Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Makale Amelsiz iman

Ş Çevrimdışı

şevkani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
1- Bu görüşü savunanlar kalbde bulunması gereken Allah sevgisini Allah korkusunu ve bunların sonucu olan duyguları imanın özünden birer parça saymamış oluyorlar.
2- Bu kimseler, İblis (şeytan), Firavun, yahudiler, Ebu Ta-lib ve benzerleri gibi kesinlikle kâfir oldukları bilmen kimselerin kâfirliklerini, kalblerinde tasdik halinin bulunmayışının gerekli bir sonucu olarak görüyorlar ki, bu görüş akılla ve hislerle alay etmek demektir. Tıpkı bunun gibi onlar İs-lâmiyeti sevmedikleri için Rasulûllah'dan nefret edenlerin ve kendisini kıskananların bu çirkin duygularını, sözü geçen kimselerin Peygamberimizin doğru sözlü olduğunu bilmemelerine ve buna benzer sebeplere bağlamışlardır.
3- Bu kimseler, Allah'a ve Rasulüllah'a sövmek, teslis ve benzeri gibi kâfirliği gerektiren sözlerin kalbdeki gerçek imanla birlikte bulunabileceğini, buna göre bu tip sözler söyleyen bazı kimselerin aslmda Allah'a inanmış ve ahirette bahtiyar kimseler olabileceklerini söylemişlerdir ki, bu görüş İslâm dini açısından kisinlikle yanlıştır.
4- Bu kimseler, gücü yettiği halde imanını hiç bir zaman dile getirmemiş olan ve yine gücü yettiği halde Allah'a karşı hiç bir farz ibadet yapmamış olan kimsenin Allah'a eksiksiz bir şekilde iman etmiş bir mümin olabileceğini ve buna dayanarak ahirette bahtiyar olabileceğini ileri sürmektedirler. Yalnız bu görüş sadece Cehmiye mezhebi tarafından ileri sürülmüştür, fıkıhçı ve fıkıhçı olmayan Murcie mezhebi taraftarları bu görüşü benimsemezler.
5- Bu görüş hem Cehmiye ve hem de Murcie mezheplerini birlikte bağlar. Bunlar hep birlikte derler ki, insan, ne namaz kılmak, ne akrabalara iyilik etmek ve ne de doğru söz söylemek gibi hiç bir iyilik işlememiş ve bütün büyük günahlara girmiş bir kimse bile olsa peygamberler ve sıddık-İar ayarında tam imanlı bir mümin olabilir.


Bu durumda hep yalan söyleyen, verdiği hiç bîr sözü tutmayan, uhdesine teslim edilen emanetlere hıyanet eden, yalancılıkta, hıyanette ve sözünü tutmamakta ısrarlı, Allah'a hiç secde etmemiş, hiç kimseye en ufak bir iyilik yapmamış, üzerine aldığı hiç bir emaneti yerine getirmemiş, elinden gelen hiç bir yalancılığı, hiç bir zulmü ve hiç bir kötülüğü ardına bırakmamış olan bir adam düşünelim. Onlara göre bu adam imanı peygamberler ayarında onlan tam imanlı bir mümin olabilir.


Bu görüş, "zahiri ameller, batini imanın gerekli unsurlarıdır" prensibine karşı çıkan herkesi bağlar. Fakat eğer biri "zahiri ameller, imanın vazgeçilmez unsurlarırdır, batini iman, görünür salih amellerin varlığını gerekli kılar" dedikten (bu prensibi kabul ettikten) sonra bu kimsenin "Bu zahiri ameller, iman kavramının özünden bir parçadır" veya "Bu ameller, iman teriminin gerekli bir sonucudur" diye düşünmesi, sadece kelime plânında kalan (sözel) bir tartışmadır, prensip farklılığı göstermez.

6- Bu kimselerin ortak görüşüne göre gönüllü olarak hristiyan haçına ve putlara secde eden veya Kur'an-ı Kerim'i çöplüğe atan yahut haklı bir gerekçeye dayanmaksızın bir insanı öldüren yahut da namaz kılarken gördüğü bir müslüma-nı öldüren veya Kabe'yi ziyaret ederken gördüğü herkesin canına kıyan yja da Karmatilerin müslümanlara karşı işledikleri cinayetlerin tıpkısını yapan kimsenin, bütün bu yaptıklarına rağmen peygamberler ve siddıklar ayarında bir mümin ve Allah dostu olması mümkündür.
Sebebine gelince kalbdeki iman ya bu tip işlerle zıt ve çelişkilidir veya çelişkili değildir. Eğer çelişkili değilse o zaman bu işler ile iman birarada bulunabilir. Buna karşılık eğer bu tip işler imanla çelişir şeyler ise o zaman bunları terket-mek imanın gereği ve vazgeçilmez şartı olur. O takdirde ancak bu tip işlerden uzak duran kimse kalbinde gerekli imanı bulunduran bir mümin olur. Kim bu tip işlerden uzak durmaz ise bu durum onun kalbindeki imanın yetersiz ve geçersiz olduğunu gösterir.


