Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

TAĞUTLARLA KARŞILAŞMA KONUSUNDA ACELEYE

E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
TAĞUTLARLA KARŞILAŞMA KONUSUNDA ACELEYE
KAÇILDIĞI İDDİASI


Bazı Müslüman müfekkirler ile kimi İslami cemaatler arasında şer’i yönü olmayan, Müslüman kafadan çıkmayan, objektiflikten uzak garip bir iddia dolaşmaktadır. Bu iddiaya göre, bizi savaşa sürükleyen, dilediği zaman ve dilediği şekilde savaşa son vermek için zaman ve teçhizatını belirleyen bizzat mürtedlerin kendileridir. Dolayısıyla düşmanın belirlediği zamanda savaşa girmemeli, onların isteyip de bizim istemediğimiz bir zamanda karşılaşmanın meydana gelmesine mani olmak için, otoritenin zorbalıklarına tahammül etmeliyiz.
Şüphesiz bu düşünce, fikir olarak güzeldir. Çünkü savaş meydanında
zaferin elde edilmesini ve düşmanın hezimete uğramasını sağlayan etkenlerden biri de, savaşın uygun bir zamanda yapılmasıdır. Ancak, bu düşünce doğru esaslara dayanmamaktadır. İslami hareketin hedefine ulaşmasını engelleyen asıl neden, savaş tarihini kendisinin belirlememesi midir? Cihadi olsun veya olmasın hareketlerle, mürted otoriteler arasında meydana gelen çarpışmaların bu düşünce ve hareket çevrelerini böyle bir neticeye sevketmesi doğru mudur?
Öncelikle şunu söylemeliyim ki, tağutların, istedikleri vakitte, herhangi bir hareketi savaşa sürüklemeleri hiç meydana gelmiş değildir. Yine cemaatlerle tağutlar arasında meydana gelen savaşlarda, cemaatlerin hezimete uğramalarının sebepleri, savaş takviminin yanlış saptanması da değildir.
Çünkü tağutlar, kendileriyle bu hareketler arasında hangi savaş meydana gelmiş ise herkese bütün avazıyla şu iki şeyi ilan etmiştir: Korku ve dostlarından yardım beklediğini. Ancak sonunda neticenin lehlerine dönüşmesiyle ümmete karşı kötülük ve kinlerini yayabilmiş; elde ettikleri ani zaferleri cahiliyenin köklü olma yalanına dayandırmış ve İslam’ın devlet ve ümmet anlayışını zayıflatma teşebbüsünde bulunabilmişlerdir. Evet, bu hareketlerin
hezimete uğraması İslam için korkunç bir şey olmuştur. Ancak bu hezimetin sebebi, tağutların belirledikleri vakitte savaşın olması değildir.
İster bid’at ehli olsun ister sünni, İslam’ı temsilen ortaya çıkan ve eylemlerinden çok çeşitli tecrübeler edindiğimiz hareketleri iki başlık altında özetlememiz mümkündür. Şöyle ki:

Siyasi Hareketler: Bunlar, tağutları ortadan kaldırıp yok etmek için tek şer’i yol olarak cihadı görmeyen hareketlerdir. Ki, bid’atçı İhvan-ı Müslimin, Hizbü’t-Tahrir, Tebliğ Cemaati ve diğer ıslahatçı cemaatlerden, sözde selefiliğe davet edenlere kadar bir çok cemaat ve örgüt bu kabildendir.

Savaş Yanlısı Hareketler: Bunlara göre tağutları yok etmenin tek şer’i yolu savaştır. Bu hareketin içinde de sünni ve bid’atçı olan değişik cemaatler yer almaktadır.
Tağutlara karşı yapılan cihadi eylemler konusunda acele edildiğini savunanların ileri sürdükleri tecrübelerden bazıları siyasi hareketlere, bazıları da savaş yanlısı olan hareketlere ait olan tecrübelerdir.
Halbuki siyasi hareketleri ve onların başlarına gelenleri delil olarak
göstermek, batıl bir delillendirmedir. Çünkü bu cemaatlerin ne zihniyetlerinde ve ne de programlarında, tağutlarla karşılaşmak ve muharebe etmek, savaş için hazırlıklı olmak, silahların çeşitlerini ve savaş tekniklerini öğrenmek
yoktur.
Savaş yanlısı hareketlere gelince; doğrusu, bu cemaatler kendileri
meydana çıkmış ve işe başlamışlardır. Yoksa tağutlar, bunları harekete geçirip ayaklandırmış değildir. Şeriatın bu iddiaya bakış açısına gelince, bu mürtedler hakkındaki şer’i hükümlerin tatbiki ile ilgili din anlayışını arzetmeden önce, günümüz müfekkirlerini, Allah’ın ve Rasulü’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem kastettiklerini anlamaktan alıkoyan, zihinlerindeki yeni bir engeli açıklamak mecburiyetindeyim...
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
TAHRİF EHLİ VE SİYASİ TAHLİL (KOMPLO VE İŞBİRLİKÇİ
NAZARİYESİ)

İslam tarihi boyunca şeytan, sapık akımların zihniyetine bazı bid’at ve talihsizlik mevzusu olan şeyler sokarak, onların şer’i hükümleri anlamada, bunları kaide ve usül olarak kabul etmelerini sağlamıştır. Mesela, önce tasavvuf ehlini ele alalım: İmamlarından biri (Gazzali); nefis terbiyesi ve nefsin sufilik ve irfanla eğitimi konusunda yazdığı bir kitabında, sufi adayını Kuran-ı Kerim’i okumama hususunda uyararak tenbihte bulunmaktadır ve uyarıya sebep olarak da Kur’an okumanın nefsin bütünleşmesini bozduğunu söylemektedir. Ona göre, sufi adayının, halvetin tadına varabilmesi için himmetini bir tek noktada toplayıp yoğunlaştırması gerekir. Kuran-ı Kerim okuyan kimsenin himmeti ise dağılır. Şöyle ki mesela; Bakara Suresi’ni okuyan kimse, ilk ayetlerde mü’minleri, sonra kafirleri, sonra münafıkları, sonra Adem Aleyhisselam ve kıssasını, sonra İsrailoğullarını okumaktadır. Böylesi değişik konuları, ona göre, okumak himmeti ve düşünceyi dağıtmaktadır. Bu ise, tasavvuf yolcusunu bozar. Allahu Teala’nın Kitabı’nı okumaktan nefret ettiren bu mezhep taraftarlarının zihinlerinde kaide olarak yerleşen bu tür şeytani engeller bulunmaktadır.
Bazı görüş ve mezhep taraftarları mezhep imamlarına veya mezheplerinin
görüşlerine arzedinceye kadar hadis ile amel etmeyi men etmektedirler.
Eğer imamı o hadis ile amel etmiş ise o da amel eder, eğer imamı reddetmiş
ise o da reddeder.
Kelam ehli, Kur’an ve Sünnet ile amel etmek için kural olarak bunları akla arzetmeyi belirlemişlerdir. Dolayısıyla eğer akıl kabul ederse kelamcı amel eder, eğer akıl reddederse o da inkar eder veya te’vil eder.
Liste bu şekilde uzayıp gitmektedir. Kısaca şeytanın, insanları şer’i hükümleri
tatbik etmekten alıkoyan çeşit çeşit hileleri bulunmaktadır.
Zamanımıza gelince, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem sünnetini okuyup derin bilgi sahibi olmayan fıkıh çocuklarıyla, İslam düşünürlerini yoldan çıkarmak için şeytan başka bir yol izlemekte ve bu yeni yol sayesinde onları şer’i hükümleri inkar etmeye sevketmektedir. Bu yol, şer’i hükümleri reddetme konusunda sufilerin zevkine, felsefecilerin aklına ve bid’atçıların görüşüne denktir ve “Siyasi çözüm” olarak isimlendirilmetedir.
Fıkıh iddiasında bulunanlar ile fikir çocukları, bu yeni oyunu, mücahidleri yaptıkları eylemlerden dolayı suçlamak için sahneye koymuşlardır. Bunlara göre, mücahidlerin yaptıkları her faaliyet uluslararası oyunun bir parçasıdır. Dolayısıyla dünyanın hangi bölgesinde olursa olsun bu faaliyetler, çekişen kutuplardan birine hizmet eder. Çünkü İslam alemi, uluslararası kutuplar arasında çekişme bölgesidir. Her devlet onun bir parçasına sahip olmak için can atmaktadır. Dolayısıyla onlara göre, mücahidlerin eylem yapmaları veya savaşa girmeleri, sadece Allah düşmanlarının işlerine yaramaktadır.
İnsanlar, daha önceden heva ehlinin (Allah düşmanlarına hizmet için) Afganistan’daki cihadı nasıl analiz ettiklerini duymuşlardır. Bunlar oradaki cihadın Amerika’ya hizmet ettiğini söylemişlerdi. Sonra bu ahmakların zihniyetine göre Abdullah Azzam bir Amerikan uşağıdır. Bazıları ise görüşlerini kabul ettirmek için daha yumuşak bir ifade kullanır ve Abdullah Azzam’ın kolay aldatılan saf biri olduğunu söylerler. Netice olarak onlara göre de Abdullah Azzam bir Amerikan casusudur. Casuslar ise kafirdir. O halde Abdullah Azzam kafirdir. Bu şeytani oyunu oynayanlardan bazıları ağzın alabileceği kadar bunu söyler, bazıları belli bir sınıra kadar varır. Bazıları ise Şeyh Abdullah Azzam’ın Rahimehullah öldürülmesinden sonra susmuştur.
Tabii ki bu zatı öldüren, siyasi çözümü savunanların bizzat liderleridir. Siyasi çözümü savunanlar, yeryüzündeki Rabbani hareketlerin, İslam’a zerre kadar faydası olmayan belli uluslararası cereyanlar arasında yer aldığını söyleyecek cür’ettedirler. Heva ehli, çeşitli mantiki ustalıklarla Allah’ın hükmünü, olması gerektiği doğru şeklinden uzaklaştırmaya çalışır. Bazen nefsi zevklerin şeriattan önce geldiğini söyleyerek konuya yaklaşırlar. Bu, birçok insan arasında yaygın olan bir husustur. Bu nedenle kendilerine Allahu Teala’nın bir hükmünden bahsedildiği zaman; “Bu hüküm beni tatmin etmiyor” veya “hoşuma gitmiyor” diye cevap verirler. Keşke bunlar sünneti iyi bilselerdi. Doğrusu bunlar, ancak arada sırada sünnete başvurur ve sadece bazı hadisleri bilirler.
Kur’an’ı da bilerek ve anlayarak okumuş değillerdir. Bilakis kelimeleri devirerek süratli bir şekilde okurlar. Hal böyle iken böyle bir kimsenin görüşü, sünnete veya mizacı, hakka nasıl yakın olabilir ki? Şunu belirtmeliyiz ki, nefsini şeriattan önde tutup, şu güzeldir veya çirkindir diye hüküm veren kimse kafir ve zındıktır. Bu nedenle kişi bu konuda son derece dikkatli olmalıdır. Çünkü bu, bilgisizce Allah’a iftira atmak kabilindendir. Bu ise şirkin en büyüğüdür. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurur. “De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri; günahı ve haksız yere zulmetmeyi, hakkında hiçbir delil indirilmeyen bir şeyi Allah’a ortak koşmayı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.”427 Dikkat edilirse Allahu Teala bu ayette günahları sıralamakta ve Allah hakkında bilinmeyen şeyleri söylemeyi en büyük günah olarak takdim etmektedir. Aşırılıktan Allah’a sığınırız. Şeyhü’lİslam İbn-i Teymiye’nin “el-İstikame” isimli kitabında bu konuyla ilgili çok değerli bir yorumu vardır. Oraya müracaat ediniz, zira gerçekten önemlidir.
427 A’raf/33
Daha önce de geçtiği üzere, şeytanın günümüzde insanları şer’i hükümlerden
uzaklaştırmak için ortaya attığı felaketlerden biri de, siyasi çözüm (tahlil) denilen şeydir. Bu konu garip ve insanların, farklı farklı düşündükleri bir konudur. Bazen insanın aklı karışır, bazen de hayrete düşer. Zanna dayanan
bu şeytani yolun usül kaideleriyle nasıl çeliştiğini arzetmeden önce kaynağı hakkında kısaca bazı notlar aktarmak istiyorum.
Öyle inanıyorum ki, ülkemizdeki bu görüşün ilk mimarları solculardır. Kendi görüş ve düşüncelerinin yararına kullanmak için bu kapıyı açanlar onlardır. Bunlar, sağcı veya (kendi ifadeleriyle) gerici hükümetlere karşı devrimlerini gerçekleştirmek için; sabah-akşam ve her yerde hükümetlerin, batının ve özellikle de Amerika ve İngiltere’nin casusları olduğunu tekrarlayıp dururlar. İngiltere ve onunla beraber olan tarihi emperyalist devletler ile Amerika gibi sonradan onlara iltihak edenler, zihinlerimizde kötü ve çirkin bir şekilde yer almışlardır. Bunların, zihinlerimizde böylesine kötü bir şekilde yer almasının sebebi, bıraktıkları kötü izler ve bunların günümüze kadar devam eden kötülükleridir. Ayrıca ülkemizdeki bütünlüğü ve sınırları bozup parçalamaları,
ülkemizin zenginliklerini yağmalamaları ve Filistin meselesi, Müslümanların
aklına Batı tarihinin kötülüklerle dolu olduğunu nakşetmiştir. Ki bunlar Batı’nın halkın gözünden düşüp saygınlığını yitirmesi için yeterli olmuştur.
Düşmanını yok etmek istediğinde, öncelikle onu casuslukla suçlaman
yeterlidir. Sonuçta bu isimlendirme artık her yerde konuşulur hale gelir.
Memleketimizde devrim yapanlar, kendilerini vatanperverlikle temize çıkarırken,
seleflerini ise emperyalistlerin casusları olmakla suçlarlar. Bu ufacık başlangıç, dünya olaylarını açıklamada öylesine gelişmiştir ki, insanlar arasında, “Eğer denizde balıkların öldüğünü görürseniz, İngilizleri düşünün” sözü meşhur olmuştur. Müslümanın kulağına saldırı sesleri geldiğinde, az bir ürpermeden sonra olayların içinde casusların ellerinin olduğunu düşünmüştür. Çünkü ona göre, yeryüzünde veya denizaltında meydana gelen her olayda mutlaka büyük devletlerin eli vardır. Olayların açıklamasını bu çerçevede yapanlar, çalışkan ve uzman kişiler olarak görülmektedir. Bu tarzda yazılmış olan birçok kitap bulunmaktadır. Bu kitaplara göre küçükbüyük, dünyada meydana gelen bütün olaylar gizli bir dünya tarafından organize edilmektedir. Mesela bunlardan bazıları Masonlar veya Rotari klüpleri tarafından organize edilmektedir. Modernist Müslümanlar ise, kendilerine göre basit kafalı olarak gördükleri Müslümanları aşağılayarak, cin ve şeytanların da bazı şeylerden sorumlu olabileceğine göre değil, bu gizli hükümetler ve yeraltı dünyaları ile açıklamaya çalışırlar. Yani bunlar olayları cin ve şeytanlara göre değerlendiren mutasavvıfların aksine gizli hükümetlerle bağlantı kurarak, kendilerine göre daha ilmi çalışmalar yapmış olmaktadırlar.

Burada söylediklerimden cin ve şeytan alemini inkar ettiğim ve onların
başımıza gelen olaylarla ilgilerinin olduğu veya İslam’a ve Müslümanlara
karşı sinsi planlar yapan düşmanların varlığını inkar ettiğim anlaşılmamalıdır.
Allahu Teala’nın lütfuyla şu ana kadar böyle bir şey asla düşünmüş değilim.
Yani ben, hem cinlerin hem de insanların içinde şeytanların olduğuna ve Allahu Teala’nın: “Onlardan bazısı bazısını aldatmak için yaldızlı sözler fısıldarlar”428 sözüne iman eden bir kimseyim. Ama ben, Muhammed Ali Kıley’in kafir cinlerden yardım isteyen rakibi Joe Frizer’e karşı elde ettiği galibiyetin, Müslüman cinlerden yardım aldığı için olduğuna inanmıyorum.
İlginçtir ki insanlar, hayattaki olayları sadece casusluğa, gizli hükümetlere ve dünyadaki kuvvetlerarası çatışmaya bağlamaktadırlar. İslami cemaatlerden bu konuya önderlik yapan ise, Hizbü’t-Tahrir’dir. Hizbü’t-Tahrir, hala yayın organlarında durmadan Amerika ile İngiltere arasında bütün şiddetiyle devam eden çatışmanın, Arap dünyasını parçalamak için olduğunu, ortaya
çıkan mel’un liderlerin, mürted hakimlerin, kabile reislerinin, örgüt liderlerinin
veya meydana gelen savaş ve inkılapların hep bu maksada yönelik olduğunu tekrarlamaktadır. Bu görüş son derece yaygınlık kazanan bir görüş haline gelmiştir. Hatta çocuklar bile, meydana gelen olaylara, uluslararası gizli ellerin sebep olduklarını konuşmaktadırlar. Zikre şayandır ki, bu nevi tahlilleri yapanlar, bölgede sosyalist kampının hiçbir etkisinin olmadığını düşünmektedirler. Bazıları aynı silahı Hizbü’t-Tahrir’e karşı kullanarak, onları, İngiltere casusu olmakla suçlamışlar ve böylece sihir, sihirbaza dönmüştür. Şair ne kadar da doğru söylemiştir:
Ben, her gün ona atış öğrettim,
Güçlenince beni hedef aldı.

Buna mukabil, bazıları konuyu Yahudi hükümetine bağlamaktadır.
Onlara göre dünyada meydana gelen bütün olaylara rehberlik edenler Yahudilerdir. Bazıları da her şeyi komünizme dayandırmaktadır. Dolayısıyla onlara göre, demokratik ve sağcı ülkelerle savaşanlar komünistlerdir. Ürdün’de
bulunan bir akım, idarecilerin aleyhinde konuşan, kötülüklerini ifşa eden,
ümmeti onlara saldırmaya teşvik eden herkesin, Yahudiler ile irtibat içinde
olduklarını söylemektedir. Görüldüğü gibi, olayların failleri olarak farklı
kutuplar suçlansa da, bütün yorumlar entrika senaryolarına dayanmaktadır.
Bizi ilgilendiren, dünya olayları hakkındaki bu anlayışın tehlikeli olması
ve bununla ilgili şer’i hükümlerdir.
428 En’am/112
Yukarıdaki tahlilleri yapanların delillerine baktığımızda bunların kuru birer iddia olduğunu ve çocuklardan başkası tarafından kabul görmeyeceğini görürüz. Çünkü bu bakış açısının taraftarlarına göre, falan adam sadece içinde yöneticilerden birinin fotoğrafı olan bir dergiyi satın aldığı veya falan devletin ürettiği ayakkabıları giydiği için casuslukla suçlanmaktadır. Görüldüğü gibi bu delillerin hiç biri muteber deliller değildir. Bize göre casusluk, bağlılık ve yardımdır. İşte kafir bir devlete bu şekilde casusluk yapan, yardım ettiği devlet gibi kafirdir ve Allah’ın hükmüne göre cezası ölümdür. Alimlerin cumhuruna göre casusların hükmü budur. Bu nedenle herhangi bir kimseyi
veya hareketi casuslukla suçlamak, şakaya gelmeyen son derece önemli bir
husustur. Bize düşen ise, sadece zanna dayanarak başkalarını tekfirden
sakınmak ve akıllı davranmaktır.


Şeyh Ebu Katade El Filistini
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt