Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Ebu Muhammed Asım : AKİDEMİZ

E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
MUKADDİME

Şüphesiz ki hamd alemlerin Rabbi, Rahman, Rahim ve din gününün sahibi olan Allah’a aittir. Nebi ve Rasullerin sonuncusu olan Muhammed’e, O’nun âline ve ashabına salât ve selam olsun…
Burada aktardıklarımız, akidemizin ve dinimizin en önemli bazı meselelerinin özetidir. Bize bir takım iftiralarda bulunan bazı insanların, özellikle iman ve küfür konularında söylemediğimiz şeyi bize atfetmeleri üzerine, hapishanede bu kitapçığı hazırladım. Daha önce böyle bir konuda yazmayı düşünmüyordum. Çünkü alimlerimiz bu konuda yeterince söz söylemiş ve açıklamada bulunmuşlardır. Ancak Tevhid ehli olan bazı kardeşlerimiz böyle bir kitapçık hazırlamamızı talep ettiler. Özellikle iman ve küfür konularında söylemiş olduğumuz sözlerimizi yeterince anlayamayan bazı insanlarla karşılaşmamız üzerine, akidemizin ve iman ettiğimiz en önemli şeylerin özetini bu şekilde kaleme almaya çalıştım. Bazı kitaplarımızın, ilim tahsiline yeni başlamış olan ve bu nedenle de bazı meseleleri yeterince kavrayamamış olan kişiler arasında dolaştığını bilmekteyim. Bu tür kişiler tarafından yeterince kavranamayan konular, özellikle tağutlar, onların benzerleri olan diğer kanun koyucular ve bunların yardımcıları niteliğindeki kişiler hakkında kullandığımız genel ifadelerimizdir. Bu ifadelerimizde, mutlak tehdit içeren bazı nassları zahiri hali ile kullanmış olabiliriz. Ya da ilim tahsili konusunda yeterli olmayan bazı kişiler tarafından, amel üzerine bina etmiş olduğumuz mutlak hükümler, bizim kastımızın dışında kullanılarak belli bir şahsa indirgenmiş olabilir. Helak edici günahlar hususunda daima ruhsat ve bir çıkış yolu aramakla uğraşan kişiler üzerinde daha caydırıcı bir etkisinin olması için bazı mutlak ifadeleri hiçbir tafsilata ve yoruma başvurmadan olduğu gibi bırakmamız da bu tür yanlış anlaşılmalara sebep olmuş olabilir. Tehdit nasslarının, Allahu Teala’nın bırakmış olduğu gibi, yoruma başvurmadan mutlak olarak bırakılması seleften bir çoğunun da metodudur. Zira bu yöntem, sakındırma konusunda daha etkilidir. Allahu Teala’nın lanet ile zikrettiği bir günah, diğer günahlar gibi değildir. Yine Allah ve Rasulü’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem küfür olarak nitelediği bir amel, diğer ameller gibi değildir. Bununla birlikte selef, muhatapları tarafından yanlış anlaşılması ihtimali bulunması halinde, bu ifadeler hakkında tafsilata başvuruyorlardı. Biz de daha kapsamlı kitaplarımızda meselenin tafsilatına indik.
Yine tekfir konusunda aşırıya kaçan bazı kişilerin, kendi görüşlerini desteklemek maksadı ile bazı ifadelerimizi kullandıklarını da bilmekteyiz. Eğer onlar hakkı isteselerdi ve insaflı davranmış olsalardı böyle bir duruma düşmezlerdi. Ancak onlar bazı sözlerimizi siyakından ayırarak istismar etmişlerdir.
Günümüz Mürcie’sinden bazı hasımlarımızın ve onlara benzeyen kimselerin, kitaplarımızı hakkı aramak maksadıyla değil, bazı alimlerden, imamlardan ve davetçilerden naklettiğimiz genellemeleri bulmak amacı ile araştırdıklarının da farkındayım. Bundan amaçları ise, sözlerimize kasdetmediğimiz manalar yükleyerek ve söylemediğimizi söylemişiz gibi göstererek davetimizi karalamaktır.
Bu kimselere şunu söylüyorum: “Allah’tan korkun. Doğru söz söyleyin. Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu hadisini hatırlayın: “Kim bir mü’min hakkında onda olmayan bir şeyi söylerse, bu söylediğinin dayanağını buluncaya kadar Allah, onu irin dolu bir çamur içinde bırakır.”[1]
Herhangi bir zorlama olmaksızın şunu ilan ediyorum:
Kitaplarımda yazmış olduğum herhangi bir ifadenin, Kitap ve Sünnet’te bulunan benim bilmediğim bir nassa muhalif olması halinde, bu ifadeden ilk olarak dönecek ve azı dişleri ile nassa sarılacak olan kişi yine ben olacağım.
Okuyucu, bu sayfalardaki sözlerimizin çoğunun, Akidetu’t-Tahaviye, Akidetu’l-Vasıtiyye ve buna benzer kitapların üslubu ile aynı olduğunu, hatta bazı cümlelerin bu kitaplardaki ifadelere harfiyyen uyduğunu görecektir. Bunda garipsenecek bir durum yoktur. Zira ilim tahsiline başladığımız ilk dönemlerde bu kitapları çokça okuduk ve onlardan etkilendik.
Alimlerimiz, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in yolundan ayrılmış olan sapık fırkalara ve yayılmış olan bazı bid’atlara cevap verebilmek maksadı ile kendi dönemlerinde tartışılan bir takım konular üzerinde uzunca durma gereğini duymuşlardır. Dönemlerinde ihtilafın bulunmadığı ve sapmanın az olduğu konular üzerinde ise kısaca durmuşlardır. Ehl-i Sünnet ile bid’at ehlinin arasını tamamen ayırabilmek ve onlardan beri olunmasını pekiştirmek için bazı fıkıh meselelerini akide konuları içerisinde zikrettikleri de görülebilir.
Biz, bu sayfalarda, bu minval üzere devam ettik. Selef alimlerinin bu tür kitaplarında değindikleri bütün itikadi meseleler üzerinde durmadık. Sadece bunlar arasından en önemli olanlarını belirttik. Günümüzde sapmaların ve karıştırmaların yaşandığı veya söylemediğimiz halde bize atfedilmiş olan ya da atfedilme ihtimali olan bazı konular üzerinde yoğunlaştık.
Allahu Teala’dan bu çalışmamızı kabul etmesini, amellerimizi sadece kendi rızasına halis kılmasını, bizleri, Fırkatu’n-Naciye[2] olan Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in akidesi üzere sabit kılmasını ve Taifetu’l-Mansura’dan eylemesini dileriz. O bizim mevlamızdır, ne güzel bir mevla ve ne güzel bir yardımcı!

Ebu Muhammed Asım
Hicri: Cemadiye’l-Âhir-1418
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
ALLAH’I BİRLEMEK (TEVHİDULLAH)

Tevhidullah konusunda diyoruz ki: Allah tektir. Rububiyetinde, uluhiyetinde, isimlerinde ve sıfatlarında O’nun ortağı yoktur.
O’ndan başka yaratıcı yoktur, O’ndan başka Rabb yoktur, O’ndan başka rızık veren ve Malik yoktur. Tüm alemi evirip çeviren O’ndan başkası değildir. Kendi fiillerimizde O’nu birlediğimiz gibi, kendi fiillerinde de O’nu birleriz.
İbadetimizde, kastımızda ve irademizde O’nu birleriz. O’nun dışında kendisine ibadet edilecek yoktur. Allah’ın zatının, meleklerinin, ilim sahiplerinin, adaleti ayakta tutanların şehadet ettiği gibi, O’ndan başka ilah olmadığına şehadet ederiz ki O aziz ve hakimdir. Bu yüce kelimenin isbat etmiş olduğu, ibadeti yalnızca Allah’a has kılma, bunun gerekleri, vacipleri ve hukuklarına bağlı kalırız. Ve yine bu kelimenin reddettiği şirki ve onun benzerlerini de reddederiz.
İman ederiz ki Allahu Teala’nın canlıları yaratmasındaki gaye, sadece O’na kulluk etmeleridir. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”[3]
Secde, rüku, adak, tavaf, kurban, dua, kanun koyma ve buna benzer bütün ibadet şekillerinde Allahu Teala’yı birlemeye davet ediyoruz. Allahu Teala şöyle buyurur:
“De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm hepsi alemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu ve ben Müslümanların ilkiyim.”[4]
Rabbimizin emri, hem kevni[5] ve hem de şer’i[6] olan bütün işleri kapsamaktadır. Kainatın kaderi konusunda tek hakim O’dur. O, alemi evirip çeviren ve bu alem üzerinde istediği ve hikmetinin gerektirdiği gibi hükmedendir. Yaratma işinde O’nu birlediğimiz gibi, hüküm konusunda da O’nu birleriz. Hükmünde ve O’na yapılması gereken ibadetlerde de hiç kimseyi O’na ortak koşmayız. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O’na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir!”[7]
Helâl, O’nun izin verdiği, haram da O’nun yasakladığıdır:
“Hüküm Allah’tan başkasının değildir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir.”[8]
Allahu Teala dışında kanun koyucu yoktur. O’nun dışındaki bütün kanun koyuculardan uzak durur, onları terk eder ve reddederiz.. Allahu Teala dışında hiçbirini Rabb olarak kabul etmeyiz, Allahu Teala’dan başkasını veli edinmeyiz. İslam dışında hiçbir dine uymayız. Bu nedenle kim Allahu Teala dışında kanun koyucu ve hakim edinir, Allah’ın şeriatına aykırı olan kanunlarında ona uyar ve onunla birlikte hareket ederse, şüphesiz Allah’tan başkasını Rabb edinmiş ve İslam’dan başka bir din kabul etmiş olur. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkin ederler. Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah’a ortak koşanlardan olursunuz.”[9]
“(Yahudiler) Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (Hristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i (İsa’yı) rabler edindiler.”[10]
İsimlerinde ve sıfatlarında yüce Rabbimizi birleriz. O’nun adaşı, benzeri ve dengi yoktur. Allahu Teala şöyle buyurur:
“De ki: O Allah birdir. Allah sameddir. O, doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur.”[11]
Allahu Teala, Kitabı’nda ve Nebisi’nin Sallallahu Aleyhi ve Sellem sünnetinde kendisini nitelediği yüce ve mükemmel sıfatlar konusunda tektir. Yarattıklarından hiçbirini O’nun sıfatlarından biriyle nitelendirmeyiz ve isimlerinden biriyle isimlendirmeyiz. Allahu Teala için hiçbir örnek vermeyiz ve yarattıklarından birini ona benzetmeyiz. Rabbimizin isim ve sıfatlarından herhangi birini inkar etmeyiz.
Allahu Teala’nın kendi nefsini vasıflandırdığı ve yine Rasulü’nün O’nu vasıflandırdığı sıfatlara, tahrif[12], ta’til[13], keyfiyetlendirme[14] ve temsile[15] kaçmadan, mecaz manasında değil hakikat manasında iman ederiz. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Göklerde ve yerde bulunan en yüce sıfatlar O’nundur. O, mutlak güç ve Hikmet sahibidir.”[16] Rabbimizin kendisini nitelendirdiği sıfatlardan hiçbirini inkar etmeyiz. Kelimeleri, kullanıldığı anlam dışında kullanarak tahrifte bulunmayız. Bu konuda, Allahu Teala’yı tenzih etmek ve yüceltmek bahanesi ile bu sıfatlar hakkında yoruma ve şüpheye kaçmayız. Allah’a ve Rasulü’ne Sallallahu Aleyhi ve Sellem teslim olmayan ve şüphelendiği konuyu kendisinden daha iyi bilen bir kimseye sormayan kişi, dini konusunda şüphelerden kurtulamaz. Kişinin sebatı ancak tam manası ile Allah ve Rasulü’ne teslim olması ile mümkün olur. Kim yasaklanan bir konunun peşine düşer ve Allah ve Rasulü tarafından yapılan açıklamalar ile yetinmezse, sahih iman ve saf Tevhid’den uzak olur.
İman ederiz ki Allahu Teala, Kitabı’nı apaçık bir Arapça ile indirmiştir. Dolayısıyla Allahu Teala’nın sıfatlarının manasını bilir ama keyfiyetini Allah’a havale ederiz. Bu meselede biz, “Ona iman ettik, hepsi Rabbimizin katındandır”[17] deriz. Cehmiyye’nin ta’tilinden ve Müşebbihe’nin temsilinden Allah’a sığınırız. Allahu Teala’nın sıfatları konusunda ne Cehmiyye ve ne de Müşebbihe’yi takip ederiz. Bilakis, Rabbimizin bizden istediği gibi nefy ve isbat arasında orta bir yol tutar ve istikamet üzere oluruz. Allahu Teala şöyle buyurur:
“O’nun benzeri hiçbir şey yoktur.”[18]
Kim ta’til ve teşbihten sakınmazsa, ayağı kayar ve Allah’ı tenzih konusunda isabet edemez. Biz bu konuda (diğer konularda olduğu gibi), Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat olan selef-i salihinin usulünü takip ederiz. Bunlardan biri de, Allahu Teala’nın Kitabı’nda bildirildiği ve Rasulü’nden Sallallahu Aleyhi ve Sellem mütevatir olarak aktarıldığı gibi, Allah’ın semalar üstünde Arşa istiva etmiş olduğu meselesidir. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Gökte olanın sizi yere batırmayacağından emin misiniz? O zaman yer sarsıldıkça sarsılır.”[19]
Bu, Rasulullah’tan Sallallahu Aleyhi ve Sellem aktarılan şu hadiste de geçmektedir: Muaviye bin Hakem es-Sülemi’den şöyle rivayet edilmiştir: “Dedim ki; ‘Ey Allah’ın Rasulü, benim bir cariyem var. Ben onu dövdüm’. Bu, Rasulullah’a ağır geldi. Bunun üzerine, ‘Onu azad edeyim mi?’ diye sordum. Rasulullah, ‘Onu buraya getir’ dedi. Onu getirdim. Ona, ‘Allah nerededir?’ diye sordu; ‘Semadadır’ karşılığını verdi. ‘Ben kimim’ diye sordu; ‘Sen Allah’ın Rasulüsün’ karşılığını verdi. Bunun üzerine Rasulullah şöyle buyurdu: ‘Onu azad et; zira O mü’mindir.’”[20] Gerçek budur, bize göre bu konuda şüphe yoktur.
Biz, semanın Allah’ı gölgelediği ya da O’nu taşıdığı gibi ortaya atılan yalan ve batıl düşünceler ile ilgili olarak selefin yaptığını yapar ve bu görüşleri kabul etmeyerek Allahu Teala’yı bu düşüncelerden tenzih ederiz. Selef-i salih tarafından böyle bir konu üzerinde durulmamış olsa da, sapık bid'at ehli tarafından bu tür görüşlerin bize atfedilmesi nedeni ile bu meseleye değindik. Allahu Teala şöyle buyurur:
“O’nun kürsüsü gökleri ve yeri kuşatmıştır.”[21]
“Şüphesiz Allah gökleri ve yeri, nizamları bozulmasın diye tutuyor.”[22]
“Göğü de, kendi izni olmadıkça yer üzerine düşmekten korur.”[23]
“Göğün ve yerin O’nun buyruğu ile durması da O’nun varlığının delillerindendir.”[24]
İman ederiz ki Allah Subhanehu ve Teala Arş’a istiva etmiştir. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Rahman, Arş’a istiva etmiştir.”[25]
‘İstiva’yı, istila olarak yorumlamayız. Bilakis ‘istiva’nın anlamı Arap dilinde olduğu gibidir ki Allahu Teala Kur’an’ı bu dil ile indirmiştir. Allahu Teala’nın istiva etmesini, yarattıklarından birinin istiva etmesine benzetmeyiz. Biz bu meselede, İmam Malik’in dediği şu sözü söyleriz: “İstiva malumdur ve buna iman etmek vaciptir. Bu istivanın keyfiyeti meçhuldür ve bu konuda soru sormak bid’attır.”
Allahu Teala’nın nüzûlu, gelmesi ve Kitap ve Sünnet’te haber verilen diğer sıfatları hakkında da anlayışımız budur.
Allahu Teala’nın arşa istiva ettiğine ve semaların üzerinde olmasıyla birlikte kullarına yakın olduğuna iman ederiz. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Kullarım sana beni sorarlarsa bilsinler ki ben, şüphesiz onlara yakınım.”[26]
Buhari ve Müslim’in ittifak ettikleri bir hadiste şöyle geçer: “Ey insanlar! Kendinize acıyın; şüphesiz siz ne bir sağıra, ne de bir gaibe dua ediyorsunuz! Sadece işiten, gören ve yakın olan bir zata dua ediyorsunuz. Sizin dua ettiğiniz Allah şüphesiz sizden birine, bineğinin boynundan daha yakındır.”
Allahu Teala, nerede olurlarsa olsunlar kullarının ne yaptıklarını bilendir. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Nerede olursanız olun, O, sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür.”[27]
Allahu Teala’nın, “O, sizinle beraberdir” sözünden, zındıkların anladığı gibi; Allah’ın kullarıyla karıştığı, onlardan bir kısmıyla bütünleştiği veya birleştiği ya da buna benzer küfür ve sapık akidelerde bulunan manalar çıkarmayız. Bilakis bu tür anlayışların tamamından Rabbimize sığınırız.
Allahu Teala’nın kulları ile olan birlikteliği, genel birliktelikten farklı özel bir birlikteliktir. Bu, Rabbimizin buyurduğu gibi yardım, başarı ve hidayet birlikteliğidir. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Allah şüphesiz sakınanlarla ve iyilik yapanlarla beraberdir.”[28]
Dolayısıyla Allahu Teala, arş’a istiva etmiş ve semalar üzerinde yükselmiş olması ile birlikte, nerede olurlarsa olsunlar kulları ile de birliktedir ve onların ne yaptıklarını bilir, kendisine dua eden kimseye de yakındır. Allahu Teala, mü’min kullarını korur, destekler ve onları himaye eder. O’nun, kulları ile olan bu yakınlığı ve birlikteliği, yüceliği ve semalar üzerinde yükselmesi ile çakışmaz. Şüphesiz hiçbir yaratık, sıfatları konusunda O’nun gibi değildir. O, yakın olması ile birlikte çok yüce, yüceliği ile birlikte de çok yakındır.
Allahu Teala’nın kulları üzerindeki hakkı olan bu yüce Tevhid’in meyvelerinden birisi, Muaz bin Cebel hadisinde geçtiği gibi, muvahhid kimsenin cenneti kazanması ve cehennemden kurtulmasıdır. Bu meyvelerden birisi de, Allahu Teala’yı, noksansız ve yüce sıfatları ile bilerek tazim etmek, O’nu, benzerleri ve eşi olmaktan tenzih edip tesbih etmek, Allahu Teala’ya, yaratma konusunda şirk koşmasa da ibadet, hüküm ve kanun koyma konusunda şirk koşan kişilerin akılsızlıklarını ve bu konuda kendilerini Allah’a denk tutan kişilerin çelişkilerini bilmektir. Zira onların yaratma konusunda Allah’a ortaklıkları yoktur. Mülk, rızık veya gözetleme konusunda da hiçbir nasipleri bulunmamaktadır.
Bu meyvelerden birisi de; kalbin ve ruhun, yaratılanların esaretinden kurtulması ve kulun hem dünya ve hem de ahiret hayatında netliğe kavuşmasıdır. Birbiriyle çekişme içerisinde olan bir çok ilaha ibadet eden, onlara dua eden, korku ve ümidinin kaynağı bu ilahlar olan kişi; Rabbini birleyen, yalnız O’ndan korkan, O’ndan ümid eden, kastını, iradesini ve ibadetini sadece O’na has kılan kimse gibi olmaz... Ey İslam’ın ve Müslümanların koruyucusu olan Allahım! Sana ulaşıncaya dek senin Tevhid’in üzere bizleri sabit kıl!
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
MELEKLER

Allahu Teala’nın meleklerine iman ederiz. Onlar, Allah’ın ikram edilmiş kullarıdır. Allah’a karşı duydukları korkudan dolayı, hiçbir sözle O’nun önüne geçmezler. Durup dinlenmeksizin gece ve gündüz Allah’ı tesbih ederler.
Bu nedenle onları dost edinir ve severiz; çünkü onlar Allah’ın askerlerindendir. Onlar, iman edenlere istiğfar eder, iman edenlere öfke duyanlara ise öfke duyarlar.
Ruhu’l-Emin olan Cebrail, Mikail, sura üfürmekle sorumlu İsrafil bu meleklerdendir. Yine melekler arasında arşı taşımakla sorumlu olanlar, ölüm meleği, Münker ve Nekir, cehennem bekçisi Malik, cennet bekçisi Rıdvan, dağlar meleği ve Kiramen Katibin de vardır. Bunların dışında daha birçok melek bulunmaktadır ve onların sayısını ancak Allahu Teala bilir. Buhari ve Müslim’de, Enes’den Radıyallahu Anhu rivayet edilen Miraç kıssasında geçtiğine göre, Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem Beytu’l-Ma’mur gösterilmiş, oraya her gün yetmiş bin meleğin girip namaz kılıp çıktığını ve oradan çıkan bir meleğin bir daha oraya dönmediğini bildirmiştir.
Sahih-i Müslim’de, mü’minlerin annesi Aişe’den Radıyallahu Anha rivayet edildiğine göre Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: “Melekler nurdan yaratıldı. Cinler yalın bir ateşten yaratıldı. Adem ise size vasfedilenden yaratıldı.”
Meryem kıssası ve Cebrail’in, Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem İslam, iman ve ihsanı sorduğu hadiste belirtildiği gibi melek, Allah’ın emriyle insan şekline girmiştir. Onların gerçek şekilleri hakkında ise Allahu Teala şöyle buyurur:
“Gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah’a hamd olsun. O, yaratmada (istediğine) dilediği kadar fazla verir. Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir.”[29]
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Cebrail’i gerçek şekliyle, ufukları kaplamış bir halde altı yüz kanatlı olarak görmüştür.
Meleklere imanın meyvelerinden biri, Allahu Teala’yı tazim etmektir. Çünkü yaratılanın azameti, yaratanın azametine işaret eder. Kulun, beraberindeki Allahu Teala’nın meleklerinden utanması da bu imanın meyvelerindendir. Yine bu imanın meyvelerinden biri de yalnız kalan bir mü’min kulun sebatını artırmasıdır. Zira yanındaki melekleri hatırlayarak yalnızlık hissi duymaz.
Sahih-i Buhari’de, Ebu Hureyre’den Radıyallahu Anhu rivayet edildiğine göre Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah bir kulu sevdiğinde Cebrail’e, “Allah falan kulu seviyor, sen de onu sev” der. Bunun üzerine Cebrail de o kulu sever. Sonra Cebrail, semada (ki diğer meleklere), “Allah falanı sevmiştir siz de onu sevin” der. Semadaki melekler de onu sever. Yeryüzündekiler arasında da o kimse için (gönüllere) bir kabul konulur.”
Bu nedenle mü’min kulun, Allah’ın, meleklerin ve mü’min kulların sevdiği kimseleri sevmesi ve onları dost edinmesi gerekir. Bununla birlikte Allahu Teala’nın, meleklerin ve mü’min kulların öfkelendiği kimselere öfke duyması, onları düşman edinmesi ve onlardan uzaklaşması gerekir. Şüphesiz bu, imanın en sağlam kulpudur.
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
KİTAPLAR

Allahu Teala’nın, Rasullerine indirmiş olduğu kitapların tamamına iman ederiz. Ayrıntılı bir şekilde, Allah’ın “Tevrat, İncil ve Zebur” diye isimlendirdiği kitaplara ve bu kitapların sonuncusu olan yüce Kur’an’a iman ederiz. Şüphesiz bu Kur’an hakiki olarak alemlerin rabbi olan Allah’ın kelamıdır. Kur’an’ı, Ruhu’l-Emin, rasullerden olması için Muhammed’e Sallallahu Aleyhi ve Sellem indirmiştir. Kur’an, Allahu Teala’nın diğer kitapları üzerinde hakimdir. O, Allahu Teala tarafından indirilmiştir ve yaratılmış değildir. Yaratılanlardan hiçbirinin sözleri ona denk olmaz. Kim, “Bu ancak bir insan sözüdür”[30] derse, şüphesiz kafir olur. Eğer bundan geri dönüp tevbe etmezse, Allahu Teala’nın, “Ben onu cehenneme sokacağım”[31] tehdidini haketmiş olur. Yine, Allah’ın Musa ile doğrudan, hiçbir aracı olmadan konuştuğuna da iman ederiz.
İman ederiz ki Allahu Teala, Kitabı’nı, üzerinde herhangi bir değişiklik yapılmasından korumaktadır. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Kur’an’ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.”[32]
Allahu Teala, uyarma işini Kur’an’a bağlamıştır: “Bu Kuran bana, sizi ve ulaştığı kimseleri uyarmam için vahyolundu.”[33]
İman ederiz ki Allahu Teala’nın Kitabı, kopması mümkün olmayan kulp ve Allahu Teala’nın en sağlam ipidir. Kim ona sıkı tutunursa kurtulmuş olur. Kim de ondan yüz çevirir, uzaklaşır ve arkasına atarsa, şüphesiz helak olur, ayağı kayar ve apaçık bir sapıklığa düşer.
Bu imanın meyvelerinden birisi, Allah’ın Kitabı’na kuvvetli bir şekilde tutunmak, emirlerini saygı gösterip uygulamak, bir kısım ayetler ile diğer bir kısım ayetlere itiraz etmemek ve ayetlerinden müteşabih olanlarına iman ederek, bunları muhkem olan ayetlerin ışığında anlamaktır. İlimde sağlamlaşmış olanların yolu budur.
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
RASULLER VE NEBİLER

Allahu Teala’nın Kitabı’nda ve Rasulü’nün sünnetinde bize bildirilen, haberleri bize anlatılan ve anlatılmayan bütün rasullere ve nebilere iman ederiz. Bunlar arasında hiç ayırım yapmayız.
Allahu Teala, peygamberlerin hepsini, tek bir esas üzerinde birleştirmiştir. Bu esas şudur:
“Andolsun ki biz, “Allah’a kulluk edin ve Tâğut’tan sakının” diye (emretmeleri için) her ümmete bir rasul gönderdik.”[34]
“Senden önce hiçbir rasul göndermedik ki ona: “Benden başka ilah yoktur; şu halde bana kulluk edin” diye vahyetmiş olmayalım.”[35]
“Müjdeleyici ve sakındırıcı olarak rasuller gönderdik ki, bu rasullerden sonra insanların Allah’a karşı bir hüccetleri olmasın!”[36]
“Biz, bir peygamber göndermedikçe kimseye azap edecek değiliz.”[37]
“Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara: Size, bu azap ile sakındırıcı bir peygamber gelmemiş miydi? diye sorarlar. Onlar: “Evet” derler.”[38]
Rasullere düşen, rehberlik ve yolu göstermektir. Kulların kalplerini hidayete ulaştırma onların ellerinde değildir. Çünkü kalpler Rahman’ın parmakları arasındadır, dilediği gibi onları çevirir.
Hidayet iki çeşittir:
Birincisi: Rehberlik ve Yol Gösterme Hidayeti: Rasuller, nebiler ve davetçiler bu konuda çaba gösterirler. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin.”[39]
İkincisi: Muvaffak Kılma Hidayeti: Buna sadece Allah güç yetirebilir. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Sen, sevdiğini doğru yola eriştiremezsin, ama Allah, dilediğini doğru yola eriştirir.”[40]
“Onları doğru yola iletmek sana ait değildir.”[41]
Hidayetin bu türü, Allah’ın bir ihsanı ve adaletidir. Allahu Teala hidayeti, hakkı isteyen ve hakka yönelen kimseye bahşeder. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz.”[42]
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: “Kim hayrı isterse, (ona hayır) verilir.”
Rasullerin mucizelerine iman eder ve onların haklarını koruruz. Onların ahlakı ile ahlaklanırız. Ne evliyadan, ne imamlardan ve ne de insanlardan hiçbirini onlardan üstün tutmayız. Bununla birlikte onlar, yaratılmış olan birer beşerdir. Onların rablık ya da ilahlık nitelikleri yoktur. Aksine, hastalık, ölüm, yeme ve içme ihtiyacı gibi beşeri niteliklere sahiptirler. Allahu Teala, peygamberi Muhammed’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle söylemesini emretmiştir:
“De ki: “Ben, Allah’ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece iman eden bir kavim için uyarıcı ve müjdeleyiciyim.”[43]
Rasullerin ve nebilerin sonuncusunun, Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem olduğuna iman ederiz. Ondan sonra nebi yoktur. Onun şeriatı, kıyamet gününe kadar diğer şeriatlar üzerinde hakimdir. Kişi, onun şeriatını izlemedikçe ve onun şeriatının hükmüne teslim olmadıkça mü’min olamaz. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Hayır; Rabbine and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tamamen teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.”[44]
İman ederiz ki Allahu Teala, İbrahim’i Aleyhisselam kendisine en yakın dost kıldığı gibi, Muhammed’i de Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendisine en yakın dost kılmıştır. Allahu Teala, peygamberimizi alemlere rahmet olarak göndermiş, ona ve ümmetine, İbrahim’in dinine uymayı emretmiştir. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Sonra da sana: “Doğru yola yönelerek İbrahim’in dinine uy, zira o, müşriklerden değildi” diye vahyettik.”[45]
Yine Rabbimiz şöyle buyurur: “İbrahim ve onunla beraber olanlarda, sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Onlar milletlerine söyle demişlerdi: “Biz sizden ve Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız; sizin dininizi inkar ediyoruz; bizimle sizin aranızda, siz yalnız Allah’a iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve öfke başgöstermiştir.”[46]
Allahu Teala’ya kavuşuncaya kadar bu yola tabi olup, müşriklerden, onların yardımcılarından ve onların dostlarından uzak durur, onlara buğzeder ve yine onların, Allah’tan başka kendisine ibadet ettikleri şeylerden de uzak dururuz. Onların sistemlerini ve Allah’ın dinine muhalif olan dinlerini inkar ederiz. Onlardan Allah’a küfredenlere, hakka savaş açanlara ve batıllarını izhar edenlere karşı düşmanlık gösterir ve bu düşmanlığımızı ilan ederiz. Bu, onlardan daveti dinleyenlere hakkı ulaştırmamıza ve onlar için hidayet dilememize mani değildir.
Rasullere imanın meyvelerinden birisi, Allah’ın, yarattıklarına verdiği bazı nimetleri tanımak ve bunlara şükretmektir. Bu nimetlerin en büyüklerinden birisi, Allah’ın, doğru yola iletecek ve cennete ulaştıran ve cehennemden kurtaran bilgiyi öğretecek rasuller göndererek insanlara rahmet etmesidir.
Rasulleri sevmek, rasullere salat, selam ve övgüde bulunmak, kavimleri tarafından gördükleri eziyetler ve davetin zorluklarına karşı sabretmeleri nedeniyle onlara dua etmek, metodlarını ve sünnetlerini, yaşamlarını ve Allah’a davetlerini izlemek de bu imanın meyvelerindendir.
Kıyamet gününe kadar Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem temiz ehl-i beytini, ashabını, onu izleyenleri ve yardımcılarını severiz. Onları dost kabul eder, hiçbirinden uzak durmayız. Onlara öfke duyan ve onları iyilikle anmayan kimseye buğzederiz. Onları ancak iyilikle anarız. Bize göre onları sevmek, bizi Allahu Teala’ya yaklaştıran din, iman ve ihsandandır.
Kalplerimizin ve dillerimizin selameti için bid’at ehlinden uzak dururuz. Şöyle dua etmekten usanmayız:
“Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş mü’min kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma. Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!”[47]
Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabına buğzeden ve küfreden Rafızilerin ve ehl-i beyti düşman kabul eden Nasıbilerin yollarından Allahu Teala’ya sığınırız.
Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin ve diğer ehl-i beytin hakkını bilir, onları sever ve onları sevmekte aşırı gitmeyiz:
Gereken hukukunu koru Ehl-i beytin,
İyilikle bil Ali’yi.
Ne düşür, ne de arttır onun değerini.
Çünkü bu konuda ateşe yaslanmıştır gruplardan ikisi;
Onu halife olarak kabul etmez, bunlardan biri,
Onu ikinci bir ilah kabul eder, diğeri.[48]
Bununla birlikte, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu söylediğini söyleriz: “…Kimi ameli yavaşlatıyorsa, nesebi onu hızlandıramaz.”[49] Nesebi ne olursa olsun, kanun koyarak küfredenlerden veya mürted olup sapıtmış olanlardan uzak dururuz.
Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabı arasında meydana gelen olaylarda tavrımız şudur: Onların arasında isabet eden müçtehidler de, hata eden müçtehidler de vardır. Bu nedenle onların bir kısmı için bir sevap, diğer bir kısmı için ise iki sevap vardır.
Ahmed’in sahabesi hakkında iyi söz söyle,
Bütün kadınlara ve ailelere.
Terket meydana gelenleri, savaşta sahabe arasında.
Kılıçlarıyla iki topluluk karşılaştığında,
Onlardan ölen onlardandır ve öldüren onlar içindir.
Haşr günü her ikisine de rahmet olunmuştur.
Tarih kitaplarından, kabul etme her ravinin topladığını
Ve her elin yazdığını...[50]
Bununla birlikte onlar masum değillerdir. Ancak Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem bildirdiği gibi onlar, nesillerin en hayırlılarıdır. Onlardan birinin vermiş olduğu bir avuç sadaka, onlardan sonra gelenlerin Uhud Dağı miktarınca vermiş olduğu sadakadan daha hayırlıdır.
Kıyamet gününe kadar, yakın olsun veya uzak olsun, kendilerini tanıyalım veya tanımayalım dine yardım eden her kişiyi severiz. Onların hiçbirinden uzak durmaz, düşmanlık yapmaz ya da onlara Müslüman olmayanlara davrandığımız gibi davranmayız. Aksine, onları dost kabul eder, onlar için duada bulunur, onlara yardımcı olur ve onlardan olmak için çalışırız.
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
AHİRET GÜNÜ

Rasulullah’dan Sallallahu Aleyhi ve Sellem mütevatir olarak rivayet edilen hadiste geçtiği gibi kabir fitnesine, kabrin mü’minlere olan nimetlerine ve hakeden kimseye kabirde azap olunacağına iman ederiz. Bid’at ehlinin yorumlarına önem vermeyiz. Bu konuda Allahu Teala şöyle buyurur:
“(Azaptan biri de) ateştir ki, onlar sabah akşam buna sokulurlar. Kıyametin kopacağı gün de, “Firavun’un adamlarını azabın en ağırına sokun” denir.”[51]
Zeyd bin Sabit’ten rivayet edildiğine göre Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: “…Eğer ölülerinizi defnetmekten kaçınmanız endişesi olmasaydı, kabir azabından benim işitmekte olduğumu, size de işittirmesi için Allah’a dua ederdim…”[52]
İmam Ahmed ve Ebu Davud’un Bera bin Azib’ten rivayet ettikleri uzun bir hadiste geçtiğine göre, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kabirde iki meleğe cevap veren mü’min hakkında şöyle buyurmuştur: “…Gökyüzünden bir çağırıcı, “Kulum doğru söyledi, onun için cenneti serin, cennetten giydirin, cennete onun için bir kapı açın” der. Daha sonra cennetin kokuları ona getirilir, kabri, ona gözlerinin görebildiği kadar genişletilir.”
Kabir fitnesi, Münker ve Nekir meleklerinin, kula rabbinden, dininden ve peygamberinden soru sormasıdır. Allahu Teala, iman edenleri sağlam söz üzere sabit kılar. Ey İslam’ın ve Müslümanların velisi olan Allahım! Dünya ve ahiret hayatında bizi sağlam söz üzere sabit kıl!
Kafire gelince, o şöyle der: “Bilmiyorum.” Münafıklar ve batıl dinleri üzere atalarını takip edenler, dini konusunda çoğunlukla şöyle cevap verirler: “Bilmiyorum, insanların bir şeyler dediklerini duydum, ben de aynısı söyledim.”
Berzah, ölü dışında kimsenin bilemediği gayb olaylarındandır ve ölümden önce hiçbir kişi tarafından hissedilemez. Dolayısıyla ahirete iman, gayba iman eden mü’min ile, gaybı yalanlayan kafiri birbirinden ayırır.
Allahu Teala’nın, Kitabı’nda ve Rasulü’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem sünnetinde bildirdiği kıyamet saati olaylarına hakiki mana üzere iman ederiz ve bid’at ehlinin bu konudaki yorumlarına itibar etmeyiz. Bununla birlikte hakiki Deccal ortaya çıkıncaya kadar her dönemde onun fitnesi bulunacaktır. Hakiki Deccal’i öldürecek olan İsa bin Meryem’in Aleyhisselam yeryüzüne ineceğine, güneşin battığı yerden doğacağına, Dabbetu’l-Ard’ın ve Allahu Teala’nın ve Rasulünün Sallallahu Aleyhi ve Sellem bildirdiği diğer olayların meydana geleceğine iman ederiz.
Ölümden sonra tekrar dirilişe, kıyamet günü amellerin karşılığının verileceğine, bu amellerin, sahiplerine arzolunacağına, hesaba, defterlerin okunmasına ve mizana iman ederiz. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Sonra da şüphesiz, sizler kıyamet gününde tekrar diriltileceksiniz.”[53]
İnsanlar, yalın ayak, çıplak, sünnetsiz bir şekilde alemlerin Rabbi olan Allahu Teala huzurunda ayağa kalkarlar. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Yaratmaya ilk başladığımız gibi katımızdan verilmiş bir söz olarak onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu Biz yaparız.”[54]
“Biz, kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. Hardal tanesi kadar olsa bile yapılanı ortaya koyarız. Hesap gören olarak Biz yeteriz.”[55]
Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Arasat’taki Havuzuna iman ederiz. Havuzun suyu sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Kapları, gökyüzündeki yıldızlar sayısıncadır. Uzunluğu bir ay ve genişliği de yine bir aylık yol mesafesindedir. Kim ondan bir yudum içerse, ebediyen bir daha susamaz. Ey İslam’ın ve Müslümanların velisi olan Allahım! Bizi bu Havuzdan mahrum eyleme!
Muhammed’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem ümmetinden birçok grup bu havuzun başından uzaklaştırılacaktır. Güneşin kulların başlarına yaklaştığı gün, bazıları bu havuza yaklaştırılmayacaktır. Öyle ki insanlardan bazıları, kötü amellerinin miktarınca terleyecektir. Kimisi topuğuna kadar, kimisi dizine kadar, kimisi göğsüne kadar ve kimisi de ağzına kadar.
Bu havuzdan uzaklaştırılacak ve ona yaklaştırılmayacaklar arasında zalim yöneticilerin yardımcıları da vardır. Bunlar zalimlere yardım ettiler, onların yalanlarını doğruladılar, zulümlerine destek oldular. Allah’ın dinini değiştiren ve bid’atler ihdas eden kimse de bu havuzdan uzaklaştırılacaktır. O gün hakkında Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Benden sonra (dini) değiştirene yazıklar olsun.”
Cehennem üzerine kurulmuş olan Sırat’a da iman ederiz. Bu Sırat, cennet ile cehennem arasındaki köprüdür ve insanlar, amellerine göre onun üzerinden geçeceklerdir. Göz açıp kapayıncaya kadar onun üzerinden geçenler olacağı gibi, şimşek gibi geçenler, rüzgar gibi geçenler, atlı süvari gibi geçenler, deveye binmiş gibi geçenler, koşarak geçenler, yürüyerek geçenler, sürünenler ve göz açıp kapayıncaya kadar cehenneme düşecek olanlar da bulunmaktadır. Bu köprünün üzerinde kancalar vardır, insanları amellerine göre kaparlar. Sıratın üstünden geçenler, cennete girer ve kurtulurlar. Ey İslam’ın ve Müslümanların velisi olan Allahım, bizi cehennemden koru!
Köprünün üstünden geçtiklerinde, cennet ile cehennem arasındaki kemerde dururlar. İnsanların bir kısmı diğer bir kısmından hakkını alacak, birbirlerinden haklarını aldıktan sonra cennete girmelerine izin verilecektir.
Cennetin kapısını açacak olan ilk kişi Muhammed’dir Sallallahu Aleyhi ve Sellem. Cennete ilk girecek olan ümmet de, Muhammed’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem ümmetidir.
Cennet ve cehenneme iman ederiz. Her ikisi de, yok olmayacaktır ve şu an vardırlar. Ancak muvahhidlerin ateşinin sönmesi istenir. Allahu Teala, hem cennet ve hem de cehennem için topluluklar yaratmıştır. Bu topluluklardan dilediğini ihsanı ile cennete ve yine dilediğini de adaleti ile cehenneme yerleştirir. Takva sahipleri cennetlerde ve ırmakların kenarlarında, güçlü, yüce Allah’ın huzurunda hak meclisindedirler. Cennette, hiçbir insanın görmediği, duymadığı, hayal edemediği ebedi nimet çeşitleri vardır. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için nice sevindirici ve göz aydınlatıcı nimetler saklandığını hiç kimse bilemez.”[56]
Cehennem ise asıl olarak, Allahu Teala’nın kafirler için hazırlamış olduğu azap yurdudur. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Kâfirler için hazırlanmış olan ateşten sakının!”[57]
Cehenneme, günahkar Müslümanlar da girer. Ancak cehennem, asıl olarak onlar için hazırlanmış bir yer değildir. Dolayısıyla Müslümanlardan cehenneme girenler, orada ebedi olarak kalmazlar. Günahları nisbetinde azap gördükten sonra, mü’minlerin yurdu olan cennete yerleştirilirler.
Allahu Teala’nın, Rasulü Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem için izin verdiği şefaate de iman ederiz. Kıyamette, Rasulullah’a izin verilmiş olan üç çeşit şefaat vardır:
Birincisi: Adem, Nuh, İbrahim, Musa ve İsa Aleyhimisselam şefaatten çekildikten sonra, Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem mahşerde bekleyen insanlar hakkında, aralarında hüküm verilmesi için şefaat edecektir.
İkincisi: Cennet ehlinin, cennete girmesi için şefaat edecektir. Bu ve bir önceki şefaat izni sadece Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem özeldir.[58]
Üçüncüsü: Cehennem ateşini hak eden muvahhidlerin, cehennemden çıkması veya bağışlanarak cehenneme hiç girmemeleri için şefaat edecektir. Bu şefaat hakkı, Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem, diğer peygamberlere, sıddîklara, şehidlere ve onlar gibi Allah’ın kendilerine izin vermiş olduğu diğer kimselere aittir.
Allahu Teala, şefaat olmaksızın, ihsanı ve rahmetiyle cehennemden bazı toplulukları çıkarır. Cennette fazla bölgeler kalır. Allah, cennet için topluluklar yaratır ve onları cennetteki bu fazla bölgelere yerleştirir. Şefaate iman, büyük günah işleyenlerin cehennemde ebedi olarak kalacaklarını söyleyen Hariciler ile aramızdaki en belirgin farktır.
Allahu Teala’nın buyurduğu gibi, kıyamet günü, cennette mü’minlerin Rablerini göreceklerine de iman ederiz:
“Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. (Onlar) Rablerine bakacaklar (O’nu görecekler) dir. Yüzler de vardır ki, o gün buruşacaktır.”[59]
Rasulullah’tan Sallallahu Aleyhi ve Sellem mütevatir olarak rivayet edildiği üzere, mü’minler kıyamet günü Rablerini, baktıklarında dolunayı kesin olarak gördükleri gibi göreceklerdir. Burada, görme eylemi tasvir edilmektedir. Yoksa Allahu Teala aya benzetilmemektedir. Bu konuda basireti ve imanı olmayan kişi, bağış günü Allahu Teala’yı görme nimetinden mahrum kalmayı hakeder. Bununla birlikte,
“Gözler O’nu görmez, halbuki O bütün gözleri görür.”[60]
Biz, mü’minlerin Allahu Teala’yı görmesi hususunda Allah’ın ve Rasulü’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem bildirdiğine iman ederiz. Bununla birlikte görmek ve idrak etmek ayrı şeylerdir. Bu konuda Allahu Teala’nın hududlarını aşma.. Vahiy nasslarına taşımadığı anlamlar yükleme. Nasslardan hiçbirini reddetme ve ta’til etme, aksi halde helak olursun.
Ahiret gününe imanın meyvelerinden bazıları şunlardır:
• Allahu Teala’nın, mü’minler için hazırlamış olduğu nimetleri elde etmek. Günahkarlar ve kafirler için hazırlanmış olan azaptan kurtulmak maksadı ile ciddi bir çalışmanın içerisine girmek.
• Mü’minin, dünyanın geçici zevklerinden kaçırdığı şeyler için üzülmemesi ve imanı, daveti ve cihadı nedeniyle karşılaştığı eziyet, bela ve musibetlere isyan etmemesi. Zira o, dünyanın geçici zevklerinden kaçırdıklarının ve imanı, daveti ve cihadı nedeniyle başına gelenlerin ahiretteki karşılığını, bunlar nedeni ile kendisine verilecek olan ahiret nimetlerini, ahiret sevabını ve daha birçok faydayı ummaktadır. Böyle bir iman, birçok insanın düşündüğü gibi salt bir bilgi değildir. Bilakis bu, kişiyi amel etmeye sevkeden bir iman, tasdik ve ikrardır.
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
KADER

Kaderin hayrına ve şerrine iman ederiz. Allahu Teala, mahlukatı yarattı, onlar için kader tayin etti ve onlara zaman verdi. Onları yaratmadan önce, nasıl amel edeceklerini, olanı ve olacağı, olmayanı ve olsa nasıl olacağını bilir.
İnsanlara doğru ve eğri olan iki yol gösterdi. Kendisine ibadet edilmesini emretti, isyan edilmesini yasakladı. Her şey, Allah’ın takdirine ve dilemesine göre hareket eder. Allahu Teala’nın dilediği olur. Kulların dilemesi ise, Allahu Teala’nın dilemesi iledir. Allahu Teala’nın dilediği olur, dilemediği olmaz. Dilediğini doğru yola ulaştırır. Bir ihsanı olarak onu korur ve kurtarır. Dilediğini saptırır. Adaleti gereği onu asi kılar ve onu yardımsız bırakır. Onun hükmünü reddedecek, Allah’ın kaderi hükmü dışında hüküm verecek ve O’nun emrine üstün gelecek kimse yoktur.
Kulların Allah’ın üzerinde zorlamaları olamaz,
Hayır, O’nun katında çaba kaybolmaz.
Kendilerine azap edilirse bu O’nun adaleti iledir.
Kendilerine nimet verilirse bu O’nun ihsanıyladır.
Hayır ve şer, kullar üzerine takdir edilmiştir. Allahu Teala, kullarına kaldıramayacaklarını yüklemez. Allah’ın dilemesi dışında hiçbir güç ve kuvvet yoktur. Allah’ın yardımı dışında, kişinin günah işlemesine engel olacak hiçbir güç yoktur. Yine Allah’ın başarı vermesi dışında, Allah’a itaat ve sebat üzere kalma konusunda kimsenin gücü yoktur. Sonuçlar Allahu Teala’nın yazmış olduğu kaderinden olduğu gibi, sebepler de yine Allahu Teala’nın yazmış olduğu kaderindendir.
Kadere iman iki derecedir. Bunlar:
Birinci Derece: Allahu Teala’nın, yarattıklarının ne yapacağını bildiğine iman. Gelecekte olacak herşeyin bilgisi, bu şeyler gerçekleşmeden önce Allah’ta vardır. Allahu Teala, meydana gelecek herşeyi muhkem bir takdir ile takdir etmiştir. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Yerde ve gökte hiçbir zerre Rabbinden gizli değildir. Bundan daha küçüğü veya daha büyüğü şüphesiz apaçık bir Kitap’tadır.”[61]
“Her şeyi yaratıp ona bir nizam vermiştir.”[62]
“Allah’ın emri şüphesiz gereği gibi yerine gelecektir.”[63]
Sonra bunu Levh-i Mahfuz’a yazdı. Bütün yaratılanların kaderi burada yazılıdır. Ubade bin Samit Radıyallahu Anhu oğluna ölümü sırasında şöyle demiştir: “Ey oğlum, başına gelecek olan şeyin asla atlatılamayacağını, kaçırdıklarını da yakalayamayacağını bilmedikçe sen, imanın hakikatını asla bulamazsın. Zira ben, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle söylediğini işittim: “Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdir. Kalemi yarattı ve: “Kıyamete kadar olacak herşeyin kaderini yaz!” dedi. “Ey oğlum, Rasulullah’dan Sallallahu Aleyhi ve Sellem şunu da işittim: “Kim bu gerçeğe imanı taşımadığı halde ölürse, benden değildir.”[64] Allahu Teala şöyle buyurur:
“Gökte ve yerde olanı Allah’ın bildiğini bilmez misin? Bunlar hiç şüphesiz Kitap’tadır ve şüphesiz bunlar Allah’a kolaydır.”[65]
Allahu Teala Levh-i Mahfuz’a dilediğini yazmıştır. Cenini yarattığında, ruh üflenmeden önce ona bir melek gönderir ve o melek şu dört kelimeyi yazmakla emrolunur: Rızkı, ölümü, ameli, cennetlik ya da cehennemlik olacağı.
Eğer bütün kainat, Allahu Teala’nın, olmasını yazdığı bir şeyi değiştirmek için biraraya gelse, Allah’ın kaderinden herhangi bir şeyi değiştirmeye güç yetiremez. Yine eğer bütün kainat, Allahu Teala’nın, olmamasını yazıdığı bir şeyi değiştirmek için biraraya gelse, Allah’ın kaderinden herhangi bir şeyi değiştirmeye güç yetiremez. Kıyamet gününe kadar olacak herşeyin kaderinin yazılması ile ilgili olan kalem, kurumuştur. Kula isabet etmeyecek bir şey, ona isabet edecek ve isabet edecek bir şey de, ona isabet etmeyecek değildir.
İkinci Derece: Allahu Teala’nın, kimsenin engel olamayacağı dilemesine, kapsayıcı kudretine, Allah’ın dilediğinin olacağına ve dilemediği şeyin de olmayacağına, göklerde ve yerde Allah’ın dilemesi dışında hiçbir hareketin ve hareketsizliğin gerçekleşmeyeceğine ve Allah’ın mülkünde, ancak Allah’ın dilediğinin olacağına iman.
Bununla birlikte Allahu Teala kullarına, kendisine ve rasullerine itaat edilmesini emretmiş, kendisine ve rasullerine isyan edilmesini ise yasaklamıştır. Allahu Teala, kendisinden sakınanları, iyilik ve adalet sahiplerini sever. Kafirleri sevmeyen, iman edip salih amel işleyenlerden de razı olur. Fasık topluluklardan razı değildir; kötülüğü emretmez. Kulları için küfürden hoşnut olmaz ve bozgunculuğu sevmez.
Allahu Teala’nın iki dilemesi vardır: Bunlar, Allah’ın yaratması ve emretmesidir. Yani O’nun kudreti ve şeriat belirlemesi. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O’na mahsustur.”[66]
Birincisi: Şer’i dilemedir ki bu, Allahu Teala’nın şer’i emretme fiili olup, insanları bu emre uyup uymama konusunda iradelerine bırakmıştır. İsteyen itaat eder ve isteyen isyan eder.
İkincisi: Kaderi dilemedir ki bu, hiç kimsenin değiştirmeye gücü yetmediği ve engel olamayacağı Allah’ın dilemesi ve sünnetidir. Dolayısıyla Allah’ın kaderi ve yaratma emrine kimse isyan edemez.
Birincisi, Allahu Teala şeriatına ve emrine taalluk eden sünneti, ikincisi ise, kaza ve kaderine taalluk eden sünnetidir.
Kulların fiillerini Allahu Teala yaratmaktadır, ancak bu fiilleri kullar işlemektedir. Kullar bu fiileri hakiki olarak işlemektedirler. Allahu Teala, onların bu fiillerini yaratandır. İman eden, küfre giren, namaz kılan, oruç tutan, hayrı işleyen veya günahı işleyen ise kulun kendisidir. Kulların bu fiilleri yerine getirme konusunda güçleri ve iradeleri vardır. Bununla birlikte gerek kulları ve gerekse bu kulların güç ve iradelerini yaratan Allahu Teala’dır. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Sizi de, yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır.”[67]
“O, başka bir şey değil ancak cümle alem için, aranızdan düzelmek isteyen için bir öğüttür. Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe sizler bir şey dileyemezsiniz.”[68]
Kadere imanın bu derecesini, Kaderiyye’nin geneli yalanlamış, kaderi kabul edenlerden bazıları ise kaderin bu derecesi konusunda aşırıya gitmişlerdir. Öyle ki, bir takım fiilleri yerine getirme konusunda kula verilen gücü ve iradeyi yok saymışlardır ve Allahu Teala’nın fiillerindeki ve hükümlerindeki hikmet ve maslahatları kabul etmemişlerdir.
Biz, kader konusunda Cebriye ile Kaderiyye arasında orta bir yol tutarız. Fiillerimiz ve isteklerimizin yaratılmış olduğuna iman ederiz. Kullar bu fiileri hakiki olarak işlemektedirler. Bu fiiller arasında seçim yapma hakkına sahiptirler ve iradeleri bulunmaktadır. Kader konusunda bu aktardıklarımız, Allahu Teala’nın, kalbini aydınlattığı dostları için yeterli olacak bir özet niteliğindedir.
Kaderin aslı, Allahu Teala’nın, yarattıklarında var olan bir sırrıdır. Allahu Teala, kader ilminin ayrıntılarını kullarından gizlemiştir ve bu konuda derine dalmalarını yasaklamıştır. Rabbimiz, Kitabı’nda şöyle buyurur: “Allah, yaptığından sorumlu tutulmaz; onlar ise sorguya çekileceklerdir.”[69]
Bu nedenle bir kimse “Allah neden böyle yaptı?” diye sorarsa, Allah’ın Kitabı’nın hükmünü reddetmiş olur. Kim Kitap’ın hükmünü kabul etmezse, şüphesiz küfre ve ziyana düşmüştür ve helak olmuştur. Zira ilim iki çeşittir:
Birincisi: Allahu Teala’nın, yarattıklarına indirdiği ilim.
İkincisi: Allahu Teala’nın, kullarından gizlediği ilim.
Allahu Teala’nın, yarattıklarına indirdiği ilmi inkar etmek küfürdür[70]. Yine kişinin, Allahu Teala’nın kullarından gizlediği ilmi bildiğini iddia etmesi de küfürdür. Birinci tür ilmi kabul etmedikçe ve ikinci tür ilmi araştırmayı terkedip, bunu Allah’a havale etmedikçe iman gerçekleşmez.
Kadere imanın meyvelerinden bazıları şunlardır:
• Bu iman, mü’minin gerçek anlamda Allah’a tevekkül etmesine neden olur. Sebepleri Rab olarak kabul etmez, onlara bağlanmaz. Aksine, tevekkülünü sadece Allah’a has kılar. Çünkü her şey O’nun takdiriyledir.
• Mü’minin kalbinin huzur bulması, Allahu Teala’nın takdiriyle başına gelen şeylerden dolayı isyan etmemesi ve karamsar olmaması. Sevdiği bir şeyi kaçırması veya sevmediği bir şey ile karşı karşıya kalması nedeni ile ümitsizliğe kapılmaması. Çünkü bütün bunlar Allahu Teala’nın takdiriyle meydana gelmektedir. Kula isabet etmeyecek bir şey, ona isabet edecek ve isabet edecek bir şey de, ona isabet etmeyecek değildir.
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
KÜFÜR

Çağın Mürcie’sinin sapıklığından ve küfrü sadece kalben inkar ve yalanlama olarak gören zamanın Cehmiyye’sinden Allah’a sığınırız. Onlar böyle yapmakla küfrü önemsizleştirdiler ve basitleştirdiler. Küfrü sadece inkarcı kafirlere yamadılar. Böylece, Allahu Teala’nın şeriatından başka kanun koyan ve küfrü yayan tağutların bu yaptıklarını meşru gösterecek bir çok şüpheler ortaya attılar.
Onların “Kişi ancak kalben inkar ederse kafir olur” sözünün bid’at olduğuna iman ederiz. İnkar, muhakkik alimlerimizin belirlediği üzere, kalple olabileceği gibi söz ve amel ile de olur. Tasdik de böyledir.
Küfrün çeşitleri vardır. İnkar küfrü, cehalet küfrü ve yüz çevirme küfrü bunlardan bazılarıdır.
Kişinin İslam’ını bozan ve onu dinden çıkaran birçok şey vardır. Kişinin küfre düşmesi, İslam’a girmesinden daha hızlıdır. Bize göre iman; itikad, söz ve amel olduğu gibi küfür de bazen itikad ile, bazen de söz veya amel ile gerçekleşir.
Küfür, zulüm ve fasıklığın büyüğü de, küçüğü de vardır. “Ameli küfür, şüphesiz küçük küfürdür. İtikadi hata, mutlak olarak büyük küfürdür” sözü bid’attır. Bilakis, ameli küfrün küçüğü olduğu gibi, büyüğü de vardır. Aynı şekilde itikadda hata ve sapma, büyük küfür olabileceği gibi küçük küfür de olabilir.
Allahu Teala, organlarla yapılan bazı amellerin büyük küfür olduğunu bildirmiş ve bu amelin küfür sayılabilmesi için itikadı[76], inkarı veya helal kılmayı şart koşmamıştır. Allahu Teala’nın izin vermediği konularda kanun koymak, güneşe ve putlara secde etmek, Allah’a, dine ve Rasul’e sövmek, dinin herhangi bir konusuyla alay etmek ve küçümsemek bu kabildendir.
Kişiyi, helal kabul etmedikçe sadece işlemesi sebebiyle İslam dairesinden çıkarmayan, küfre düşürmeyen günahlar da vardır. Zina etmek, hırsızlık, içki içmek bu amellerdendir.
“Günah imana zarar vermez” demeyiz. Bilakis, imanı azaltan günahlar olduğu gibi, imanı ortadan kaldıran günahlar da vardır. Mürcie’nin, Allahu Teala’nın tehdit ayetlerini yalanlamaya sevkeden görüşlerinden ve fasıklar, kafirler, müşrikler ve mürtedler hakkında söyledikleri sözlerden kaçınırız.
Allahu Teala’nın Adem ve zürriyetinden aldığı sözün[77] hak olduğuna iman ederiz. Yine şuna da iman ederiz ki, şüphesiz Allahu Teala, kullarını hanif olarak yaratmış ancak insan ve cinlerden olan şeytanlar onları dinlerinden uzaklaştırmış ve Allahu Teala’nın izin vermediği konularda kanunlar koymuşlardır. Doğan her çocuk, fıtrat üzere doğar. Sonra anne ve babası onu Yahudileştirir, Hristiyanlaştırır, Mecusileştirir ya da müşrikleştirir.
Bu nedenle, İslam dışında bir din edinen kimsenin kafir olduğuna iman ederiz. İster ona risalet ulaşmış olsun ister ulaşmamış olsun aynıdır. Kendisine risalet ulaşan kafir kimse, inatçı veya yüz çeviren bir kafirdir. Kendisine risalet ulaşmayan kafir ise, cahil kafirdir. İmanın dereceleri olduğu gibi, küfrün de dereceleri vardır.
Bununla birlikte, Allahu Teala kulları üzerindeki misak ve fıtrat hücceti ile yetinmemiştir. Onlara, kendilerinden almış olduğu misakı hatırlatmak üzere rasuller göndermiş ve kitaplar indirmiştir. Bu kitapların sonuncusu, kendisinden önce gönderilmiş olan bütün kitaplar üzerinde hakim olan Kur’an-ı Kerim’dir. Ona önünden de, ardından da batıl gelemez. Allahu Teala, onu değiştirilmekten korumuştur. Kendisine Kur’an ulaşan herkes için onu, açık ve anlaşılır bir hüccet kılmıştır. Allahu Teala şöyle buyurur: “Bu Kur’an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu.”[78] Bu nedenle gökyüzünde ve yeryüzünde Allah’ın dini tektir, o da İslam’dır. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Şüphesiz Allah katında hak din İslam’dır.”[79]
“Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.”[80]
Biz, onu din olarak kabul ederiz. Ona muhalif olan her şeyden kaçınırız. Ona ters düşen ve ona aykırı olan küfür yollarını, bozuk mezhepleri ve batıl fırkaları reddederiz. Asrın küfrü olan ‘demokrasi’ de bu sistemlerden biridir… Kim ona tabi olur ve onu isterse, şüphesiz İslam dışında bir din edinmiş olur. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Kim İslam’dan başka bir dine yönelirse, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.”[81]
Bu nedenle, demokrasi dinine[82] uygun olarak kanun koyan kimseyi tekfir ederiz. Onları, Allahu Teala’nın indirdikleri dışında kanun koymaları için seçen, vekil ve üye tayin edenleri de tekfir ederiz. Çünkü o kimse, Allah dışında bir hakim, rab ve kanun koyucu istemiştir. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Yoksa onların, dinden Allah’ın izin vermediği şeyleri dini kaide kılan ortakları mı var?”[83]
“(Yahudiler) Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (Hristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i (İsa’yı) rabler edindiler.”[84]
Bununla birlikte, seçimlere katılan insanların tamamını tekfir etmeyiz. Çünkü onların hepsi bu katılımlarıyla birlikte, kanun koyucu rabler istememektedirler. Aksine, onlar bu seçimlere dünyevi bazı hizmetlerin gerçekleştirilmesi maksadıyla katılmaktadırlar. Bu, günümüzde çok yaygın bir musibettir ve insanların maksatları farklı farklıdır. Bu nedenle, kanun koyarak açık bir şekilde küfür işleyen milletvekillerinin aksine oy kullananların tamamını muayyen olarak tekfir etmeyiz.
Bu konuda biz şöyle diyoruz: Yasama seçimlerine katılmak, küfür olan bir ameldir. Ancak bu seçimlere katılanların tamamını tekfir etmiyoruz. Kişinin, küfür olan bir ameli işlemesi ile o kişi hakkında küfür hükmünü vermeyi ve yine insanlar için işlerin karışık hale gelmesi nedeniyle hüccet ikamesinin gerektiği ve kastın bulunmama ihtimalinin olduğu durumları birbirinden ayırıyoruz.[85]
“Ehl-i kıbleden hiçbir kimseyi işlediği bir günah nedeniyle tekfir etmeyiz” sözünü şu ilave ile kayıtlarız: “Bu günahını helal kabul etmediği ya da bu günahı bizzat küfür olmadığı sürece.” Her tür günah ile tekfir etmeyip, bu günahlardan küfür olanı ile olmayını birbirinden ayırırız.
Kıble ehlini Müslümanlar ve mü’minler olarak isimlendiririz. Bizim katımızda onlar hakkında asıl olan, İslam’larını bozacak bir sebep işlemedikleri sürece İslam üzere olduklarıdır.
Hariciler ve onları izleyen sapık fırkaların aksine, Muhammed’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem ümmetinden büyük günah işleyen kimselerin, muvahhidler olarak öldükleri sürece, günahlarından tevbe etmemiş olsalar dahi cehennemde ebedi olarak kalacaklarını söylemeyiz. Bilakis şöyle deriz: Onlar, Allah’ın dilemesi ve hükmü altındadır. Allah dilerse onları bağışlar ve ihsanıyla ödüllendirir. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar.”[86]
Ve yine dilerse, onlara adaletiyle azap eder. Sonra onları, rahmetiyle veya Muhammed’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem şefaatiyle ya da Allahu Teala’ya itaat eden ve Allahu Teala’nın da kendilerinden razı olduğu kimselerin şefaatiyle cehennemden çıkarır.
Bu nedenle biz, Allahu Teala’nın vaadi ve vaidi konusunda Mürcie ve Hariciler arasında orta bir yol tutarız. Allah’ın vaadi ve vaidi haktır. İman kardeşliği, Allahu Teala’nın, Kitabı’nda buyurduğu gibi, günahları da olsa bütün kıble ehli için sabittir:
“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin.”[87]
“Ancak kim kardeşi tarafından affedilirse kısas düşer. Bundan sonra iyiye uymak, öldürülenin velisine (gereken diyeti) güzel bir şekilde ve tam olarak ödemek gerekir.”[88]
Haricilerin söylediği gibi, fasık kimsenin İslam’dan tamamen çıktığını ve yine Mu’tezilenin söylediği gibi, o kimsenin cehennemde ebedi olarak kalacağını söylemeyiz. Bununla birlikte o kimsenin imanının azalmadığını ve kamil bir imana sahip olduğunu da söylemeyiz. Bize göre böyle bir kişi, imanı eksik bir mü’mindir ya da imanın aslına sahip olması nedeni ile mü’min, günahları nedeni ile de fasıktır.
İyilik sahibi mü’minleri Allah’ın bağışlayacağını ve onları rahmetiyle cennete koyacağını ümit ederiz. Ancak onlar hakkında kesin bir söz söylemeyiz. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şahitlikte bulunmadıkça ve bildirmedikçe, hiçbir mü’min hakkında cennetlik veya cehennemlik olduğuna şahitlikte bulunmayız. Onların günahkarları hakkında istiğfarda bulunur, haklarında korkarız. Allahu Teala’nın rahmeti konusunda onları ümitsizliğe sevketmeyiz. Allahu Teala’nın rahmetinden ümit kesmek ya da kesin olarak rahmet olunacağına inanmak, kişiyi İslam milletinden çıkarır. Hak ehlinin yolu ümit ile korku arasındadır. Allahu Teala bizi onlardan eylesin...
Kıble ehlinden olan Müslümanların halk tabakasına merhamet eder, güçlerinin yetmeyeceği şeylerle onları sorumlu tutmayız. Onlar hakkında Müslüman hükmünü vermek için, İslam’ı bozan halleri bilmelerini, bunları ezberlemelerini ve “La İlahe İllallah”ın gereklerini saymalarını şart koşmayız. Aksine, Tevhid aslına sahip oldukları, şirk ehlinden uzak durdukları ve bunun aksini izhar etmedikleri sürece onların Müslüman olduklarına hükmederiz. Tekfirin şartlarına ve engellerine riayet eder, İslam devletinin bulunmaması nedeni ile yaşanan müstaz’aflık durumunu ve cehalet halini, ilmin ve rabbani alimlerin yokluğundan dolayı ortaya çıkan şüphelerin genele yayılmasını göz önünde bulundururuz.
Buna binaen, günahkar mü’minlerden, kafirler, müşrikler ve mürtedlerden uzak durduğumuz gibi, uzak durmayız. Bilakis, günahkar mü’minler, imani dostluğun dairesi içindedirler. Müslüman olarak kaldıkları sürece onları o daireden çıkarmayız. Ancak onların isyanları, fıskları ve günahlarından uzak dururuz. Onlara kafirlere davrandığımız gibi davranmayız. Tekfirde aşırıya kaçanların yaptıkları gibi, Müslümanlardan olup, küfür hükümetleri bünyesinde çalışan her kişiyi tekfir etmeyiz. Bu hükümetler bünyesinde, küfür kanunu ve tağuti hükümler koymaya ortaklık etmek, müşrikleri ve kafirleri dost edinmek ya da muvahhidlere karşı kafir ve müşriklere yardım etmek gibi, küfür ve şirk türü bir görevde bulunan kişiyi tekfir ederiz. Kafirlerin yanında çalışmayı kısımlara ayırırız. Bütün işlerin küfür ya da haram olduğunu söylemeyiz. Bu işler içinde küfür olanlar olduğu gibi, haram olanlar ve bundan daha aşağıda olanlar da vardır. Her iş kendi konumuna göre değerlendirilir.
Dünya hükümlerinde yalnızca zahirle hükmederiz. Gizli olanları ise ancak Allah bilir ve gizli olanlar konusunda hesaba çekecek olan da ancak Allah’tır. İnsanların kalplerindeki ve göğüslerindekini araştırmak gibi bir görevimiz yoktur. Özellikle tartışma konusunun lafzî olduğu ya da muhalif olan kimsenin cehaleti nedeni ile mazur olarak kabul edilebileceği ilmi konularda, hayır sahibi alimlerimizin yolunu takip ederek, te’vil ehlinin tekfirinden kaçınırız.
Tekfir ve tekfirin gerektirdiği hükümleri uygulama konusunda, gerekli araştırmayı yapmadan acele davranmayız. Muvahhid Müslümanların kanını mübah kılmak, büyük bir hata ve tehlikedir. Bin kafiri terketmede yanılmak, yanlışlıkla bir Müslümanın bir damla kanını haksız yere dökmekten ehvendir.[89]
Tekfir meselesinde, küfür çeşidi ile kişiyi küfre sokan amel ve muayyen bir kişinin tekfiri konularının arasını ayırırız. Harhangi bir küfür sebebini işleyen kişi hakkında, tekfirin şartlardan birinin eksik olması yada tekfirin engellerinden birinin bulunması durumunda küfür hükmünü vermeyiz ve o kişiyi küfür ile isimlendirmeyiz. Müslüman olduğunu bildiğimiz bir kişiyi, şüpheler veya zanna dayanarak İslam’dan çıkarmayız. Zira kesin olan şey, şüphe ile ortadan kalkmaz.
Bid’atların tamamı aynı seviyede değildir. Aksine, bu bid’atlar arasında demokrasi ve Allah dışında kanun koyucu rabler edinmek gibi küfür olanları olduğu gibi bundan daha alt seviyede olan ve küfür derecesine ulaşmayan bid’atler de vardır.
İmamlarımız tarafından, “Kafiri tekfir etmeyen, kafir olur” kuralının, insanları küfür çeşitlerinin bazılarından nefret ettirmek ve suçun ağırlığını belirtmek için kullanıldığına inanırız. İmamlarımız bu kuralı, tekfirde aşırıya kaçan bazılarının yaptığı gibi, silsile halinde insanları tekfir etmek için kullanmamışlardır. Bu, mutlak bir şekilde kayıtsız olarak kullanılacak bir kural değildir. Bu kural ancak, kafiri tekfir etmemesinden dolayı delaleti ve sübûtu kat’i olan bir nassı yalanlamış veya reddetmiş olan kimse hakkında geçerlidir. Ancak Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen yöneticiler ve onların askerleri olan kimseler gibi tekfir edilebilmeleri için bir takım şartlara, engellere ve şer’i delillere bakılmaya ihtiyaç duyulan kişileri, bir takım şüphelerden dolayı tekfir etmekten kaçınan kimseleri tekfir etmeyiz ve bu kuralı bu tür kişiler hakkında uygulamayız. Çünkü o kimse şer’i nassı yalanlamamış ve reddetmemiştir. Deliller arasında bir uzlaşma sağlayamamış veya delillerden birini, bir diğerinin önüne geçirmiş ya da içtihad konusunda yeterince ilme sahip olmayan kişilerin düşeceği türden bir hataya düşmüştür. Böyle bir kişi, bizimle olan ihtilafı isimler ve lafızlar olduğu sürece bize göre kafir değildir. Ancak bu, o kimseyi, kafirlerin dinine girmeye veya onlara yardım etmeye ya da onları dost edinme ve muvahhidlere karşı onlara destek olmaya götürürse durum farklıdır.
Müteşabihlere uyup muhkemi terk etmenin, bid’at ehlinin özelliklerinden biri olduğuna inanırız. Ehl-i sünnet’ten ilimde derinleşmiş olanların yolu, müteşabihi muhkeme arzetmektir.
Sözün gerektirdiği ile veya meali ile tekfir etmekten kaçınırız. Bir mezhebin gerektirdiği, bize göre mezhep değildir. İmanın ve küfrün tarifinde olduğu gibi, aramızdaki ihtilaf ve onların sapmaları teoride kaldığı sürece, bid’atları küfre ulaşmayan bid’atçılardan bize muhalif olan ve bize haksızlık etmiş olan günümüz Mürcie’sini ve benzerlerini tekfir etmeyiz.
Onlar bize iftirada bulunsalar, söylemediğimizi bize atfetseler ve kendisinden beri olduğumuz şeyleri bize nisbet etseler de onları tekfir etmeyiz. Onlar bunu yaparak bizim hakkımızda Allah’a isyanda bulunsalar da, biz, onlar hakkında Allah’a isyanda bulunmayız. Bizimle olan ihtilafları teoride kaldığı sürece, fakihlerin ircasına benzer ircalarından dolayı onları tekfir etmeyiz. Ancak ircaları onları Tevhidi ve farzları terk etmeye, küfre, şirke ve bunları caiz kılmaya, tağutları dost edinmeye ve onlara yardım etmeye, tağutların kanun koymasında onlarla ortaklığa ya da muvahhidlere karşı onlara destek olmaya sevkederse onları tekfir ederiz.
Dini sulandıran, Allah’ın indirdiği dışında bir şey ile hükmetmeyi ve demokrasi yoluyla kanun koymayı caiz kılan veya buna ortak olan ya da mürtedlere yardım eden irca cemaatlerine buğz ederiz. Biz onların yolundan uzak dururuz. Onları, bid’at ve dalalet cemaatlerinden olarak kabul ederiz. Onlar saptılar ve saptırdılar. Onların önderlerinin cehennem kapılarının üzerindeki davetçiler olduğuna inanırız. Bu cemaatlerden küfür işleyen, küfre yardım eden veya onu caiz kılan ve muvahhidlere karşı küfre yardım eden kişileri tekfir ederiz. Ancak bu cemaatlerin herbir ferdini genelleme ile tekfir etmeyiz.
İlmiyle amel eden alimlerimizin haklarını koruruz. Aynı şekilde Allahu Teala’nın risaletini ulaştıran ve Allah dışında kimseden korkmayan mücahid davetçilerimizi de korur ve haklarını yerine getiririz. Şer’i ilim tahsili ile gözlerimiz aydınlanır ve bu ilmin talebelerini severiz. Heva ehline, bid’at sahiplerine, aklı naklin önüne geçiren kelamcılara ve maslahatı ve ve istihsanı vahiy nasslarının önüne geçiren kimselere buğz ederiz.
Tağutların okullarına buğzeder, onlardan uzak durmaya çağırırız. Eğitim ve öğretim olarak bu okullara giden kimseleri tekfir etmeyiz. Ancak bu kurumlara giden kimse küfre ortaklık eder veya onu caiz kılar ya da küfre çağırırsa, onu tekfir ederiz. Şeriatın yasakladığı bir durum olmadığı sürece, faydalı dünyevi ilmin öğrenilmesine engel olmayız. Vesileleri terk etmeye çağırmayız. Nesilleri Tevhid üzere terbiye etmeye ve Allah’ın dininin sadık askerleri ve yardımcıları olmaları için, din ve dünya işlerinde onları bilinçlendirmeye teşvik ederiz.
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
DARU’L-İSLAM, DARU’L-KÜFR VE BURALARDA YAŞAYANLARIN HÜKÜMLERİ

