Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Ve Nihayet Olan Oldu:İleri Demokrasi(!) “Lâ”yı Unutturdu!

Çay-Şakird Çevrimdışı

Çay-Şakird

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Bilal HATTAB- Vuslat
10607.jpg

Demokrasi, o kadar yer etti ki artık hayatımızda, bırakın “kartel medyası” denilen yayın kuruluşlarını, “İslamî” denilen televizyon-dergi-gazetelerde dahi seslendirilen ya da puntolara dökülen öncelikli kavram oluverdi.


Sistem/demokrasi yanlısı olan ilim ehli; “Hoca efendiler”, denilerek “hoca efendi” olabiliyorlarken; sistem aleyhtarları, ilmî mertebeleri ne kadar yüksek olursa olsun, en fazla “araştırmacı-yazar” olabiliyordu.



Önceleri, demokrasinin İslam’daki “şûrâ” anlayışıyla aynılığı vurgulanıp anlatılıyor ve bu şekilde meşru’ (!) bir zemine oturtulmaya çalışılıyordu “hoca efendiler (!)” tarafından. Bu maya tutmadığından mıdır, yoksa “bunu yedirdik, bir adım daha atalım” düşüncesiyle midir bilmem, artık tamamen İslam’ın bir parçası oluverdi, bu Yunan felsefesi! Ve ona karşı çıkanlara da doğal olarak, İslam’a (!) muhalefet ettikleri için cephe alınır oldu. Terörist de diyecekler de, bunu da sanıyoruz ki bir daha ki adıma/aşamaya bırakıyorlar!



“Laisizm ile İslam bir arada olur mu?”



“Demokrasi ile İslam bir arada olur mu?” sorularından sonra, iş gelip “Demokrasi laisizmden ayrı olabilir mi?” sorusuna çatıverdi ve Prof. Hocalarımız (!) çıkıp, “İslamî demokrasi”nin olabilirliğinden bahseder oldular artık. Yakında İslam’ın altıncı şartına “demokratik olmak”; İman’ın yedinci şartına da “demokrasiye iman” şartlarını eklerlerse, inanın şaşırmayacağız! Ortamın ve şartların değişmesini? bahane ederek, İslam’ın kendi kavram ve sisteminin uygulanamamasında “zaman”ı suçlayarak, aslında kendi günahlarını affeden bu hoca efendiler (!); hangi Kur’anî, Nebevî ve tarihî söyle ya da eylemi bu “nefsaklama”larına alet edecekler, merak ediyoruz doğrusu! Dâru’n-Nedve’leri, Dâru’l-Erkâm diye, Dâru’n-Nedve’lerin reislerini de Peygamber misali halka sunanlar, İslam’ın gerçekten beşerî sistemleri kullanarak gelebileceğine dair, Allah (c.c.) adına “kasem” edebilirler mi? Yani; “Allah (c.c.)’a andolsun ki, İslam demokrasiyle gelecektir!” diyebilirler mi? Buyurun; hodri meydan! Ama biz, bunun imkânsızlığına ve olmazlığına dair, tüm gönül rahatlığımızla bunu söyleyebiliriz: “Allah (c.c.)’a kasem olsun ki, Rabbânî ve Nebevî metodun dışında, hiçbir şekilde İslam’ın hâkimiyeti söz konusu olamayacaktır!”



Rabbimiz de, hayat kaynağımız Kur’an’da, batıl davetçilerine böyle meydan okumuyor muydu?



“…Eğer davanızda samimiyseniz, haydi ölümü temenni edin!”1



“…Eğer doğru iseniz, haydi kesin delilinizi getirin!”2



Şunu tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum3: Demokrasi, İslam’ın öngördüğü bir sistem değil; Yunan filozoflarının öngördüğü bir felsefedir. Demokrasi, ilahlaşan insanların müşterek hayat mektebidir. Yani bir insan eseridir. Ve insanlar, demokrasi savunusu yapmakla, aslında kendi eserlerini yüceltmekte; yani heva ve heveslerini ilah edinmektedirler.



“Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?”4

Heva ve heves, kendisine tapanı kör ve sağır eder. Bu insanlara sesimizi duyurmamamızın sebebi de budur. Demokrasiye/kendi heva ve tutkularına itaat etmek için, Allah (c.c.)’a isyan ettiklerinin dahi farkına varamıyorlar. Ama buna rağmen, nasihat etmekten de geri durmazlar: “Aşırı uçlarda gezmemek lazım…” Nasihatlerini (!) dinlemeye görün; bu defa: “Bu çocuk çok radikal oldu!”



Aslında bu yaptıkları, yukarıda değindiğimiz “nefsaklama”larının bir başka şeklidir. Muhatabın günahlarını (!) ortaya dökerek, kendi günahlarını gizlemek…



Söyler misiniz; aşırı uçlarda gezmek, Allah (c.c.) ve Rasulü (s.a.s.)’nin sakındırdığı yollarda gezmek değil midir? O halde, Allah (c.c.) şahid ki, siz aşırı uçlarda gezmektesiniz!)



Peki, ya “radikal” demek, örnek bir düşüncenin hilafına görüş beyan etmek değil midir? Bize söyler misiniz; Allah (c.c.) ve Rasulü (s.a.s.)’nin öğretilerinden daha “örnek” bir düşünce, söylem ya da eylem mi vardır? Bakın, biz size, “en örnek” düşünceyi hatırlatıyoruz; “Lâ ilâhe illallah” akdinizi anımsayın istiyoruz. Ama siz, bu örnek düşüncenin karşısına, Allah (c.c.) ve Rasulü’nün (s.a.s.) öğretmediği ve hatta sakındırdığı düşüncelerle çıkıyorsunuz. Yani; siz aslında radikal bir eylemde bulunuyorsunuz!



“Başka ne yapalım? Lafla yürümüyor bu gemi! Ancak konuşuyorsunuz. Çözüm üretemiyorsunuz!” da derler, köşeye iyice sıkıştıklarında… Allah (c.c.) şahid ki, çözüm de açıktır. Lâkin sizin gözünüz ve gönlünüz açık değil!



Çözüm; Rasulullah (s.a.s.)’i taklid etmektir. Çözüm “Lâ ilâhe illallah”ı, O (s.a.s.)’nin gibi “pazarlıksız” haykırabilmek ve uygulamaya dökebilmektir! Rasulullah (s.a.s.)’e, “Dâru’n-Nedve”nin5 başkanlığını teklif etmediler mi? “Bir sene sen, bir sene biz yönetelim” demediler mi? Peki O (s.a.s.) ne yaptı? Duraksamadan “L” demedi mi? Çünkü O (s.a.s.) zaten bu sisteme “L” demişti; bu sistemin başkanlığını nasıl kabul edebilirdi?



Peki, bugün dille bu sistemi reddettiklerini söyleyip, bu sistemin neferi olanlar ve bu neferlerin oralara gelmesinde aktif ya da pasif rol oynayanlar! Hani siz Rasulullah (s.a.s.)’i çok seviyor ve O (s.a.s.)’in izinden gidiyordunuz? Size “Lâ ilahe” akdinizi hatırlatıyorum…



“Bunlara destek vermeyelim de, falancalar mı başa gelsin?” diyen kardeşlerime de, ashabı hatırlatırım. Rasulullah (s.a.s.)’in gelen başkanlık teklifini reddetmesi akabinde, ashabdan herhangi biri çıkıp da; “Ey Allah’ın Rasulü! Eğer başa sen gelmezsen Ebu Cehil gelir” demiş miydi? Demezlerdi… Diyemezlerdi… Çünkü onlar için, “Allah ve Rasulü bir işte hüküm verdikleri zaman, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktu.6



Peki, onların olmayan bu hak, size verildi mi? Bazı şahıslara olan sevginiz, muhabbetiniz, hüsn-ü zannınız, size Allah’ın (c.c.) sınırlarını aştırıyorsa; bu, onları Allah (c.c.)’dan daha çok sevdiğiniz sonucunu doğurmaz mı? Bir şeyi ya da bir kimseyi, Allah Celle Celaluhu sever gibi sevmenin adı nedir İslam’da?



Peki, bir amel, bir teori ya da herhangi bir görüş, böylesi bir duygusallık ya da hüsn-ü zann ile meşru’ olabilir mi? İşlediğimiz bir amelin, savunduğumuz bir görüşün meşru’ olup olmamasına aklımız ya da duygularımız karar verebilir mi? Bir amelin meşruiyeti, o amelin Allah (c.c.) ve Rasulü (s.a.s.) tarafından emir ya da tavsiye edilip edilmediğine göre belirlenmez mi?



“Ameller niyetlere göredir” evet; ama niyetlerin de şeriata muhalif olmaması, şeriata uygun olması elzem değil midir? Yani; doktor bana hastalığımın en iyi ilacı olarak bira içmemi tavsiye etse, ben de “ameller niyetlere göredir. Ben bunu şifam niyetine içiyorum” desem, içki bana helal olmuş olur mu? Yoksa tam aksine; ben mi haram işlemiş olurum?



Ne yapıyoruz biz, diye hiç düşündük mü?



Allah (c.c.) hesaplarımıza ya da duygularımıza kattık mı? Allah (c.c.) bu amelimden, bu görüşümden ne kadar razıdır diye hiç düşündük mü? Düşündüysek, Allah (c.c.) ve Rasulü (s.a.s.) böyle durumlarda ne tavsiye etmiş merak edip hiç araştırdık mı? Araştırmadıysak, araştıranlara kulak verdik mi? Yoksa herkes gibi “bir siz mi biliyorsunuz” diyerek, aslında onlara tepki verme görüntüsüyle gerçeklere kulak mı tıkadık? Allah (c.c.) ve Rasulü (s.a.s.) bir işte hüküm verdiklerinde, mü’min erkek ve kadınların artık söz söyleme haklarının olmayacağını unuttuk mu? Peki, Allah (c.c.) ve Rasulü (s.a.s.) “LA İLAHE” diyerek, Allah’tan başka tüm kanunları, kanun koyucu meclisleri ve hizipleri/fırkaları bizden red etmemizi isterken, biz hangi ŞER’Î delile dayanarak onları kabul ettik? Hatta bağrımıza bastık? Hatta Rahmanî ve Nebevî yöntemi bir kenara bırakıp, İslam sadece böyle gelir düşüncesiyle zavallılaştık?



Bu din nasıl Rabbanî bir dinse, bu dinin davet usûlü de, hâkim olma usûlü de öylece Rabbanîdir. Beşerî usullerle 90 yıldır ne yapılabildiği aşikâr değil midir? Buyurun; Müslümanlar iktidarda... Peki, faiz mi yasak, zina mı yasak? Peki, nikâh Allah’ın istediği gibi mi, ya da boşanma Allah’ın emri üzeremi? Allah ve Rasulünün kaç tane hükmü uygulanmakta? Hani Kitab’ın bir kısmına iman edip bir kısmını gizleyenlerden olmamak öğütleniyordu bize? Namaz, Oruç, Zekât aşikâr; ama asıl olan Allah’ın hükümranlığı, Allah’ın otoritesi kayıp... Bu mudur mücahid’lik, bu mudur cihad söyleyin Allah (c.c.) aşkına!



Hala çözüm mü istiyorsunuz?



Çözüm: “samimiyet”tir! Çözüm “teslimiyet”tir! Çözüm; tam bir teslimiyet ve bedel ödemeyi göze alabilecek bir samimiyetle “Lâ İlâhe İllallah” demektir!



Allah (c.c.) için söyler misiniz: Bıçağı İsmail (a.s.)’ın boğazına dayayan İbrahim (a.s.) ve bıçak boğazına dayanan İsmail (a.s.); çözüm üretebiliyorlar mıydı? Böyle bir amaçları var mıydı? Yoksa sadece Allah’ın (c.c.) HÜKM’üne tam bir teslimiyet mi göstermişlerdi? Peki, ne olmuştu bunun sonunda? Bu samimiyeti gören Allah (c.c.); amacının ne İsmail’in kanını görmek ne de İbrahim’in oğlunu almak olmadığını, sadece ve sadece gerçekten “müslüman”lardan yani “teslim olan”lardan olup olmadıklarını imtihan etmek olduğunu göstermedi mi?



Allah (c.c.) için söyler misiniz: Kureyş’in ambargosu sonucu açlıktan-yokluktan inim inim inleyen insanlar, Rasulullah (s.a.s.)’den çözüm mü bekliyorlardı; yoksa sadece Rasulullah (s.a.s.)’e teslim olarak Allah (c.c.)’a tevekkül mü ediyorlardı? Rasulullah (s.a.s.) bunca zor zamanlarda dahi Kureyş’in hükümlerine “evet” demiş miydi İslamî merhaleleri kolaylaştırmak için? Ve hatta bu merhaleleri çok çok kolaylaştırabilecek teklifler dahi geliyordu Kureyş’ten. Diyorlardı ki, seni efendimiz yapalım, en zenginimiz yapalım vs... Rasulullah (s.a.s.); “ben bunların en zengini olursam daha çok söz sahibi olabilir ve davetimi daha büyük kitlelere ulaştırabilirim” mi diyordu? Yoksa tüm bu teklifleri, davetleri red mi ediyordu? Kureyş ona bir şeyleri kabullendirtmek için uğraşıyor, çabalıyordu. Ama Rasulullah (s.a.s.) onları dinledikten sonra tek şey diyordu: “sizi la ilahe illallah demeye davet ediyorum!”



Rasulullah (s.a.s.)’e; “putlarımıza bir kere el sür, hepimiz sana iman edelim” demişlerdi. Rasulullah (s.a.s.) de, kavminin iman etmesini çok istediğinden, bunu aklından geçirmeye gördü ki, şu ayet nazil oldu:



“Az kalsın seni bile, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı iftira edesin diye fitneye düşüreceklerdi ve o takdirde seni dost edineceklerdi. Eğer biz sana sebat vermemiş olsaydık, nerdeyse sen onlara birazcık meyledecektin. O takdirde, muhakkak hayatın da, ölümün de azabını sana kat kat tattırırdık. Sonra bize karşı kendin için hiçbir yardımcı bulamazdın.”7



Son söz olarak; Asr-ı saadet, bizlere örnek olsun diye Rabbimiz tarafından kurgulanmış bir ibret manzumesidir. Asr-ı saadet göz ardı edilerek İslamî bir saadetin elde edilemeyeceği aşikârdır. Bu sebeple, bir Rasul (s.a.s.) takipçisi olarak;



“Sizleri Lâ İlâhe İllallah” demeye davet ediyorum.



İslam Nizamı’nın hâkim olması için, “Dâru’n-Nedve”lere karşı “Dâru’l-Erkâm” ruhuyla mücadele ve mücahede eden tüm kardeşlerime selam olsun…











Dipnotlar



1 - Cum’a, 62/6 "



2 – Bakara, 2/111



3 - “Sen öğüt verip hatırlat. Çünkü hatırlatmak müminlere fayda verir.” Zâriyât, 51/55



4 - Furkan 25/43



5 - Dâru’n-Nedve: Mekkelilerin o zamanki meclisleri. Bu mecliste kararlar alınır ve uygulamaya konurdu. Her kabile reisi de bu kanunlarla hükmederdi. Hz. Ömer (r.a.) de Müslüman olmadan önce bu mecliste, bugünkü Dışişleri Bakanlığı’na benzeyen bir konumundaydı.



Genel anlamda; Allah’ın (c.c.) yasasının karşısında yasa çıkaran her türlü meclis, parlamento.



6 – Ahzab, 33/36



7 – İsra, 17/73-75
 
Üst Ana Sayfa Alt