Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Hakimiyet Tevhidi Fıtrat ile Nasıl Bilinebilir?

M Çevrimdışı

MuslimElAlmani

Üye
İslam-TR Üyesi
Selam aleykum kardesler.

Cehaleti büyük sirkte mazur saymanlar ( fetret ehli icinde aynisi gecerli ) Kalu bela gibi bazi ayetleri delil getiriyorlar.
Diyolar ki "Allah c.c insanin fitratina sirk kosmamayi yerlestirmistir" bu yüzden bu konuda mazeretli olamaz.
Benim de sorum su: Bu Sirk kosmak hakimiyet icin de gecer li mi? Bir insan Kainatin yaraticisnin varligi fitraten bilebilir, sirf ona dua (ibadet yardim) etmesi gerektigini de bilebilir, ama hakimiyet konusu? Kanun koyma konusu?

Mesela Kirmizi lambadan gecmek yasak, bu da bir kanun? Adam öldürene kisas da kanun?
Kirmizi lamba kanunu koyarsan allaha ortak kosmamis oluyorsun, ama kisasi kaldirirsan kosmus oluyorsun.
Ozaman demek ki mutlak fitrat degilmis? Cünkü kirmizi lamba hakkinda nas olsaydi, bu da ayni kisas gibi allahin hakimiyetine ortak kosmakti.

Eger fitratsa hakimiyet tevhidi: Ozaman fetret dönemide insanlar kanun yaptiginda küfre mi girecekti? Allah kanun koymadan neden koydugum kanun sirk olsun? Bu durumda kirmizi lambadan gecmek de sirk olmasi lazim?
Fetret ehli ozaman kanunsu mu yasayacakti? Mesela tecavüzcülere ceza vermiyecek miydi? Fitraten kanun koyan allahtir diyip kanun koymadan "belki asirlar boyu" yasayacakmiydi?

Allahtan baskasina Dua sekliyle Ibadet her dönem ayni, bu fitrata aykiri davranmak her dönem sirk kabul edilebilir. Ama seriat sürekli degisior? Bugün ben hayvanlari ic yagini size haram kilsam, tagut oluyorum. Israilogullari helal kilsaydi tagut olacakti? Ozaman Hakimiyet tevhidi nasil fitrat bilgisi olsun? Biraz karisik anlattim ama insaAllah anlasilmistir. Bugün nasil hüküm olmayan konularda hüküm koymak sirk degilse, bir hüküm inmeden, hüküm koymak nasil sirk olsun? En fazla derler ki, artik peygamber geldi hüccet geldi. Ama benim sorum o degil, bu bilginin fitrat olup olmamam derdindeyim. Cehaleti mazeret görmeyenler sürekli fitrat ve Kalu bela ve farkli ayetleri delil getirdikleri icin.? Bu konuda aciklayici bir cevap verseniz sevinirim, bu forumu yönetenleri her oy vereni tekfir etmedegini biliyiorum. Sadece bu görüsü savunanlara iyi bir reddiye olmaz mi bu dedigim diye merak ettim, ilim ehli biri tasdiklese veya elestirse sevinirim.. Allah razi olsun
 
عبد الرحمن Çevrimdışı

عبد الرحمن

قُل آمَنتُ بِاللهِ ثُمَّ استَقِم
İslam-TR Üyesi
İlim ehli değilim ve bu konuyu henüz yeterince araştırmadım da, ancak şunu ilave edebilirim sorunuza:

Sizin verdiğiniz misallerde, 'müşriklerin' cehaleti muayyen hükümlere taalluk ediyor anladığım kadarıyla. Yani mesela bir kimse Allah'ın kısas hükmünü teşri ettiğini bilmiyor. Ancak "hakimiyyet tevhidi" ismi ile ifade edilen, soyutca, Allah'ın yegane ve nihai Şâri/hakim olduğudur. Allah'ı tanımanın fıtratta olması hem nakil hem akıl ile açıklanıyor. Akıl ile açıklayanlar, mahlukun bir halıka ihtiyaç duyduğunu, onun vacibul vücut olduğunu belirtiyorlar. Nakilde ise fıtrat hadisi ve ayetler var.

Akıldan yola çıkarsak, halk etmeye kadir olan bir ilahın aynı zamanda hakim olacağı, hükümlerinin ittibaya şayan olacağı bedîhîdir, çünkü bu ibadet ve tazimin gereğidir. Onun hükmüne karşın bir beşerin hükmünü tercih etmek açıkça küfürdür.

Bununla birlikte mahlukatı ne ile mükellef kıldığı, yani hükümleri, nebiler gelmeden bilinemez. Bunu bilmenin vacip (veya en azından mümkün?) olduğunu sanırsam ancak güzellik ve çirkinliğin eşyanın zatında yattığına kail olan Mutezile iddia etmiştir. Rabbinin ortaya koyduğu teklifatı bilmeden bir kimse ona nasıl şirk koşabilir? Şirk koşuyor olsa dahi şirk koştuğunu bilemez, çünkü asıl tabi olması gereken hükümleri bilmemektedir. Sizin verdiğiniz misaller de bu yönden yaklaşıyor meseleye galiba, yani muayyen hükümler (kısas vs.) üzerinden.

Şimdi vakıayı incelersek durum nedir? İnsanlar Allah'ın kısas emrettiğini bilmiyorlar mı? Biliyorlar. Allah teala'nın hükmünün evla olduğu da, eğer varlığı fıtrattan bilinir ise, yine bilinmesi zaruridir. Şari'nin hükümlerinin her daim geçerli olduğu da bilinir belki. Ama cehaletin tesiri en geç oy verme fiilinde kendisini gösterir. Ve bu sadece dini ve dinde bilinmesi zaruri olan ilmi değil, içinde yaşadığımız durumu bilmeyi de gerektirir. Her oy veren bilir mi oyunun nasıl değerlendirildiğini, meclisin ne işlev gördüğünü vs. Bunları bilir muhtemelen az çok, ama bence bilinmesi gereken asıl mesela, altında yatan ulusal hakimiyyet (national sovereignty) felsefesidir. Demokrasiyi oluşturan bu felsefedir çünkü, ve oy vermeyi şirk yapan da budur. Çünkü tüm sistem bu felsefe üzerine kurulmuştur. Bu mevzuya girmemiz bile işin derinliğini, karmaşıklığını gösteriyor. Dolayısıyla cehalet sadece dini ilimlerde cehalet ile sınırlı kalmıyor.

Bununla birlikte vakıada insanlar cehalet ile değil, tevil ile hüküm veriyorlar ve oy vermeye (usulen dahi) batıl da olsa teviller ile cevaz veren hocaları var. O yüzden cehaletin sadece az bir bölümü kapsadığını düşünüyorum. Bana tekfirin önündeki asıl engel tevil gibi gözükmektedir. Vallahu alem.
 
طالب بن عايد Çevrimdışı

طالب بن عايد

انا لله وانا اليه راجعون
Süper Moderatör
We aleykum esselam we rahmetullah kardeşim,

Allah'tan başka ilâhlar edinmek sonradan gelecek ilme ihtiyâcı olmayan fıtrî hâli ifsâddır. Yani Allah'a apaçık ortaklar koşmak mâzeret kabul etmeyen bir cehâlettir, çünkü Allah'ın swt bize gerek kâlu belâ'dan(hatırlamasak bile), gerekse yaratılış ile ikrâm ettiği akıl, mantık, kalb ile kimyamıza işlenmiş ilime(fıtrata) aykırı bir davranıştır. Bu fıtrî ilim/his, Allah'ın swt emir ve yasaklarını kabullenmek ve huzur ile itaat etmek üzere kodlanmıştır, ta ki şeytan, nefis, heva ve heveslerimiz ile onu ifsâd edene dek..

Hâkimiyet tevhidi dediğiniz teşri' ve ahkâm ile ilgili ise fıtratın ne ölçüde etkisi olduğunu bilemiyorum..
Oy meselelerinde olduğu gibi te'viller ve cehâlet konuları mevcudtur.. Allahu a'lem.

Ek olarak;
 
عبيد Çevrimdışı

عبيد

إذا لم تخلص فلا تتعب
Benim de sorum su: Bu Sirk kosmak hakimiyet icin de gecer li mi? Bir insan Kainatin yaraticisnin varligi fitraten bilebilir, sirf ona dua (ibadet yardim) etmesi gerektigini de bilebilir, ama hakimiyet konusu? Kanun koyma konusu?

Aleyküm selam we rahmetullahi we berekatuh

Âli İmran suresi 190.191. ayetler:


Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün peşi sıra yer değişmesinde akıl sahipleri için (üzerinde düşünüp, bunları yapanın tek ilah olduğu, kulluğun sadece kendisine yapılması gerektiğine dair sonuçlar çıkaracakları) ayetler vardır.

(3/Âl-i İmran Suresi, 190)


Onlar ki ayakta, otururken ve yanları üzere yatarken Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler ve (derler ki): “Rabbimiz! Sen bunu boşa yaratmadın. Seni eksikliklerden tenzih ederiz, bizi ateşin azabından koru.”

(3/Âl-i İmran Suresi, 191)


İki ayetin iniş nedeni İbn kesir tefsirinde şöyle geçer:

Mekkeli müşrikler Rasulullah'tan Safa'yı altına çevirmesini ve buna karşılık kendisine iman edeceğini söylediler.

Eğer iman etmek isteseydiniz yerin ve göğün yaratılışı, gece ve gündüzün ard arda gelişi iman etmeniz için safa'nın altından bir yığına dönüşmesinden daha büyük bir delildir. dercesine bu iki ayet indi.

Ayetlerini bağlamına dikkat edilirse önce yer ve göğün yaratılışına, gece ve gündüzün ard arda gelişine, bunlarda ulul elbâb için ayetler olduğu söyleniyor. Yani alametler, işaretler, delaletler...

Bu kişiler ayaktayken, oturarak ve yanları üzere yatarken Allah'ı anarlar.

Yerin ve göğün yaralışı hakkında çokça düşünürler ve şöyle derler:

Rabbimiz sen bunları boşuna yaratmadın! Biz seni eksikliklerden tenzih ederiz.

Evet Rububiyet tevhidine ait deliller kişiyi Ulûhiyet tevhidine götürdü ve bu müşriklere cevap olarak indirildi. Yani ayet, hüccet olarak.

Peki bu delâletler neye işaret ediyor?


Allah'ın subhanehu we teâlâ bütün eksikliklerden münezzeh olduğuna Subhân olduğuna.

Onun ardından da şu sonuca varıyorlar.

Bizleri ateşin azabından koru.

Burda, "bu insanlar iman ehli, fırtratın ve aklın delil olacağına işaret değil" denebilir. Çünkü burda ateş, azabtan bahsediliyor denebilir.

Unutulmamalı ki bu ayetler müşriklere için indi. Kişi aklı ile bunlara da ulaşabilir.

Yine ibni kesir'in aynı ayetler hakkındaki tefsirinde resulullah'ın "Yazıklar olsun bu iki ayeti okuyup da düşünmeyene!" dediği rivayet edilir.
Süfyan eş sevr'i ye "kişiyi 'yazıklar olsun' ithamından kurtaracak olan en az şey nedir?" diye sorulduğunda" tefekkür etmektir" demiştir.
Ayrıca Rasulullah'ın gece namaza kalktığında bu iki ayeti okuduğunda kıyamdayken sakallarının ağlamaktan ıslandığı, secdeye gittiğinde ise yerdeki taşın ağlamaktan ıslandığı aynı yerde rivayet edilmektedir.


Yine Mekkî bir sûre olan Kıyamet Suresi'nde şöyle geçiyor:
Yoksa insan (emredilmeden, nehyedilmeden, bir şeriata tabi tutulmadan) başıboş bırakılacağını mı sandı?

(75/Kıyâmet Suresi, 36)

O, akıtılan meniden bir damla değil miydi?

(75/Kıyâmet Suresi, 37)

Sonra kan pıhtısı (embriyo olmadı mı? Allah) onu yaratıp düzenledi.

(75/Kıyâmet Suresi, 38)

Ondan erkek ve dişi olan iki sınıf yarattı.

(75/Kıyâmet Suresi, 39)

(Tüm bunları yapanın) ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi?

(75/Kıyâmet Suresi, 40)

Ahiret inancının veya ödül-cezanın olacağı sadece Nebi ve Kitaplar hüccetleri ile bilinmez.
Allah azze ve celle burda müşriklere Rububiyetini bildiriyor. Kendi azametinden bahsediyor.

Surenin son ayetine dikkat edilirse :

Bütün bu hüccetlerden sonra şöyle deniyor:


(Tüm bunları yapanın) ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi?


Gelen rivaterde de Rasulullah bu ayeti okuduktan sonra benzeri ayetlerin sonunda okuduğu benzeri bir icap ile cevap veriyor:

Evet. Allah'ım sen bütün eksikliklerden münezzehsin.
Yine Rasulullah'ın Sübhaneke demesi ile Allah'ın şirkten ğaniyy olduğu burda bildiriliyor.

Enbiya suresi 30-33 ayetler:

O kâfirler, göklerin ve yerin bitişik olduğunu, bizim onları birbirinden ayırdığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı görmediler mi? İman etmezler mi?

(21/Enbiya Suresi, 30)

Yer onları sarsmasın diye (dağlardan) kazıklar çaktık. Yollarını şaşırmamaları için de (o dağlar arasında) geniş yollar kıldık.

(21/Enbiya Suresi, 31)


Gökyüzünü (üzerlerine düşmesin diye) korunmuş bir tavan yaptık. Onlar, O’nun ayetlerinden yüz çevirmişlerdir.

(21/Enbiya Suresi, 32)

Burada ise uluhiyetin de rububiyyete bağlı olarak olarak bilineceğine dair daha açık bir işaret vardır. Allah subhanehu we teâlâ aynı ayetler grubunun başında şöyle diyor:

"Kâfir olanlar görmüyorlar mı?"

Onlara hüccet ikame ediyor. Ondan sonra
aşağıdaki kewni ayetlerini bildiriyor:

O kâfirler, göklerin ve yerin bitişik olduğunu, bizim onları birbirinden ayırdığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı görmediler mi? İman etmezler mi?
Yer onları sarsmasın diye (dağlardan) kazıklar çaktık. Yollarını şaşırmamaları için de (o dağlar arasında) geniş yollar kıldık.

Gökyüzünü (üzerlerine düşmesin diye) korunmuş bir tavan yaptık. Onlar, O’nun ayetlerinden yüz çevirmişlerdir.


Bunları düşünmeyip küfre sapanları kafir olmakla isimlendiriyor Rabbimiz.


Gökte burçlar yaratan, orada bir kandil ve ışık saçan bir Ay yaratan (Allah) ne yüce, ne mübarektir.

(25/Furkân Suresi, 61)


Dileyenin öğüt alması ya da şükretmesi için geceyi ve gündüzü birbiri ardınca kılan O’dur.

(25/Furkân Suresi, 62)


Yine benzer bir ayetler grubu. Burada da önce ayetler bildiriliyor. Ondan sonra da Allah'ın mübarek olduğu, yüce olduğu bildiriliyor.