Memleketler konusunda, fakihlerin görüşlerine tabi olur ve şunu söyleriz: Eğer ki bir memlekette küfür kanunları hakim ve o memlekette üstünlük kafirlerin ve kanunlarının ise, o memleket Daru’l-küfürdür. Ancak bu terim, İslam devletinin bulunmadığı dönemde ve mürtedlerin yönetime hakim olduğu memleketlerde yaşayanlar ile ilgili bir hüküm değil, bizzat memleketler ile ilgili bir hükümdür. Çünkü bu terim, halkının çoğu Müslüman dahi olsa, küfür hükümlerinin hakim olduğu ülke için kullanılır. Halkının çoğu kafir olsa da, İslam hükümlerinin hakim olduğu memlekete Daru’l-İslam adının verildiği gibi...
Bu terimler üzerine, “Bugün insanlar hakkındaki asıl hüküm mutlak olarak küfürdür” sözüne benzer bozuk usüller bina etmeyiz. Aksine, herkes hakkında zahirine göre muamelede bulunur ve o kimsenin gizli yönlerini Allah’a bırakırız. İslam’ını izhar eden kişi hakkında Müslüman hükmünü verir ve şöyle deriz: “İslam şeriatını izhar eden kişi için asıl olan, İslam’ını bozan bir şeye bulaşmadığı sürece Müslüman olduğudur.” Aynı şekilde küfrü ve şirki izhar eden, müşrikleri dost edinen, muvahhidlere karşı onlara yardım eden kimseyi de, bir olan Allah’a iman edinceye, ibadetinde Allah’ı birleyinceye ve küfürden kaçınıp içinde bulunduğu durumu tamamen terkedinceye kadar zahirine göre değerlendiririz. Günümüzde yayılmış ve musibetin genelleşmiş olması nediyle sakalı kazımak, görünüşte kafirlere benzemek ve bunun gibi günahlar, tekfir için yeterli bir sebep değildir. Tekfirde aşırıya kaçanların yaptığı gibi, bu gibi sebeplere binaen kanları ve malları helal kılmayız. Muvahhid Müslümanların kanını mübah kılmak, büyük bir hata ve tehlikedir. Bin kafiri terketmede yanılmak, yanlışlıkla bir Müslümanın bir damla kanını haksız yere dökmekten ehvendir.
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
NAMAZ

İslam’ını bozan bir şeyi izhar etmediği veya tekfir edilmesine engel olacak bir manisi bulunduğu sürece, kıble ehlinden olan her iyi ve günahkar kişinin arkasında namaz kılar ve onun cenaze namazını da kılarız. Onlardan hiç birisi hakkında cennetlik veya cehennemlik olduğuna dair kesin bir hüküm vermeyiz. Bunu izhar etmedikleri sürece, onlardan hiç birisi hakkında küfür, şirk veya nifak ile şahitlik etmeyiz.
Tağutların görevlendirmiş olduğu imamları şöyle değerlendiririz:
Birinci Kısım: Tağutları dost edinenler. Bunlar, tağutların askerleri gibidirler. Onların demokrasilerini meşru görerek, şirklerine yardım eder ve savunurlar. Bu türden olan imamların arkasında namaz kılmayı caiz görmüyoruz. Onların arkasında namaz kılmaktan nehyediyoruz ve onların arkasında kılınan namazın iade edilmesi gerektiğini söylüyoruz. Çünkü bu imamlar bizden değil, tağutlardandır. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Allah kafirlere, iman edenler aleyhinde asla fırsat vermeyecektir.”[90]
İkinci Kısım: Dünyalık elde etmek ve maaş için tağutların kurumlarına ve batıl velayetlerine bağlı kalarak onlara yalakalık yapanlar. Bu kimsenin arkasında kılınan namazı batıl olarak görmeyiz. Onların arkasında namaz kılmanın hükmü, fasığın ya da küfre düşürmeyen bid’at ehlinin arkasında namaz kılmanın hükmü gibidir. Bu nedenle biz onların arkasında namaz kılmayı uygun görmemekle beraber, batıl saymayız. Şirk ehlinden uzak olan ve sünnete bağlılığını izhar eden sünnet ve Tevhid ehlinin arkasında namaz kılmak bize daha sevimlidir.
Kafir ya da Müslüman olsun, yöneticiler ve sultanlar için duada bulunmak bize göre cuma namazının bid’atlarından ve onların itaati altına girmenin işaretlerindendir. Biz bunu hoşgörmez ve reddederiz. Bu bid’ati terk edip Ehl-i Sünnet’e uyan bir kimse bize göre daha iyidir. Bununla birlikte, bu duadan dolayı namazı batıl saymayız. Dua, açık bir şekilde tağutlara ya da onların şirk olan dinine yardımı içermedikçe namazın iade edilmesini şart görmüyoruz. Açık bir şekilde tağutlara ya da onların şirk olan dinine yardım içerikli dua eden kimseler, tağutların yardımcıları ve orduları hükmündedir. Bu durumda, dili ile tağutlara destek olmuş olur.
Kanun koyucu tağutlara bey’at eden, onlara elini ve kalbini veren veya onlara yardım edip, onları dost edinen ve bu tağutların her işine olumlu fetva veren kişinin, kafir ve mürted olduğuna inanırız. Küfür hükümetlerinden görev alan alimler ve şeyhler, tağutlardan aldıkları bu görevlerine göre değerlendirilirler. Eğer bu görevin içeriğinde küfür bulunmakta ise veya küfre yardım varsa veya küfür kanunlarının çıkarılmasına katkıda bulunuluyorsa ya da muvahhidlere karşı müşriklere yardım gibi bir durum sözkonusu ise, bu görevin sahibi kafir olur. Bu kişinin sakalının uzun olması ya da sarığının büyüklüğü, hakkındaki bu hükmü değiştirmez. Kişinin almış olduğu bu görevin içeriğinde küfür bulunmuyor ancak batılın sayısını artırıyor ve hakkı bulandırıyorsa, bu kişi, sapan ve saptıran cehalet önderlerinden olarak kabul edilir.
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
CİHAD VE YÖNETİCİYE KARŞI AYAKLANMA

Cihad, Müslümanlardan olan her toplulukla birlikte yerine getirilir. Kişi, tek başına ya da facir veya salih her komutanla birlikte kıyamet gününe kadar bu cihadı yerine getirebilir. Allah’a isyan konusunda yöneticilere itaat caiz değildir. Ancak ihtiyaç anında, iki mefsedetten büyük olanının küçük olanı ile defedilmesi kuralına binaen, Allah’a isyan eden kimseyle birlikte Allah’a küfreden kimseye karşı savaşılabilir.
Cihad, Ehl-i Sünnet menhecine sahip olan kimseler ile birlikte yapılır. Faziletli olan bir menhec, bize göre daha sevimli, daha üstün ve uyulması öncelikli olandır. Cihad, Allahu Teala’nın farzlarından biridir. Müslümanların imamının bulunmaması veya İslam devletinin yokluğu cihadı işlevsiz bırakmaz.
Kesin bir delil olup hakkında kılıç hükmü verilmediği sürece, kıble ehlinden herhangi bir muvahhide karşı kılıç çekilmeyeceğine inanırız. Dokunulmazlık, onlar hakkında kesin bir şekilde sabittir. Bu dokunulmazlıklarının kalkması da ancak kesin bir delil ile sabit olur. Muvahhid Müslümanların kanını mübah kılmak, büyük bir hata ve tehlikedir. Bin kafiri terketmede yanılmak, yanlışlıkla bir Müslümanın bir damla kanını haksız yere dökmekten ehvendir.
Haksızlık yapsalar dahi, Müslüman halifelere ve emir sahiplerine karşı isyan edilmemesi gerektiğine inanırız. İyiliği emrettikleri sürece onlara itaat etmekten el çekmeyiz. Günahı emretmedikleri sürece onlara itaatın farz olduğuna ve onları hidayet ve iyiliğe çağırmanın gerekliliğine inanırız.
Müslümanların boyunlarına musallat olan kafir yöneticilere karşı ayaklanılmasının vacip olduğuna inanırız. Şüphesiz onlar, şeriatı değiştirmekle, Allahu Teala’nın izin vermediği konularda kanunlar koymakla, doğu ve batının tağutlarından hüküm istemekle, Allah düşmanlarını dost edinmek ve Allah’ın dinini ve dostlarını düşman edinmekle dinden çıkmışlardır.
Onları değiştirmek için davet etmek, amel etmek ve çaba sarfetmek, Müslümanlar üzerine farzdır. Herkes gücü yettiğince bu farzı yerine getirir. Silah taşımaktan aciz olan kimse, silah taşıyabilen kimseye, dua ile de olsa yardım etmekten geri durmamalıdır. Bunun için maddi ve manevi hazırlık yapmak, dinin farzlarından biridir.
Mürted yöneticilere karşı savaşmanın, diğer kafirlere karşı savaşmaktan daha öncelikli olduğuna inanırız. Çünkü riddet küfrünün, asli küfürden daha ağır olduğu icma ile sabittir. Zira sermayeyi korumak, kârdan; savunma cihadı da, saldırı cihadından önce gelir. Bize yakın olan kafirlere karşı cihada başlamak, bize uzak olan kafirlere karşı cihada başlamaktan daha önceliklidir..
Müslümanların topraklarına yerleşip Müslümanların mallarını yağmalayan Yahudi, Hristiyan ve diğer kafirler, ancak bu mürtedler sayesinde bu imkanı elde etmişlerdir.
Biz, Müslümanların bir imamının bulunmaması, Müslümanlar ile kafirlerin saflarının ayrışmaması ya da hicret edilememesi nedeni ile cihadı işlevsiz kılan kimseleri, cehalet ve sapıklık ehli olarak görürüz. Onlar bilgisizce fetva vererek saptılar ve saptırdılar.. Dini ve dine yardımı terk ettiler. Dinin tamamı Allah’ın oluncaya kadar, her durumda, bu mürtedlere karşı savaşmanın ve onları, sahip oldukları konumdan indirmenin, en önde gelen farzlardan biri olduğuna inanırız. Bunun için gereken hicret, Allah’a, O’nu birleyerek yapılan hicrettir ve Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem, O’nu izleyerek yapılan hicrettir. Bu cihadı yerine getirmek için yapılan ciddi ve eksiksiz bir hazırlık, bize göre farzdır. Bu iş, dağınık olarak yapılan bütüm çaba ve bireysel faaliyetlerden daha üstündür.
Bu mürtedlere karşı kıyamda bulunmak ve onları değiştirmeye çalışmak, buna güç yetiren kimseler içindir. Ancak gücün yetmemesi, bunun caiz olmamasını gerektirmez. Kişinin, tek başına da olsa onlara karşı ayaklanması caizdir. Galip gelemeyeceğini ve şehid olacağını bilse dahi onlara karşı savaşabilir. Cihad, kıyamet gününe kadar meşru olan bir farzdır ve hiçbir şey onu iptal etmez. Dolayısıyla cihadın, her vakitte ve dönemde yapılması caizdir. Cihad, bu dinin ayakta kalmasını sağlayacak olan güçlü önderlerin, kendisi ile olgunlaşacağı ve geniş tabanın, kendisi ile yetişeceği bir medresedir.
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
TAİFETU’L-MANSURA

Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Taifetu’l-Mansura hakkında bildirdiklerine iman ederiz. Şu hadisler bu kabildendir:
“Ümmetimden bir grup kıyamet gününe kadar hak üzere savaşmaya devam eder. Meryem oğlu İsa iner, onların emiri, “Bize imamlık yap” der. O ise; “Hayır, birbirinize emir olmanız Allah’ın bu ümmete bir ikramıdır” der.”[91]
“Ümmetimden bir taife hak üzere üstün olmaya devam eder. Onları yardımsız bırakanlar, onlara zarar veremezler ve Allah’ın emri gelinceye kadar onlar bu hal üzere devam ederler.”[92]
Seleme bin Nufeyl el-Kindi’den şöyle rivayet edilmiştir: “Ben Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanında oturuyordum. Bir adam; “Ey Allah’ın Rasulü, insanlar silahları bıraktılar ve: “Artık cihad yok, savaş sona erdi” diyorlar” dedi. Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem adamın yüzüne baktı ve şöyle buyurdu: “Yalan söylediler, asıl şimdi savaşın zamanı geldi. Ümmetimden bir taife, hak üzere savaşmaya (hiç ara vermeden) devam edecek, Allah da, onlar ile bazı kavimlerin kalplerini saptıracak ve bunlardan (alınanlarla) onların rızkını sağlayacaktır, bu hal kıyamet gününe, Allah'ın va'dinin gelme anına kadar devam edecektir. Kıyamete kadar atın alnında hayır bağlıdır. Rabbim bana, aranızda kalıcı değil, gidici olduğumu, ruhumu kabzedeceğini, sizin de beni birbirinizin boynunu vuran gruplar olarak takip edeceğinizi bildirdi. Mü’minlerin (fitne sırasında emniyette olacakları) asıl yerleri Şam’dır.”[93]
Bu taife, bütün dönemlerde dinin yardımcılarını temsil etmektedir. Yine bu taife, cihad eden, savaşan ve bütün yardım unsurları ile dine destek olmaya çabalayan bir topluluktur. Allahu Teala’nın bizi onlardan kılmasını ve bizi bu yolda şehadet ile nasiplendirmesini dileriz.
İşte bu, açık ve gizli olarak dinimiz ve itikadımızdır. Bizim dinimiz, aşırılık ve ihmalkarlık, teşbih ve ta’til, cebr ve kader, ümit ve korku arasında orta bir yoldur. İfrat ehline meyletmediğimiz gibi, tefrit ehline de meyletmeyiz. İslam’dan başka bütün din, millet ve yollardan Allah’a sığınırız. Allahu Teala’dan bizi iman üzere sabit kılmasını, bu şekilde ölüme ulaştırmasını ve reddedilmiş mezheplerden, farklı görüşlerden ve isteklerden uzak tutmasını dileriz.
Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur..
Salat ve selam, Muhammed’in, onun âlinin ve ashabının üzerine olsun..
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
NASİHAT

Müslüman kardeşim! Bu kitapçık, Allahu Teala’nın izniyle faydalı bilgiler içermektedir. Allah’a hamd olsun ki biz, şer’i delili olmayan hiçbir söz söylemiyoruz. Senden de, şer’i bir delili olmadıkça hiçbir sözü kabul etmemeni istiyoruz. Böylece yol kesen eşkıyaların, Allah’a davet adı altında seni aldatmasına izin verme. Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem, “Bir ayet dahi olsa benden ulaştırın”[94] ve yine “Şahit olanlar, olmayanlara duyursun”[95] vasiyeti gereğince bu kitapçığın, kardeşlerinin, tanıdıklarının ve diğer Müslümanların arasında yayılması için gayret et. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Allah’ın senin elinle bir kişiyi hidayete ulaştırması, kızıl develere sahip olmandan daha hayırlıdır.”[96]
Kardeşim, bil ki bu ve buna benzer yayınları Müslümanlar arasında yayman, Allahu Teala’nın yolunda bir cihaddır. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Müşriklere karşı mallarınız, canlarınız ve dillerinizle cihad edin.”[97]
Allahu Teala, bu ve buna benzer yayınların Müslümanlar arasında yayılması için gayret eden herkesi birçok hayır ile mükafatlandırsın, Allahumme Amin.
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
DİPNOTLAR
[1] Hadisi Ahmed ve Ebu Davud rivayet etmiştir.

[2] Kurtuluşa eren fırka

[3] 51 Zariyat/56

[4] 6 En’am/162-163

[5] Yaratma emri

[6] İnsanların uymaları ve uygulamaları istenen yol

[7] 7 A’raf/54

[8] 12 Yusuf/40

[9] 6 En’am/121

[10] 9 Tevbe/31

[11] 112 İhlas/1-4

[12] Tahrif; aslında bir şeyi asıl halinden uzaklaştırıp, değiştirmek bozmak hakkında kullanılan, bir şeyi cihetinden, yönünden başka bir tarafa çevirmek demektir. Tahrif kipi mübalağa ifade eder. Sözün tahrif edilmesi ise hatıra gelen ilk anlamdan lafzın ancak zayıf bir ihtimal ile kendisine delâlet ettiği bir başka anlama kaydırmak demektir.

[13] Ta’til; boşluk, boş olmak ve terketmek demek olan âtıl olmaktan gelen bir lafızdır. Yüce Allah’ın: "Sahipsiz kalmış kuyular" (22 Hac/55) buyruğunda da bu kökten gelen lafız kullanılmıştır. Yani sahipleri terketmiş işlevsiz kalmış demektir. Burada bundan kasıt, ilahi sıfatları reddetmek ve bu sıfatların Allah’ın zatı ile kaim olduklarını kabul etmemektir.

[14] Allahu Teala’nın sahip olduğu sıfatların şu keyfiyette olduğuna inanmak yahut ta sıfatlar hakkında bunların nasıl olduğunu soruşturmaktır.

[15] Allahu Teala’nın sıfatlarının, yaratılmışların sıfatları gibi olduğuna inanmaktır.

[16] 30 Rum/27

[17] 3 Al-i İmran/7

[18] 42 Şura/11

[19] 67 Mülk/16

[20] Müslim, Ebu Davud ve Ahmed rivayet etmişlerdir. Muaviye bin el-Hakem es-Sülemi hadisinden.

[21] 2 Bakara/255

[22] 35 Fatır/41

[23] 22 Hacc/65

[24] 30 Rum/25

[25] 20 Taha/5

[26] 2 Bakara/186

[27] 57 Hadid/4

[28] 16 Nahl/128

[29] 35 Fatır/1

[30] 74 Müddessir/25

[31] 74 Müddessir/26

[32] 15 Hicr/9

[33] 6 En’am/19

[34] 16 Nahl/36

[35] 21 Enbiya/25

[36] 4 Nisa/165

[37] 17 İsra/15

[38] 67 Mülk/8-9

[39] 42 Şura/52

[40] 28 Kasas/56

[41] 2 Bakara/272

[42] 29 Ankebut/69

[43] 7 A’raf/188

[44] 4 Nisa/65

[45] 16 Nahl/123

[46] 60 Mümtehine/4

[47] 59 Haşr/10

[48] Kahtani’nin “Nuniye”sinden.

[49] Müslim, Ahmed, Tirmizi, İbn-i Mace ve Darimi rivayet etmiştir.

[50] Kahtani’nin “Nuniye”sinden.

[51] 40 Mü’min/46

[52] Müslim

[53] 23 Mü’minun/16

[54] 21 Enbiya/104

[55] 21 Enbiya/47

[56] 32 Secde/17

[57] 3 Al-i İmran/131

[58] Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem özel olan üçüncü bir şefaat daha vardır ki bu, hadiste geçtiği gibi, amcası Ebu Talib’in azabının hafifletilmesi için yapacağı şefaattir.

[59] 75 Kıyamet/22-24

[60] 6 En’am/103

[61] 10 Yunus/61

[62] 25 Furkan/2

[63] 33 Ahzab/38

[64] Ahmed ve Ebu Davud rivayet etmiştir. Lafız, Ebu Davud’a aittir.

[65] 22 Hac/70

[66] 7 A’raf/54. Dileme (Meşiet) iki anlamda kullanılır. Birincisi: İster razı olsun, ister razı olmasın, ister sevsin, ister sevmesin, takdiri ve yaratmayı gerektiren dileme. Örnek: Allahu Teala, yeryüzünü ifsad etmeye razı olmadığı halde bu fiili insanlar için yaratmaktadır. İkincisi: Yaratması ve takdiri olmadan, rıza ve sevmeyi gerektiren dileme. Örnek: Allahu Teala, imana razıdır ancak herkes için bunu takdir edip yaratmamaktadır. Bu konuda kendi iradelerine bırakmıştır.

[67] 37 Saffat/96

[68] 81 Tekvir/27-29

[69] 21 Enbiya/23

[70] Mesela, Kur’an’ın inkar edilmesi gibi

[71] Sahih hadiste geçtiği gibi: “…Avret bölgesi bunu doğrular ya da yalanlar.”

[72] 4 Nisa/65

[73] Müslim rivayet etmiştir.

[74] Buhari, Müslim, Ebu Davud ve diğerleri rivayet etmişlerdir.

[75] Muttefekun Aleyhi

[76] Allahu Teala’nın küfür olduğunu bildirdiği herhangi bir amelin, kişinin küfrüne sebep olabilmesi için, o kişinin, yapmış olduğu bu ameli kalbi ile kabul ediyor olması ile olmaması arasında fark yoktur.

[77] Misak

[78] 6 En’am/19

[79] 3 Al-i İmran/19

[80] 5 Maide/3

[81] 3 Al-i İmran/85

[82] halk için halkın kanun koyması

[83] 42 Şura/21

[84] 9 Tevbe/31

[85] Bu konuyu, “Es-Selasiniyye fi’t-Tahzir min Ahtai’t-Tekfir” isimli kitabımızda açıkladık. Bu kitabın Türkçeye tercemesi Allahu Teala’nın lütfu ile tamamlanmıştır. Yayıncı.

[86] 4 Nisa/48

[87] 49 Hucurat/10

[88] 2 Bakara/178

[89] Bu güzel cümle, Kadı İyad’ın “Kitabu’ş-Şifa” isimli eserinden alınmıştır, 2/277.

[90] 4 Nisa/141

[91] Müslim, Kitabu’l-İman, 2/193

[92] Müslim

[93] Sahih-u Sünen-i Nesai: 3333.

[94] Buhari

[95] Müttefekun Aleyhi

[96] Müttefekun Aleyhi

[97] Ebu Davud, sahih bir senedle rivayet etmiştir.
 
Üst Ana Sayfa Alt