Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Ümmet Kavramı

halit bin velit Çevrimdışı

halit bin velit

Üyeliği İptal Edildi
Banned
ÜMMET
“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışır ve Allah’a inanırsınız” (3 Ali İmran /110)

Ümmet Kavramı

Aladdin PALEVİ

Ümmet kelimesi sözlükte, cemaat, yol, din, nesil ve topluluk anlamlarına gelmektedir. Kavram olarak ümmet kelimesi, insanların gerek kendi tercihleri gerekse de bir zorunluluk sonucu, belirli bir zaman diliminde yaşayan kimseler anlamına geldiği gibi, belirli bir tarih diliminde yaşayan ya da belirli bir dine inanan topluluklara verilen isimdir. Tarih boyunca belirli bir akîdeye sahip kimseler bir ümmettirler.
Hz. Adem’den Resulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) kadar İslam akîdesine inanan kimselerin hepsi tek bir ümmettir. Fakat bu ümmetin ortak noktası ne aynı zamanda yaşamaları ne de aynı ırktan gelmeleridir. Allah’ın hükmü hangi zeminde hakim ise, bu ümmetin vatanı o bölgedir. İslam akîdesine inanan kimselerin ümmet olma vasfı aynı akîde üzerinde birleşmelerinden başka bir şey değildir. Zira ümmeti ümmet yapan asıl nokta, ırk, renk, dil ve cins birleşmesi değil, akîde birleşmesidir.
Kur’an-ı Kerim’de Ümmet Kavramı
Kur’an-ı Kerim’de ümmet kavramı şu anlamlara gelmektedir:
İnsan Topluluğu/Cemaat: “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir ümmet (topluluk) bulunsun. İşte kurtuluşa eren onlardır.” (3 Ali İmran/104)
“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeğe çalışır ve Allah’a inanırsınız.” (3 Ali İmran/110)
Hayvan Topluluğu: “Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi birer ümmet olmasınlar. Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmamışızdır, sonra hepsi Rablerinin huzurunda toplanırlar.” (6 En’am/38)
Şeriat: “Ve işte bu sizin ümmetiniz bir tek ümmet ve ben de sizin Rabbinizim. Öyle ise benden sakının.” (23 Mü’minun/52)
“Hayır, onlar sadece: ‘Biz babalarımızı bu din üzerinde bulduk, biz de onların izinde gidiyoruz.’ dediler.” (43 Zuhruf/22)
Önder/İmam: “Şüphesiz İbrahim Allah’a itaat eden, Hakk’a yönelen bir önderdi. Ve hiçbir zaman müşriklerden olmadı. Allah’ın nimetlerine şükredendi. Allah onu seçmiş ve doğru yola iletmişti.” (16 Nahl/120-121)
Zaman: “Ve eğer bunlardan bir kısmının göreceği azabı ümmete (belli bir zaman kadar) erteleyecek olursak, o zaman da ‘onu engelleyen nedir ki?’ diyecekler.” (11 Hud/8)
Hadislerde Ümmet Kavramı:
“Bu ümmet (Muhammed ümmeti), diğer ümmetlere karşı üstün kılındı.”
“…Siz sonuncu ümmetsiniz. Siz ümmetlerin en hayırlısı ve Allah yanında en değerli olanısınız.”
“Ümmetimden bir grup, hak için muzaffer şekilde mücâdeleye Kıyâmet gününe kadar devam edecektir…”
“Karınca, ümmetlerden biridir.”
“Ümmetim yağmur gibidir; evveli mi, sonu mu daha hayırlıdır, bilinemez.”
Ümmet kavramının asıl unsurları, yer, zaman ve din bağıdır, yer ümmetin üzerinde yaşadığı ülke, toprak parçasıdır. Zaman, ümmetin beraberce yaşadığı çağ ya da zaman dilimdir. Din ise ümmetin fertlerinin inandığı ve hayatlarına uyguladıkları yaşam sistemidir. Bu üç bağ ve özellikle din bağı, ümmet topluluğunu oluşturan kişileri birbirine bağlar. Belli bir inanç, ideal, ülkü ve dünya görüşü etrafında birleşen topluluklar birer ‘ümmet’ oluştururlar. Ancak, İslâm kültüründe ‘ümmet’ kavramı daha çok İslâm’a gönül vermiş müslüman toplumu ifade eder. Dünyadaki bütün müslümanlar bu topluluğun gönüllü üyeleridir. Onların imamı/önderi Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem), kitapları Kur’ân-ı Kerim, ülkeleri İslâm’ı yaşayabildikleri, hayata hâkim kılabildikleri her yer, hedefleri ise İslâm’ın gerçek uygulayıcıları olarak diğer insanlar üzerine Hakk’ın şâhitleri olmak ve dünya imtihanını kazanmaktır. İslâm ümmeti, siyasî yönden güç sahibi olduğu yerlere İslâm diyarı (Dâru’l-İslâm) adını verir, İslâm’ın bütün yönleriyle böyle yerlerde yaşanabileceğini bilir.
Üzülerek belirtmekte fayda vardır ki, bugün İslam ümmeti bütünüyle parçalanmış durumdadır. Üzerinde beraberce yaşadıkları bir karış toprak parçasına dahi sahip değildir bugün İslam ümmeti. Müslüman fertlerin üzerinde yaşadıkları toprak parçaları bütünüyle kafirlerin ve mürtedlerin kontrolü altına geçmiştir. Müslümanlar arasında ne bir inanç birliği, ne de ortak hareket etme fikri kalmamıştır.
İslam Ümmetinin Görevi
Bu açıklamalardan sonra artık bu ümmetin, İslam ümmetinin konumu ve görevlerine geçebiliriz. Allahu Tealâ şöyle buyurmaktadır:
“Böylece sizi insanlara şâhid olmanız için vasat (orta, âdil, dengeli) bir ümmet yaptık. Rasûl de size şâhiddir. Biz Rasûl’e uyanı, ökçesi üzerinde geriye dönenden ayıralım diye, yöneldiğini kıble yaptık.” (2/Bakara, 143)
Allahu Tealâ Müslümanları şahid, yani hakka, hidayete tanıklık ve örneklik yapan bir ümmet olarak vasfetmektedir. Aynı zaman da bu ümmet vasat bir ümmettir. Bu ümmetin vasat olması ve üzerinde bulunduğu yola şahitlik yapmasının gereği ise bir başka ayette şu şekilde açıklanmaktadır:
”Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeğe çalışır ve Allah’a inanırsınız.” (3 Ali İmran/110)
İslam ümmetinin temel vasfı iyiliği emretmesi, insanları hayra davet etmesi bununla birlikte her nevi münkerden/kötülükten alıkoymak için bütün gücü ile uğraş vermesidir. İslam ümmetini “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet” kılan temel vasıf işte budur. Tebliğ, davet, irşad, iyiliği emretmek ve kötülükten nehyetmek gibi temel görevlerinden uzak bir ümmetinin İslam ümmeti olarak isimlendirilmesi ise asla söz konusu değildir. Bakınız bu ayetin tefsirinde Seyyid Kutub şunları söylemektedir:
“Bu müslüman cemaatin, kendi gerçeğini ve değerini bilmeleri için idrak etmeleri gereken şey budur… Aynı zamanda bu cemaat öncü ve önder olarak çıkarılmıştır. Yüce Allah, yeryüzü önderliğinin, iyiliğin emrinde olmasını diler, kötülüğün değil. Bu yüzden müslüman ümmetin kendi dışındaki cahiliyyeye mensup milletlere herhangi bir konuda başvurması, konumuna uygun bir davranış değildir. Ancak diğer milletler müslümanın akidesine başvurabilirler. Bunlar aynı zamanda yanlarında var olan İslâm’daki sağlam inanç, düşünce sistemi, ahlâk, marifet ve ilim gibi şeylerden yararlanabilirler. Bu yararlandırma müslümana, bulunduğu konumun ve varlık gayesinin yüklediği bir görevdir. Onun görevi sürekli önde bulunmak ve daima önderlik makamında olmaktır. Bu makamda bulunabilmek için bazı gerekler vardır. Öncelikle iddia ile verilmez, aynı zamanda, ehil olunmadıkça da teslim edilmez. Müslüman cemaat ise gerek itikadi düşüncesi gerekse sosyal düzeniyle bu makama layıktır. Ancak bu görevini sürdürebilmesi ve hilâfet görevinin hakkını verebilmesi için ilmi ilerleme ve yeryüzünün imarı konusunda da ehil olmalıdır. Bu ümmetin, doğrultusunda hareket ettiği ilahi metod, ondan çok şey istemektedir. Eğer müslüman ona uyup icaplarını yerine getirerek gereklerini ve yükümlülüklerini idrak ederse bu inanç müslüman cemaati her alanda ileriye götürmektedir.
Bu konumun başta gelen gereklerinden biri; beşer hayatının şer ve fesattan korunması ile iyiliği emr ve kötülüğü nehy görevini yerine getirebilmesi için, kendisine özgü bir kuvvetinin bulunmasıdır. Evet, bu ümmet insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetdir. Bu özellik güzel davranmaktan ve sevmekten kaynaklanmadığı gibi tesadüf eseri verilmiş herhangi bir değeri olmayan birşey de değildir. Aynı zamanda “Biz Allah’ın çocukları ve sevenleriyiz” diyen ehl-i kitabın dediği gibi özellikleri ve yücelikleri dağıtmak ta değildir. Asla. Yüce Allah bütün bunlardan münezzehtir. Bu din, iyilik ve kötülüğün sınırlarını belirleyen, imanla beraber beşer hayatını, kötülükten koruyup iyilik üzere ikame etmek için uygun bir pratiktir.
“…İyiliği emreder kötülükten sakındırırsınız. Ve Allah’a inanırsınız.”
Bu, hayırlı ümmetin, yükümlülükleri ve bu yükümlülüklerin ötesindeki zorluklar ve yolundaki dikenlerle beraber yükselmesidir. Bu, kötülüğe saldırıp, iyiliği teşvik etmek ve toplumu fesat etkenlerinden korumaktır. Bütün bunlar zor ve meşakkatli işler olmakla beraber salih bir toplum kurmak, korumak ve yüce Allah’ın dilediği hayat tarzını gerçekleştirmek için zaruridir.
Şüphesiz, değerler için sağlıklı bir ölçü koymak ve iyilikle kötülüğe sağlıklı bir tanım getirmek için Allah’a iman gereklidir. Ayrıca bu konuda toplumun uyum içinde olması da yeterli değildir. Çünkü fesat o derece yaygınlaşır ki, ölçüleri bozup toplumu yanıltabilir. O halde hayr, şerr, üstünlük, alçaklık, iyilik ve kötülük hakkında insanlardan herhangi bir neslin üzerinde ittifak ettiği kuralın dışında, bir temele dayanan değişmez bir ölçüye dönmek kaçınılmazdır. İman insanın kendisine varlık ve yaratanıyla olan ilişkileri konusu ile varlığının gayesi ve bu evrendeki gerçek konumu hakkında sağlıklı bir düşünce yerleştirmekle bu ölçüyü gerçekleştirir. İşte bu genel ölçüden ahlaki kurallar doğar… Çünkü, Allah’ın rızasını celbetmek ve O’nun gazabından sakınmak duygusu insanı bu kuralları gerçekleştirmeye sevkeder. Aynı şekilde Allah’ın vicdanlar üzerindeki egemenliği ve O’nun şeriatının toplum üzerindeki hakimiyeti bu kuralları koruma düşüncesini güçlendirir. Sonra, iyiliği emredip kötülükten nehyederek hayra çağıranların bu meşakkatli yolda yürümeleri ve zorluklara güç yetirebilmeleri için kuvvetli bir imana sahip olmaları kaçınılmazdır. Çünkü, bütün dehşet ve azametiyle kötülüğün tağutu, bütün edepsizliği ve şiddetiyle şehvetin tağutu ve habis ruhların alçaklığı, gayretlerin isteksizliği ve arzuların ağırlığıyla karşılaşacaklardır. Bunlara karşılık azıkları sadece imandır. Bütün cephaneleri imandır ve destekleri yalnızca Allah’tır. Çünkü iman azığından başka bütün azıklar tükenir, iman cephanesinden başka bütün cephaneler patlar ve Allah’ın desteğinden başka bütün destekler yıkılır.
Müslüman cemaate, kendi içinde hayra çağıran iyiliği emredip kötülüğü nehyeden bir grup oluşturmaları görevi veriliyor. Burada ise yüce Allah müslümanların tümünü insanlık cemiyetinde tanınmalarını sağlayan bu yüce esasları yaygınlaştırmadıkları sürece gerçek anlamda varolamayacaklarını anlamasını sağlamak için bu sıfatlarla nitelendiriyor. Ortada iki durum var. Ya Allah’a imanla beraber hayra çağırıp, iyiliği emr ve kötülüğü nehyedecekler ki, ancak bu durumda gerçek anlamda varlıkları söz konusu olabilir ve müslüman ismini hakkedebilirler. Ya da bunlardan hiçbirini yerine getirmeyecekler ve bu durumda da varlıkları söz konusu olamayacağı gibi müslüman sıfatına da lâyık olmayacaklardır.
Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde bu hakikat yerleştirilir. Ayrıca aşağıda bazısını aktaracağımız Resulullah’ın birçok sahih emir ve direktifleri mevcuttur:
“Ebu Said el-Hudri’den, Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dediğini işittim: “Sizden biriniz bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin, şayet buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin, ona da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu ise imanın en zayıfıdır.”
İbn-i Mes’ud, Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet eder: “İsrailoğulları günaha dalınca alimleri onları nehyettiler; fakat, onlar dinlemediler. Alimler de onlarla düşüp kalktılar ve yiyip içtiler. Allah da bazısının kalbini bazısına çarptı. Davut’un, Süleyman’ın ve Meryem oğlu İsa’nın dilinden onlara lanet etti. -Sonra Resulullah oturup şöyle dedi “Hayır nefsim elinde olana yemin ederim ki; siz onları hakka döndürünceye kadar uğraşırsınız’ Yani şefkat gösterir, çevirirsiniz.”
Huzeyfe’nin rivayetine göre Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Nefsim elinde olana yemin ederim ki ya iyiliği emreder, kötülüğü nehyedersiniz ya da Allah üzerinize azabını gönderir de dua edersiniz ama duanızı kabul etmez.”
İrs İbni Umeyr el-Kindi’den rivayetle, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Yeryüzünde hata işlendiğini görüp de nehyedenler onu görmemiş gibidirler. Görmeyip de rıza gösterenler görmüş gibidirler.”
Bunlardan başka daha birçok hadis… Hepsi de müslüman toplumda bu özelliğin temel oluşunu ve gerekliliğini yerleştiriyor. Ayrıca Kur’an ayetlerinin yanında bu hadisler, değerini ve hakikatini bilemediğimiz geniş ve planlı bir eğitim ve yöneltmenin unsurlarını içermektedir.”
Seyyid Kutub’un bu mükemmel izahlarından sonra diyebiliriz ki, bugün bizlere düşen hakiki anlamıyla bir ümmet olabilme savaşı vermektir. Bunun için öncelikle ümmet arasında mevcut fikri ihtilafları giderebilme adına ilme sarılmak, tedris ettiğimiz ilimle amel etmek ve ümmeti ümmet yapan bütün unsurlara tekrar kavuşabilmek için yeryüzünden şirki bütünüyle kaldırıp yerine La İlahe İllallah bayrağı dalgalandırana dek bütün gücümüzle mücadele etmemizdir. İşte böyle bir çalışmayla İslam ümmetinin temel görevini yerine getirebiliriz ve gerçek anlamıyla bir ümmet olabiliriz.





Ahmed bin Hanbel, 5/383
Tirmizî, Tefsir Âl-i İmrân, hadis no: 3004; İbn Mâce, Zühd 34, hadis no: 4288
Müslim, İman 247
Müslim, Selâm 148
Tirmizî, Emsâl 6, hadis no: 2873

Müslim
Ebu Davud ve Tirmizi
Tirmizi
Ebu Davud
Fi Zilal’il Kur’an
 
Üst Ana Sayfa Alt