Düşünüp şükretmek isteyenler için. Dikkat edilirse önce düşünmek sonra da şükretmek zikredilmiştir. Yani önce, daha çok Rububiyette tevhidle ilgili olan ve ona götürecek olan "düşünme," sonra da daha çok Uluhiyet tevhidle ilgili olan ve ona götürecek olan "şükretme" zikredilmiştir.


Mesela Kirmizi lambadan gecmek yasak, bu da bir kanun? Adam öldürene kisas da kanun?
Kirmizi lamba kanunu koyarsan allaha ortak kosmamis oluyorsun, ama kisasi kaldirirsan kosmus oluyorsun.
Ozaman demek ki mutlak fitrat degilmis? Cünkü kirmizi lamba hakkinda nas olsaydi, bu da ayni kisas gibi allahin hakimiyetine ortak kosmakti.

Kardeş yaptığın karşılaştırma fıkıh usulüne aykırı. Çünkü biri mutlak olarak nasıl kılınmış diğeri ise ictihada bırakılmış bir meseledir. Allah Celle we alâ tarafından nas olarak bildirilmiş meselelerin hikmeti her zaman bize açık değildir. Bu yüzden fıkıh usulünde illet ve hikmet birbirinden ayrı tutulmuştur. İllet, aslın hükmünün üzerine bina edildiği vasıftır. Bu bizim tarafımızdan görünen kısmıdır.
Meselenin illeti bilinmesine rağmen hikmeti her zaman bilinmeyebilir. Konuyla ilgili İmam İzz bin Abdüsselam İslami hükümlerin yüze 80'inin akla yatkın olduğunu, geri kalan yüzde 20'sinin ise akıllı uyuşmadığını söylemektedir.

Hz Ali'den "şayet İslam mantık dini olsaydı, ayaklarımızın üstünü değil altını mesh ederdik" şeklinde bir rivayet aktarılmaktadır.

Yine Allah azze ve celle Kur'an'da aynı lafızlarla veya lafızların değişmesiyle "Allah bilir siz bilemezsiniz" demektedir.

Aşağıda ayette olduğu gibi:

Hoşlanmadığınız hâlde savaş size farz kılındı. (Olur ki) hoşunuza gitmeyenler sizin için hayır, hoşunuza gidenlerse sizin için şer olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

(2/Bakara, 216)

Hatta savaşın bize göre hoş olmadığını, fakat buna rağmen bize farz kılındığı bildirilmektedir.

Nedeni ise şudur:

(Olur ki) hoşunuza gitmeyenler sizin için hayır, hoşunuza gidenlerse sizin için şer olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

İslam'daki bütün hükümlerin bir hikmeti vardır. Bu Allah'ın el Hakim isminin bir gereğidir. Fakat bu bazen bize açık olur, bazen de kapalı olur.




Eger fitratsa hakimiyet tevhidi: Ozaman fetret dönemide insanlar kanun yaptiginda küfre mi girecekti? Allah kanun koymadan neden koydugum kanun sirk olsun? Bu durumda kirmizi lambadan gecmek de sirk olmasi lazim?
Fetret ehli ozaman kanunsu mu yasayacakti? Mesela tecavüzcülere ceza vermiyecek miydi? Fitraten kanun koyan allahtir diyip kanun koymadan "belki asirlar boyu" yasayacakmiydi?
Zikrettiğimiz hükümler taabbudî hükümler. Yani sorgulanmadan olduğu gibi itaat edilmesi gereken hükümler. Trafik lambasında geçilip geçilmeyeceği meselesi ise akılla bilinebilecek bir meseledir. Hikmeti bilinmeyen meselelerin haram- helal, farz kılınması ise taabbudî bir hükümdür. Tıpkı kıtalin bize farz kılınması gibi. Bu hoşumuza gitmiyor hatta Allah bazen bizim bilmediğimiz hikmetler olabileceğini söylüyor.


ayni, bu fitrata aykiri davranmak her dönem sirk kabul edilebilir. Ama seriat sürekli degisior? Bugün ben hayvanlari ic yagini size haram kilsam, tagut oluyorum. Israilogullari helal kilsaydi tagut olacakti? Ozaman Hakimiyet tevhidi nasil fitrat bilgisi olsun? Biraz karisik anlattim ama insaAllah anlasilmistir. Bugün nasil hüküm olmayan konularda hüküm koymak sirk degilse, bir hüküm inmeden, hüküm koymak nasil sirk olsun? En fazla derler ki, artik peygamber geldi hüccet geldi. Ama benim sorum o degil, bu bilginin fitrat olup olmamam derdindeyim. Cehaleti mazeret görmeyenler sürekli fitrat ve Kalu bela ve farkli ayetleri delil getirdikleri icin.?
Kardeş aynı şekilde zikrettiğin iç yağlarını haram kılınması vb. hükümler de taabbudî hükümler. Kelimeyi biraz açacak olursak, عبد kelimesiyle aynı kökten türemiştir. عبد ise köle demek. Yani taabbudî hükümler kölenin sahibine itaat ettiği gibi Allah'a azze ve celle itaat etmek hatta daha fazla itaat etmek manasına gelmektedir.

Bütün zikiredilenler tevhidin temel meseleleri için geçerlidir.

Bu yüzdendir ki İmam nevevi el mekasıd'da şöyle demektedir:

كل ما عُلم من الدين بالضرورة فالإيان به واجب و الجاحد له كافر

Din hakkında zaruri olarak bilinen şeylere iman etmek vaciptir. Onlarla çekişen/mücadele eden/ teslim olmayan kafirdir.

Vacip hanefiler dışındaki diğer üç mezhebe göre farz ile aynı manadadır.

Bazı kardeşler Ayşe radıyallahu anha ve kül hadislerini delil getirerek itiraz edebilirler. Delil olarak zikredilen bu iki mesele de manaları kapalı, âlimlerin üzerlerinde ihtilaf edip 3-5 görüş belirttikleri rivayetlerdir.
Örneğin kadı Iyad şifa-ı şerifte kül hadisi ile ilgili 3 tane görüş aktarmaktadır. İtikad zanni bilgi üzerine kurulmaz. Zaten bu, kelimenin türediği عقد kelimesine de ters düşmektedir. Bu kelime düğüm manasına gelmektedir. Istılahtaki manası ise bir şeye yakinen kesin iman etmektir. Burada "peki İslam'da neden zanni galipte hüküm olarak kabul edilmiştir?" Diye sorulabilir.

Zannı galibin hükümlere dayanak olması fıkhi meseleler için geçerlidir. Bu yüzden ahad hadisin delil olup olmaması ehli hadis ve rey ehli arasında çekişme konusu olmuştur. Rey ehli ahad hadisin zan ifade ettiğini bu yüzden de itikatta delil olamayacağını, İmam Buhari, İmam Ahmed gibi hadis ehli ise ahad hadisin de itikatta delil olduğunu söylemiştir. Çünkü ahad hadiste kesin bilgi ifade etmektedir.

Allah azze ve celle itikat konusunda zan a uyanları kınamaktadır.

Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme.
İsra/36

Hiç şüphesiz zan, Haktan hiçbir şekilde müstağni kılmaz.

Necm/ 28
Vehbe zuhayli fıkıh usulü adlı kitabında kıyasın delil olmasına itiraz edenlere şöyle cevap vermektedir.

Buna şöyle cevap verilir: Burada yasaklanan şey iman konularında zanna uyumaktır. Ameli hükümlerde ise âlimlerin ittifakıyla zan yeterlidir. Çünkü biz haberi vahid ve kitap ve sünnetin zahiri ile amel etme biz iki kişinin şahitliğini kabul etmek gibi zandan başka bir şey ifade etmeyen deliler ile amel etmekle mükellef tutulmuşuz.


Fıtri olarak tevhidi bulmak gereklidir. Fakat zikredilen Fırtat, misak, kitap, Nebi ve akıl hüccetleri tek başlarına delil olabilirler de olmayabilirler de.
Örneğin aklı olmayan kişinin kitaptan sorumlu olmaması gibi.
Ya daha aklı olan kişinin Nebiler, kitaplar gelmesede sorumlu olmaları gibi.

Ebû Hurayra’den (r.anh) yapılan bir rivayete göre Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
Anneme mağfiret dilemem hususunda Rabbimden izin istedim, izin vermedi. Kabrini ziyaret edeyim diye izin istedim, bana izin verdi
(Muslim, Cenâiz, 105, 106, 108; Tirmizî, Cenâiz, 60; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 77; Nesâî, Cenâiz, 101; Ahmed b. Hanbel, Musned, II, 441; V, 356.)

Enes’ten nakledilen bir rivayette de şöyle anlatılmaktadır:
Biri: Ya Rasûlullah, babam nerededir? diye sordu.
Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem): Cehennemdedir” buyurdu.
Adam, arkasını dönüp gidecekken, Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem) onu çağırdı ve: “Benim de, senin de baban cehennemdedir” buyurdu.
(Muslim, İman 347; Ebû Dâvûd, Sunne, 17; Ahmed b. Hanbel, Musned, 119, 268.)

Bu iki hadis tevhidi fıtri olarak bilmenin gerekli olduğuna dair delildirler.

Kimileri resulullah'ın anne babasının diriltilip iman ettikleri ve bundan sonra tekrar öldürüldükleri şeklinde rivayetler aktarmışlar ben bu iki hadise itiraz etmişlerdir.
İb kesir tefsiri 119. Ayette şöyle geçiyor:

Şüphesiz biz seni bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Sen cehennem ehlinden sorguya çekilmeyeceksin.

(2/Bakara, 119)

Merviyy'nin anne babasının diriltildiği konusunda aktardığı hadis ne kütüb-i sitte'de ve ne de onun dışındaki itimad edilen kitaplarda yoktur. onun isnadı zayıftır.
bu onun anne babasının durumunu bilmeden önce onlara istiğfar edilmesi durumuna hamledilmiştir. Onların durumunu bilince bundan teberri etti. İkisi (yani anne babası) hakkında haber verdi ki muhakkak ki onlar ateştedir. Sahihayn'da iyisi Buhari ve müslim'de sabit olduğu gibi.

Velev ki diriltilmiş olsalardı bile bu tevhidin temel meselelerini bilmeden ölenlerin küfür üzere gittiklerine dair bir delil olmaz. Çünkü bu Resulullah'a has bir şeydir. Tıpkı resulullah'ın Huzeyme'nin radıyallahu anh şahitliğinin iki kişinin şahitliği olduğunu bildirmesi gibi. Bu usulde Hasaisun Nebi olarak geçer.
 
Son düzenleme:
M Çevrimdışı

MuslimElAlmani

Üye
İslam-TR Üyesi
Aleyküm selam we rahmetullahi we berekatuh

Âli İmran suresi 190.191. ayetler:


Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün peşi sıra yer değişmesinde akıl sahipleri için (üzerinde düşünüp, bunları yapanın tek ilah olduğu, kulluğun sadece kendisine yapılması gerektiğine dair sonuçlar çıkaracakları) ayetler vardır.

(3/Âl-i İmran Suresi, 190)


Onlar ki ayakta, otururken ve yanları üzere yatarken Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler ve (derler ki): “Rabbimiz! Sen bunu boşa yaratmadın. Seni eksikliklerden tenzih ederiz, bizi ateşin azabından koru.”

(3/Âl-i İmran Suresi, 191)


İki ayetin iniş nedeni İbn kesir tefsirinde şöyle geçer:

Mekkeli müşrikler Rasulullah'tan Safa'yı altına çevirmesini ve buna karşılık kendisine iman edeceğini söylediler.

Eğer iman etmek isteseydiniz yerin ve göğün yaratılışı, gece ve gündüzün ard arda gelişi iman etmeniz için safa'nın altından bir yığına dönüşmesinden daha büyük bir delildir. dercesine bu iki ayet indi.

Ayetlerini bağlamına dikkat edilirse önce yer ve göğün yaratılışına, gece ve gündüzün ard arda gelişine, bunlarda ulul elbâb için ayetler olduğu söyleniyor. Yani alametler, işaretler, delaletler...

Bu kişiler ayaktayken, oturarak ve yanları üzere yatarken Allah'ı anarlar.

Yerin ve göğün yaralışı hakkında çokça düşünürler ve şöyle derler:

Rabbimiz sen bunları boşuna yaratmadın! Biz seni eksikliklerden tenzih ederiz.

Evet Rububiyet tevhidine ait deliller kişiyi Ulûhiyet tevhidine götürdü ve bu müşriklere cevap olarak indirildi. Yani ayet, hüccet olarak.

Peki bu delâletler neye işaret ediyor?


Allah'ın subhanehu we teâlâ bütün eksikliklerden münezzeh olduğuna Subhân olduğuna.

Onun ardından da şu sonuca varıyorlar.

Bizleri ateşin azabından koru.

Burda, "bu insanlar iman ehli, fırtratın ve aklın delil olacağına işaret değil" denebilir. Çünkü burda ateş, azabtan bahsediliyor denebilir.

Unutulmamalı ki bu ayetler müşriklere için indi. Kişi aklı ile bunlara da ulaşabilir.

Yine ibni kesir'in aynı ayetler hakkındaki tefsirinde resulullah'ın "Yazıklar olsun bu iki ayeti okuyup da düşünmeyene!" dediği rivayet edilir.
Süfyan eş sevr'i ye "kişiyi 'yazıklar olsun' ithamından kurtaracak olan en az şey nedir?" diye sorulduğunda" tefekkür etmektir" demiştir.
Ayrıca Rasulullah'ın gece namaza kalktığında bu iki ayeti okuduğunda kıyamdayken sakallarının ağlamaktan ıslandığı, secdeye gittiğinde ise yerdeki taşın ağlamaktan ıslandığı aynı yerde rivayet edilmektedir.


Yine Mekkî bir sûre olan Kıyamet Suresi'nde şöyle geçiyor:
Yoksa insan (emredilmeden, nehyedilmeden, bir şeriata tabi tutulmadan) başıboş bırakılacağını mı sandı?

(75/Kıyâmet Suresi, 36)

O, akıtılan meniden bir damla değil miydi?

(75/Kıyâmet Suresi, 37)

Sonra kan pıhtısı (embriyo olmadı mı? Allah) onu yaratıp düzenledi.

(75/Kıyâmet Suresi, 38)

Ondan erkek ve dişi olan iki sınıf yarattı.

(75/Kıyâmet Suresi, 39)

(Tüm bunları yapanın) ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi?

(75/Kıyâmet Suresi, 40)

Ahiret inancının veya ödül-cezanın olacağı sadece Nebi ve Kitaplar hüccetleri ile bilinmez.
Allah azze ve celle burda müşriklere Rububiyetini bildiriyor. Kendi azametinden bahsediyor.

Surenin son ayetine dikkat edilirse :

Bütün bu hüccetlerden sonra şöyle deniyor:


(Tüm bunları yapanın) ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi?


Gelen rivaterde de Rasulullah bu ayeti okuduktan sonra benzeri ayetlerin sonunda okuduğu benzeri bir icap ile cevap veriyor:

Evet. Allah'ım sen bütün eksikliklerden münezzehsin.
Yine Rasulullah'ın Sübhaneke demesi ile Allah'ın şirkten ğaniyy olduğu burda bildiriliyor.

Enbiya suresi 30-33 ayetler:

O kâfirler, göklerin ve yerin bitişik olduğunu, bizim onları birbirinden ayırdığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı görmediler mi? İman etmezler mi?

(21/Enbiya Suresi, 30)

Yer onları sarsmasın diye (dağlardan) kazıklar çaktık. Yollarını şaşırmamaları için de (o dağlar arasında) geniş yollar kıldık.

(21/Enbiya Suresi, 31)


Gökyüzünü (üzerlerine düşmesin diye) korunmuş bir tavan yaptık. Onlar, O’nun ayetlerinden yüz çevirmişlerdir.

(21/Enbiya Suresi, 32)

Burada ise uluhiyetin de rububiyyete bağlı olarak olarak bilineceğine dair daha açık bir işaret vardır. Allah subhanehu we teâlâ aynı ayetler grubunun başında şöyle diyor:

"Kâfir olanlar görmüyorlar mı?"

Onlara hüccet ikame ediyor. Ondan sonra
aşağıdaki kewni ayetlerini bildiriyor:

O kâfirler, göklerin ve yerin bitişik olduğunu, bizim onları birbirinden ayırdığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı görmediler mi? İman etmezler mi?
Yer onları sarsmasın diye (dağlardan) kazıklar çaktık. Yollarını şaşırmamaları için de (o dağlar arasında) geniş yollar kıldık.

Gökyüzünü (üzerlerine düşmesin diye) korunmuş bir tavan yaptık. Onlar, O’nun ayetlerinden yüz çevirmişlerdir.


Bunları düşünmeyip küfre sapanları kafir olmakla isimlendiriyor Rabbimiz.


Gökte burçlar yaratan, orada bir kandil ve ışık saçan bir Ay yaratan (Allah) ne yüce, ne mübarektir.

(25/Furkân Suresi, 61)


Dileyenin öğüt alması ya da şükretmesi için geceyi ve gündüzü birbiri ardınca kılan O’dur.

(25/Furkân Suresi, 62)


Yine benzer bir ayetler grubu. Burada da önce ayetler bildiriliyor. Ondan sonra da Allah'ın mübarek olduğu, yüce olduğu bildiriliyor.

Düşünüp şükretmek isteyenler için. Dikkat edilirse önce düşünmek sonra da şükretmek zikredilmiştir. Yani önce, daha çok Rububiyette tevhidle ilgili olan ve ona götürecek olan "düşünme," sonra da daha çok Uluhiyet tevhidle ilgili olan ve ona götürecek olan "şükretme" zikredilmiştir.




Kardeş yaptığın karşılaştırma fıkıh usulüne aykırı. Çünkü biri mutlak olarak nasıl kılınmış diğeri ise ictihada bırakılmış bir meseledir. Allah Celle we alâ tarafından nas olarak bildirilmiş meselelerin hikmeti her zaman bize açık değildir. Bu yüzden fıkıh usulünde illet ve hikmet birbirinden ayrı tutulmuştur. İllet, aslın hükmünün üzerine bina edildiği vasıftır. Bu bizim tarafımızdan görünen kısmıdır.
Meselenin illeti bilinmesine rağmen hikmeti her zaman bilinmeyebilir. Konuyla ilgili İmam İzz bin Abdüsselam İslami hükümlerin yüze 80'inin akla yatkın olduğunu, geri kalan yüzde 20'sinin ise akıllı uyuşmadığını söylemektedir.

Hz Ali'den "şayet İslam mantık dini olsaydı, ayaklarımızın üstünü değil altını mesh ederdik" şeklinde bir rivayet aktarılmaktadır.

Yine Allah azze ve celle Kur'an'da aynı lafızlarla veya lafızların değişmesiyle "Allah bilir siz bilemezsiniz" demektedir.

Aşağıda ayette olduğu gibi:

Hoşlanmadığınız hâlde savaş size farz kılındı. (Olur ki) hoşunuza gitmeyenler sizin için hayır, hoşunuza gidenlerse sizin için şer olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

(2/Bakara, 216)

Hatta savaşın bize göre hoş olmadığını, fakat buna rağmen bize farz kılındığı bildirilmektedir.

Nedeni ise şudur:

(Olur ki) hoşunuza gitmeyenler sizin için hayır, hoşunuza gidenlerse sizin için şer olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

İslam'daki bütün hükümlerin bir hikmeti vardır. Bu Allah'ın el Hakim isminin bir gereğidir. Fakat bu bazen bize açık olur, bazen de kapalı olur.





Zikrettiğimiz hükümler taabbudî hükümler. Yani sorgulanmadan olduğu gibi itaat edilmesi gereken hükümler. Trafik lambasında geçilip geçilmeyeceği meselesi ise akılla bilinebilecek bir meseledir. Hikmeti bilinmeyen meselelerin haram- helal, farz kılınması ise taabbudî bir hükümdür. Tıpkı kıtalin bize farz kılınması gibi. Bu hoşumuza gitmiyor hatta Allah bazen bizim bilmediğimiz hikmetler olabileceğini söylüyor.



Kardeş aynı şekilde zikrettiğin iç yağlarını haram kılınması vb. hükümler de taabbudî hükümler. Kelimeyi biraz açacak olursak, عبد kelimesiyle aynı kökten türemiştir. عبد ise köle demek. Yani taabbudî hükümler kölenin sahibine itaat ettiği gibi Allah'a azze ve celle itaat etmek hatta daha fazla itaat etmek manasına gelmektedir.

Bütün zikiredilenler tevhidin temel meseleleri için geçerlidir.

Bu yüzdendir ki İmam nevevi el mekasıd'da şöyle demektedir:

كل ما عُلم من الدين بالضرورة فالإيان به واجب و الجاحد له كافر

Din hakkında zaruri olarak bilinen şeylere iman etmek vaciptir. Onlarla çekişen/mücadele eden/ teslim olmayan kafirdir.

Vacip hanefiler dışındaki diğer üç mezhebe göre farz ile aynı manadadır.

Bazı kardeşler Ayşe radıyallahu anha ve kül hadislerini delil getirerek itiraz edebilirler. Delil olarak zikredilen bu iki mesele de manaları kapalı, âlimlerin üzerlerinde ihtilaf edip 3-5 görüş belirttikleri rivayetlerdir.
Örneğin kadı Iyad şifa-ı şerifte kül hadisi ile ilgili 3 tane görüş aktarmaktadır. İtikad zanni bilgi üzerine kurulmaz. Zaten bu, kelimenin türediği عقد kelimesine de ters düşmektedir. Bu kelime düğüm manasına gelmektedir. Istılahtaki manası ise bir şeye yakinen kesin iman etmektir. Burada "peki İslam'da neden zanni galipte hüküm olarak kabul edilmiştir?" Diye sorulabilir.

Zannı galibin hükümlere dayanak olması fıkhi meseleler için geçerlidir. Bu yüzden ahad hadisin delil olup olmaması ehli hadis ve rey ehli arasında çekişme konusu olmuştur. Rey ehli ahad hadisin zan ifade ettiğini bu yüzden de itikatta delil olamayacağını, İmam Buhari, İmam Ahmed gibi hadis ehli ise ahad hadisin de itikatta delil olduğunu söylemiştir. Çünkü ahad hadiste kesin bilgi ifade etmektedir.

Allah azze ve celle itikat konusunda zan a uyanları kınamaktadır.

Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme.
İsra/36

Hiç şüphesiz zan, Haktan hiçbir şekilde müstağni kılmaz.

Necm/ 28
Vehbe zuhayli fıkıh usulü adlı kitabında kıyasın delil olmasına itiraz edenlere şöyle cevap vermektedir.

Buna şöyle cevap verilir: Burada yasaklanan şey iman konularında zanna uyumaktır. Ameli hükümlerde ise âlimlerin ittifakıyla zan yeterlidir. Çünkü biz haberi vahid ve kitap ve sünnetin zahiri ile amel etme biz iki kişinin şahitliğini kabul etmek gibi zandan başka bir şey ifade etmeyen deliler ile amel etmekle mükellef tutulmuşuz.


Fıtri olarak tevhidi bulmak gereklidir. Fakat zikredilen Fırtat, misak, kitap, Nebi ve akıl hüccetleri tek başlarına delil olabilirler de olmayabilirler de.
Örneğin aklı olmayan kişinin kitaptan sorumlu olmaması gibi.
Ya daha aklı olan kişinin Nebiler, kitaplar gelmesede sorumlu olmaları gibi.

Ebû Hurayra’den (r.anh) yapılan bir rivayete göre Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
Anneme mağfiret dilemem hususunda Rabbimden izin istedim, izin vermedi. Kabrini ziyaret edeyim diye izin istedim, bana izin verdi
(Muslim, Cenâiz, 105, 106, 108; Tirmizî, Cenâiz, 60; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 77; Nesâî, Cenâiz, 101; Ahmed b. Hanbel, Musned, II, 441; V, 356.)

Enes’ten nakledilen bir rivayette de şöyle anlatılmaktadır:
Biri: Ya Rasûlullah, babam nerededir? diye sordu.
Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem): Cehennemdedir” buyurdu.
Adam, arkasını dönüp gidecekken, Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem) onu çağırdı ve: “Benim de, senin de baban cehennemdedir” buyurdu.
(Muslim, İman 347; Ebû Dâvûd, Sunne, 17; Ahmed b. Hanbel, Musned, 119, 268.)

Bu iki hadis tevhidi fıtri olarak bilmenin gerekli olduğuna dair delildirler.

Kimileri resulullah'ın anne babasının diriltilip iman ettikleri ve bundan sonra tekrar öldürüldükleri şeklinde rivayetler aktarmışlar ben bu iki hadise itiraz etmişlerdir.
İb kesir tefsiri 119. Ayette şöyle geçiyor:

Şüphesiz biz seni bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Sen cehennem ehlinden sorguya çekilmeyeceksin.

(2/Bakara, 119)

Merviyy'nin anne babasının diriltildiği konusunda aktardığı hadis ne kütüb-i sitte'de ve ne de onun dışındaki itimad edilen kitaplarda yoktur. onun isnadı zayıftır.
bu onun anne babasının durumunu bilmeden önce onlara istiğfar edilmesi durumuna hamledilmiştir. Onların durumunu bilince bundan teberri etti. İkisi (yani anne babası) hakkında haber verdi ki muhakkak ki onlar ateştedir. Sahihayn'da iyisi Buhari ve müslim'de sabit olduğu gibi.

Velev ki diriltilmiş olsalardı bile bu tevhidin temel meselelerini bilmeden ölenlerin küfür üzere gittiklerine dair bir delil olmaz. Çünkü bu Resulullah'a has bir şeydir. Tıpkı resulullah'ın Huzeyme'nin radıyallahu anh şahitliğinin iki kişinin şahitliği olduğunu bildirmesi gibi. Bu usulde Hasaisun Nebi olarak geçer.

Allah razi olsun.
Ama sorumun cevabı yok.
uluhiyet ve rubûbiyet tevhidini fıtri olduğunu ispatladın. Bende buna katılıyorum zaten. Benim sorum, seriat olmayan fetret bi dönemde mesela, Teşri yetkisini dünyada insana vermenin kufur olduğu nasıl fıtri olabilir? Hüküm gelmeden hüküm koymak neden şirk olsun? Bugün şirk çünkü Kuran elimizde. Ama rububiyet tevhidi gibi mi hakimiyet meselesi? Misak delil olsa teşri konusunda, hangi konuşa hüküm Allah’ın, hangisinde biz de kanun yapabileceğimizi nereden bilecektik, kitap olmasaydı? Mesela oy verenin şirkinde, cehalet mazeret değil diyorlar, sebeb ise Misak ayeti. Bende diyorum ki allahu alem misak ayeti teşri ve dünyada hüküm koymaya delalet eder mi? Bir insan fıtraten Allah’ın dünyaya hükümler indirse tatbikinin farz olacağını bilir. Ama mutlak olarak böyle hükümlerin ineceğini bilmez, zaten bu yüzden fetret dönemi diye bir şey var. İnsallah anlatabilmişimdir. Biraz karışık bir soru, Türkçemde fazla iyi değil. Allah razı olsun
 
عبيد Çevrimdışı

عبيد

إذا لم تخلص فلا تتعب
Misak delil olsa teşri konusunda, hangi konuşa hüküm Allah’ın, hangisinde biz de kanun yapabileceğimizi nereden bilecektik, kitap olmasaydı?
Kardeş eşyada asıl olan mübah olmasıdır.

Şeri hükümler, ibadetler ancak naslar ile bilinir. Naslar olmadan ibadet şekli belirlenemez. Kimi peygamberlerin şeriatları diğerininki nesh etmiştir. İslam'ın temeli itikaddır.
Tevhid birbirinden ayrılamaz bir bütündür. Duada bilinir ama kanun koymada bilinmez demek tevhidi bölmek olur.

Allah'ın haramlarını helal kılan kendini ilah ilan etmiş olan bir tağut ile İbrahim aleyhisselam arasında şöyle bir konuşma geçer:

Allah’ın kendisine mülk vermesi sebebiyle Rabbi hakkında İbrahim’le tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim demişti ki: “Benim Rabbim diriltir ve öldürür.” Demişti ki: “Ben de diriltip öldürürüm.” (Bu cevap üzerine) İbrahim demişti ki: “Allah Güneş’i doğudan getirir; sen de batıdan getir (bakalım).” (Bu hüccet karşısında) kâfir afalladı. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.

(2/Bakara Suresi, 258)

İbrahim Aleyhisselam tağuti bir yönetimin yöneticisine Allah'ın hükmü ile hükmet demiyor, ona önce Allah'ın rububiyetini anlatıyor. Çünkü uluhiyet tevhidine bağlı olan şeriat ile hükmetmek Rububiyet tevhidinin bozulmaması için fıtri olarak gerekli olan kaçınılmaz bir gerçektir.

Bu yüzden de Allah'ın uluhiyetini ve Rububiyetini bilinçaltına atarak kendini ilah ilan eden bu tağut İbrahim Aleyhisselam'ın onu mantıkî delillerle fıtratının gereği olan tevhide teslimiyeti ortaya çıkarması neticesinde Allah'ın azze ve celle tabiriyle

" (Bu hüccet karşısında) kâfir afalladı."




Kardeş eşyada asıl olan mübah olmasıdır. Bütün muamelelerde, yiyeceklerde içeceklerde asıl olan helal olmasıdır taaki onu haram kılacak bir şey ortaya çıkıncaya kadar. Bu bizim dönemimizde bile böyleyken şeriatın hiçbir şekilde olmadığı veya tahrif edilmiş bir dönemde Allah azze ve celle Allah rızasını gözeterek bazı kararlar almış olan kişilerin bazı şeyler hakkındaki fikir belirtmeleri nedeniyle nasıl küfür ehli olarak kabul etsin ki.


Örneğin Ömer radiyallahu anh ın akrabalarından olan Zeyd bin Amr bin nufeyl Nebi Rasul olmadan tevhidi bulmuştur. O dönemde haniflerden birinin çöllere düşüp ağlayarak dua ettiği ve Allah'a kendisine hakkı göstermesini istemiştir. O dönemde tahrif edilmiş hristiyanlığın ve yahudiliğin mensupları ile görüşse de bu dinleri kabul etmemiştir. Çünkü bu onun fıtratı ile bulduğu tevhid inancına ters düşmüştür. Yahudi ve Hıristiyanları ve dolayısıyla ibadetlerini kabul etmemesine rağmen Resulullah onu Hanif olarak isimlendirilmiştir. Eğer bunları inkar etmek küfür olsaydı Resulullah Zeydi Hanif olarak isimlendirmezdi. Fakat Zeydin belli başlı bazı ibadet şekilleri ile Allah'a kulluk ettiğini okuduğumu hatırlıyorum.

Demek istediğim şu önce bir şeyin helal olup haram olduğunu bilmek ve buna bağlı olarak bunu helal ve haram kılanın kafir olması bir hükümün indirilmesine bağlıdır.


Yazdıklarım okuyup araştırdılarım ve kendi düşüncelerimdir. Kimseye fetva vermiyorum. Verecek düzeyde de değilim, yazdıklarıma uyulması durumda Allah katında da sorumluluk kabul etmiyorum. Sadece bildiklerimi paylaşmak, hakkı aramak, bilmediğim bir şey varsa hatamı düzeltmek için yazdım.
 
عبيد Çevrimdışı

عبيد

إذا لم تخلص فلا تتعب
Kardeş eşyada asıl olan mübah olmasıdır.

Şeri hükümler, ibadetler ancak naslar ile bilinir. Naslar olmadan ibadet şekli belirlenemez. Kimi peygamberlerin şeriatları diğerininki nesh etmiştir. İslam'ın temeli itikaddır.
Tevhid birbirinden ayrılamaz bir bütündür. Duada bilinir ama kanun koymada bilinmez demek tevhidi bölmek olur.

Allah'ın haramlarını helal kılan kendini ilah ilan etmiş olan bir tağut ile İbrahim aleyhisselam arasında şöyle bir konuşma geçer:

Allah’ın kendisine mülk vermesi sebebiyle Rabbi hakkında İbrahim’le tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim demişti ki: “Benim Rabbim diriltir ve öldürür.” Demişti ki: “Ben de diriltip öldürürüm.” (Bu cevap üzerine) İbrahim demişti ki: “Allah Güneş’i doğudan getirir; sen de batıdan getir (bakalım).” (Bu hüccet karşısında) kâfir afalladı. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.

(2/Bakara Suresi, 258)

İbrahim Aleyhisselam tağuti bir yönetimin yöneticisine Allah'ın hükmü ile hükmet demiyor, ona önce Allah'ın rububiyetini anlatıyor. Çünkü uluhiyet tevhidine bağlı olan şeriat ile hükmetmek Rububiyet tevhidinin bozulmaması için fıtri olarak gerekli olan kaçınılmaz bir gerçektir.

Bu yüzden de Allah'ın uluhiyetini ve Rububiyetini bilinçaltına atarak kendini ilah ilan eden bu tağut İbrahim Aleyhisselam'ın onu mantıkî delillerle fıtratının gereği olan tevhide teslimiyeti ortaya çıkarması neticesinde Allah'ın azze ve celle tabiriyle

" (Bu hüccet karşısında) kâfir afalladı."




Kardeş eşyada asıl olan mübah olmasıdır. Bütün muamelelerde, yiyeceklerde içeceklerde asıl olan helal olmasıdır taaki onu haram kılacak bir şey ortaya çıkıncaya kadar. Bu bizim dönemimizde bile böyleyken şeriatın hiçbir şekilde olmadığı veya tahrif edilmiş bir dönemde Allah azze ve celle Allah rızasını gözeterek bazı kararlar almış olan kişilerin bazı şeyler hakkındaki fikir belirtmeleri nedeniyle nasıl küfür ehli olarak kabul etsin ki.


Örneğin Ömer radiyallahu anh ın akrabalarından olan Zeyd bin Amr bin nufeyl Nebi Rasul olmadan tevhidi bulmuştur. O dönemde haniflerden birinin çöllere düşüp ağlayarak dua ettiği ve Allah'a kendisine hakkı göstermesini istemiştir. O dönemde tahrif edilmiş hristiyanlığın ve yahudiliğin mensupları ile görüşse de bu dinleri kabul etmemiştir. Çünkü bu onun fıtratı ile bulduğu tevhid inancına ters düşmüştür. Yahudi ve Hıristiyanları ve dolayısıyla ibadetlerini kabul etmemesine rağmen Resulullah onu Hanif olarak isimlendirilmiştir. Eğer bunları inkar etmek küfür olsaydı Resulullah Zeydi Hanif olarak isimlendirmezdi. Fakat Zeydin belli başlı bazı ibadet şekilleri ile Allah'a kulluk ettiğini okuduğumu hatırlıyorum.

Demek istediğim şu önce bir şeyin helal olup haram olduğunu bilmek ve buna bağlı olarak bunu helal ve haram kılanın kafir olması bir hükümün indirilmesine bağlıdır.


Yazdıklarım okuyup araştırdılarım ve kendi düşüncelerimdir. Kimseye fetva vermiyorum. Verecek düzeyde de değilim, yazdıklarıma uyulması durumda Allah katında da sorumluluk kabul etmiyorum. Sadece bildiklerimi paylaşmak, hakkı aramak, bilmediğim bir şey varsa hatamı düzeltmek için yazdım.
Vehbe zuhaylinin Fıkıh usulü kitabını okurken konuyla ilgili olan bu bölümle karşılaştım:

...Alimler arasında ihtilaf sadece Allah'ın hükmünün ne ile bilineceği konusundadır. Bunun için mutlaka din gerekli midir, yoksa peygamber gelmeden de aklın hükümleri anlaması mümkün? Bu "hüsn ve kubh" ( kötü bir yanlış ile iyi ve doğrunun bilinme) meselesidir. Bu konuda üç mezhebe vardır.

Birinci Mezhep hicri 324 te vefat eden ebul Hasan el eş'ari ve ona tabi olanların mezhebidir. Buna göre hüsn ve kubh şer'îdir. Yani akıl, mükellefin fiilleri hakkındaki Allah'ın hükmünü ancak kitaplar ve peygamberleri vasıtasıyla anlayabilir. Çünkü filler konusunda akıllar çok farklıdır.birisinin güzel gördüğünü diğeri çirkin bulur...

Buna Göre insan, kendisine Allah'tan din gelmedin ve peygamber daveti ulaşmadan herhangi bir şeyi yapmak veya terk etmekle mükellef olmaz, mükafat ve ceza görmez.

İkinci mezhep, hicri 131 de vefat eden Vasıl bin Ata ve hicri 144 de vefat eden Amr bin Ubeyd ve bunlara tabi olanların mezhebi olan mutezile mezhebidir. Bunlara göre hüsn ve kubh akılîdir. Peygamberler ve kitap gelmeden de akıl kendi başına Allah'ın mükellefler hakkındaki hükmünü bilebilir. Çünkü fiillerde fayda ve zarar sıfatları bulunur. Aklın güzel gördüğü Allah tarafından yapılması istenmiştir ve yapan karşılığını görür.

Buna göre peygamber daveti ulaşmamış ve Allah'ın hükümlerinden haberi olmayan herkes aklın gösterdiğini yapmakla mükelleftir. Akıllarının güzel kabul ettiğini yaparlar, çirkin gördüğünü terk ederler.

Çünkü her akıl dürüstlüğün, vefanın, emin kişi olmanın güzel olduğunu, nimete karşı nankörlük etmenin çirkin olduğunu anlar.

Üçüncü mezhep, hicri 333 yılında vefat eden Ebu Mansur el Maturidi'nin tabîlerinin mezhebi olan maturidiye mezhebidir. Hanefi alimleri de bu mezheptendir, buna göre hüsn u kubh aklîdir, anlaşılmaları dine bağlı değildir, akıl anlayabilir. Aklı selîmin güzel gördüğü hasendir, çirkin gördüğü kabihtir. Ancak mükelleflerin fiilleri Allah'ın hükümlerinin aklımızın hasen veya kabih idrakine uygun olması gerekmez. Çünkü akıllar yanılabilir.

...bu mezhebe göre din gelmeden kul herhangi bir şeyi yapmak veya yapmamaktan sorumlu olmaz ve Allah tarafından bunlara ceza veya mükafat verilmez.
 
عبد الرحمن Çevrimdışı

عبد الرحمن

قُل آمَنتُ بِاللهِ ثُمَّ استَقِم
İslam-TR Üyesi
Bu konuda imam İbn Teymiyye'nin bir sözüne rastladım, sıklıkla alıntılanıyor internette. Kendisi Eş'ariyye'nin görüşüne karşı insanların tebliğin olmadığı fetret döneminde dahi Allah'a iman ile mükellef olduklarını savunmasına rağmen, "hâkimiyyet tevhidi" kavramı altında ifade edilen manayı bu teklife dahil etmemiş gözükmektedir buna göre.

ولا ريب أن من لم يعتقد وجوب الحكم بما أنزل الله على رسوله فهو كافر, فمن استحل أن يحكم بين الناس بما يراه هو عدلاً من غير اتباع لما أنزل الله فهو كافر ، ثم قال بعد كلام ؛ [ فإنّ كثيراً من الناس أسلموا ولكن مع هذا لا يحكمون إلاّ بالعادات الجارية لهم التي يأمر بها المطاعون, فهؤلاء إذا عرفوا أنه لا يجوز الحكم إلا بما أنزل الله فلم يلتزموا ذلك, بل استحلوا أن يحكموا بخلاف ما أنزل الله فهم كفار, وإلاّ كانوا جهّالاً ]

"....insanlardan çoğu İslam'a girmelerine rağmen ancak toplumda yürürlükte olan, itaat edilen liderlerin emrettiği adetler ile hükmetmekteler. Bunlar eğer hükmetmenin Allah'ın hükmünden gayri ile caiz olmadığını öğrenirler ve buna uymazlar; aksine Allah'ın indirdiğine muhalif olan ile hükmetmeyi helal sayarlarsa kafir olmuşlardır. Ancak eğer bilmiyorlardı ise cahillerdir." — Minhacüs Sünne (5/131)

Ki buna delil de belki hâkimiyyetin Kur'an-Kerîm ile (Yusuf 40) sabit olduğu verilebilir.

Bununla birlikte vakıada insanlar ilahi hakimiyyetin lüzumunu bilmemekten çok, ya Allah'ın hükümlerini ya da bunları tatbik etmenin yolunu bilmemekte. Yoksa bir kimse nasıl tazîme layik tek bir ilâha iman ettiği halde, hükmünün tercihe şayan olmadığına itikad eder? Bu kişi hakimiyetten çok hükümlerden cahil olmalıdır. Ki zaten hükümler malum olmayınca hakimiyete boyun eğme de söz konusu olmaz. Tevhid vakıada karışık meseleler halini almaktadır ve bir kimse tevhidin aslını bildiği halde, uygulamada onu tatbik etmesini bilmeyebilir veya (laik demokrasiyi meşru hedefe gayr-ı meşru vesile seçen pragmatist hareketler gibi) bir tevile giderek yanılgıya düşebilir. Günümüzde vaki olanın tevhîdî asıl hakkında cehalette bulunmaktan çok bu sonuncusu olduğu kanaatindeyim. Bu durumda da hakimiyet tevhidinin fıtri olup olmaması bir etki etmez. Ancak (asılda) cehaletin var olduğunu da inkar edemem, ki bu tarihte ve günümüzde bilmeden (taşrada veya İslami eğitimin olmadığı bölge ve devirlerde) milliyetçileri, liberalleri vs. tutanlar için geçerli olur. Demek istediğim bu iki durum birbirinden ayrı tutulması gerekiyor zannımca.
 
Son düzenleme:
M Çevrimdışı

MuslimElAlmani

Üye
İslam-TR Üyesi
Bu konuda imam İbn Teymiyye'nin bir sözüne rastladım, sıklıkla alıntılanıyor internette. Kendisi Eş'ariyye'nin görüşüne karşı insanların tebliğin olmadığı fetret döneminde dahi Allah'a iman ile mükellef olduklarını savunmasına rağmen, "hâkimiyyet tevhidi" kavramı altında ifade edilen manayı bu teklife dahil etmemiş gözükmektedir buna göre.

Ibn Teymiyye fetret ehlinin Allahi bulmakla mükellek olduguna mi inaniyor? Yani Maturidiler gibi? Bu konu hakkinda Ibn Teymiyeden alinti yapabilrmisiniz?
 
عبد الرحمن Çevrimdışı

عبد الرحمن

قُل آمَنتُ بِاللهِ ثُمَّ استَقِم
İslam-TR Üyesi
Ibn Teymiyye fetret ehlinin Allahi bulmakla mükellek olduguna mi inaniyor? Yani Maturidiler gibi? Bu konu hakkinda Ibn Teymiyeden alinti yapabilrmisiniz?

Yazarken benim hatırımda olan kulların ilk vacibinin "nazar", yani aklî deliller ile Allah'ı aramak olması görüşünün aksine, kulların ilk vacibinin, fıtri olması sebebiyle, tevhid olmasıydı. Buna binaen fetret ehli konusunda çıkartma yapmıştım.

Ama İbn Teymiyye'nin fetret ehli hakkındaki tercihi, ahirette imtihan edilmeleriymiş. Dorar sayfası şunu naklediyor:
"(.. ومن لم تقم عليه الحجة في الدنيا بالرسالة كالأطفال والمجانين وأهل الفترات فهؤلاء فيهم أقوال أظهرها ما جاءت به الآثار أنهم يمتحنون يوم القيامة، فيبعث إليهم من يأمرهم بطاعته، فإن أطاعوه استحقوا الثواب، وإن عصوه استحقوا العذاب)"
((الجواب الصحيح)) (1/312)، وانظر: ((درء التعارض)) (8/401)، ((مختصر الفتاوى المصرية)) (ص643)، و(مجموع الفتاوى)) (24/371-372).

İbn Kayyim bu bahiste ayrıca Allah kıyamet günü insanları secdeye davet ettiğinde kafirlerin secde etmeye kadir olmayacağını belirten ayeti (Kalem 42) zikrediyor.
 
عبيد Çevrimdışı

عبيد

إذا لم تخلص فلا تتعب
Mekkeli müşrikler Rasulullah'tan Safa'yı altına çevirmesini ve buna karşılık kendisine iman edeceğini söylediler.
Düzeltme:
İmam İbn Kesir ayetin Mekke'de değil Medine'de indiği görüşünün daha doğru olduğunu söylüyor.

Yine ibni kesir'in aynı ayetler hakkındaki tefsirinde resulullah'ın "Yazıklar olsun bu iki ayeti okuyup da düşünmeyene!" dediği rivayet edilir.
Süfyan eş sevr'i ye "kişiyi 'yazıklar olsun' ithamından kurtaracak olan en az şey nedir?" diye sorulduğunda" tefekkür etmektir" demiştir.
Ayrıca Rasulullah'ın gece namaza kalktığında bu iki ayeti okuduğunda kıyamdayken sakallarının ağlamaktan ıslandığı, secdeye gittiğinde ise yerdeki taşın ağlamaktan ıslandığı aynı yerde rivayet edilmektedir.
Burda tefekkür etmektir diyen de Süfyan eş Sevri değil İmam Evzai'dir.
 
Üst Ana Sayfa Alt