Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Prof. Dr. İbrahim Sarmış Hakkında....

toprak56 Çevrimdışı

toprak56

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Selamun aleykum.

1- Şeytan Üçgeni Bid'at - Tevessül - Şefaat
2- Rivayet Kültürü ve olumsuz kadın algısı

Yazarın bu kitaplarını okuyan varmı?
Recm'den tutun ( Cevaz vermiyor ) , Hadis Qur'ana ters olmadığı müddetçe sahihtir. Mantığı çıkıyor kitaplarından.

Bu yazar hakkında bilgisi olan varmıdır?

Selamun aleykum.
 
ibnikayyim Çevrimdışı

ibnikayyim

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Kitapları okumadım ama burnuma hiç iyi kokular gelmedi.....ebu eslem akhi.....cezeekAllahu khayran.....bizler ehli sünnet vel cemat üzereyz inşeeAllah
 
N Çevrimdışı

Necmettin

Üye
İslam-TR Üyesi
Yazar Arap asıllı, Arap edebiyatı mezunu.Rivayet kültürü kitabını aldım, keşke almaz olaydım.Yazar oryantalistlerin, feministlerin dillerine doladığı kadınlarla alakalı tüm rivayetleri usulsüz birşekilde reddediyor.Naklin akıldan önce geldiğini inkar ediyor.Alaaddin Palevi hocanın bir kitabı var "İstismar edilen kırk hadis" diye.Sarmışın aklına uymadığı için kabul etmediği birçok hadisi ayrıntılarıyla birlikte açıklıyor.
 
N Çevrimdışı

Necmettin

Üye
İslam-TR Üyesi
Estağfirullah, "İstismar edilen kırk hadis" değil "Peygambersiz bir din-Akılcılık akımlarına reddiye" adlı kitabında var bu dediklerim...
 
N Çevrimdışı

Necmettin

Üye
İslam-TR Üyesi
Alaaddin Palevi hocanın kitabında bunların birçoğu var.Eğer o hadisin uydurma olduğunu düşünüyorsanız rivayet zincirindeki ve sıhhatindeki metodolojik aksaklığı göstermek zorundasınız.Önceki alimlerin yöntemi buydu...
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
EbuEslem, Şia'yı nasıl (akide olarak) görüyorsun.
Anlaşılıyor ki, Recm dahil pekçok sahih hadisi, reddediyorsun. Doğru mu anlaşılmış?
 
toprak56 Çevrimdışı

toprak56

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Sevgili kardeşim. Bu hadislerin sahih olmadığını farzedelim. Peki Ehli Sünnetin icma ile sabitlediği RECM hakkında ne diyeceksiniz?
Bu örnekleri çoğaltabiliriz tabiki.
 
toprak56 Çevrimdışı

toprak56

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Anladığım kadarıyla; "Hadis Qur'ana uygun olduğu müddetçe sahihtir" anlayışı var. Ravisi varmış yokmuş birşey ifade etmiyor sanırım. Eğer yanlış düşünüyorsam düzeltiniz. Vesselam
 
N Çevrimdışı

Necmettin

Üye
İslam-TR Üyesi
Kur'anın yüzde yüz kesin kaynak olduğunu hangi yoldan düşünüyorsanız aynı yoldan sünnetin de kesin kaynak olduğunu düşünmeniz gerekirdi.Zira biz kur'anın değişmediğini, onlarca hafız tarafından ezberlendiğini vs. aynı kanallar aracılığıyla biliyoruz.Tersi de öyle...Eğer sünneti mezheplerin ittifakıyla sınırlandırırsanız kur'ana muhalefet etmiş olursunuz.Bu din eksiksiz birşekilde yaşanırsa ancak islam olabilir.Ya da kur'ana uygun olanlarla amel edilir derseniz şu soruyu cevaplamanız gerekiyor.Kur'ana uygun olup da uydurma olan birçok hadis var, onları ne yapalım?...
 
toprak56 Çevrimdışı

toprak56

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Sadece Quran bize yeter mantığı çıkıyor burdan.
Cenaze namazı kılmak o zaman gereksiz.
Sünnet olmak anlamsız.
Sakal bırakmak yersiz ( yakışıklılığımı bozuyor )
Namazın nasıl kılındığını bize nakledenlere güvenmiyorum. Çünki onlar arada eklemeler yapmış olabilir. O zaman Namaz Derken "DUA" anlıyorum. Namaz kılmama gerek yok.
Darul harb fe Darul islam kavramı diye birşey yok.
.......
......

Daha çok yazardım ama :), Yukarıdaki yazılar bana Yaşar Nuri gibi adamları hatırlatıyor.
Üç kişiden korkacaksın;
1- Dağdan inme Cahil
2- Sonradan Görme
3- Dinden Dönen...

Necip Fazıl KISAKÜREK.
 
toprak56 Çevrimdışı

toprak56

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
İyide arkadaşım hangi hadisin sahih olduğunu neye göre tespit edeceğiz?
Buharide geçen hadis size ters, aynı buharide geçen hadis ise sahih. Mantığa yatıyorsa sahih değilse sahih değildir.
Benimde Mantığıma Sakal bırakmak ve Cenaze namazı kılmak mantıklı gelmiyor ( Haşa ). Ölmüş adamın namazı neden kılınır?
Kuranı nakleden sahabe Hadisleri nakletmemişmidir?
Hadis Usullerini neye göre takip edeceğiz.?? Sevgili ALİM Kardeşim....
Usulunuz nedir? Açıklayında bilelim..
 
eL_Muhacir Çevrimdışı

eL_Muhacir

İlimsiz Mucâhid, kâtil; Cihâdsız âlim, belâm olur
Frm. Yöneticisi
ebu eslem sen neyin derdindesin hadis inkarcısı

buhari muslimin sireti aç ta oku senin gibi kimselerden hadis alınır mı alınmaz mı ? ilk önce bi kendinden sorgula

neymiş efendim neden yazdırılmamış hadisler dinin aslı değil miş ?ağzından çıkanı kulağın duymuyor sanırım

sen nasıl namaz kılıyon merak ediyom hadisler diinin aslı değil se ! sen nasıl bir uygulama içinde isen artık düşünemiyom

o zaman ki sahabeler hadis ilminin uygulayıcısı olduklarından dolayı yazdırma gereği duymamışlar hatta kuran kerim bile parmakla sayılacak kadar var dı nitekim o zaman ki sahabeden çoğu kurra idi hafız dı

bir savaşta şehid oldukları hasebi ile halife mushafın çoğaltmasını istemiştir.
 
eL_Muhacir Çevrimdışı

eL_Muhacir

İlimsiz Mucâhid, kâtil; Cihâdsız âlim, belâm olur
Frm. Yöneticisi
bu bir iftiradır helallik istemediğiniz sürece de mahşerde önünüze gelecektir hiç şüpheniz olmasın.

Ya okuduğunuzu anlamıyorsunuz ya da okuyor sonra yazana kadar unutuyorsunuz.

senin nasıl hadis ilmini anladığını biliyorum ben
 
eL_Muhacir Çevrimdışı

eL_Muhacir

İlimsiz Mucâhid, kâtil; Cihâdsız âlim, belâm olur
Frm. Yöneticisi
bunun taasub ile alakası yok

aişe (r.a)annemizin olayına bakışın ve hadislerin dinin aslı olmadığını idda eden sendin bi önce ki mesajında

şimdi ise bu cevabında izlediğim yol bu diyorsun

söylediklerinle çelişiyorsun sen !

hadis ilmini öğrenen bir kimse neyin ne olduğunu anlar

ben şahsen çok az buna vakıf oldum ve imkanım olmadığını için devam ettiremedim bazı sebeplerden dolayı

tek şunu diyorum minimum 2 ay ders görmeme rağmen

hadise başlamadan önce hadis alimlerin hayatları,hadis alış usulleri,ilme olan saygıları,ravileri,senetleri, daha bir çok şey öyle ayrıntılar vardı ki aklımda değil yani bir hadis pasif bir insanın sözü gibi değil.bunları ayıklandıkça ayıklanmış nitekim niyeti halis olan kimseler bile hadis uydurmuş sebep kuranın üzerinde daha çok durulsun diye ama uydurma
 
A Çevrimdışı

Abdullah Yusuf

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Ebu eslem hadis inkarcısı isen ki muhtemeldir recm mevzusuna girmek istemeyişinden anlaşılıyor ( Allah a havale ediyorum seni)

çok değil sana bir ayet ve hadis yazıyorum

Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, peygambere ve sizden olan yöneticilere itaat edin. Nisâ / 59

Rasulullah sav söyle buyurdu: “Her kim bana itaat ederse, o, Allah’a itaat etmis olur. Her kim de bana isyan ederse, Allah’a isyan etmistir. (Buhari)

aklın alıyormu Allah c.c. bu dine zarar verecek olan bı duruma musaade etsın , ümmet bu konuda hadıslerı kur'ana eşdeğerde tutma konusunda ıttıfak etsın
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Ebu Eslem; Rasululah (s.a.v.)in bir şeyi haram veya helal kılma yetkisi yok mudur?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Hadis konusunda Fitneye düşmüş EbuEslem. Hadis ilmine mantıkla yaklaşarak karşı çıkılmaz. Hadis usulu gereğince nesh olunmuş olabilir ki, bunu art niyetin sebebiyle gizleyip, bir kaç hadis-i şerifteki vakıa sebebiyle, hadisleri aşağılıyor, zem ediyorsun. Diğer bir mesele, sahih Hadis-i şerifleri delil kabul eden bizler, Hadisi şerif karşısında fitneye düşen sizler gibi, Kur'anı Kerimi nefse göre yorumlamaz, Rasulullahın açıkladığı şekilde yorumlarız.



Vahiy Yönünden Sünnet:


Şunu iyice belirtmek isterizki, sünnet hiç şüphesiz vahy mahsuludur. Hiç mümkün müdür ki, Kur’an-ı Kerim vahy olsun da, hükümlerinin beyanı ve buna göre uygulama şekli beşeri bir keyfiyete bırakılmış olsun. Böyle bir eyleme müsade edilseydi, vaz edilen hükümlerin vahy olmaktan çıkması için yeterli bir sebep olurdu ki, buda uygulama şekliyle beraber Allah’ın (c.c.) dini olmazdı. Halbuki sünnetin vahyiliğini ispatlayan bir çok deliller mevcuttur. Bunları sırasıyla görelim.

1. Kur’an-ı Kerimdeki deliller:

a) Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerimde: “Ey Peygamber hanımları, evinizde okunan ayetleri ve hikmeti hatırlayınız” (Ahzab 34) buyurmaktadır.
Ayet-i Kerime’den anlaşıldığına göre hikmet, ayetlerden ayrı birşeydir ve okunmaktadır. Buradaki hikmetin sünnetten başka birşey olması düşünülemez.

b) “Biz sana kitabı ve hikmeti indirdik ve bilmediklerinide öğrettik”. (Nisa 113)
İkinci ayet-i Kerimede ise, hikmet Kur”an gibi indirilmektedir. Öyleyse sünnetin karşılığı olan bu hikmet anlaşıldığı üzere vahyedilmektedir.

c) “Ey Peygamber (s.a.v.) acele etmek için dilini hareket ettirme, onun (Kur’an) toplanması ve okunması bize aittir”. Biz sana onu okuduğumuz zaman onun kıraatına tabi ol, ondan sonra onun açıklanması yine bize aittir” (Kıyyame 17 - 19)
Burada çok açık bir ifade ile Cenab-ı Hak, vahy yoluyla Kur’an-ı Hz. Peygamber’e ilka ettirdikten sonra, yine o Kur’anın açıklanmasını Peygamber vasıtasıyla ona ait olduğunu vurgulamıştıe. Böylelikle Kur’an’ın beyanı olan sünnetinde vahy yolla geldiği anlaşılmaktadır.

d) “Biz sana, insanlar arasında Allah’ın gösterdiği şekilde hükmedesin diye Kitabı indirdik” (Nisa 105).
Yine bu ayeti Kerime’de Allah (c.c.), indirmiş olduğu kitabı, Peygamber (s.a.v.)’e gösterdiği şekilde hükmede bilsin diye gönderildiğini bildirirken Kur’anı Kerim’e izafeten hüküm verme şekli Allah tarafından gösterilmesi, yine sünnetin vahyi mahsülü oluşunu gösterir.

e) “Eğer bir şeyde çekişirseniz, onu Allah’a ve Rasulu’ne havale ediniz” (Nisa 59) demesiyle, ihtilaf ve çekişmenin bu iki vahyin dışında olduğunu ve bunun ancak vahyi mahsülü olan kaynaklarla çözüleceğini bildiriyor. Eğer sünnet vahyi olmayıp Kur’an’ın beşeri bir yorumu olsaydı, beşerin ihtilafinı çözmek için ona havale etmezdi. Bilakis Kur’an’ın vahyile yetinirdi.

2) Sünnetten deliller:

a) Rasulullah (s.a.v.): “Size Allah (c.c.)’ın kitabı ve onun elçisinin sünneti olmak üzere iki şey bıraktım. Onlara sarıldığınız müddetçe ebediyyen sapıklığa düşmeyeceksiniz" (el-Hakim, Mustedrek; Malik, Muvatta)sözüyle Kur’an ve sünnetin, dinin iki temel vahyi kaynağı olduğunu vurgular. Çünkü sünnetin Kur’andan sonra kendisine sarıldığında sapıtmama garantisi olarak gösterilmesi, ancak vahyi ve hidayet kaynağı olmasıyla izah edilebilinir.

b) Hz. Peygamberin, “Haberiniz olsun, bana Kur’an ve onunla birlikte misli verildi” ( Ebu Davud, Sünen, no 4604)demesi, sünnetin vahyi yönüyle Kur’anın mesabesinde olduğunu gösterir.

c) Evzai (öl.187) Hasan b. Atiyye’den şöyle dediğini nakleder: “Vahy, Rasulullah’a (s.a.v.) inerdi. Onu tefsir eden sünneti de ona Cebrail getirirdi” (Darimi)
Diğer bir rivayette ise, “Cebrail Rasulullah’a (s.a.v.), aynen Kur’an-ı indirdiği gibi sünnetide indirdi ve ona Kur’an-ı öğrettiği gibi onu da öğretirdi” (es-Suyuti, Miftahu’l-Cenne) gibi, Selef’ten nakledilen rivayetlerde sünnetin ne şekilde vahyedildiği belirtilmiştir.
Bununla beraber Kur’an’dan ayrı olarak vahyedilen sünnetin Kur’an-ı beyan etmesi dışında, sünneti bize öğreten Hz. Peygamberin, bir beşer olarak, dünya görüşüne sahip olması gerekir. Buna ek olarak bazı beşeri hallerinin bulunması da beşer olduğunun bir göstergesidir. Bunların vahy dışında kalması gayet tabiidir. Binaenaleyh Nebevi sünnetin, nelerin vahiyden olduğu ve nelerinde vahyin dışında kaldığını bilmek için bir ayırıma gitmemiz kaçınılmazdır. Bu ayırım da şöyledir:
1. Peygamber olarak Hz.Muhammed (s.a.v.)
2. İnsan olarak Hz.Muhammed (s.a.v.)
Bu şekilde yaptığımız ayırımının delili, şu ayeti kerimede yer almaktadır: “ Ey Rasulum, deki; “Ben de sizin gibi bir beşerim, ancak bana vahyolunuyor” (Kehf 110).
Görüldüğü gibi, ayetin birinci kısmı onun insan olma yönünü, ikinci kısmı ise, kendisine vahyedilmesi hasebiyle Peygamber olma yönünü ele almaktadır. Dolayısıyla Hz. Peygamberin sahib olduğu bilgiyi böylelikle ikiye ayırıyoruz: Bunlarda vahye dayanan bilgiyle, yaşadığı toplumdan aldığı, tecrübeye dayanan bilgidir.
Bu bağlamda vahye dayalı sünnet içerisine giren ve girmeyen sahaları görelim.

a) Vahyin içine giren sahalar:

1) Helal ve Haramlar
2) İbadetler
3) Ukubat (hadler)
4) Muamelat (akidler)
5) Ahlaki konular
6) Akideye ve gaybiyata ait konular
7) Hz. Peygamberin (s.a.v.) hususi halleri
Bu gibi sahalar veya konular Kur’an-ı Kerim’de geçmesine rağmen bunların tafsilatı ve beyan edilmesi sünnete bırakılmıştır. Ayrıca sünnet, Kur’anda geçen bu konularla ilgili müstekil hükümler getirme yetkisine sahip olmuştur.

b) Vahyin dışında kalan sahalar:

1) Yaratılışla ilgili haller. (Bunlar beşeri hallerdir. Oturup kalkma, yeme içme, nefsi ve bedeni ihtiyaçlar ve benzeri durumlar)
2) İstişareye açık konular. (Hakkında her hangi bir nas gelmemiş ve müslümanların müşaveresine bırakılmış idari ve içtimai konular)
3) Kaza-i hükümlerde hakimin tasarrufları. (yani içtihadları)
4) Dünya işleri. (Ordu tanzimi, ziraat işleri, eğitim metodları, tıbbı müdahaleler ve tedavi usülleri, yeni teknolojiden istifade etme ve tecrübeye dayanan uygulamalar)
Bunlara delil olarak, hurma ağaçlarını aşılama kıssasında “Siz dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz” (Sahih i Muslim) demesiyle Hz. Peygamber, bunları vahyin dışına çıkarmıştır. Yine başka bir delilde; Bedir savaşına giderken Peygamber (s.a.v.)’in orduyu indirdiği mevkiinin vahye dayanmadığını öğrenen ve akabinde Peygamber (s.a.v.)’in; “Harp hileden ibarettir.”demesinden ve bunun kendi görüşü olduğunu beyan etttikten sonra; Hubab b. el-Munziri’nin itirazı dolayısıyla Hz. Peygamberin ordunun mevkii değiştirmeleri” (Siretu’bni Hişam, ) gibi rivayetler açıkça bu gibi sahaların vahyin dışında kaldığını göstermektedir.
Ancak mezkur sahalar her ne kadar vahyin dışında kalıp, bunların tasarruf ve uygulanmasında ferd ve topluma muhayyerlik verilmişse de bazı durumlarda şer’i müdahale söz konusu olabilmektedir. Şayet mubah olan işlerden biri, vahyile ilgili bir hükümle bağlantısı olursa, şer’i hükmün gereğini uygulamak durumundayız. Örneğin; yeni teknolojinin nimetlerinden biri olan internetin faydalı ve müsbet yönlerinden istifade ederken, zararlı ve menfi yönleri bizi, şer’i bir mahzurla karşı karşıya getirebilir. Dolayısıyla bu bağlantıyı çok iyi kurmak zorundayız.





Sünnetin Hüküm Kaynağı Olduğunu Gösteren Deliller:


Sünnetin, Kur'ân-ı Kerim'den sonra, ikinci asli delil olduğunda görüş birliği vardır. Bu yüzden Hz. Peygamber'e nispeti sabit ve sahih olan sünnetin gereğine göre amel etmenin vücubu üzerinde bütün bilginler ittifak etmiştir.
Onlar bu konuda Rasûlullah (s.a.v)'a itaatı emreden, onu sevmenin Cenab-ı Hakkı sevmek olduğunu bildiren, ona karşı gelenlere şiddetli tehditler bildiren âyetlere dayanırlar. Bu âyetlerden bir kaçı şunlardır:
"Âllah'a itaat edin, Rasûle itaat edin ve kötülüklerden sakının" (Mâide: 92).
"Kim Rasûle itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur" (Nisâ': 80).
"Peygamber size ne verdiyse onu alın ve size neyi yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir" (Haşr: 7).

"De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir." (Âlu İmrân: 31).

Anlaşmazlıklarda Hz. Peygamber'in hakem yapılıp, vereceği karara uyulması gerektiği şöyle belirlenir:

"Hayır, Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar." (Nisâ: 65).

Allah’ın hükmü gibi, Hz. Peygamber'in sünnetinin de bağlayıcı olduğu ve bunlara dayanan bir hükme karşı gelmenin sapıklık sayıldığı şöyle tespit edilir:

"Allah ve Rasûlu bir işte hüküm verdiği zaman, artık mü'min bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Rasûlune karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur" (Ahzâb: 36).

Rasûlullah (s.a.s)'in emrine aykırı davranmanın sonuçlarına bir âyette şöyle yer verilir:
Bu yüzden onun (Allah Rasûlunün) emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok acı bir ozap isabet etmesinden sakınsınlar" (Nûr: 63).

Hz. Peygamber'in hayatında ve vefatından sonra ashab-ı kiram onun sünnetine uymak gerektiğinde birleşmişlerdir. Sahabe, Allah elçisinin emir ve yasaklarına uyuyor, helal dediğini helal, haram dediğini haram olarak kabul ediyordu.
Nitekim Muaz b. Cebel (r.a) Yemen'e vali olarak giderken, orada; Allah'ın kitabı ile hüküm vereceğini, bunda bulamazsa Rasûlünün sünnetine başvuracağını belirtmiştir. Bunu işiten Hz. Peygamber'in rızasını açıkladığı nakledilir. (Tirmizi, Ahkâm: 3; Ahmed b. Hanbel, Musned: 5/230, 236, 242; Şâfıî, el-Ümm, 7/273 )
Diğer sahabiler de, herhangi bir mesele hakkında Kur'ân'da bir hüküm bulamadıkları zaman Hz. Peygamber'in sünnetine başvuruyordu. Hz. Ebû Bekir, bir olay hakkında bildiği bir hadis yoksa, bunu sahabe topluluğuna arz eder, o konuda bir hadis bilenin olup olmadığını öğrenmeye çalışırdı. Hz. Ömer'in, tabiîlerin ve bunları izleyen Tebe-i tâbiîn'in metodu da böyledir.
Kur'ân-ı Kerîm'de, Peygamber (s.a.v)'in Allah'tan vahiy alarak konuştuğu belirtilir.
"O, kendiliğinden konuşmamaktadır. O'nun konuşması ancak indirilen bir vahiy iledir" (Necm: 3, 4).

"Sana Allah'ın bol nimet ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir takımı seni saptırmaya çalışırdı. Halbuki onlar, kendilerinden başkasını saptıramazlar, sana da bir zarar veremezler. Allah sana Kitap ve Hikmeti indirmiş ve bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana olan nimeti büyüktür." (en-Nisâ': 4/113).

Diğer yandan Kur'ân âyetleri, Hz. Peygamber'e iman edilmesini açıkça bildirir. Şu âyette Allah'a ve Rasûlune imanın yan yana zikredildiği görülür:

"Âllah'a ve okuyup yazması olmayan (ummî) Peygamber'e iman edin; o Peygamber de Allah'a ve O'nun sözlerine iman etmiştir ve ona uyun ki hidayete eresiniz." (A'râf: 158).
Başka bir âyette de şöyle buyurulur:
"Âllah ve peygamberine iman eden mü'minler peygamberlerle birlikte bir işe karar vermek için toplandıklarında, ondan izin almaksızın gitmezler." (Nûr: 62)



Sünnetin Kitab'a Göre Yeri ve Fonksiyonu:


Kitap ve sünnette yer alan hükümler karşılaştırıldıkları zaman şu dört şekil ile karşılaşılır:

1. Sünnet, Kur'ân'daki hükmün aynısını getirir, böylece onu destekler ve güçlendirir. Bununla aynı konuda iki delil oluşur. Biri hükmü tespit eden esas delil, diğeri ise teyit edici sünnet delilidir. Örnek:
Kur'ân'da; "Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Karşılıklı rızaya dayanan ticaret yoluyla olması bunun dışındadır." (Nisâ: 29) buyurulur.

Aynı konuda ki şu hadis yukarıdaki âyeti teyit etmektedir:
"Müslüman bir kimsenin malı, (başkasına) onun gönül hoşnutluğu olmadıkça helâl değildir." (Ahmed b. Hanbel, Musned: 5/72)

Aşağıdaki âyette hadis arasında da benzer teyit ilişkisini görmek mümkündür. Âyette; Îşte, Rabbin zulmeden beldelerin halkını yakaladığı zaman böyle yakalar. Çünkü onun yakalaması çok acı ve çetindir." (Hûd: 102) buyurulur.

Şu hadis aynı anlamı destekler:
Allah zâlime mühlet verir, sonunda onu cezalandırınca da artık iflah olmaz" (Buhârî, Tefsîrul-Kur'ân: 2/5; İbn Mace, Fiten: 22)

2. Sünnet, açıklanmaya muhtaç Kur'ân âyetlerine açıklayıcı hükümler getirir:
Sünnet, Kur'ân'ın mücmel veya müşkil olan yani kapalı ve anlaşılması güç olan lafızlarını açıklar.
Meselâ; “Namazı kılın, zekâtı verin" emrinde namaz ve zekâtın neden ibaret olduğu, şartları, miktar ve ifa şekilleri yer almaz. İşte mücmel olan bu terimler sünnet tarafından açıklanır. Yine; "Ramazanda sabahın beyaz ipliği siyah iplikten ayrılıncaya kadar yeyin, için" (Bakara: 187).
Hz. Peygamber buradaki beyaz iplikten sabahın aydınlığının, siyah iplikten gecenin karanlığının kastedildiğini bildirmiştir.
Sünnet, âmm (genel anlam ifade eden) lafızların hükmünü tahsis eder. Âyette; Bunların dışında kalanlar size helal kılındı" (Nisâ: 24) buyurulur.
Şu hadis, yukarıdaki âyeti tahsis etmiştir; "Kadın, halası, teyzesi, erkek veya kız kardeşinin kızı üzerine nikâhlanamaz. Bunu yaparsanız, hısımlık bağlarını koparmış olursunuz.” (Buhârî, Nikâh: 27; Muslim, Nikâh: 37, 38)
Mutlak lafzı tahsis eder: Âyette şöyle buyurulur: "Hırsızlık yapan erkek ve hırsızlık yapan kadının ellerini kesin" (Mâide: 38).
Burada sağ elin mi sol elin mi kesileceği belirtilmemiştir. İşte sünnet bunu "sağ eli ve bilekten kesme" şeklinde kayıtlamıştır.

3. Sünnet, Kur'ân'da yer alan bazı hükümleri nesheder, meselâ; "Birinize ölüm gelince, eğer bir hayır bırakacaksa, anaya, babaya, yakınlara münasip şekilde vasiyette bulunmak, Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur." (Bakara: 180).
Bu âyetin hükmü; "Varise vasiyet yoktur" (Buhârî, Vasâyâ: 6; Ebû Dâvud Vasâyâ: 6) hadisi ile neshedilmiştir.

4. Sünnet, Kur'ân'da bulunmayan meseleler hakkında hükümler getirir. Ninenin miras hakkına sahip oluşu, fıtır sadakası ile vitir namazının vacip oluşu, "muhsan" olarak zina edenin recm edilmesi, "âkile"nin diyete katılmakla yükümlü tutulması gibi hükümler Kur'ân'da olmayan, fakat sünnetle getirilen hükümlerdendir.(Z. Şa'ban, a.g.e., s. 85 .)
Yine bir kadını hala veya teyzesi ile bir nikâh altında birleştirmenin yasaklanması, azı dişli yırtıcı hayvanların ve pençeli kuşların etlerinin haram kılınması, erkeklere altın takmanın ve ipekli giymenin yasaklanması sünnetle sabit olmuştur.
Kur'ân'da yalnız süt ana ve süt kardeş için konulan evlenme yasağının kapsamı (Nisa 23), "Neseb ile haram olan süt ile de haram olur" hadisi ile (Buhârî Şehadât: 7; Muslim, Radâ: 1) genişletilmiştir.

İmam Şâfiî, er-Risâle adlı usûle dair eserinde, sünnetin üç türlü olduğuna karşı çıkan bir ilim adamı bilmiyorum, dedikten sonra bu üç hususu şöyle belirtir.

1) Allah Teâlâ bir konu hakkında âyet indirir. Hz. Peygamber de Kur'ân'ın bildirdiğini olduğu gibi açıklamıştır.

2) Allah'ın indirdiği mücmel olur ve Allah elçisi bundan Yüce Allah'ın kasdettiği anlamı açıklar.

3) Kitapta yer almayan bir konuda Allah'ın elçisi hüküm koyar. Çünkü bu konuda Cenab-ı Hak kendisine yetki vermiştir. Bazı bilginler, Hz. Peygamber'in koyduğu sünnetin Kur'ân'da mutlaka bir aslı olduğunu söylemiştir.
Nitekim, namazın aslı Kur'ân'la emredilmiş, ayrıntı sünnete bırakılmıştır. Yine alış-veriş ve diğer konularda da sünnetler koydu.
Çünkü Allah Teâlâ; "Mallarınızı aranızda bâtıl yollarla yemeyin" (Nisâ: 29),
Âllah alış-verişi helal, ribayı haram kılmıştır" (Bakara: 275) buyurmuştur.
Hz. Peygamber, namazı açıklaması gibi diğer konuları da Allah Teâlâ adına açıklamıştır. Kimisi de, sünnet, Allah tarafından Rasûlunün kalbine atılan hikmettir. Bu şekilde kalbe atılan onun sünneti olmuştur. (eş-Şafii, er-Risâle, tahkik: Ahmed Muhammed Şakir, Mısır 1309, s. 91 )
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
arkadaşlar beni buradan banlayabilirsiniz sorun değil ama Allah için şu sahih denen rivayetleri ve daha nicelerini inceleyin. Hadisleri inkar etmek mi ? asla, haşa bundan Allah'a sığınırım. Sadece dikkat edelim diyorum, birilerinin sahih görmesiyle yetinip yanlış yollara düşmeyelim.

Bunu zaten biz diyoruz. Siteyi incelersen, halk nezdinde bilhassa tasavvuf ehlince sahih zannedilen uydurma hadislere reddiyelerimiz mevcuttur. Fakat senin uslubun ve yazdıkların, klasik meaci sapıkların sözlerine benzemekte, "Kuran varken hadisi ne yapalım, korunmamıştır". Bu uslubu bırakın.

RASULULLAH'I KURUTAN SÖZLER
- UYDURMA HADİSLER -
https://www.islam-tr.org/tevhid/12029-rasulullahi-kurutan-sozler-uydurma-hadisler-kitap.html
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Sünnete Müracaat Kur'ân'ın Emridir:


Kur'ân-ı Kerîm açısından, sünnet, İslâm Dinî'nin vazgeçilmesi, ihmal edilmesi mümkün olmayan fevkalâde ehemmiyetli bir kaynağıdır.
Pek çok âyette Cenâb-ı Hakk sünnet'in ehemmiyetini dile getirerek, mü'minlerin sünnet'e başvurmasını, Kur'ân'la birlikte sünnet'i de göz önüne almasını emreder. Bu âyetlerden bâzılarını kaydediyoruz:

* Şu âyette sünnette gelen emirlere itaatten başka, ihtilafların hallinde sünnete de başvurulması emredilmektedir:

"Ey imân edenler! Allah'a itaat edin Peygambere ve sizden buyruk sâhibi olanlara itaat edin. Eğer bir şeyde ihtilafa düşer anlaşamazsanız -Allah'a ve ahiret gününe inanmışsanız- o meselenin hallini Allah'a ve Peygamber'e bırakın. Bu hayırlı ve netîce itibariyle en iyi yoldur" (Nisa: 4/59)


* Şu âyette, Sünnet'in bulacağı çözüme gönül hoşluğuyla uyulması "imanın şartı" ilan edilmektedir:

"Biz her peygamberi ancak Allah'ın izniyle itaat olunması için gönderdik... Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem tayin edip, sonra da senin verdiğin hükmü, içlerinde bir sıkıntı duymadan (yani tam bir memnuniyetle) olduğu gibi kabul etmedikçe inanmış olmazlar" (Nisa: 64-65).

* Şu âyet, Sünnet'e uymayı, Kur'ân'a uyma ayarında ilan etmektedir:

"Peygamber'e itaat eden Allah'a itaat etmiş olur" (Nisâ: /80).

* Şu âyet, Sünnet'in açıklık kazandırdığı bir meseleye başka bir açıklık getirmeyi şiddetle yasaklar:
"Allah ve Peygamberi bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık, işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz. Allah'a ve Peygambere baş kaldıran şüphesiz apaçık bir şekilde sapmış olur" (Ahzâb, 36).

* Şu âyet, Sünnet'e muhâlefet edenlerin mâruz kalacağı fitneyi haber verir:
"O'nun buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar" (Nur: 63).

* Şu âyet, mü'minin en büyük ideali olan "Allah'ın sevgisine mazhar olma"yı Sünnet'e uyma şartına bağlar:
"(Ey Rasulum, mü'minlere şöyle) söyle: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyun, ta ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin" (Âl-i İmrân: 31).

* Şu âyet, her hususta en güzel örneğin Sünnet'te mevcut olduğunu belirtir:
"Ey imân edenler, andolsun ki, sizin için Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Rasûlullah'ta en güzel örnek vardır" (Ahzâb: 21).

Biz yukarıda meâlen kaydettiğimiz âyetlerde geçen "peygamber" lafızlarını "sünnet" olarak ifâde ettik. Zira âlimler, Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın vefatından sonra "bu çeşit âyetlerde geçen "Allah'a başvurmak"ı Kur'ân'a başvurmak, "Rasul'e başvurmak"ı da Sünnet'e başvurmak olarak anlamışlardır. Kıyâmete kadar gelecek bütün insanlara hitabeden Kur'ân'ın bu emirlerini, kelimelerini lügat mânalarıyla anlamak mümkün değildir, zira, meselelerimizin çözümünde âyet-i kerîme dışında Allah'a müracaat yolu bizlere kapalıdır.



Sünnetin Kur'ân-ı Kerîm'i Beyân Fonksiyonu.


Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e Allah tarafından yüklenen mühim vazîfelerden biri de Kur'ân-ı Kerîm'i "beyân etmek"tir. İşte bir âyet:
"(Habîbim), Biz sana da Kur'ân'ı indirdik ta ki insanlara, kendilerine ne indirildiğini beyân edesin (açıkça anlatasın) ve ta ki, onlar da iyice fikirlerini kullansınlar" (Nahl: 44, 64)

Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm)'a yüklenen bu "beyan" vazîfesi nedir?
Bu kelime Arabçada, izâh, şerh, izhâr ve teblîğ mânalarına gelir. Teblîğ'i duyurma olarak anlarsak diğerlerini de "açıklama" olarak ifâde edebiliriz.
Öyle ise Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a başlıca iki vazîfe verildiği görülür:
1- Teblîğ,
2- Açıklama,

Kur'ân'da beyân kelimesinin "açıklama" mânasına galebe çaldığı, çoğunlukla bu mânada kullanıldığı görülmektedir.

Mevzuumuzun anlaşılması için şöyle bir sorunun cevabını arayalım:
Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) "beyân et" emrini yerine getirdi mi getirmedi mi? Cevabımız elbette ki müsbettir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Rabbisinin bütün emirleri meyanında teblîğ emrini de eksiksiz yerine getirmiştir. Aksini söylemek cehaletin ötesinde iftira ve küfür olur.
Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın insanlara Kur'ân ve teblîğ'den ayrı olarak sunduğu beyân sünnettir.
Bazı usulcülerimiz, Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın beyan vazîfesini iki kısımda mütelâa etmişlerdir, yani sünnet iki kısımdır:

Birinci Kısım Sünnet: Kur'ân-ı Kerîm'in kapalı âyetlerini açıklar, anlaşılır, tatbîk edilir hâle getirir.
İkinci Kısım Sünnet: Kur'ân'da olmayan yeni ahkâm ve âdab getirir. Her iki hususla ilgili ikna edici açıklamalar yapılmış, örnekler verilmiştir.

Kelam ve fıkıh âlimlerince, Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, hem fiili ve hem de sözleriyle tahakkuk edeceği belirtilen birinci kısım beyanın gereğini bizzat "namaz", "zekat" ve "hacc" gibi dinin ana umdelerinden misal verilmektedir.
Bilindiği üzere Kur'ân-ı Kerîm, namaz kılın diye emreder, ama, namazın başlama ve bitme vakitlerini, her namazda kaç rekat kılınacağını, rükünlerin nasıl eda edileceğini vs. belirtmez.
Keza, zekat için de aynı durum: Kur'ân: Zekat verin emreder, ama kimler verecek, hangi mallardan ne miktar verilecek, ne zaman verilecek gibi pek çok sorumuz cevapsız kalır. Hacc için de durum böyle: Hacc yapılacak ama nasıl? Ömürde kaç sefer, nerelere kaçar sefer tavaf edilmeli? Arafat'ta vakfe ile ilgili teferruât nasıl olmalı? vs. Bunların teferruâtı Kur'ân'da yoktur.
Bu teferruâtı Cenâb-ı Hakk, dinin ikinci kaynağına bırakmıştır. Rasûl-u Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sünnetine havale etmiştir Hadîslerde belirtildiği üzere, Cebrâil (aleyhisselam)'den Kur'ân'ı taallüm ettiği (öğrendiği) gibi Sünneti de taallüm eden Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Namazı ben nasıl kılıyorsam, benden gördüğünüz gibi kılın"; keza: "Hac'la ilgili menâsiki (rükünleri teferruatı) benden alın" emretmiştir.
Hadîs kitapları, keza, zekatla ilgili teferruatın beyânıyla doludur.
Kendisine, beş vakit namazdan her birinin başlama ve bitme zamanlarını soran bir bedeviye, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) açıklama yapmaz. "Bizimle namaz kıl"der.
Birinci gün, her namazın ilk vaktinde, ikinci gün de son vaktinde olmak üzere iki gün namaz kıldırdıktan sonra: "Her namazın vakti bu iki an arasındaki zamandır" diye soru sorana açıklamada bulunur.

Kur'ân-ı Kerîm'in emirlerini tatbîk edebilmek için sünnete olan ihtiyacın zaruretini belirtme sadedinde verilen misallerden biri de cezalarla ilgilidir:
Âyet "Erkek veya kadın her hırsızın elinin kesilmesini" emreder. Ama nisabı, şartları belirtmez. Emre göre, bir tek yumurtayı çalanın elini kesmek icabeder. Halbuki Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), buna nisab beyan etmiştir:
Elin kesilmesi için çalınan şeyin, en az dörtte bir dinar değerinde olması gerekir.

İslâm Dinî'nin bütünlüğünü kazanması açısından Sünnet'in beyanına olan ihtiyacın ehemmiyetini tebarüz ettirmek için bazı âlimler şöyle demiştir:
"Şâyet muhaddisler, sünnetin zabt ve toplama işini yerine getirmemiş, kaynaklarından ortaya çıkarmamış, Hadîsi intikal ettiren senet ve turûka itina göstermemiş olsaydı şeriat yok olur, ahkâm ortadan kalkardı. Çünkü şeriat, muhafâza edilen merviyattan vucuda getirilmiş, nakledilen sünenden tedvîn edilmiştir..."


Sünnetin Hüküm Koyma Fonksiyonu:


Sünnet, bir kısmıyla -belirttiğimiz üzere- Kur'ân-ı Kerîm'i beyan fonksiyonunu yerine getirirken, ikinci bir kısmıyla da Kur'ân'da olmayan ahkâmı ve âdabı vazetmektedir.
Sünnet bu yönüyle de, din için, önceki hizmeti kadar, vazgeçilmesi mümkün olmayan bir ehemmiyet taşır. Zira, dinimizin pek çok meselesi kaynağını sünnette bulur.
Sünnetin bu yönünü, Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) muhtelif hadîslerinde ifade eder.
Bir hadîs şöyle:
"Bana Kitap ve beraberinde bir o kadar da sünnet verildi".

Hattâbî, bu hadîsi açıklarken:
"Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a metluv ve zâhir olan Kur'ân vahyi kadar da gayr-i metluv ve bâtın olan vahiy gelmiştir" dedikten sonra "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e, kendisine tanınan Kur'ân'ı beyân etme... Kur'ân'da zikri geçmeyen hükümleri ona ilâve etme iznine de sâhiptir" der.
Nitekim, İslâm şeriatına Sünnet'in ilâve ettiği o kadar çok hüküm olmuştur ki, İslâm binasına Kur'ân ve Sünnet'in aynı derecede iştirakini ifade için bâzı âlimler: "Kitap, Sünnet'e bir yer bırakmıştır. Sünnet de Kitaba, bir yer bırakmıştır" demişlerdir.
Nitekim; Kur'ân'da olmadığı halde hadîsle beyan edilen haramlar, hükümler vardır:
"Kadının teyze veya halası üzerine nikahlanmasının tahrimi, ehlî eşek ve parçalayıcı dişleri olan vahşî hayvan etinin tahrimi, kâfire mukabil müslümanın öldürülmeyeceği, Medîne'nin haram kılınması, müslümanların (fakir, zengin, âlim câhil ayrımı yapılmadan) aynı zimmete sâhip olmaları..." gibi.
Bunların hepsi Hz. Peygamber'in sözlerine dayanır. Bâzı İslâm âlimleri sünnetin hüküm koyma yetkisini Kur'ân-ı Kerîm'inkine eşit bir imtiyaz olarak görür ve şöyle der:
"Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan herhangi bir mesele sabît olmuşsa bununla amel edilir, sünneti (amelden önce) Kur'ân'a arzedip onunla mutâbakat aramaya hâcet yoktur, zira Sünnet, amel hususunda, tek başına hüccettir".

Serahsî bu durumu "Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan rivâyet edilen sahîhle amelin terkedilmesi haramdır, tıpkı, hilâfıyla amel etmenin haram olması gibi" diyerek ifâde etmiştir.

 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Kur'anın Haricinde Peygambere(s.a.v.)Vahyedildiğine Dair Kur'andan Deliller:




1- Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Medine’de bir müddet (17 ay kadar) Beyti Makdis’e doğru namaz kıldı.
Halbuki Kur’an’da böyle bir emir olmadığına göre bu emir vahyi gayri metluv (Hadis-i Kudsi) olan sünnet ile olmuştur. Zira namazda Rasulullah’ın ictihadı ile Kudüs’e yöneldiğini söylemek sahih olmaz. Kıblenin değiştirilmesinden bahseden;



“(Ey Muhammed!) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini)görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki, ehl-i kitap, onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.” (Bakara 144.) ayeti, daha önce Beytul Makdis’in kıble olmasının emredildiğini ifade eder.
Bu ayetten bir önceki ayette;
"Senin (arzulayıp da şu anda) yönelmediğin kıbleyi (Kâbe'yi) biz ancak Peygamber'e uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırdetmemiz için kıble yaptık.
Bu, Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir."(Bakara 143) buyrularak, önceki kıble tayini de Allah'a atfedilmektedir.



Ayet açıkça, beyti makdis'in ilk kıble yapılmasının Allah Azze ve Celle'nin emriyle olduğunu göstermektedir. Bu emir Kur'an'ın hiçbir yerinde yer almadığına göre vahy-i gayri metluv olan sünnet ile verilmiştir.
Demek ki, Peygamber (s.a.v.)'in emirlerinin Kur'an'da yer alıp almadığına bakılmaksızın Müslümanların Rasulullah (s.a.v.)'i takip edip etmeyeceklerini sınamak için bazen bu tür emirler verilmiştir.



2- Bir defasında Peygamber (s.a.v.), eşlerinden Hafsa (r.a.)'ya bir sır söyledi. O ise sırrı bir diğer şahsa ifşa etti. Rasulullah (s.a.v.) bu sırrın eşi tarafından ifşa edildiğini öğrenince ondan bir açıklama istedi.
Eşi, peygamber (s.a.v.)'e bunu kimin söylediğini sordu. Rasulullah (s.a.v.) bunun kendisine Allah tarafından haber verildiğini söyledi.
Bu hadise Kuran'da şöyle anlatılıyor;
“Hani peygamber zevcelerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Bunun üzerine o zevce bunu haber verip Allah da ona bunu açıklayınca, (peygamber) bunun ancak bir kısmını bildirmiş, bir kısmından vazgeçmişti. Artık bunu kendi eşine söyleyince o zevce; “Bunu sana kim haber verdi?” dedi. Peygamber de; “her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan (Allah)haber verdi” dedi.” (Tahrim 3)


Kur’an’da, bu ayette geçen o hanımının ifşa ettiği haber açıklanmadığı gibi, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in söylediği söz de zikredilmemiştir. Şu halde o vahyi gayri metluv olan sünnet ile haberdar edilmiştir.

3- İslam'ın ilk yıllarında müslümanlar ramazan ayında iftardan sonra kısa süreliğine de uyurlardı. Bu esnada kişinin eşiyle cinsi münasebette bulunmasına müsaade edilmezdi. Bu sebeple bir kimse iftardan sonra kısa bir süre uyur, tekrar uyanırsa gece istirahati boyunca oruçlu olmamasına rağmen eşiyle cinsi münasebet fırsatını kaybederdi. Bu kural peygamber (s.a.v.) tarafından konulmuş olup Kuran-ı Kerim'de yer almıyordu.



Ancak bazı Müslümanların bu kuralı çiğnemeleri üzerine Allah Azze ve Celle bu kişileri önce azarlayan ayetleri indirdi, daha sonra da bu hüküm neshedilerek Müslümanlara iftardan sonra da eşleriyle cinsel münasebette bulunabileceklerine dair ruhsat verildi. Bu hadise şu ayette anlatılır;



"Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık (ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yeyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın..."(Bakara 187)


Bu ayet, Ramazan ayında geceleri kişinin eşiyle cinsi münasebette bulunmasının önceleri caiz olmadığını göstermekte, bu ayet nazil olmadan önce ramazan ayı gecelerinde cinsi münasebette bulunan kişilerin yaptıkları fiil "kendilerine kötülük" olarak tavsif edilerek ihtarda bulunulmakta, "O size acıdı ve tevbenizi kabul etti" ifadesi, onların bu fiillerinin günah olduğunu belirtmektedir…



Bütün bu hususlar şunu göstermektedir ki; ramazan gecelerinde cinsi münasebete ilişkin daha önceki yasak "yetkili biri" tarafından yürürlüğe konmuş olup, Müslümanların buna riayet etmesi mecburi idi. Halbuki Kuran-ı Kerim'de ilgili yasağa dair hiçbir ayet bulunmamaktadır. Bu yasak sadece Peygamber (s.a.v.) tarafından ortaya konmuştur.

4- Uhud savaşı münasebetiyle Bedir savaşında meydana gelen olayları hatırlatmak üzere bazı ayetler nazil oldu. Bu ayetlerde, Allah'ın mü'minlere nasıl yardım ettiği, onlara yardım için melekler göndermeyi vaad ettiği ve bunu fiilen ne şekilde yaptığı anlatılmaktaydı.


Bu ayetler ve meali şöyledir;
"Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah, Bedir'de de size yardım etmişti. Öyle ise, Allah'tan sakının ki O'na şükretmiş olasınız. O zaman sen, muminlere şöyle diyordun: İndirilen 3 bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir? Evet, siz sabır gösterir ve Allah'tan sakınırsanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder. Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır." (Al-i İmran 123-126)


Bu ayetlerdeki " Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı"




ifadesi meleklerin yardımıyla müjdelemeyi Allah'a atfetmektedir.



Demek ki, söz konusu yardım müjdesi bizatihi Allah tarafından verilmiştir. Ancak bedir savaşı esnasında verilen bu müjde Kur'an'da geçmemektedir…


Aynı şekilde Peygamber s.a.v'in sözü başka bir örnekte "Allah'ın sözü" olarak kabul edilmiştir. Peygamber (s.a.v.)'in diğer sözlerinden bu sözleri ayıran şey, onun Kuran'da yer almayan hususi bir vahiyle kendisine bildirilmiş olmasıdır. İşte buna vahy-i gayri metluv denilir.





5- Uhud savaşıyla ilgili başka bir duruma işaret edilerek Kuran-ı Kerim'de şöyle buyrulur;
"Hatırlayın ki, Allah size, iki taifeden (kervan veya Kureyş ordusundan) birinin sizin olduğunu vadediyordu; siz de kuvvetsiz olanın (kervanın) sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleştirmek ve (Kureyş ordusunu yok ederek) kâfirlerin ardını kesmek istiyordu." (Enfal 7)

Bu ayette işaret edilen "iki taifeden biri" Ebu Sufyan'ın Suriye'den gelmekte olan ticaret kervanıydı. Diğer taife ise Mekke'li müşriklerden oluşan Ebu Cehil Komutasındaki orduydu. Üstteki ayetin ifadesine göre Allah, muminlere bu iki taifeden birine karşı zafer kazanacaklarını vaad etmişti.
Müslümanlar kervanı ele geçiremediler, fakat Ebu Cehil komutasındaki orduya karşı olan savaşı kazandılar. "Allah size, iki taifeden (kervan veya Kureyş ordusundan) birinin sizin olduğunu vadediyordu" ifadesindeki vaad Kur'anda geçmemektedir. Bu vaad, Müslümanlara peygamber (s.a.v.) tarafından herhangi bir ayete referansta bulunulmadan ifade edilmişti.




6- Nadir oğulları ile olan hadise esnasında –ki onlar Medine'de meşhur bir Yahudi kabilesi idi- bazı müslümanlar, onların kalelerinin çevresindeki hurma ağaçlarını, düşmanı teslim olmaya zorlamak amacıyla kesmişlerdi. Savaş sona erince bir kısım Yahudiler ağaçların kesilmesine itiraz ettiler. Kuran-ı Kerim onların itirazlarına şu ayetle cevap verdi;
"Hurma ağaçlarından, herhangi birini kesmeniz veya olduğu gibi bırakmanız hep Allah'ın izniyledir ve O'nun yoldan çıkanları rezil etmesi içindir."(Haşr 5)

Bu ayette müslmanların, ağaçları "Allah'tan alınan bir izinle" kestikleri doğrudan ifade edilmiştir.
Fakat hiç kimse savaş esnasında ağaçların kesilmesine müsaade onucunda bu olayın olduğuna dair Kuran-ı Kerim'de geçen hiçbir ayet gösteremez.




7- Peygamber (s.a.v.)'in Zeyd Bin Harise'yi evlatlık olarak edindiği malumdur. Zeyd, Zeyneb binti Cahş'la evlendi. Bir süre sonra onların ilişkileri zorla yürümeye başladı. Nihayetinde Zeyd, Zeyneb'i boşadı.
Cahiliye döneminde evlatlık edinilen oğul, her bakımdan öz oğul gibi muamele görürdü. Kur'an-ı Kerim ise evlatlık kimsenin gerçek evlat gibi muamele göremeyeceğini ilan etti.
Allah, evlatlık hakkındaki cahiliye anlayışını yıkmak için Peygamber (s.a.v.)'e evlatlık edindiği Zeyd Bin Harise'nin Zeyneb'den boşanmasından sonra Zeyneb'le evlenmesini emretti. Rasulullah (s.a.v.) başlangıçta cari adetler sebebiyle biraz gönülsüzdü. Çünkü evlatlık edindiği birinin boşadığı eşiyle evlenmek utanılacak bir işti. Fakat Rasulullah (s.a.v.)Allah'tan hususi bir emir alınca Zeyneb'le evlendi.


Bu olay Kuran-ı Kerim'de şu şekilde ifade edilmiştir;


"(Rasûlum!) Hani Allah'ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah'tan kork! diyordun. Allah'ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah'tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde ( o kadınlarla evlenmek isterlerse) muminlere bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir."(Ahzab 37)



Bu ayetteki "Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde gizliyorsun" ifadeleri, Zeyd'in boşanmasından onun Zeyneb'le evleneceğini Peygamber (s.a.v.)'e Allah'ın haber verdiğini göstermektedir…
Ancak bu bilgi Kur'an'da geçmemektedir ve bu, Rasulullah (s.a.v.)'e gayri metluv vahiy kanalıyla iletilmiştir. "Biz onu sana nikahladık" ifadesi de bu evliliğin Allah'ın emriyle gerçekleştiğini göstermekte, bu emir de Kur'an'da yer almamaktadır. Bu da bir başka delildir.


8- Kur'an-ı Kerim'de Müslümanlara namaz kılmayı ve namazda sabit olmayı tekrar tekrar emretmiştir. Aşağıdaki ayette aynı emir tekrar edildikten sonra, Kuran-ı Kerim Müslümanlara özel bir imtiyaz verir. Buna göre savaş durumunda müslümanlar, düşmanlarının saldırısından korktuklarında namazı nasıl mümkün olursa öyle, ister at veya deve üzerinde, ister yürürken kılabileceklerdir. Ancak düşman tehlikesi sona ermesi halinde, müslümanlar namazı normal şekilde kılmakla emrolundular. Bu prensip aşağıdaki ayette şöyle ortaya konmuştur;
"Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah'a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın. Eğer (herhangi bir şeyden) korkarsanız (namazlarınızı) yürüyerek yahut binmiş olarak (kılın). Güvene kavuştuğunuz zaman, siz bilmezken Allah'ın size öğrettiği şekilde O'nu anın (namaz kılın)."(Bakara 238-239)


Ayet, müslümanlar üzerine farz olan birden fazla namazdan bahsetmekte, ancak namazların tam sayısı Kuran'ın ne bu ayetinde ne de diğer surelerinde geçmemektedir. Farz namazların sayısı, yalnızca Peygamber (s.a.v.) tarafından beyan edilmiştir.

Kuran-ı Kerim; Namazlara devam edin" buyurarak, peygamber (s.a.v.)'in Müslümanlara bunu uygulamalı olarak gösterdiğini teyit etmiştir.
Yine bu ayet, "orta namaz"a özel bir önem atfetmekte, ancak (tam olarak) onun hangi namaz olduğunu belirtmemektedir. Orta namazın hangi namaz olduğunu açıklama işi Peygamber Sallallahu aleyhi ve sellem'e bırakılmıştır.


En önemli delil de; " Güvene kavuştuğunuz zaman, siz bilmezken Allah'ın size öğrettiği şekilde O'nu anın (namaz kılın)." cümlesidir.
Ayetin siyak ve sibakı itibariyle burada "Allah'ı anma" ayette ifade edilmese de "namaz kılma" anlamındadır. Zira ayetin bağlamı başka bir manaya izin vermemektedir.



Şu halde Kuran-ı Kerim, Müslümanlara Allah'ın kendilerine öğrettiği şekilde namazı barış ortamında bilinen haliyle kılmalarını emreder. Ayeyin açık delaleti, namazın normal kılınış şeklinin Müslümanlara bizzat Allah tarafından öğretildiğidir. Ancak namazın kılınış şekli Kuran'ın hiçbir yerinde ifade edilmemektedir… namazın nasıl kılınacağını Müslümanlara öğreten peygamber (s.a.v.)'dir. Kuran-ı Kerim peygamber (s.a.v.)'in öğretmesini Allah'ın öğretmesi gibi kabul etmektedir."





9- Bazı munafıklar Hudeybiye seferine katılmayarak Peygamber (s.a.v.)'in yanında yer almamışlardı. Bunu müteakip müslümanlar Hayber savaşına çıkmaya karar verdiklerinde peygamber (s.a.v.), Hayber savaşına sadece Hudeybiye seferinde kendisiyle beraber bulunanların katılacaklarını ilan etti. Hudeybiye savaşına katılmamış olan münafıklar, şimdi Hayber savaşında menfaatleri gereği bulunmak istiyorlardı. Zira onların beklentilerine göre müslümanlar bu seferden büyük ganimet elde edeceklerdi. Münafıklar bu ganimetten pay almak istiyorlardı. Peygamber (s.a.v.) münafıkların taleplerine rağmen onların bu savaşa katılmalarına müsaade etmedi.
Kuran'da bu olaya şu şekilde işaret edilir;
"Siz ganimetleri almak için gittiğinizde seferden geri kalanlar: Bırakın, biz de arkanıza düşelim, diyeceklerdir. Onlar, Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: "Siz asla bizim peşimize düşmeyeceksiniz! Allah daha önce sizin için böyle buyurmuştur." Onlar size: Hayır, bizi kıskanıyorsunuz, diyeceklerdir. Bilâkis onlar, pek az anlayan kimselerdir." (Fetih 15)



Bu ayette Hayber savaşını Hudeybiye'ye iştirak edenlere hasredip, Hayber savaşına munafıkların katılmalarını istisna tutan Allah'ın evvelki bir sözünün olduğuna işaret edilmektedir. Fakat Kur'an'ın hiçbir yerinde böyle bir ifade geçmemektedir. Bu sadece peygambere ait bir emirdir.



Bununla beraber Allah bunu kendi sözü olarak nitelemektedir. Bunun sebebi, söz konusu emrin gayri metluv vahiy ile iletilmiş olmasıdır.



10- Peygamberliğin ilk günlerinde Rasulullah (s.a.v.), kendisine nazil olan Kuran ayetlerini unutmamak için onlar iner inmez okuma itiyadında idi. Bu kendisi için zor bir talimdi. Çünkü Peygamber (s.a.v.)'in vahyi işitmesi, doğru olarak anlayabilmesi, vahyi ezberleyebilmesi ve bunların aynı zamanda olması kendisine çok zor gelmekteydi. Allah şu ayeti indirerek onu bu meşakkatten kurtardı;
"(Rasûlum!) onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma. Şüphesiz onu, toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aittir. O halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et. Sonra şüphen olmasınki, onu açıklamak da bize aittir."(Kıyame 16-19)



Fetih suresinin 19. ayetinde Allah, Rasulullah (s.a.v.)'e Kur'an ayetlerini açıklamayı vaad etti. Bu açıklamanın bizatihi Kuran-ı Kerim ayetlerinden ayrı olacağı açıktır. O, Kur'an'a dahil olmayıp ya onun bir izahı, ya da tefsiridir. Bu bakımdan bu beyan, Kuran-ı Kerim'in sözlerinden farklı, biraz değişik bir şekilde olmalıdır. Bu ise tam olarak gayrı metluv vahiyle ifade edilen şeydir. Ama bu vahyin iki türü de, her ne kadar farklı biçimde olsalar bile, Peygambere Allah tarafından indirilmiş olup, müslümanlar her ikisine de inanıp itaat etmelidirler.




11- Kur'an, vahyin bu iki farklı çeşidini şu ayette
"Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O yücedir, hakîmdir." (Şura 51)

Şu halde bu iki şeklin dışında Kuran-ı Kerim'in inzali, üçüncü bir vasıtayla, yani ayette elçi olarak tayin edilen melek (Cebrail a.s.) aracılığıyla gerçekleşmiştir. Bu durum başka bir ayette açıkça belirtilir;
"De ki: Cebrail'e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve muminler için de müjdeci olarak o indirmiştir."(Bakara 97)

"Muhakkak ki o (Kur'an) âlemlerin Rabbinin indirmesidir. (Rasûlum!) Onu Rûhu'l-emîn (Cebrail) uyarıcılardan olman için Apaçık Arapça bir dille Senin kalbine indirdi."(Şuara 192-195)


Bu ayetlerde Kuran'ın bir melek vasıtasıyla indirildiği gayet açıktır. Sözü edilen bu melek, Bakara 97. ayetinde geçtiği üzere Cibril'dir. Aynı melek, Şuara 193. ayetinde "Ruhul emin" diye anılır. Ancak yukarıda iktibas edilen Şuura 51. ayeti, vahyin indirilişinin iki yolunun daha olduğunu belirtir.
Bu iki şekil de peygamber'le ilgili olarak kullanılmıştır. Şuura 51. ayeti, peygamber (s.a.v.)'e gönderilen vahyin Kuran-ı Kerim'le sınırlı olmayıp, Kuran'da yer almayan başka vahiylerin de bulunduğunu ifade eder. Bu vahiyler, "gayri metluv vahiy" olarak adlandırılır.



Peygamber efendimiz (s.a.v.)’in bütün sözleri, fiilleri ve tasarrufları Yüce Allah’ın kontrolü altındadır. Kendi ictihadıyla ortaya koyduğu dini söz ve fiillerinde yanılsa bile, bunlar da Allah Azze ve Celle tarafından düzeltilmiştir. Allah Teala Onun ictihadını kesinleştirdiği sırada onun ictihadı, hükmen vahiy olur. (Bikai Nazm(19/43) Ebu Zehv el-Hadis(s.13) Muhammed Süleyman Aşkar Ef’alir-Rasul(s.30))


Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki;
“Bana verilen şey, sadece Allah’ın bana verdiği vahiydir.” (Buhari (fadailul Kur’an 1); Muslim(iman 239); Ahmed(2/341,451))



“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, hadislerini yazmak konusunda soran Abdullah Bin Amr (r.a.)’ya; “yaz, Allah’a yemin ederim ki benden hak sözden başkası çıkmaz” buyurmuştur. (Ebu Davud(ilim 3) Darimi(mukaddime 43) Ahmed(2/162,192))



Başka bir hadiste; “Cibril kalbime attı ki; hiçbir nefis, rızkını tamamlamadan ölmeyecektir. Öyleyse onu helal yollardan arayın” buyrulmuştur. (Muslim(munafıkun 64) Ahmed(3/50))

Yine “Haberiniz olsun! Bana Kitap (Kur’an) ve onunla birlikte , onun gibisi (sünnet) verilmiştir.” (Ebu Davud(sünnet 5, imare 33) Tirmizi (ilim 10) Ahmed(2/367, 4/132) )


Sahih hadisi ve bir çok benzer rivayetler de, sünnetin Allah tarafından verilmiş bir vahiy olduğunu ifade eder.
 
Üst Ana Sayfa Alt