Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Kur'an Nedir? Tarifi Nasıldır?

tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Ona dayanarak konuşan doğru söz söylemiştir.
Onunla amel eden sevap kazanır
onunla hükmeden adaletli davranmış
ona davet eden doğru yola iletilmiş olur.
Ey A’ver bu sözleri iyi dinle!
(Dârimî, Fedail-ül Kur’ân: 27)
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Bakara suresi ayet 2
O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.

Bunun anlamı basitçe "Şüphesiz bu, Allah'tan gelen bir Kitap'tır." olabildiği gibi, "Bu Kitap'ta şüpheli birşey yoktur." anlamına da gelebilir. Kur'an, spekülasyon ve tahminlere dayanan sıradan metafizik ve din kitaplarına benzemez. Bu tür kitapların yazarları bile, kendi teorileri hakkında olumlu düşündüklerini söylemelerine rağmen, şüpheden uzak değildirler. Onların aksine bu kitap gerçeğe dayanır.
Çünkü O'nu indiren Allah, gerçeği tam anlamıyla bilip kuşatmıştır. Bu nedenle Kur'an'ın içindekiler hakkında da şüpheye yer yoktur. Ancak insanın kendi aklının noksanlığı nedeniyle şüpheye düşmesi başka bir meseledir.

Kur'an'dan yararlanabilmenin birinci şartı muttaki, yani Allah'tan korkan, hakla bâtılı ayıran ve salih kimseler arasına girmek isteyen biri olmaktır. Şüphesiz bu Kitap'ta hidayetten başka bir şey yoktur. Fakat kişi ondan faydalanabilmek için sağlam bir kafa ile yaklaşmalıdır. Her şeyden önce Allah'tan korkan, hakkı seven biri olmalı, hakla bâtılı birbirinden ayırabilmeli ve doğru yaşamalıdır. Bunun tersine, hakla bâtılı gözetmeyen, kendi ihtirasının veya dünya nimetlerinin yolundan giden veyahut da dünyadaki yolculuğu boyunca amaçsız dolaşan kimseler için Kur'an'da hidayet yoktur.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Bakara suresi ayet 23
Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah'tan gayri şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın.

Bu mübarek âyetler Allah'ın birliğini bütün insanlara tebliğ eden Hz. Muhammed Aleyhisselâmın doğruluğuna, hakîkaten bir yüce peygamber olduğuna şahadette bulunan Kur'ân'ı Kerîm'in, benzerinin getirilmesi mümkün olmayan bir ebedî mucize olduğunu açıklamaktadır. Şöyle ki: (Ve) Ey inkarcılar! Ey münafıklar! Ey şüphede bulunanlar; (Eğer siz kulumuza) Hz. Muhammed'e âyet âyet, süre süre (indirdiğimizden) Kur'ân'ı Kerîm'den (şüphede iseniz) o apaçık kitabın bir ilâhî kitap olduğunda, onu size tebliğ eden zatın peygamberliğinde şüphe ediyorsanız (onun benzerinden bir sûre) o surelerden birinin bir benzerini (vücude getiriniz) başkalarından da yardım isteyiniz. (Ve Allahü Teâlâ'dan başka şahitlerinizi) yardımcılarınızı, mâbud olduğuna inandığınız putlarınızı (davet ediniz) çağırınız, gelsin size vardım etsinler. (Eğer siz) iddianızda (doğru kimseler iseniz) çok uzak, buna imkân mı var?

Bakara suresi ayet 24
Bunu yapamazsanız -ki elbette yapamayacaksınız- yakıtı, insan ve taş olan cehennem ateşinden sakının. Çünkü o ateş kâfirler için hazırlanmıştır.

Ey câhiller! (Eğer siz onu yapamazsanız) Kur'ân'ı Kerîmin bir sûresinin olsun benzerini vücuda getirmekten âciz kalırsanız (Elbette yapamıyacaksınız ya) zaten âciz kalacağınız muhakkak ya (Artık o ateşten sakınınız ki) o cehennemden korkunuz ki (Onun çırası» onu yandıran, parlatan, tutuşturacak şey (bir takım insanlar ile taklardır.) Evet... Onun çırası yerinde olan şeyler, kâfirler, bir takım günahkârlar ile bir çok taşlar, putlardır. (O ateş ise) asıl (kâfirler için hazırlanmıştır) bugün mevcuttur. Artık siz de küfr ve isyanda devam ederek öyle bir ateşe atılmaya nasıl cesaret edebiliyorsunuz?

Kur'ân'ı Kerîm öyle bir ebedî bir mucizedir ki, onun hiç bir sûresinin benzerini getirmeye hiç bir kimse muktedir olamamış ve olamıyacaktır. O eşsiz ilâhi bir kitaptır, Allah'ın bir lütfudur, belagat ve fesahatin en parlak, benzersiz bir nümûnesidir. O Kur'ân-ı Kerîm'in bu yüceliğini bütün ilim ve fazîlet sahipleri kabul etmektedirler. Artık böyle ebedî bir şekilde âleme diyanet, fazilet, hikmet, ilim ve irfan nurlarını yayıp duran kutsî bir kitabı kim inkâr edebilir? Bunu değiştirmeye bozmaya kimin selahiyeti bulunabilir? Ne mutlu bu yüce kitabın nurlarından hakkıyla istifâde edenlere!

Kur'ân-ı Kerîm'in bu pek yüksek mahiyetini bir çok insaflı yabancı bilginler de itiraf etmektedirler. Bu cümleden olarak Dr. İzak, Taymis gazetesinde neşredilmiş olan bir makalesinde şöyle demiştir:

"Müslümanlık, medeniyetin meşalesi olan Kur'an'a dayanmaktadır. Bu kitap insanları bilmediklerini öğrenmeğe teşvik eder, ilerleme, doğruluk ve izzeti nefsin insanlar için lâzım olduğunu anlatır. Şüphesiz dir ki, Islâmiyetin faydalı olduğu açıktır. Onun başlıca hususiyet!, medeniyetin esası, belki en büyük direği olmaktır."

Evet... Hakikî medeniyet, İnsanlık, ahlâk ve fazîlet ancak İslâmiyet sayesinde ortaya çıkar. Elverir ki, ondan lâyıkiyle istifadeye çalışılsın.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Bakara suresi ayet 41
Elinizdekini (Tevrat'ın aslını) tasdik edici olarak indirdiğime (Kur'an'a) iman edin. Sakın onu inkâr edenlerin ilki olmayın! Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız benden (benim azabımdan) korkun.

(Ve) ey İsrail Oğullar!.. (Sizin yanınızdakini) yani vaktiyle Musa Aleyhisselâm'a nazil olup yanınızda bulunan Tevrat'ı (tasdik edici olarak indirmiş olduğuma) yani Kur'ân'ı Kerîme (İman ediniz.) Tevrat'ın da semavî bir kitap olduğunu beyan buyuran ve onun gibi semavî, ilâhî bir kitap bulunan Kur'ân'ı Mübin'i artık tasdik eyleyiniz. (Onu) o anlattıkları mucize olan Kur'ân'ı (İlk inkâr edenlerden olmayın.) Bilakis ona İlk İman edenlerden olmalısınız. Onun nasıl ebedî, bir mucize olduğunu bakıp anlayacak bir durumda bulunuyorsunuz. (Ve âyetlerini az bir paha ile satmayın.) Yani Hz. Muhammed'in doğruluğuna şahitlik edip sizin kitaplarınızda yazılmış bulunan apaçık âyetleri, haddizatında pek ehemmiyetsiz bir şey olan dünyevî mal, riyaset, cahilce geleneklere uymak maksadiyle inkâra, değiştirme ve bozmaya kalkışmayınız. Bütün bu dünyevî, fanî şeyler, o âyetlerin yüceliği karşısında pek kıymetsiz, ehemmiyetsiz şeylerden başka değildirler. Artık o değersiz şeyleri elde etmek için veya başkalarından korkarak bu kutsî âyetler, hakikatler nasıl elden çıkarılabilir. Ey gafiller!.. Öyle bir cürette bulunmayınız, (ve ancak benden sakının.) Benim bir tek olan şahsımdan korkun, bir takım maddî, fani menfaatlerden mahrum kalacağınızdan korkmayın, yalnız Kerem sahibi yaratıcınızdan korkunuz ki sizi muhafaza edecek, sizi nimetlere nail buyuracak olan ancak odur.


Bakara suresi ayet 42
Bilerek hakkı bâtıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin.

(Ve) ey İsrail Oğulları!., (hakkı bâtıl ile karıştırmayın.) Hz. Muhammed'in vasıfları hakkındaki Tevrat âyetlerini ve diğerlerini kendi uydurduğunuz esassız şeyler ile değiştirme ve bozmaya kalkışmayınız, (ve hakkı saklamanın.) Rasülü ekrem Sallallahü Aleyhi Vessellemin mübarek vasıflarını gizlemeyin, bunun mesuliyetini düşününüz. (Halbuki siz) böyle inkarcı bir şekilde bâtılca hareketlerin ne kadar çirkin, ne kadar cezayı gerektirir olduğunu (bilirsiniz.) Bu hususta cehaletinizi mazeret makamında ileri süremezsiniz. Yahut siz hakkı gizlediğinizi biliyorsunuz. Artık böyle bir isyana bile bile nasıl cüret ediyorsunuz.

Gerçek şu ki hakkı gizlemek büyük bir rezalettir, bir ahlâksızlıktır, âmme hakkında bir hiyânettir. Şahsi menfaat hırsiyle veya geçici bir mahrumiyet korkusu ile bile bile hakkı saklamak, onun aksini yapmak ve yaptırmak; bir alçaklıktır, İnsanlığa yakışmaz, hakikî selâmet ve saadetin yok olmasına sebep olur. Binaenaleyh Allah Teâlâ Hazretleri cümlemizi haktan ayırmasın. Amin.

İsrail:
Yakup Aleyhisselâmın lâkabıdır, İbranî lisanında abdullah (Allah'ın kulu) veya Saffetullah (Allah'ın seçkin kulu) manasınadır. Emir, Allah yolunda mücahit mânasına olduğu da mervidir. Yahudiler Hz. Yakub'un neslinden geldikleri için "Beni İsrail" lâkabını almışlardır. Hz. Musa'ya tâbi olduklarını iddia ettikleri için de "Museviler" diye anılmaktadırlar. Bu mübarek âyetlerde onlara: (Ey İsrail oğulları) diye hitap edilmesi bir uyarı ve işareti içermektedir. Sanki denilmiş oluyor ki: Siz yüce bir peygamberin evlât ve ahfadından bulunuyorsunuz. Yanınızda Tevrat denilen bir kitabı ilâhî vardır. Orada son peygamberin vasıfları yazılıdır. Artık size düşer mi ki o kitaba aykırı hareket edip Hz. Muhammed Aleyhisselâmı ve ona nazil olan Kuranı Kerim'i inkâr edesiniz. Bir nice hakikatleri değiştirme ve bozmaya çalışasınız. Bu bir cehalet, bir nankörlük bir kadir bilmezlik değil midir? Böyle hareketlerden vazgeçiniz, hakkı kabul ediniz. Cenâb-ı Allah gafletten uyandırsın!
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Bakara suresi ayet 90
Allah'ın kullarından dilediğine peygamberlik ihsan etmesini kıskandıkları için Allah'ın indirdiğini (Kur'an'ı) inkâr ederek kendilerini harcamaları ne kötü bir şeydir! Böylece onlar, gazap üstüne gazaba uğradılar. Ayrıca kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır.

Bu âyeti celile de İsrail Oğullarının ne kadar inkarcı ve inatçı hareketlerde bulunmuş, ne derecelerde azabı hak etmiş olduklarını bildirmektedir. Şöyle ki: O İsrail Oğullarının (nefislerini karşılığında sattıkları şey ne kötü bir şey) Onlar dünya hayatı için ebedî hayatlarını feda ettiler de farkında değillerdir. Evet... (O şey Allah'ın lütfuyla) lütuf ve keremiyle (kullarından dilediği zata) Son peygamber Hz. Muhammed'e vahiy yoluyla kitap (İndirmiş olmasına haset ederek Allah Teâlâ'nın indirdiğini) Kur'ân-ı Kerîm'i, o ilâhî vahyi (inkâr etmeleridir.) İşte bu inkâr, ne kötü, ne felâket getiren bir şeydir. Bu sırf bir küfürdür. Evet... Onlar (artık) bu sebeple (gazaptan gazaba uğradılar.) Bu küfrün bir cezasıdır. Böyle (kâfirler için) şüphe yok ki bir (alçaltıcı) aşağılayıcı küçük düşürücü ve alçaltıcı (bir azap ta vardır.) Onlar dünyada da, ahirette de felâketten felâkete uğrayacaklardır. Evet... Tarihen de sabittir ki: İsrail Oğulları, hem Tevrat'a İman ettiklerini iddia ederler, hem de Tevrat'ta vasıfları bildirilmiş olan âhir zaman peygamberini inkârda bulunurlar. Onlar vaktiyle firavunun ve diğer kavimlerin bir çok hakaretlerine uğramış, nîmetleri, vatanları, devletleri ellerinden çıkmıştı. Bunlar onların haklarında birer ilâhî gazab eseri idi. Sonra da âhir zaman peygamberini ve ona nazil olan Kur'ân'ı Kerim'i inkâr etmekle gazap üstüne gazaba layık olmuşlardır. Ne yazık ki onlar bu hasetlerinde, inkârlarında devam edip durmaktadırlar.

Bakara suresi ayet 91
Kendilerine: Allah'ın indirdiğine iman edin, denilince: Biz sadece bize indirilene (Tevrat'a) inanırız, derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Halbuki o Kur'an kendi ellerinde bulunan Tevrat'ı doğrulayıcı olarak gelmiş hak kitaptır. (Ey Muhammed!) Onlara: Şayet siz gerçekten inanıyor idiyseniz daha önce Allah'ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz? deyiver.

Bu mübarek âyetler de İsrail Oğullarının ne kadar yanlış kanaatlerde bulunduklarını. İçlerinden bir çokları bir nice mucizeler gördükleri halde yine kendilerini putperestlikten kurt aramamı; olduklarını beyan buyurmuktadır. Şöyle ki: (Onlara: Allah'ın) peygamberlerine (indirdiklerine) İndirmiş olduğu kitaplara ve özellikle son peygambere indirmiş olduğu Kuran,! Kerîme (İman ediniz) onların birer ilâhî kitab olduğunu tasdik eyleyiniz. (Denilince) onlar (Uz) vaktiyle (bizim üzerimize) bizim kavmimize (İndirilmiş olana) Tevrat kitabına (İman ederiz) bu bize kâfidir (derler.) Onlar (onun ötesindekini inkâr ederler.) İncil gibi, Kur'ân'ı Kerîm gibi ilâhî kitapları tasdik etmezler. (Halbuki o da) O Kur'ân'ı Kerîm'de (kendileriyle beraber olanı) yani Tevrat kitabını, (tasdik eden hak bir kitaptır.) Böyle kutsî bir kitabı neden tasdik etmiyorsunuz? Maamafih onların Tevrat'a İman ettikleri hakkındaki iddiaları da doğru değildir. Tevratta peygamberlerin hayatlarına sui kasıtta bulunmanın haram olduğu yazılıdır. Onlar ise bu hiyâneti işlemişlerdir. Artık onlara (de ki: Eğer siz) hakikaten Tevrat'a (İman etmiş kimseler iseniz bundan evvel ecdadınızın zamanında (Allah'ın peygamberlerini ne için öldürüyordunuz?) Ecdadınızın bu cinayetini doğru bir hareket gördüğünüz için siz de onlar gibi cani hükmünde bulunmaktasınızdır. Binaenaleyh sizin fiilleriniz sözlerinize muhalif bulunmaktadır.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Bakara suresi ayet 97
De ki: Cebrail'e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için de müjdeci olarak o indirmiştir.

