Benim de sorum su: Bu Sirk kosmak hakimiyet icin de gecer li mi? Bir insan Kainatin yaraticisnin varligi fitraten bilebilir, sirf ona dua (ibadet yardim) etmesi gerektigini de bilebilir, ama hakimiyet konusu? Kanun koyma konusu?
Aleyküm selam we rahmetullahi we berekatuh
Âli İmran suresi 190.191. ayetler:
Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün peşi sıra yer değişmesinde akıl sahipleri için (üzerinde düşünüp, bunları yapanın tek ilah olduğu, kulluğun sadece kendisine yapılması gerektiğine dair sonuçlar çıkaracakları) ayetler vardır.
(3/Âl-i İmran Suresi, 190)
Onlar ki ayakta, otururken ve yanları üzere yatarken Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler ve (derler ki): “Rabbimiz! Sen bunu boşa yaratmadın. Seni eksikliklerden tenzih ederiz, bizi ateşin azabından koru.”
(3/Âl-i İmran Suresi, 191)
İki ayetin iniş nedeni İbn kesir tefsirinde şöyle geçer:
Mekkeli müşrikler Rasulullah'tan Safa'yı altına çevirmesini ve buna karşılık kendisine iman edeceğini söylediler.
Eğer iman etmek isteseydiniz yerin ve göğün yaratılışı, gece ve gündüzün ard arda gelişi iman etmeniz için safa'nın altından bir yığına dönüşmesinden daha büyük bir delildir. dercesine bu iki ayet indi.
Ayetlerini bağlamına dikkat edilirse önce yer ve göğün yaratılışına, gece ve gündüzün ard arda gelişine, bunlarda ulul elbâb için ayetler olduğu söyleniyor. Yani alametler, işaretler, delaletler...
Bu kişiler ayaktayken, oturarak ve yanları üzere yatarken Allah'ı anarlar.
Yerin ve göğün yaralışı hakkında çokça düşünürler ve şöyle derler:
Rabbimiz sen bunları boşuna yaratmadın! Biz seni eksikliklerden tenzih ederiz.
Evet Rububiyet tevhidine ait deliller kişiyi Ulûhiyet tevhidine götürdü ve bu müşriklere cevap olarak indirildi. Yani ayet, hüccet olarak.
Peki bu delâletler neye işaret ediyor?
Allah'ın subhanehu we teâlâ bütün eksikliklerden münezzeh olduğuna Subhân olduğuna.
Onun ardından da şu sonuca varıyorlar.
Bizleri ateşin azabından koru.
Burda, "bu insanlar iman ehli, fırtratın ve aklın delil olacağına işaret değil" denebilir. Çünkü burda ateş, azabtan bahsediliyor denebilir.
Unutulmamalı ki bu ayetler müşriklere için indi. Kişi aklı ile bunlara da ulaşabilir.
Yine ibni kesir'in aynı ayetler hakkındaki tefsirinde resulullah'ın "Yazıklar olsun bu iki ayeti okuyup da düşünmeyene!" dediği rivayet edilir.
Süfyan eş sevr'i ye "kişiyi 'yazıklar olsun' ithamından kurtaracak olan en az şey nedir?" diye sorulduğunda" tefekkür etmektir" demiştir.
Ayrıca Rasulullah'ın gece namaza kalktığında bu iki ayeti okuduğunda kıyamdayken sakallarının ağlamaktan ıslandığı, secdeye gittiğinde ise yerdeki taşın ağlamaktan ıslandığı aynı yerde rivayet edilmektedir.
Yine Mekkî bir sûre olan Kıyamet Suresi'nde şöyle geçiyor:
Yoksa insan (emredilmeden, nehyedilmeden, bir şeriata tabi tutulmadan) başıboş bırakılacağını mı sandı?
(75/Kıyâmet Suresi, 36)
O, akıtılan meniden bir damla değil miydi?
(75/Kıyâmet Suresi, 37)
Sonra kan pıhtısı (embriyo olmadı mı? Allah) onu yaratıp düzenledi.
(75/Kıyâmet Suresi, 38)
Ondan erkek ve dişi olan iki sınıf yarattı.
(75/Kıyâmet Suresi, 39)
(Tüm bunları yapanın) ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi?
(75/Kıyâmet Suresi, 40)
Ahiret inancının veya ödül-cezanın olacağı sadece Nebi ve Kitaplar hüccetleri ile bilinmez.
Allah azze ve celle burda müşriklere Rububiyetini bildiriyor. Kendi azametinden bahsediyor.
Surenin son ayetine dikkat edilirse :
Bütün bu hüccetlerden sonra şöyle deniyor:
(Tüm bunları yapanın) ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi?
Gelen rivaterde de Rasulullah bu ayeti okuduktan sonra benzeri ayetlerin sonunda okuduğu benzeri bir icap ile cevap veriyor:
Evet. Allah'ım sen bütün eksikliklerden münezzehsin.
Yine Rasulullah'ın Sübhaneke demesi ile Allah'ın şirkten ğaniyy olduğu burda bildiriliyor.
Enbiya suresi 30-33 ayetler:
O kâfirler, göklerin ve yerin bitişik olduğunu, bizim onları birbirinden ayırdığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı görmediler mi? İman etmezler mi?
(21/Enbiya Suresi, 30)
Yer onları sarsmasın diye (dağlardan) kazıklar çaktık. Yollarını şaşırmamaları için de (o dağlar arasında) geniş yollar kıldık.
(21/Enbiya Suresi, 31)
Gökyüzünü (üzerlerine düşmesin diye) korunmuş bir tavan yaptık. Onlar, O’nun ayetlerinden yüz çevirmişlerdir.
(21/Enbiya Suresi, 32)
Burada ise uluhiyetin de rububiyyete bağlı olarak olarak bilineceğine dair daha açık bir işaret vardır. Allah subhanehu we teâlâ aynı ayetler grubunun başında şöyle diyor:
"Kâfir olanlar görmüyorlar mı?"
Onlara hüccet ikame ediyor. Ondan sonra
aşağıdaki kewni ayetlerini bildiriyor:
O kâfirler, göklerin ve yerin bitişik olduğunu, bizim onları birbirinden ayırdığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı görmediler mi? İman etmezler mi?
Yer onları sarsmasın diye (dağlardan) kazıklar çaktık. Yollarını şaşırmamaları için de (o dağlar arasında) geniş yollar kıldık.
Gökyüzünü (üzerlerine düşmesin diye) korunmuş bir tavan yaptık. Onlar, O’nun ayetlerinden yüz çevirmişlerdir.
Bunları düşünmeyip küfre sapanları kafir olmakla isimlendiriyor Rabbimiz.
Gökte burçlar yaratan, orada bir kandil ve ışık saçan bir Ay yaratan (Allah) ne yüce, ne mübarektir.
(25/Furkân Suresi, 61)
Dileyenin öğüt alması ya da şükretmesi için geceyi ve gündüzü birbiri ardınca kılan O’dur.
(25/Furkân Suresi, 62)
Yine benzer bir ayetler grubu. Burada da önce ayetler bildiriliyor. Ondan sonra da Allah'ın mübarek olduğu, yüce olduğu bildiriliyor.
Düşünüp şükretmek isteyenler için. Dikkat edilirse önce düşünmek sonra da şükretmek zikredilmiştir. Yani önce, daha çok Rububiyette tevhidle ilgili olan ve ona götürecek olan "düşünme," sonra da daha çok Uluhiyet tevhidle ilgili olan ve ona götürecek olan "şükretme" zikredilmiştir.
Mesela Kirmizi lambadan gecmek yasak, bu da bir kanun? Adam öldürene kisas da kanun?
Kirmizi lamba kanunu koyarsan allaha ortak kosmamis oluyorsun, ama kisasi kaldirirsan kosmus oluyorsun.
Ozaman demek ki mutlak fitrat degilmis? Cünkü kirmizi lamba hakkinda nas olsaydi, bu da ayni kisas gibi allahin hakimiyetine ortak kosmakti.
Kardeş yaptığın karşılaştırma fıkıh usulüne aykırı. Çünkü biri mutlak olarak nasıl kılınmış diğeri ise ictihada bırakılmış bir meseledir. Allah Celle we alâ tarafından nas olarak bildirilmiş meselelerin hikmeti her zaman bize açık değildir. Bu yüzden fıkıh usulünde illet ve hikmet birbirinden ayrı tutulmuştur. İllet, aslın hükmünün üzerine bina edildiği vasıftır. Bu bizim tarafımızdan görünen kısmıdır.
Meselenin illeti bilinmesine rağmen hikmeti her zaman bilinmeyebilir. Konuyla ilgili İmam İzz bin Abdüsselam İslami hükümlerin yüze 80'inin akla yatkın olduğunu, geri kalan yüzde 20'sinin ise akıllı uyuşmadığını söylemektedir.
Hz Ali'den "şayet İslam mantık dini olsaydı, ayaklarımızın üstünü değil altını mesh ederdik" şeklinde bir rivayet aktarılmaktadır.
Yine Allah azze ve celle Kur'an'da aynı lafızlarla veya lafızların değişmesiyle "Allah bilir siz bilemezsiniz" demektedir.
Aşağıda ayette olduğu gibi:
Hoşlanmadığınız hâlde savaş size farz kılındı. (Olur ki) hoşunuza gitmeyenler sizin için hayır, hoşunuza gidenlerse sizin için şer olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
(2/Bakara, 216)
Hatta savaşın bize göre hoş olmadığını, fakat buna rağmen bize farz kılındığı bildirilmektedir.
Nedeni ise şudur:
(Olur ki) hoşunuza gitmeyenler sizin için hayır, hoşunuza gidenlerse sizin için şer olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
İslam'daki bütün hükümlerin bir hikmeti vardır. Bu Allah'ın el Hakim isminin bir gereğidir. Fakat bu bazen bize açık olur, bazen de kapalı olur.
Eger fitratsa hakimiyet tevhidi: Ozaman fetret dönemide insanlar kanun yaptiginda küfre mi girecekti? Allah kanun koymadan neden koydugum kanun sirk olsun? Bu durumda kirmizi lambadan gecmek de sirk olmasi lazim?
Fetret ehli ozaman kanunsu mu yasayacakti? Mesela tecavüzcülere ceza vermiyecek miydi? Fitraten kanun koyan allahtir diyip kanun koymadan "belki asirlar boyu" yasayacakmiydi?
Zikrettiğimiz hükümler taabbudî hükümler. Yani sorgulanmadan olduğu gibi itaat edilmesi gereken hükümler. Trafik lambasında geçilip geçilmeyeceği meselesi ise akılla bilinebilecek bir meseledir. Hikmeti bilinmeyen meselelerin haram- helal, farz kılınması ise taabbudî bir hükümdür. Tıpkı kıtalin bize farz kılınması gibi. Bu hoşumuza gitmiyor hatta Allah bazen bizim bilmediğimiz hikmetler olabileceğini söylüyor.
ayni, bu fitrata aykiri davranmak her dönem sirk kabul edilebilir. Ama seriat sürekli degisior? Bugün ben hayvanlari ic yagini size haram kilsam, tagut oluyorum. Israilogullari helal kilsaydi tagut olacakti? Ozaman Hakimiyet tevhidi nasil fitrat bilgisi olsun? Biraz karisik anlattim ama insaAllah anlasilmistir. Bugün nasil hüküm olmayan konularda hüküm koymak sirk degilse, bir hüküm inmeden, hüküm koymak nasil sirk olsun? En fazla derler ki, artik peygamber geldi hüccet geldi. Ama benim sorum o degil, bu bilginin fitrat olup olmamam derdindeyim. Cehaleti mazeret görmeyenler sürekli fitrat ve Kalu bela ve farkli ayetleri delil getirdikleri icin.?
Kardeş aynı şekilde zikrettiğin iç yağlarını haram kılınması vb. hükümler de taabbudî hükümler. Kelimeyi biraz açacak olursak, عبد kelimesiyle aynı kökten türemiştir. عبد ise köle demek. Yani taabbudî hükümler kölenin sahibine itaat ettiği gibi Allah'a azze ve celle itaat etmek hatta daha fazla itaat etmek manasına gelmektedir.
Bütün zikiredilenler tevhidin temel meseleleri için geçerlidir.
Bu yüzdendir ki İmam nevevi el mekasıd'da şöyle demektedir:
كل ما عُلم من الدين بالضرورة فالإيان به واجب و الجاحد له كافر
Din hakkında zaruri olarak bilinen şeylere iman etmek vaciptir. Onlarla çekişen/mücadele eden/ teslim olmayan kafirdir.
Vacip hanefiler dışındaki diğer üç mezhebe göre farz ile aynı manadadır.
Bazı kardeşler Ayşe radıyallahu anha ve kül hadislerini delil getirerek itiraz edebilirler. Delil olarak zikredilen bu iki mesele de manaları kapalı, âlimlerin üzerlerinde ihtilaf edip 3-5 görüş belirttikleri rivayetlerdir.
Örneğin kadı Iyad şifa-ı şerifte kül hadisi ile ilgili 3 tane görüş aktarmaktadır. İtikad zanni bilgi üzerine kurulmaz. Zaten bu, kelimenin türediği عقد kelimesine de ters düşmektedir. Bu kelime düğüm manasına gelmektedir. Istılahtaki manası ise bir şeye yakinen kesin iman etmektir. Burada "peki İslam'da neden zanni galipte hüküm olarak kabul edilmiştir?" Diye sorulabilir.
Zannı galibin hükümlere dayanak olması fıkhi meseleler için geçerlidir. Bu yüzden ahad hadisin delil olup olmaması ehli hadis ve rey ehli arasında çekişme konusu olmuştur. Rey ehli ahad hadisin zan ifade ettiğini bu yüzden de itikatta delil olamayacağını, İmam Buhari, İmam Ahmed gibi hadis ehli ise ahad hadisin de itikatta delil olduğunu söylemiştir. Çünkü ahad hadiste kesin bilgi ifade etmektedir.
Allah azze ve celle itikat konusunda zan a uyanları kınamaktadır.
Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme.
İsra/36
Hiç şüphesiz zan, Haktan hiçbir şekilde müstağni kılmaz.
Necm/ 28
Vehbe zuhayli fıkıh usulü adlı kitabında kıyasın delil olmasına itiraz edenlere şöyle cevap vermektedir.
Buna şöyle cevap verilir: Burada yasaklanan şey iman konularında zanna uyumaktır. Ameli hükümlerde ise âlimlerin ittifakıyla zan yeterlidir. Çünkü biz haberi vahid ve kitap ve sünnetin zahiri ile amel etme biz iki kişinin şahitliğini kabul etmek gibi zandan başka bir şey ifade etmeyen deliler ile amel etmekle mükellef tutulmuşuz.
Fıtri olarak tevhidi bulmak gereklidir. Fakat zikredilen Fırtat, misak, kitap, Nebi ve akıl hüccetleri tek başlarına delil olabilirler de olmayabilirler de.
Örneğin aklı olmayan kişinin kitaptan sorumlu olmaması gibi.
Ya daha aklı olan kişinin Nebiler, kitaplar gelmesede sorumlu olmaları gibi.
Ebû Hurayra’den (r.anh) yapılan bir rivayete göre Rasûlullah
(sallAllahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
“
Anneme mağfiret dilemem hususunda Rabbimden izin istedim, izin vermedi. Kabrini ziyaret edeyim diye izin istedim, bana izin verdi”
(Muslim, Cenâiz, 105, 106, 108; Tirmizî, Cenâiz, 60; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 77; Nesâî, Cenâiz, 101; Ahmed b. Hanbel, Musned, II, 441; V, 356.)
Enes’ten nakledilen bir rivayette de şöyle anlatılmaktadır:
Biri:
Ya Rasûlullah, babam nerededir? diye sordu.
Rasûlullah
(sallAllahu aleyhi ve sellem): “
Cehennemdedir” buyurdu.
Adam, arkasını dönüp gidecekken, Rasûlullah
(sallAllahu aleyhi ve sellem) onu çağırdı ve: “
Benim de, senin de baban cehennemdedir” buyurdu.
(Muslim, İman 347; Ebû Dâvûd, Sunne, 17; Ahmed b. Hanbel, Musned, 119, 268.)
Bu iki hadis tevhidi fıtri olarak bilmenin gerekli olduğuna dair delildirler.
Kimileri resulullah'ın anne babasının diriltilip iman ettikleri ve bundan sonra tekrar öldürüldükleri şeklinde rivayetler aktarmışlar ben bu iki hadise itiraz etmişlerdir.
İb kesir tefsiri 119. Ayette şöyle geçiyor:
Şüphesiz biz seni bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Sen cehennem ehlinden sorguya çekilmeyeceksin.
(2/Bakara, 119)
Merviyy'nin anne babasının diriltildiği konusunda aktardığı hadis ne kütüb-i sitte'de ve ne de onun dışındaki itimad edilen kitaplarda yoktur. onun isnadı zayıftır.
bu onun anne babasının durumunu bilmeden önce onlara istiğfar edilmesi durumuna hamledilmiştir. Onların durumunu bilince bundan teberri etti. İkisi (yani anne babası) hakkında haber verdi ki muhakkak ki onlar ateştedir. Sahihayn'da iyisi Buhari ve müslim'de sabit olduğu gibi.
Velev ki diriltilmiş olsalardı bile bu tevhidin temel meselelerini bilmeden ölenlerin küfür üzere gittiklerine dair bir delil olmaz. Çünkü bu Resulullah'a has bir şeydir. Tıpkı resulullah'ın Huzeyme'nin radıyallahu anh şahitliğinin iki kişinin şahitliği olduğunu bildirmesi gibi. Bu usulde Hasaisun Nebi olarak geçer.