Sözü edilen görünür ameller ile kaçınmazlar kalbdeki imanın vazgeçilmez tezahürleri olunca o zaman bunlar imanın gerekleri ve sonuçları olurlar. Böyle olunca, bilinen bir şeydir ki, bu ameller ve kaçınmalar iman güçlendikçe güçlenirler, iman arttıkça artarlar ve iman eksildikçe eksilirler. Çünkü sonuç, ancak sebebin ve gerektirici faktörün artması ile artar ve yine ancak onun eksilmesi ile eksilir.


Buna göre zahiri ameller, kalbdeki imanın gerekli sonuçları sayılınca bu amellerin artmasının kalbdeki imanım artmasından ileri gelmesi gerekir. Aynı zamanda bu amellerin çokluğu kalbdeki imanın artmış olmasına ve eksilmelerine de kalbdeki imanın eksilmesine delil olur.
Bütün bu açıklamalar mümin tarafından iyiden iyiye akıl süzgecinden geçirilince açıkça görülür ki, bu konuda ilk müslümanlann (selefin) görüşü, hiç sapılmaması gereken tek gerçektir. Kim eskilerin bu görüşüne ters düşerse gerek akli ve gerekse nakli delillere göre açık bir yanılgıya tutulmuş olur. Zaten eski büyüklerin ve ilk imamların görüşlerine ters olan her konudaki görüşü bekleyen akıbet aynıdır. Doğrusunu Allah bilir.


Cehm ve arkadaşlarının "İman, sadece bilgi ve tasdikten ibarettir. İnsan, sırf bu kadarı ile sevaba ve saadete hak kazanır" şeklindeki görüşleri eski Yunan felsefecilerinden Meşsaiye ekolünün "insanın mutluluğu, sadece varlık aleminin mahiyetini bilmeye dayanır" şeklindeki görüşüne benzer.


Ayrıca şunu da belirtelim ki, Cehmiye mezhebi ile Mesaiye ekolüne bağlı felsefecilerin görüşleri sadece bu konuda değil, "isim ve sıfatlar", "zorunluluk (determinizim) ve kacter" ile "iman" konularında da biribirlerine yakındır.
Bu görüşün yanlışlığı hakkında başka vesilelerle geniş açıklamalar yaptık. Bu görüşün bir benzeri de vardır. O görüşe göre bilgi" insan psikolojisinin (nefsinin) iki güdüsünden (gücünden) biridir. İnsan psikolojisinin başlıca iki güdüsü vardır. Biri bilmek ve tasdik etmek (onaylamak) ve öbürü de istemek ve yapmak (irade ve amel). Nitekim hayvanın da biri "algılamak" ve öbürü de "irade ile hareket etmek" olmak üzere başlıca iki güdüsü vardır.


Oysa gerçeği sevmeksizin, istemeksizin ve ona uymaksızın sadece bilmek, insanca yarar sağlamaz. Tıpkı bunun gibi bir kimsenin Allah'ı sevmeksizin, O'na kulluk ve itaat etmeksizin O'nu sadece bilmesi, lâyık olduğu sıfatları onaylaması kendisine saadet sağlamaya yeterli değildir. Tersine Kıyamet günü en ağır azaba çarptırılacak olan kimse bilgisinden yararlanmayan alim olacaktır.


Başka bir deyimle eğer gerçeği bildiği halde ondan nefret eder, ona karşı düşmanlık beslerse böyle bir bilgiden yoksun olan kimseye göre daha şiddetli bir ilahi gazaba ve do-layısıyle daha ağır bir azaba müstahak olur. Tıpkı hakkı amaçladığı ve aradığı halde ne aradığını ve onu nasıl arayacağını bilmeyen kimse böyle olmayan bir kimseye göre daha koyu bir sapıklığa düşer ve Allah'ın rahmetinden uzak kalmak demek olan lanetin daha ağırına çarpılır. Bu böyle olduğu içindir ki, Cenab-ı Allah Kur'an-i Kerim'de bize şöyle dua etmemizi öğretmiştir:
"Bizi doğru yola ilet. Nimetin verdiğin kimselerin yoluna Yoksa gazabına uğramışların ve sapıklarına yoluna değil.


Ayette geçen "gazaba uğramışlar" gerçeği bildikleri halde onu sevip uygulamayanlar, buna karşılık "sapıklar" da gerçeğe ulaşmak istemelerine rağmen bunun yolunu ve ne olduğunu bilmeyenlerdir. Beriki sözü ile hareketleri çelişen "facir alimi" ve öteki de "cahil ibadet düşkünü"nü sembolize eder. Başka bir ifade ile biri, yani "gazaba uğramışlar" yahudilerin, öbürü, yani "sapıklar" da hristiyanlann durumunu gösterir. Nitekim Peygamber Efendimiz-salât ve selâm üzerine olsun- bu konuda "Yahudiler, "gazaba uğramışlar" ve hristiyanlar da "sapıklardır" buyurmuştur
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt