sizinle beraberdir” buyruğu ile O, ilmi ile beraber olduğunu kastetmiş, zatıyla beraberliği kastetmiş değildir.” el-İ’tikâd ‘alâ Mezhebi’s-Selef Ehli’s-Sünne ve’l-Cemâ‘a (s. 42-43).

Hâfız, imam, Ebû Ömer Ahmed b. Muhammed b. Abdullah el-Endelusî et-Talemenkî el-Mâliki, el-Vusûl ilâ Marifeti’l-Usûl adlı iki ciltlik eserinde şöyle diyor:

Ehl-i Sünnet Yüce Allah’ın: “Rahmân Arşa istivâ etmiştir” buyruğu hakkında şöyle der: Allah’ın Arşına istivâ etmesi, mecâzî anlamıyla değil, hakikat anlamı iledir. Mu’tezile ve Cehmiyye mensubu bir takım kimseler, Allah Azze ve Celle’ye bu gibi isimlerin hakikat anlamıyla verilmesi caiz değildir, bunlar mahlûka ad olarak verilirler demiş ve Allah’ın isimlerinin hakikat anlamını kabul etmedikleri halde, bu isimleri onun yarattıkları hakkında sabit kabul etmişlerdir.

Eğer onlara: Böyle bir sapmaya kendileri iten nedir diye sorulacak olursa, isimlerin ortak olarak kullanılması benzetmeyi gerektirir, derler.

Biz de deriz ki: Bu, bize kendisiyle hitap olunan dilin sınırlarının dışına çıkmaktır. Çünkü dilde akıl ile anlaşıldığına göre, dildeki benzerlik (mefhumu) isim vermekle gerçekleşmez. Eşyanın bizzat kendileri yahut şekilleri ile benzerlikleri sözkonusudur. Beyaz olan şeyin beyaza, siyahın siyaha, uzunun uzuna, kısanın kısaya benzemesi gibi. Şayet isimler eğer benzerliği gerektirecek olsaydı ‘şey’ adı bütün eşyayı kapsadığından ötürü ve genel olarak her şeye ‘şey’ adı verildiğinden dolayı, her şeyin herşeye benzemesi gerekirdi. Şimdi biz bunlara: Siz Allah vardır diyor musunuz diye sorarız. Evet diyecek olurlarsa, onlara: O halde sizin iddianıza göre onun diğer bütün varlıklara benzemesi gerekir, denilir.

Eğer: O vardır. Ama kendisi ile diğer varlıklar arasında benzerliğin olmasını gerektirmez diyecek olurlarsa;

Biz de şöyle cevap veririz: İşte böylece O, hayydır, alîmdir, kâdirdir, mürîddir, semî’dir, basîrdir, mütekellimdir. Yani bundan dolayı O’nun bu sıfatlara sahip olanlara benzemesi gerekmez. .( el-Uluvv li’l-Aliyyi’l-Azîm 321 nolu rivayet)

Şerhu İ’tikâdi Ehli’s-Sünne’nin sahibi. İmâm, hafız, Ebu’l-Kâsım Hibetullah b. el-Hasen et-Taberî eş-Şafi‘î der ki:

Yüce Allah’ın: “Rahmân Arşa istivâ etti” buyruğu hakkında ve Allah’ın Arşı üzerinde olduğuna dair gelmiş rivayetler: Azîz ve Celîl olan Allah: “Güzel söz O’na yükselir.”; “Gökte olanın... emin mi oldunuz?”; “Ve O, kullarının üstünde kâhir olandır” diye buyurmaktadır. İşte bu ayetler O’nun semâda olduğuna, ilminin ise her yerde olduğuna delildir. Bu, Ömer, İbn Mes’ûd, İbn Abbâs, Ümmü Seleme’den, tabiînden Rebî‘a, Süleyman et-Teymî ve Mukâtil b. Hayyân’dan rivayet edilmiştir. Mâlik, es-Sevrî ve Ahmed de bu görüşü belirtmişlerdir.( Şerhu İ’tikâdi Ehli’s-Sünne (I, 90/a).
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Bak bu kadar delilden sonra gelmez diyordunuz? Yine gelmiş eee şimdi ne oldu ismini saydığım bu kadar ulemanın durumu?

Mübarek cerhine itimat ettiğin Bağdağdinin,İbni Hacerin Akaidine gel diyorum sana....Sen diyorsin ki işime geldiği yerde bunları delil alırım ,işime gelmeyen yerde almam.

İşte senin delil getirdiği mücessim olan Darimi...