Bu mübarek âyetler de Kur'an'a düşmanlıklarından dolayı Cebrail'e düşman olan ve Cenâb-ı Hak ile diğer muhterem zatlara düşman kimselerin küfre düşüp Allah'ın kahrına uğrayacaklarını hatırlatmaktadır. Şöyle ki: Rasülüm Ya Muhammedi.. Yahudilere (de ki: Her kim Cibrîl'e düşman olmuş işe) kahrolsun, gazabından gebersin, öyle bir meleğe düşmanlık gösterebilir mi?.. (Çünkü Kur'ân'ı) o ilâhî kitabı, onun (önündeki) nazil olmuş (kitapları) Tevrat, Zebur, İncil gibi semavî kitapları (tasdik edici ve mü'minler için bir yol gösterici ve bir müjdeci) yani onlara hidayet yolunu gösteren ve onların ilâhî lutuflara nail olacaklarını müjdeleyen (olmak üzere Allah Teâlâ'nın izniyle senin kalbin üzerine indiren) o Kur'ân'ı Kerim'i vahiy yoluyla indirmiş olan (şüphe yok ki odur.) O Cibril'i emindir. Artık öyle kutsî bir meleğe nasıl düşmanlık edilebilir? Böyle bir düşmanlığın acıklı neticesini düşünmeli değil midir?

Bakara suresi ayet 98
Kim, Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail'e ve Mikâil'e düşman olursa bilsin ki Allah da inkârcı kâfirlerin düşmanıdır.

Evet... (Her kim Allah Teâlâ'ya ve onun) mübarek kulları olan meleklerine, peygamberlerine ve bilhassa meleklerin en büyüklerinden olan (Cebrail ile Mikâile düşman olursa) elbette kâfir olur. Allah'ın diniyle bir alâkası kalmamış bulunur. (Allah Teâlâ da şüphe yok ki kâfirlerin düşmanıdır.) Artık o kâfirleri Allah'ın helakinden ve ahiretteki azaptan kim kurtarabilir?

Yahudiler Hz. Cibril'e düşman bulunuyorlardı. Onlara göre vaktiyle uğradıkları azaplar, savaşlar zelzeleler, kıtlık ve pahalılıklar bütün Cibril vâsıtasiyle meydana gelmiştir. Kendilerini kınayan haberleri içine alan Kur'ân'ı Kerim'i de Peygamber Efendimize o getirmiştir. İşte bunlardan dolayı düşman kesilmişlerdi. Yahut derlerdi ki: Allah Teâlâ peygamberliği bizlere getirmesini emrettiği halde Cibril, onu Hz. Muhammed'e getirmiştir. Bu ne kadar cahilce bir itikad!.. Bir melek hiç Allah Teâlâ'nın emrine aykırı bir harekette bulunabilir mi? Allah Teâlâ da kendi emr ve iradesine aykırı olan bir hareketi islâh ve tebdile kadir değil midir? Halbuki İsrail Oğulları böyle çürüklüğü açık olan bir kanatte bulunmuşlardır. İşte Cenab'ı Hak da onların küfrü gerektiren bu hallerini çirkin görerek layık oldukları cezalara işaret buyurmuş oluyor.

Cibril: İbrani dilinde "Abdullah" demektir. Peygamberimize ilâhi vahyi getirmekle görevlendirilen pek yüce bir melektir. Buna "Cebrail" de denir. Mikâil de yine pek büyük bir melektir. Yağmurların yağması ve diğer bir takım hâdiselerin ortaya çıkarılmasıyla görevlendirilmiştir. Bu iki büyük melek ile Azrail ve israfil adındaki melekler, elçilik vasfını taşımaktadır. Kendilerine "meleklerin elçisi" denilir.


Bakara suresi ayet 99
Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik. (Ey Muhammed!) Onları ancak fasıklar inkâr eder.

Bu mübarek âyetler, Kur'ân'ı mübinin pek açık bir mucize olduğunu inkâr edenlerin pek sapık kimseler olacaklarını bildirmektedir. Ve İsrail Oğullarından bir kısmının yapmış oldukları anılaşmada sebat etmediklerini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Rasülüm! (Andolsun ki sana çok açık) pek açık (âyetler indirdik.) Helâli, haramı, hukukî cezaları ve diğer dinî hükümleri detaylı olarak bildiren Kur'ân'ı Kerim'i İndirdik. (Onları) o kutsî âyetleri (fasıklardan başka bir kimse inkâr etmez.) Bu İnkâra inatçı şahıslardan başkası cüret gösteremez. Öyle açık ve mana dolu, âyetler nasıl inkâr edilebilir?
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Bakara suresi ayet 119
Doğrusu biz seni Hak (Kur'an) ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen cehenmemliklerden sorumlu değilsin.

Bu mübarek âyetler Rasûlî Ekremin ne büyük selâhiyete sahip yüce bir peygamber olduğunu beyan ile kendilerine teselli vermektedir. Bir takım İslâm düşmanlarının ise Islâmiyeti imha için ne bâtıl arzularda bulunduklarını, İslâmiyet sahasından ayrılacak olanların da ebedî ziyana uğrayacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Rasûlüm!.. (Şüphe yok ki, biz) yani ben şanı yüce Yaratıcı (seni hak ile) Kur'ân'ı Kerîm ile, İslâm şeriatı ile (mübeşşir ve münzir) müjdeleyici ve korkutucu (olarak gönderdik.) Senin vazifen, mü'min olanların cennete, ebedî saadete nail olacaklarını kendilerine müjdelemek, dinsiz olanların da cehennemde ebediyyen azap göreceklerini kendilerine hatırlatmaktır, yoksa onlara cebir ve baskıda bulunmak değildir. Zaten zora dayanarak kabul edilen bir İman muteber olmaz. (Sen cehennem eshabından mesul olmazsın.) Senin vazifen, dinî hükümleri tebliğ, kendilerini Islâmiyete davettir. Artık mesul olanlar, bu tebligatı kabul etmeyenlerdir. Bu mühim mesuliyeti artık onlar düşünsünler.

Bakara suresi ayet 121
Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler (den bazısı) onu, hakkını gözeterek okurlar. Çünkü onlar, ona iman ederler. Onu inkâr edenlere gelince, işte gerçekten zarara uğrayanlar onlardır.

Bu âyeti kerime, her hangi bir ilâhî kitabı ona layık bir şekilde okuyup anlayanların o kitaba İman edeceklerini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Kendilerine kitap verdiğimiz kimselerki) gerek geçmiş ümmetlerden olsunlar ve gerek şimdiki ümmetlerden bulunsunlar peygamberleri vasıtasiyle elde ettikleri bir ilâhî kitabı güzelce düşünür, (onu gerçek bir şekilde tilâvette bulunurlar) ondaki beyanları değiştirip bozmaz, ondaki yüceliği, ondaki fazilet ve hikmeti güzelce düşünürler (İşte onlar ona Allah kitabına (İman ederler.) Onun hak olduğuna, İçindekilerin hakikat olduğuna kânî olurlar. (Ve) bilâkis (kimler ki, onu) o Allah kitabını lâikıyla göz önüne almayarak hemen (inkâr ederlerse) bu yüzden küfre düşerlerse (İşte hüsrana) ebedî zarar ve ziyana felâkete (uğramış olanlar da onlardır.t Onlar ebedî saadetten mahrum cehennem azabına ebedî olarak mâruz kalmış olacaklardır.

§ Bu âyeti kerime, Habeşistandan Medine-i Münevvereye gelip İslâmiyeti kabul eden bir kısım ehli kitap hakkında nazil olmuştur. Yahudilerden, Hıristiyanlardan olup ta Tevrat ve incil kitaplarını değiştirme ve bozma olmaksızın okuyan, onlarda yazılı olan son peygamber Hz. Muhammed'in vasıflarını olduğu gibi mütalâa eden insaflı, düşünceli ehli kitabın İslâm dinini kabul edeceklerine de işaret buyurmaktadır. Nitekim vaktiyle Yahudilerden Abdullah ibni Selâm gibi âlim zatlar İslâmiyeti kabul etmişlerdi. Bugün de Avrupada, Amerikada bulunan bir kısım ilim adamı, aydın hıristiyanlar, Kur'ân'ı Kerîm'i okuyarak ondan istifade ediyorlar, Kur'ân'ın yüceliğini tasdik ederek İslâmiyeti kabul ile neşre çalışıyorlar.

Binaenaleyh hidâyete, ebedî saadete nail olmak isteyenler için en birinci vazife, Allah'ın Kitabını güzelce muhafaza edip onun kutsal hükümlerine İman edip onunla amel etmektir. Bir şahıs, bir kavim için en ebedî felâkete sebepte Allah Kitabının mukaddes hükümlerini değiştirme ve bozmaya cüret ile onu inkâra, onunla alaya cesaret etme alçaklığında bulunmaktır.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Bakara suresi ayet 159
İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.

Bu âyeti kerime. Peygamberimizin mübarek vasıflarını, Islâmiyetin doğruluğunu, kitaplarında görüp okumuş olan birtakım Yahudi âlimleri hakkında nazil olmuştur. Ensardan bâzıları, Rasüli Ekrem Efendimizin Tevrat'ta yazılı olan vasıflarını Yahudi bilginlerinden sormuşlar. Onlar ise bunu bile bile saklayıp beyan etmemişlerdi. İşte bu gibi hareketlerin çirkinliğini beyan için şöyle buyruluyor: (O kimseler ki, bizim indirmiş olduğumuz açık delilleri) recm âyeti gibi, son peygamberin vasıfları gibi şeyleri (ve hidâyeti) o peygambere imâna, ona tâbi olmanın gereğine dalâlet eden mucizeleri biz Tevrat'ta ve diğer semavî kitaplarda (İnsanlara açıkça beyan etmiş olduğumuzdan sonra) bir kıskançlık, bir inâdî küfür eseri olarak (saklarlar) halka bildirmezler. İşte (muhakkak onlara Allah Teâlâ lanet eder.) Onları rahmetinden ebediyyen mahrum bırakır. (Ve onlara iânet ediciler de lanette bulunurlar.) Onlara lanet etmesini Cenab'ı Haktan dilerler. Bu lanet okuyanlar, bütün insan ve cinlerin mü'minleridir, veyahut kendilerine mahsus birer lisan ile bütün mahlukattır.

Bu ilâhî beyan: Naslara dayalı ve onlardan çıkarılmış olan dinî ilimlerin saklanılmayıp lüzumuna göre açıklanmasını ve ilâm edilmesini icap etmektedir.

Bakara suresi ayet 160
Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeyi çokça kabul eden ve çokça esirgeyenim.

Bu âyeti kerime de, tevbe ve istiğfar edenlere rahmet ve mağfiret kapılarının açık bulunduğunu müjdelemektedir. Şöyle ki, küfür ve isyanlarından dolayı (tövbe edenleri ve) bozduklarını (islâh eyleyenler ve) kitaplarda gördükleri hakikatleri saklamaktan vaz geçip (beyanda bulunanlar müstesna, işte) onlar lanete hedef olmaktan kurtulurlar. (Ben onların tövbelerini kabul ederim.) kendilerini azaptan kurtarırım. (Ve tevbeleri çokça kabul eden, esirgeyen ancak benim.) Bana yönelenlere merhamet ve lütf um boldur. Artık bütün insanlar durumlarını düzelterek bu ilâhî lütfü elde etmek için koşmalı değil midirler?

Bakara suresi ayet 161
(Ayetlerimizi) inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların lâneti onların üzerinedir.

Bu âyeti kerime kimlerin ebedî bir şekilde lanete, cehennem azabına mâruz kalacaklarını şöylece gösteriyor. (O kimseler ki kâfir oldular) Allah Teâlâ'yı onun birliğini ve diğer İman edilecek şeyleri ve bilhassa son peygamberi inkâr ettiler, o büyük peygamberin vasıflarını sakladılar, itiraf etmediler (Ve onlar) böyle (kâfir oldukları halde öldüler.) Daha hayatta iken tevbe edip af dilemediler. (İşte Allah Teâlâ'nın lânetide) bunların üzerinedir, Cenâb-ı Hak bunları ebediyyen azaba uğratacaktır. (Meleklerin ve bütün insanların lanetleri de onların üzerinedir.) Yarabbi! Bu kâfirleri lâik oldukları azaba kavuştur, Rahmetinden ebediyyen mahrum bırak diye lanet okurlar.

İnsanları müminleri o kâfirler için böyle lanet edecekleri gibi kâfirler de yarın âhirette biribirine lanette bulunacaklardır. Çünkü onlar dünyada biri birini aldatarak küfre sevkettikleri için âhirette bu hareketlerinin kötülüğünü görünce biri birine lanet etmeğe başlayacaklardır.


Bakara suresi ayet 162
Onlar ebediyen lânet içinde kalırlar. Artık ne azapları hafifletilir ne de onların yüzlerine bakılır.

Bu âyeti kerime de, lanete hedef olacakların ne fena felâketlere uğrayacaklarını gösteriyor. Şöyle ki; onlar, o lanete uğrayanlar (Orada) cehennemde veya lanet içinde (ebedî olarak kalacaklardır.) Haklarında hiç bir şefaat ve saire kabul edilmiyecektir. (Onlardan azap hafîfleştirilmeyecektir.) Daima aynı azaba mâruz kalacaklardır. (Ve kendilerine asla bakılmayacaktır.) Onların yalvarıp yakarmalarına asla iltifat olunmayacaktır. Allah'ım, ne elem verici akıbet!.. Artık böyle bir lanete, felâkete uğramamak için bir kurtuluş çaresi aramalı değil midir?
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Bakara suresi ayet 170
Onlara (müşriklere): Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, "Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?

Bu âyeti kerime, bir takım insanların hurafelere tâbi, akıllıca düşünmek duygusundan uzak olduklarını bildiriyor. Şöyle ki: (Ve onlara) o Allah'tan başkasını Allah'a denk tutan müşriklere (Allah'ın indirmiş olduğu Kur'an'a uyun) bildirdiği şekilde Cenâb-ı Hakkı birleyin ve takdiste bulunun (denildiği vakit) onlar (dediler ki: Öyle değil, biz atlarımızı üzerinde bulduğumuz şeye tâbi oluruz) onlar gibi putlara taparız. Behair, Sevaip denilen hayvanların haram olduğu kanaatini taşıyıp etlerinden yemeyiz. Ata ve ecdadımız böyle yaparlardı. Onlar bizden daha hayırlı, daha bilgili idiler. Çok uzak!... Bu bir kuru iddia. Küfr ve şirk içinde yaşamış olanlar, hiç insan için alınacak güzel örnek olabilir mi?. Tarihî şeyler, makul, faydalı, meşru olursa o zaman onlara kıymet ve ehemmiyet verilir. Yoksa zararlı, makul olmayan şeyleri taklit nasıl muvafık olabilir?. (Artık) o müşrikler (ataları bir şeye akıl erdirememiş) dinî işleri anlayamamış (doğru bir yola gitmemiş) peygamberlerin göstermiş oldukları hidayet yolunu takip etmemiş (oldukları haldede mi?.) Onlara tâbi olacaklar ve onları alınacak örnek sayacaklar. Bu ne kadar cahilce bir hareket!.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Bakara suresi ayet 285
Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. "Allah'ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır" dediler.

Bu âyeti kerime, dinin esaslarını olduğu gibi kabul edip kendisine imân ve itaat edilmesinin bir kulluk vazifesi olduğunu gösterir. Şöyle ki: o (peygamber) yani: Nebi ve Resullerin sonuncusu olan Muhammed Aleyhisselâm (kendisine Rabbinden indirilene) Kur'ân'ı Kerim'e onun bütün beyanlarına (imân etti.) Allah tarafından inen mukaddes bir kitap olduğunu bilip tasdik eyledi. (Mü'minler de) o mukaddes kitaba Kur'ân'ı Kerim'e inanıp onu tasdik eylediler. Evet! (Hepsi de) Yüce Peygamber de onun ümmeti olan mü'minler de (Allah Teâlâ'ya) onun birliğine, yaratıcılığına, yüceliğine ve kudretine imân etti (Ve onun meleklerine) de imân edip onlar birer muhterem kul olup ilâhî kitapları peygamberlere getirmeğe vasıta olduklarını ve diğer yüce hizmetlerini bilip tasdik eylediler ve Hak Teâlâ'nın (kitaplarına) da imân ettiler. Bunların halkı irşat, insanlığa vazifelerini öğretmek ve bildirmek için Allah tarafından indirildiğini bilip itirafta bulundular. (Ve peygamberlerine) imân ettiler, bunların halkı aydınlatmak, onlara dinî hükümleri bildirmek ve öğretmek için Allah tarafından gönderilmiş bulunduklarını bilip tasdikte bulundular. Kısacısı Hz. Peygamber de, müminlerden her biri de bu gibi dinî esasları bilip bunlara (imân etti) ve bu güzel inançlarını (biz Allah Teâlâ'nın peygamberlerinden hiç birisinin arasını ayırmayız) diye göstermiş oldular. Evet. Bütün peygamberler, nübüvvet bakımından hepsi de aynı yüceliğe sahiptir. Hepsi de Hak tarafından ilâhî dinî bildirmekle görevlendirilmiştir. Bu bakımdan aralarında fark yoktur. Ancak bir kısmına risalet verilmiş, yani ayrıca bir kitap, bir şeriat ihsan buyrulmuştur. Bunların bazısı bazısına Allah tarafından üstün kılınmıştır. Nitekim bizim peygamberimiz peygamberlerin sonuncusu, resullerin en üstünüdür. Fakat böyle bir üstünlük ciheti, onların esasen Allah tarafından gönderilmiş birer yüce peygamber olmak hususundaki birlikteliklerine engel değildir ve aralarında farklılık gerektirmemektedir. İşte mü'minler, bunların peygamberlik itibariyle aralarında bir fark olmadığını bilip tasdik ederler (ve bîz dinledik) Allah tarafından gelen emir ve yasakları anladık, (itaat da ettik.) Onlardaki emirlere, yasaklara boyun eğdik ve kabul eyledik. (Mağfiretini dileriz ey Rabbimiz!.) İnsanlık hali kusurlardan uzak olamayız. Kulluk vazifelerimizi yapmada kusur edebiliriz. (Diye niyaz ettiler.)
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Aliimran suresi ayet 3
(Resûlüm!) O, sana Kitab'ı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak indirdi, Tevrat ile İncil'i ve Furkan'ı indirmişti.

Bu mübarek âyetler, insanlara hidayet yolunu gösteren semavî kitapların varlığını, bunları inkâr ile küfür vadisine saplanmanın hiç bir şekilde doğru olamayacağını, bilâkis ilâhî azabı gerektireceğini bildirmektedir. Şöyle ki: Ya Muhammedi Aleyhisselâm, senin Yüce Rabbin (senin üzerine kitabı) Kur'ânı Kerim'i (kendisinden evvelki) semavî (kitapları tasdik edici olarak bihakkın) hak ve hakikate tercüman olarak, kat'î delillerle (indirdi.) Azar azar, âyet âyet, süre süre indirdi, sana Cibriliemin vasıtasıyla vahiy buyurdu, bu kitaplar cümlesinden olmak üzere, (Tevrat ile incil'i de indirdi.) Tevrat'ı Hz. Musa'ya, İncil'i de Hz. İsa'ya birden indirdi. Bütün bu kutsî kitaplar, Allah Teâlânın birliğini, yaratıcılık ve diğer kutsî sıfatlarını beyan etmiştir. Artık bunlara muhalif harekette bulunmak, bunları bozmaya ve değiştirmeye çalışmak, ve bir kısmını tasdik edip, diğer bir kısmını inkâr eylemek nasıl doğru olur...

Aliimran suresi ayet 4
Daha önce de, insanlara doğru yolu göstermek üzere Furkan'ı indirmiştir. Bilinmeli ki, Allah'ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah, suçlunun hakkından gelen mutlak güç sahibidir.

Evet... Tevrat ile incil (daha evvel) Kur'ânı Kerim'in inişinden evvel inzâr buyrulmustur. Bu kitapların hepsi de (insanlara hidayet olarak) bütün insanlara doğru yolu, dinî hükümleri bildirmek üzere Allah tarafından insanlık için büyük bir lütuf olarak indirilmiş bulunmaktadır. (Ve) özellikle (furkâni da) o pek müstesna bir kitabî ilâhî olan Kur'ânı da veya Zeburu da veya genel anlamda herhangi bir semavî kitabı da veya hak ile bâtılın arasını ayıran mucizeleri de o Yüce Allah (indirdi) meydana getirdi ki, o sayede üzerinize düsen kulluk vazifelerini bilerek cehalet ve sapıklıktan kurullasınız. Buna rağmen (o kimseler ki) o nefislerinin, şeytânlarının aldatmalarına kapılıp imâna muhalif harekette bulunanlar ki (Allah Teâlâ'nın âyetlerini) onun mukaddes kitaplarını, onun meydana getirmiş olduğu parlak mucizeleri, hârikalar! (inkâr ettiler.) Bunların ilâhî mahiyetini kabul etmeyerek küfre düştüler. (Onlar için şüphe yok ki şiddetli bir azap vardır.) O küfürleri sebebiyle ebediyyen cehennemde azab görüp duracaklardır. (Ve Allah Teâlâ azizdir) her iradesini yerine getirmeye kadirdir. Bütün islere galiptir. Hiç bir sey onun tehdit ve müjdesinin yerine getirilmesine mâni olamaz. Ve Yüce Yaratıcı (intikam sahibidir.) Kutsal varlığını inkâr edip, emirlerine karsı isyan eden kimseleri en şiddetli cezalara, işkencelere uğratacaktır. O Yüce yaratıcının varlığına, birliğine, büyüklük ve kudretine şahadet eden bu kadar âyetler, durup dururken bunun aksine bir yol tutanlar elbette böyle muazzam azapları hak etmişlerdir. Artık daha fırsat elde ilen uyanmalı, dini hakkı kabul edip hidayet ve selâmet yolunu takip etmeli değil midir?..
 
M Çevrimdışı

Mutedeyyin

Guest
Allah cc Kelamı olması
yararları
Allah cc ulaştıran tek kaynak
dünyanızı bütünüyle düzeltecek tek kaynak+sünnet
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Aliimran suresi ayet 7
Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kur'an'ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.

Bu âyeti celile, Kur'an'ı Kerim'den hakkıyla istifade eden zatlar ile onu kendi yanlış itikatlarına bir senet kabul ederek bâtıl görüşlerde yorumlarda bulunan kimselerin tavırlarını, ruhî durumlarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ya Muhammedi.. - Aleyhisselâm- O Yüce Mabuddur ki: (Senin üzerine kitabı) Kur'ân-ı Kerim'i âyet âyet, süre süre (indirdi, ondan) o ilahi kitaptan (bir kısmı muhkem âyetlerdir.) Mânâlarına delâletleri açık, ibareleri ihtimal ve benzerlikler! uzaktır (ki, onlar ümmül-kitaptır) yani: Kur'ân âyetlerinin aslıdır. Dini hükümler hakkında bunlara itimat edilir dayanılır. (Diğer bir kısmı da müteşabih âyetlerdir.) Bunlar ile Allah'ın Muradının ne olduğu açıkça bildirilmemiştir... Çeşitli mânalarda ihtimalleri vardır. Muhkem âyetler ile sabit olanlara muhalif gibi görülür. (Artık kalblerinde eğrilik bulunan kimseler) bir takım bid'at sahipleri gibi ve bir takım haktan meyleden gayri müslimler gibi şahıslar (fitne aramak) insanları şek ve şüpheye düşürüp dinlerinden ayırmak için (ve onu tevil arzusunda bulunmak) onu kendi arzularına göre tevil etmek yorumlamak (için o kitaptan) Kur'ân'ın hikmetli beyanından (müteşabih olanına tabî olurlar), onların dış anlamlarına takılırlar. Veya onları bâtıl surette tevil ederler (halbuki, onun) o müteşabihierden olan herhangi bir âyetin (tevilini) ondan muradın ne olduğunu, onu ne gibi bir mânaya yorumlamanın icabettiğini (Allah Teâlâ'dan başkası bilmez). Onu bilmek, Yüce Allah'a mahsustur. Onu hikmeti gereği o suretle inzal buyurmuştur. Bizim vazifemiz ise onun ilahi, kelâm olduğunu tasdik etmekle mânasını Allah'ın ilmine ısmarlamaktadır. (İlimde rüsuh) hakkıyla bilen ve sağlam itikat (sahibi olanlar ise) müteşabihatın da birer ilâhî kelâm olduğunu bilir, takdis eder ve (bîz ona İman ettik, hepsi de) muhkemlerde, müteşabihler de (Rabbimizin katındandır derler.) Öyle güzel bir itikat sahibi olduklarını gösterirler. (Bunları) Kur'an'ı Kerim'deki hükümleri (tam akıllı zatlardan başkası düşünemez.) Bunları güzelce takdir ve tevil ederek bunlardan istifade etmek ve öğüt alabilmek için tam akıl sahibi olmak lâzımdır. Yoksa arzu ve heveslerine tâbi olan, yanlış anlayışları kabul eden, güzelce nazar ve tefekkürden mahrum olanlar, bu gibi Kur'ânî izahlardan istifade edemez ve uyanmış olamazlar.

"Mühkemât";
muhkemin cem'idir. Bundan maksat, lafzı ve mânası kesin olarak bilinen, nesih ihtimalinden uzak olan âyetlerdir. Bunlar başlıca iki nevidir. Biri (Liaynihi muhkemdir) ki onun neshe ihtimali olmadığı İlk iniş tarihinden itibaren anlaşılmıştır. Meselâ: Cenâb-ı Hakkın birliğine her şeyi bildiğine ve kıyametin vuku bulacağına dair olan âyetler bu nevi muhkemattandırlar. Diğeri de ligayrihi muhkemattır ki, ilahi vahyin kesilmesine, Rasûli Ekrem Efendimizin âhirete irtihaline binaen kendilerinde nesih ihtimali kalmayan âyetlerdir. Namaza, oruca, zekâta, mirasa ait âyetler gibi.

Müteşabihata gelince, bu da kendilerinden Allah'ın muradının ne olduğunu bilmek ümidi, ümmet hakkında kesilmiş olan âyetlerdir. Bunlar ile ne irade buyurulmuş olduğu bizim için kapalı bulunmuş olur.

Müteşâbihât ta iki nevidir. Biri, kendisinden lügat itibarıyla hiç bir şey anlaşılmayan lâfızlardır. Bazı sürelerin evvelindeki harfler gibi. Diğeri de lüğavî mânasını kasd

edildiğine aklın veya diğer muhkem delillerin müsait olmadığı bazı tâbirlerdir. Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir. (Fetih 48/10) âyeti kerimesindeki "Yed = el" tabiri gibi ki, bunun lügat itibariyle mânası malûm ise de Cenâb-ı Hak, azadan uzak olduğundan el tabirini ona bu mâna itibariyle

Isnad etmek caiz değildir, o halde bu da m üt e ş ab i ht ir. İşte Hz. Isa hakkındaki Mesih.... ancak Meryem'e ulaştırdığı kelimesi ve ondan bir ruhtur. (Nisa 4/171.) âyeti kerimesi, böyle m üt e sabi hattan d ir. Artık bunlara istinaden kat'î bir hüküm vermek, caiz olamaz.

"Müteşabihatın hükmü";
Bunların hak olduğuna, birer ilâhî kelâm olduğuna inanmakla beraber bunların mânalarının kat'î surette tâyinini Allah'ın ilmine bırakmaktır.

Selef alimleri, bu gibi m üt e ş ab i h atı tevilden kaçınmışlardır. Ashabı kiramdan Malik İbni En e s, radiallahü anhden = Rahman Arşa istiva etmiştir. (Taha 20/53) âyeti kerimesi sorulmuş, o da şöyle cevap vermiştir: İstiva malumdur, keyfiyeti ise bizce meşhüldür. Buna İman vaciptir. Bu konuda soru sormak ise bid'attır. Maamafih bazı zatlar, bu gibi müteşabihlerin şeriata aykırı olmayacak bir tarzda yorumlanabilecekleri görüşündedir. Meselâ: Cenâb-ı Hakk'a isnat edilen yedden murat, Allah'ın kudretidir, kâinat'ı idare etmesidir, denilmektedir. Böyle bir yorum, yanlış anlamalara meydan verilmemesi faydasından dolayı kabul edilmiştir. Zaten bazı lâfızlar vardır ki, onların lüğavî mânaları kasdedilmez, onlar lisan bakımından bir takım kinayelerden ibaret bulunur. Nitekim: "Filân zat, bir milleti veya bir orduyu bir eliyle idare ediyor" denilir ki, bununla onun iktidarı iyi idaresi kastedilir.

"Müteşabihattan olan âyetlerin inişi, birer hikmete dayalıdır.
Ve bunlar, insanlık için birer deneme ve imtihan vesilesidir. Tâ ki, onların mânâlarını kat'î surette anlamadıkları halde, onların hakkıyyetine İman ederek sevaba kavuşsunlar. Bunları şeriata muhalif, cahilce bir surette tevile cüret edenler de azaba uğrasınlar. Maamafih istikbale ait bir çok hâdiselerin de zamanı insanlara hikmet gereği bildirilmemiştir. Nitekim kıyametin ne zaman kopacağını, güneşin ne zaman mağriptan doğacağını, deccalın ne zaman çıkacağını, Hz. İsa'nın da ne zaman yere ineceğini Cenâb-ı Hak, kullarına bildirmemiştir... Bu suretle insanların daima uyanık bulunmaları, kendi bilgilerine güvenip bilgiçlikten sakınmaları ve daha nice şeyleri bilmediklerini anlayarak acizliklerini itiraf etmeleri gayesi de düşünülmüştü.

"Diğer bir bakımdan Kur'ân'ı Kerim'in bütün âyetleri muhkemdir.
Şöyle ki: Bütün âyetler, mana bozukluğundan, lafız kusurlarından korunmuştur. Hepsi de tevatür yoluyla sabittir. Hepsi de Allah'ın sözüdür. Hepsinin de hakkiyetine inanmak lâzımdır. Diğer bir bakımdan da hepsi müteşabihdir. Yâni: bütün âyetler, mânalarının sıhhati, lâfızlarının düzgünlüğü, fesahat ve belâgatin birer mükemmel numunesi olmaları ve hepsi de birer Allah'ın sözü bulunması cihetiyle birbirine benzemektedir, hepsi de aynı yüceliğe sahip bulunmaktadır.

Tefsir ile tevilin mahiyetleri:
Tefsir -lügatte keşif etmek ortaya çıkarmak ve açıklamak demektir. Nitekim bir şeyin beyan ve izah edilmesini istemeye de "istifsar" denir. Istılahta ise tefsir. Kuranı Kerimdeki kelimelerin mânâlarını âyetlerin içeriklerini, hükümlerini, kıssalarını muhkem ve müteşabih olanlarını nasih ve mensulı bulunanlarını ve inişlerini, sebeplerini kendilerine açıkça delâlet eden lâfızlar ile, tabirler ile izah etmektir. Tevil ise lügatte rücu mânasına gelen (evi) kelimesinden türemiştir. Nitekim bir şeyin özetine, özüne, ve neticesine "meal" denilmektedir. Istılahta ise tevil, Kur'an-ı Kerimin âyetlerini muhtemel olduğu çeşitli mânalardan birine çevirmektir ki, iki nevidir. Birisi, sahih tevildir ki, bu bir kapalı lâfzı haklı bir sebebe dayanıp, bir sebep ve delile bağlı olup muhkem âyetlere ters düşmeyen bir mânaya sevketmektir. Bu halde bazen gizli olan bir mâna, açık görülen bir mânaya ve mecaz, hakikata tercih olunuru. Nitekim: (Yed) tabiri, Cenâb-ı Hakka isnat edilince bu luğavi manasına değil, mecazi mânası olan kudret ve idare manasına yorumlanmıştır. İkincisi: Fasit tevilidir ki: Bir'lâfza hiç ihtimali olmayan bir mânayı vermektir veya ihtimali olan mânâlar içinde muteber! varken muteber olmayan mânayı seçmektir.

Resulda" sebat, metanet, sağlamlık, bir fen ve sanatın hakikatini bilmek demektir. Böyle bir vasfı taşıyana "rasih" denir. Cem'i "rasih undurUn den murat ise ilimleri, imanları rüsuh bulmuş, hafızaları ilmî mes'elelerle süslenmiş olan zatlardır. Bazı zatlara göre rasihundan olan zat, o kimsedir ki,
onun ilmi, kendisinde şu dört özelliğin bulunmasına vesile olur.
Kendisiyle Allah Teâlâ arasında korku,
kendisiyle halk arasında alçak gönüllülük,
kendisiyle dünya arasında ibâdet aşkı
ve kendisiyle nefsi arasında cihâd.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Ali imran suresi ayet 50
Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir mucize getirdim. O halde Allah'tan korkun, bana da itaat edin.

Bu mübarek âyetler de Hz. İsa'nın kulluğuyla övünmüş olduğunu ve israiloğullarına bazı yeni hükümler ile gönderilmiş muhterem bir peygamber bulunduğunu bildirmektedir. Şöyle ki: (Ve) Hz. İsa kavmine hitaben dedi ki: (Önümde bulunan) benden evvel Hz. Musa'ya inmiş olan (Tevrat'ı tasdik edici olarak) onun ilâhî bir kitap olduğunu tasdik ederek (ve üzerinize haram kılınmış olan şeylerin bazısını helâl kılmak) onların sizlere Allah tarafından helâl kılındığını bildirmek için (geldim.) Sizlere peygamber gönderildim. Meselâ: Musa Aleyhisselâm'ın şeriatına göre balık eti, deve eti, i( yağı, karın ve barsak yağı haram idi, cumartesi günü iş görmek de haramdı. Hz. İsa'nın şeriatinde ise bunlar helâl bulunmuştur. Bu bir nesh meselesidir ki, böyle yiyelecek, içilecek şeyler ile bazı muamelelerde geçerlidir, İlâhî iradeye dayanmaktadır. Asıl itikadi konularda ise cari değildir. Bu hususta bütün ilâhî şeriatlar birdir. (Ve sizlere rabbinizden), Cenâb-ı Hakkın irade ve kudretiyle (bir mucize getirdim) ben peygamberliğime şahitlik eden en acık birer mucize ile size geldim, size peygamber gönderildim, daha beşikte iken konuştum, ölüleri dirilttim, hastalara şifa verdim, bütün bunlar benim peygamberliğimi destek ve tasdik için Allah tarafından ihsan buyrulmuş birer âyet, birer harika, birer mucizedir. (Artık Allah Teâlâ'dan kokunuz) Yüce Allah'a mu halef etten sakınınız, ve sizi davet etmekte bulunduğum Allah'ın birliğine İman, ve ona kulluk hususunda (bana itaat ediniz.) Eğer insaflı, düşünen kimseler iseniz bana karşı muhalif bir cephe atmayınız, tâki selâmet ve saadete eresiniz.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Ali imran suresi ayet 58
Bu söylenenleri biz sana âyetlerden ve hikmet dolu Kur'an'dan okuyoruz.

Hz. İsa'ya, Zekeriya'ya ve başkalarına dair yukarda beyan buyurulan şeyi Habibim!. (Sana âyetlerden) risaletine delâlet eden delillerden olmak üzere beyan ediyoruz. Bunlar senin görmediğin şeylere dair hakikate uygun vahye dayanan haberlerdir. (Ve zikri hakîmden) yâni hikmet dolu Kur'ânı Kerim'in ayetlerinden veya levhi mahfuzdan olmak üzere (tilâvet ediyoruz) ilâhî vahyi tebliğe memur olan Cibril-i emin vasıtasiyle sana nakil ve hikâye etmiş oluyoruz.

Tilâvet,
kasas bir mânayadır. Okumak, haber vermek, bazı şeyleri birbiri ardınca söylemek, nakleylemek demektir. Bu âyeti kerîmede tilâvetin Cenâb-ı Hakka izafesi, bunun ehemmiyetini beyan içindir. Bunları tebliğe memur olan Cibril! Emin'in tilâvet!, Cenab'ı Hak'ka izafe edilmiş, bununla Cibriîi Emin'in şerefine ve okunan şeylerin ehemmiyet ve kutsiyetine işaret olunmuştur.

Bu âyeti kerimede Kur'ânı Kerime (zikri hakîm) denilmiştir. Nitekim bir hadisi şerifte de Kur'an, o, apaçık bir nurdur, hikmetli bir zikirdir.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Ali imran suresi ayet 81
Hani Allah, peygamberlerden: "Ben size Kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz" diye söz almış, "Kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi?" dediğinde, "Kabul ettik" cevabını vermişler, bunun üzerine Allah: O halde şahit olun; ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim, buyurmuştu.

Bu mübarek âyetler, Cenâb-ı Hak'kın son peygamber Hazretlerini bütün insanlığa elci göndereceğini vaktiyle bütün peygamberlere ve onların vasıtalariyle bütün ümmetlerine haber vermiş ve onun bu risaletini ikrar ve onun zamanına erecek olanların ona yardım etmeleri hakkında da kendilerinden bir söz ve yemin almış olduğunu haber vermekte, böyle bir ikrar ve söze riayet etmeyenlerin ise fasık kimseler olacağını bildirmektedir. Evet!. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: Habibim!. (Hatırla o zamanı ki. Allah Teâlâ Peygamberlere) ve onların vasıtasıyla ümmetlerine vahiy yoluyla (hitâbederek size) Tevrat, İncil gibi (kitap) ve bir nice ahlâkî, içtimaî meseleleri içeren, vahye müstenit (hikmet verdim). Bunlar ile lâzım olan dinî esasları size bildirdim. (Sonra sizin yanınızdakini) kitabı ve hikmeti (tasdik edici olarak bir elçi geldi) yani bütün vasıfları sizce malûm oldu, geleceği muhakkak bulundu. (Ona) o gelecek Resule (elbette imân ve yardım edeceksiniz). Binaenaleyh bütün peygamberler birbirine inanıp onu tasdik ve kabul ile mükellef olduklarından son peygamber Hazretlerini de tasdik ile mükellef bulunmuşlardır. İşte bunun için bütün peygamberlere hitaben ona imân ve yardım edeceksiniz, (diye peygamberlerden sağlam bir söz aldıkta buyurdu ki: İkrar ettiniz mi?) bu imânı kabul ve itiraf ediyor musunuz? (Ve bunun üzerine benim o ahdimi alıp kabul eylediniz mi?) diye hikmet gereği sordu, (onlar da ikrar ettik dediler) imân ve yardım ile mükellef olduğumuzu itiraf ederiz, bu husustaki verilen sözü de kabul eyledik diye cevap verdiler. Cenab'ı Hak da (buyurdu ki: Öyle ise şahit olunuz) bu ikrar hususunda birbirinize karşı şahitlikle bulununuz, bu ikrarınızı bütün ümmetlerinize bildiriniz. (Ben de) sizin bu ikrarınıza (sizinle beraber şahitlerdenim) artık bu ikrar ve üstlenmenin gerektirdiği şekilde hareket edilmesi bir vecibedir. Bu o peygamberlerin üzerine vecibe olunca onlara tâbi olduklarını iddia eden milletler üzerine de bir vecibe, bir dinî fariza bulunmuş olur. Aksi takdirde o peygamberlere tâbilik iddiası yalan bulunmuş olmaz mı?

İşte Hz. Musa da, Hz. İsa da kendi kitaplarını tasdik edici olan son peygamber Hazretlerinin dünyaya şeref vereceğini vaktiyle vahy yoluyla bilmiş, tasdik ve ikrar eylemişlerdir. Artık onlara uyma iddiasında bulunanlar, nasıl olur da böyle bir tasdik ve ikrarda bulunmazlar.

İsr:
Pekiştirilmiş söz ve riayeti lâzım gelen adî görülmeyecek olan mukavele ve yemin manasınadır.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Ali imran suresi ayet 103
Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişileridiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.

(Ve) ey müslümanlar!. (Hepiniz) bir cemiyet halinde (Allah Teâlâ'nın ipine) Kurân-ı Kerim'e, İslâm dinine, ibâdet ve itaate veya cemaati müslimine (sımsıkı sarılınız) hepiniz onun hükümleri, gereği dairesinde hareket ediniz, sakın ayrılığa düşmeyiniz (Ve birbirinizden ayrılmayınız) ehli kitap denilen Yahudîler, Hıristiyanlar gibi veya cahil iye zamanındaki müşrikler gibi ihtilâfa düşmeyiniz, birbirinize arka çevirmeyiniz, birbirinizi düşman telâkki etmeyiniz, birbirinizi e cenk ve cidale kalkışmayınız, hak ve hakikate muhalif hareketlerde bulunmayınız (ve) bununla beraber (Allah Teâlâ'nın üzerinize olan) sizlere lütfen vermiş olduğu sınırsız (nîmeti de hatırlayınız ki) vaktiyle asırlardan beri imândan mahrum (birbirinize düşmanlar idiniz) o vakti birbirinize saldırır dururdunuz (sonra Allah Teâlâ) sizi İslâm nîmetine din kardeşliğine nail kıldı, o sayede (hallilerinizi birleştirdi) sizleri bir kutsî itikada, bir yüce gayede topladı (de onun) o kerem sahibi yaratıcının o pek muazzam (nîmeti sebebiyle) eski düşmanca tavrınızı terkederek hemen (kardeşler oluverdiniz.) İslâm şerefine nail, din kardeşliğine sahip bulundunuz. Özellikle, Eve ile Hazrec kabileleri ki, soy bakımından ana baba bir kardeşler iken birbirine düşman olmuş, aralarında yüz yirmi sene kadar düşmanlık, cenke ve cidal devam etmişken İslâm olur olmaz bu kan dökücü düşmanlıktan kurtularak din kardeşleri olmuşlardı. Bunları düşününüz' (ve) ey İslâm nîmetine nail olanlar!.. (Sizler) İslâmdan önce küfrünüz ve diğer kötü haliniz yüzünden (ateşten bir çukur kenarında) cehennemin kıyısında olup hemen içine düşecek bir vaziyette (iken) Cenâb-ı Hak İslâmiyet sayesinde (sizi ondan) o çukurdan, o ateşin küfründen, (çekip kurtardı) Öyle bir badireden, öyle bir kötü sondan kurtulmuş oldunuz. Elverir ki, İslâmiyetinizi güzelce muhafaza edesiniz. (İşte Allah Teâlâ âyetlerini) kudret ve azametini, lütuf ve ihsanını gösteren delilleri (sizlere) böyle açık beyanlar ile (açıklar) sizin tefekkür ve dikkatinize sunar (ta ki hidayete erebilesiniz) hidayet ve İslâmiyet üzere sabit kadem olasınız, hayır derecelerinin en mükemmeline eresiniz...

Bu mübarek âyetler, bizim hattı hareketimizi şöyle tâyin buyurmuş oluyor:

1- Biz müslümanlar için lâzımdır ki, bizimle din birliği olmayan kimselerin dinimiz ve milletimiz hakkındaki yanlış sözlerine iltifat etmeyelim, aramızda ihtilâf ve ayrılık vücude getirecek lâkırdılarına, tavsiyelerine kıymet verip dinlemeyelim.

2 - Biz müslümanlar kendi aramızda birlik ve beraberlik dairesinde yaşıyalım, dayanışmada bulunalım, birbirimize elden gelen yardımlaşmayı yapalım, nifak ve bozuşmadan, düşmanlık ve rekabetten kaçınalım.

3 - Biz Müslümanlar her hangi müşkil bir mesele karşısında kalınca Kur'ân'ı Mübine, hadisi şeriflere, icmai ümmete müracaat edelim. Dünyevî ve uhrevî hayrımızı onlardan bekleyelim. Bütün mukaddesatımıza hürmetten asla ayrılmayalım.

Takva:
Günahtan sakınmaktır, vacipleri ifa, haramlardan sakınmaktır. Cenâb-ı Hak'kın emirlerine ve yasaklarına riayettir, şeriatı garranın adabını muhafazadır. Dergâhı ülühiyetten uzaklaştıracak şeylerden kaçınmaktır. Yüce Allah'ın cezalarından sakınmaktır. Ittikâ da takva ile vasıflanmış olmaktır, Hak Teâlâ Hazretlerinden korkmaktır, gayri meşru şeylerden sakınmaktır. T ü kat da bu mânayadır.. Hakkı tu kat ise hakkiyle takva demektir, hakkiyl e muttaki olmak manasınadır. "Tuka ve t ük ye" de takva gibi nefsi haramlardan ve şüpheli şeylerden korumak demektir. İbni Mes'ut hazretlerinden rivayete göre hakkiyle takva, itaat edip âsi olmamaktır, şükredip küf ram nîmette bulunmamaktır, zikredip unutmamaktır. Bütün bunlar insanlara kabiliyetleri dairesinde yönelen birer vazifedir. Binaenaleyh (102 İinci âyeti kerimenin hükmü mensulı olmayıp bu şekilde caridir.

Habl:
Lügatte kalın ip, urgan, halat, rabıta demektir. Boyun damarlarına (hablülverit) denir. Mecaz, istiare, temsil kabilinden olarak Kur'ân-ı Kerime, İslâm şeriatına ibâdet ve itaate, ahd-ü em an e, İslâm cemiyetine ve insanı istediği hayırlı bir şeye kavuşturan sebebe, vasıtaya da "heblullâh" denilmiştir. Çünkü kuvvetli bir ipe, bir urgana, sarılan kimse, yükseklere çıkabilir, düşüşten kurtulur, denizden, kuyudan çıkmaya muvaffak olur. İşte C en âb-1 Hak'kın kitabına, dinine sarılanlar da sapıklık ve isyandan kurtularak selâmet ve hidayet sahasına ulaşırlar.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Ali imran suresi ayet 138
Bu (Kur'an), bütün insanlığa bir açıklamadır; takvâ sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür.

(İşte bu) Kur'ân'ı Kerim'in geçmiş olaylara ait âyetleri bütün (insanlar için) insanlık âlemi için (bir açıklamadır) evvelce gelip geçmiş inkarcı kavimlerin nasıl helake uğradıklarına işaret eden bir ifadedir. (Ve) bilhassa (takva sahipleri) HakTeâlâ'dan korkan mütefekkir zatlar'için de) basiretlerinin artmasına vesile olan 'bir hidayettir) bir saadet rehberidir ve (bir öğüttür) bir hikmetli öğüttür.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Ali imran suresi ayet 187
Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü!

Bu mübarek âyetler kendisine bağlı olduklarını iddia ettikleri dinin, kitabın hükümlerine uymayan, hakikati saki ayan a ve mahiyetlerini gizleyip halkı saptırmaya çalışan kimselerin o çirkin hareketlerini dikkatlere sunuyor, ve onların pek acıklı akibetlerini bildirerek Rasüli Ekrem, müminleri tecelli ediyor. Şöyle ki: (Ve) Resulüm!. Hatırla (bir zaman Allah Teâlâ kendilerine) Tevrat ve İncil gibi (kitap verilmiş olanlardan) yâni Peygamberleri vasıtasıyla kitaplara ulaşan Yahudî ve Hıristiyan âlimlerinden (bir söz) bir vaad ve teminat (almıştı, ki). Allah hakkı için siz (elbette o kitabı insanlara açıklayacaksınız.) Onun hükmünü bozmadan ve değiştirmeden insanlara bildireceksiniz. (Ve onu) o kitabı, onun hükümlerini (gizlemiyeceksiniz) onu olduğu gibi tebliğ eyleyeceksiniz, sizin vazifeniz budur. İşte son peygamberin vasıflarıyla ilgili olan açıklamalar da bu cümledendir. (Onlar ise), o, kendilerine böyle kitab verilmiş olanlar ise (onu) o söz ve yemini, o üzerlerine aldıkları vazifeyi (omuzlarının arkasına at s verdiler) ona riayet etmediler, onun tersine hareket ettiler. (Ve onunla) onyn bedeli olarak karşılığında (az bir baha) kıymetsiz birşey (satın aldılar). Dünya varlığı için ebedî hayatlarını tehlikeye düşürdüler. (Artık o satın aldıkları ne kötü şey!) kendilerinin helakini, ebedî felâketini gerektiren ne kadar çirkin ve felâket sebebi bir trajedi!.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Ali imran suresi ayet 193
Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, "Rabbinize inanın!" diye imana çağıran bir davetçiyi (Peygamberi, Kur'an'ı) işittik, hemen iman ettik. Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, ruhumuzu iyilerle beraber al, ey Rabbimiz!

(Ey Rabbimiz!) Biz kullarını irşat ve ikaz etmek için I üt uf d a bulundun (biz Rabbinize imân ediniz diye imâna çağıran bir davet; i işittik) Ey Rabbim!. Senin yüce katından bütün insanlara bir lütuf olarak Peygamber gönderilmiş olan Hz. Muhammed -Aleyhisselâm'ın- o yüce davetini duyup gördük, bizler de hamdolsun (hemen) o zata tabi olarak onun emri doğrultusunda (imân ettik) onun ümmetinden olmak şerefine kavuştuk (Ey Rabbimiz!) Ey Kerim Allahımız! (Artık) büyük günah kabilinden olan (günahlarımızı bize bağışla) onları tamamen yok et ve ortadan kaldır ve bizim lal cılk ün ah kabilinden olan (kusurlarımızı bizden ört) affet ve gizle. (Ve bizleri iyi kullar ile beraber öldür) Bizleri mübarek kulların olan Peygamberler ile, veliler ile beraber hasret, bizleri onların sohbetlerine devam edenlerden ve iltifatlarına kavuşanlardan kıl,
 
Üst Ana Sayfa Alt