Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Salih Kişiler Duada Aracı/vesile Kılınır mı?

E Çevrimdışı

ehl-i iman

Üye
İslam-TR Üyesi
Hz. Ömer (r.a)’in, Hz. Abbas (r.a)
ile tevessülde bulunurken kullandığı bir ifadedir ki, şöyledir: “Allah’ım! Biz daha
önce sana Hz. Peygamber (s.a.v) ile
tevessülde bulunurduk ve sen bize
yağmur ihsan ederdin. Şimdi de
Peygamberimiz’in amcası ile tevessülde
bulunuyoruz; bize yağmur ver!” (el- Buhârî, “İstiskâ”, 15.)

bir arkadaş şunu söyledi

(O’na[12] (ulaşmaya) vesîleyi arayınız.) [13]
Bu âyet, çerçevesini çizdiğimiz vesîle ve tevessülün de meşrû' olduğunun bir delîli olup, îmânla, amellerle ve şahıslarla tevessül etmeyi dahî içine alır. Hattâ müfterî ve gevezelerin çenebazlıklarına rağmen, tevessül denilince her ikisi de hemen akla gelir.
Bu âyetin, şahıslarla da tevessül etmeyi içine aldığını söylemek ne sırf rey/görüş iledir, ne de lüğatın genelliği iledir.[14]Aksine bu,
İbnu Abdi'l-Berr’in el-İstîâb’ın-daki bir rivâyette vardır: Hz. Ömer radıyellâhu anh, Hz. Abbas radıyellâhu anhümâ ile istiska ettikten sonra şöyle demişti: Vallahi bu Allah celle celâluhû'ya bir vesîledir ve O'nun katından bir rütbedir.[15]
Yine Fethu’l-Bârî’de[16]geçtiğine göre, Zübeyr İbn-i Bekkâr’ın El-Ensâb’ında geçen, Hz. Ömer’in radıyellâhu anh şu sözünü de buna ekleyebilirsiniz; “O’nu (Abbas’ı) Allah(celle celâluhû’y)a vesîle edininiz.”
Bu sözden, ondan düâ isteyiniz ma'nâsı anlaşılmaz. Zîrâ Hz. Ömer radıyellâhu anh ondan düâ istemiş, O da duâ etmek üzere öne geçmişti. Mü'minlerin Emîri’nin O'ndan duâ istemesi, O’nun da bunun için öne geçmesinden sonra, Hz. Ömer radıyellâhu anhu’nun bu sözünden ancak,
O’nunla Allah celle celâlu-hû’ya tevessül ediniz, yani, Allah celle celâluhû’ya, 'bu zâtın hatırı için, bu ihtiyacımızı yerine getir,' diye yalvarınız, ma'nâsına gelir. Nitekim Hz. Ömer radıyellâhu anhu’nun kendisi de öyle yapmıştı. (Kevserî’nin sözü bitti)


2.sözü
Utbî Kıssası[36]
------------------------------------------------
İmâm Hâfız Ebû Abdillâh Muhammed İbn-i Mûsâ İbn-i Nü’mân el- Mezâlî el Merrâküşî (607- 683) şöyle diyor: Bize rivâyet edildiğine göre Hâfız Ebû Sa’d es-Sem’ânî Ali radıyallahu anhu ve kerremellâhu vechehû’nun şöyle dediğini anlattı: Resûlüllah sallâhu aleyhi ve sellem’i defnettikten üç gün sonra yanımıza bir bedevî geldi, kendini Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabri üstüne attı, toprağından başına saçtı ve şöyle dedi:
Söyledin ve sözünü işittik. Senden anladığımızı sen Allah’tan anladın. Sana indirilen âyetler arasında, (şâyet onlar kendilerine zulmettikler vakit sana gelseler, hemen Allahtan af isteseler ve onlar için Resûl de af isteseydi, elbette Allah celle celâlühû’yu tevvâb ve rahîm olarak bulacaklardı) âyeti de vardı. Nefsime zulmettim ve benim için af dilemen maksadıyla geldim. Bunun üzerine kabirden hemen, (bağışlandın) diye ses geldi.[37]
İmâm Ebû Abdillâh Muhammed İbn-i Mûsâ İbn-i Nu’mân el- Mezâlî el Merrâküşî, yine kendi isnâdıyla, Muhamme İbn-i Nu’mân İbn-i Şibl el-Bâhilî’den şöyle dediğini rivâyet etti:[38]
Medîneye girdim ve Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabrine vardım. Bir de gördüm ki, bir bedevî devesini hızlıca sürüyor. Hemen devesini çöktürdü ve bağladı. Sonra kabr-i şerîfe girdi ve güzelce bir selâm verip hoş bir duâ yaptı. Sonra da şöyle dedi: Anam babam hakkı içün yâ Resûlelleh sallallâhu naleyhi ve sellem! Kesinlikle Allah celle celâlühû seni vahyine hâs kıldı ve sana içinde evvelkilerin ve sonrakilerin ilmini topladığı bir kitâb indirdi ve kitâbında, (şâyet onlar kendilerine zulmettikler vakit sana gelseler ve hemen Allah’dan af isteselerdi, Resûl de onlar için af isteseydi, elbette Allah celle celâlühû’yu tevvâb ve rahîm olarak bulacaklardı) buyurdu. Dediği de haktır. Ben sana günahları i’tirâf ederek, seni Rabbine şefaatçı yaparak geldim. O da (şu âyetinde) va’dettiğidir. Sonra kabre döndü ve şöyle dedi:
Ey en hayırlısı, düzlükte kemikleri gömülenlerin!.. /Ve güzel koktuğu onların güzel kokusundan düzlüğün ve yüksek tepelerin.
Sensin o Nebî ki, umulur şefâati/ Sıratta, kaydığı zamanda ayaklar.
Canımdır fedâ o kabre ki, sensin sâkini/ Ondadır afâf, ondadır cömertlik, ondadır kerem.
Sonra da bineğine binip gitti. Ancak mağfiretle gittiğinde hiç şübhe etmiyorum İnşâellah.
Muhammed İbn-ü Abdillâh el-Utbî de bu haberi anlattı ve sonuna şu ilâveyi yaptı: “Derken uyuya kaldım ve hemen Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’i rüyâda gördüm, bana şöyle dedi: Ey Utbî! Bedevî’ye yetiş ve ona Allah celle celâlühû’nün onu bağışladığını müjdele.”

ĞURABÂ -30-

Merhûm Seyyîd Muhammed Alevî Mâlikî şöyle diyor: Bu haberi, İmâm Nevevî, (El-Îzâh: 498, el-Mecmû’: 8/276) Ebû’l-Vefâ İbn-ü Ukayl, İbn-i Kesîr, Tefsîru'l-Kurani’l-Azîm (1/520-521),Ebû Muhammed İbn-ü Kudâme, (El-Muğnî, 3:556),Ebû’l-Ferec İbn-i Kudâme, (Şerh-i Kebîr, 3: 495),Mensur İbn-i Yûnus, (Keşşafu’l-Kınâ’, 5:30), İmâm Kurtubî (El-Câmi’, 5:265) gibi büyük müfessirler ve muhaddisler nakletmiştir. Hattâ, (büyük fakîh koca muhaddis) İmâm Nevevi, Utbî’nin bedeviden naklettiği bu beytleri, Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabrini ziyâret esnasında söylemenin müstehab olduğunu söylemiştir. (El-Mecmû', 8:274),(Mâlikî’den nakil son buldu.) Mısbâh Muhakkiki Hüseyin Muhammed Ali Şükrî bu rivâyetin İbn-i Beşküvâl’in el-Kurbetü ilâ Rabbi’l-Âlemîne bi’s-Salâti alâ Muhammedin Seyyidi’l-Mürselîn isimli eserinin 16/Â varağında olduğunu söylemektedir.
Bu rivâyetler muhtemelen ayrı hâdiselerden haber vermektedir. Zîra, Sem’ânî, Utbî nisbetinin, Utbe ibn-i Ebî Süfyân’ın çocukları için kullanıldığını söyledikten sonra, Utbî nesebiyle anılan üç-beş kişiyi tanıtıyor. Bunların içinde Sahâbî veya tâbiî olan görülmemektedir. Bu yüzden, olabilir ki, biri diğerinden mülhem olarak gerçekleşmiştir. Hâdiselerin aynı olma ihtimâli de vardır. Şu iki rivâyet, aynı hâdise ise Utbî Hz. Ali zamanında yaşamıştır. Bu takdîrde Utbî’nin sözünü ettiği bedevî şahıs da aynı sahâbîdir. Çünki, olabilir ki, Hz. Ali radıyallahu anh’ın gördüğü bu hâdiseye Sem’ânî'nin tanımadığı ve bilmediği bir Utbî de şâhid olmuştur.
Nevevî ve diğer büyük İmâmların hâdiseden müstehablık hükmünü çıkarmaları bu ihtimâli kuvvetlendirmektedir. İlim Semânî-nin bildiği ve söylediğiyle de sınırlı değildir. O’nun da zâten böyle bir iddiâsı yoktur. Hâdise birse de rivâyetler arasında çelişki yoktur. İki şekli de mümkindir.

[12] Allah celle celâlühû’ya (yaklaşmaya, varmaya)

[13] Mâide: 35

[14] Ma'lûmdur ki, vesîle kendisiyle başka bir şeye yaklaşılacak her bir (gayr-ı meşrû' olmayan) şey, vâsıta ve tevessül de bu vâsıtayı elde etmek ve ona tutunmak idi. Bu, sâdece lüğatın umûmu/geneli ile olsaydı, yine de istidlâle/delîl getirmeye yeterdi; ma'nâyı, delâletiyle gösteren bir delîl olurdu ki bu delîl getirmede üçüncü mertebede bir kuvvete sâhibdir..

[15] [İbn-i Hacer, Fethu'l-Bârî: 2/519], Kevserî, Makâlât: 379

[16] [İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî: 2/398-399], Kevserî, Makâlât: Aynı sahîfe.

[36] Bu Kıssayı önceki birkaç makâlede dahî zikrettik ise de, hem şu Tevessül mes’elesiyle doğrudan alâkası bulunması ve zihinlere iyice kazınması maksadıyla burada da bir daha nakletmeyi münâsib bulduk. Muhâtab ve bize hasım olanların bir şeyi bıktıracak kadar tekrâr etmelerindeki hedeflerini bir daha düşünmenizi istirhâm ediyoruz.

[37] Mısbâhu’z-Zalâm: 21
[37] [Bu rivâyeti benzeri bir lâfızla şu İmâmlar da rivâyet etti: İmâm Beyhakî, Şuabu’l-Îmân’da: 3/495,(4187), İmâm İbn-i Kesîr, Tefsîrinde: 2/306, İmâm Kurtubî, Tefsîrinde: 5/265, İmâm Nesefî, Tefsîrinde: 1/234, İmâm İbn-i Kudâme, el-Muğnî’de: 3/557, İmâm İzz b. Cemâa, Hidâyetü’s-Sâlik’de: 3/1383, İmâm İbnü’l-Cevzî, Müsîrul-Ğarâmi’s-Sâkin’de: 2/301, İmâm Sâlihî Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd’da: 12/380, İmâm Semhûdî, Vefâu’l-Vefâ’da: 4/1361, İmâm Ebû’l-Yümn b. Asâkir, İthâfu’z-Zâir’de: 68-69, İmâm İbnü’n-Neccâr, ed-Dürretü’s-Semîne’de: 224, İmâm İbn-i Hacer el- Heytemî, Tühfetü’z-Züvvâr’da: 55], Kitâbı tahkik edip neşredenin dıp notu: Aynı yer (22)
[37] Mısbâhu’z-Zalâm: 22-23

[38] Mâlikî, Mefâhîm: 157-158
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Kardeşim şu yazını düzelt, öncede sen oku. Ne demek istiyorsan da özetle
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Ehli iman
bu yazıdan ben bir şey anlamadım.
tevbe 35 ayeti gereğince ölülerden yardım istenebilir mi demek istiyor? Yazıda sahih bir delil yok ki?
 
E Çevrimdışı

ehl-i iman

Üye
İslam-TR Üyesi
O’nu (Abbas’ı) Allah(celle celâluhû’y)a vesîle edininiz.” Bu sözden, ondan düâ isteyiniz ma'nâsı anlaşılmaz. Hz. Ömer radıyellâhu anhu’nun bu sözünden ancak,
O’nunla Allah celle celâlu-hû’ya tevessül ediniz, yani, Allah celle celâluhû’ya, 'bu zâtın hatırı için, bu ihtiyacımızı yerine getir,' diye yalvarınız, ma'nâsına gelir. Nitekim Hz. Ömer radıyellâhu anhu’nun kendisi de öyle yapmıştı.
Kevseri... direk kişiyi vesile edinilir diyor dua anlamında değil

Utbi kıssasında ise Kabirden yardım beklenir diyor bedevi peygamberimiz s.a.v den yardım dilemiş kabirine kapanmış
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
ehl-i iman;201617' Alıntı:
O’nu (Abbas’ı) Allah(celle celâluhû’y)a vesîle edininiz.” Bu sözden, ondan düâ isteyiniz ma'nâsı anlaşılmaz. Hz. Ömer radıyellâhu anhu’nun bu sözünden ancak,
O’nunla Allah celle celâlu-hû’ya tevessül ediniz, yani, Allah celle celâluhû’ya, 'bu zâtın hatırı için, bu ihtiyacımızı yerine getir,' diye yalvarınız, ma'nâsına gelir. Nitekim Hz. Ömer radıyellâhu anhu’nun kendisi de öyle yapmıştı.
Kevseri... direk kişiyi vesile edinilir diyor dua anlamında değil

Utbi kıssasında ise Kabirden yardım beklenir diyor bedevi peygamberimiz s.a.v den yardım dilemiş kabirine kapanmış

Okuduklarını anlamıyormusun yoksa anlamak mı istemiyorsun?
Evvela bu hadisten şunu bileceksin ki; Rasulullah (s.a.v.) dahi olsa, ölüye/kabre gidilip dua edilmiyor, duada/tevessulde aracı kılınması istenemez.
İkincisi; Salih kişiler ile birlikte , beraber el açarak Allaha yalvarıp, dua ederek, Allaha karşı duada meşru tevessulde bulunulabilinir. Duada ölçü de Ömer (r.anh)ın sözünün anlam ve içeriğinde olmalıdır:

"Kıtlıkla karşı karşıya kaldıklarında Ömer b. el-Hattab, Abbas İbn Abdulmuttalib'le istiskâ eder ve:

"Allahım, (hayattayken) Peygamberimizle tevessül ederdik; bize yağmur ihsan ederdin. Şimdi de Sana Peygamberimizin amcasıyla tevessül ediyoruz, bize yağmur ver, derdi."

Râvî diyor ki: Bu dua üzerine yağmur yağdırılırdı.
(Buhârî, İstiskâ 3, Fedâilu Âshâbi'n-Nebî 11).


Başka Bir Hadiste ise ;

Ebû Davud'un Sünen'i ile başka hadis kitablarında da şöyle bir rivayet nakledilmektedir :

Bir bedevi Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)'e:

"Sıkıntıya düşüldü, çoluk-çocuk aç kaldı; mal helak oldu. Bizim için Allah'a dua et. Allah nezdinde seni şefaatçi kılıyoruz. Senin nezdinde de Allah'ı şefaatçi kılıyoruz" dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem): "FesubhânAllah", dedi.

O kadar kî durumun vehameti ashabın yüzlerinden okunuyordu. Rasûlullah, devam ederek şöyle dedi:

"Yazıklar olsun, sen neler söylüyorsun! Allah, yaratıklarından hiç kimsenin nezdinde şefaatçi olmaz. Allah'ın şânı bundan yücedir... ilh"

(Ebû Dâvud, Deavât 19),

Rasûlullah (s.a.v.) bedevinin; "Senin nezdinde Allah'ı şefaatçi kılıyoruz" sözünü reddetmiş, ama "Allah nezdinde seni şefaatçi kılıyoruz" sözünü reddetmemiştir.

Böylece bunun caiz olduğu anlaşılmaktadır. Kim bunu inkâr ederse sapıktır, hatalıdır ve bid'atçıdır. Ama tekfir edilmesi tartışmalıdır ve bu konuda tafsilât vardır.



Kur'ân, Sünnet ve icmâ ile sabit olan şefaat, tevessül ve benzeri şeyleri kabul edip "Allah'tan başkasına dua edilmez; günahların afvedilmesi, kalblerin hidayeti bulması, yağmurun yağdırılması, bitkilerin bitirilmesi gibi Allah'tan başka kimsenin gücünün yetmediği şeyler yalnızca Allah'tan istenir" diyene gelince:

Bu söylediklerinde isabet etmiştir. Hattâ bu, müslümanlar arasında tartışmasız kabul edilen bir konudur.

Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"O kimseler bir fahşa yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı zikrederek günahları için bağışlanma dilerler. Günahları Allah'tan başka bağışlayacak kim vardır? Onlar yaptıkları (kötü) işlerde bile bile ısrar etmezler." (Âl-i İmrân 135)

"Gerçek şu ki, (Ey Muhammed) sen, sevdiğini hidayete eriştiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete eriştirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir." (Kasas 56)

"Ey insanlar, Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini anın. Gökten ve yerden sizi rızıklandıran Allah'ın dışında da bir başka yaratıcı var mı? O'ndan başka ibadete layık ilah yoktur. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz?"(Fâtır 3)

"Allah bunu ancak size müjde olması ve böylece kalblerinizin mutmainleşmesi için yapmıştır. Yardım ancak Aziz ve Hakim olan Allah katındadır." (Al-i îmrân 126)

"Siz ona (peygambere) yardım etmezseniz, Allah ona yardım etmiştir. Hani kâfirler ikiden biri olarak onu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına (Ebû Bekir'e) şöyle diyordu:
"Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir." Böylece Allah ona 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmişti, onu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, küfre sapanların da kelimesini
(küfür çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi ise, yüce olandır. Allah üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
" (Tevbe 40)

"Kitab ve Sünnet'te kabul edilenlerin kabul edilmesi, reddedilenlerin de reddedilmesi gerekir. Allah ve Rasulunün sözlerinde hangi şey red veya kabul edilmişse, ayniyle kabul edilmesi gerekir. Başkasının sözlerinde bu anlamlar bulunuyor ve sözünden neyi kasdettiği anlaşılıyorsa, sözünün hükmü kendisi için de geçerli olur. Değilse, ne kasdettiği kendisine sorulur.


Bazen, Allah ve Rasulunün sözleri açık anlamlar ifade ettiği halde insanlardan kimisi, onlardan Allah ve Rasulunün kasdettiklerinden farklı şeyler anlar. İşte böyle anlayanların anlayıştan kendilerine iade edilir."


Buna örnek, Taberânî'nin "el-Mu'cemu'l Kebir"inde aktardığı şu rivayettir:

Rasulullah (s.a.v.) yaşarken bir münafık vardı , mûminlere durmadan eziyet ediyordu.
Bir gün Ebubekir Sıddik (r.anh) dedi ki :
"Kalkın gidelim bu munafığa karşı Rasulullahtan yardım dileyelim".

Kalkıp Rasulullaha (s.a.v.) gittiler.
Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki :
Benimle yardım (istiğase) dilenilemez , Allah'tan yardım (istiğase) dilenilir.
(Taberânî'nin "el-Mûcemu'l Kebir)



UYDURMA BİR HADİSE

Yine bazı kabir sevicilerin kendilerine payanda yapabilmek için hadis olmayan fakat "bazı tarih kitaplarında geçen zayıf olayı" , sanki sahihmiş gibi aktarmaları aslında aleyhlerine delil olmaktadır. Şimdi bahsi geçen çarpıtılan olayı aktaralım ve hakiki yorumunu yapalım :

HADİSENİN HAKİKATİ

(Taberi tarihinde , İbn Esir tarihinde ve el bidaye ven nihaye isimli kitablarında aşağıdaki olayı nakledecekler. Orada birileri Rasulullah'ı aracı kılacaklar)


Ömer (r.anh)’in oğlu Asım diyor ki :
Ömer zamanında insanlara kıtlık geldi . Hayvanlar oldukça zayıfladı. Çölde yaşayan Muzeyne oğullarından bir aile gelip adamlarına dediler ki :
"Bizim açlığımızın ne dereceye vardığını görüyorsun , koyunlarından birini keste yiyelim" .

Koyunların sahibi dedi ki : "VAllahi koyunların üzerinde et diye bir şey yok".

Fakat onlar ısrar ettiler. Onlara bir koyun kesti . Soyduğunda kırmızı kemikten başka bir şey görülmedi .

İşte burada adam şöyle seslendi : “Ya Muhammeda (Yetiş ey Muhammedim)


Adam rüyasında gördü ki Rasulullah (s.a.v.) O'na geldi ve dedi ki : “sana yağmur yağacağını müjdeliyorum. Git Ömer'e , ona benden selam söyle ve de ki : “Ey Ömer , benim seninle yaptığım sözleşme oldukça sağlam sözleşmedir . Sen ahde vefakar birisin . İnsanlara iyi davran , iyi davran.”

Adam geldi Ömer' (r.anh)'in kapısına vardı ve kapıda bulunan köleye : “ sen Rasulullah için Ömer’den izin iste” dedi . (Yani ben Rasulullah adına geliyorum dedi)


Köle geldi Ömer’e söyleyince Ömer telaşlandı . Dedi ki : “bu gelen adamda herhangi bir işkence izi gördün mü?” Köle dönüp baktı döndü “hayır yok" dedi. “Bırak içeri girsin” dedi.
Adam içeri girdi haberi Ömer’e anlattı.
Ömer insanları camide toplanmaya davet etti. Minbere çıktı ve şöyle dedi : “Sizi İslam’a eriştiren Allah hakkı için söyleyin bana siz benden sizin hoşunuza gitmeyecek bir şey gördünüz mü?


Onlar da dediler “Allah için görmedik”. Ve devam ettiler “niçin böyle yaptın ya Ömer” dediler.

Ömer olayı onlara anlattı. Onlarda meselenin farkına vardılar , Ömer varamamıştı .


Dediler ki “Rasulullah’ın sana bunu söylemesi , kıtlık oldu yağmur için duada yavaş davrandın ondan olmuş olabilir. Gidelim yağmur duası yapalım”.

Ömer (r.anh) yağmur duasına çıktı. Kısa bir hutbe irad etti . Yine kısaca 2 rekat namaz kıldı sonra şöyle dedi : “Ey Allah’ım ; yardımcılarımız aciz kaldı, bizim gücümüz kuvvetimiz aciz kaldı , hatta kendimiz kendimize karşı aciz kaldık. Senin dışında herhangi bir halden diğer hale çevirecek veya bir şeye kuvvet yetiştirecek yoktur. Ey Allah’ım sen bize yağmur gönder , kulları ve memleketleri ihya et”.


Taberi Tarihi : C.4 , S: 99 ; İbn Esir Tarihi C.2, S:274 ; Bidaye ve’n Nihaye (Tarih) : C.7 , S:91.

************************************************** ********

Görüldüğü gibi Adam burada “va Muhammeda” (Yetiş Muhammedim) diyor.


Diyen adam kim ? Oradaki koyunların sahibi. Bu sahabe mi ? Değil !. Ama Ömer (r.anh) döneminde birileri. Bunun böyle demesi ne kadar isabetli ?

Böyle dediği niye bir hadis kitablarında yok ta Tarih kitaplarında zikrediyor ? Ne kadar doğru ? Böyle dedi mi demedi mi ?

Velhasıl , bunu delil getirerek Rasulullah’a “ey Muhammedim yetiş” dediğine göre “onun yüzü suyu hürmetine haydi haydi denilir , yetişte denir” gibi bize mesned olamaz.

Neye varıyoruz ; Demek ki Rasulullah’ın yüzü suyu hurmetine demek ihtilaflı. Bid’attir , değildir. Ama biz demeyelim bunu telafuz etmeyelim. Çünkü kimseden bu duyulmamış. Birileri de yapıyorsa yapma bunu diye uyaralım .


Hafız İbni Hacer, Ebu Salih es Semman’a kadar olan isnadının sahih olduğunu belirtmiş, kabre gelen adamın Bilal Bin Haris olduğunu belirtmiştir. (Fethul Bari(2/412)
Elbani , üç gerekçe öne sürerek bu rivayeti kabul etmemiştir;

1- Ravi Malik ed Dar’ın zabt ve adaleti maruf değildir, o mechul bir ravidir. İbni Hacer, Malik’in mechul oluşuna işaret etmiştir.

2-
Hadisin metni şeriatta mustehab olan istiska namazına ve bazı ayetlerin ifade ettiği dua ve istiğfara aykırıdır.


3- Rivayetin sahih olduğu kabul edilse bile bu konuda huccet olamaz. Çünkü rivayet ismi bilinmeyen bir adama dayanmaktadır. O da mechuldur. Seyf’in rivayetine dayanarak onun adının Bilal olduğunu söylemekte bir şey ifade etmez, zira seyf Bin Ömer et Temimi ittifakla zayıf bir ravidir…”


İbni Sa’d der ki; “Malik ed Dar, Ömer Bin Hattab’ın azadlısıdır. Cublan’lı, Himyer kabilesindendir. Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu anhuma’dan hadis rivayet etmiştir. Kendisinden de Ebu Salih es Semman rivayette bulunmuştur. O maruf idi.” (İbni Sad Tabakat(5/12)

İbni Hibban, onu güvenilir ravilerin ismini saydığı Sükat adlı eserinde zikretmiş, İbni Sa’d’ın verdiği bilgileri vermiş, hakkında menfi bir söz söylememiştir. (İbni Hibban Sukat (5/384 no;5312)
Lakin İbni Hibban hakkında cerh varid olmamış meçhul ravileri güvenilir saydığından, buna itibar edilmemektedir.
Hafız İbni Hacer de şunları söyler; Malik ed Dar diye bilinen zat, Malik Bin Iyad’dır ve Asrı seadete yetişmiştir. Muaz ve Ebu Ubeyde’den rivayetleri vardır. Kendisinden iki oğlu; Avn ve Abdullah rivayette bulunmuştur. Buhari Tarih’te Ebu Salih Zekvan tarikiyle Malik ed Dar’dan, Ömer radıyallahu anh’ın kıtlık senesindeki sözünü (muhtasar olarak) rivayet etmiştir. (Buhari Tarihu Kebir(7/304)
Aynı rivayeti tafsilatlı olarak İbni Ebi Hayseme de tahric etmiştir… İbni Sad onu Medineli tabiilerin ilk tabakası içinde zikretmiştir. Ömer ve Osman radıyallahu anhuma onu mali işlerde görevlendirmiş ve bu yüzden de ona Malikud Dar adı verilmiştir. Ali İbnul Medini’den rivayete göre o, Ömer radıyallahu anh’ın haznedarı idi.” (İbni Hacer El İsabe(6/274)

İbni Ebi Hatem der ki; “Malik ed Dar, Ömer radıyallahu anh’ın azadlısıdır. Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu anhuma’dan rivayeti vardır. Ondan da Ebu Salih es Semman rivayette bulunmuştur. Bunu babam(Ebu Hatem)'dan böyle işittim.” (İbni Ebi Hatem Cerh ve Ta’dil(8/213, no;944) Mizzi Tehzibul Kemal(22/624)
Malik ed Dar’ın meçhulul aynlık vasfı kalkmış, lakin meçhulul hal (mestur) sıfatı devam etmektedir. Nitekim Hafız Munziri de; “Malik ed Dar’ın durumunu bilmiyorum” der. (Tergib(2/29) Böyle bir ravinin rivayeti zayıf hadisler kapsamındadır.
Muhammed Bin Yahya ez Zuheli der ki; “Meçhul ravi, kendisinden iki veya daha fazla kimselerin rivayette bulunması ile meçhullükten kurtulur.”(İbni Raceb elHanbeli Şerhu İlel(1/82)

Hatib el Bağdadi de der ki; “Meçhul olan bir ravi, ilimle şöhret kazanmış iki ve daha fazla kimsenin kendisinden hadis rivayet etmesi halinde meçhul olmaktan kurtulur.” (Hatib el Kifaye Fi İlmir Rivaye(s.89) İbnu Salah Ulumul Hadis(s.113) Talat Koçyiğit Hadis Terimleri Sözlüğü(s.260)

Bu durumdaki bir ravi, meçhulül ayn olmaktan kurtulur, fakat meçhulül hal (mestur) olma vasfı devam eder
Bazıları, Ömer radıyallahu anh’ın onu mali işlerde görevlendirmesini, Malik ed Dar’ın hıfz ve adalet bakımından güvenilir oluşuna delil getirmek istemiştir. Lakin bu rivayetin metninde de belirtildiği gibi, o sadece yiyecek dağıtımında görevlendirilmişti.
Nitekim İbni Kuteybe der ki; Ömer Bin Hattab’ın azatlılarından biri de Malik ed Dar idi. Ömer radıyallahu anh ona bir ev vermişti ki, o bu evde halk arasında bir şeyler bölerdi.” (İbni Kuteybe Maarif s.129)
Ebu Ya’la el Halili de, “Malik ed Dar’ın kadim bir Tabii oluşunda ittifak edilmiştir” der ve Tabiin’in ondan övgü ile bahsettiklerini belirtir. Sonra bu rivayeti aktararak Ebu Salih’in Malik ed Dâr’dan rivayetinin mürsel olduğunu söyler. (Ebu Ya’la elHalili el İrşad Fi Marifeti Ulemail Hadis(1/313-316)

Nitekim Ebu Salih bunu tahdis sigası ile değil, an’ane ile rivayet etmiştir. Yani Ebu Salih’in Malik ed Dar’dan hadis işittiği şüphelidir.
Rasulullah (s.a.v.)’in kabrine gelen zatın isim olarak tesbiti konusunda İbni Hacer tarafından Seyf Bin Ömer’in rivayetine dayanılmasına gelince, asıl itibarıyla rivayetin sahih olarak tesbiti konusunda Seyf’in alakası yoktur.
Seyf Bin Ömer, sadece gelen zatın kim olduğu sualine cevap ararken devreye girmektedir. Lakin yine de bu adamın kim olduğu önemlidir. Zira kabre gidip yağmur duası istemek söz konudur.
Mesela Buhari’nin Tarihul Kebir’de Ebu Salih Zekvan tarikiyle Malik ed Dar’dan rivayetinde sadece; Ömer radıyallahu anh’ın kıtlık senesinde; “Rabb'im! Üstesinden gelemediğim şeyler hariç, çaba sarf etmekten geri durmuyor ve elimden geleni yapıyorum!” dediğini rivayet etmiş, kıssadan bahsetmemiştir. (Buhari Tarihu Kebir(7/304)



MÜSLÜMANLARIN TEVESSUL KONUSUNDA YANLIŞA DÜŞME SEBEBLERİ

1 ) En önemli sebeb takliddir. Taklid , bir kimsenin herhangi bir delile dayandırmadığı bir görüşünü , kabullenmektir. Bu şer’i açıdan yanlış bir tutumdur ve yasaktır. Mukallid , delilini bilmeden taklid ettiği kimsenin görüşünü aksi sabit olsa da bağnazca savunan kimsedir. Allah bir çok ayette bu tutumdan sakındırmıştır.

Onlara _ “Haydi , Allah’ın indirdiğine ve Rasule gelin “ dendiğinde derler ki _ “Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyler bize yeter.” Ya babaları bir şey bilmeyen , doğru yola ermemiş kimsele idiyse?...”(Maide 104)

Selef alimleri ve müctehid imamlar aynı şekilde taklitten sakındırmışlardır. Zira taklit , çekişme , zayıflık ve saflarda bölünme sebebidir . Bu nedenle bütün meselelerde tek bir kişiyi taklid eden bir sahabiye rastlamak mümkün değildir. Dört imam da bu görüşlerinde bağnaz bir tutum içerisine girmeyip kendilerine Allah rasulunün (s.a.v.) sahih bir hadisi ulaştığında derhal görüşlerini terk etmişlerdir. Ayrıca kullandıkları delilleri bilmeksizin kendilerini taklid etmekten başkalarını sakındırmışlar , şu ayetin manasını hakkıyla anlamış olduklarını ortaya koymuşlardır :
Size indirilene uyun. Ondan başkasını dost edinip de uymayın .Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz ! ..”(Araf 3)

2 ) Bir konuyu değerlendirirken ayet ve hadislerin bir kısmını alıp bir kısmını almamak. Bununla beraber, delil edindikleri ayet ve hadisler de , halbuki ne onların isbat etmek istediklerine delil olabilir, ne de görüşlerini destekler mahiyettedir. Ancak kesin olan şu ki ; onlar nasların delalet ettiği doğru tefsiri bilmiyorlar, ya da onları delalet ettiğinden çok uzak anlamlarla tevil ediyorlar. Şu ayette olduğu gibi :
Ey iman edenler ! Allah’tan sakının ve ona vesile arayın “ (Maide 35)

Bu ayette “vesile” den maksad , taat ve hoşnut olduğu amellerle Allah’a yakın olmaktır. Oysa bazı kimseler bu ayeti Allah’tan başkasından medet ummaya delil getirmektedirler. Bu , Allah’ın kelamını tahrif etmektir. Allah’ın emrettiği vesile , müfessirlerin ittifak ettiği gibi Salih ameller vasıtasıyla Allah’a yakın olma talebidir.

Yine hadislerden ise bazı kimselerin bahsi geçen “Yağmur Duası“ hadisinde . Ömer’in , Abbas (r.anhuma)’yla yaptığı tevessülü , Allah rasulüne (s.a.v.) yakınlığı nedeniyle zatiyle yapmış bir tevessül olarak değerlendirmeleri buna örnektir. Peki o zaman , Muaviye’nin ve diğer Müslümanların Yezid b. Esved el Curaşi ile yaptıkları tevessüle ne buyrulur ? … Curaşi dua eder etmez yağmur yağmaya başlamıştır. Bu konuya örnek olarak “Ama” hadisini de verebiliriz.

Ama’nın biri Allah rasulüne (s.a.v.) gelerek _ “Bana afiyet vermesi için Allah’a dua et “ der. Allah rasulu (s.a.v.) ona _” Dilersen dua ederim. Dilersen sabredersin. Bu senin için daha hayırlıdır “ der.

Ama' da _ “dua et” diye ısrarını bildirir. Bunun üzerine Allah rasulu (s.a.v.) ona güzel bir şekilde abdest alıp şu duayı söylemesini emreder._” Allah’ım sana peygamberin rahmet peygamberi Muhammed (s.a.v.) ile yöneliyorum. Ey Muhammed ! Hacetimin giderilmesi için seninle Rabbime yöneliyorum . Allah’ım ! Benim hakkımda onu şefaatçi kıl !



Hadiste görüldüğü gibi Allah rasulünden (s.a.v.) dua talebi vardır . Aynı zamanda Allah’ın peygamberinin duasını kabulu için “ama dua etmekte _” Allah’ım ! Benim hakkımda onu şefaatçi kıl “ demektedir .

3) Aslı astarı olmayan hatta bazen dinin asıllarıyla çelişen uydurma hadislerle ve Allah rasulune (s.a.v.) nisbeti kesinlik kazanmamış zayıf hadislerle amel etmek. Örnek olması sebebiyle birkaç tanesini buradaki ortama aktaralım.

Makamımla tevessülde bulunun. Şubhesiz Allah katında makamım büyüktür

Bu hadis (!) uydurmadır , batıldır.

“_Adem günah işleyince dedi ki _ Ya Rabb ! Muahmmed’in hakkı için senden beni bağışlamanı dilerim . Bunun üzerine Allah Teala _ Ey Adem ! Henüz yaratmadığım halde Muhammed’i nasıl biliyorsun ? diye sordu? Adem _ Ya Rabb ! Beni elinle yaratıp bana ruhundan üfleyince başımı kaldırdım ve arşın direkleri üzerinde şu yazıyı gördüm : La ilahe illAllah Muhammedur Rasulullah. Bildim ki Sen adının yanına ancak en sevdiğin kimsenin adını yazarsın .
Allah da şöyle buyurdu._ Seni bağışladım , Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım
.”

Uydurmadır.

Râvilerinden olan Abdurrahm an b. Zeyd b. Eslem hakkında İbn Hibbân şöyle der: «Hadis uydurmakla itham olunmuş, Leys, Malik ve İbn Lehi’a üzerine hadisler uydurmuştur. Dolayısıyla imâm ez-Zehebî rivâyet hakkında uydurma ve batıl derken, İbn Hacer el-Askalânî de ona katılır.

Zehebi, bu hadis hakkında: ''Hadis uydurmadır. Abdurrahman yalancıdır. Ve Abdullah İbni Meslem el-Fahri'nin kim olduğunu bilmiyorum'' demektedir.

Mizan'ul-İtidal'de bu hadis için ''batıl bir haberdir'' denilmektedir.

Beyhaki Delail Nübüvve'de ''Abdurrahman İbni Zeyd İbni Eslem zayıf ravilerdendir'' der.

El-Elbani bu hadisi aktardıktan sonra '' Sonuç olarak ben derim ki: Bu hadisin Peygamber (s.a.v.)'den aslı yoktur. Bu hadise iki muhterem hafız -Askalani ve Zehebi- batıl hükmü vermiştir.(Zayıf Hadisler Silsilesi 1/hadis no 25) diyerek hadisi eleştirmektedir.

Şeyhul İslam İbni Teymiyye (rahimehullah): ''Hakim bu rivayeti sahihi sakimden (zayıf) ayırma babının girişinde aktarmakta ve Abdurrahman İbni Zeyd İbni Eslem'in babasından rivayet ettiği hadisler uydurmadır'' demektedir.

El-Saganiuydurulmuş” dedi.( El-Sagani El-Hadis El-Mevzuat sy.7) Elbani de aynı şeyi söylemiştir. (Silsile el-Zayif 1/450 no 282)

El Acluni Uydurma olduğunu söylemiştir (el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, II, 214.)

Şeyh Molla Aliyyul Kari "Zayıftır ama anlamı doğrudur… ” (Aliyyul Kari El-Esrar El-Merfuat sy 67-68) der ve şu iki hadisi bu görüşüne delil getirir:


a. İbn Esakir tarafından nakledilen hadis ”sen olmasaydın dünya yaratılmazdı.” İbni Cevzi bunu nakletti ve şöyle dedi ”uydurulmuştur” (İbni Cevzi El-Mevzuat 1/288) ve Suyuti’de aynı şeyi söylemiştir. (Suyuti El-Laai 1/272)

b. Deylemi’den nakledilen bir hadis ”Ya Muhammed! Sen olmasaydın Bahce (cennet) yaratılmış olmazdı ve Sen olmasaydın ateş (cehennem) yaratılmış olmazdı.

ElBani derki ”Deylemi’den hadisin sahih olduğunu ortaya koymadan gerçekliğini onaylamak doğru olmaz ki Hiç bir alimin bu konu üzerinde durmuş olmasına rastlamış değilim… Deylemi’nin bunu aktaran tek kişi olması benim için bu hadisin zayıf olduğuna inanmak için yeterlidir, dahası Musned’inde (Deylemi Musned 1/41/2) rastladığımda zayıf olduğuna inandım. (El Elbani Silsile El-Zayıf 1/451, Hadis no: 282)




Yukarıdaki sözün uydurma olduğuna bir delil de yine başka bir rivayetten ! Akıl sahiplerini çelişkiyi görmeye davet ediyorum :

Adem (a.s.)’ın Nebî (s.a.v.)’i, kendi yaratılışından sonra cennette iken yer yüzüne inmesinden bilmesidir. Halbuki zayıf, ancak daha iyi bir senedle gelen başka rivayette:

Adem (a.s.) Hindistana iner ve yanlızlık hisseder, bunun üzerine Cebrâil inerek; Allâhu Ekber, Allâhu Ekber, Eşhedu En Lâ İlâhe İllallâh (iki defa), Eşhedu Enne Muhammeden Rasûlullâh (iki defa) deyip ezan okur.
Adem şöyle der: «Muhammed de kim»? Cebrâil: «Peygamberlerden son oğlundur» der.
İbn Asâkir (1/323/2).



Râvilerinden Ali b. Behrâm bilinmemekte, diğer bir râvi olan Muhammed b. Abdullâh b. Süleyman aynı şekilde bilinmemektedir.


Bir önceki rivâyette Âdem (a.s.) daha cennette iken Peygamber (s.a.v.)’i tanıyordu, bu ikinci rivayette ise, Âdem (a.s.) yer yüzüne indiği halde Muhammed (s.a.v.)’i tanımamıştır.

Bununla birlikte Allah (c.c.) Her şeyi bilmiyormuş gibi Adem (a.s.)’in Muhammed (s.a.v) adını nerden gördüğünü bilmiyor da yarattığı Adem’e sorarak cehaletini gideriyor (haşa! Summe haşa)

Son Olarak :

Muvahhid bir kula düşen , kişiyi büyük şirke , küçük şirke veya haram olan bid’ate düşüren bid’at tevessül türlerinden sakınmaktır . Zira bu , duada haddi aşmaktır , ve duanın karşılıksız kalmasını gerektirir. Çünkü Allah azze ve celle ancak şer’i ölçüler içerisindeki duaları kabul eder. Ayrıca mûmin kul ,dualarını Kur’an ve sünnetten seçmeye özen göstermelidir. Zira bu kabul edilme açısından daha güvenilirdir ve de kişiye sevap kazandırır.

Bir hadiste _ “haramlar bellidir , helaller bellidir. Birde ikisi arasında şubheli şeyler vardır . Bunlardan sakınmayan tehlikeye girer “ manasındaki hadisi şerife göre bile en azından hareket etmenizi , görüyorsunuz ki Bid’at olan tevessulleri en azından ben bunlardan beriyim diyerek reddetmenizi bekleriz.

Allah’ım ! Güzel isimlerin yüce sıfatların ; sana olan imanımız , Rasulüne duyduğumuz sevgi ve sünnetine olan bağlılığımız ; ancak senin rızanı gözettiğimiz Salih amellerimiz ve içimizden Salih kimselerin duasıyla sana yakınlık umar ; bizleri yolunda çaba gösteren , yoluna çağıran Peygamberinin (s.a.v.) sünnetine bağlı , haktan ayrılmayan muvahhid kimseler kılmanı , bizi düşmanlarımıza gâlib getirip aziz dinin İslam’ı yüceltmeyi bizlere nâsib etmeni Senden dileriz


İlgili Konular:



CAİZ VE ŞİRK OLAN TEVESSUL, İSTİĞASE VE ŞEFAAT
https://www.islam-tr.org/konu/caiz-ve-sirk-olan-tevessul-istigase-ve-sefaat.7356/

KABİRPEREST VESVESELERİNE İLAÇ
https://www.islam-tr.org/konu/kabirperest-vesveselerine-ilac-turbe-tevessulculerine-reddiye.9393/
 
Üst Ana Sayfa Alt