.. Mesela Osman bin Said ed-Darimi diyor ki: -"Minarenin tepesindeki bir insan ALLAH’a, zemin seviyesindekinden daha yakındır. Dağın tepesindeki, dağın eteğindekinden daha yakındır. ALLAH Teâlâ dilerse bir sivrisineğin üstüne yerleşir, oturur ve o sivrisinek ALLAH’ın kudretiyle havalanır ALLAH’ı götürür "-
Sayfa 23 de: Allahü teâlâ için bir sınır olup mekânı için de bir sınır vardır. Göklerinin üstünde, Arş'ının üzerinde bulunmakta*dır. İşte bunlar iki sınırdır.
Sayfa 74 de: Allah, Kürsü üzerinde oturur da, Kürsü'den an*cak dört parmak kadar boş yer artar.
Sayfa 121 de: Mef'ulatın (nesnelerin) mutlaka mahluk olduk*ları şeklindeki iddiayı, kabul etmiyoruz. Hareket, iniş, yürümek, koş*mak (**), Arş ve gök üzerinde istivanın kadim olduklarına ittifak et*mişizdir.(Bkz.Nakd el-cehmiyye ve el-Red alâ Bişr el-Merîsî den naklen =Ebu Hamid bin Merzuk, Bera'atü'l-Eş'ariyyin, Bedir Yayınevi, 1994; sh.34. Tercüme: Emekli Müftü Hasib Seven) Bu kötü ve sakınılması gereken bir inanç bozukluğudur.

Bilinmesi gereken bir şey vardır. O da adı geçen Ebu Said ed-Darimi, Osman B Said’tir(vefatı h. 280). Müşebbbihe/mücessime olmakla suçlanmakta.Ehli Sünnet’ten güvenilen -müsned ed-Darimi- adlı kitabın sahibi Muhaddis Ed-Darimi’nin ismi Ebu Muhammed B.Fadıl B.Bamram’dır (vefatı h.255)karıştırılmamalıdır
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Bana öyle geliyorki Ebû Sa‘îd ed-Darimî er-Reddu ‘alâ’l-Cehmîyye adlı eserinde bunları da söylediğinden haberin yok!

Yukarıda şu lafları söyleyen birisinin yaptığı nakile nasıl itimat ederiz.Gerçi sen ‘Her kim ki Allah c.c,nun arşının üzerinde değildir derse o kâfirdir.’“Rasûlüllâh s.a.v’in bu hadisi şerifinde, Zâtı İlâhî’nin sema da olduğunu bilmeyenin mümin olmadığına delalet vardır.
- Sahih olmayan bu rivayetlere itimat ederek .Mümin olmayan ,kafir (haşa) Subhanallah !Bağdağdi ve İbni Hacerden -çünkü onlar Allahı mekandan münnezzeh tutarlar- delil getiriyorsun amma....neyse böyle çelişkili kopyalar yapıyorsun bunun farkına var bari...

Evet Allah zaman ve mekandan münezzehtir.İlmi ise her yerdedir.
 
laylay Çevrimdışı

laylay

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
ferdi osman kardeşim ii güzel iktibaslar yapıyorsun allah razı olsun...ama ilmi münazaralara onların yaptığı gibi nefsini fazla karıştırma...ben bildim sen bilemedin tavrına getirme delillerini say...sonra onları delillerine bak...karşılıklı pehlivan atışmasına dönerse münazara...iş inata biner...ne onlar ne sen bu münazaranın faydansını görürsün
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Ferdiosman Bu senin bahsettiğin: Kelâmcıların Hücceti” İbu Mansûr Abdulkaahir b. Tâhir b. Muhammed et-Temîmî el-Bağdâdî, el-Kutbî'dir. Ebu Mansûr Abdulkaahir el-Bağdâdî, Mezhepler Arasındaki Farklar, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 289-292. Bağdat'da doğmuş ve orada yetişmiştir. 29/1037 yılında İsferâin'de vefat etmiş.Necmi Sarı Bunun Mutercimi filan değildir.Bunu Çeviren: ETHEM RUHİ FIĞLALI.dır

Benim Bahsettiğim:Ehl-i Sünnet alimi olan el-Hatîb el-Bağdâdî'İbn Bekr Ahmed b. 'Ali b. Sabit b. Ahmed b. Mehdî el-Bağdadi dir. el-Hatîb el-Bağdâdî 23 Cemaziyelâhir 392'de (9 Mayıs 1002) Perşembe günü Derzîcân'da doğmuştur. el-Hatîb 7 Zülhicce 463 (5 Eylül 1071) Pazartesi günü kuşluk vakti Bağdat'ta Derbu's-Silsile semtinde ve Nizamiye Medresesi yanındaki ikamet etmekte olduğu evde 72 yaşındayken vefat etti.Necmi sarı Bu eserin Mutercimidir.Ümmül Kuradan çıkan…….

Akîdesi ve Mezhebi İse kısaca şöyledir:

a) Mes'eletü'l-Kelâm fi's-Sıfât: Ebû Bekr el-Hatîb burada, kendisine sorulan bir soru üzerine İmâmu's-Sünne Ahmed b. Hanbel'in (241/855) Allah-u Teâlâ'nın kelâm sıfatı hakkındaki görüşüne yer vermiş ve O'nun Kur'ân yaratılmıştır diyen Ceh-mîyye'nin kâfir olduğunu söylediğini nakletmiştir.

b) Mes'eletün fi's-Sıfât: Burada da el-Hatîb, Dımaşk halkının kendisine yönelttiği bir soru üzerine Allah'ın isim ve sıfatları hususunda selefin sahip olduğu i'tikâdı açıklamış ve bu sıfatlan ne herhangi bir tahrif ve ta'tîle, ne de herhangi bir tekyîf ve temsile kaçmadan olduğu gibi ispat ederek kabul etmek gereğinden söz etmiştir. Ayrıca sıfatlar hakkındaki hadislerin üç ayrı bölüm altında incelenebileceğini belirtmiştir.

İkinci eser, nüzul hadisiyle ilgili rivayetlere yer verdiği Cüzü Hadîsi'n-Nüzûl adlı eseridir. Ebû Bekr el-Hatîb burada Allah-u Teâlâ'nın her gecenin son üçte birlik kısmı kaldığı zaman dünya göğüne indiğini ifâde eden rivayetleri bir araya getirmiştir. Mevâridu'l-Hatîb, s. 56; Yusuf Kılıç, s. 58.

Nasılda ataların Gibi tahrif yapıyorsun Kelamçıların akidesini alıp Hadis ehli’nin akidesine karıştırıyorsun….Allah azze ve celleye hamd olsun…..Bunu bizzat görüyoruz…

Bizim Akidemiz Hatip el- Bağdağdi ve diğer İmamlar ile aynıdır.Bak bizzat atalarının yolunda olduğunuda bizzat söylüyorsun Kelamçıların Cehmiyye Mutezile Yunan tohumları’nın yolunda olduğunu……Senin de ne halt olduğunun böylece ortaya çıkmış oldu………….Allah'a hamd olsun
 
laylay Çevrimdışı

laylay

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Ferdiosman Bu senin bahsettiğin: Kelâmcıların Hücceti” İbu Mansûr Abdulkaahir b. Tâhir b. Muhammed et-Temîmî el-Bağdâdî, el-Kutbî'dir. Ebu Mansûr Abdulkaahir el-Bağdâdî, Mezhepler Arasındaki Farklar, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 289-292. Bağdat'da doğmuş ve orada yetişmiştir. 29/1037 yılında İsferâin'de vefat etmiş.Necmi Sarı Bunun Mutercimi filan değildir.Bunu Çeviren: ETHEM RUHİ FIĞLALI.dır

Benim Bahsettiğim:Ehl-i Sünnet alimi olan el-Hatîb el-Bağdâdî'İbn Bekr Ahmed b. 'Ali b. Sabit b. Ahmed b. Mehdî el-Bağdadi dir. el-Hatîb el-Bağdâdî 23 Cemaziyelâhir 392'de (9 Mayıs 1002) Perşembe günü Derzîcân'da doğmuştur. el-Hatîb 7 Zülhicce 463 (5 Eylül 1071) Pazartesi günü kuşluk vakti Bağdat'ta Derbu's-Silsile semtinde ve Nizamiye Medresesi yanındaki ikamet etmekte olduğu evde 72 yaşındayken vefat etti.Necmi sarı Bu eserin Mutercimidir.Ümmül Kuradan çıkan…….

Akîdesi ve Mezhebi İse kısaca şöyledir:

a) Mes'eletü'l-Kelâm fi's-Sıfât: Ebû Bekr el-Hatîb burada, kendisine sorulan bir soru üzerine İmâmu's-Sünne Ahmed b. Hanbel'in (241/855) Allah-u Teâlâ'nın kelâm sıfatı hakkındaki görüşüne yer vermiş ve O'nun Kur'ân yaratılmıştır diyen Ceh-mîyye'nin kâfir olduğunu söylediğini nakletmiştir.

b) Mes'eletün fi's-Sıfât: Burada da el-Hatîb, Dımaşk halkının kendisine yönelttiği bir soru üzerine Allah'ın isim ve sıfatları hususunda selefin sahip olduğu i'tikâdı açıklamış ve bu sıfatlan ne herhangi bir tahrif ve ta'tîle, ne de herhangi bir tekyîf ve temsile kaçmadan olduğu gibi ispat ederek kabul etmek gereğinden söz etmiştir. Ayrıca sıfatlar hakkındaki hadislerin üç ayrı bölüm altında incelenebileceğini belirtmiştir.

İkinci eser, nüzul hadisiyle ilgili rivayetlere yer verdiği Cüzü Hadîsi'n-Nüzûl adlı eseridir. Ebû Bekr el-Hatîb burada Allah-u Teâlâ'nın her gecenin son üçte birlik kısmı kaldığı zaman dünya göğüne indiğini ifâde eden rivayetleri bir araya getirmiştir. Mevâridu'l-Hatîb, s. 56; Yusuf Kılıç, s. 58.

Nasılda ataların Gibi tahrif yapıyorsun Kelamçıların akidesini alıp Hadis ehli’nin akidesine karıştırıyorsun….Allah azze ve celleye hamd olsun…..Bunu bizzat görüyoruz…

Bizim Akidemiz Hatip el- Bağdağdi ve diğer İmamlar ile aynıdır.Bak bizzat atalarının yolunda olduğunuda bizzat söylüyorsun Kelamçıların Cehmiyye Mutezile Yunan tohumları’nın yolunda olduğunu……Senin de ne halt olduğunun böylece ortaya çıkmış oldu………….Allah'a hamd olsun

allah rızası için edebli konuşun
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Ana Sayfa Alt