E
Çevrimdışı
Hz. Ömer (r.a)’in, Hz. Abbas (r.a)
ile tevessülde bulunurken kullandığı bir ifadedir ki, şöyledir: “Allah’ım! Biz daha
önce sana Hz. Peygamber (s.a.v) ile
tevessülde bulunurduk ve sen bize
yağmur ihsan ederdin. Şimdi de
Peygamberimiz’in amcası ile tevessülde
bulunuyoruz; bize yağmur ver!” (el- Buhârî, “İstiskâ”, 15.)
bir arkadaş şunu söyledi
(O’na[12] (ulaşmaya) vesîleyi arayınız.) [13]
Bu âyet, çerçevesini çizdiğimiz vesîle ve tevessülün de meşrû' olduğunun bir delîli olup, îmânla, amellerle ve şahıslarla tevessül etmeyi dahî içine alır. Hattâ müfterî ve gevezelerin çenebazlıklarına rağmen, tevessül denilince her ikisi de hemen akla gelir.
Bu âyetin, şahıslarla da tevessül etmeyi içine aldığını söylemek ne sırf rey/görüş iledir, ne de lüğatın genelliği iledir.[14]Aksine bu,
İbnu Abdi'l-Berr’in el-İstîâb’ın-daki bir rivâyette vardır: Hz. Ömer radıyellâhu anh, Hz. Abbas radıyellâhu anhümâ ile istiska ettikten sonra şöyle demişti: Vallahi bu Allah celle celâluhû'ya bir vesîledir ve O'nun katından bir rütbedir.[15]
Yine Fethu’l-Bârî’de[16]geçtiğine göre, Zübeyr İbn-i Bekkâr’ın El-Ensâb’ında geçen, Hz. Ömer’in radıyellâhu anh şu sözünü de buna ekleyebilirsiniz; “O’nu (Abbas’ı) Allah(celle celâluhû’y)a vesîle edininiz.”
Bu sözden, ondan düâ isteyiniz ma'nâsı anlaşılmaz. Zîrâ Hz. Ömer radıyellâhu anh ondan düâ istemiş, O da duâ etmek üzere öne geçmişti. Mü'minlerin Emîri’nin O'ndan duâ istemesi, O’nun da bunun için öne geçmesinden sonra, Hz. Ömer radıyellâhu anhu’nun bu sözünden ancak,
O’nunla Allah celle celâlu-hû’ya tevessül ediniz, yani, Allah celle celâluhû’ya, 'bu zâtın hatırı için, bu ihtiyacımızı yerine getir,' diye yalvarınız, ma'nâsına gelir. Nitekim Hz. Ömer radıyellâhu anhu’nun kendisi de öyle yapmıştı. (Kevserî’nin sözü bitti)
2.sözü
Utbî Kıssası[36]
------------------------------------------------
İmâm Hâfız Ebû Abdillâh Muhammed İbn-i Mûsâ İbn-i Nü’mân el- Mezâlî el Merrâküşî (607- 683) şöyle diyor: Bize rivâyet edildiğine göre Hâfız Ebû Sa’d es-Sem’ânî Ali radıyallahu anhu ve kerremellâhu vechehû’nun şöyle dediğini anlattı: Resûlüllah sallâhu aleyhi ve sellem’i defnettikten üç gün sonra yanımıza bir bedevî geldi, kendini Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabri üstüne attı, toprağından başına saçtı ve şöyle dedi:
Söyledin ve sözünü işittik. Senden anladığımızı sen Allah’tan anladın. Sana indirilen âyetler arasında, (şâyet onlar kendilerine zulmettikler vakit sana gelseler, hemen Allahtan af isteseler ve onlar için Resûl de af isteseydi, elbette Allah celle celâlühû’yu tevvâb ve rahîm olarak bulacaklardı) âyeti de vardı. Nefsime zulmettim ve benim için af dilemen maksadıyla geldim. Bunun üzerine kabirden hemen, (bağışlandın) diye ses geldi.[37]
İmâm Ebû Abdillâh Muhammed İbn-i Mûsâ İbn-i Nu’mân el- Mezâlî el Merrâküşî, yine kendi isnâdıyla, Muhamme İbn-i Nu’mân İbn-i Şibl el-Bâhilî’den şöyle dediğini rivâyet etti:[38]
Medîneye girdim ve Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabrine vardım. Bir de gördüm ki, bir bedevî devesini hızlıca sürüyor. Hemen devesini çöktürdü ve bağladı. Sonra kabr-i şerîfe girdi ve güzelce bir selâm verip hoş bir duâ yaptı. Sonra da şöyle dedi: Anam babam hakkı içün yâ Resûlelleh sallallâhu naleyhi ve sellem! Kesinlikle Allah celle celâlühû seni vahyine hâs kıldı ve sana içinde evvelkilerin ve sonrakilerin ilmini topladığı bir kitâb indirdi ve kitâbında, (şâyet onlar kendilerine zulmettikler vakit sana gelseler ve hemen Allah’dan af isteselerdi, Resûl de onlar için af isteseydi, elbette Allah celle celâlühû’yu tevvâb ve rahîm olarak bulacaklardı) buyurdu. Dediği de haktır. Ben sana günahları i’tirâf ederek, seni Rabbine şefaatçı yaparak geldim. O da (şu âyetinde) va’dettiğidir. Sonra kabre döndü ve şöyle dedi:
Ey en hayırlısı, düzlükte kemikleri gömülenlerin!.. /Ve güzel koktuğu onların güzel kokusundan düzlüğün ve yüksek tepelerin.
Sensin o Nebî ki, umulur şefâati/ Sıratta, kaydığı zamanda ayaklar.
Canımdır fedâ o kabre ki, sensin sâkini/ Ondadır afâf, ondadır cömertlik, ondadır kerem.
Sonra da bineğine binip gitti. Ancak mağfiretle gittiğinde hiç şübhe etmiyorum İnşâellah.
Muhammed İbn-ü Abdillâh el-Utbî de bu haberi anlattı ve sonuna şu ilâveyi yaptı: “Derken uyuya kaldım ve hemen Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’i rüyâda gördüm, bana şöyle dedi: Ey Utbî! Bedevî’ye yetiş ve ona Allah celle celâlühû’nün onu bağışladığını müjdele.”
ĞURABÂ -30-
Merhûm Seyyîd Muhammed Alevî Mâlikî şöyle diyor: Bu haberi, İmâm Nevevî, (El-Îzâh: 498, el-Mecmû’: 8/276) Ebû’l-Vefâ İbn-ü Ukayl, İbn-i Kesîr, Tefsîru'l-Kurani’l-Azîm (1/520-521),Ebû Muhammed İbn-ü Kudâme, (El-Muğnî, 3:556),Ebû’l-Ferec İbn-i Kudâme, (Şerh-i Kebîr, 3: 495),Mensur İbn-i Yûnus, (Keşşafu’l-Kınâ’, 5:30), İmâm Kurtubî (El-Câmi’, 5:265) gibi büyük müfessirler ve muhaddisler nakletmiştir. Hattâ, (büyük fakîh koca muhaddis) İmâm Nevevi, Utbî’nin bedeviden naklettiği bu beytleri, Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabrini ziyâret esnasında söylemenin müstehab olduğunu söylemiştir. (El-Mecmû', 8:274),(Mâlikî’den nakil son buldu.) Mısbâh Muhakkiki Hüseyin Muhammed Ali Şükrî bu rivâyetin İbn-i Beşküvâl’in el-Kurbetü ilâ Rabbi’l-Âlemîne bi’s-Salâti alâ Muhammedin Seyyidi’l-Mürselîn isimli eserinin 16/Â varağında olduğunu söylemektedir.
Bu rivâyetler muhtemelen ayrı hâdiselerden haber vermektedir. Zîra, Sem’ânî, Utbî nisbetinin, Utbe ibn-i Ebî Süfyân’ın çocukları için kullanıldığını söyledikten sonra, Utbî nesebiyle anılan üç-beş kişiyi tanıtıyor. Bunların içinde Sahâbî veya tâbiî olan görülmemektedir. Bu yüzden, olabilir ki, biri diğerinden mülhem olarak gerçekleşmiştir. Hâdiselerin aynı olma ihtimâli de vardır. Şu iki rivâyet, aynı hâdise ise Utbî Hz. Ali zamanında yaşamıştır. Bu takdîrde Utbî’nin sözünü ettiği bedevî şahıs da aynı sahâbîdir. Çünki, olabilir ki, Hz. Ali radıyallahu anh’ın gördüğü bu hâdiseye Sem’ânî'nin tanımadığı ve bilmediği bir Utbî de şâhid olmuştur.
Nevevî ve diğer büyük İmâmların hâdiseden müstehablık hükmünü çıkarmaları bu ihtimâli kuvvetlendirmektedir. İlim Semânî-nin bildiği ve söylediğiyle de sınırlı değildir. O’nun da zâten böyle bir iddiâsı yoktur. Hâdise birse de rivâyetler arasında çelişki yoktur. İki şekli de mümkindir.
[12] Allah celle celâlühû’ya (yaklaşmaya, varmaya)
[13] Mâide: 35
[14] Ma'lûmdur ki, vesîle kendisiyle başka bir şeye yaklaşılacak her bir (gayr-ı meşrû' olmayan) şey, vâsıta ve tevessül de bu vâsıtayı elde etmek ve ona tutunmak idi. Bu, sâdece lüğatın umûmu/geneli ile olsaydı, yine de istidlâle/delîl getirmeye yeterdi; ma'nâyı, delâletiyle gösteren bir delîl olurdu ki bu delîl getirmede üçüncü mertebede bir kuvvete sâhibdir..
[15] [İbn-i Hacer, Fethu'l-Bârî: 2/519], Kevserî, Makâlât: 379
[16] [İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî: 2/398-399], Kevserî, Makâlât: Aynı sahîfe.
[36] Bu Kıssayı önceki birkaç makâlede dahî zikrettik ise de, hem şu Tevessül mes’elesiyle doğrudan alâkası bulunması ve zihinlere iyice kazınması maksadıyla burada da bir daha nakletmeyi münâsib bulduk. Muhâtab ve bize hasım olanların bir şeyi bıktıracak kadar tekrâr etmelerindeki hedeflerini bir daha düşünmenizi istirhâm ediyoruz.
[37] Mısbâhu’z-Zalâm: 21
[37] [Bu rivâyeti benzeri bir lâfızla şu İmâmlar da rivâyet etti: İmâm Beyhakî, Şuabu’l-Îmân’da: 3/495,(4187), İmâm İbn-i Kesîr, Tefsîrinde: 2/306, İmâm Kurtubî, Tefsîrinde: 5/265, İmâm Nesefî, Tefsîrinde: 1/234, İmâm İbn-i Kudâme, el-Muğnî’de: 3/557, İmâm İzz b. Cemâa, Hidâyetü’s-Sâlik’de: 3/1383, İmâm İbnü’l-Cevzî, Müsîrul-Ğarâmi’s-Sâkin’de: 2/301, İmâm Sâlihî Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd’da: 12/380, İmâm Semhûdî, Vefâu’l-Vefâ’da: 4/1361, İmâm Ebû’l-Yümn b. Asâkir, İthâfu’z-Zâir’de: 68-69, İmâm İbnü’n-Neccâr, ed-Dürretü’s-Semîne’de: 224, İmâm İbn-i Hacer el- Heytemî, Tühfetü’z-Züvvâr’da: 55], Kitâbı tahkik edip neşredenin dıp notu: Aynı yer (22)
[37] Mısbâhu’z-Zalâm: 22-23
[38] Mâlikî, Mefâhîm: 157-158
ile tevessülde bulunurken kullandığı bir ifadedir ki, şöyledir: “Allah’ım! Biz daha
önce sana Hz. Peygamber (s.a.v) ile
tevessülde bulunurduk ve sen bize
yağmur ihsan ederdin. Şimdi de
Peygamberimiz’in amcası ile tevessülde
bulunuyoruz; bize yağmur ver!” (el- Buhârî, “İstiskâ”, 15.)
bir arkadaş şunu söyledi
(O’na[12] (ulaşmaya) vesîleyi arayınız.) [13]
Bu âyet, çerçevesini çizdiğimiz vesîle ve tevessülün de meşrû' olduğunun bir delîli olup, îmânla, amellerle ve şahıslarla tevessül etmeyi dahî içine alır. Hattâ müfterî ve gevezelerin çenebazlıklarına rağmen, tevessül denilince her ikisi de hemen akla gelir.
Bu âyetin, şahıslarla da tevessül etmeyi içine aldığını söylemek ne sırf rey/görüş iledir, ne de lüğatın genelliği iledir.[14]Aksine bu,
İbnu Abdi'l-Berr’in el-İstîâb’ın-daki bir rivâyette vardır: Hz. Ömer radıyellâhu anh, Hz. Abbas radıyellâhu anhümâ ile istiska ettikten sonra şöyle demişti: Vallahi bu Allah celle celâluhû'ya bir vesîledir ve O'nun katından bir rütbedir.[15]
Yine Fethu’l-Bârî’de[16]geçtiğine göre, Zübeyr İbn-i Bekkâr’ın El-Ensâb’ında geçen, Hz. Ömer’in radıyellâhu anh şu sözünü de buna ekleyebilirsiniz; “O’nu (Abbas’ı) Allah(celle celâluhû’y)a vesîle edininiz.”
Bu sözden, ondan düâ isteyiniz ma'nâsı anlaşılmaz. Zîrâ Hz. Ömer radıyellâhu anh ondan düâ istemiş, O da duâ etmek üzere öne geçmişti. Mü'minlerin Emîri’nin O'ndan duâ istemesi, O’nun da bunun için öne geçmesinden sonra, Hz. Ömer radıyellâhu anhu’nun bu sözünden ancak,
O’nunla Allah celle celâlu-hû’ya tevessül ediniz, yani, Allah celle celâluhû’ya, 'bu zâtın hatırı için, bu ihtiyacımızı yerine getir,' diye yalvarınız, ma'nâsına gelir. Nitekim Hz. Ömer radıyellâhu anhu’nun kendisi de öyle yapmıştı. (Kevserî’nin sözü bitti)
2.sözü
Utbî Kıssası[36]
------------------------------------------------
İmâm Hâfız Ebû Abdillâh Muhammed İbn-i Mûsâ İbn-i Nü’mân el- Mezâlî el Merrâküşî (607- 683) şöyle diyor: Bize rivâyet edildiğine göre Hâfız Ebû Sa’d es-Sem’ânî Ali radıyallahu anhu ve kerremellâhu vechehû’nun şöyle dediğini anlattı: Resûlüllah sallâhu aleyhi ve sellem’i defnettikten üç gün sonra yanımıza bir bedevî geldi, kendini Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabri üstüne attı, toprağından başına saçtı ve şöyle dedi:
Söyledin ve sözünü işittik. Senden anladığımızı sen Allah’tan anladın. Sana indirilen âyetler arasında, (şâyet onlar kendilerine zulmettikler vakit sana gelseler, hemen Allahtan af isteseler ve onlar için Resûl de af isteseydi, elbette Allah celle celâlühû’yu tevvâb ve rahîm olarak bulacaklardı) âyeti de vardı. Nefsime zulmettim ve benim için af dilemen maksadıyla geldim. Bunun üzerine kabirden hemen, (bağışlandın) diye ses geldi.[37]
İmâm Ebû Abdillâh Muhammed İbn-i Mûsâ İbn-i Nu’mân el- Mezâlî el Merrâküşî, yine kendi isnâdıyla, Muhamme İbn-i Nu’mân İbn-i Şibl el-Bâhilî’den şöyle dediğini rivâyet etti:[38]
Medîneye girdim ve Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabrine vardım. Bir de gördüm ki, bir bedevî devesini hızlıca sürüyor. Hemen devesini çöktürdü ve bağladı. Sonra kabr-i şerîfe girdi ve güzelce bir selâm verip hoş bir duâ yaptı. Sonra da şöyle dedi: Anam babam hakkı içün yâ Resûlelleh sallallâhu naleyhi ve sellem! Kesinlikle Allah celle celâlühû seni vahyine hâs kıldı ve sana içinde evvelkilerin ve sonrakilerin ilmini topladığı bir kitâb indirdi ve kitâbında, (şâyet onlar kendilerine zulmettikler vakit sana gelseler ve hemen Allah’dan af isteselerdi, Resûl de onlar için af isteseydi, elbette Allah celle celâlühû’yu tevvâb ve rahîm olarak bulacaklardı) buyurdu. Dediği de haktır. Ben sana günahları i’tirâf ederek, seni Rabbine şefaatçı yaparak geldim. O da (şu âyetinde) va’dettiğidir. Sonra kabre döndü ve şöyle dedi:
Ey en hayırlısı, düzlükte kemikleri gömülenlerin!.. /Ve güzel koktuğu onların güzel kokusundan düzlüğün ve yüksek tepelerin.
Sensin o Nebî ki, umulur şefâati/ Sıratta, kaydığı zamanda ayaklar.
Canımdır fedâ o kabre ki, sensin sâkini/ Ondadır afâf, ondadır cömertlik, ondadır kerem.
Sonra da bineğine binip gitti. Ancak mağfiretle gittiğinde hiç şübhe etmiyorum İnşâellah.
Muhammed İbn-ü Abdillâh el-Utbî de bu haberi anlattı ve sonuna şu ilâveyi yaptı: “Derken uyuya kaldım ve hemen Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’i rüyâda gördüm, bana şöyle dedi: Ey Utbî! Bedevî’ye yetiş ve ona Allah celle celâlühû’nün onu bağışladığını müjdele.”
ĞURABÂ -30-
Merhûm Seyyîd Muhammed Alevî Mâlikî şöyle diyor: Bu haberi, İmâm Nevevî, (El-Îzâh: 498, el-Mecmû’: 8/276) Ebû’l-Vefâ İbn-ü Ukayl, İbn-i Kesîr, Tefsîru'l-Kurani’l-Azîm (1/520-521),Ebû Muhammed İbn-ü Kudâme, (El-Muğnî, 3:556),Ebû’l-Ferec İbn-i Kudâme, (Şerh-i Kebîr, 3: 495),Mensur İbn-i Yûnus, (Keşşafu’l-Kınâ’, 5:30), İmâm Kurtubî (El-Câmi’, 5:265) gibi büyük müfessirler ve muhaddisler nakletmiştir. Hattâ, (büyük fakîh koca muhaddis) İmâm Nevevi, Utbî’nin bedeviden naklettiği bu beytleri, Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabrini ziyâret esnasında söylemenin müstehab olduğunu söylemiştir. (El-Mecmû', 8:274),(Mâlikî’den nakil son buldu.) Mısbâh Muhakkiki Hüseyin Muhammed Ali Şükrî bu rivâyetin İbn-i Beşküvâl’in el-Kurbetü ilâ Rabbi’l-Âlemîne bi’s-Salâti alâ Muhammedin Seyyidi’l-Mürselîn isimli eserinin 16/Â varağında olduğunu söylemektedir.
Bu rivâyetler muhtemelen ayrı hâdiselerden haber vermektedir. Zîra, Sem’ânî, Utbî nisbetinin, Utbe ibn-i Ebî Süfyân’ın çocukları için kullanıldığını söyledikten sonra, Utbî nesebiyle anılan üç-beş kişiyi tanıtıyor. Bunların içinde Sahâbî veya tâbiî olan görülmemektedir. Bu yüzden, olabilir ki, biri diğerinden mülhem olarak gerçekleşmiştir. Hâdiselerin aynı olma ihtimâli de vardır. Şu iki rivâyet, aynı hâdise ise Utbî Hz. Ali zamanında yaşamıştır. Bu takdîrde Utbî’nin sözünü ettiği bedevî şahıs da aynı sahâbîdir. Çünki, olabilir ki, Hz. Ali radıyallahu anh’ın gördüğü bu hâdiseye Sem’ânî'nin tanımadığı ve bilmediği bir Utbî de şâhid olmuştur.
Nevevî ve diğer büyük İmâmların hâdiseden müstehablık hükmünü çıkarmaları bu ihtimâli kuvvetlendirmektedir. İlim Semânî-nin bildiği ve söylediğiyle de sınırlı değildir. O’nun da zâten böyle bir iddiâsı yoktur. Hâdise birse de rivâyetler arasında çelişki yoktur. İki şekli de mümkindir.
[12] Allah celle celâlühû’ya (yaklaşmaya, varmaya)
[13] Mâide: 35
[14] Ma'lûmdur ki, vesîle kendisiyle başka bir şeye yaklaşılacak her bir (gayr-ı meşrû' olmayan) şey, vâsıta ve tevessül de bu vâsıtayı elde etmek ve ona tutunmak idi. Bu, sâdece lüğatın umûmu/geneli ile olsaydı, yine de istidlâle/delîl getirmeye yeterdi; ma'nâyı, delâletiyle gösteren bir delîl olurdu ki bu delîl getirmede üçüncü mertebede bir kuvvete sâhibdir..
[15] [İbn-i Hacer, Fethu'l-Bârî: 2/519], Kevserî, Makâlât: 379
[16] [İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî: 2/398-399], Kevserî, Makâlât: Aynı sahîfe.
[36] Bu Kıssayı önceki birkaç makâlede dahî zikrettik ise de, hem şu Tevessül mes’elesiyle doğrudan alâkası bulunması ve zihinlere iyice kazınması maksadıyla burada da bir daha nakletmeyi münâsib bulduk. Muhâtab ve bize hasım olanların bir şeyi bıktıracak kadar tekrâr etmelerindeki hedeflerini bir daha düşünmenizi istirhâm ediyoruz.
[37] Mısbâhu’z-Zalâm: 21
[37] [Bu rivâyeti benzeri bir lâfızla şu İmâmlar da rivâyet etti: İmâm Beyhakî, Şuabu’l-Îmân’da: 3/495,(4187), İmâm İbn-i Kesîr, Tefsîrinde: 2/306, İmâm Kurtubî, Tefsîrinde: 5/265, İmâm Nesefî, Tefsîrinde: 1/234, İmâm İbn-i Kudâme, el-Muğnî’de: 3/557, İmâm İzz b. Cemâa, Hidâyetü’s-Sâlik’de: 3/1383, İmâm İbnü’l-Cevzî, Müsîrul-Ğarâmi’s-Sâkin’de: 2/301, İmâm Sâlihî Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd’da: 12/380, İmâm Semhûdî, Vefâu’l-Vefâ’da: 4/1361, İmâm Ebû’l-Yümn b. Asâkir, İthâfu’z-Zâir’de: 68-69, İmâm İbnü’n-Neccâr, ed-Dürretü’s-Semîne’de: 224, İmâm İbn-i Hacer el- Heytemî, Tühfetü’z-Züvvâr’da: 55], Kitâbı tahkik edip neşredenin dıp notu: Aynı yer (22)
[37] Mısbâhu’z-Zalâm: 22-23
[38] Mâlikî, Mefâhîm: 157-158
Moderatör tarafında düzenlendi: