Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Nuzul Hadisi Hakkında Ehli Sünnet Alimleri Ne Söylemişlerdir?

M Çevrimdışı

Muvahhid Faruk

* لا أمثل إلا نفسي *
İslam-TR Üyesi
Abdul Muizz Fida!“Nuzul Hadisi” hakkında Ehli Sünnet alimleri ne söylemişler? Bu konuda bildiklerinizi paylaşın.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Kardeşim, inşeAllah bir daha soru sorarken emir kipiyle sormamaya gayret gösteriniz.

----


رقم الحديث: 20
حديث قدسي - حَدَّثَنَا حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرٍ النَّيْسَابُورِيُّ ، قَالَ : ثنا وَهْبُ بْنُ يَزِيدَ بْنِ خَالِدٍ ، قَالَ : ثنا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ وَهْبٍ ، أَخْبَرَنِي يُونُسُ ، وَمَالِكٌ , حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرٍ النَّيْسَابُورِيُّ أَيْضًا ، ثنا أَحْمَدُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ وَهْبٍ ، قَالَ : ثنا عَمِّي ، قَالَ : حَدَّثَنِي يُونُسُ ، عَنِ الزُّهْرِيِّ ، عَنْ أَبِي سَلَمَةَ ، وَالأَغَرِّ ، أَنَّهُمَا سَمِعَا أَبَا هُرَيْرَةَ ، يَقُولُ : قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : يَنْزِلُ رَبُّنَا عَزَّ وَجَلَّ حِينَ يَبْقَى ثُلُثُ اللَّيْلِ الآخِرُ إِلَى سَمَاءِ الدُّنْيَا ، فَيَقُولُ : " مَنْ يَسْأَلُنِي فَأُعْطِيَهُ ، مَنْ يَدْعُونِي فَأَسْتَجِيبَ لَهُ ، مَنْ يَسْتَغْفِرُنِي فَأَغْفِرَ لَهُ " ، قَالَ الدَّارَقُطْنِيُّ : وَكَذَلِكَ ، رَوَاهُ اللَّيْثُ بْنُ سَعْدٍ ، عَنْ يُونُسَ .

Ebu Hurayra (r.anh) anlatıyor. Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
"Gecenin üçte ikisi geçip de son üçde biri kaldığında yüceler yücesi olan Rabbimiz, dünyanın semasına iner ve: "Bana kim dua eder ki onun duasına icabet edeyim, benden kim ister ki dileğini vereyim, benden kim mağfiret diler ki onu bağışlayayım" buyurur.
(Buhari, Tevhid 35, Teheccud, 14, Daavat 13; Muslim, Kitabu Salati'l-Musafirine ve Kasriha, 24, 168 (758); Tirmizî, Salat, 329, Da’vât 80 (3493); Ebu Dâvud, Salât 311 (1315)


اَلنُّزُولُ (أي نُزُول الْحَقِّ تَعَالَى) فِي كُلِّ لَيْلَةٍ إِلَى السَّمَاءِ الدُّنْيَا
“Yüce Allah’ın, her gece dünya semasına inmesi”

Bu hadis, bir çok yollardan rivayet edilmiştir:
1. Ebu Hurayra, Peygamber (s.a.v)’den Tirmizî (ö. 279/892) der ki: “Bu konuda şu yollardan da hadis gelmiştir:
2. Ali
3. Ebu Saîd el-Hudrî
4. Rifâa el-Cuhenî
5. Cubeyr b. Mut’im
6. Abdullah ibn Mes’ud
7. Ebu’d-Derdâ’
8. Osman ibnu’l-Âs (Aynî) “Umdetu’l-Kârî”de der ki: “Derim ki Bu konuda ayrıca şu yollardan da hadis gelmiştir:
9. Câbir b. Abdullah
10. Ubâde ibnu’s-Sâmit
11. Ukbe b. Âmir
12. Amr b. Abese
13. Ebu’l-Hattâb
14. Ebu Bekr
15. Enes b. Mâlik
16. Ebu Musa el-Eş’arî
17. Muâz b. Cebel
18. Ebu Sa’lebe el-Huşenî
19. Aişe
20. Abdullah ibn Abbâs
21. Nevvâs b. Sem’ân
22. Ummu Seleme
23. Abdulhumeyd b. Yezîd ibn Seleme’nin atası”

Daha sonra da bunların rivayet ettikleri hadisleri ve Ebu’l-Hattâb’a varıncaya kadar bu hadisleri tahric eden kimseleri de nakletmiştir. Bu konuda daha geniş bilgi için Aynî (ö. 855/1451)’nin bu kitabına bakabilirsiniz.

Ayrıca Ebu’ş-Şeyh İbn Hayyân (ö. 369/979)’ın
“Kitâbu’s-Sunne” adlı kitabında Ebu Zur’a’nın şöyle söylediği nakledilmiştir:

“Allah’ın, her gece dünya semasına inmesi ile ilgili Rasulullah (s.a.v)’den gelen hadisler,
mutevatirdir. Bu hadisleri, Rasulullah (s.a.v)’in sahabilerinden bir çoğu rivayet etmiştir. Bize göre, bu hadisler, sıhhatli ve kuvvetli bir durumdadır.”

Sehavî (ö. 902/1496)’nin
“Fethu’l-muğîs”inde geçtiği üzere; bazıları, bu hadisi mutevatir hadisler içerisinde saymıştır.

(İbn Abdilhâdî)
“Sârimu’l-munekkî”de aynen şöyle der: “ Yüce Allah’ın, her gece dunya semasına inmesi" ile ilgili Rasulullah (s.a.v)’den gelen hadis, mutevatirdir.

Osman ibn Saîd ed-Dârimî dedi ki: ‘Bu hadis, Cehmiyye fırkasını en çok kızdıran bir hadistir.’
Ebu Ömer ibn Abdilberr’de dedi ki: ‘Bu hadis, nakil yönünden sağlam ve senedi sahih bir hadistir. Hadisçiler, bu hadisin sıhhatli oluşu hususunda ihtilafa düşmemişlerdir.’”

Cehmiyye: İslam aleminde ilk ortaya çıkan fırkalardan biridir. Muattıla ve Cebriye-i Hâlisa adlarıyla da anılır. Bazılarınca zındıklardan sayılmışlardır. Kurucusu, Cehm b. Safvân’dır.

Cehmiyye, Allah’ı tenzih maksadıyla nasları ifade ettiği manaları aşacak derecede tevile gitmesi, dini konularda tek başına yeterli olmayan aklı nassa tercih etmesi ve dolayısıyla Peygamber (s.a.v) döneminden itibaren akaid sahasında devam eden saflık ve berraklığı bozması, özellikle de Sünnete bağlı selef alimleri arasında şiddetli tepkilere yol açmış, hatta İslam fırkaları dışında sayılmasına sebeb olmuştur.


(1)- Ebu Hurayra (r.anh) rivayet ettiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Kıyamet günü olacağında Rabbimiz kullara iner .

(*)- Bunu Tirmizi (II/61) İbn Huzeyme (vr.250/2) Hakim (I/418) de bir başka yoldan Ebu Hurayra'den gelen bir hadis olarak rivayet etmiş ve sahih olduğunu belirtmiştir.

(2)- İbn Mes'ud'un rivayet ettiği hadise göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
Allah öncekileri de sonrakileri de vadesi belli bir gün için kırk yıl süre bir arada bulunduracak. Gözleri semaya dikilmiş nihai ve ayırt edici hükmün verilmesini bekleyecekler.
Yüce Allah buluttan gölgeler içerisinde Arştan Kursi'ye inecek….Hadis devam ediyor uzunca…..

(*)- Zehebi el-Uluv'da, 138 de hasendir demiştir. Hadisin senedi dediği gibi hatta daha yüksek bir mertebededir. Hadisi aralarında Abdullah b. Ahmed'in de bulunduğu tahric eden bir topluluktan gelen bir yolla muhtasar olarak zikretmiş bulunmaktadır. Daha sonra da bu hadisi bundan daha eksiksiz bir şekilde bütünüyle İbn Mes'ud'a kadar muttasıl senedi ile de rivayet etmiştir. Hadisi bütünüyle Abdullah b. Ahmed es-Sunne (sf: 177) de rivayet etmiştir. Muellif de el-Arba'in adlı eserinde (186/a) bu sahih bir hadistir demektedir.

3- İbn Abbas'tan Kıyamet kopmadan az önce bir münadi şöyle seslenecektir.

İşte kıyamet size geliyor –bu sesi hayatta olanlar da ölüler de işitir. Sonra Allah dunya semasına iner.

(*)- Hadisi İbnu'l Mubârak rivayet etmiştir ravileri sikadır. Bu hadisi musannıf İbnu'l Mubârak'in Suleyman et-Teymi'den onun Ebu Narda'dan onun İbn Abbas'tan diye naklettiği bir rivayet olarak kaydetmiştir. Bu Muslim'in şartına uygun sahih bir sendir. (el-Uluvv li-l-Aliyyi-l-Azim (155/94)

(4)- Ubeyd b. Umeyr'in hadisi. Dedi ki : Aziz ve Celil olan Rabbimiz gece yarısında dünya semasına inerek şöyle buyuruyor: Benden dileği olan var mı? Ona vereyim. Benden mağfiret dileyen var mı? Günahını bağışlayayım. Nihayet fecir vakti gelince Aziz ve Celil olan Rab yükselir.

(*)- Bu Ahmed'in oğlu Abdullah kendi tasnifi olan "er-Reddu ale'l Cehmiyye" adlı eserinde rivayet etmektedir. Ayrıca Hafız Zehebi bunu el-Uluvv li'l Aliyyi'l Azim'de rivayet etmektedir (156/99)

(5)-İmam Şafi-i (150-204)

Şeyhu'lİslam Ebu'l Hasen el-Hikari ile Hafız Ebu Muhammed el-Makdisi, Ebu Sevr Şuayb'a kadar ulaşan senetleriyle, her ikisi de hadisin büyük destekçisi İmam Muhammed b. İdris eş'Şafii rahımullah'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir.

Benim izlediğim ve Sufyan, Malik ve buna benzer gördüğüm kimselerin izledikleri sünnete dair söylenecek söz Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına Muhammed'in Allah'ın Rasulu olduğuna şahadeti Allah'ın seması ve Arşı üzerinde bulunduğuna, yaratıklarına dilediği şekilde yakınlaşıb dünya semasına nasıl dilerse öylece ineceğine dair ikrarda bulunup kabul etmektir, deyib itikada dair diğer hususları zikretmiştir (el-Uluvv li,l-Aliyyi-l-Azim (202/196)

(6)- Horasan Alimi İshak b. Ruhuye (166/238)

İbrahim b. Ebi Talib dedi ki : Ben Ahmed b. Said er' Ribati'yi şöyle derken dinledim : Ben İbn Tahir'in meclisinde hazır bulundum. İshak da bulundu. Ona nuzul hadisi hakkında "o hadis sahih midir?" diye soruldu. O evet dedi.

Komutanlardan birisi ona : Nasıl iner ? diye sordu :
İshak : Sen bunu kabul etki, sana nuzulu niteleyeyim.
Adam : Ben onu yukarda kabul ediyorum.
Bu sefer İshak şu cevabı verdi : Allah: Melekler saf saf dizilmiş beklerken Rabbin geldiği vakit buyurmaktadır.
Bu sefer İbn Tahir, Ey Ebu Yakub bu kıyamet gününde olacaktır deyince.
İshak : Kıyamet günü gelecek olanı bugün gelmekten alıkoyan nedir cevabını verdi.

(*)- Bu sahih bir senettir. er-Ribati de Buhari'nin hocalarından sika birisi olup 246 yılında vefat etmiştir. Bu rivayeti es-Sabuni Akidetu's-Selef (1/113, el-Mecmua'atul'l Muniriyye de rivayet etmiştir.

Sahih Muslim'de Gelen Nuzul Hadisleri :


باب الترغيب في الدعاء والذكر في آخر الليل والإجابة فيه
Gecenin Sonunda Zikir ve Duaya Teşvik ve O Zamandaki İcabet Babı

حدثنا يحيى بن يحيى. قال: قرأت على مالك عن ابن شهاب، عن أبي عبدالله الأغر. وعن أبي سلمة بن عبدالرحمن عن أبي هريرة؛ أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال:
"ينزل ربنا تبارك وتعالى كل ليلة إلى السماء الدنيا. حين يبقى ثلث الليل الآخر. فيقول: من يدعوني فأستجيب له! ومن يسألني فأعطيه! ومن يستغفرني فأغفر له!

1- Bize, Yafaya b. Yafaya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, İbn'i Şihâb'dan duyduğum, onun da Ebu Abdillâh El-Egarr ile Ebu Seleme'te'bni Abdirrahmân'dan, onların da Ebu Hurayra'den naklen rivayet ettikleri şu hadîsi okudum: Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar :
«Rabb'ımız Teberake ve Teâlâ Hazretleri her gece, gecenin son üçte biri kaldığında alt semâya nuzul eder de: Hani bana duâ eden, onun duasını kabul edeyim! Hani benden istek isteyen, istediğini vereyim! Hani benden mağfiret dileyen, onu mağfiret edeyim! buyurur.»

وحدثنا قتيبة بن سعيد. حدثنا يعقوب (وهو ابن عبدالرحمن القاري) عن سهيل بن أبي صالح، عن أبيه، عن أبي هريرة، عن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال:
"ينزل الله إلى السماء الدنيا كل ليلة. حين يمضي ثلث الليل الأول. فيقول: أنا الملك. أنا الملك. من ذا الذي يدعوني فأستجيب له! من ذا الذي يسألني فأعطيه! من ذا الذي يستغفرني فأغفر له! فلا يزال كذلك حتى يضيء الفجر".
2- Bize, Kuteybetu'bnu Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ya'kub -ki İbni Abdirrahmân-ı Kaarî'dir- Suheyl b. Ebî Sâlih'den, o da Ebû Hurayra'den, o da Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti ki, şöyle buyurmuşlar:
«Allah her gece, gecenin ilk üçte biri geçtiğinde alt semâya nuzul eder de; Melik ancak benim! Melik ancak benim... Var mı bana duâ eden, onun duasını kabul eyleyeyim! Var mı benden isteyen; istediğini vereyim; Var mı benden mağfiret dileyen, onu afvedeyim! buyurur. Ve (bu hâl) tâ tanyeri ağırıncaya kadar böylece devam eder.»

حدثنا إسحاق بن منصور. أخبرنا أبو المغيرة. حدثنا الأوزاعي. حدثنا يحيى. حدثنا أبو سلمة بن عبدالرحمن عن أبي هريرة. قال:
قال رسول الله صلى الله عليه وسلم "إذا مضى شطر الليل، أو ثلثاه، ينزل الله تبارك وتعالى إلى السماء الدنيا. فيقول: هل من سائل يعطي! هل من داع يستجاب له! هل من مستغفر يغفر له! حتى ينفجر الصبح
3-Bize, îshâk b. Mansur rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu'l-Mugîre haber verdi. (Dedi ki) : Bize, Evzâî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Selemete'bnu Abdirahmân, Ebu Hurayra'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) : «Gecenin yarısı yahud üçte ikisi geçtiği zaman Allah Teberake ve Teâlâ alt semâya nuzul eder de: Var mı isteyen? kendisine verilecek! Duâ eden var mı? duası kabul edilecek! İstiğfarda bulunan var mı? kendisine mağfiret olunacakdır! buyurur.
(Bu) tâ sabah aydınlayıncaya kadar (böyle devam eder.)» buyurdular.

حدثني حجاج بن الشاعر. حدثنا محاضر أبو المورع. حدثنا سعد بن سعيد. قال:
أخبرني ابن مرجانة. قال: سمعت أبا هريرة يقول: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم "ينزل الله في السماء الدنيا لشطر الليل، أو لثلث الليل الآخر، فيقول: من يدعوني فأستجيب له! أو يسألني فأعطيه! ثم يقول: من يقرض غير عديم ولا ظلوم!".
(قال مسلم) ابن مرجانة هو سعيد بن عبدالله. ومرجانة أمه.
4-Bana, Haccâc b. Şâir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebu'l -Muverri' Muhâdır rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Sa'd b. Saîd rivayet etti. Dedi kî: Bana, İbnî Mercâne haber verdi. Dedi ki : Ebu Hurayra'yi şunu söylerken işittim: Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) : «Allah gece yarısı yahud gecenin son üçte birinde alt semâya nuzul ederek : Bana kim duâ eder ki, ona icabet edeyim yahut benden kim bir şey diler ki, ona vereyim; buyurur. Sonra yoksul ve zâlim olmayan (Allah)'a kim ödünç verecek! der.» buyurdular.

Muslim der ki: İbni Mercâne, Saîd b. Abdîllâh'dir. Mercâne, Saîd'in annesidîr.

Bize, Hârun b. Saîd el-Eylî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, İbni Vehb rivayet etti. Dedi ki: Bana, Suleyman b. Bilâl, Sa'd b. Saîd'den bu isnâdla haber verdi; şunu da ziyâde etti: «Sonra Allah Teberake ve Teâlâ iki yedini yayarak yoksul ve zâlim olmayana kim ödünç verecek; der.»

حدثنا عثمان وأبو بكر ابنا أبي شيبة وإسحاق بن إبراهيم الحنظلي (واللفظ لابني أبي شيبة) (قال إسحاق: أخبرنا. وقال الآخران: حدثنا جرير) عن منصور، عن أبي إسحاق، عن الأغر أبي مسلم. يرويه عن أبي سعيد وأبي هريرة. قالا:
قال رسول الله صلى الله عليه وسلم "إن الله يمهل. حتى إذا ذهب ثلث الليل نزل إلى السماء الدنيا. فيقول: هل من مستغفر! هل من تائب! هل من سائل! هل من داع! حتى ينفجر الفجر".
5-Bize, Ebu Şeybe'nin iki oğlu Osman ve Ebu Bekr ile İshâk b. İbrahim El - Hanzalî rivayet ettiler. Lâfız Ebu Şeybe oğullarınındır. İshâk (bize haber verdi.) tâbirini kullandı, ötekiler: Bize, Cerîr, Mansur'dan, o da Ebu Ishâk'dan, o da Ebu Muslim-i Egarr'dan, o da Ebu Saîd ile Ebu Hurayra'den naklen rivayet etti; dediler. Ebu Saîd ile Ebu Hurayra şöyle demişler: Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) :
«Şubhesiz ki Allah muhlet verir. Tâ ki gecenin ilk üçte biri gittiği vakit alt semâya nüzul buyurarak : Var mı istiğfar eden! Var mı tevbe eyleyen! Var mı isteyen! Var mı duada bulunan! der. (Bu) tâ fecir aydınlayın caya kadar (böyle devam eder.)» buyurdular.

Osman ibn Saîd ed-Dârimî dedi ki: ‘Bu hadis, Cehmiyye fırkasını en çok kızdıran bir hadistir.’

Mu'tezile 'den İbrâhîm b. Salih ile hadîs ulemâsından İshâk b. Râhuye arasında bu hususda munâkaşa geçtiği rivayet olunur. Bu munâkaşayı İshâk b. Râhuye şöyle anlatmışdır:

«Emîr Abdullah b. Tâhir'in meclisi beni şu bid'atçı yâni İbrâim b. Salih ile bir araya getirdi. Emîr, Allah'ın nuzulune dâir malumat istedi. Ben de buna dâir haberleri kendisine sayıb döktüm. Bunun üzerine İbrahim: Ben bir semâdan bir semâya inen Allah'a kufrediyorum! dedi. İbrahim: Ben cevaben: İshâk b. Râhuye: Ben de dilediğini yapan Allah'a îmân ediyorum! dedim. Neticede emîr Abdullah benim sözümü kabul; İbrahim'inkini reddetti.»

Aynî, İshâk'ın bu sözünü aynen Fudayl b. Iyâd 'dan aldığını söylüyor. Fudayl b. İyâd: «Cehmîler 'den biri: Ben, aşağı inen ve yukarı çıkan Allah'a inanmıyorum; derse, Ben de: Ben dilediğini yapan Allah'a îmân ediyorum; cevâbını veririm.» dermiş.

Bunu îbni Hibbân'ın babası «Kitâbu's-Sunne» adlı eserinde nakletmiş ve yine ayni eserde Ebu Zur'a'nın, şunları söylediğini bildirmişdir:

«Bu hadîsler, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den tevâturen sabit olmuşdur. (Allah, her gece alt semâya nuzul eder.) Bunu, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in ashabından bir çokları rivayet etmişlerdir. Böyle hadisler bizce sahih ve kavidirler. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Allah Teâlâ'nın nuzul buyurduğunu söylemiş; fakat bunun nasıl olduğunu anlatmamışdır. Binâenaleyh biz de (Allah alt semâya iner; deriz; fakat nasıl indiğinden bahsetmeyiz.)

Ebu Muhammed b. Ahmed El-Muzenî nin: «Allah'ın indiğini bildiren hadîs Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den sahîh yollarla sabit olmuş, Kur'ân-i Kerîm'de de bunu tasdik eden şu âyet nazil olmuşdur:
"Rabbim ve melekler de saff saff olarak geldikleri vakit ,.." Sure-i fecr, âyet: 22 » dediğini Beyhakî «Kitâbu'I-Esmâ»'sında rivayet etmişdir.


Cumhur-u ulemâ bu husûsda en aşikâr ve salim olan yolu tutarak muteşâbih âyet ve hadîsleri olduğu gibi kabul etmiş; onlara îmân ile Allah Teâlâ'yı mahlukatına benzemekden, ona keyfiyyet ve isbâtından tenzih eylemişlerdir.

Zuhrî, Evzâî, İbnu'l-Muberak, Mekhul, Sufyân-ı Sevrî, Sufyân b, Uyeyne, Leys b. Sa'd, Hammâd b. Seleme ile imamlardan Ebu Hanîfe, Mâlik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel'in kavilleri de budur.

İmam Ebu Hanife, Allah Teâlâ'nın alt semâya nasıl indiği sorulmuş, Ebu Hanife: «Keyfiyyetsiz olarak inmişdir.» cevâbını vermişdir.

Hattâbî diyor ki: «Bu hadîs, sıfat hadîslerindendir. Se1ef'in bu hususdaki mezhebi Allah'ın sıfatlarına îmân etmek, o sıfatları zahirî mânâları üzerine bırakmak ve Allah Teâlâ'dan keyfiyeti nefyetmekdir...»

Burada munker bir rivayete dikkat çekmek gerekir:


Bunu Nesai, Amelu’l-Yevme ve’l-Leyle’de (482) İbrahim b. Yakub – Ömer b. Hafs b. Gıyas – Babası – el-A’meş – Ebu İshak – Ebu Muslim el-Egar – Ebu Hureyre ve Ebu Said radıyallahu anhuma isnadıyla rivayet etmişlerdir. Bu rivayetteki lafza göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
إن الله عز و جل يمهل حتى يمضي شطر الليل الأول ثم يامر مناديا ينادي يقول هل من داع يستجاب له هل ( من ) مستغفر يغفر له هل من سائل يعطى
“Muhakkak ki Allah gecenin ilk yarısı geçinceye kadar muhlet verir. Sonra bir munadiye şöyle demesini emreder: “Dua eden yok mu? İcabet edeyim, bağışlanma dileyen yok mu? Bağışlayayım. İsteyen yok mu? Vereyim.”

Hadisin isnadının sahihayn ricalinden oluşmasından dolayı, zahiri sahih gibi görünse de, zayıflık vardır. İbn Hacer Takrib’de Ömer b. Hafs b. Gıyas hakkında: “Bazen yanılırdı” demiştir. Hafs b. Gıyas hakkında da: “Güvenilir, fakih. Lakin ömrünün sonlarında hafızası zayıfladı” demiştir. Et-Tehzib’de de Hafs hakkında: “Çok karıştırmaya başlamıştır. Bunlardan biri de el-Ameş’ten rivayetidir.” Der.

Nitekim Ebu Muslim el-Egar’dan bu hadisi rivayet eden diğer raviler:

إن الله عز وجل يمهل ، حتى إذا ذهب ثلث الليل الأول ؛ نزل إلى السماء الدنيا
“Muhakkak ki Allah gecenin ilk üçte biri geçinceye kadar muhlet verir. Dünya semasına iner…” lafzıyla rivayet etmişlerdir. Bu ravilerin hiçbiri: “Bir munadiye..emreder” kısmını zikretmemişlerdir. Anlaşıldığına göre Hafs b. Gıyas bunu yazısından değil, ezberinden rivayet etmiş ve hata etmiştir.

Bazı cehmi ve muattıla deccalleri bu munker rivayeti, isnadında bulunan Hafs b. Gıyas’ın bunu yazısından rivayet ettiğini iddia ederek sahih göstermeye çalışmaktadırlar. Bu iddialarını da Hafız Mizzi ve İbn Hacer’e dayandırmaları düpedüz bir yalandır.


A)- Şu’be b. el-Haccac – Ebu ishak - el-Egar’dan: Tayalisi (2232, 2385) Ebu Avane (2/288) Beyhaki el-Esma ve’s-Sıfat (450) Muslim (2/176) İbn Huzeyme Tevhid (83) Ahmed (3/34)
B)- Mansur b. Mutemir – Ebu ishak – el-Egar yoluyla: Muslim, Ebu Avane ve İbn Huzeyme (84)
C)- Fudayl b. Gazvan el-Kufi – el-Egar yoluyla; Ebu Avane rivayet etti
D)-Ebu Avane el-Vaddah b. Abdillah el-Yeşkuri yoluyla: Ahmed (2/383, 3/43)
E)- Mamer b. Raşid yoluyla: Ahmed (3/94) Abdurrazzak (11/293)
F)-İsrail b. Yunus yoluyla: İbn Huzeyme rivayet etmiştir.

Bu altı rivayet yolunun ravileri güvenilir sağlam ravilerdir. Hafıza problemi olan Hafs b. Gıyas, kendisinden güvenilir olan bütün bu ravilere muhalif bir rivayette bulunmuştur. Ayrıca bu hadis Ebu Hurayra radıyallahu anh’den başka yollarla da rivayet edilmiştir. Hiç birinde Hafs b. Gıyas’ın lafzı geçmemiştir.

 
M Çevrimdışı

Muvahhid Faruk

* لا أمثل إلا نفسي *
İslam-TR Üyesi
Abdul Muizz Kardeş!Ben hadisin isnadı hakkında soru sormadım. Sorduğum soru şu: Ehli Sünnet uleması bu hadisleri nasıl anlamış?Ayrıca İmam Ahmed bin Hanbelden bu hadisdeki “nüzul” hakkında sevabı inir. Ve İmam Malikten de emri inir diye tevil gelmişdir.Hatta Mağribin Hafızı İmam İbn Abdil Berr (rahimehullah) hadis ehlinden bir grupun da bu konuda Allahın emri ve rahmeti inir dediğini nakl etmişdir.Ayrıca saygı secdesinin de şirk olduğunu yazmıştınız. Hangi alimler saygı secdesini şirk olarak görmüş? İsimlerini ve kitaplarını yazırmısın lütfen.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Muvahhid Faruk;301122' Alıntı:
Abdul Muizz Kardeş!
Ben hadisin isnadı hakkında soru sormadım. Sorduğum soru şu: Ehli Sünnet uleması bu hadisleri nasıl anlamış?
Ayrıca İmam Ahmed bin Hanbelden bu hadisdeki “nüzul” hakkında sevabı inir. Ve İmam Malikten de emri inir diye tevil gelmişdir.
Hatta Mağribin Hafızı İmam İbn Abdil Berr (rahimehullah) hadis ehlinden bir grupun da bu konuda Allahın emri ve rahmeti inir dediğini nakl etmişdir.
Kardeşim sorun hâlâ yazdığın gibi duruyor :
Muvahhid Faruk;300927' Alıntı:
Abdul Muizz Fida!
“Nuzul Hadisi” hakkında Ehli Sünnet alimleri ne söylemişler? Bu konuda bildiklerinizi paylaşın.
Kardeşim bildiğin veya değinmek istediğin bir şey varsa direkt konuya girebilirsin, kıvranmana gerek yok.
Çeşitli âlimler farklı izahlar (misâlen : Nûzul rivayeti olarak bilinen Hadîsteki "Yenzilu = İner" fiili, Buhârî nushalarında yâ'nın fethi ile zab-tedilmiştir. Buna göre yakınlık ile te'vîl edilerek ma'nevî nuzûl kasdolunabilir ve: Allah, lûtfu keremi ile kullarına yaklaşır, demek olur. "Dünyâ semâ", Allah'ın bize yaklaşması hâlinden ibaret bulunur. Dünyâ kelimesinin "dunuvv"-den "kurb - yakınlık" ma'nâsını ifâde etmesi de bunu te'yîd eder.
Ebû Bekr ibn Furek, bâzı âlimlerin bu fiili yâ'nın ötresi ile "Yunzilu = İndirir" şeklinde zabt ettiklerini hikâye etmiştir. Bu takdîrde fiilin hazf olunmuş bir mef'ûle ta'diye etmesi gerekir: "Yunzilullahu meleken-Allah bir melek indirir" demek olur. Kurtubî bu rivayetin sahîhliğine delîl olarak Nesâî'nin " Sonra var mı duâ eden diyecek bir munâdîyi emreder.." rivayetini delîl getirib, böylece muşkilin kalkacağını bildirir (Fethu'l-Bârî, III, 272) getirmekle beraber; "Allah'ın emri ve rahmeti" şeklinde anlaşılması gereken yerde arabların anlayacağı şekilde açıkça ifade etmiş, muâllak, kapalı ifadeleri ise ashabı Rasulullah'a (s.a.v.) sorarak yanlış ve farklı anlamaların önüne geçmişlerdir. Bu rivayet ve ilgili istiva mevzularında sahabenin anlamadığı ya da farklı farklı anladığı bir mana olsaydı tabi ki Rasulullaha sorarlardı. Fakat bu konuda (sahabenin anlamadığı ya da farklı manalara gelebilecek bir anlayış) böyle bir rivayet yoktur. Çünkü İmam Mâlik rahimehullahın da dediği gibi İstiva'nın arab dilindeki anlamı mâlum, keyfiyeti ise mechuldur, bu konuda soru sormak ise bid'attir.

Aynî'nin Umdetu'l-Kaari'sinde bu hadîs hakkında çok güzel tevcihler ve açıklamalar vardır. Bu tevcihlerden biri özetle şudur: Nuzûl, intikaal, i'Iâm, kavi, İkbâl, teveccuh ve bir hükmün çıkışı ma'nâlarına kullanılır. Bu ma'nâların hepsi lugatçılar arasında bilinen şeylerdir. Madem ki nüzulün böyle müşterek ma'nâsı vardır; Allah'ın kendisiyle tavsîfi caiz olan bir ma'nâya hamledümesi en doğru bir harekettir. Burada Allah'ın rahmetle, dileklerini vermekle, mağfiretler etmek suretiyle teheccüd kılanlara ikbâl ve teveccuh buyurmasıdır denilebilir. Bu bir te'vîl değil, fakat lâfzı, medlulü olan müşterek ma'nâlardan birisine hamletmektir kî, îmâm Mâlik gibi bâzı selefin te'vîlleri de hep bu yolda bir te'vîldir (III, 618-623).

Eşarî, istiva konusunda da şöyle diyor: Sünnet ve hadis ehli, cisim olmadığını, eşyaya benzemediğini ve «Rahman arşı üzerine istiva etmiştir» dediği gibi, arşı üzerinde olduğunu kabul etmektedirler. Bu konuda Allah ve Resulünün söylediğiyle yetiniyoruz. Keyfiyeti malûm olan iki elinin bulunduğunu söylüyoruz. Nitekim «iki elimle yarattım» buyuruyor. Hadîs'te geçtiği gibi Allah dünya semâsına iner.
Eş'arî şöyle devam etmektedir. Mutezile arşı üzerine istiva etmesinin, istila etmesi demek olduğunu söylemektedir. Eş'arî «el ibane fi Usûli'd-Diyâne» kitabında «istiva» bölümünde de şöyle demektedir:
Birisi, istiva hakkında görüşünüz nedir? diye sorarsa, ona şöyle deriz: Yüce Allah «Rahman arşı üzerine istiva etmiştir», «Güzel söz ona yükselir» ve «Bilâkis onu kendine yükseltmiştir» buyurduğu gibi, arşı üzerine istiva etmiştir.
Firavn'dan hikâye ederek şöyle buyurmuştur: «Firavn: Ey Hâman, bana bir kule yap, belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Musa'nın tanrısını görürüm. Doğrusu ben, onu yalancı sanıyorum dedi. (Mu'min 36-37)
Firavn, Musa'yı: «Allah göklerin üstündedir» sözünden dolayı yalanlamıştır.
Yüce Allah şöyle buyuruyor: «Yer sarsıldıkça sarsıldığında, gökte olanın sizi yerin dibine geçirmesinden güvende misiniz? (Mulk 17)
Göklerin üstünde arş bulunmaktadır. Üstte olan her şey semâdır. «Gökte olan» deyişiyle kasdettiği bütün gökler değil, bütün göklerin üstünde olan arşın kendisidir. Nitekim gökleri anarak: «Ayı onlarda bir nur yapmıştır» demekte ve bütün gökleri doldurduğunu kasdetmemektedir.
Bütün müslümanlar dua ederken ellerini göğe kaldırırlar. Çünkü Yüce Allah göklerin üstünde bulunan arşı üzerindedir. Yüce Allah arşı üzerinde olmasaydı, ellerini arşa doğru kaldırmazlardı.
Mutezile, Cehmiyye ve Harûrîyeden bazıları şöyle demiştir: «îstiva etti» demek «mâlik ve üstün oldu» demektir. Allah her yerdedir. Böylece hak ehlinin söyledikleri şekilde, Allah'ın arşı üzerinde olmasını inkâr ettiler. İstiva'nın kudret anlamına geldiğini söylediler. Onların söyledikleri gibi olsaydı, arş ile yedinci arz arasında fark olmazdı. Çünkü Allah her şeye, arza ve onda bulunan pisliklere ve helalara da kadirdir. Eğer arş üzerine istiva, istilâ anlamında olsaydı, bütün şeyler üzerine istiva etmiştir, demek caiz olurdu. Allah bütün şeyler üzerine, pisliklere ve helalara istiva etmiştir, demek hiçbir müslümana göre caiz olmayınca, arş üzerine istiva etmenin bütün şeyler için genel olan istila etmek anlamında olması da bâtıl olmaktadır.
Bunu, Eş'arî' ye uyan birçok imam da nakletmiştir. îbn Fûrek ve «Tebyinu Kezibi'l-Mufteri fi mâ yunsebu ilâ'ş-Şeyh Ebi'l-Hasan el-Eş'arî» kitabında zikreden hafız îbn Asa kir gibi imamlar, îbn Asâkir el-Eş'arî'nin «el-îbâne»nin başında açıkladığı inancını zikretmiş ve şöyle dediğini belirtmiştir:«Birisi, Mutezile, Kaderiyye, Cehmiyye, Harûriyye, Rafiza ve Murcie'nin görüşünü reddettiğinize göre, sizin görüşünüz ve anlayışınız nedir? diye sorabilir. Görüşümüz ve din anlayışımız şudur: Allah'ın Kitab'ına, Rasûlullah'ın sünnetine ashâb, tabiîn ve hadis imamlarından rivayet edilenlere sarılmak. Biz buna bağlıyız. Ahmed îbn Hanbel'in- Allah rahmet etsin - görüşüne katılırız. Onun görüşüne aykırı olan şeye karşıyız. Çünkü o faziletli imam ve kâmil liderdir. Sapıklığın başgöstermesi anında, Allah hakkı onunla açığa çıkarmış, yolu ve metodu onunla açıklığa kavuşturmuş, bidatçıların, sapıkların ve şüphecilerin bidatim, sapıklığını ve şüphelerini onunla yok etmiştir. Allah'ın rahmeti onun ve müslümanların bütün imamları üzerine olsun, O önde gelen bir imam ve gerçekleri ortaya koyan büyük bir insandır.
Özet olarak görüşümüz şudur: Allah'a, meleklerine, kitaplarına, resullerine, Allah'tan gelenlere, sika kişilerin Rasûlullah'tan rivayet ettiklerine inanıyoruz. Daha önce geçen şeyleri ve başka yerde zikredilen diğer şeyleri zikretmiştir.
Ebû Bekr el-Acurri «Kitabu'ş-Şeriâ»da şunları söylemektedir:
«İlim ehlinin görüşü şudur: Allah göklerin üstünde arşının üzerindedir. îlmi her şeyi kuşatmıştır. Yüce göklerde ve yedi kat arzda ne varsa, ilmi hepsini kuşatmıştır. Kulların amelleri ona yükselir.
Birisi «Üç kişi gizli konuşursa dördüncü mutlaka O'dur. Beş kişi gizli konuşursa altıncıları mutlaka Odur. Bunlardan az veya çok, ne olursa olsunlar, nerede bulunurlarsa bulunsunlar, mutlaka onlarla beraberdir»(Mucadele 7) âyetinde onlarla beraber olmasının anlamı nedir? diye soracak olursa, «ilmidir» diye cevap verilir. Yüce Allah arşı üzerindedir. İlmi onları kuşatmaktadır. îlim ehli bu şekilde tefsir etmiştir. Bunun ilmi olduğuna âyetin başı da, sonu da işaret etmektedir. Allah arşı üzerindedir. Müslümanların görüşü budur».
Muhammed îbn Ebî Zeyd'in «Mecid (olan Allah) bizatihi arşının üzerindedir ve ilmiyle her yerdedir» sözünü, sıfatları iptal edenlerden biri «Mecid (olan Allah) yücedir, maksadı, Allah bi-zatihî mecid olandır» demektir, şeklinde tevil etmiştir. Bu apaçık bir cehalet olması yanında «Rahman bizatihi, Rahim bizatihi, Aziz bizatihî» mesabesindedir.
İbn Ebî Zeyd «er-Risâle»nin mukaddimesinde «arşı üzerine istiva etti ve mülkü ihtiva etti» diyerek kendilerine uyulan imamlar prensibine uygun olarak istiva ile istilâyı birbirinden ayrı değerlendirmiştir. Bununla birlikte ibn Ebî Zeyd «el-Muhtasar»da, Yüce Allah'ın yeryüzünde değil, göğünde olduğunu açıkça belirtmiştir. Onun sözü budur. îbn Ebî Zeyd'in söylediğini bütün zümrelerden Ehl-i Sünnet imamları söylemeye devam etmektedir.
İmam Ebû Amr et-Talamenkî, «el-Vusûl ilâ Mârifeti'l-Usûl» adlı kitabında, Ehl-i Sünnet'in Yüce Allah'ın bizatihi arşı üzerine istiva ettiği konusunda birleştiğini belirtmiştir. Aynı şekilde Buharı ve benzerleri tabakasında bulunan Kufe hafızı Muhammed Îbn Osman îbn Ebû Şeybe bunu Ehl-i Sünnet ve Cemaattan zikretmiştir. Yine ülkesinin devlet başkanına yazdığı Sünnet'e dair meşhur risalesinde imam Yahya İbn Ammar es - Sicistani zikretmiştir.
Yine hafız Ebû Nasr es-Secezi «el-İbâne» isimli kitabında bunu zikretmiş ve şöyle demiştir: Sevrî, Mâlik, îbn Uyeyne, Hammad îbn Seleme, Hammad îbn Zeyd, îbnu'1-Mubârak, Fudayl İbn İyad, Ahmed ve İshak gibi imamlarımız, Yüce Allah'ın bizatihi arşı üstünde ve ilminin her yerde olduğunda görüş birliği etmişlerdir. Aynı şekilde Şeyhü'l-îslâm el-Ensarî, Ebu'l-Abbas et-Turukî, Şeyh Abdulkadir el-Cilî ve sayısını ancak Allah'ın bildiği İslâm âlimi ve imamı, bunu zikretmiştir.
«Hilyetu'l-Evliya» ve başka meşhur eserlerin sahibi hafız Ebû Nuaym el-îsbahanî bu inanç konusunda özet olarak şöyle demiştir: Yolumuz Kur'ân, Sünnet ve Ümmet'in icmâına uyan selefin yoludur. Allah'ın, her zaman bütün kadim sıfatlarıyla kamil olduğuna, zeval bulmayacağına ve değişmeyeceğine, ilim ile âlim, basar ile basir, işitme ile işiten ve kelâm ile mütekellim olduğuna, eşyayı yoktan var ettiğine, Kur'ân'ın Allah'ın kelâmı, indirdiği diğer kitapların da aynı şekilde onun kelâmı olduğuna ve yaratılmamış olduğuna, Kur'an'ın kıraat, tilâvet, hıfz, dinleme, yazı ve telâffuz bakımından hikâye veya tercüme olarak değil, hakikat olarak Allah'ın kelâmı olduğuna, lâfızlarımızla Allah'ın kelâmı olduğuna ve yaratılmadığına inanırız. Vakıfiyye ve Lâfzıyye cehmiyyedendir. Bu yönlerden herhangi birisinde Allah kelâmının mahlûk olduğunu söyleyen kimse Cehmiyyedendir ve Cehmiyyeden olan kimse de kâfirdir». Bunun arkasından bazı konuları zikrettikten sonra şöyle demiştir:
Selef, arş ve Yüce Allah'ın onun üzerine istivasına dair Rasûlullah'tan gelen sabit hadîslerin söylediğini kabul ve keyfiyet ile temsil olmaksızın onları ispat ederler. Allah mahlûkattan ayrıdır ve mahlûkat ondan farklıdır. Ne mahlûkata hulul eder, ne de onlarla kaynaşır. Arzında değil, göğünde arşı üzerine istiva etmiştir. Bu konuda selefin bütün inançlarını ve bu konuda icmâlarım zikretmiştir.
Yahya İbn Osman «Risale»sinde şöyle demiştir: «Cehmiyye'nin söylediği gibi Allah'ın mekânların içinde, herşeye karışmış olduğunu söylemediğimiz gibi, nerede olduğunu bilmiyoruz, da demiyoruz. Aksine bizatihi arşı üzerinde olduğunu ve ilminin her-şeyi kuşattığını, işitmesi, görmesi ve kudretinin herşeyi idrak ettiğini söylüyoruz. Bu da: «Nerede olursanız, O sizinle beraberdir» sözünün anlamıdır.
Tasavvuf şeyhlerinden arif şeyh Ma'mer Ibn Ahmed şöyle demiştir: «Bu çağda ashabıma sünnetten, mutekaddimin ve müteahhirinden hadîs, marifet ve tasavvuf ehlinden bir tavsiyede bulunmak istedim. Tavsiyesinde bir takım şeyleri saydıktan sonra şöyle demiştir: Allah keyfiyetini bilmediğimiz şekilde arş üzerine istiva etmiştir. Bunu tevil etmiyoruz. îstivâ bilmen bir şey, keyfiyeti ise bilinmezdir. Allah arşı üzerine istiva etmiştir. Mahlûkattan farklıdır ve mahlûkat ondan ayrıdır. Hulul, kaynaşma ve başka bir şeye bitişmekten munezzehtir. Semi, basir, habîr, alim'dir. Konuşur, razı olur, kızar, güler, beğenir, kıyamet günü kullarına gülerek görünür, keyfiyetini bilmediğimiz ve tevil etmediğimiz bir şekilde her gece dünya göğüne iner. inişi inkâr eden veya tevil eden kimse bid'at ve dalalet ehlinden olur».
İmam Ebû Osman İsmail îbn Abdurrahman e s -Sabunî en-Neysabûrî «er-Risâle fi's-Sünne» adlı kitabında şöyle demiştir:
«Hadis ehlinin inancı ve ifadesi şudur-. Allah yedi göğün üstünde, arşının üzerindedir. Kitab, ümmetin alimleri ve selefin seçkin kişileri bunu söylemiştir. Allah'ın arşı üzerinde ve arşının göklerin üstünde olduğunda ihtilâf etmemişlerdir. Şöyle devam etmiştir: İmamımız Ebû Abdillah eş-Safii «el-Mebsut» kitabında kefaret konusunda mu'min kölenin azâd edilmesi meselesinde Muaviye îbn el-Hakem'in haberine dayanarak kâfir köle ile kefaret borcunun kalkmayacağını söylemiştir. Siyah cariyeyi kefaret olarak azâd etmek isteyerek Resûlüllah'a bunu sormuş ve Rasûlûllah mu'min olup olmadığını anlamak için onu imtihan ederek, «Rabbin nerede?» diye sormuş, göğe işaret etmesi üzerine Rasûlûllah: «Onu azâd et, o mu'mindir» buyurmuş, böylece rabbinin gökte olduğunu söyleyip onu üstünlük ve fevkiyet sıfatıyla tanıyınca mu'min olduğuna hükmetmiştir.Hafız Ebû Bekr el-Beyhakî «istiva» bölümünde şöyle demiştir: «Yüce Allah şöyle buyuruyor: «Rahman arşı üzerine istiva etmiştir», «Sonra arşı üzerine istiva etti», «O, kulları üzerine kahir olandır», «Üstlerindeki Rabb'lerinden korkuyorlar». «Güzel söz O'na yükselir, salih emeli de o kaldırır», «Gökte olandan güvende misiniz?» (Bununla göğün üstünde olanı kastetmiştir). Nitekim «Hurma dallarında sizleri asacağım» buyurarak hurma dalları üzerinde demek istemektedir. Yine «Yerde dolaşın» diyerek, yerin üstünde demek istemektedir. Üstte olan her şey semadır. Arş göklerin üstüdür. Dolayısıyla «Gökte olandan güvende misiniz?» âyetinin anlamı başka âyetlerde de açıkça ifade edildiği gibi, «Arş üzerinde olandan güvende misiniz?» demektir.
Beyhaki şöyle devam etmiştir: «Zikrettiğimiz âyetler, Allah'ın zatıyla her yerde olduğunu iddia eden Cehmiyye'nin iddiasını ibtal etmektedir. «Nerede olursanız, O sizinle beraberdir» âyetinin anlamı, zatıyla değil, ilmiyle sizinle beraberdir, demektir.

Ebû Ömer îbn Abdilber, «Şerhu'l-Mavatta»da nuzul hadîsine değinirken şöyle demiştir:
«Bu hadîsin sıhhatinde hadîs ehli ihtilâf etmemiştir. Ehli Sünnet ve Cemaatin belirttiği gibi, Yüce Allah'ın yedi gök üstünde semada arşı üzerinde olduğuna işaret etmektedir. Mutezileye karşı derilerinden biri de bu hadîstir. Bunu havas da, avam da çok iyi bilmektedir. Daha fazla açıklamaya ihtiyaç bırakmayacak kadar meşhurdur. Çünkü herkesin kabul ettiği zorunlu bir şey olup hiçbir müslüman bu konuda onlara karşı çıkmamıştır.
Şöyle devam etmiştir: «Kendilerinden tevilin nakledildiği ashâb ve tabiîn âlimleri «üç kişinin gizli konuşmaları olmasın, mutlaka O dördüncüleridir» â yetinin tevilinde şöyle demişlerdir: «O, arşın üzerindedir, ilmi her yerdedir; Bu konuda sözüne itibar edilecek hiç-kimse onlara muhalefet etmemiştir».
Halefin seleften alıp kabul ettiği budur. Seleften bundan başka şey nakledilmemiştir. Çünkü Kur'ân âyetlerinin ve nebevi hadîslerin işaret ettiği apaçık hakkın kendisidir. Bizim ve bütün müslümanların akıbetini hayır etmesini, hidayete erdirdikten sonra kalblerimizi saptırmamasını, rahmet ve lûtfu ile Yüce Allah'tan dileriz. O, merhamet eden ve bağışlayandır. Hamd sadece ona mahsustur. (Şeyhu'l islam İbn Teymiyye, Mecmuu Fetava, c. 5, Meakeş Fetvası, Allah'ın sıfatları ve Arş üzerine istiva etmesi)

Nuzul hadisi:
Soru: "Nuzul Hadîsi" hakkında tartışan ve biri bunu kabul eden, diğeri de kabul etmeyen iki kişi hakkında ne dersiniz?

Aralarındaki tartışma şöyle:
Kabul eden: Rabbimiz her gecenin son üçte birinde dünya göğüne iner.
Reddeden: Nasıl iner?
— Keyfiyetsiz olarak iner.
— indiğinde, Arş O'ndan boşalır mı, boşalmaz mı?
— Bu, sonradan ortaya konmuş bid'at bir söz ve uydurma bir görüştür.
— Bu, soruma cevap değil, cevaptan kaçmaktır.
— Hayır, sorunun cevabı budur.
— Sadece O'nun emri ve rahmeti iner, O inmez.
— Emri ve rahmeti her an için iner. Oysa Peygamber (s.a.v.) hadisinde, iniş için gecenin son üçte birini tayin etmiştir.
— Gece, her ülke için aynı vakit değildir; bazı bölgelerde gece onbeş saat, gündüz dokuz saat iken; bazılarında gece onaltı saat, gündüz sekiz saattir. Bazen de bunun aksi olmaktadır. Enlem ve boylamlara göre gece vakti değişmektedir. Bazı yörelerde gece ile gündüz eşit iken, bazılarında gece o kadar uzundur ki, yirmi dört saatin büyük bir bölümünü kapsar ve gündüz gayet kısadır. Buna göre, gecenin üçte biri, vaktin tamamını kapsar. Dolayısıyla Allah, her an için göğe iniyor.
Bu konudaki şubhe ve kapalılığı gidermenizi, sapıklık ehlini susturmanızı diliyoruz.

Cevab:
Hamd, âlemlerin Rabbinedir. Peygamber (s.a.v.)'in hadisini nakleden ilk konuşmacı, sözünde isabet etmiştir. Çünkü naklettiği hadis, mustefiz haberlerle Peygamber (s.a.v.)'den nakledilmiş, ummetin selefi, muctehid imamları ve Sünnet ve Hadîs bilginleri onu tasdik ve kabul üzere ittifak etmişlerdir. Rasûlullah (s.a.v.)'in söylediğini söyleyen, sözlerinin ihtiva ettiği mânâların hakikatlerini bilmese bile, sözü hak ve doğrudur. Tıpkı Kur'an okuyup ihtiva ettiği mânâları anlamayan gibi. Sözün en doğrusu hiç şubhesiz Allah'ın sözü, yolların en hayırlısı Muhammed (s.a.v.)'in yoludur. Peygamber (s.a.v.), nuzul ile ilgili hadîsle benzerlerini açık olarak söylemiş ve hiç kimseden saklamaksızın ummetin tamamına tebliğ etmiştir. Sahabe ve tabiîn de onu kendi aralarında konuşmuş, nakletmiş, tebliğ etmiş ve havasla avamın meclislerinde rivayetlerde bulunmuşlardır. Buhârî ve Muslim'in Sahih'leri, İmam Mâlik'in Muvatta'ı, îmam Ahmed'in Musned'i, Ebû Dâvud, Tirmizi ve Nesâi'nin Sunen'leriyle benzeri avam ve havas meclislerinde okunan hadîs kitapları onu nakledib rivayet etmişlerdir.
Ancak bu hadîsle benzerlerinden, Allah'ın mahlûkatın vasıflarına benzetilmesi ve hak ettiği kemâle aykırı düşen eksikliklerle vasıflanması gibi tenzih edilmesi gereken hususları anlayan, hatâ etmektedir. Bu tür görüşler izhar edecek olursa ona engel olunur. Hadisîn bunlara delâlet edib bunları gerektirdiğini ileri sürecek olursa, yine hatâ etmektedir.
Söz konusu hadîste yüce Allah'ın nuzul ile vasıflanması, O'nun kendisini, şu zikredeceğimiz âyetlerde olduğu gibi duman halinde olan göğe istiva etmek, altı günde gökleri ve yeri yarattıktan sonra Arş'a istiva etmek, gelmek sıfatlarıyla vasıflaması gibidir:
'Onlar, buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerin gelmesini ve işin bitirilmesini bekliyorlar değil mi?»(42)
«(İnanmak için) ille meleklerin gelmesini, yahut Rabbinin gelmesini, ya da Rabbinin bazı âyetlerinin gelmesini mi bekliyorlar? »(43),
«Melekler sıra sıra olduğu halde Rabbin geldiği zaman»(44)
«O ki gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları altı günde yarattı, sonra Arş'a istiva etti»(45),
«Allah sizi yarattı, sonra besledi, sonra öldürüyor, sonra diriltiyor. (Peki), ortaklarının içinde bunları yapan var mı?»(46),
«Göklerden yere her işi yürütür sonra ona yükselir»(47).

Dilcilerin geçişli fiiller -ki Kur'an'da zikredilenlerin çoğu bu çeşittendir yada mef'ullerini direkt almayıb edatlar vasıtasıyla olduğundan dolayı geçişsiz diye isimlendirdikleri bu ve benzeri fiillerle yüce Allah kendisini vasıflandırmaktadır.
Yüce Allah, kendisini bu fiillerle vasıflandırdığı gibi geçişli ve geçişsiz konuşma fiiliyle de vasıflamıştır. Şu örnekler böyledir:
«Rabbin meleklere şöyle demişti»(48),
«Allah, Mûsâ ile de konuşmuştu»(49)
«Rableri onlara seslendi»(50),
«O gün (Rableri) onlara seslenerek: Elçilere ne cevap verdiniz?» der»(51),
«Allah gerçeği söyler ve O, doğru yola iletir"(52),
«Allah ki O'ndan başka ilah yoktur- sizi mutlaka kıyamet gününde bir araya toplayacaktır. Bunda şüphe yoktur. Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir?»(53),
«Allah sözün en güzelini indirdi»(54)
«-Rabbinin îsrail oğullarına verdiği güzel söz, sabretmeleri yüzünden tam yerine geldi»(55),
'Rabbinin sözü hem doğrulukça, hem de adaletçe tamamlanmıştır»(56),
«Allah, size va'dini doğruladı» (57)
.
Yüce Allah aynca kendisini ilim, kuvvet, rahmet ve benzeri şeylerle de vasıflandırmaktadır.
«O'nun ilminden, ancak kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar»(58),
«Şubhesiz rızık veren, sağlam kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır, »(59)
«Rabbimiz, rahmet ve bilgi bakımından herşeyi kapladın»(60),
«Rahmetim ise herşeyi kaplamıştır»(61)

Bu ve benzeri âyetlerde Allah'ın kendisini vasıflandırdığı hususlarla Rasulullah (s.a.v.)'in sahih rivayeti erdeki vasıflandırmalarının hepsi hakkında söylenecek söz aynıdır.
Ummetin selefi ile muctehid imamlarının görüşü; gerek isbat gerek red bakımından Allah'ın kendisini vasıflandırdığı ve Peygamber'in O'nu vasıflandırdığı sıfatlarla O'nu vasıflandırmaktır.
Allah Teâlâ, kendisinin yaratıklara benzemediğini bildirmiştir: «De ki.- O Allah birdir. Allah Samed'dir (herşeyi, varlığını ve bekasını O'na borçludur. Herşey O'na muhtaçtır. O, hiçbir şeye muhtaç değildir. Herşeyin başvuracağı, yardım dileyeceği tek varlık O'dur.) Kendisi doğurmamıştır ve doğrulmamıştır. Hiçbir şey O'nun dengi olmamıştır»(62) buyurarak kendisine denk kimsenin bulunmadığını belirtmektedir.
«Hiç O'nun adaşı olduğunu bilir misiniz?" buyurarak kendisiyle aynı adı taşıyan başka bir şeyin bulunmadığını bildirmektedir.
Yine şöyle buyurmaktadır:
«Öyleyse siz de, bile bile Allah'a eşler koşmayın»,(63),
«Allah'a meseller vermeğe (birtakım benzerler ortaya çıkararak Allah'ı onlara benzetmeğe ve Onu koştuğunuz ortaklarla kıyaslamağa) kalkmayın»(64),
«Ona benzer hiçbir şey yoktur»(65).

Yüce Allah'ın, benzerden, adaştan, denkten, eşten ve başkasına benzetilmekten kendisini tenzih etmeyi haber vermesi, sıfatlarından ve fiillerinde bir benzerinin bulunmadığını belirtmektedir. Çünkü sıfat ve fullerde benzerlik, zâtta da benzerliği içerir. Zâtları farklı iki şey, sıfat ve fiillerinde de birbirlerinden farklıdırlar. Sıfat ve fiillerde benzerlik olursa, bu zâtların da benzerliğini kaçınılmaz kılar. Çünkü sıfat, kendisiyle niteleme; fiil de onu işleyene tâbidir. Hatta bu, iş yapanın kendisiyle vasıflandığı şeydir. Bu sebeble iki tarafın sıfatı benzer olursa, nitelenenler de benzer olurlar. Öyle ki, nitelenenler arasında fark ne kadarsa, sıfatları arasındaki fark da o kadardır. Meselâ aynı cins olan iki insanın zâtlarının farklılığı kadar sıfatları da biribirlerinden farklılık arz eder; benzerlikleri ne miktarda ise, sıfatlarının benzerliği de o miktardadır.

Aynı şekilde insan ile atın canlı olmaları açısından aralarında bir benzerlik; birinin konuşuyor olması ve diğerinin kişniyor olması açısından da aralarında farklılık vardır. Diğer şeyler için de durum budur. Kısacası iki zât arasında farklılık ne miktar ise, sıfatlan arasında da o miktarda farklılık vardır. Çünkü sıfattan soyutlanmış zât, ancak zihinde mevcut olabilir. Zihin sıfattan soyutlanmış bir zât ve tayin edilmemiş mutlak bir varlığı algılayabilir, ama, her türlü sıfattan soyutlanmış olarak bir zâtın mevcudatta varlığı mümkün olamayacağı gibi, belli ve tahsis edilmemiş bir mutlakın varlığı da mümkün değildir.
Allah'ın sıfatlarım kabul edenlerden biri: «Allah'ın sıfatlarını zâtına zaid olarak kabul ederim» dediği zaman bununla: sıfatları reddedenlerin kabul ettiği zâta ilâve olarak sıfatlarını da kabul ediyorum, demek istemektedir. Çünkü reddedenler, sıfatlardan soyut bir zâtın sübütuna inanırlar. Buna karşılık sıfatları kabul edenler de, bunların kabul ettiklerine ilâve olarak sıfatların varlığına da inanırlar.
Var olan zâtın kendisinin sıfatsız gerçekleşmesi asla tasavvur edilemez. Bu, canı olmayan, konuşmayan, varlığı ne kendisine, ne de başkasına dayalı olmayan, kudret, hayat, hareket, sükûn ve benzeri hususları bulunmayan bir insanın varlığını, ya da gövdesi, dalları, yaprak, kabuk v.s. gibi şeyleri bulunmayan bir hurma ağacının varlığını iddia etmek türünden bir şeydir. Aslında bu tür iddialar, gerçek âlemde hakikatinin bulunmadığını isbat eder. Böyle bir şeyin varlığı akledilemez.
Bu nedenledir ki, selef ve muctehid imamlar, Allah'ın sıfatlarını nefyedenler "muattile" diye isimlendirirlerdi. Çünkü görüşlerinin hakikati, Allah Teâlâ'nın zâtını ta'til etmek - işlevsiz kılmaktır. Kendi görüşlerinin bu sonucu kaçınılmaz kıldığını bilmeseler bile, sonuç budur. Çünkü Allah'ı çelişen iki vasıfla vasıflandırıyorlar. Allah vardır, kadimdir ve varlığı zorunludur diyorlar, ama varlığının gerektirdiklerini reddediyorlar. Böylece sözlerinin hakikati şu olmaktadır: Allah, var olmayan var, hak olmayan hak, yaratıcı olmayan yaratıcıdır. Yani Allah hakkında çelişen iki şeyi de reddediyorlar. Bunu reddederken ya açık açık reddettiklerini söylüyorlar, ya da onlardan birini söylememek şeklinde reddediyorlar.
Bu sebeble muhakkikleri -ki onlar da Karmati'lerdir -, Allah hakkında çelişen iki şeyi reddederek: Allah ne mevcuttur, ne de değildir; ne diridir, ne de diri değildir, ne âlimdir, ne de âlim değildir, demiyorlardı. Ancak; «Çünkü Allah hakkında bir şeyin varlığını iddia etmek, O'nu mevcudata benzetmek; yokluğunu iddia etmek ise O'nu ma'dumlara benzetmek olur» diyorlardı. Böylece teşbihi reddetme konusunda aşırı bir şekilde ileri gitmeleri, onları, Allah'ı son derece ta'til ile vasıflamağa sürüklemiştir.

Ayrıca kaçtıklarından kurtulamazlar. Aksine, sözleri ölçü alındığında Allah'ı mevcuddan da, mumkinattan olan ma'dumdan da beter olan mümteni'ye benzetmiş oluyorlar. Böylece Allah'ı mevcudat ve ma'dumâta benzetmeme iddiasıyla, O'nu, mümkin ma'dumların hilâfına var olmayı kabul etmeye mumteniâtın sıfatlarıyla vasıflandırmış oldular. Hiç şüphesiz Allah'ı mümteniâta benzetmek, mevcûd şeylerle mumkin ma'dumlara benzetmekten beterdir.
Oysa bu mulhidlerin kendisinden kaçtıkları şey, mahzurlu değildir. Çünkü Allah'ın hak, mevcud, varlığı kendisine dayalı, diri, âlim, raûf, rahim diye isimlendirilmesiyle birlikte yaratılmışın da bunlarla isimlendirilmiş olması, O'nun yaratılmışa benzer olmasını asla gerektirmez. Şayet böyle bir şey söz konusu olsaydı, her mevcud diğer mevcuda ve her ma'dum diğer ma'duma benzer olurdu. Yine kendisi hakkında sıfatlardan hangisi reddedilirse, kendisi hakkında o sıfatın reddedildiği diğer şeylere benzer olurdu.
Bunların görüşüne göre meselâ 'siyah' vardır denecek olsa, her 'var'ı siyaha benzetmiş oluruz. Yine 'beyaz' yoktur diyecek olursak, her 'ma'dum'u beyaza benzetmiş oluruz. Böyle bir şey iddia etmenin saçmalığı gayet açıktır, ilhad taraftarlarına da bu kadar rüsvaylık yeter.

Birçok benzeri bulunan 'siyahlık' için böyle bir şey gerekmediğine göre, âlemlerin yaratıcısı hakkında O, vardır ve ma'dum değildir; ölmeyen diridir, yaratıklarını yönetir, O'nu ne bir uyuklama, ne uyku alır denildiğinde, bunun Allah'ın her mevcud, ma'dum, diri ve yöneticiye, ya da cennet ehli misalinde olduğu gibi, hakkında ma'dumluğun ölüm ve uykunun reddedildiği varlıklara benzetilmiş olması anlamına geldiği nasıl söylenebilir?!

Dilbilimcilerin cins isim diye isimlendirdikleri bireyler arasında genel bir özelliği eşit bir şekilde taşıyan bir hususa isim olarak konulan mutavâtı' isimler ister anlamları tam uyuşsun, ister siyahlık ve benzerlerinde olduğu gibi, birtakım derece farklılıkları taşısın, ister Muşekkik - Muşekkike'nin, mutavâtie'nin bir çeşidi olduğu da söylenir- olsun; ya «mutlak ve genel» olarak kullanılır; mevcudun, vâcib ve mümkün, kadîm ve muhdes (sonradan olma), yaratıcı ve yaratan şeklinde kısımlara ayrılması, yine ilmin, kadîm ve muhdes şeklinde kısımlara ayrılması buna misaldir. Ya da «özel ve muayyen» olarak kullanılır. Zeyd'in ve Amr'ın varlığı, Zeyd'in ve Amr'ın ilmi, Zeyd'in ve Amr'ın zâtı misallerinde olduğu gibi.
Şayet isim hâs ve muayyen olarak kullanılmışsa, kendisiyle isimlendirilene hâs olan şeye işaret eder, dışarıda başkasının o hususta ona ortak olduğu şeye işaret etmez. Musemmaya hâs olana başkası ortak olmaz.
Meselâ:
Zeyd'in ilmi, Zeyd'in inişi, Zeyd'in istivası denildiğinde, bu ancak Zeyd'in ilmine, inişine ve istivasına işaret eder, başkasınınkine değil. Fakat Zeyd'in, Amr'ın benzeri; ilminin Amr'ın ilminin benzeri ve inişinin de, Amr'ın inişinin benzeri olduğunu biz biliyorsak bunu kelimenin işareti açısından değil, kıyas ve akli değerlendirme yoluyla biliyoruz. Yaratıkların sıfatlarında bu durum söz konusu ise, Yaratıcı hakkında öncelikle söz konusu olur.
Bu sebeble Allah'ın ilmi, kelâmı, inişi, istivası, varlığı, hayatı ve benzeri şeyler söylendiğinde, bu, yaratıklardan birinin bu hususların birinde O'na ortak olduğuna haydi haydi delâlet etmez. Ayrıca Zeyd ve Amr örneğinin işaret ettiği gibi, bu hususlarda başkasının O'na benzer ve denk oluşuna da işaret etmez. Çünkü Zeyd ve Amr arasında benzerliğin olduğu sonucuna varırken aklî değerlendirme ve kıyas yoluyla gitmiş ve Zeyd'in Amr'a benzemesi noktasından hareket etmiştik. Burada ise biz biliyoruz ki, Allah'ın benzeri, eşi ve dengi yoktur. O halde bundan ilminin başkasının ilmine, kelâmının başkasının kelâmına, istivasının başkasının istivasına, inişinin başkasının inişinin ve hayatının başkasının hayatına benzediğini anlamamız caiz değildir.Bu sebebledir ki, selef ve muctehid imamların görüşü; sıfatların kabul edilmesi ve yaratılmışların sıfatlarına benzerliklerinin reddedilmesi şeklindeydi. Çünkü Allah, eksiği bulunmayan kemâl sıfatlarıyla muttasıflar, eksiklikten mutlak olarak münezzeh olduğu gibi kemâl sıfatlarında başkasının kendisine benzer olmasından da münezzehtir. Bu iki anlam, tenzihi cem etmiştir. Yüce Allah'ın «De ki: O Allah Ahâd'dır, Allah Samed'dir» sözü bu iki hususa işaret eder. «Samed» ismi, kemâl sıfatlarını, «Ahâd» ismi de benzerinin olmasını reddetmeyi içerir. İhlâs sûresinin tefsirinde bu mes'ele etraflıca anlatılmıştır.

Allah'ın sıfatları hakkında söylenecek söz, zâtı hakkında söylenenin aynıdır. O'nun ne zâtında, ne sıfatlarında, ne de fiillerinde bir benzeri vardır. Fakat bundan, şu sıfatın mevsûfuna nisbetinin, o sıfatın mevsûfuna nisbeti gibi olduğu anlaşılır. Allah'ın ilmi, kelâmı, inişi ve istivası nasıl zâtına uygun ve O'na lâyık ise, kulun sıfatı da zâtına uygun ve ona lâyıktır. Sıfatının zâtına nisbeti de kulun sıfatlarının zâtına nisbeti gibidir. Bu sebeble bazıları şöyle demiştir:
Biri çıkıp sana:
Nasıl iner, nasıl istiva eder, nasıl bilir, nasıl konuşur, güç yetirir, ya da yaratır? diyecek olursa,
ona: O'nun zâtı nasıldır? de.
Zâtının keyfiyetini bilmiyorum, derse,
sen de: Ben de sıfatlarının keyfiyetini bilmiyorum, çünkü sıfatını bilmek, ardından o sıfatla tavsif edilenin keyfiyetini bilmeyi gerektirir, cevabını verir.

Bu isim ve sıfatları tahsis ve ta'yin üzere ki Kur'an ve Sünnet'te varid olan da budur- kullanıldığında mes'ele böyledir. Ama mutlak ve genel olarak kullanıldıklarında - düşünce ehlinin mevcudu, kadîm ve muhdes; ilmi de aynı şekilde kadîm ve muhdes şeklinde taksim etmelerinde olduğu gibi - bu, mutlak ve genel kelimenin musemmâsıdır. İlim de' mutlak ve genel bir kavramdır. Mutlak ve genel kavramlar ise, a'yânde değil, ancak zihinde bulunur. Başka, bir ifadeyle mutlak ve genel ancak zihinde algılanabilir. Mutlak insan, ya da hayvan ancak zihinde olur. Değilse bizatihi mevcudat ancak muayyen, kendine hâs ve başkasından ayırt edilmiş halde bulunurlar.
Akıllı kişi bu ayırt edici noktayı iyi düşünsün. Çünkü hakikat-ları araştırmağa dalan nazar ehlinden nice kişinin burada ayağı kaymış, hatta bu külli mutlak kavramların zihinde olduğu gibi, dı-şarda da mevcud olduklarını zannetmişlerdir.
Yine zannederler ki; Allah - Azze ve Celle mevcuddur, diridir, âlimdir ve kul da mevcuddur, diridir ve âlimdir dediğimizde bu sözümüzden dışarıda Rab ve kulun ortak oldukları bir varlık vardır ve o varlık bizatihi kul ve Rab'ta, hatta her varlıkta vardır. Oysa Rabbi yaratıktan ayırt eden bir şey olmalıdır. Böylece Rab'ta iki cuz bulunmuş olur.
Birincisi: Her yaratılmışa ait olanı ki, kendisiyle diğer mevcudat arasında ortak olan kısımdır.
İkincisi: Kendisine hâs olan kısımdır. O'nu diğer varlıklardan ayırt eden de budur. Ayrıca onlar, O'na hâs olan hiçbir şey zikretmezler ki, buna benzer bir durum o şeyde söz konusu olmasın. Eğer: O, zâtı, hakikati, ya da mahiyeti, yahut benzeri şeylerle diğerlerinden ayrıdır diyecek olsalar, bu, varlığıyla diğerlerinden ayrıdır demeleri gibidir. Çünkü zât, hakikat ve mâhiyet, tıpkı varlık kelimelerinde olduğu gibi, hem mutlak, hem de muayyen olarak kullanılırlar.

Nazar ehli imamlarından pek çok grubun şaşkınlığa düştükleri nokta işte budur. Hatta onlardan bir grup şöyle demiştir:
Varlık kelimesi ve benzeri diğer kelimeler sadece lâfız yönünden ortaktırlar. Ayrıca bunu, davranışları reddeden herkesten - ki bunlar isbat (sıfatları kabul eden) edenlerin tamamıdır - bunu naklederler. Böylece nakillerinin kapsamına müslümanların tamamının ve İbn Kuldâb, Eş'ari, îbn Kerram ve başka isbat taraftarı kelâmcıların, hatta Ebû'l-Huseyn el - Basri ve başka Mutezile muhakkiklerinin görüşü de girmiş olmaktadır. Hem Allah'ın hem de yaratılmışların kendisiyle isimlendirildikleri 'varlık' ve başka kelimeler açısından mes'eleye bakıldığında, arada sadece lâfız yönünden bir ortaklık söz konusudur. İki müsemmâ arasında genel bir mânâ yoktur. Bu, tıpkı 'müşteri' kelimesiyle hem satın alan kişinin, hem de yıldızın isimlendirilmesi, yine «Suheyl» kelimesiyle hem yıldızın, hem de insanın isimlendirilmesi gibidir.
Bu nakil, kendilerinden nakil yapılanlar hakkında büyük bir yanlıştır. Çünkü onlar, bu isimlerin - kapsamına muşekkik'in de girdiği genel mutavâtı' gibi - genel mutavatı' oldukları konusunda muttefiktirler. Bu isimler, kısım ve nevilere ayrılmayı kabul ederler ki, bu, ancak mutavâtı' isimlerde olur. Mevcud; kadîm ve muhdes, vâcib ve mumkin kısımlarına ayrılır, dememiz gibi.

Hatta muteahhirinden Ebû Abdillah er-Râzî ve benzeri na-kilcilerin kendileri konuşmalarında sadece lâfzı yönden bir ortaklığın bulunduğunu iddia etmenin yanında, bu isimlerle ilgili yukarıdaki taksimatları da bir arada zikreder ve bu taksimatın ancak kelime ve anlam yönünden muşterek mutavâtı' lâfızlarda olabileceğini; sadece lâfız yönünde muşterek olanlarda olamayacağını söylerler. Muşekkik diye isimlendirdikleri lâfızları da bu cümleden sayar ve aralarında genel müşterek bir mânâ bulunmayan isimlerde bu taksimatın olamayacağını da zikrederler.

Felsefe ve kelâm konularında değerlendirme (nazar) ve tahkikle şöhret bulmuş bu muteahhir âlimler, bu konuda işte böyle çelişkilere düşmüş ve yanlış nakillerde bulunmuşlardır. Burada öyle tutarsızlıklar içinde kalmışlardır ki, en basit halk bile bu derece çelişkilere düşmemiştir. Bunun sebebi ise, mantıkçılardan aldıkları, hidayet ve doğruluktan uzak mantık kurallarıdır. Bu sebeble mutlak kullilerin gerçek âlemde de var olduklarını ve muayyenatın bir parçası olduklarını sanırlar. Bu ise, muayyenin o muşterek kulli ile kendine hâs olan şeyden murekkeb olmasını gerektirir ki, bu görüşün sonucuna göre varlığı zorunlu Rab Teâlâ'nın muşterek varlık ile kendine hâs zorunluluk, vücûd ya da mâhiyetten oluşmuş olması gerekir. Oysa mantıkçılarca meşhur olan; kullilerin a'yânda değil, ancak zihinlerde bulunabileceğidir.

Allah Teâlâ'nın hidâyete kavuşturduğu kimse bilir ki, varlıklar kendilerinde mevcut bir şeyde asla başkasına ortak değiller. Aksine her varlık, zâtıyla ve sahip bulunduğu sıfat ve fiilleriyle diğerlerinden bağımsız olur. «Bu insan konuşan bir canlıdır», ya da: îdrak sahibi bir canlıdır» veya benzeri şeyler söylediğimizde, onun canlı olması, idrak sahibi olması; konuşması ve canlılığı kendisiyle başkası arasında ortak bir şey değildir. Aksine, kendisine hâs ve kendisine aittir; başkasına hâs olan da, başkasına aittir. Sadece canlılık, ya da idrakinin ve diğer sıfatlarının birbirlerine benzemeleri miktarınca benzerdirler.

Dip Notlar:
42) 2 Bakara, 210
43) 6 En'am, 158
44) 89 Fecr, 22
45) 32 Secde, 4
46) 30 Rûm, 40
47) 32 Secde, 5
48) 2 Bakara, 30
49) 4 Nisa, 164
50) 7 A'raf, 22
51) 28 Kasas, 65
52) 33 Ahzâb, 4
53) 4 Nisa, 87
54) 39 Zümer, 23
55) 7 A'raf, 137
56) 6 En'âm, 115
57) 3 Âl-i İmrân, 152
58) 2 Bakara, 255
59) öl Zâriyât, 58
60) 40 Mü'min, 7
61) 7 A'raf, 156
62) 112 İhlâs sûresi
63) 2 Bakara, 22
64) 16 Nahl, 74
65) 42 Şûra, 11
* Mutavâtı', kelimenin, fertler arası ortak bir husus için kullanılmak üzere dilde kullanılması gibi, («İnsan» kelimesi böyledir), âdemoğullarının hepsini kapsayacak şekilde kullanılır. Muşekkik ise. bunun zıddıdır. Fertleri arasında derece farklılıkları bulunur. (Tehânevî, Keşşâfu Istılahâti'l-Funûn, İstanbul, 1984, II. 780).

(Şeyhu'l islam İbn Teymiyye, Mecmuu Fetava, c. 5, Allah nerededir)







Muvahhid Faruk;300927' Alıntı:
Ayrıca saygı secdesinin de şirk olduğunu yazmıştınız. Hangi alimler saygı secdesini şirk olarak görmüş? İsimlerini ve kitaplarını yazırmısın lütfen.

Saygı secdesi Muhammed (s.a.v.)in gelişiyle birlikte şirk (küçük) olarak kabul edilmiş (olsa da) ve yasaklanmıştır. İbadet secdesi (ki alın ve burunla yapılır) Allah'tan başkasına (insan, put vs) yapılması ise (büyük) şirktir, sahibini kâfir yapar.

İlgili Konu :



Saygı Secdesi , Büyük ve Küçük Şirk Hakkında Soruların cevabı ?
https://www.islam-tr.org/konu/saygi-secdesi-buyuk-ve-kucuk-sirk-hakkinda-sorularin-cevabi.24403/
 
M Çevrimdışı

Muvahhid Faruk

* لا أمثل إلا نفسي *
İslam-TR Üyesi
Kardeş! Allah razı olsun. Yazmıştımki hadis hakkında Ehli Sünnet alimleri ne demişler? Bundan kastım da bu hadisi nasıl anlamışlar yorumu hakkında ne demişlerdir. Yoksa hadisin sıhhatı falan değil. Cevap yazmışsınız inşe Allah okudukdan sonra soru veya itiraz olursa devam ederiz....
 
Üst Ana Sayfa Alt