Demokratik sürece katılmanın bir resmi, şeklî yönü, bir de partilerin yürüttüğü siyaset açısından reel yönü var.
İslami partiler ilk oluştuklarında (Suriye'de mesela 40lı yıllarda) parlamentoya davet amaçlı katıldılar, insanlara ulaşmak için. Ancak zamanla oy kazanmak ve partiyi insanlara çekici kılmak için ortama uyum sağlayıcı retorikler benimsendi. Mesela Suriye'de şeyh Mustafa Sibai
İslam Sosyalizmi diye bir kitap yazdı.
Ancak Türkiye'de bir parti değerlerini ve çizgisini koruyabilse dahi, parti kurarak anayasa'daki küfür ifade eden maddelere imza atmış olacak. Şeriatta sözün değeri büyüktür. Harp hiledir kavli şerifinin de bir sınırı vardır. Antlaşmalarda, yeminlerde hile yapılmaz.
Maslahat siyaseti (
siyaseti şeriye/istislah) hilafına hüküm olmayan mübah konularda söz konusudur.
'Siyasete girmeden de anayasayı kabul etmekteyiz' diyenler var, ancak resmiyette vatandaş olmak elimizde değilken, siyasete girmek elimizde olan bir şey. Bir de "
ehveni şerreyn" (iki şerrin hafifi) fıkıh kaidesi altında 'herhangi bir parti seçmez isek, daha kötü bir parti gelir, dolayısıyla anayasayı tasdik ederek zulmü kaldıracak bir parti kurmaktan başka bir çaremiz yok' şeklinde bir düşünce var. Bu kaidenin ancak kaçınılmaz zaruret hallerinde geçerli olduğu ve parti kurmanın hükümetlerin yapacaklarına nisbeten zaruret derecesine ulaşmadığı, şurada anlatılıyor:
Makale - Ehven-i Şer Meselesi
Bazı ülkelerde (mesela Kuveyt ve Mısır) böyle değil, anayasa şeriatı hukuk kaynağı olarak kabul ediyor. Kimi İslami hareketler buna dayanarak siyasete giriyor. Kimi hareketler de ya stratejik sebeplerden (kafirlerle işbirliği yapan rejimlerin demokratik süreç ile devrilemeyeceği) ya da şeri sebeplerle (anayasaya rağmen şeriatın kale alınmadığı parlamentolarda demokrasiye katılmanın, şeriatı insanların reyine sunmak olduğu görüşü) siyasete girmeyi reddetiyorlar. Ancak Türkiye'nin durumu farklıdır. Anayasa CHP'nin altı okuyla Kemalist-devrimcidir ve Kenan Evren'in ekledikleriyle anayasının temellerinin değiştirilmesi teklif edilemez.