Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Akidesi Bizim Akidemiz Gibi Olmayan İnsanların Yanında Hafızlık Gibi Bazı İlimleri Almak İçin Durmak Caiz mi?

E Çevrimdışı

ehl_i sünnet

Üye
İslam-TR Üyesi
AKİDESİ BİZİM AKİDEMİZ GİBİ OLMAYAN İNSANLARIN YANINDA HAFIZLIK GİBİ BAZI İLİMLERİ ALMAK İCİN DURMAK
CAİZ MİDİR? O SEKİLDE BIR KURSTAYIM ACİL CEVAP ARIYORUM LUTFEN!!!
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
AKİDESİ BİZİM AKİDEMİZ GİBİ OLMAYAN İNSANLARIN YANINDA HAFIZLIK GİBİ BAZI İLİMLERİ ALMAK İCİN DURMAK CAİZ MİDİR?

EL-CEVAP :


Akide ve itikad ne demektir? nasıl anlaşılmalıdır?

Düğümlenip kalma, bir şeye bağlama, inanma, düğümlenme, bağlanma anlamlarına gelen bu kelime arabçadır ve a-ka-de kökünden türemiştir. Çoğul türevi Türkçeleşmiş olarak günlük dilimizde kullanılmaktadır. Akid kelimesi de sözleşme anlamında özellikle de hukuk dilindeki yerini terk etmemiş direnmektedir.

Üzerinde mutabakat sağlanan sözleri, kanıları bir esasa bağlama, hatta yazarak kesinleştirme, akılca ikna olunarak, bütün tereddütleri izale etme (yok etme) sonucu kalbinde aklın ikna olduğu hususu tasdiklemesi, mühürlemesi anlamlarına gelmektedir kelimemiz.

Günlük lisanımızda kira sözleşmesi (akdi veya kontratosu da diyoruz), şirket akdi ve benzeri şekilde çokça kullanılan bu kelimenin özellikle dünya görüşü ve yaşam tarzına tealluk eden dini inançları kapsayan alandaki anlamı bizi ilgilendirmekte ve buna açıklık getirmeye çalışmaktayız.

Bir dinin en temeldeki görüşleri, kavranılan, ilkeleri o dinin akidesini oluşturur. Yani bu oluşmadan bir kimse o dinin samimi mensubu, inananı olmaz, olamaz. Bu sebeple teferruattaki çelişkiler, aykırılıklar hep akideden kaynaklanan, itikada müteallik bozukluktan, tutarsızlıktan kaynaklanır. Zira insanlar temeldeki, esasi düşünce ve kesinleştirdikleri inançlarına da yanarak fikir ve davranış üretirler ve bunlar temeldeki düşünce, kesinleşmiş kanaatlarla uyumlu bulunmak zorundadır. Aksi halde temelde bir tutarsızlığın, bozukluğun uymazlığın bulunduğu düşünülür. Gerçek de böyledir.

İ'tikad genel olarak bu anlamlara geliyor. Özel olarak kullanıldığında ise kişinin öncelikle inançlarıyla ilgili anlamı söz konusudur. Bu kelimenin başına getirilecek kelimelerle de daha özel manada belirli bir şeyle ilgili inanç haline gelmiş esaslar akla gelir. Örneğin Hıristiyan akidesi, İslam akidesi, Tasavvuf akidesi, Budist akide, Yahudi akidesi ve benzeri sıfatla kullanılan akide kelimesi artık başına getirilen sıfatın ifade ettiği çerçeve içinde konunun mütalea edilmesi gereğini vurgular.

Biraz daha özel manası ile de mezhebi görüşlerin ifadesi olarak kullanılır. Şia akidesi, sünnî akidesi, Ortodoks akidesi, Katolik akidesi, Protestan akidesi gibi kullanıldığında filan dinin genel çerçevesi içinde kalmakla birlikte, o dinin bir mezhebi ile ilgili olarak teşekkül etmiş itikadi hususları muhtevasında bulundurur.

İnanca tealluk eden hususları kapsaması halinde İ'tikadî temel esaslardan bahsediliyor iken, amele müteallik hususları kapsaması halinde de amele müteallik temel düşünceleri, kabullenilmiş temel esasları kapsadığı anlaşılır. Bu sebeple örneğin İslam tarihinde "İTİKADİ MEZHEBLER"den bahsedilmiştir. Maturîdî İtikadı denilirken kasdedilenle, Eş'ârî İtikadı denildiğinde bahsedilen temel inançlar arasında kendine göre farklar, anlayış ve kavrayış farklarının varlığından bahsedilir. Batınî itikad denilirken İslam itikadının bozulmuş ve saptırılmış şeklinden bahsedildiği konuya mut-talî olanlarca yakından bilinen hususlardır. İbâdiyye'nin, Zahiriyye'nin, Mutasavvıfe'nin, Şia'nın, Ehl-i Sünnet'in, Mu'tezîle'nin, Ceb-riyye'nin ve ilâ âhir gelmiş geçmiş ve el'an yaşayan mezheplerin tutturdukları yolun temel esasları söz konusu edilir. Bu sebeple kişi söz ve davranışları kritik edilirken bu temel esaslar yakalanmaya bakılmalı ve mes'eleye açıklık getirmek için temeldeki bu esaslar kritik edilmelidir. Söz konusu husus mesela İslam ise, kaçınılmaz olarak Kur'an'ın i'tikada müteallik koyduğu esaslar ortaya getirilmeli ve kişideki İ'tikadî tezahürler bu esaslarla mukayese edilerek sağlaması yapılmaya çalışılmalıdır. Ki üzerinde konuşulan hususta ciddi bir tavır alınmış ve sonuç ta ciddi bir şekilde ortaya çıkarılmış olabilsin.

Bilindiği gibi tarih içinde başlangıcı itibariyle bir İslâmî mezhep iken, giderek İslâm’ın ana ilkelerini, temel ilkelerini terk ederek veya onlara başka şekiller vererek, aykırı muhtevalar kazandırarak İslâm'dan çıkmış, bir İslâmî mezhep değil artık bir başka din haline gelmiş mezheplerin bulunduğunu biliyoruz. Bunların hemen söyleniverecek kadar akla geleni Dürzîliktir. Temel bir akide sapmasının sonucu Bâtınîliğin, kendisinden çıkan sair talî (ikinci derecede) mezheplerin bulunduğunu da biliyorsunuz, İsmailiyye, Alevîlik, Bahâîlik, Bektâşîlik ve sair gulât mezheplerin kimisi giderek bir ayrı din haline gelmiş ve i'tikadları İslamın itikada müteallik esaslarından sapmıştır.

İ'tikadın Kur'an'ın koyduğu esaslardan sapması, Kur'an'dakilerden başkalaşması kaçınılmaz olarak bu sapmaları birer başka din haline getirir. Zira İslam akidesi dairesi içinde kalmayıp bu daireyi aşan, bu daireden dışarı çıkan ve Kur'an'daki itikadı esaslarla çelişen akideler kaçınılmaz olarak bu akide sahiplerini ayrı birer dinin sahibi haline getirirler.

Biz i'tikad üzerinde dururken öncelikle İslam akidesinden bir diğer ve eş anlamlı olarak söylersek Tevhid Akidesinden bahsetmek ve bu akidenin dışına çıkanların da tevhidin dışına çıkmalıklarından bahsetmek istiyoruz. İslam akidesi, bir diğer tabirle Tevhid Akidesi Allah'ı zâtı ve sıfatlan ile bir ve Tek, her açıdan benzersiz, eşsiz, ortaksız, benzeri 'olmayan bir Varlık olarak tanımak demektir, İslâm’ın temeli, yani akidesi budur. Bu akideye aykırılığın Allah tarafından hoş görülmeyen, affedilmeyecek tek suç olduğu Kur'an'ın beyanıdır (4/48 ve 116). Bu sebeple İslamım Müslümanım, mü'minim sözünü söyleyenler kendilerini bu akide ile bağlamış, bu akideye bağlamış kimseler olduklarını söyleyen kimselerdir. Bağlandıklarını söyleyen, bunu teyid eden kimseler bağlandıkları şeye aykırı düşünmemeli, inanmalı ve harekette bulunmamalıdır ki kendisi ile çelişkiye düşmesin. Herkesin kendine göre bir İslam’ı olamaz. Zira İslam’ın ne olduğunun takdiri, akidesinin belirlenmesi, helal ve haramların tayin edilmesi, farz ve haramların tesbiti işini dini gönderen, dinin sahibi Allah üzerine almış ve bu görevini kullarına gönderdiği elçiler vasıtası ile açıklamıştır ki biz bunların tümüne vahiy diyoruz. Yani Allah'ın elçisine gönderdiği mesaj anlamında kullanıyoruz. Son mesajcı Hz. Muhammed, son mesajların toplandığı kitabın adı da Kur'an'dır.

İslam adına söylenecek her söz, yapılacak her hareket niteliği ister siyâsî, İster içtimaî, ister İktisadî, ister kişinin özel hallerine tealluk eden hususlar, ister devlet yönetimi ile ilgili olsunlar mutlaka Kur'an'ı esas almak, temelinde Kur'an'a dayanmak ve özellikle de Kur'an'a aykırı olmamak durumundadır ki İslâmiliğinden söz edilebilsin. Şayet Kur'an'la sağlaması yapıldığında doğru sonuç vermiyor, bozuk çıkıyor ve sağlama tutmuyor ise açıkça bellidir ki söylenen söz veya yapılan eylem Kur'an'a, yani İslam’a aykırıdır. Bu aykırılık söz, düşünce veya davranışı İslâmî olmaktan çıkarır, daha doğrusu İslâmîlik sıfatını kazanamaz böylesi söz, veya davranışlar.

Buna her hususta dikkat etmek zarurettir. Bu zarureti Kur'an belirlemektedir. Yukarıda bahsettiğimiz Nisa Suresi'nİn 48 ve 116. ayetlerindeki "Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz" ifadesi, tevhide aykırı hususların İslâmî olamayacağının kesin ve açık ifadesidir. İslâmî olmayan Allah için olmayan demektir ki Allah, kendisi için olmayana neden puan versin, neden ücret ödesin? Kişi kim için veya ne için inanıyor ve davranıyorsa ücretini (ecrini) ondan bekliyor demektir. Allah için Allah'ın dilediği şekilde inanan ve davrananların ücretlerinin Allah tarafından verileceği yüzlerce ayetle ifade edilmiştir. Kim, kime çalışıyorsa doğal olan da çalışmasının karşılığını ondan bekliyor demektir. Bu sebeple İslâmî olmayan inanç ve davranışlar Allah'tan karşılık olarak ancak ceza alırlar, mükafat değil. Bu kadar aklî bir şey de olamaz. Filana çalışacaksınız, falandan ücret isteyeceksiniz, olacak iş midir bu? Asla!..

Allah birçok ayetin başında klişe gibi şu deyimi kullanmaktadır; "Ya eyyühellezîne âmenû ve âmilüs-sâlihâti..." Bu şekilde başlayan ayetlerin arkasından da hangi tür inanmanın İman sayıldığı, hangi davranışların salih ameller olduğu da açıklanmaktadır. Ve prim yalnız ve nitelikleri haiz olanlara verilmektedir. Bağışlanma bunlar içindir, affedilmeyi umabilecek olanlar da bu durumda bulunanlar olup, bu durumun dışında bulunanlar için bağışlanma söz konusu değildir. Bir basit örnek verirsek; Dağda bir tüccar niteliğini köylüye açıkladığı cinsten mantar toplayıp getirenlerden bu mantarın kilosunu şu kadar liradan alacağını diyor. Bu durumda para kazanmak isteyenler, toplayacağı mantarı tüccara satacağını düşünenler zorunlu olarak tüccarın tarifini yaptığı, özelliklerini belirlediği cinsten mantar toplayıp getirirlerse bu takdirde getirdikleri için tüccardan ücret isteyeceklerdir. Tüccarın taahhüdü böyledir ve istediği vasıfta mantar getirenler tüccardan para alabilirler, istenmeyen, alınmayacağı da ayrıca belirtilen cins mantarlardan ne kadar çok toplarsa toplasın köylüye tüccar beş kuruş bile ödemez, zira mantarını almaz. Almadığı mal için de kimseden ücret ödemesi beklenemez. Bu örnekle anlatmak istediğimiz gibi Allah da kullarına itikad ve amellerinin vasıllarını bildiriyor ve bu cins itikad ve amelle bana gelenlerin ecri (ücreti) benim katımdandır buyuruyor. Ücreti olarak dünyada izzet onlara olduğu gibi, ahirette de mahzun olmayacak olanlar bunlardır buyuruyor.

Bu gerçeğe rağmen kişi kendi kafasından, kendi takdiri ile bunu da alır, buna da ücret öder diyerek her mantarı toplasa ve getirse nasıl hiçbir ücret alamazsa, Allah'a da itikad ve amel olarak kendi hevasıyla karar verdiği şeyleri getirerek Allah da ücret (ecir) ödememekledir. Zira itikadlarını kabul etmemekte, amellerini de kabul etmemektedir. Bu sebeple kişi kendi zannını din edinmemeli, vahye teslim olmalıdır ki vahyin sahibinden ecir (ücret) umabilsin...

Evet i'tikad özellikle dinin esasıdır. İslam dininin İ'tikadı davranışların da özelliklerinin belirlendiği gibi Allah tarafından belirlenmiş, Hüküm sahibince konulmuştur. Kim O'ndan ecir almak istiyorsa belirtilenlere uymak zorundadır. Allah kalında zan, gerçekten hiçbir şey ifade etmemektedir, i'tikad ise zanna asla dayanıklı değildir. Zann i'tikadı bozar, bozuk itikad da Allah katında makbul değildir. Bozuk esaslar üzerine oturmuş düzgün ameller dahi hiçbir anlam ifade etmezler.

Müslüman akidenin ne olduğunu gereği gibi bilmeli, düşünerek, tartarak bunları şüphesiz hale getirmeli, sarsılmaz sağlamlıkta doğruluklarından emin olmalı ve salih amellere yönelmelidir. İ'tikadında zayıflığa, bozulmaya asla yer vermemelidir. Akidesi pak olmalıdır. Bakan herkesin rahatlıkla görebileceği açıklıkla, şeffaflıkta, görünür olmalıdır. Yaşanıyor olması, akidenin gereklerinin yerine getirilmesiyle görünür, itikadsız, itikadı bozuk, zayıf veya çelişkili olanlara da sahih İtikadı anlatmalı, düşünce ve davranışlarıyla tebliğ etmelidir.

Bunun İçindir ki Allah'tan başka ilah bulunmadığından, Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğundan, öldükten sonra diriltilerek hesaba çekileceğinden, daha önce de kitaplar ve elçiler gönderildiğinden, eceli, rızkı yalnızca O'nun bildiğinden, gaybına kimseyi ortak etmediğinden meleklerin varlığından, cennet ve cehennemin gerçekliğinden, azabın ve mükafatın Allah'ın va'dinden olduğundan ve iti'kada müteallik Kur'an'da yazılı sair hususlardan emin (hiçbir şüphesi kalmamış tereddütlerini gidermiş, sağlamasını yapmış) olmaktır iman etmek. Müslüman’ın akidesi hiçbir hurafeye, bid'ata tahammül edemez. Bu gibi şeyler-Kur'an dışılıklar-sahih itikadı bozar. Çürütür ve şirke dönüştürür. Tuzsuz şıranın, sirke olmayıp şaraba dönüşmesi gibi itikad bozulur hurafelerle... Bozuk îtikada da Allah hiçbir ücret (ecir) vermemektedir. Daha da ötesi ".. Asla affetmemektedir." bozuk İtikad sahiplerini...

İ'tikadınıza dikkat ediniz!.. Hem de çok titizleniniz İtikadınız konusunda... Kendinizde bulunanı test ediniz Kur'an'dakilerle.. Uymayanları atınız, uygunları üzerinde varsa tereddütlerinizi gideriniz. Eksiklerinizi Kur'an'la tamamlayınız, fazlalarınızı Kur'an'da bulunmadığı için atınız ki, kurtuluşa erenlerden olasınız.

Ercüment Özkan


 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
SORUNUN CEVABINA DEVAMLA...

Vela ve Bera Akidesinin Önemi

( Tevhid Akidesine göre Dost ve Düşman )


EBU BASİR ET TARTUSİ

https://www.islam-tr.org/konu/vela-ve-bera-akidesinin-onemi.9155/


Bu soru, birçok insanın dilinde tekrar etmektedir. İslam’da, dostluk ve düşmanlık akidesinin bu derece vurgulanmasındaki sebep nedir? İnsanoğlu olarak bizler, din ve akide ayrımcılığını bırakıp, neden kardeş olamıyoruz?

Bu tür sloganlaşmış sözler oldukça yaygın olmasına rağmen, fiiliyatta uygulanma imkanı olmayan hayali ve batıl taleplerdir. Şöyle ki:

İlk olarak: Dostluk ve düşmanlık bağını ALLAH için ve ALLAH’a iman temeli üzere kurmak, ALLAHu Teala’nın, nebi ve rasullerin dili ile kulları için bildirmiş olduğu dindir. ALLAHu Teala’nın dini olan İslam dairesinde kalmak isteyen kişinin, bu akidenin dışına çıkması mümkün değildir. Mesele bu yönüyle, İslam ya da İslam olmamaktır… Küfür ya da İman!

İkinci olarak: Bizzat kendi zatı adına dostluk ve düşmanlık bağının kurulduğu kişi ilahlaştırılmış olur. Kim dostluk ve düşmanlığı ALLAH için yapar, ALLAH için sever ve ALLAH için düşmanlık duyarsa, o kimse ALLAH’ın kuludur. Kim de bunları ALLAH’tan başkası için yaparsa, o kişinin kuludur.

Şeyhu’l-İslam İbn-i Teymiye (rahimehullah) şöyle der: “ALLAHu Teala dışında, yaratıklardan hiçbirini bizzat zatı için sevmek caiz değildir. Sadece ALLAH Teala zatı için sevilir. Bu, uluhiyetin manasında vardır. ALLAHu Teala şöyle buyurur: “Eğer göklerle yerde ALLAH’tan başka ilahlar olsaydı ikisinin de düzeni bozulup gitmişti.” (21 Enbiya/22) Bir şeyi zatından dolayı sevmek, şirktir. ALLAHu Teala dışında kimse zatından dolayı sevilmez. Bu, onun uluhiyetinin özelliklerindendir. ALLAHu Teala dışında her sevilen, ALLAH için sevilmezse, ona duyulan sevgi fasittir.”

Bu yönüyle dostluk ve düşmanlık, Tevhid ve şirktir. Şirk ise büyük bir zulümdür ve tek olan ALLAH’a ibadet için yaratılan insanın değerini, yaratılana ibadet alçaklığına düşürür.

Üçüncü olarak: Hakkın ve batılın varlığı, hayır ve şerrin varlığı, batılı hak ile ve şerri de hayr ile defetme, ALLAHu Teala’nın, üzerine mahlukatı yaratmış olduğu fıtrattır. Batıl, batıllığını ve azgınlığını devam ettirdiği sürece hak ile birleşmez ve ona tabi olmaz. Hak da, hak sıfatını kaybetmediği sürece batıla uymaz. Bunların olmasının imkanı yoktur. Eğer hak ve batıl bir araya gelmiş olsaydı, hayat fesada uğrar, kulların memleketlerin maslahatları yok olurdu. ALLAHu Teala’nın buyurduğu gibi…

“Eğer ALLAH, insanların bir kısmıyla, diğer bir kısmını savmasaydı elbette manastırlar, kiliseler, havralar ve içlerinde ALLAH’ın adının çokça anıldığı mescitler yıkılırdı.” (22 Hac/40)

“Size ne oluyor ki ALLAH yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan şu şehirden çıkar, bize katından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla” diyen mustaz’af erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” (4 Nisa/75)

“De ki: Hak geldi, batıl da çekişe çekişe can verdi. Çünkü batıl, can çekişe çekişe yok olucudur.” (17 İsra/81)

“Bilakis Biz, hakkı batıl üzerine bırakırız da hak onun beynini darmadağın eder. O da derhal çekişerek can verir. Nitelendirmenizden ötürü vay size!” (21 Enbiya/18)

“İşte ALLAH hak ile batıla böyle örneklendirir.” (13 Ra’d/17)

Hak ve batıl, devamlı bir kavga içindedir. Ta ki kıyamet kopuncaya kadar. Onlardan birinin, diğeriyle birlikte yaşama veya dostluk içinde bulunma ihtimali asla düşünülemez!

Dördüncü olarak: Hak ve batıl üzere olan bütün insanların, sadece insan olma esası üzerinde –hümanizm- bir araya getirilmesi, asla fiiliyata dökülemeyecek bir hayaldir.

ALLAHu Teala şöyle buyurur: “Eğer güç yetirseler sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmalarını sürdürürler.” (2 Bakara/217)

“Nasıl olabilir ki! Size karşı üstünlük sağlarlarsa hakkınızda hiçbir yemin ve hiçbir ahid gözetmezler. Dilleriyle sizi hoşnut etmeye çalışırlar. Kalpleri ise isteksizdir. Onların çoğu fasık kimselerdir.” (9 Tevbe/8)

“Onların dinlerine uymadıkça yahudiler de hırıstiyanlar da asla senden haşnut olmazlar.” (2 Bakara/120)

Bu ve diğer birçok ayet, batıl fırkanın, hak ve hak ehlini tam olarak ele geçirmedikçe, tuzak, savaş ve harp hazırlıklarından vazgeçmeyeceklerine delalet etmektedir.

Günümüz vakıası, Kur’an-ı Kerim’de geçeni bu ayetlerin tamamını doğrulamaktadır. Yakın geçmişte, Bosna-Hersek’teki müslümanlara yönelik yapılan katliamlar, bugün ise, Çeçenistan ve Filistin’deki müslümanlara yönelik katliamlar, Afganistan, Eritre, Keşmir, Filipinler ve Endenozya’daki müslümanlara yapılanlar, sadece burada sayabildiklerimizdir. Öyle ki, küfür ve nifak milletlerinin nefretleri altındaki müslümanlar acı ile feryat etmektedirler...

Beşinci olarak: İnsan olma esası üzere bir araya gelme iddiası, adaletle çelişir. Zira yeryüzündeki en kafir ve en günahkar insanlarla, yeryüzündeki en muttaki insanı ve yine yeryüzünü fesada uğratan zalim ile yeryüzünü ıslah edeni eşit görmek manasına gelir. Bu ise, zulüm ve azgınlığın kaynağıdır.

ALLAHu Teala şöyle buyurur: “Mü’min kimse fasık kimse gibi midir? Bunlar eşit olmazlar.” (32 Secde/18)

“Öyle ya, (ALLAH’a) teslimiyet gösterenleri, o günahkarlar gibi tutar mıyız hiç?” (68 Kalem/35)

“İman edip salih amel işleyenleri yeryüzünde fesad çıkaranlar gibi mi kılarız? Yahut takva sahiplerini günahkarlar gibi mi kılarız?” (38 Sad/28)

Altıncı olarak: İslam’daki dostluk ve düşmanlık akidesi, dil, ırk ve bölge farklılığına bakmadan bütün insanları şu iki kısma ayırır: Mü’min ve kafir...
Halbuki diğer akidelerde insanlar, birbirinden nefret eden yüzlerce guruba ayrılmaktadırlar. Dolayısıyla insanları en az parçalanma ile biraraya getiren, İslam’dır.

Yedinci olarak: İslam’da üstünlüğü belirleyen mizan, takvadır. İnsanların diline, ırkına, memleketine ve rengine bakmaksızın sadece takva üstünlüğüne itibar edilir. Bu ise, insanları birçok farklı gurublara ayıran ve üstünlük mizanı daima farklılık gösteren beşeri sistemlerin tersinedir.

Sekizinci olarak: İslam’daki dostluk ve düşmanlık akidesi, ümmeti her türlü askeri ve kültürel saldırılardan koruyan bir kale niteliğindedir. Yine bu akide, ümmeti suçlu kafirlerden ayrıştıran bir kaledir…
Ümmeti, Filistin topraklarında siyonist devleti kabul etmemeye ve onlara düşmanlık beslemeye iten etken şüphesiz ki bu akideden başkası değildir. Eğer ki siyonist yahudilerin tamamı, İslam’a samimi bir şekilde girmiş olsalar, acaba müslümanların onlara olan düşmanlığı devam eder mi? Elbette ki hayır... Zira bu durumda bütün müslümanlar ALLAHu Teala’nın şu emrine itaat ederler:

“Mü’minler ancak kardeştirler.” (49 Hucurat/10)

Yeryüzünde, kendilerinde hayat olanlar ile kendilerinde hayat işareti kalmamış olan yaşayan ölüler arasındaki farkı düşün… Göreceksin ki, yaşayanlar, yaşayan ölülerin aksine dostluk ve düşmanlık kalesine bağlı kalanlardır.

Bu nedenle ALLAHu Teala’nın düşmanları, müslüman çocukların kalplerindeki dostluk ve düşmanlık akidesini yok etmeye ve bu akide yerine çok zayıf olan bir takım cahiliyye dostluklarını yerleştirmeye çalışmaktadırlar. Eğer bunu başarabilirlerse, şüphesiz işgallerini devam ettirmek onlar için çok daha kolaylaşacaktır.

Dokuzuncu olarak: Nasıl ki küfür milletleri ve tağutlar bizlere karşı düşmanlık ve nefret besliyorlarsa, bizim de onlara karşı düşman ve nefret beslememiz en doğal hakkımızdır.

ALLAHu Teala şöyle buyurur: “Bununla beraber müşrikler sizinle nasıl topluca savaşırlarsa siz de onlarla topluca savaşın.” (9 Tevbe/36)

Mü’minler hakkında da şöyle buyurur: “Ve onlar ki, kendilerine zulüm isabet ettiğinde yardımlaşarak zulme karşılık verirler.” (42 Şura/39)

İbrahim en-Nehai şöyle der: “Onlar küçümsenmeyi kötü görürlerdi, güç yetirebildiklerinde ise (insanları) affederlerdi.”

Onlar, batılları, küfürleri ve dünyevi ihtirasları nedeniyle bize karşı düşmanlık ve nefret beslerler. Biz ise, hak ve hidayet nurunu, yeryüzü ve gökyüzünün cennetlerini göstermek için düşmanlık besleriz. Bu düşmanlık, gerçekte hayırlı bir düşmanlıktır. Belki de bu, onların ALLAH’ın dini olan İslam’a girmeleri için bir sebep olur.

ALLAHu Teala’nın buyurduğu gibi: “İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: “Biz sizden ve sizin ALLAH’tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek ALLAH’a iman edinceye kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.” (60 Mümtehine/4)

Bu, düşmanlığın sebebi dünya ihtirasları ya da kulun, kula kulluk yapması değildir. Bu düşmanlık, onlar tek olan ALLAH’a iman edinceye kadar devam eder. Eğer onlar, tek olan ALLAH’a iman ederlerse, bu düşmanlık yerini barışa ve nefret ise yerini sevgi ve kardeşliğe bırakır... ALLAHu Teala’nın buyurduğu gibi: “Eğer tevbe eder, namaz kılar, zekat verirlerse, artık dinde kardeşlerinizdir.” (9 Tevbe/11)

Onlara göstermiş olduğumuz düşmanlık, ibadet ve herkes için hayrı istemektir. Onların bize göstermiş oldukları düşmanlık ise, şirk, küfür ve herkes için şerri istemektir.

Hamd Alemlerin Rabbi Olan ALLAH’a Mahsustur.
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Üstte verdiğim Tüm kaynakları ve Bilgileri yazıcıdan çıkarın ve iyice Anlayarak okuyun ..Karar Sizin...
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
- وعن عطِيَّةَ بنِ عُرْوةَ السَّعْدِيِّ الصَّحَابِيِّ رضيَ اللَّه عنهُ قالَ . قال رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم « لايبلغ العبدُ أَنْ يكون من المتقين حتى يَدَعَ مالا بَأْس بِهِ حَذراً مما بِهِ بَأْسٌ )).
رواهُ الترمذي وقال : حديثٌ حسن .
597. Atıyye İbni Urve es-Sa’dî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir kul günaha girerim korkusuyla, yapılması sakıncalı olmayan bazı şeylerden bile uzak durmadıkça, müttakîler derecesine çıkamaz.”

Tirmizî, Kıyâmet 19. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 24

Atıyye İbni Urve es-Sa’dî
Hz. Peygamber ile pek az görüştüğü anlaşılan Atıyye hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Resûlullah’ın vefatından sonra Suriye’ye yerleştiği bilinmektedir. Kendisinden 3 hadis rivayet edilmiştir.
Allah ondan razı olsun.
Açıklamalar
Müttakî, Allah’a en üstün saygı duyan, emirlerini yapıp yasaklarından sakınan ve O’nu gücendirmekten korkan kimse demektir. Kulun bu haline takvâ denir. Bir kulun ulaşması arzu edilen üstün derece budur.
Bu dereceye gelebilmek için, Peygamber Efendimiz’in belirttiğine göre, haramlardan ve haram olup olmadığı kesinlikle bilinmeyen şüpheli konulardan uzak durmak gerekir. Bu hadîs-i şerîf, bir adım daha ileriye gidilerek, yapılması sakıncalı görünmeyen bazı konularda bile titiz davranmak gerektiğini öğretmektedir.
Peygamber Efendimiz’in pek değerli sahâbîsi Abdullah İbni Ömer’in bir sözünü burada hatırlamak gerekir. İbni Ömer diyor ki:
“Bir kul gönlünün şüphelendiği bir işi bırakmadıkça, gerçek takvâya ulaşamaz” (Buhârî, Îmân 1).
Demekki Allah’a en üstün saygı duyanlar derecesine çıkabilmek için, acaba bunu yapsam mı yapmasam mı diye insanı tereddüde düşüren ve kalbi rahatsız eden bazı davranışlardan uzak durmak gerekir. Bu titizliği gösterenler gerçek müttakî olur, böyle bir hesabı bulunmayanlar da takvâya hiçbir zaman erişemezler.
İslâm âlimleri takvâyı üç basamaklı olarak düşünmüşlerdir:
Birinci derecesi, şirkten yâni Allah Teâlâ’ya ortak koşmaktan ve benzeri hareketlerden uzak durmaktır. Müslüman olan herkes bu birinci basamağa çıkar.
İkinci derecesi, günah olan her şeyden sakınmaktır. Küçük ve basit görülen her günah buna dâhildir.
Üçüncü derecesi, Allah’ı düşünmekten gönlü alıkoyan her şeyi bir yana atmaktır. “Allah’tan nasıl sakınmak lâzımsa öyle sakının” [Âl-i İmrân sûresi (3), 102] âyeti, takvânın bu derecesini göstermektedir.
Peygamber Efendimiz’in yerde bulduğu bir hurmayı bile, acaba sadaka veya zekât olarak verilmiş hurmalardan mı düştü diye yemediğini 590 numaralı hadisimizde görmüştük.
Bir müslümanın hedefi, müttakî olabilmektir. Diğer bir ifadeyle Allah’a üstün saygı duyanlar ve O’nu gücendirmekten sakınanlar seviyesine ulaşmak, dünyaya vedâ edip giderken, Allah Teâlâ’nın rızâsını kazanmış olmaktır.
Bu hedefe varabilmek için, acaba bilerek veya bilmeyerek bir günah işler de Allah katındaki yerimi kaybeder miyim diye dikkatli ve titiz davranmak gerekir. Efendimiz’in buyurduğu gibi, yapılması ilk planda sakıncalı görünmeyen bazı davranışlardan bile, günaha girme endişesiyle uzak durmalıdır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Sadece günahlardan değil, günah olması ihtimâli bulunan davranışlardan bile uzak durmalıdır.
2. Gerçek müttakî olabilmek için, yapılması sakıncalı olmayan bazı davranışları, beni günaha götürebilir endişesiyle yapmamalıdır

 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Bu konuda Rasulullah (sav) mü'minlere bıraktığı ölçü şudur:
"....Abdullah ibni Mes'ud(ra) ....dedi ki:
Muhakkak ki ben Rasulullah (sav) şöyle derken işittim:
"Kim bir kavmin (topluluğun) karartısını (sayısını) çoğaltırsa o da onlardandır. Ve kim bir kavmin amelinden razı olursa onların amellerinde ortaktır."
(İbni kesir Camiu-Mesanid ve's-Sünen (27/308) hadis no: 589)

[FONT=arial,helvetica,sans-serif]İman bağlarının en sağlamı Allah için dostluk, Allah için düşmanlık, Allah için sevgidir.
[FONT=arial,helvetica,sans-serif](Kütüb-i Sitte, 10. cilt, s.141)

Üstte ki Hadis-i Şerif'e atfen söylenebilecek ve düşünülebilecek çok şeyimiz var...Sayısal çoğunluğunu arttırdığımız Toplulukların kimler olduğunu iyi derecede bilmeliyiz...Ve onlarda sakınmalıyız...Şirk ve Bid'at larına ortak olmadan ve Onları ''Uyarmak ve Tebliğ etmek'' maksadlı bu topluluk içinde bir süre kalabiliyoruz tabii onların her görüşünü Tasdik ederek değil..Tenkid ve Örnek olma noktasında aralarında bir süre Mücadele verebiliriz...

[FONT=arial,helvetica,sans-serif]Şirk ümmetimde düz taşta karanlık gecede karıncaların gezinişinden daha gizlidir. Alameti, adaletsizlikten dolayı muhabbet, ve adaletten dolayı da buğz etmektir. Ve Din, Allah için sevgi ve Allah için buğzdan başka nedir? Allah Teala buyurdu ki:"Eğer siz Allah'ı seviyorsanız Bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin.

[FONT=arial,helvetica,sans-serif](G.Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 1. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 215/16)


Ve Sonuç Olarak..

[FONT=arial,helvetica,sans-serif]"Kim bir işe girişmek ister de o hususta Müslüman biri ile muşavere ederse Allah onu işlerin en doğrusunda muvaffak kılar.''
[FONT=arial,helvetica,sans-serif]
[FONT=arial,helvetica,sans-serif](Alauddin Aliyyu'l-Muttaki, a.g.e. 3, 409, Kütüb-i Sitte, 16. Cilt)
 
E Çevrimdışı

ehl_i sünnet

Üye
İslam-TR Üyesi
EVET ÖLÇÜ BU OLMALI!!!
KESKE SAYISINI COGALTMAK ISTEDIGIM KISILERE AIT BOYLE BIR KURS OLSAYDI;HERSEY DAHA KOLAY OLURDU BENİM İÇİN!
BEN BASTA FARKLI BIR AMAC ICIN ORADA BULUNUYORDUM!!!YANI ONLARA HIC BULASMADAN HAFIZ OLUP CIKMAKTI AMA MAALESEF SOYLENEN SEYLERIN NE KADAR SACMA SAPAN SEYLER OLDUGUNU GORDUGUNUZDE YA DOGRUYU ACIKLAMAK KALIYO YA DA SUSUP KABUL ETMIS GIBI GORUNMEK!!!
BIRAZ DAHA ZAMANA IHTIYACIM VAR SANIRIM!!!
NE YAPACAGIMA KARAR VERMEK ICIN....
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
toplumda yadirganma duygusu yada millet yanlis anlarmi acaba ben onlara nederimki nasil yaparim gibi ISLAM da asli astari olmayan konulara yaklasirken ISLAM ayeti kerimeleri sunneti malesef bir taraflara cekip kendimizi insanlara yani yaradana degilde yaratilana izah etmek zorunda kalmamiz gercekten cok zor bir durum yetisme tarzlarimiz orf,adet,gibi cogu zaman ISLAM ile taban tabana zit konular bir cok zaman hepimiz gafil avliyor ALLAH celle celaluhu hepimizi sert celikten yapilmis direkler gibi eylesin bizi ISLAM disi egebilecek mevzulardan konulardan ve eylemlerden...........
 
Üst Ana Sayfa Alt