Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Tekvir Suresi Meal ve Tefsiri

tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Tekvir suresi ayet 1
Güneş, köreltildiği zaman,

Güneşin dürülmesi hakkında kullanılan 'Tekvir', eşsiz bir anlatımın ifadesidir. Arapçada 'Tekvir', dürülmek, sönmek, sarmak anlamına gelir. Örneğin başın üzerine sarığın sarılması şeklinde ifade edilir. Çünkü sarık açık iken dağılır. Bu münasebetle Tekvir, güneş ışınlarının yayılmasına benzetilmiştir. Yani güneş ışınları, sarık gibi dağılmış ve etrafa yayılmıştır. Kıyamet gününde de sarık gibi toplanacak ve o zaman güneş sönecektir

Tekvir suresi ayet 2
Yıldızlar, bulanıklaşıp-döküldüğü zaman,

Yani güneş sistemi dağılmış olacak ve yıldızlar sönecektir. Çünkü (kederet) karanlık anlamında kullanılmıştır. Yıldızlar yalnızca dağılmakla kalmayacak, aynı zamanda da söneceklerdir.

Tekvir suresi ayet 3
Dağlar, yürütüldüğü zaman,

Başka bir ifadeyle, yerçekimi ortadan kalkacak ve dağlar ağırlıklarını kaybedip, yerlerinden sökülerek yürütüleceklerdir.

Tekvir suresi ayet 4
Gebe develer, kendi başına terkedildiği zaman,

Araplara kıyamet gününün şiddetini idrak ettirebilmek için, en iyi açıklama tarzı seçilmiştir. Çünkü o zaman bugün olduğu gibi otobüsler, kamyonlar yoktu ve develer Arapların en kıymetli varlıklarıydı. Özellikle gebe develer daha da kıymetliydi. Bunun için Araplar develerine çok iyi bakarlar ve onları kaybolmasınlar diye korurlardı. Develerine ilgisiz kalmak zorunda olmaları demek, o gün çok büyük bir afetle karşı karşıya kalacaklar demektir. Öyleki en kıymetli varlıklarıyla bile ilgilenemeyeceklerdir.

Tekvir suresi ayet 5
Vahşi-hayvanlar, bir araya toplandığı zaman,

Dünyayı genel bir afet sarınca, her türden vahşi hayvanlar bir araya toplanır ve o zaman yılanlar ısıramaz, arslanlar parçalayamaz hale gelirler.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Tekvir suresi ayet 6
Denizler, tutuşturulduğu zaman,

Bu ayette "succiret" kelimesi kullanılmıştır. Bu kelime 'tescir' den mazi-meçhul sigasıdır. Tescir, Arapça'da tandır içindeki ateşi tutuşturmak, körüklemek anlamına gelir. Gerçi denizlerin tutuşturulması insana ilk bakışta tuhaf gelebilir ama eğer suyun gerçek yapısını dikkate aldığımız zaman, bunun hiç de tuhaf olmadığını görürüz. Bu öyle bir mucizedir ki, Allah (c.c) suyu iki farklı gazdan (oksijen ve hidrojen) yaratmıştır. Biri (oksijen) ateşin yanması için gereklidir, ikincisi (hidrojen) ise, kendi kendine tutuşarak ateş alır. Bu iki gaz birleştiğinde suyu meydana getirirler ve ateşi söndürücü bir özellik alırlar. Allah Teâlâ işte bu hususa dikkati çekmektedir. Yani bu iki gaz birbirinden ayrıldığında, hidrojen kendi kendine tutuşur ve oksijen de bu ateşi hızlandırır. Zaten bu gazların asıl özellikleri de budur.

Tekvir suresi ayet 7
O zaman ki nefisler çiftleşir.

İnsanlar ölümden sonra tekrardan ruhen ve bedenen diriltileceklerdir.
Bu ayetlerden itibaren kıyametin ikinci safhası başlar.

Tekvir suresi ayet 8
Ve 'diri olarak toprağa gömülen kızcağıza' sorulduğu zaman:

Katade diyor ki: "Cahiliye döneminde bir kısım insanlar, kız çocuklannı sevmez ve onları diri diri toprağa gömüp öldürürlerdi. Buna mukabil köpekleri*ni beslerlerdi. İşte Allah teala onlann bu halini bu âyet-i kerimeile kınamıştır.[

Tekvir suresi ayet 9
"Hangi suçtan dolayı öldürüldü?"

Bu ayetler Allah'ın (c.c) nefret ve gazabının ne kadar şiddetli olduğunu göstermektedir. Allah Teâlâ'nın bundan daha fazla nefret ve gazab gösterebileceği tasavvur edilemez adeta.
Allah'ın (c.c.) gözü önünde, kız çocuklarını diri diri gömen anne ve babalar çok büyük bir nefret kazanmışlardır. Allah (c.c.) orada onlarla muhatap olmayacak ve 'Bu masum yavruyu niçin katlettiniz?' diye onlara soru bile sormayacaktır. Onlardan yüzçevirerek, o masum yavruya "senin ne kabahatin vardı ki, seni katlettiler?" diye soracaktır. İşte o zaman masum kız çocuğu uğradığı zulmü, yani anne ve babasının onu nasıl diri diri toprağa gömdüklerini anlatacaktır. Ayrıca bu iki ayette çok önemli iki konu, birkaç kelime ile açıklığa kavuşturulmuştur. Birincisi Araplar'a şu husus anlatılmak isteniyor: "Sizler öylesine sapıklık içindesiniz ki, kendi çocuğunuzu yine kendi ellerinizle diri diri toprağa gömüyor, bunca cehalet ve sapıklığınıza rağmen, Hz. Muhammed'in (s.a) getirdiği hidayeti inkâr ederek ıslah olmayı dahi kabul etmiyorsunuz." İkincisi bu, ahiret ve hesap günü için çok açık bir delildir. Çünkü diri diri toprağa gömülen o çaresiz ve mazlum yavrunun, bu dünyada hiçbir hâmisi ve yardımcısı olmamış, ona insaf ve adalette bulunulmamıştır. Yani cahiliyye toplumu bu çirkin ve korkunç fiile seyirci kalmış, anne ve babası hiç utanmamış ve hiç olmazsa akrabaları dahi müdahalede bulunarak karşı çıkmamışlardır. Kısaca cahiliyye toplumu bu mücrimleri ne kınamış ne de onlara bir ceza vermiştir. Oysa Allah'ın (c.c) saltanatı içerisinde, bu kadar büyük bir zulme uğramış kimselerin haklarının yerini bulmaması mümkün müdür?
Arapların kız çocuklarını diri diri toprağa gömmelerinin çeşitli nedenleri vardı. Birinci neden, mâli-ekonomik idi. Çünkü fakirlikten ötürü aile fertlerinin az olması isteniyordu ve erkek çocuklar büyüdükten sonra aile bütçesine katkıda bulunurlar ümidiyle yetiştiriliyorlardı. Fakat kız çocuklar büyüdükten sonra evlenecekleri için daha küçük yaşta iken öldürülüyorlardı. İkinci neden ise, genel kargaşa ile kabileler arasındaki sürekli savaş idi. Erkek çocuklara, büyüdüklerinde savaş zamanlarında yararlı olmalarından ötürü önem gösteriliyordu. Oysa kız çocukları savaş zamanlarında bir işe yaramadıkları gibi, ayrıca korunmaları da gerekiyordu. İşte bu nedenden dolayı kız çocuklarını daha küçükken öldürüyorlardı. Üçüncüsü Arap kabileleri birbirlerine hiç haber vermeden savaş açarlar ve esir aldıkları kızları ya pazarda satarlar ya da kendileri cariye olarak kullanırlardı. İşte tüm bu nedenlerden ötürü Arapların kadının doğumundan önce bir çukur kazdıkları ve doğan çocuk kız olursa onu çukura atarak diri diri gömdükleri rivayet olunur. Şayet anne yavrusunun gömülmesine karşı çıkar yahut anne tarafından akrabalar mâni olurlarsa baba mecburen bir süre çocuğa bakar ve bir fırsat bulduğunda, kızı çöle götürerek diri diri gömerdi. Bir gün bir müslüman bu çirkin fiili kendisinin işlediğini anlatmıştır.
Bu rivayet Dârimî'nin Süneni'nin 1. babı'nda beyan olunmuştur: 'Bir adam Rasûlullah'a (s.a.) geldi ve cahiliyye döneminde şöyle yaptığını anlattı; "Benim küçük bir kızım vardı ve beni çok severdi. Öyle ki ben onu çağırdığım zaman koşa koşa yanıma gelirdi. Birgün yine ben onu çağırdım ve koşa koşa yanıma geldi. Sonra onu beraberime alarak, yolda rastladığımız bir kuyuya onu elinden tutarak attım. Kulaklarıma gelen son sözleri "babacığım, babacağım" diyen çığlıklarıydı.' Bunları duyunca Rasûlullah'ın (s.a) gözlerinden yaşlar süzüldü. Ve bunun üzerine orada hazır bulunanlardan biri: 'Ey filan! Sen Rasûlullah'ı (s.a.) üzdün' dedi. Rasûlullah (s.a) 'ona engel olmayın, neler hissettiğini anlatsın' diyerek o adama 'bu olayı yeniden anlat' diye buyurdu. O şahıs da bu olayı yeniden anlatınca, Rasûlullah (s.a) mübarek sakalı ıslanıncaya değin ağladı. Daha sonra ona 'cahiliyye döneminde yaptığın için Allah (c.c.) seni affetti. Kendi hayatına yeniden başla' diye buyurdu."
Bunu 'kız çocuklarının katledilmesini kötü kabul eden hiç kimse yoktu' şeklinde anlamamak gerekir. Çünkü bir toplum ne kadar bozulmuş olursa olsun herşeye rağmen iyilik duygularından tamamen yoksun olması düşünülemez. Bunun için, Kur'an, olayı uzun uzun açıklama cihetine gitmemiştir. Sadece dehşet verici ve çok keskin bir tavırla, diri diri toprağa gömülen kız çocuklarına 'sen ne yaptın ki, seni diri diri toprağa gömdüler' diye sorulacağı bir vaktin muhakkak geleceği anlatılmıştır. Arapların cahiliyye dönemlerinde bu çirkin fiilin işlenmesine rağmen, iyi karşılanmadığı da vâkidir. Örneğin Tabârânî'nin bir rivayetine göre şair Ferezdak'ın dedesi Sa'sa bin Naciye el-Mücasi, bir gün Allah'ın (c.c.) elçisine (s.a) "Ya Rasûlallah! Ben cahiliyyede bazı iyi işler de yaptım. Bunlardan birisi ben 360 kız çocuğunu diri diri toprağa gömülmekten kurtardım ve her çocuğu kurtarmak için iki deveyi karşılık olarak verdim. Bana bu iş için de bir mükâfat var mıdır?" Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: "Evet vardır. Bunun mükâfatı Allah'ın (c.c.) seni İslâm'ın nimetine kavuşturmasıdır."
Gerçekten bu İslâm'ın büyük nimetlerindendir. Öyle ki, Araplar da böyle bir zulme son verdiği gibi ayrıca kız çocuklarının doğmalarının kötü bir hadise ve musibet olduğu, dolayısıyla bu musibete mecburen katlanılması gerektiği anlayışını da ortadan kaldırdı. Bu anlayışın tam aksine İslâm'da kız çocuklarının terbiye edilmesi ve onların iyi birer hanımefendi olarak yetiştirilmesi teşvik edilmiştir. Resûlullah'ın (s.a) kız çocukları hakkındaki düşünce ve inançları nasıl değiştirdiği birçok hadislerle sabittir. Burada örnek olarak birkaç hadisi zikrediyoruz.
- Eğer bir kimse kendisine kız çocuğu verilerek imtihan edilmiş ve o da çocuğuna iyi muamele etmişse, bu ameli onu cehennem ateşinden korur. (Buhari, Müslim)
- Eğer bir kimse iki kız çocuğu büyütmüşse, kıyamet günü onunla benim aram şöyle olacaktır, diyerek Rasûlullah (s.a.) iki parmağını gösterdi. (Müslim)
- Eğer bir kimse üç kız çocuğunu ya da kızkardeşlerini iyi terbiye etmiş ve onlara şefkat göstermiş ve kendisine ihtiyaçları kalmayıncaya kadar büyütmüşse, bu kimse için cennet vacip olur. Bir şahıs, ya Rasûlallah iki çocuğu olsa? dediğinde Rasûlullah (s.a.) , evet ona da cennet vacip olur, dedi. Bu hadisi rivayet eden İbni Abbas (r.a) buyuruyor ki, "Eğer bir kimse Rasûlullah'a "bir kız çocuğu?" diye sorsaydı. Ona da aynı cevabı verirdi. (Şerh-us-Sunne)
- Eğer bir kimse, kız çocuğu doğduğunda, onu diri diri toprağa gömmeyerek, onu zelil etmemiş ve erkek çocuklarını ondan üstün tutmamış ise Allah (c.c.) bu adama cenneti nasip edecektir. (Ebu Davud)
- Eğer bir kimsenin üç kız çocuğu doğar ve o da sabrederse, imkânlarına göre onlara iyi bakar, iyi yedirir, iyi giydirirse, kıyamet günü onlar onu cehennem ateşinden korurlar. (Buhari, İbni Mace)
- Eğer bir müslümanın iki kız çocuğu varsa ve o onları iyi yetiştirirse, bu onun cennete girmesine vesile olur. (Buhari, el-edebül-müfred)
- Rasululah Şuraka bin Cûşum'a şöyle buyurdu: "Ben sana en büyük sadakanın ne olduğunu haber vereyim mi?" Şuraka "Söyleyin ya Rasullahlah" dedi. "Kızın boşandıktan veya dul kaldıktan sonra sana gelirse ve senden başka geçimini sağlayan yoksa, ona bakman en büyük sadakadır." (Buharî, el-edebül-müfred)
Bu talimatlar sadece Araplarda değil, İslâm nerelere yayılmışsa oradaki kadın hakkında olan düşünceleri değiştirmiştir.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Tekvir suresi ayet 10
Sahifeler (amel defterleri) açıldığı zaman,

Defterler neşredilecek. Hesap, kitap için, ceza ve mükâfat için amel defterleri açılacak, neşredilecek. Hani adam yazar yazar da ben ölünce bu yazdıklarımı neşredin diye yazıp çizdiklerini bir yerlere verir ya. İşte aynen onun gibi, dünyada kendi doldurduğumuz, kendi yazdığımız defterlerimiz neşredilecek. Yaptık mı, yapmadık mı? İşledik mi, işlemedik mi? Çocuklarımızı gömdük mü, gömmedik mi? Onları dinsiz bırakarak öldürdük mü, öldürmedik mi? Çevremizdeki ölüleri diriltmeye gittik mi gitmedik mi? Bu uğurda hem kendimizi hem çevremizi, çoluk çocuğumuzu, hem çevremizi dirilmek için kaç kere gittik? Ne kadar bunu dert edindik? Ne kadar zaman ayırdık? Başka ye-re gitmeye gerek yok. Çok lafa da gerek yok. İşte defterde hepsi yazılı. Amel defterleri açılmış ve her şey ortaya dökülmüştür

Tekvir suresi ayet 11
Gök, sıyrılıp yüzüldüğü zaman

Sonra semâ yarıldığında. Gök yerinden oynadığında. İmtihan döneminin bitmesi ve hesap, kitap döneminin başlamasıyla semânın defteri de dürüldüğünde. Kıyametin konu edildiği her bölümde semânın yarılması, şak şak olması, semâlığının bitirilmesi söz konusu edilir. Pek bilemiyoruz. Semâ nasıl yarılacak? Bu sadece o gün olacağı için bugünden bilemiyoruz. Semâ yerinden oynatıldığında, semânın yarılması söz konusu. Bugünkü bilgimizle bunu anlamak mümkün değil. Zira bir şey ona tümüyle ihata edilemiyorsa bilinemez. Semânın eni boyu belli değil. Semâyı tümüyle ihata edecek bir bilgimiz yok.

Meselâ dünyanın hiçbir yerini bilmeyen, sadece küçük bir köyünde doğup büyüyen bir adam evinin damının sallanmasından kâinatın sallandığını nereden bilecek? Bilemez bunu değil mi? İşte aynen bunun gibi deniyor ki dünya yarılacak. Nasıl yarılacak? Neresinden yarılacak? Atmosferle birlikte mi yarılacak? Dünyaya yakın bölümü mü yarılacak? Veya madde olduğuna inanılmayan, yani madde kabul edilmeyen bir kâinat ayla güneş arasında, dünya ile güneş arasında bir boşluk var da orası mı yarılacak? Yani aradaki bu boşluklar mı yarılacak? Nasıl olduğunu, nasıl olacağını bilmiyoruz ama Rabbi-miz haber verdiği için aynen inanıyoruz. Evet sema yarılacak

Tekvir suresi ayet 12
Cehennem ateşi çılgınca kızıştığı zaman,

Cehennem kızıştırıldığı, daha bir alevlendirilip tutuşturulduğu, cennet de yaklaştırıldığı zaman. Cehennemin insan ve taşla tutuşturacağını biliyoruz. Cehennemin tutturağı insan ve taşlardır. Atıldıkça biraz daha tutuşturulacaktır. Cehennemin binlerce yıllık boşluk olduğunu sünnetten biliyoruz. Orada irin insanlara içirileceğini, gözlerin oyulacağını, beyinlerin patlatılacağını, karınların deşileceğini, insanların insanlıktan çıkarılacağını, derilerin soyulup eritileceğini biliyoruz. Ama fırın yakılır da daha bir odun atılarak kızdırılır ya. Veya soba ya-kılır, yakılır da üşüdük deyince kömür ya da odun atılarak daha bir ya-kılır ya. İşte anlıyoruz ki cehennem de yeni misafirlerini, yeni konuklarını bekleme, karşılama adına daha bir kızıştırılacakmış. Hani Nebe’ sûresi:
Diyordu ya. Cehennem pusu kurmuş, müşterilerini bekliyor. Kütüklerini bekliyor diyordu ya. İşte müşterilerini görünce biraz daha kızıştırılıp tutuşturulacaktır cehennem.

Tekvir suresi ayet 13
Cennet de yakınlaştırıldığı zaman,

İşte bu cennet sizi ona varis kıldığımız cennettir. Bunu anladık da cennete varis olmayı acaba nasıl anlayacağız. Peki cennette kim ölmüş de biz onların malına, makamına varis olmuşuz? Anlayabildiğimiz kadarıyla bunun mânâsı şudur. Bir hadisten anlıyoruz ki Hz. Adem atamızdan bu yana dünyaya gelen her bir insan için ister mü’-min ister kâfir olsun, biri cennette ötekisi de cehennemde olmak üzere iki yer, iki makam yaratılmaktadır. Yeryüzüne gelen bu insanlardan her kim ki küfrü tercih eder ve Allah’ın istemediği bir hayatı yaşayarak sonunda cehenneme giderse, onun cennetteki makamı boş kalmaktadır. Cennete gidenlerin de cehennemdeki makamları boş kalmaktadır. İşte cehenneme giden kâfirlerin cennetteki boş kalan yerleri, makamları mü’minlere verilecek, mü’minlerin cehennemde boş kalan yerleri de kâfirlere verilecektir. İşte biz böylece kâfirlerin cennetteki makamlarının tümüne varis olacağız.

İşte kâfirlere, cehennemliklere bu kaybettikleri cennetleri, makamları gösterilecek onlara ve denecek ki, işte burası sizindi, burayı kendiniz kaybettiniz. Böylece anlıyoruz ki mü’minler iki kere sevinecekler, kâfirler de iki kere kahrolacaklardır. Mü’minler girecekleri cenneti görünce bir sevinecekler, kurtuldukları, azat oldukları cehennemi görünce bir daha sevinecekler. Çünkü cenneti kazanmış olmak ayrı bir nîmet, cehennemden kurtulmuş olmak ayrı bir nîmettir. Kâfirler de iki kere kahrolacaklar. Çünkü cehennemi boylamak ayrı bir azap, cenneti kaybetmiş olmak ayrı bir yıkılıştır. Adam cennetteki kaybettiği yerini, makamını gördükçe: “Tüh be! Yuh olsun bana! Demek burası benimdi ha! Demek burayı ben kaybettim ha! Demek bu makamı ben yitirdim ha!” diyerek kahrolacak ve sürekli azap içinde olacaktır.

Tekvir suresi ayet 14
(Artık her) Nefis, neyi hazırladığını bilip öğrenmiştir.

O gün kişi kendisi için neyin hazırlandığını bilip anlayacaktır. Yaşadığı bir dünya hayatının sonunda, işlediği amellerinin karşılığı olarak kendisine neresinin hazırlandığını anlayacaktır.

O gün insan neye sa’y ettiğini? Ne adına ve nerede sa’y ettiğini anlayacaktır. Dünyadayken nereye yönelmiş? Nereye gidiyormuş? Yaşadığı hayat kendisini nereye götürüyormuş? Amelleri hayat programı kendisine neresini hazırlamış, bunu anlayacak o gün. Ama anlamaz komaz olsun. Ne kıymeti var artık bunu anlamanın. Geçmiş olsun. Dünyada anlayacaktı bunu. Dünyada aklını başına alacak ve geleceği için hazırlık yapacaktı.

Kişi o hengamede bilecek ve anlayacak. Yaşadığı dünya hayatı kaç paralık bir hayatmış? Amellerinin gramı neymiş? Ciğeri kaç paralıkmış? Barsağının değeri neymiş? Hayatının değeri neymiş? A-mellerine karşılık neresi kendisine verilmiş? Kaç puan almış? Yaşadı-ğı bir dünya hayatının sonunda kendisine ne hazırlanmış? Cehennem mi, cennet mi? Köşk mü, azap mı, bunu anlayacak.

Meselâ dünyada bir yere adam alınacak, beş bin kişi imtihana giriyor, beş kişi kazanıyor. Kazananların listesi okunuyor. Bir falan, iki falan, üç filan, dört ve beş bitti. Diyelim ki kazananların içinde bizim ismimiz çıkmadı. Nihâyet kazanmadık yani sonunda ceza filan yok, sadece kazanamadık. Ama bir olay düşünün ki, meselâ bir cinâyet iş-lenmiş, bin tane zanlı var, bunlardan beş kişi işlemiş suçu. Deniyor ki, şu anda suçluları okuyoruz. Düşünün o anda ismi okunanların durumunu. Ama bu da öyle insanın ödünü patlatacak bir şey değil. Nihâyet dünyada biten bir ceza ile sonuçlanacak. Ama öbür taraftaki anlamayı bir düşünün. Adam anlamış ki ebedîyen cehennemlik. Ebedîyen ateşin ve azabın içinde. Bunun yıkılışını bir düşünün. Artık dünya dolusu mal da verse işi bitiktir.

Peki ne yapalım? Acaba ne yapsak? Nasıl etsek de böyle bir duruma düşenlerden olmasak? İslâm insanı böyle çaresiz ortada bı-rakmaz. Eğer gerçekten çare arıyor, akıl yoruyorsanız, gerçekten bu-nu dert ediniyorsanız işte cevap. Hayır hayır! Bu anlayışınızı değiştirin. Bu malla mülkle, evle arabayla, arsayla, bu karıyla, kızla, makamla mansıpla aldanmayı bırakın.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Tekvir suresi ayet 15
«Yemin ederim o (gündüzleyin) sinip gizlenen (yıldız)lara; (geceleyin) ortaya çıkıp gözükenlere..»

Cenâb-ı Hak, Hz. Muhammed'in (A.S.) kalbine indirilen ilâhî vahyin gücünü, erişilmezliğini ve her bakımdan insan gücünü aştığını belirtirken konumuzu oluşturan âyetlerle, astronomi konusunda iki önemli bilgi veriyor:

1- Yıldızlar hem kendi yörüngelerinde, hem de bağlı bulundukları sistemlerle birlikte hareket halindedirler. Zira «hunnes» ve «künnes», «ce-vari» kelimesiyle birlikte «dönüp dolaşarak eski yerine gelmek ve sinip belirsiz olmak» mânasına delâlet eder.

2- Yıldızların geceleri gözükmesi, gündüzleri belirsiz hale gelmesi güneşle dünyamız arasındaki durumla ilgili bir olaydır. Şöyle ki, âyette yıldızların bizatihi ışık kaynağı olmadıkları, sadece güneşten alıp yansıttıkları vurgulanıyor ve araştırıcılara ip ucu veriliyor.

Tekvir suresi ayet 16.
Akıp saklanıveren yıldızlara andolsun.

"Hunnes": Hanis lâfzının çoğuludur. Geri dönen, saklanan şeyler demektir. Ahuların ağaçlıklar arasında gizlenmeleri gibi. "Künnes" de Kani; lâfzının çoğuludur, yuvalarına girip kaybolan şeyler manasınadır. Burada bunlardan maksat, ya Zühal, Müşteri, Merrih, Zühre ve Utarit denilen beş yıldızlardır ki: Gündüzleri kaybolup geceleri doğarlar. Veyahut maksat, bütün yıldızlardır ki: Gündüzleri göze görünmezler, geceleri ise göze görünürler..

Tekvir suresi ayet 17
«Karanlığa gömülüp gelen geceye..»

Âyette «âsâse» fiili kullanılmıştır ki bu, iki zıt mânaya delâlet eder: Yüz çevirip gelmek, arka dönüp gitmek..

el-Ferrâ'a göre : Bu, daha çok arka dönüp gitmek mânasına yaygın bir kavramdır. Cevherî de aynı hususu belirtmiştir. O halde âyeti şu iki manâ ile yorumlamamız mümkündür: Gece, karanlığıyla arkasını dönüp gittiği veya yüz çevirip geldiği zaman..


Tekvir suresi ayet 18
«Teneffüs eden (ağarıp nefes nefes belirginleşen) sabaha..»

Teneffüs, alınan havayı dışarı vermek mânasına geldiği gibi, ayrılıp bölünme, kademeli belirme mânalarına da delâlet eder. Bu, daha çok sabahın yavaş yavaş aydınlığını aksettirmesine ve o demlerde canlıların tatlı ve okşayıcı esen havayı teneffüs etmelerine de işaret olabilir.

Cenab-ı Hakk'ın Dört Şey İle Yemin Etmesi

Şüphesiz ki Allah'ın eşyadan veya olaydan biriyle veya birkaçıyla yemin etmesi, o şeyin insan hayatından yana önemine ve ilâhî düzenin kusursuz işleyişine açık delil sayılır. Çünkü eşyayı belli hizmetler çerçevesinde programlayan O'dur. İnsanların yararına var kılıp hazırladığı her şey, şükrü karşılanmayacak kadar değerlidir ve aynı zamanda ilâhî kudreti yansıttığı için de kutsaldır:

Böylece dört önemli konu üzerinde durulup her birinin ezelde çizilen esasa göre gerçekleştiğine işaretle ilâhî kudret ve sanatın erişilmezliği anlatılmakta ve Melek Cibril vasıtasıyla indirilen Kur'ân âyetlerinin insan kudretini aşarak her cümlesiyle ilâhî kaynaktan süzülüp Hz. Muhammed'in (A.S.) pâk ve nezîh kalbine ilka edildiği bildirilmektedir.

O bakımdan Kur'ân'ın insan sözü, onun kafasının ürünü olmadığı, Melek Cebrail'in kalbine ve diline aktarıldığı. Onun da bu yüce emaneti aynen Hz. Muhammed'e (A.S.) teslim ettiği vurgulanmakta ve en ince hesaplarla

Nasıl yıldızları mevcut özellikleriyle yaratıp kusursuz bir plâna göre fezaya serpiştiren biz değilsek; gece ve gündüzü biteviye oluşturup devam ettirmek de bize ait değilse, ilâhî beyân ve belâğati bütün haşmetiyle kendinde taşıyan Kur'ân da insanoğlunun eseri değildir ve olamaz da.. O halde Allah'ın kitabına bu acıdan bakıp onu incelememiz farzdır. Okumadan, inceliğini, yüceliğini kavramadan, mükemmelliğini, erişilmez-liğini tesbit etmeden ona inanmak fazla önem taşımıyacağı gibi, onu red ve inkâr etmek de hiçbir olumlu sonuç vermeyecektir. Aksine münkirin bilgisizliği, ilgisizliği, araştırmadan hüküm vermeye kalkıştığı, anlamadan neticeye varmak istediği ortaya çıkar ki bu, son derece gülüne ve aptalca bir tutum ve tavır olmaktan ileri geçemez.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Tekvir suresi ayet 19
Hiç tartışmasız o (Kur'an) , üstün onur sahibi olan bir elçinin gerçekten (Allah'tan getirdiği) sözüdür;

Şerefli bir elçi ile vahy getiren melek kastedilmektedir. Aynı zamanda Allah Teâlâ Rasûlin Kerim ifadesi ile Cibril-i Emin'in mesajı kendinden değil, daha üst bir makamdan getirdiğini vurguluyor. Yani Cibril-i Emin Allah'tan Rasûlullah'a (s.a.) mesajı aktarmaktadır. Hakka-40'ta şöyle buyurulmaktadır. "Şübhesiz o elbette şerefli bir elçinin sözüdür." Buradaki Rasûlin Kerim ifadesi Rasûlullah (s.a) için kullanılmıştır. Bu vahyin Hz. Muhammed'in (s.a.) bir sözü olmadığı, sadece Allah'ın (c.c.) sözünü aktardığı anlamına gelir. Yani Allah'ın (c.c.) Rasûlü sıfatıyla, Muhammed bin Abdullah olarak değil.
Her iki yerde de, şerefli bir elçinin sözüdür ifadesi kullanılmıştır. Bir yerde şerefli elçi ile Allah'tan peygambere mesajı aktarması dolayısıyla Cibril-i Emin kastedilirken, Hakka 40'ta da şerefli elçi'nin Rasûlullah (s.a) olduğu beyan edilmiştir. Buradaki ifade Rasûlullah'ın (s.a) Kur'an'ın kendi uydurduğu anlamına gelmez. Şerefli elçi ifadesinin kullanılmasının nedeni, peygamberin bir Rasûl olarak Allah'ın (c.c.) sözünü aktarmasıdır, Muhammed bin Abdullah olarak değil. Yani 'şerefli bir elçinin sözü' ile birinde Rasûlullah, (s.a.) diğerinde Cibril-i Emin kastedilmektedir. Kısaca Cibril-i Emin Rasûlullah'a (s.a.) aktarmakta, Rasûlullah'ta insanlara tebliğ etmektedir.

Tekvir suresi ayet 20
(Bu elçi,) Bir güç sahibidir; arşın sahibi katında şereflidir.

Necm sûresi 4 ve 5. ayetlerinde bu konu şöyle anlatılmıştır: "O kendisine vahyedilen vahiyden başkası değildir. Onu müthiş kuvvetleri olan öğretti." Cibril-i Emin'in müthiş kuvvetlerinin ne olduğu meselesi müteşabihattandır. Cibril-i Emin'in diğer meleklerden daha seçkin olduğu çok açık bir şekilde bellidir.
Müslim 'Kitab-ul-İman'da Hz. Aişe (r.a) 'dan, Rasûlullah'ın (s.a) Cibril-i Emin'i iki defa asıl şekliyle gördüğü ve 'Cibril-i Emin o kadar büyüktü ki, yeryüzü ve gökyüzünü kaplıyordu,' dediği rivayet olunmuştur. Buhari, Müslim, Tirmizi, Müsned-i İmam Ahmet'de, Hz. Abdullah İbn Mesut'tan (r.a) rivayet olunduğuna göre, Rasûlullah (s.a.) Cibril-i Emin'i anlatırken 600 kanadı olduğunu söylemiştir. Bundan Cibril-i Emin'in ne kadar güçlü olduğu anlaşılmaktadır.

Tekvir suresi ayet 21
Ona itaat edilir, sonra güvenilirdir.

Yani Cibril-i Emin meleklerin üstünde emir sahibidir.

Yani o itimad edilen bir kimsedir.Allah (c.c.) ona nasıl vahyetmişse o hiç eksiltmeden ve kendisinden bir şey katmadan aktarır.

Tekvir suresi ayet 22
Sizin sahibiniz bir deli değildir.

Arkadaşınız (Sahibuküm) ifadesi ile Hz. Muhammed (s.a) kastolunmaktadır. Hz. Muhammed'ten arkadaşları olduğu şeklinde bahsedilmesinin nedeni, Mekkeliler için Hz. Muhammed'in (s.a.) yabancı biri olmadığına, çocuklarının bile onu tanıdıklarına dikkat çekmektedir. Hz. Muhammed'in (s.a) ne derece akıl sahibi biri olduğunu biliyorsunuz. O halde böyle birine bile bile mecnun demekten utanmıyor musunuz? (İzah için bkz. Necm: 2-3)

Tekvir suresi ayet 23
Andolsun o (peygamber) , onu apaçık bir ufukta görmüştür.

Melek Cebrail'in inmesiyle birlikte Hz. Muhammed'de (A.S.) meydana gelen değişikliğin üzerinde duruluyor ve onun bir başka tarafı hatırlatılarak : «Onu Ona, çok çetin güce sahip Melek (Cebrail) öğretti ki, o güzel bir görünümdedir ve en yüksek ufukta iken doğruldu. Sonra yaklaştı ve sarktıkça sarktı. O kadar ki (aralarında) iki yay boyu veya daha az bir mesafe kaldı» buyuruI maktadır ki, bu en yüce ufukun doğu cihetinde aydınlığın etrafa yayıldığı bir sırada Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bu ufukta Melek Cebrail'i asıl suretinde görmüştü. Ayrıca Resûlüllah'ın (A.S.) bu meleği bir defa da Sidretülmünteha'nın yanında aynı surette gördüğü söz konusudur.

Tekvir suresi ayet 24
O, gayb (haberlerin) e karşı (söylediklerinden dolayı) suçlanamaz (ya da cimrilikte bulunup kıskançlık yapmaz)

Resûlüllah {A.S.) Efendimiz, Allah'ın son elçisi olarak kendisine indirileni insanlara tebliğ ve onları Hakk'a irşâdla görevliydi. Gaybı bildiğini hic bir zaman iddia etmedi. Cenâb-ı Hakk'ın bildirdiğini bildi; gaybe kapı açılınca görebildi, açılmayınca göremedi. Aynı zamanda Cenâb-ı Hak'tan inen vahyi günü gününe tebliğde kısıtlayıcı da değildi. Donatıldığı lâhutî bilgiler hususunda aç gözlü, inhisarcı da olmadı. O hep ilâhî talimat çerçevesinde görevini kusursuz yerine getirmeye çalıştı. Zira Onun kişisel bir arzusu ve dâvası yoktu; hele dünyevî menfaatlerden yana hiçbir temayülü söz konusu olamazdı. Yüklendiği o büyük dâva bütünüyle Allah'a aitti ve yalnız O'nun için her şeye göğüs geriyor, her saldırıya katlanıyordu.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Tekvir suresi ayet 25
Kur'ân, İlâhî Rahmetten Kovulmuş Şeytanın Sözü Değildir

Kureyş Kabilesi'nden bazı câhil şaşkınların, garazkâr gafillerin, şeytanın zaman zaman Muhammed'e gelip fısıldadığını ve birtakım garip sözleri Onun kulağına attığını iddia ettikleri oluyordu. Oysa cin ve şeytanların oyuncağı haline gelen hiçbir kâhinden bu kadar ulvî, düşündürücü, yönlendirici ve aklı harekete geçirici bir söz işitilmemlşti. Bunun bir benzeri yoktu. Arap Yarımadasında hiçbir ünlü şâirin bir kâhinin peşine takılarak onun ağzından çıkan sözlerin tesiri altında kaldığı ve o sözlerinin erişilmez olduğunu kabul ettiği de görülmemiştir. Ama Hz. Muhammed'in (A.S.) mübarek dudaklarından inci misali dökülen Kur'ân âyetleri gönülleri bir anda fethediyor, en ünlü şâir ve edipleri şaşkına çevirip derin düşünmeye sevkediyor ve çok geçmeden kalplerini İslâm hidâyetine açma şuurunu veriyordu.

O bakımdan ilgili âyetle, müşriklerin böyle ölçüsüz, akıl ve mantık dışı iddia ve iftiraları reddediliyor ve Hz. Muhammed'e (A.S.) ilâhî vahyi getirenin en büyük ruh Melek Cebrail olduğu açıklanıyor.

Aynı zamanda yüce âleme sinsice yükselip meleklere verilen ilâhî haberleri dinlemeye çalışıp kulak hırsızlığı yaparlarken şihablar (meteoritler) le kovulan cin ve şeytanların ilâhî vahyi getirmeleri, yani buna aracı olmaları hiçbir zaman düşünülemez

Tekvir suresi ayet 26
Ohalde nereye gidiyorsunuz?

Cenâb-ı Hak, Kur'ân ve Peygamberle ilgili belgeleri, birtakım özellikleri açıklayıp akla ışık tuttuktan, vicdanlara seslendikten sonra, bunca gerçekler ortada dururken hâlâ inkârda ısrar edenlere soruyor: «O halde nereye gidiyorsunuz?!» Yani neden akıl nîmetini gerçeği bulmakta kullanmıyorsunuz? Size birçok hakikatleri getirip teblîğ eden son peygambere neden uymuyorsunuz? Yoksa aklınızı mı kaybettiniz? Vicdanlarınız büsbütün köreldi mi? Bu dâvada Hz. Muhammed'in (A.S.) kişisel bir çıkarı bulunduğunu söyleyebilir misiniz? Sizden bir ücret mi istiyor? İrili, ufaklı taştan yontulmuş bir sürü putlar mı, yoksa kâinatı yaratıp denge ve düzende tutan, yeryüzünü nimetlerle donatıp insanoğlunun hizmetine veren o eşi, dengi, benzeri olmayan Allah mı hayırlıdır? Sahte ilâhlarla mâbud-i hakikî arasında kıyas yapamıyacak, tercihinizi kullanamayacak kadar insanlığınızı mı kaybettiniz?! Bu yanlış ve tehlikeli yolda yürüyerek nereye varmak istiyorsunuz?

Tekvir suresi ayet 27
O (Kur'an) , alemler için yalnızca bir zikirdir;

Bu âyetle iki önemli husus üzerinde duruluyor: Birincisi, Kur'ân'ın bütün milletler için yönlendirici, eğitici öğüt özelliğini taşıması ve insanları yaratıp terbiye eden, kemale erdiren Rablerine irşad eden bir rehber olması; ikincisi, onun daha çok aklını kullanıp dosdoğru yolda istikamet üzere yürümek isteyenler için unutulmaması gereken bir eğitim müfredatı içermesidir.

O halde Kur'ân'dan feyiz almanın, taşıdığı rahmet boyasına boyanmanın yolu, akıl ve idrâki en iyi şekilde kullanmayı bilmek ve doğru olanı seçip bulmaktır. Aynı zamanda aklın önünde engel teşkil eden nefsanî duyguları tesirsiz hale getirip aklın ve imânın emrine vermek suretiyle beden şehrinde aklı vezîr, imânı hükümdar kılmaktır.


Tekvir suresi ayet 28
O, âlemler için, sizden doğru davranmayı arzu edenler için katıksız bir öğüttür.

İnsanla Kur'ân arasında belirgin bir çizgi vardır ki ona, «doğ-ruyolu bulma çizgisi» diyebiliriz. Kişi mevcut yeteneklerini ve yardımcı âmilleri harekete geçirerek o çizgiye geldiği takdirde Kur'an'dan nasîbini almaya başlar; gelmediği takdirde kendine haksızlık etmiş olur.

Bunun için Cenâb-ı Hak : «Sizden doğru davranmayı arzu edenler için bir öğüttür» buyurmakta ve bundaki hikmeti anlamamız için bize ışık. tutmaktadır
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Tekvir suresi ayet 29
«Âlemlerin Rabbı olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz-

Bu âyetle çok ince ve o nisbette önemli ve hassas bir konuya işaret ediliyor. Âyetin zahirî anlatımından, «Cenâb-ı Hak bir şeyi dilemedikçe kimse onu dileyemez» veya «Cenâb-ı Hak dilemedikçe kimse bir şey dileyemez» veya «Allah kulu hakkında istikamet dilemedikçe kul müstakim olamaz» gibi mânalar anlaşılıyor. Ancak böyle bir mana ve yorum, kulun işlediği ve işlemediği her fiil ve işte mazur olduğu neticesini doğurur. İrade ve isteğiyle bir şey yapmadığı düşüncesine kapı açıp sorumluluğu kaldırır. Oysa küllî irâde ile cüz'î irâde arasındaki ilgi ve inceliği bildiğimiz takdirde böyle bir ı sonuç çıkarmamızın hiçbir zamanı isabetli olamayacağı rahatlıkla anlaşılır.

Şüphesiz Cenâb-ı Hak, kulları hakkında hep hayrı, iyiliği, doğruyu diler. Ancak bu dileme sadece kendi sınırı içinde kalır; yani bir şeyi dilemek başka, o şeyi işleyip yürütmek başkadır. Cenâb-ı Hak, sünnetullahı gereği, kulunda bir istek, arzu, heves, doğruyu seçme, hidâyete yönelme gayretini ve o gayretle belirlenmiş sınıra geldiğini görünce, -dilediği takdirde- o kulu hakkında hidâyetle tecellide bulunur. Böylece kulun dilemesi Allah'ın dilemesine bağlı kalmakla O'nun hidâyet ile tecellisine muhtaç bulunmaktadır

Tekvîr Sûresi'ne kıyamet olayının bazı safhaları açıklanarak başlandı, Kur'ân'ın istikamet üzere olan mü'minler için katıksız bir öğüt olduğu bildirilerek sûre noktalandı. Allah'a hamd, Resûlüllah'a (A.S.) salâtu selâmlar olsun.
 
Üst Ana Sayfa Alt