Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Şirk Çeşitleri Hangileridir?

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
M Çevrimdışı

muttasin

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Tevhidin yalnızca " Allah'ın dünyasında, Allah'ın dediği olacak" şeklinde yalnızca siyasal yönü mü vardır?
Tevhidin ruhi, bedeni, kalbi, ibadi, ailevi, dünyevi, ahlaki yönleri de var mıdır?

Şirk yalnızca politika ile işlenebilen birşey midir?
Korku, sevgi, umut bağlamak, yardım ummak, şüphe etmek gibi duyguları da içinde barındıran bir olgu mudur?

Ek olarak Kuranı bir akaid kitabı şeklinde okuduğumuzda en çok hangi tür şirkten bahsetmektedir?
Ayetlere-Kurana inanmama durumu mu?
Ahirette-kıyamete inanmama, ondan şüphe etme durumu mu?
Başka Rabler edinme durumu mu?
Başkasına dua etme, korkma, sevme, güvenme, aracı kılma, itaat etme durumları mı?
Vb..
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
ŞİRK ve ÇEŞİTLERİ

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
Allah’a ibadet edin. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın.” (Nisa: 36 )

Bu ayette Allah (c.c) ibadetlerin yalnız kendisine yapılmasını ve hiçbir şekilde şirk koşulmamasını emrediyor. Allah (c.c) başka ayetler de ise; şirk koşulması ve tevbe etmeden bu hal üzere ölünmesi halinde, bunu asla bağışlamayacağını şöyle bildiriyor:

Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Bundan başkasını dilediğine bağışlar.” (Nisa: 116 )

Kim Allah’a şirk koşarsa muhakkak ki Allah ona cenneti haram eder. Varacağı yer ateştir. Zulmedenlerin yardımcıları yoktur.” (Maide: 72)

Eğer Allah’a şirk koşsalardı yaptıkları boşa giderdi.”(En'am:88 )

Bu ayetlerde Allah’ın asla affetmeyeceği, amelleri boşa çıkarıcı ve sahibini ebedi cehenneme götürecek bir şeyden bahsediliyor; şirk... O halde nedir bu şirk? Onu bilmemiz gerekir ki bilmeyerek dahi olsa amellerimizi boşa çıkarıp bizi ebedi cehenneme sürüklemesinden korunabilelim. Zira şirki bilmeyen kişi her an şirke düşebilir.

Şirk: Kur’an ve sünnette ibadet olarak bildirilen şeylerin Allah’tan başkasına veya Allah’la beraber bir başkasına yapılmasıdır.
Allah (c.c) Kur’an ve sünnette şirki çok net ve açık bir şekilde açıklamış ve bu konudaki bilmemeyi mazeret olarak kabul etmemiştir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
Onların çoğu ortak koşmadan Allah’a inanmazlar.” ( Yusuf: 106 )

Allah (c.c) bu ayette içinde şirkin bulunduğu imanı kabul etmeyeceğini ve insanların çoğunun da bu şekilde ibadetlerine şirk karıştırarak iman ettiklerini bildiriyor. Fakat Allah insanların çoğunun bunu yapmasını mazeret olarak kabul etmemiş, onları müslüman olarak isimlendirmeyip müşrik olarak isimlendirmiştir. Çünkü Allah ancak kendisine şirksiz olarak yapılacak iman ve ibadeti kabul eder.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
Allah’a ortak koşanlar, nefislerinin küfrünü göre göre Allah’ın mescidlerini onaramazlar. Onların yaptıkları boşa çıkmıştır. Ve onlar, ateşte ebedi kalacaklardır.” (Tevbe: 17 )

De ki: ‘Allah’tan başkasına ibadet etmemi mi bana emrediyorsunuz ey cahiller?” Sana ve senden öncekilere şöyle vahyedildi: “Andolsun ki eğer (Allah’a) ortak koşarsan amelin boşa çıkar ve ziyana uğrayanlardan olursun’.” (Zümer: 64-65 )

Muhsin olarak (iyilik yaparak) yüzünü Allah’a çeviren kimse muhakkak, sapasağlam bir kulpa sarılmıştır. Bütün işlerin sonu Allah’a döner.” ( Lokman: 22 )

Ayette geçen “muhsin olarak” kelimesi “şirk koşmamak” anlamındadır. İbadetler, Allah’tan başkasına Allah’la beraber dahi olsa yapıldığında Allah’a şirk koşulmuş olur. İnsanların çoğu; “ibadet nedir?” diye sorulduğunda “namaz, oruç, hac, zekat, kurban kesmek” gibi ibadetleri sayarlar ve bunların Allah’tan başkasına yapılmasının şirk olacağını söylerler. Fakat Allah (c.c) bunların dışında da bazı ibadetlerin olduğunu ve bunları insanların çoğunun bilmediğini bildiriyor. Bu meselenin daha iyi anlaşılması için birkaç örnek verelim:

1) Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
Hüküm vermek yalnız Allah’a aittir. Allah, kendisinden başkasına değil yalnız O’na ibadet etmenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf: 40 )

Allah (c.c) bu ayeti kerimede bize hüküm vermenin “yalnız kendisine ait” olduğunu ve yalnızca kendisinin hükmüne itaat edilmesi gerektiğini emrettikten sonra, “hükümlerine itaatin de bir ibadet olduğunu” bu nedenle kendisinden başkasının hükmüne itaat etmenin şirk olduğunu bildiriyor. Ayetin devamında ise bunun- yani yalnız Allah’ın hükümlerine itaatin- ibadet olduğunu da insanların çoğunun bilmediğini belirtiyor. Allah katında geçerli olan dinin de ancak hükmün tamamen Allah’a tanındığında mümkün olacağını “dosdoğru din budur” sözüyle ifade ediyor. Hüküm ancak gerçek ilahlık sıfatına sahip olan Allah’a aittir. Çünkü bu hak Allah’tan başkasına verildiğinde o kişiye ibadet edilmiş olunur. Halbuki Allah ayette yalnız kendisine ibadet edilmesini emrediyor. “Yalnız O’na ibadet etmenizi emretti.”

Allah’ın hakkı olan hüküm verme yetkisi; ister Allah’la beraber başka birisine, isterse sadece Allah’ın dışındaki birisine verilsin, bu hak her kime tanınırsa ona ilahlık sıfatı verilmiş olur. Velev ki ona: “Sen ilahımızsın” denmese bile. Çünkü bu hak her kime verilirse ona ibadet edilmiş olunur. İnsanların çoğu Allah’tan başka bir varlığa namaz kılındığında, onun için oruç tutulduğunda veya onun için haccedildiğinde bu varlığa ibadet edilmiş olunacağını kabul ediyorlar. Fakat bunlar gibi bir ibadet olan hüküm verme yetkisinin Allah’tan başkasına verilmesinin ona ibadet olduğunu anlamıyorlar. Allah (c.c) bu ayette işte bu gerçeğe işaret ediyor ve “İnsanların çoğu bilmezler.” buyuruyor. Yani; insanların çoğu hüküm verme yetkisini tanıdığı kişi ya da kişilere ibadet ettiklerini bilmiyorlar. Fakat Allah (c.c) onların dosdoğru din üzerinde olmadıklarını bildiriyor.

Dosdoğru din üzere olmak ise; ancak bütün hüküm verme yetkisinin yalnız Allah’a verilmesiyle sağlanabilir. İşte ayette geçen “dosdoğru din”in manası budur. Bazı kimseler yeryüzüne İslamı hakim kılmak için, küfür düzeninin dar’ün-nedveleri olan meclislerde parti kurup, bunu bir araç olarak kullanabileceklerini iddia ediyorlar. Bunu iddia edenler ya İslam’dan habersiz, ya hiç kafası çalışmayan kimseler, ya da Allah’ın istediği İslamı planlı bir şekilde ortadan kaldırmak için çalışan kimselerdir. Zira parti kurarak iktidara adaylık koymak tağutluk talebinde bulunmaktan başka birşey değildir. Çünkü Allah’ın hükümleri dışında hükümler koyan ve Allah’ın hükümlerinden başka hükümlerle hükmeden bir kişi veya meclis yalnız Allah’ın hakkı olan hüküm verme yetkisini kendi üzerine almış, haddini aşmış ve tağut olmuş olur. Bu iş Allah’ın rızasını kazanmak ve onun dinini hakim kılmak amacıyla yapılsa dahi, her kim oylarıyla veya başka bir yolla bu partilere yardım eder ve onları desteklerse yalnız Allah’a tanınması gereken hüküm verme yetkisini Allah’tan başka bir varlığa tanıdığı için ona ibadet etmis ve kafir olmuş olur. İslam yalnız Allah’a kulluğu emretmektedir. Yaratılana kulluğu değil. Yaratılana kul olunarak İslam hakim kılınamaz. İnsanları önce yaratılana kulluk ettirip daha sonra Allah’a kulluk ettirmekten daha sapık ve daha cahil bir düşünce olabilir mi? Allah’ın haram kıldığı (yasak dediği) haram, helal kıldığı (serbest dediği) helaldir. Allah’ın helal kıldığı şeyi yasaklayan veya haram kıldığı şeyi serbest bırakan kişi ya da kişilere tabi olanlar ve itaat edenler, onlara ibadet etmiş olurlar.

2) Allah (c.c) Kur’an’da şöyle buyuruyor:

Yalnızca sana ibadet eder, yalnızca senden yardım dileriz.” ( Fatiha: 4 )

Rabbinizi yardıma çağırıyordunuz. O, ‘ben size birbiri peşinden bin melekle yardım ederim’ diye cevap vermişti.” (Enfal: 9 )

Allah (c.c) bu ayetlerde yardım istemeyi ve yardıma çağırmayı överek bunların ibadet olduğunu bildiriyor. İnsanın sıkıntı durumunda yalnız Allah’a dua ederek yardım istemesi Allah’a yapılması gereken bir ibadettir. Fakat sıkıntıya düşen bir kişi ölü olan veya kendisini duyamayacak durumda olan birinden yardım ister veya onu yardıma çağırırsa yalnız Allah’ın elinde olan birşeyi Allah’tan başkasından istediği için şirk koşmuş olur. Böyle yapan bir kişi diğer ibadetleri Allah’a yapsa bile yardım isteme ibadetini Allah’tan başkasına yaptığı için Allah bütün amellerini boşa çıkarır.

3) Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

Allah’ı bırakıp da kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek olan, kendisine yapılan dualardan habersiz kalan şeylere ibadet edenlerden daha sapık kim olabilir?” (Ahkaf: 5 )

Allah’ı bırakıp da sana ne fayda ne de zarar veremeyecek şeylere ibadet etme. Eğer bunu yaparsan sen de zalimlerden olursun.Allah seni bir zarara uğratırsa onu senden kaldıracak ancak O’dur. Sana bir iyilik dilediği takdirde O’nun nimetini engelleyecek bir kuvvet de yoktur. O, bunu kullarından dilediğine eriştirir. O, Gafur’dur, Rahim’ dir.” (Yusuf: 106-107 )

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

İyi bilinmelidir ki halis din Allah’ındır. Allah’ı bırakıp O’ndan başka dostlar edinenler: “Biz onlara ancak bizi daha çok Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” derler. Muhakkak ki Allah aralarında ihtilaf ettikleri hususlarda hüküm verecektir. Şubhesiz ki Allah yalancı ve kafir olan kimseyi hidayete erdirmez.” (Zumer: 3 )

Bu ayetlerde: “Allah’a yaklaşmak niyetiyle bile olsa ibadetleri Allah’tan başkasına yapan kişinin kafir olduğu bildirilmiştir.

Şirkin Çeşitleri

Şirk iki çeşittir
: Büyük şirk, küçük şirk.

Büyük şirk, Allah'ın affetmediği, sahibinin kesinlikle cennete giremeyeceği şirktir. Küçük şirk ise, eğer Allah'ın rahmeti olmaz ve insan ölümünden önce tevbe etmezse, kendisine yaklaşanın ve üzerinde ısrar edenin kafir olarak ölmesinden korkulan büyük günahlardır. Büyük Şirk :

Büyük şirkte iki çeşittir: açık ve görünür ile kapalı ve örtülü.

Açık büyük şirk, Allah'la birlikte bir ilaha -ki bu güneş ve ay gibi bir gök cismi, put ve taş gibi cansız bir varlık, buzağı ve inek gibi bir hayvan, kendilerinin tanrı olduğunu iddia eden veya onlar için bu tür iddiada bulunulan ve bazı insanların da tasdik ettiği -Firavun gibi- ibadet etmektir. Mesih, Meryem oğlu İsa'ya, bizce bilinmeyen cin, şeytan ve melek gibi mahlukata ibadet edenler de bu cümledendir. Çeşitli milletlerde onlara tapan kullar buluna gelmiştir.

Gizli büyük şirk: Bunu çoğu insan bilmez. Ölülere ve makamat sahibi kabirlere dua etmek, onlardan yardım dilemek, hastalara şifa, zorlukların giderilmesi, darda kalanlara yardım elinin uzatılması, düşmana karşı yardım gibi ihtiyaçların giderilmesini onlardan istemektir. Ki bunlara; ancak Allah'ın gücü yeter. Onların zarar ve yarar verdiklerine inanmaları da böyledir. İbnu'l-Kayyım'ın dediği gibi dünya şirkinin aslı budur. Bu şirkin gizli olmasının iki nedeni vardır:

a- İnsanlar yaptıkları bu duayı, yardım dilemeyi ibadet olarak isimlendirmiyorlar. İbadeti sadece rükuya, secdeye, namaz ve oruca hasrediyorlar. Gerçek olan şu ki, daha önce de açıkladığımız üzre, ibadetin ruhu duadır. Bir hadiste şöyle buyurulur: Dua ibadettir.

b- Onlar, bizim kendilerine dua ettiklerimizin, yardım dilediklerimizin bir ilah ya da rab olduklarına inanmıyoruz, diyorlar. Tersine, bizim gibi yaratık olduklarına inanıyoruz, ancak onlar, bizimle Allah arasında aracıdırlar, katında bize şefaat edicidirler, diyorlar.

Bu, Allah'ı (c.c.) bilmemekten dolayıdır. O'nu zorba bir hükümdar, müstebid bir yönetici gibi kendisine ancak aracı ve şefaatçılarla ulaşılabileceğini sanmalarından dolayıdır. Bu, eskiden müşriklerin de kapıldığı bir vehimdir. Tanrı ve putları hakkında şöyle diyorlardı: "Onlara, bizi Allah'a yaklaştırsın diye ibadet ediyoruz" (Zümer, 3)

"Onlar, Allah'ı bırakarak kendilerine fayda da zarar da vermeyen putlara ibadet ederler; bunlar Allah katında bizim şefaatçılarımızdır derler."(Yunus, 18)

Hiç bir zaman tanrılarının ve putlarının yarattığına, rızık verdiğine, dirilttiğine, öldürdüğüne inanmadılar. Allah şöyle buyurur: "Ey Muhammed! And olsun ki, onlara, gökleri ve yeri kim yarattı, diye sorsan, onları güçlü olan, her şeyi bilen yaratmıştır, derler." (Zuhruf, 9)

"De ki, gökten ve yerden size rızık veren kimdir? Kulak ve gözlerin sahibi kimdir? Diriyi ölüden çıkaran, ölüyü de diriden çıkaran kimdir? Her işi düzenleyen kimdir? Allah'tır, diyecekler. O zaman O'na karşı gelmekten sakınmaz mısınız? de. (Yunus, 31)

Allah katındaki bu inançlarıyla, Allah'ın göklerin ve yerin yaratıcısı, rızık veren, her şeyi yöneten, dirilten ve öldüren olduğu; putların ise sadece Allah katından şefaatçi ve aracı oldukları inancıyla birlikte; Kur'an onları şirkle nitelendirmiş, müşrik olarak isimlendirmiştir. Şirkten dönünceye, La ilahe illallah deyinceye kadar, öldürülmelerini emretmiştir. Kim bunu derse, İslâm'ın hakkı dışında kanı ve malı korunmuş olur. Allah Teâlâ, aracı ve şefaatçiden müstağnidir. O, kuluna şah damarından daha yakındır. Şöyle buyurmaktadır:
"Kullarım, sana beni sorarlarsa; bilsinler ki, ben onlara yakınım."(Bakara, 186)

"Rabbiniz, bana kulluk edin ki, size karşılığını vereyim, buyurmuştur. " (Mu'min, 60)

Girmek isteyen herkese Allah'ın kapısı açıktır. Ne kapıcısı vardır ne de örtüsü.

Allah'tan Başkasını Kanun Koyucu Olarak Kabul Etmek

Çoğu insana gizli kalan, bilinmeyen büyük şirkin başka bir çeşidi de, Allah'tan başkasını kanun koyucu olarak ve hakem olarak kabul etmektir
.
Diğer bir deyişle, bazı insanlara, fert veya grup olarak, kendileri veya başka birilerine kesin bir kanun koyma hakkı vermektir. Onlar dilediklerini helal, dilediklerini de haram kılarlar. Onlar, Allah'ın izin vermediği ve onun şeriatına zıt olan yöntem ve düşünce koyarlar. Diğerleri de onların koydukları bu yasalara, sanki isyan edilmeyip itaat edilen bir ilahi yasa, bir semavî hüküm imiş gibi itaat ederler.
Şubhesiz ki yaratıklar hakkında yasamada bulunmak sadece Allah'ın hakkıdır. Onları yaratan, rızıklandıran, her türlü nimeti onlara bahşeden O'dur. Onları sorumlu kılmak, emretmek, nehy etmek, helal ve haramı belirlemekte O'nun hakkıdır. Çünkü O insanların rabbi, meliki, ilahıdır. O'ndan başkasının rububiyet, mülkiyyet ve uluhiyyet hakkı yok ki, hüküm ve teşrii hakkı bulunsun. Dünya O'nun mülküdür. Allah'ın mülkündeki insanlar, onun kullarıdır. O, bu ülkenin efendisi ve hakimidir, hükmetmek, yasa koymak helal ve haram kılmak O'na, dinlemek ve itaat etmek ise kullarına düşer. Bu ülke vatandaşlarından biri, bu ülkenin efendisinin izni olmaksızın orada bazılarının emir ve nehiy, helal ve haram kılmak, hükmetmek ve yasa koyma hakkının bulunduğunu iddia ederse; Hakimin kullarının bazısı O'nun mülkünde O'na ortak koşmuş, yalnızca O'na ait olan yönetim ve yasama konusunda, O'nunla çatışmış olur. Bundan, Kur'an, ehl-i kitabın şirk içinde olduğuna hükmetmiştir. onları, müşrikler olarak adlandırmıştır. Çünkü onlar yasama hakkını, haham ve rahiplere vermişler, onların belirledikleri haram ve helallere itaat etmişler. Kur'an bunu, Meryem oğlu Mesih'e yapılan ibadete denk saymıştır. Allah şöyle buyurur:

"Onlar Allah'ı bırakıp hahamları, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler. Oysa, tek tanrıdan başkasına ibadet etmemekle emr olunmuşlardı. Ondan başka tanrı yoktur. Allah koştukları eşlerden münezzehtir." (Tevbe, 31)

Nebi (a.s.) bu ayeti, cahiliye günlerinde hristiyan olan Adiy b. Hatem et-Taî'ye şöyle tefsir etmiştir:
Müslüman olup Peygamberin yanına gelen Adiy'e, Efendimiz bu ayeti okudu. Adiy diyor ki; "hristiyanların onlara (hahamlara) ibadet etmediklerini söyledim".
Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
"Elbette, onların haram kıldıklarını haram, helal kıldıklarını da helal kabul ettiler ve onlara tabi oldular. Bu onların, onlara ibadetidir. (Ahmed,Tirmizi)

Bu ayet ve Rasûlullah'ın hadisinin bunu tefsiri, kim Allah'tan başkasına kötülükte itaat eder, ya da Allah'ın izin vermediği bir konuda ittiba ederse; onu bir rabb ve mabud edinmiş, Allah'a ortak koşmuş olur. Bu da Allah'ın dini olan tevhide terstir. İhlas kelimesinin, Lailahe illallah'ın delalet ettiği; ilahın, kendisine ibadet edilen olduğudur. Allah, onların haham ve papazlarına olan itaatini, ibadet olarak isimlendirmektedir. Ve onları, erbab, yani ibadette Allah'ın ortaklan olarak adlandırmaktadır. İşte bu, büyük şirktir.
Bir mahluka itaat eden, Allah ve Rasûlü'nün koyduğu hükümden başkasına tabi olan herkes, onu böylece adlandırmasa bile, onu bir rab ve mabud edinmiştir. Bir ayette Allah şöyle buyurur:

"Eğer onlara itaat ederseniz, müşrik olursunuz." (Enam, 121)

Aynı anlamda başka bir ayet ise şöyledir: "Yoksa, Allah'ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara meşru kılacak ortakları mı vardır? (Şu'ra, 21)

Kur'an ve sünnetin, Allah'tan başkasını kanun koyucu olarak kabul edip Allah'ın izni olmadığı konularda tabi olan hakkında hükmü buysa; kendisini Allah'a denk tutan, uluhiyyetin özelliklerinden olan hükmetme, kanun koyma, helal ve haram kılma hakkını ona veren hakkındaki hükmü nasıl olur?

Küçük Şirkin Çeşitleri

Büyük şirkin dışında şirkin başka tür ve çeşitleri de vardır. Küçük şirk olarak adlandırılan bu şeyler, büyük günahlardandır. Belki de, Allah katında diğer büyük günahlardan daha büyüktür. Bunlardan bazıları:

Allah 'tan başkası adına yemin etmek Bu, küçük şirktir. Peygamber adına, Kâbe-i şerif adına, evliyadan biri adına, büyüklerden biri adına, vatan adına, baba, dede, v.d. mahlukat adına yemin etmektir. Bunların hepsi şirktir.

Hadis'te şöyle buyurulur:
"Kim Allah'tan başkası adına yemin ederse kafir olur, ya da muşrik olur." (Tirmizi)

Bu, yeminde, yemin edilene tazimin bulunmasından dolayıdır. Oysa; tazim ve takdise layık olan sadece Allah'tır. Bundan dolayı, başkası adına yemin nehy edilmiştir. Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır:

"Babalarınız adına yemin etmeyin." "Kim yemin ederse, Allah adına yemin etsin veya terk etsin."
İbn-i Mesud (r.anh) şöyle rivayet etmiştir:
Allah adına yalan yere yemin etmek, başkası adına doğru yere yemin etmekten daha iyidir. Dindeki bilinen gerçeklerden biri de, Allah adına yalan yere yemin etmek büyük günahtır. Ancak, şirkin hem büyüğü,hem küçüğü sahabenin fakihlerine göre; en büyük günahtır.
(Allah'tan başkası adına yemin edene, ne bunu yerine getirmesi gerekir, ne de bunun bir kefareti vardır. Çünkü bu, şirktir. Ve şirkin, bir değeri yoktur. Ona düşen ancak şudur: Allah'tan istiğfar dilemesi, Rasulullah'ın (s.a.v.) dediğini demesidir:
"
Kim Lat ve Uzza adına yemin ederse, Lailahe illallah desin."(Buhari)
Bu hadisin belirttiğine göre; şirkin kefareti yedirmek içirmek değil, tevhidi yenilemektir.)

Halka ve ip Takmak:

Tevhid, Allah'ın kainatta koyduğu sebeplere sarılmaya karşı çıkmaz. Açlığı gidermek için yemek, susuzluğa karşı su, tedavi için ilaç, savunma için silah gereklidir. İnsan hastalığında doktora gider. Doktor da ona bir ilaç verir ya da ameliyat veya başka bir şeyi uygun görür. O da bunlara kulak verir, yerine getirir. Bu, tevhidden dışarı çıkmak değildir. Tevhidin karşı çıktığı, meydana gelen veya meydana geleceği sanılan bir belayı defetmek için, Allah'ın meşru kılmadığı gizli sebeplere sarılmaktır. Madeni halkalar takmak, kollara ip bağlamak bu türdendir.
İmam Ahmed, İmran b. Husayn'den şöyle rivayet etmiştir:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir adamın kolunda halka gördü. Sende tunçtan bir şey görüyorum, yazıklar olsun, nedir bu, dedi. Zayıflıktan deyince, o, senin ancak zayıflığını artırır, çıkar onu, üzerinde iken ölürsen, kesinlikle kurtuluşa eremezsin, buyurdu. Peygamber (s.a.v.)'in, bunun üzerinde bu derecede durmasının nedeni, şirkin türlerinden sakınmak, sahabeye bu kapının tamamen kapatılmasını öğretmek içindir. Bundan dolayı, Huzeyfe b. Yemame ziyaretine gittiği bir hastanın yanma girdiğinde kolunda sıtmayı önlediği söylenen bir ip görünce; onun kesilmesini istedi ve şu ayeti okudu:
"Onların çoğu, ortak koşmadan Allah'a inanmazlar." (Yusuf, 106)

Nazar Boncuğu, Muska Takmak:

Bu da, şirkin bir çeşitidir. Arabların, özellikle çocuklara taktığı bir boncuk ve muskadır. Bunun onları, cinlerden koruduğu, nazar değmesini önlediğini sanıyorlardı. İslâm bunu ortadan kaldırdı, koruyucu ve engelleyici olmadığım öğretti.

Ahmed, Ukbe b. Amir'den merfu olarak rivayet etmiştir:
"Kim boncuk asarsa, Allah onun işini bitirmez: Kim katır boncuğu takarsa Allah onu korumaz."
Diğer bir rivayette ise, "Boncuk takan şirk koşmuş olur
."

Boncuk takmanın anlamı, bunun bir hayrı celb ettiğine veya bir şerri defettiğine kalbin inanmasıdır. Bu, kesinlikle şirktir. Çünkü, bu işte, Allah'tan başkasından zararın defedilmesini istemek vardır.

Allah şöyle buyurur:
"Allah sana bir sıkıntı verirse; O'ndan başkası gideremez. Sana bir iyilik verirse başkası onu engelleyemez. O, her şeye gücü yetendir. "(Enam, 17)

Bu boncuk türleri, camia, haraz, hicab olarak adlandırılan eşyalardır. Bunları kullanmak büyük günahlardandır. Gücü yeten herkesin, bunu yok etmesi vacibtir. Said b. Cubeyr'den rivayet edilmiştir:

"Kim bir insanın boncuk ve muska takmasını engellerse, bir köle azad etmiş gibi sevaba girer."
Eğer bu muska, Kur'an ayetlerinden bir ayet veya Allah'ın isim ve sıfatlarından biri olursa, bu durumda bunu kullanmak nehy kapsamına girer mi? Yoksa; istisna edilip takılması caiz olur mu? Selef bu hususta ihtilaf etmiştir. Bazıları ruhsat vermiş, bazıları ise menetmiştir. Şu delillerden dolayı, Kur'an'dan bile olsa; her türlü muskanın kullanılmasının caiz olmadığı görüşünü tercih ediyoruz:

1- Muska,boncuk konusundaki nehyin genel olması.Bu konudaki hadisler,hiçbir istisnaî durum belirtmemektedir.

2- Seddu'z zeria (Şerre giden yolun kapatılması). Kur'an'dan olan muskanın takılmasına ruhsat verildiğinde başka şeylerin takılmasına kapı aralanmış olur. Şer kapısı açıldığında, bir daha kapanmaz.

3- Bu, Kur'an'ın pisliklerle karşı karşıya gelmesine neden olur. Çünkü, bunu takan defi hacet, cünüplük v.b. durumlarda bunu üzerinde bulundurur.

4- Bu işte, Kur'an'ı hafife alma, getirdiklerine muhalif bir tavır sergileme vardır. Dosdoğru olan bu kitabı Allah, insanlara hidayet rehberi olsun, karanlıklardan nura çıkarsın diye indirmiştir, kadınlara ve çocuklara muska ve boncuk olsun diye değil.

Üfürükçülük

Bu da tevhide zıt olan şeylerdendir. Üfürükçülük, cahiliye arablarının kendilerinden afetleri koruduğu inancıyla; cinlerden yardım dileyerek söyledikleri bazı yabancı ve anlamsız ifadelerdir. İslâm gelince bunu kaldırmıştır. Bir hadis şöyledir: "Üfürükçülük, muska, boncuk ve sihir şirktir.


Abdullah b. Mes'ud'un (r.anh) zevcesi Zeyneb'den -Allah ondan ve kocasından râdı olsun- rivâyet olunduğuna göre o şöyle demiştir:
كَانَ عَبْدُ اللهِ إِذَا جَاءَ مِنْ حَاجَةٍ فَانْتَهَى إِلَى الْبَابِ تَنَحْنَحَ وَبَزَقَ كَرَاهِيَةَ أَنْ يَهْجُمَ مِنَّا عَلَى شَيْءٍ يَكْرَهُهُ، قَالَتْ: وَإِنَّهُ جَاءَ ذَاتَ يَوْمٍ فَتَنَحْنَحَ، قَالَتْ: وَعِنْدِي عَجُوزٌ تَرْقِينِي مِنْ الْـحُمْرَةِ، فَأَدْخَلْتُهَا تَـحْتَ السَّرِيرِ، فَدَخَلَ فَجَلَسَ إِلَى جَنْبِي، فَرَأَى فِي عُنُقِي خَيْطًا، قَالَ: مَا هَذَا الْـخَيْطُ؟ قَالَتْ: قُلْتُ: خَيْطٌ أُرْقِيَ لِي فِيهِ، قَالَتْ: فَأَخَذَهُ فَقَطَعَهُ، ثُمَّ قَالَ: إِنَّ آلَ عَبْدِ اللهِ لَأَغْنِيَاءُ عَنْ الشِّرْكِ، سَمِعْتُ رَسُولَ اللهِ ^ يَقُولُ: إِنَّ الرُّقَى وَالتَّمَـائِمَ وَالتِّوَلَةَ شِرْكٌ. قَالَتْ: فَقُلْتُ لَهُ: لِمَ تَقُولُ هَذَا؟ وَقَدْ كَانَتْ عَيْنِي تَقْذِفُ، فَكُنْتُ أَخْتَلِفُ إِلَى فُلَانٍ الْيَهُودِيِّ يَرْقِيهَا، وَكَانَ إِذَا رَقَاهَا سَكَنَتْ. قَالَ: إِنَّمَـا ذَلِكَ عَمَلُ الشَّيْطَانِ، كَانَ يَنْخُسُهَا بِيَدِهِ، فَإِذَا رَقَيْتِهَا كَفَّ عَنْهَا، إِنَّمَـا كَانَ يَكْفِيكِ أَنْ تَقُولِي كَمَـا قَالَ رَسُولُ اللهِ : أَذْهِبِ الْبَاسَ رَبَّ النَّاسِ اشْفِ أَنْتَ الشَّافِي لَا شِفَاءَ إِلَّا شِفَاؤُكَ، شِفَاءً لَا يُغَادِرُ سَقَمـًا
[ رواه أحمد ]
"Abdullah bir ihtiyacını gördükten sonra evin kapısına geldiği (eve gireceği) zaman, yanımızda kendisinin hoşlanmayacağı bir şeyle ansızın karşılaşmamak için öksürüp tükürürdü. Nitekim bir gün Abdullah aynı şekilde geldi ve kapının önünde öksürdü. Bu sırada yanımda yaşlı bir kadın vardı, bana humra (denilen bir veba çeşidine) karşı rukye yapardı. Bunun üzerine yaşlı kadını karyolanın altına girdirdim. Abdullah gelip yanıma oturdu.
Bu sırada boynumdaki ipi görünce: Bu ip nedir? diye sordu.

(Zeyneb) dedi ki: Ben: Onunla bana rukye yapılan bir iptir, dedim.

(Zeyneb) dedi ki: Abdullah onu derhal çekip kopardı.

Sonra şöyle dedi: Abdullah'ın âilesi şirkten mustağnîdir. Ben, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in: "Rukyeler, nazarlıklar ve (kadını kocasına sevdiren) muhabbet muskalarının her biri, (ya açıktan ya da gizli olarak) şirke götürür, dediğini işittim.

(Zeyneb) dedi ki: Ben: Niçin böyle söylüyorsun? (Bana, Allah'a tevekkül etmemi ve rukyeyi terketmemi mi emrediyorsun? Oysa ben, rukyede fayda gördüm) Allah'a yemîn ederim ki benim ağrıdan gözüm yaşarıyordu da ben, rukye yapması için falanca Yahudînin yanına gidip geliyordum. O, rukye yaptığı zaman gözümün ağrısı kesilirdi, dedim.

Bunun üzerine Abdullah dedi ki: "O, ancak şeytanın işidir. (Senin gözlerindeki ağrı, hakikatte ağrı değildi. Aksine o, şeytanın dürtülerinden bir dürtü idi.) Yahudi rukye yaptığı zaman gözüne dürtmeyi bırakırdı. Ama Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in dediği gibi, (ağrı hissettiğin zaman) şöyle deseydin senin için yeterliydi:
-
Ey insanların Rabb'i! Bu hastalığı gider. Şifâ ver. Ancak sen şifâ verirsin. Senin şifandan başka bizim için hâsıl olacak şifâ yoktur. Hiçbir hastalık bırakmayan bir şifâ ihsan buyur."

(Ahmed bin Hanbel, Musned; Tefsiru ibnu Kesir, C.8, Sf: 4146)


Haram olan okuyup üfleme, içinde Allah'tan başkasından yardım isteme bulunan veya küfür ya da şirk bulunan, arab dilinden başka bir dilde yapılmış olanıdır. Bunun dışındaki okuyup üflemenin bir zararı yoktur.
Sahih-i Muslim'de, Avf b. Malik'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Cahiliyyede üfürükçülük yapıyorduk. Rasulullah'a, bunun hakkında ne diyorsun, dedik. Yaptığınızı bana gösterin, şirk bulunmayan okuyup üflemede bir beis yoktur."

Suyutî diyor ki, şu üç şart bulunursa, okuyup üflemenin caiz olduğu hususunda ulemanın ittifakı vardır:

1 Allah'ın kelamı, isimleri veya sıfatlarıyla olması.

2 Arabca ve anlaşılır bir şekilde olması.

3 Gerçekte bunun bir etkisinin bulunmadığına,bunun Allah'ın takdiriyle olduğuna inanılması.

Hadiste zikredilen sihir, erkeğin kadını, kadının da erkeği sevmesi için yapılan sihirdir.

Büyücülük:

İslâm'ın yasakladığı şirkin başka bir çeşidi de büyüdür. Büyü, hayal ve vehmin bir türüdür. Büyü, üfürükçülük, düğüm bağlama bu türdendir. Allah'ı bırakıp, cin, şeytan ve yıldızlardan yardım dileme bulunduğundan dolayı şirktir.

Hadiste şöyle buyuruluyor:
"Kim bir düğüm bağlar ve üfürürse; sihir yapmıştır. Kim de sihir yaparsa, şirk koşmuş olur."

Bu İslâm'da ve diğer semavî dinlerde büyük günahlardandır. Musa'nın (a.s.) diliyle Kur'an'da şöyle denilmektedir:
"Sihirbaz nereden gelirse gelsin başarı kazanamaz."(Taha, 69)"

"Yaptığınız sihirdir. Ancak Allah onu boşa çıkaracaktır. Allah fesad edenlerin işini elbette düzeltmez."(Yunus, 81)

Peygamber Efendimiz bunu, şirkten sonra, helak edici yedi şeyden biri olarak saymıştır. Kur'an bize, sihrin ve onu yapanların şerrinden Allah'a sığınmayı öğretmektedir:
"Düğümlere nefes eden büyücülerin şerrinden (Allah'a sığınırım)."(Felak, 4)

Büyücüler, büyü yapmak istedikleri zaman ip bağlarlar, her düğüme üflerler, ki istedikleri olsun.Selef imamların çoğu, büyü yapanın kafir, büyünün de küfür olduğu görüşündedir. Malik, Ebu Hanife, Ahmed bu görüşte olanlardandır.Birçok sahabeden rivayet edildiğine göre; büyücünün cezası kılıçla öldürülmektir.
Buhari'de, Bicale b. Abde'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Ömer b. Hattab, büyücü kadın ve erkeklerin öldürülmelerini emretti. Biz de üç tanesini öldürdük."

Muminlerin annesi Hafsa (r.anha) ve sahabeden Cendeb (r.anh) den büyücünün öldürülmesi hakkında sahih rivayet vardır. Sihrin kendisinin haram olduğu gibi, bunu tasdik eden, bu işte çalışan ve katkısı bulunan bu günaha ortaktır.

Efendimiz (s.a.s.) buyurmuştur: "Üç kişi cennete girmeyecektir: Sürekli içki içen, sihri teyid eden, sılayı rahmi kesen. " (Ahmed ve İbn-i Hibban.)

Muneccimlik:

Büyünün bir çeşidi de müneccimlik diye bilinen şeydir. Burada kastedilen ve bunu yapanların da zannettikleri şey, gelecekte meydana gelecek, özel ve genel olayları yıldız aracılığıyla, onlara bakarak haber vermektir. Bu büyünün bir çeşitidir. Hadiste şöyle buyurulmuştur:
"Kim yıldızlarla haber vermeye çalışırsa, büyüyle haber vermiş olur" (Ebu Davud.)

Bu hadis, astronomi ilmi, yıldızların uzaklığını, yerlerini, yörüngelerini, gözlem ve araçlarla inceleyen ilim, hakkında değildir. Bu, ilm-i felek (astronomi)tir. Bu, ilkeleri, kuralları ve araçları olan bir ilimdir. Ancak bu hadis, bu ilmi küfre götürecek şekilde, gaybı bildiğini iddiasıyla -ki, gayb bilgisine sadece Allah'ın sahip olmasından dolayı şirke düşülmüş olmaktadır- öğrenen hakkındadır.

Tivele, Büyü ve Şirktir:

Bu, eskiden büyücüler arasında yaygın olan bir büyü türüdür. Harf, kelime v.b. bazı şeyleri yorumlamaktan ibarettir. Bununla kadının erkeği, erkeğin de kadını sevdirilmesi hedeflenmektedir. Daha önce şöyle bir hadis zikretmiştik: "Okuyup üfleme, muska ve sihir şirktir."

Kahin ve Falcılar:

Kahin ve falcı, müneccim gibidir. Kahin gelecekte olacak ve insanın içindekilerden haber veren kişidir. Falcı da, kahin, muneccim ve rammel gibi gaybı bildiğini iddia eden kimsedir. İster gelecek için kehanette bulunsun, isterse insanın içindekiler için..İsterse de cinlerle ilişki kurarak, bakarak, kumu çiziktirerek, fincana bakarak..

Muslim, Sahihinde Nebi'nin (s.a.s.) şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Kim bir falcıya gidip bir şey sorar ve ona inanırsa, kırk gün namazı kabul olmaz." (Muslim, Selam, Bab 35, Hadis no: 125- 2230)
Ebu Davud'un rivayet ettiği bir hadiste ise; "kim bir kahine gider ve onun söylediklerini tasdik ederse, Muhammed'e indirileni inkar etmiş olur." Bunun nedeni, Muhammed (s.a.v.)'e indirildiğine göre; gaybı Allah'tan başkasının bilemeyeceğidir.

Allah şöyle buyurur:
"Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka bilen yoktur, de."(Neml, 65)

"Gaybın anahtarları O'nun katındadır. Onları ancak O bilir. "(Enam, 59)

"Gaybı bilen Allah, gayba kimseyi muttali kılmaz. Ancak peygamberlerden, bildirmek istediği bunun dışındadır. (Cin, 26-27)

O kadar ki; Peygamber Efendimiz, vahiy aracılığıyla, Allah'ın kendisine bildirdiğinin dışında, gaybı bilmiyordu. Bundan dolayı, ona şöyle hitap etmektedir:
"De ki: Allah'ın dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Gaybı bilseydim daha çok iyilik yapardım ve bana kötülük de gelmezdi. Ben sadece, inanan bir milleti uyaran ve müjdeleyen bir peygamberim." (A'raf, 188)

Büyücü ve kahinlerin yardım istedikleri cinler, gayb bilgisini elde etmeye güçleri yetmez. Kur'an, Suleyman'ın (a.s.) ölümünü, cinlerin bilmediklerini zikretmektedir:
"O, ölü olarak yere düşünce, ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı, alçak düşüren bir azab içinde kalmazlardı.-" (Sebe, 14)
Kahin ve falcıları, gaybı bildikleri zannıyla tasdik etmek, Allah'ın açık ayetlerle indirdiğini inkardır. Onlara gitmenin, din adına yaptıkları fecaati tasdik etmenin hükmü bu ise; kahin ve falcıların kendi durumları ne olur?
Din onlardan uzak olduğu gibi, onlar da dinden uzaktır.
Bir hadis şöyledir:
"Uğursuzluk yapan, uğursuzluğa yol açan, kahinlik yapan ve buna neden olan, büyü yapan ve büyüye yol açan bizden değildir." (Bezzar.)

Allah'tan Başkasına Adakta Bulunmak:

Bu da bir şirktir. Kabir ve ölülere adakta bulunmak gibi. Bu, adağın ibadet ve kurbet (yakınlık) olmasından dolayıdır İbadetin ise, Allah'tan başkasına yapılması caiz değildir. Allah şöyle buyurur:

"Sarfettiğiniz harcı ve adadığınız adağı şubhesiz Allah bilir. Zalimlerin hiçbir yardımcısı yoktur." (Bakara, 270.)

Ayetteki zalimlerden maksat, müşriklerdir. Şirk, büyük bir zulümdür. Allah'tan başkasına ibadete yönelen kesinlikle şirke düşmüş olur.

Bazı alimler şöyle diyor:
Çoğu avamda gördüğümüz adak, kaybolan bir insan, bir hasta veya bir ihtiyaç içinde olanın bazı salih insanların kabirlerine gitmesi şeklinde yapılan adaktır.
Orada şöyle der:
"Ey falan efendi! Eğer Allah kaybolanı geri döndürürse veya hastam şifa bulursa ya da ihtiyacım giderilirse, sana bu kadar altın veya bu kadar yiyecek ya da şu kadar mum ve yağ!.."
Şu delillerden dolayı bu adak batıldır:

1 Çünkü bu, bir mahluka yapılan adaktır. Bu ise; caiz değildir. Bu ibadettir. İbadet mahluka yapılmaz.

2 Adakta bulunulan ölüdür. Ölünün yapabileceği bir şey yoktur.

3 Bunu yapan, Allah'tan başkasının, ölünün, hayata yaptırımı olduğunu zannetmektedir. Bu inanç küfürdür.

Görüldüğü gibi, para, mum, yağ v.b. şeyler alıp bunları evliyanın mezarlarına yakınlık olsun diye götürmek müslümanların icmasıyla haramdır. Bu tür adak, haram olduğuna göre, bunun yerine getirilmesi gerekmez. Üstelik, şu üç delilden dolayı caiz olmaz:

1- Yapılan bu iş, Peygamberimizin emrine muhaliftir. Şöyle buyurur:
"Kim, bizde olmayan bir iş yaparsa, bu merduddur (reddedilir)." (Muslim.)

2- Allah'tan başkasına adakta bulunmak şirktir. Şirkin bir değeri yoktur. Bu, yaratıklar adına yemin etmek gibidir. Yerine getirilmesi gerekmez. Kefareti de yoktur. Şeyhu'l-İslâm İbn-i Teymiyye'nin dediği gibi, ancak istiğfar gerekir.

3-Temelinde günah bulunan bir adaktır. Sünnetin belirttiğine göre, içinde günah ve şirk bulunan adağın yerine getirilmesi gerekmez. Tersine yerine getirilmemesi gerekir.
Sahih-i Buhari de Aişe'den (r.anha) merfu olarak rivayet edilmiştir:
"Kim Allah'a itaat etmek için adakta bulunmuşsa, itaat etsin, kim de Allah'a isyan etmek için adakta bulunmuşsa, isyan etmesin."

Sabit b. Dahhak'tan rivayet edilmiştir:
Bir adam, Buvane'de bir deve kesmeyi adamıştı. Bunu, Efendimize sordu. Şöyle dedi:
"Orada ibadet edilen bir cahiliye putu var mı?"
Hayır, dediler.
"Orada, bayram yapıyorlar mı?" diye sorduğunda, yine hayır, dediler.

O zaman, Peygamber (s.a.v.) buyurdu:
"Adağını yerine getir. Allah'a isyanda ve hiçbir şeye güç yetiremeyen insanoğluna yapılan adak yerine getirilemez".

Allah'tan Başkasına Kurban Kesmek:

Şirkin başka bir çeşidi de Allah'tan başkası için kurban kesmektir. Tanrılarına ve putlarına kurban kesmek bütün arab toplumunun adetiydi. İslâm, bunu kaldırdı. "Allah'tan başkası adına kesilenler haram kılındı."(Maide, 30)''
Yani, Allah'ın ismi dışında put v.b. şeylerin ismi anılarak kesilen hayvanlar, ibadet, tazim ve kutsamak için taş, ağaç v.b. putlara kesilen hayvanlar haramdır. Çünkü kesme işi ancak Allah için olur. Bundan dolayı Allah, Rasûlüne namazını Allah için kılmasını,kurbanı da yine Allah için kesmesini emreder: "Allah için namaz kıl ve kurban kes."(Kevser, 2)
Aynı şekilde, O'nun yolunun namazında ve ibadetinde, onlarınkine zıt olduğunu muşriklere ilan etmesini emreder:
"De ki namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi içindir. O'nun hiç bir ortağı yoktur, böyle emrolundum." (Enam, 162-163)
Buradaki ibadet, yakınlık niyeti ile kurban kesmektir.

Ali'den rivayet edilmiştir:
"Rasulullah (s.a.v.) bana dört şey söyledi:
"Allah'tan başkasına kurban kesene Allah lanet etsin, anne babasına lanet edene Allah lanet etsin, bir suçlu saklayıp koruyana Allah lanet etsin, tarla, arsa v.b. şeylerin sınırını değiştirene de Allah lanet etsin." (Muslim)

Tarık b. Şihab'dan rivayet edilmiştir. Allah Rasûlu (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Bir insan cennete bir sinekten dolayı girdi. Başka biri de cehenneme, sinekten dolayı girdi".
"Bu nasıl olur, ey Allah'ın Rasûlu" dediler.
"İki adam, putu bulunan bir millete uğradılar. Bu puta bir şeyin kurban edilmesi gerekiyordu. Biri diğerine, benim keseceğim bir şey yok, dedi. Ona sinek bile olsa bir şey kes dediler. O da tuttu bir sinek kesti. Cehennemlik oldu. Diğerine de, bir kurban kes, dediler. Ben Allah'tan başkasına kurban kesmem, dedi. Başını vurdular. Ve cennetlik oldu
." (Ahmed, Tirmizi)

Peygamber (s.a.v.), bu mümin kişiyi övdü. Cennete girdiğini haber verdi. Çünkü o, ölüme sabretmiş, Allah'tan başkasına kurban kesmeye razı olmamıştı. Çünkü sorun, çok boyutluydu. Bugün Allah'tan başkasına sineği kurban eden, yarın da deveyi kurban edebilirdi. İslâm tevhide ve şirkten kaçınmaya o kadar önem vermiştir ki; Allah'tan başkasına kurban kesilen bir yerde, Allah (c.c.) için kurban kesilmesini yasaklamıştır. Sabit b. Dahhak'ın Buvane'de bir deve kesmeyi adayan adam hakkında rivayet ettiği hadis bunu göstermektedir.

Uğursuzluğa İnanma Şirktir:

Şirkin bir başka çeşidi de uğursuzluğa inanmaktır. Bu, duyulan ve görülen bazı şeyleri uğursuz saymaktır. Niyet ettiği yolculuk, evlenme, ticaret v.b. şeylerden, bundan dolayı vazgeçmektir.
İhlasla Allah'a (c.c.) tevekkül etmediği, O'ndan başkasına yöneldiği ve kalbinde uğursuzluğa itikad bulunduğundan dolayı şirke düşmüş olur. İmam Ahmed, Peygamber'in (s.a.v.) şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Kim, uğursuzluğa inandığından dolayı, işinden vazgeçerse, şirk koşmuş olur. Bunun kefareti nedir, dediklerinde, şöyle söylemendir buyurdu: "Allah'ım! Senin hayrından başka hayır yoktur. Senin uğursuzluk olarak bildirdiğinden başka da uğursuzluk yoktur. Senden başka ilahda yoktur."
İnsanın nefsindeki bazı tedirginlik ve tereddütlerin bir zararı yoktur. Allah'a tevekkül ederek onun yolunda yürürse; uğursuzluk onu, niyet ve amacından alıkoyamaz. Ebu Davud ve Tirmizi, İbn-i Mesud'dan (r.anh) merfu olarak rivayet etmişlerdir.
Uğursuzluk şirktir, uğursuzluk şirktir. Bizden değildir. Bunu ancak Allah'a tevekkül yok edebilir."
"Bizden değildir, ancak"ın anlamı, beşerî zayıflığın gereği olarak kalbinde bir şey kalırsa, bu istisnadır. Allah, kendisine yapılan tevekkülden dolayı, bunları onun kalbinden söküp alır. "Allah'a tevekkül eden kimseye, O yeter." (Talak, 3)
Uğursuzluğun karşıtı, fe'l uğura inanmakdır. İnsanın duyduğu bir söze, gördüğü bir şeye binaen, hayırlı bir şeyin olacağını sanmasıdır.
Efendimiz (s.a.v.) güzel uğuru severdi. Şöyle buyurdu:
Uğur (fe'l) hoşuma gidiyor. O nedir, diye sorulduğunda, güzel sözdür, karşılığını verdi.
Buna bir örnek verelim:
Hasta bir adamın, başka birini şöyle derken duymasıdır: Ey sağlam kişi. Bundan dolayı, bu insan bir hayır umar. Bu, güzel bir şeydir. Çünkü geniş emel ve Allah hakkında hüsnü zan beslemeye çağrıdır. Uğursuzluk ise, Allah (c.c.) hakkında suizan ve boşu boşuna başkasından bir şey beklemektir.


Tevhid ve Şirk
İSLAM ŞİRKE GİDEN YOLLARI KAPAR

İslâm, halis bir tevhid getirmiştir. Şirkin, büyük ve küçüğüyle savaşmıştır. Şiddetle, ondan sakındırmıştır. Bunun için çeşitli araçlar ortaya koymuştur. Şirk rüzgarlarının girdiği bütün kapılan kapamıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:

Peygamber'e Ta'zimde Aşırılık:

Peygamber (s.a.s.) kendisine aşırı derecede ta'zimde bulunulmasını, saygı gösterilmesini nehy etmiştir. Şöyle buyurur:
"Hristiyanların Meryem oğlu İsa'yı övdükleri gibi, beni övmeyin. Ben, bir kulum. Allah'ın kulu ve Rasûlüdür, deyin." (Muttefekun aleyh)

Kur'an, O'nun kulluğunu, bu anlamı destekleyerek, O'nun yüce makamı olarak övmüştür: "Kuluna, içinde hiçbir eğrilik bulunmayan kitabı indiren Allah'a hamd olsun." (Kehf, 1)
Diğer bir ayette; "Geceleyin kulunu (Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya) yürütenin şanı yücedir."(İsra, 3)

Başka bir ayet:"Allah, kuluna vahy edeceğini vahy etti." (Necm, 4)

Efendimiz (s.a.v.), kendi şahsında bu tür aşırılığa gidenleri gördüğü ve duyduğu zaman, bunu söyleyeni veya yapanı men eder, hak ve doğru olanı gösterirdi. İyi bir senedle Ebu Davud , Abdullah b. Şehiyr (r.anh)'den rivayet etmiştir.

Beni Amir heyetiyle Peygamber'e (s.a.v.) gelmiştim. Sen Efendimizsin, dedik.
Efendi, Allah'tır, buyurdu. Enes (r.anh) rivayet etmiştir: Bazı insanlar şöyle dedi: Ey Allah'ın elçisi, ey hayırlımız, ey hayırlımızın oğlu, ey efendimiz, ey efendimizin oğlu!
Şöyle buyurdu: Ey insanlar! Sözlerinize dikkat edin. Şeytan sizi aldatmasın. Ben, Allah'ın kulu ve Rasûluyum. Allah'ın bana verdiği makamın üzerine çıkarılmayı sevmem. (Nesai)

Bir adam, O'na, Allah ve sen dilerse (dilediğinde) deyince, beni, Allah'a ortak mı koşuyorsun? Sadece, Allah dilerse de." (Nesai)


Salih İnsanlar Hakkında Aşırılık:

İslâm'ın nehy ettiği, sakındırdığı şeylerden biri de salihler hakkında aşın gitmektir. Mesih (a.s.) hakkında bazıları o kadar aşırı gittiler ki; O'nu Allah'ın oğlu, üçün üçüncüsü yaptılar. Bazıları ise, Allah, Meryem oğlu İsa'dır, dediler. Bazıları da, bilginleri ve din adamları hakkında aşırılığa gittiler. Allah'ı bırakıp onları rab edindiler. Bundan dolayı, Allah ehl-i kitabı aşırılıktan sakındırdı, takbih etti:
"Ey kitab ehli! Dininizde aşırılık etmeyin. Allah hakkında sadece gerçeği söyleyin."(Nisa, 171)

"Ey kitab ehli! Haksız yere dininizde aşırılık etmeyin. Daha önce sapıtan, çoğunu saptıran ve doğru yoldan ayrılan bir milletin heveslerine uymayın, de."(Maide, 77)

Yeryüzünde ilk şirke düşen millet, Nuh (a.s.)'un milletidir. Bunun nedeni, salih insanlara olan aşın saygı ve sevgileridir.
Sahih-i Buhari'de, tanrıları Ved, Süva, Yağus, Yeuk ve Nesr ile ilgili İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir:
Bunlar, Nuh (a.s.)'un milletinden bazı salihlerin isimleridir. Öldüklerinde şeytan onlara şöyle dedi: Onların oturdukları yerlere, onların putlarını ve heykellerini yapın. İsimleriyle isimlendirin. Ve böyle yaptılar. Fakat ibadet edilmedi. Ne zamanki onlar öldü ve bu unutuldu. Sonraki nesiller onlara ibadet etmeye başladı. Seleften bazısı şöyle demiştir: Öldükleri zaman halk, kabirlerini terk etmedi. Heykellerini yaptılar. Belki bir zaman sonra da ibadet etmeye başladılar.

Buradan anlıyoruz ki, bazı müslümanların Allah'ın salih ve veli kullarına, özellikle türbe ve kabirleri bulunanlar hakkındaki aşırılıkları onları şirke götürebilir. Onlara adakta bulunmak, onlar için kurban kesmek, onlardan yardım dilemek, Allah'tan başkası adına yemin v.b. şeyler, bu babtandır.
Onların evrende, sebeplerin ardında, doğa kanunlarında bir gücü ve etkisi olduğuna inanmak ise, insanı büyük şirke götürür. Allah'ın dışında veya Allah'la birlikte bir şeye dua etmek büyük bir günah, derin bir sapıklıktır.

Kabirlere Tazim: İslâm'ın kesin bir şekilde sakındırdığı şeylerden biri de başta peygamber ve salihlerin kabirleri olmak üzere; kabirlere ta'zimde bulunmaktır. Bundan dolayı kabirlerde ta'zime yol açan bazı şeyler yasaklanmıştır.

Onları Mescid Edinmek:

Müslim'in Sahih'inde rivayet ettiğine göre, Efendimiz (s.a.s.) ölmeden beş gün önce, şöyle buyurmuştur: Dikkat edin! sizden öncekiler, peygamberlerinin kabirlerini mescid ediniyorlardı. Dikkat edin! Kabirleri mescid edinmeyin. Sizi bundan nehy ediyorum.

Aişe ve İbn-i Abbas'tan rivayet edilmiştir:
Peygamber (s.a.v.) son anlarında yüzüne bir kumaş parçası koyuyordu. Sıkılınca bunu bıraktı. Şöyle buyurdu: "Yahudi ve hristiyanlara lanet olsun! Peygamberlerin kabirlerini mescid edindiler. (Onların yaptıklarından sakındırıyordu)"
(Muttefekun aleyh)

Kabirlere Doğru Namaz Kılmak:

Bir hadiste şöyle buyurulur: "Kabirlerin üzerine oturmayın. Onlara doğru namaz kılmayın."(Muslim) Yani, kabirleri kıble yönünde yapmayın.

Kabirlerin ışıklandırılması, Kandil Yakılması:

Hadis: Kabirleri ziyaret edenlere, üzerlerine mescid inşa edenlere, kandil yakanlara Allah lanet etsin.

Kabirlere Kubbe Yapılması, Kireçlenmesi:

Muslim, Cabir'den (r.anh) rivayet etmiştir: Efendimiz (s.a.v.) kabirlerin kireçlenmesini, üzerinde oturulmasını, bina yapılmasını yasaklamıştır.

Üzerine Yazı Yazmak:

Cabir'den (r.anh): Efendimiz (s.a.v.), kabirlerin kireçlenmesini üzerine yazı yazılmasını yasaklamıştır. (Ebu Davud, Tirmizi.)

Yükseltilmesi:

Ali'den rivayet edilmiştir.
"Efendimiz (s.a.v.) Ona (Ali'ye) kabrin kendisinden başka, hiçbir yüksekliği bırakmamasını (yani yükseklikleri yok etmesini) emretti. " (Ebu Davud, Tirmizi.)

Ebu Davud'un Sünen'inde rivayet edildiğine göre, toprağın üzerine, taş, tuğla v.b. şeyler eklenmesini yasaklamıştır. Bundan dolayı, selef, kabirlerine tuğla konulmasını kerih görüyordu.

Kabirleri Bayram Yerine Çevirme:

Ebu Davud, Ebu Hurayra'den merfu olarak rivayet etmiştir.
"Evlerinizi kabre, kabirlerinizi de bayram yerine çevirmeyin. Bana salât ve selâm getirin. Nerede olursanız olun, salâtınız bana ulaşır."

Ebu Ya'la senediyle, Ali b. el-Huseyn'den rivayet etmiştir:
Peygamberin (s.a.v.) kabrinin yakınındaki aralığa gelen bir adam gördü. Oraya girib dua ediyordu. Onu bundan nehyetti. Size babamdan, onun da dedemden, onun da Rasulullah'tan duyduğu şeyi size haber vereyim mi? dedi.
Şöyle buyurdu: Kabrimi bayram yerine, evlerinizi de kabre çevirmeyin. Nerede olursanız olun, selâmınız bana ulaşır.
"Kabri bayram yerine çevirmenin" anlamı, orada toplanmak ve oturmaktır. Rasulullah'ın (s.a.v.) kabri, yeryüzündeki kabirlerin en faziletlisidir. Eğer O, kabrini bayram yerine dönüştürmeyi yasaklıyorsa, kimin olursa olsun, diğer kabirlerin yasaklanması daha evladır, mantıklıdır.O'na salât ve selâmda bulunmak yeterlidir. İnsan nerede olursa olsun salât ve selâm O'na ulaşır.

Sakındırmadaki Hikmet:

İslâm'ın, kabirlere yapılan tazimi yasaklamasındaki hikmet, Nuh kavminde ve bugün de gördüğümüz, büyük ve küçük şirke giden yolları kapamaktır. Salihlerin kabirlerine aşırı ihtimamları, onları putlara tapmaya götürmüştür. Bundan dolayı, Efendimiz buyurmuştur:
"Ey Allah'ım! Kabrimi ibadet edilen bir put haline getirme. Peygamberlerinin kabirlerini mescid edinen kavme Allah'ın gazabı artar. " (Malik)

Dinine tutkun her müslümana üzüntü veren şey, Rasulullah'ın (s.a.v.) sakındırdığı hususların bugün toplumun çoğu kesiminde bulunuyor olmasıdır. Salihlerin kabirlerini bayram yerine çevirdiler, onları yükselttiler, süslediler. Bunlara ta'zim ve adakta bulundular, Kabe gibi çevresini tavaf ettiler, Hacer-i Esved gibi bunlara selâma durdular. Duvarlarını genişlettiler. Onların kimi secde etmekte, kimi de toprağına yüz sürmektedir. Korkuyla onlardan medet umarlar, onlardan borçlarının ödenmesini, zorluklarının giderilmesini, yardım elinin uzatılmasını isterler. Kimi isteklerini yazılı olarak ölüye sunar. Bu, apaçık şirktir. Vela havle vela kuvvete illa billah!

Ağaç, Taş vb. Şeylerden Hayır Ummak:

Peygamberin (s.a.v.) savaş açtığı şirk türlerinden biri de budur. Orayı tavaf edenin, dokunanın, ziyaret edenin, oturanın özel bir sır ve berekete ulaşacağına inanmaktır. Bu, devamlı yapıldığında insanı şirke götürecek bir şeydir. Arabların büyük putları, ya Lat gibi kayadan, ya Uzza gibi ağaçtan, ya da Menat gibi taştandı. Bunun için Nebi (s.a.v.) bundan sakındırdı veya uyardı.
Tirmizi, Ebu Vakıd Elleysi'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir. Rasûlullah'la (s.a.v.) Huneyn savaşına gitmiştik. Yeni müslümandık. Muşriklerin, Zat-ı Envat adı verilen çevresinde toplandıkları, silahlarını astıkları bir ağaçları vardı. Bunun yanından geçerken; Ey Allah'ın Rasûlü dedik, onlarınki gibi bize bir zat-ı envat yap.
Allah Rasûlü buyurdu: Allah'u Ekber! İşte bu, sünnetullahtır. Nefsimin elinde bulunduğu Allah'a yemin ederim ki, Benî İsrail'in Musa'ya dediğini dediniz: "Onların tanrıları gibi bize bir tanrı yap. Şubhesiz, sizden öncekilerin yolundan gideceksiniz."(Tirmizi.)

Görünen o ki, onlar sadece, bu ağaçtan hayır ummayı ve silahlarını asmak istiyorlardı. Efendimiz'in (s.a.v.) onlara bu uyarısı, şirke giden yolu kapamak içindi. Esef verici olan şey, müslümanların çoğunun Allah Rasûlünün yolundan ayrılmış, kendilerinden öncekilerin yoluna uymuş olmalarıdır. Hayır umdukları putlar, heykeller edinmişlerdir. Onlara dokunmakta, onların yanında dua etmekte, onları vesile kılmakta, müşriklerin putlara olan sevgisi gibi bir sevgiyle onları sevmektedirler.

Bugün müslümanların topraklarında, Efendimiz'in (s.a.v.) sakındırdığı zat-ı envatlar vardır. Müslümanlara, yöneticilere ve özellikle alimlere bu konuda üzerlerine düşen,kötülüğü ortadan kaldırmalarıdır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) nasıl Ali'yi (r.anh) gönderip yüksek kabirleri yıkmasını, yerle bir etmesini emretmişse, bu yolu izleyerek ağaç, direk, kabir, odun, taş v.b. şeylerden mamul putları yıkmaları ve yok etmeleri gerekmektedir.

Sahih-i Muslim'de, Ebu'l Hayyac el-Esedî'den rivayet edilmiştir. Bana, Ali (r.anh) şöyle dedi:
"Seni, beni Allah'ın Rasûlü'nün gönderdiği şeyle, bütün putları ve yüksek kabirleri düzleme emriyle, göndereyim mi?"
İmam Ebu Bekir el-Tartusî der ki: Ömer'e, insanların, sahabenin Rasûlullah'a biat ettiği ağacın altına gittiği, orada namaz kıldıkları haberi gelince, müslümanların fitneye düşeceği korkusuyla ağacı kestirdi.
Ömer'in, Kur'an'da zikredilen ve sahabenin Rasûlullah'a (s.a.v.) altında biat ettiği ağaca uyguladığı hüküm buysa, bunun dışındaki fitneyi artıran, bela ve musibeti çoğaltan putlara uygulanacak hüküm ne olacaktır?
İmam Tartusi şöyle der: Bakın, Allah size rahmet etsin, nerede insanların gittikleri, tazimde bulundukları, şifa ve iyilik bekledikleri, çaput ve bez bağladıkları birini görürseniz, o zat-ı envattır, kesin.

Muberrir b. Suveyd'den: Şöyle diyor: Mekke'ye giderken, Ömer b. Hattab'la sabah namazını kıldım. Namazda Fil ve Kureyş surelerini okudu. Sonra insanların etrafa dağıldıklarını görünce, nereye gittiklerini sordu.
Ey muminlerin emiri! Şurada, Allah Rasûlü'nün namaz kıldığı bir mescid var. Orada namaz kılıyorlar, denildi. Sizden öncekiler, bu tür şeylerden dolayı helak oldular. Peygamberlerinden kalan şeylere sahib çıkıyorlardı. onları kilise ve havraya çevirdiler. Kim namaz vaktinde bu mescidlere kavuşursa namazını kılsın, namaz vakti girmemişse yoluna devam etsin, namaz kılmak için beklemesin."
İşte bu Ömer'in fıkhıdır, İslâm akidesine olan ihtimamından, aşırılığa ve sapıklığa düşecekleri korkusundandır.

Şirke Düşüren Lafızlar

Efendimiz'in (s.a.v.) sakındırdığı şeylerden biri de, içinde şirke düşme korkusu ve Allah'a karşı edebe zarar veren lafızlardır. Bu, tevhidi korumak içindir. O şöyle diyen gibi: Allah ve falan dilerse, Allah ve başkanın veya halkın adıyla. Nebi'nin (s.a.v.) kendisi için, bu tür şey söyleyeni inkar ettiğini daha önce gördük. Huzeyfe (r.anh) O'ndan şöyle rivayet etmiştir:
"Allah ve falan dilerse, demeyin. Şöyle deyin: Allah dilerse, sonra da falan dilerse. (Ebu Davud)

Başka bir söz de şudur: Allah ve falan olmasaydı, veya Allah'a ve sana güveniyorum. İbn-i Abbas (r.anh) der ki: "Allah'a eşler koşmayın'-(Bakara, 22) ayetindeki "endad" şirktir. Bu, karanlık gecede, siyah kaya üzerindeki karıncanın yürüyüşünden daha gizlidir.

Bu tür sözlerden bazıları şunlardır:
Allah'a, ey falan hayatına ve hayatıma yemin olsun, onun köpekleri olmasaydı hırsızlar gelmişti. İnsanın arkadaşına, Allah ve sen dilersen, demesi; şu ve falan olmasaydı... Bütün bunlar şirktir.' (İbn-Ebi Hatim)

Allah'ın (c.c.) isimleriyle veya ondan başkasının layık olmadığı şeyle isimlendirmek:
Ebu Davud'un, Ebu Şurayh'tan rivayet ettiğine göre, onun Ebu'l-Hakem diye künyesi vardı. Peygamber (s.a.v.) ona şöyle dedi: Hakem yalnızca Allah'tır. Ve hüküm O'na aittir. Sonra, en büyük oğluyla, Şurayh ile künyelendi.
Sahih bir hadiste Ebu Hurayra'nin Peygamberden rivayet ettiğine göre:
Allah katındaki en kötü insan melikü'l-emlak (mülklerin sahibi) olarak adlandırılandır. Allah'tan (c.c.) başka melik yoktur. Sufyan b. Uyeyne, acemlerin kullandığı şehinşah da aynı konumdadır, demiştir. Çünkü, aynı anlama gelmektedir. Bir rivayette, kıyamet günü Allah katında en çok gazaba uğrayacak kişi, bu tür biridir. İnsanın, Allah'tan başka bir mabudun adıyla isimlendirilmesidir.
Abdulkabe, Abdunnebi, Abdulhuseyn, Abdulmesih v.b. gibi. İbn-i Hazm, Abdulmuttalib'in dışında bu tür isimlendirmenin haram olduğunu nakletmiştir.
İnsanın başına gelen zorluk ve darlık anlarında zamana sövmektir. Zamana sövmek, bir tür Allah'a şikayette bulunmak, O'na kızmaktır. İşleri evirip çeviren O'dur. Geceyi, gündüzü düzenleyen O'dur. Evrende bütün olup biteni O yapar. Bundan dolayı, sahih bir hadiste şöyle denmektedir:

"Allah (c.c.) şöyle buyurur:
Adem oğlu zamana sövmekle bana eziyet eder. Çünkü zaman benim. Geceyi ve gündüzü ben düzenlerim."

16- LA İLAHE İLLALLAH’I BOZACAK ŞEYLER

Bu Kelimeyi Bozacak Şeyler:

1 - Allah’ın varlığını ve Rasulullah’ın risaletini inkar etmek.

2 - Reisler, liderler ve şeyhlere ibadet etmek. Bu, Allah’ın haram kıldığı şeyi helal, helal kıldığı şeyi haram kıldıklarında onlara itaat etmekle olur.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini (yani din adamlarını) ve Meryem oğlu Mesihi Rab edindiler. Oysa tek olan Allah’ tan başkasına ibadet etmemekle emrolunmuşlardı. O’ndan başka ibadete layık ilah yoktur. Allah koştukları eşlerden munezzehtir.” (Tevbe: 31)

Bu ayetin tefsirine bakıldığında görülecektir ki Rab edinmenin şeklini açıklayan bi zatihi Rasulullah’ın kendisidir. !

“Tay kabilesi reisi olan Adiyy bin hatem şöyle der:
Mekke fethedildiği gün ben Hırıstiyan olduğum için Mekke’den kaçtım . Bacım ise müslümanlara köle oldu . Zamanla rasulullah bacımı serbest bırakarak azad etti . Bacımda islamı tanıdığı için müslüman oldu . Bunun üzerine Mekke dışına çıkarak beni aradı ve akrabalarımın yanında beni buldu ve
müslüman olduğunu , İslam dininin çok güzel bir din olduğunu , islam’ı bize yanlış anlatmışlar, eğer Muhammed’den özür dileyip müslüman olursan senin için çok iyi olur . Hem Mekke senin yurdun , kabile reisi olman itibariyle bir sürü malında vardır.Tekrar söz sahibi olabilirsin
diyerek beni ikna etti . Bende geri geldim . Mescidde Rasulullah’ı etrafında sahabelere “Onlar, Allah'dan başka bilginlerini ve rahiplerini de kendilerine Rab edindiler,”Tevbe 31” ayetini okurken gördüm ve boynumda gümüşten bir Hac olduğu halde yanına geldim .
"Ey Allah’ın rasulu ; ben eskiden Hırıstiyandım ve Hırıstiyanlığı iyi bilirim . Biz hiç bir zaman alimleri , rahipleri rab edinmedik , onlara ibadet te etmedik dedim . Bu ayette Allah (c.c.) ne demek istemiş dedim .
Bunun üzerine Muhammed s.a.v : “Ey Adiyy ! çıkar o boynundaki putu“. (Bende çıkardım ).Ettiniz Adiyy , ettiniz “ dedi.
O rahipleriniz , alimleriniz , okumuş insanlarınız size Allah’ın kitabına muhalif olarak helal ve haram (yasak serbest) koymadılar mı ? Bende: evet ya rasulullah ; onlar okumuş kimselerdi, böyle yaparlardı . Bunun üzerine :
İşte onların bu yaptıkları (Allahın kitabına muhalif) Rabb’liktir. Sizinde onların dediklerini benimsemeniz , uymanız onlara ibadetinizdir“ dedi

İbn Kesir Tefsiri , C .7, sayfa 3456)
Aynı zamanda hadistir:
İmam Ahmed ; Tirmizi , Hadis no : 3095 ,Bu hadisi El-Huseyin b. Yezid an Abdisselam an Zeyd b. Sellam an Ebi sellam ani'n Nu'man asl-İ senedi ile tahriç etti; Cem’ul-Fevâid Tefsir bah. IV, 68 ve İbn Cerir


3 - Allah’a, Rasulune ve İslam dinine sövmek, Allah’ın ayetleri, kitapları, rasulleri ile alay etmek.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

İkiyüzlüler, kalplerinde olanı haber verecek bir surenin inmesinden çekiniyorlar. De ki: “Alay edin bakalım. Allah çekindiğiniz şeyi ortaya koyacaktır. Onlara soracak olursan: “Biz and olsun ki eğlenip oynuyorduk” diyecekler. De ki: “Allah’la, ayetleriyle, rasulüyle mi alay ediyordunuz? Özür beyan etmeyin. İnandıktan sonra küfre girdiniz. İçinizden bir topluluğu affetsek bile, suçlarından ötürü bir topluluğa da azab ederiz.” (Tevbe: 64-66 )

4 - Tağuta muhakeme olmak.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

Sana ve senden öncekilere indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Reddetmeleri emr olunmuşken tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor.” (Nisa: 60 )

5 - Allah’ın indirdikleriyle hükmetmemek.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir.” (Maide: 44)

6 - Sihir yapmak ve öğrenmek.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

Şeytanların, Suleyman’ın hükümdarlığı hakkında söylediklerine uydular. Oysa Suleyman kafir değildi. Ama insanlara sihri öğreten şeytanlar kafir olmuşlardı. Babil’de Harut ve Marut denilen iki meleğe bir şey indirilmemiştir. Bu ikisi: “Biz sadece imtihan ediyoruz, sakın küfre girme” demedikçe kimseye bir şey öğretmezlerdi. Halbuki bu ikisinden koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Oysa Allah’ın izni olmadıkça kimseye zarar veremezlerdi. Kendilerine zarar verecek faydalı olmayacak şeyler öğreniyorlardı. Andolsun ki onu satın alanın ahiretten bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şeyin ne kötü olduğunu keşke bilselerdi.” (Bakara: 102)

7 - Kafirlerle dost olmak, onları sevmek, desteklemek, onların cemaatlerine, gruplarına, partilerine üye olmak.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
Mu’minler mü’minleri bırakıp da kafirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah’tan bekleyebileceği hiçbir şey yoktur. Ancak onlardan sakınmanız hali (takiyye) mustesnadır. Sonunda dönüş ancak Allah’a’ dır.” (Al-i İmran: 28 )

Bir insan şehadeti bozacak bu şeylerden birisini yaparsa İslam’dan çıkar. İstediği kadar kelime-i şehadeti söylese hatta insanların en çok ibadet edeni bile olsa bunların kendisine hiçbir faydası olmayacaktır.



------------------------


Şirkin Kısımları

1. Dinden çıkarıp çıkarmayacağı yönünden ŞİRK Çeşitleri

A. Büyük Şirk (Şirku’l-Ekber)
Bundan maksat, kulu dinden çıkaran dolayısıyla yaptığı amelleri yok eden ve cehennemde ebedî olarak kalmasına sebeb olan şirktir. Bu hususta Yüce Mevlâ şöyle buyurmuştur:

Şubhesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındakini dilediğinden bağışlar. Kim, Allah’a ortak koşarsa, muhakkak ki, derin bir sapıklığa düşmüştür.” (Nisâ, 116)

Kim, Allah’a ortak koşarsa, Şubhesiz, Allah ona cenneti haram kılmıştır ve onun varacağı yer cehennemdir. Zalimlerin hiçbir yardımcısı da yoktur…” (Mâide, 72)

Cumhur ulemaya göre şirk denilince, yalnız bu mahiyette olan şirk anlaşılır. Bunun alt seviyesinde olan ve şirk kokusu taşıyan amellere ise, kavram karmaşasına vesile olmasın diye, şirk denilmemiş, günah denilmiştir.
Selefiyye Grubu’na göre ise, bu mahiyetteki bir şirk, şirkin kısımlarından sadece birini teşkil etmektedir.

Cumhur ulema ile Selefiyye Grubu’nun ittifak ettikleri bu şirke misal:
Allah’tan başkasını ilah edinmek, ona yalvarmak, ondan yardım beklemek ve benzeri davranışlardır. Nitekim cahiliye dönemlerinde bir kısım putlara tapıp, her şeyi onlardan beklemek bunun en bariz örneğidir.




B. Küçük Şirk (Şirku’l-Esğar)
Bundan maksat, kulu dinden çıkarmayan, sadece günahkâr yapan, dolayısıyla cehennemde ebedî kalmaya vesile olmayan şirktir.
Cumhur ulemaya göre bu, dinden çıkarmadığından şirk değil, günahtır.
Selefiyye Grubu’nun buna şirk ismi vermesi ise, bu gibi şirklerin tevhidin kemâline ters düşmeleri sebebiyle bazı haber-i ahad hadislerde şirk olarak isimlendirilmeleridir.
Küçük şirkin örnekleri : İbadetlerde riyakârlık (gösteriş) yapma, Allah’tan başkasına yemin etme vesairedir.
Küçük şirk ifadesi yalnız haber-i ahad olan şu ve benzeri hadislerde zikredilmiştir.

Mahmud b. Lebid (radıyallahu anh), Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Benim sizin için en çok korktuğum şey küçük şirktir.”
Dediler ki: “Ey Allah’ın Rasûlu! Küçük şirk nedir?
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Riyakârlıktır (gösteriş yapmaktır). Aziz ve celil olan Allah, kıyamet gününde insanlar yaptıkları amellerin karşılıklarını aldıklarında bu riyakârlara şöyle diyecektir: Haydi, dünyada kendilerine gösteriş yaptığınız insanlara gidin. Bakın onların yanında bir mükâfat bulabilecek misiniz?
(Musned, İmam Ahmed, V, 428. (Irâki, İhyâu Ulûmi’d-Din’in hadislerini tahriç ederken bu hadisin ravilerinin güvenilir olduğunu söylemiştir. Bkz. III, 294.)




2. Açık ve gizli olma yönünden ŞİRK Çeşitleri


A. Açık Şirk (Şirku’l-Celî)
Bundan maksat, her mu’minin, şirk olduğunu açıkça müşahede ettikleri şirk türüdür. Putlara secde etme, papazlara özel olan kuşağı bağlama, haç takma vb. şirkler bu türdendir. Bu türden olan şirkler büyük şirktir, kişiyi dinden çıkarır.

B. Gizli şirk (Şirku’l-Hafî)
Bundan maksat, kulun içinde bulunan, dıştan görülemeyen şirktir. Gizli şirkin bazı türleri, munafıkta olduğu gibi, büyük şirktir. Diğer bir kısmı ise, Müslümanın namaz kılarken riyakârlık yapması gibi küçük şirktir. Gizli şirk, büyük ve küçük şirke dâhil olmasına rağmen, Selefiyye’nin bunu ayrı bir şirk olarak zikretmelerinin sebebi, yine hadislerde gizli şirk ifadesinin geçmesidir. Gizli şirk ifadesi şu hadislerde zikredilmiştir:

“… Ebû Said el-Hudrî (radıyallahu anh) diyor ki: Biz (Sahâbîler bir gün) Mesih-i Deccali kendi aramızda muzâkere ederken Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) çıkıp bize geldi ve buyurdu ki: “Bana göre sizin için Mesih-i Deccal’den daha korkunç olan bir şeyi size haber vereyim mi?
Ebû Said demiştir ki: Biz de: “Buyur (haber ver),” dedik.
Bunun üzerine: “(Sizin için daha korkunç şey) gizli şirk(tir) ki, adamın namaza durduğunda, gördüğü bir başka adamın bakmasından dolayı namazını güzelleştirmesidir" buyurdu.
(İbni Mâce, Zuhd, bab. 21, hn. 4204)
(Mecmau’z-Zevaid’de bu hadisin senedinin Hasen olduğu ravilerden Kesir b. Zeyd’in ve Rubeyh b. Abdirrahman’ın, haklarında ihtilaf edilen kişiler olduğu zikredilmiştir)


“… Şeddâd b. Evs (radıyallahu anh) diyor ki; Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Ummetim, hakkında en çok korktuğum şey, Allah’a ortak koşmalarıdır. Dikkat edin: Ben onların güneşe, aya veya puta tapacaklarını söylemiyorum. Lakin birtakım ibadetleri Allah’tan başkası için yapacaklar, bir de gizli şehvetleri olacak.
(İbni Mâce, Zuhd, bab. 21, hn. 4205)
(Heysemî, Mecmau’z-Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Âmir b. Abdullah bulunur. Ben onun hakkında konuşan kimseyi görmedim. Senedin kalan râvileri güvenilir zâtlardır); Musned, İmam Ahmed, IV, 124.)


- Hadisin diğer bir rivayetinde Şeddad şunları söylemiştir:
Ey insanlar benim sizler için en çok korktuğum şey Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) söylediğini işittiğim gizli şehvet ve şirktir.
Bunun üzerine Ubade b. Samit ve Ebû’d-Derdâ’ şöyle dediler: “Ey Allahım! Sen bizi affet.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bizlere “Artık Arab Yarımadası’nda şeytan kendisine tapılmaktan ümidini kesmiştır. dememiş miydi?
Gizli şehvetin ne olduğunu biliyoruz. Bu kadınlar ve insan nefsinin arzuları gibi dünya şehvetleridir. Ey Şeddad! Senin bizi korkuttuğun bu şirk nedir?”
Bunun üzerine Şeddad dedi ki: “Söyleyin bana, bir adamın diğerine namaz kıldığını veya onun rızası için oruç tuttuğunu yahut onun rızası için sadaka verdiğini görürseniz, bunun Allah’a ortak koştuğunu görmüş olmaz mısınız?”
Onlar da: “Evet, vallahi kim bir adama namaz kılar veya onun rızası için oruç tutacak olur yahut onun rızası için sadaka verecek olursa Allah’a ortak koşmuş olur.” dediler.
Şeddad dedi ki: “Çünkü ben Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: “Kim riyakârlık (gösteriş) yaparak namaz kılacak olursa Şubhesiz ki şirk işlemiş olur. Kim riyakârlık yaparak oruç tutacak olursa Şubhesiz ki o şirk işlemiş olur. Kim riyakârlık yaparak sadaka verecek olursa Şubhesiz ki o şirk işlemiş olur.
Bunun üzerine Afv b. Malik dedi ki: “Allah bu amellerin hepsinden yalnız kendi rızası için halisane yapılanı kabul edib, kendisine ortak koşulanı bırakmaz mı?
O zaman Şeddad dedi ki: “Ben Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: Aziz ve Celil olan Allah buyurdu ki: “Ben bana ortak koşan kimsenin en hayırlı hak sahibiyim. Kim bana bir şeyi ortak koşarsa, o az olsun çok olsun amellerinin tümünü toplayıb bana ortak koştuğuna versin. Benim bu amele ihtiyacım yoktur.”
(Musned, İmam Ahmed, IV, 126)

Ebû Hurayra (radıyallahu anh) diyor ki: Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allahu Teâlâ buyurdu ki: “Benim ortak koşulanların ortaklığına asla ihtiyacım yoktur. Kim bir amel işler de o amelde benimle birlikte başkasını da ortak koşacak olursa, onu ortak koşması ile baş başa bırakırım.-başka bir rivayette- Ortak koştuğu şey ile baş başa bırakırım.
(Muslim, Zuhd, bab. 46, hn. 2985; İbni Mâce, Fiten, bab. 21, hn. 4202)

Ebû Said b. Ebî Fudale el-Ensari (radıyallahu anh) diyor ki: Ben Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:
Allah insanları geleceğinde şubhe olmayan kıyamette topladığında bir seslenen şöyle seslenecektir: Her kim Allah için yaptığı bir amelde bir başkasını da ortak yapmış ise, sevabını Allah’ın dışındaki ortak koştuğu kimselerden istesin. Şubhesiz ki Allah ortak koşulanların ortaklığına asla ihtiyacı olmayandır.”
(Tirmizî, Kehf Sûresi Tefsîri, bab. 6, hn. 3154; İbni Mâce, Zuhd, bab. 21, hn. 4203; Müsned, İmam Ahmed, III, 466, IV, 215)
(Tirmizî bu hadisin Hasen ve Garib olduğunu söylemiştir.)


Görüldüğü gibi, hadisin bu rivayetinde böyle bir şirki yapanın amelinin boşa gideceği beyan edilmektedir. Bu da gösteriyor ki, böyle bir şirke düşen bazen kâfir bazen de günahkâr olur. Amelinin sevabından mahrum olur.

3. İtikatta veya amelde olması yönünden ŞİRK Çeşitleri


A. İtikatta Şirk (Rubûbiyyette şirk)
Selefiyye Grubu’na göre, bu şirkten maksat, Allahu Teâlâ’ya has olan bir özelliği Onun dışındaki herhangi bir varlığa vermektir. Bu da Allahu Teâlâ’nın zatında veya isimlerinde yahut sıfatlarında ya da fiillerinde birliğine ters düşen bir şeye inanmakla gerçekleşir ve iki ana kısma ayrılır:

a. Allahu Teâlâ’nın zatında birliğine ters düşen şirk

Bu şirk, birden fazla ilahın olduğuna inanmakla gerçekleşir. Yüce Mevlâ bu şirki reddederek şöyle buyurmuştur:

(Ey Peygamber!) Şöyle de: ‘Eğer iddia ettikleri gibi Allahla beraber başka ilahlar olsaydı, o takdirde Arş’ın sahibi olan Allah’a üstün gelmenin yollarını ararlardı.” (İsra 42)

Allah hiçbir çocuk edinmemiştir. Onunla birlikte hiçbir ilah da yoktur. Eğer öyle olsaydı her ilah kendi yarattığına hükmedip onu istediği yöne götürürdü. Ayrıca onların bir kısmı diğerine üstün gelmeye çalışırdı. Allah, müşriklerin taktıkları sıfatlardan münezzehtir.” (Mu’minun, 91)

Daha önce de izah edildiği gibi, Hristiyanlar’ın teslis inançları bu şirktendir.


b- Allahu Teâlâ’nın sıfatlarında veya fiillerinde birliğine ters düşen şirk
Bu da Allah’ın sıfatlarında veya fiillerinde yahut kendisine has olan herhangi bir özelliğinde ortağı olduğuna inanmakla gerçekleşir. Yüce Mevlâ Kur’an’da bu türden olan şirki de reddederek şöyle buyurmuştur:

Allah’ın hiçbir benzeri yoktur. O, her şeyi işiten ve görendir." (Şura, 11)

Kötü örnekler (sıfatlar) ahirete iman etmeyenlerindir. En yüce örnekler (sıfatlar) ise, Allah’ındır. O, her şeye galibdir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nahl, 60)

Allah için benzetmeler yapmaya kalkmayın. Muhakkak Allah bilir, siz bilemezsiniz.”(Nahl, 74)

(Ey Muhammed!) De ki: Allah birdir. Allah Samed’dir. (Hiçbir şeye muhtaç değildir, her şey O’na muhtaçtır.) O, ne doğurmuş, ne de doğurulmuştur. O’nun hiçbir dengi yoktur.”(İhlas, 1- 4.)

- Selefiyye Grubu’na göre Allah’ın sıfatlarından herhangi birini başkasına isnat etmeye misal, herhangi birinin gaybı bildiğine inanmak ve benzeri şeylerdir.

- Allah’ın fiillerinden birini başkasına isnat etmeye örnek, kâinatın sevk ve idare edilmesinde herhangi birinin yetkisi olduğuna, mesela Allah’tan başkasının rızık vereceğine inanmak ve benzeri şeylerdir.

- Allahu Teâlâ’ya has olan bir özelliği başkasına vermeye misal ise, Allah’tan başkasına yasa koyma hakkı tanımak, helal ve haramı belirleme yetkisi vermektir.

Yüce Mevlâ bu türden olan şirki de reddetmiş ve şöyle buyurmuştur:

Yoksa onların Allah’ın izin vermediği şeyi, kendileri için dinden bir şeriat (yasa) yapan ortakları mı var?” (Şura, 21)

Onlar, hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu İsa Mesih’i, Allah’tan başka Rabler edindiler. Hâlbuki onlara, ancak bir olan ve kendisinden başka ilah olmayan Allah’a ibadet etmeleri emrolunmuştu. Allah, onların koştukları ortaklardan munezzehtir.”(Tevbe, 31)



B. İbadette Şirk (Ulûhiyette şirk)
Selefiyye Grubu buna “ulûhiyette şirk” demişlerdir. Bu da niyette, amelde, ibadette, dilemede ortak koşmayı içerir. Selefiyye Grubu’na göre asıl şirk işte budur. Zira Allah’a yaratıcılığında şirk koşmak çok az vuku bulmuştur. İnsanların genelinin düştükleri şirk, Allah’a kulluk etmede icat ettikleri şirklerdir. Selefiler bu türden olan şirki kendi içinde çeşitli kısımlara ayırmışlar, her birine birden çok isim vermişlerdir. Bu nedenle dikkatle incelenmediği takdirde karıştırılmalarına vesile olabilir.

Bu şirkin kısımlarını, hangisinin kulu dinden çıkarıp çıkarmayacağını ve cumhur ulema ile Selefiler arasında hangisinin ittifak ve hangisinin ihtilaf konusu olduğunu şu şekilde özetlemek mümkündür:

İbadette şirkin birinci kısmı, niyette (maksatta, gayede) şirktir

Bundan maksat, kulun yaptığı ibadeti Allah’ın rızası için değil de başka bir maksat için yapması veya aslında Allah için yapıp bununla birlikte başka bir gaye de beklemesidir. Bu itibarla bu şirkte iki ihtimal vardır.

a. Eğer kişi amelini tamamen Allah rızası dışında bir maksat için yaparsa, dinden çıkar, kâfir olur. Bunun şirki büyük şirktir. Münafığın amelleri bu türdendir. Bu hususta Yüce Mevlâ şöyle buyurmaktadır:

“Kim dünya hayatını ve onun ziynetlerini isterse, biz onlara dünyada yaptıklarının tam karşılığını veririz. Onların orada bir şeyleri de eksiltilmez. İşte bunlara, ahirette de cehennem ateşinden başka bir şey yoktur. Orada yaptıkları boşa çıkmıştır. Zaten işledikleri batıldır.” [Hud 15 - 16]

“Kim ahiret menfaatini isterse, onun mükâfatını artırırız. Kim de dünya menfaatini isterse ona dünyada istediğinin bir kısmını veririz. Ahirette ise, hiçbir nasibi yoktur. Allah’ın gazabı onların üzerinedir. Onlar için şiddetli bir azap vardır.”[Şu'ra 20]

“Kim acele olan dünya hayatını isterse, bunlardan istediğimize dilediğimiz kadarını acele veririz. Sonra da ona cehennemi hazırlarız. Oraya perişan bir halde, Allah’ın rahmetinden kovulmuş olarak girer.”[16]

“Azıp, dünya hayatını tercih edenin, varıp kalacağı yer cehennemdir. Rabbinin huzuruna çıkacağından korkup kendini şehevi arzulardan koruyana gelince, onun da varıp kalacağı yer mutlaka cennettir.”[17]

b. Aslında kişi, amelini Allah rızası için yapar, bununla birlikte başka bir maksadı da olursa, işte bunun yaptığı küçük şirktir. Kendisini dinden çıkarmaz, fakat amellerini boşa çıkarır. Nitekim riyakâr Müslümanların ibadetleri bu türdendir. Bu hususta Rasûlullah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem), daha önce de zikrettiğimiz şu hadisler rivayet edilmiştir:

● Şeddad b. Evs (radıyallahu anh) diyor ki: Biz Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) döneminde riyakârlığı küçük şirk sayardık.[18]

● Mahmud b. Lebid (radıyallahu anh) diyor ki: Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: “Benim sizin için en çok korktuğum şey küçük şirktir.”Dediler ki: “Ey Allah’ın Rasûlu! Küçük şirk nedir?” Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Riyakârlıktır.”[19]

- Hadisin diğer bir rivayetinde Mahmud b. Lebid (radıyallahu anh) şunları anlatmıştır: Bir gün Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) çıkıp geldi ve şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Gizli olan şirkten kaçının.” Orada bulunanlar: “Ey Allah’ın Rasûlu! Gizli olan şirk nedir?” diye sorunca Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şu cevabı verdi: “Kişi kalkıp namaz kılar, insanların kendisine bakmalarından dolayı namazını süslemek için elinden gelen gayreti sarf eder. İşte gizli şirk budur.”[20]

● Ebû Hurayra (radıyallahu anh) diyor ki: Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: Allahu Teâlâ buyurdu ki: Benim ortak koşulanların ortaklığına asla ihtiyacım yoktur. Kim bir amel işler de o amelde benimle birlikte başkasını da ortak koşacak olursa onu şirki ile baş başa bırakırım-başka bir rivayette-“Ortak koştuğu ile baş başa bırakırım.”[21]

● Ebû Hurayra’dan rivayet edildiğine göre bir kişi (Peygambere); “Ey Allah’ın Rasûlu! Bir adam Allah yolunda savaşmak istiyor ve aynı zamanda geçici dünya malından mal da elde etmek istiyor” (buna ne buyurursunuz), diye sormuş. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de “Onun için bir sevap yoktur.” buyurmuştur. İnsanlara bu cevap ağır gelmiş ve o adama (bu soruyu) “Rasûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) tekrarla, herhalde sen soruyu Rasûlullah’a anlatamadın” demişler. Bunun üzerine o adam “Ey Allah’ın Rasûlü! Adam Allah yolunda savaşmak istiyor ve aynı zamanda geçici dünya malından mal da elde etmek arzu ediyor!” diyerek soruyu tekrarlamış. (Peygamber de)Ona sevab yoktur.” buyurmuştur. (Orada bulunanlar) (sözü geçen) adama (soruyu) “Rasûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) bir daha tekrar et” demişler. O da Peygamber’e (soruyu) üçüncü defa tekrarlamış (Peygamber yine) Ona sevab yoktur.” cevabını vermiştir.”[22]

● Ebû Umâme el-Bâhilî (radıyallahu anh) diyor ki: Bir kişi Rasûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) geldi ve şöyle dedi: “Bir adam hem sevap kazanmak için hem de anılmak için savaşacak olursa buna ne vardır?” Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)Onun için hiç bir şey yoktur” buyurdu. Adam sorusunu üç defa tekrarladı. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)de her defasında sorana: “Onun için hiçbir şey yoktur” buyurdu ve şöyle devam etti: “Allah ancak samimi bir niyetle kendi rızası gözetilerek yapılan amelleri kabul eder.”[23]

Bütün bu hadisler gösteriyor ki, amellerde gösteriş yapmak, insanların hatırı için onları süslemeye çalışmak ve ameli Allah rıdasına ilaveten başka bir maksad için de yapmak, genelinde küçük şirktir. Yapanı kâfir etmez, fakat amellerini ibtal eder. Ancak büyük şirke düştüğü de olabilir. Allah’ı birleyen muvahhidin bunlardan kaçınması gerekmektedir.

■ İbni Teymiyye niyetteki şirke işaret ederek diyor ki: “Her kulun arzuladığı bir muradı vardır. O murat o kulun sevgi ve maksadının zirvesidir. Eğer kişinin taptığı, son derece sevdiği ve maksadı Allah olmazsa, onun Allah’tan başka bir maşuku, bir maksadı ve gayesi olur, ona tapar ve onun kulu olur. Bu şey mal ve servet olabilir, mevki makam olabilir, köşkler saraylar olabilir. Allah’ın dışında ilah edindiği ay, güneş, peygamberler, putlar olabilir. Rab edindiği peygamberler, melekler olabilir. Hatta bazen peygamberlerin ve sâlih kulların kabirleri olabilir.

Eğer kul, Allah’a karşı samimi olmaz, O’na kul olmaz, kalbini yalnız bir olan, ortağı olmayan Rabb'ine bağlamaz, Allah’ı her şeyden daha fazla sevmez, O’na boyun eğib, kendisini O’na karşı zelil hissetmezse, böyle bir kişi kâinatın kulu olur. Kalbine şeytanlar hâkim olur, böylece azgın şeytanların kardeşi olur. Artık bunun ne kadar hayâsızlıklar ve kötülükler yapacağını ancak Allah bilir.”[24]

İbadette şirkin ikinci kısmı, Allah’tan başkasına yakın olma ve Allah için yapılacak bir ameli başkasına yapma şirkidir.

Buna Arabca’da “Şirku’t-Tekarrub ve’n-Nusuk” denilmektedir. Bundan maksat, dinen yapılması farz veya müstehab olan herhangi bir ameli Allah’tan başkasına yapmaktır. Mesela hayvanları keserken Allah’tan başkası için kesmek, kurbanı Allah’tan başkasına kurban etmek, bir şey adarken Allah’tan başkasına adamak bu şirkin örnekleridir.

Böyle bir amelin kişiyi dinden çıkaran şirk olub olmadığı, Selefiyye Grubu ile diğer itikat âlimleri arasında ihtilaflıdır.

a. İtikat âlimlerinin bir kısmına göre, böyle bir amelin büyük şirk olması için bunu yapanın itikaden Allah’a ortak koşması şarttır. Eğer bunları işleyen, kendileri için kurban kesilen ve diğer şeyler yapılan zatların Allah’ın ortakları olduğuna inanırsa, büyük şirke düşer, kâfir olur. Eğer böyle bir inancı yoksa işlediği küçük şirktir. Kâfir olmaz, günahkâr olur. Çünkü bu, Allah’ı birleyen bir muvahhiddir. Yaptığı amel ise bid’attir, onu günaha sokar.

■ Muhammed b. Abdulvahhâb’ın kardeşi Süleyman b. Abdulvahhab bu hususta “Vahhabilere Cevap Vermede İlahi Yıldırımlar” isimli eserinde şunları söylemektedir: “Sizler, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in onun kulu ve peygamberi olduğuna şehâdet eden bir Müslümanın, uzakta bulunan birini veya bir ölüyü çağırması yahut ona adak adaması ya da Allah’tan başkasına hayvan kesmesi halinde büyük şirk işlemiş olacağını, amellerinin boşa gideceğini, malının ve canının helal olacağını nerede buldunuz? Hiçbir ilim ehli “Allah’tan başkasından yardım isteyen veya Allah’tan başkasına hayvan kesen mürtet olur” dememiştir.”[25]

b. Başta selefiler olmak üzere, diğer bir kısım âlimlere göre ise, bu tür amelleri yapan büyük şirke düşer ve kâfir olur. Çünkü bunlara göre, ameldeki şirk itikattaki şirke bağlı değil, müstakil bir şirktir. Aslında insanların içine düştükleri şirk de budur. Allah’ın yaratıcılığı, kâinatı sevk ve idare etmesindeki şirk ise, pek nadirdir. Nitekim Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dönemindeki muşrikler Allah’ın yaratmada, icat etmede, rızıkları vermede ve benzeri hususlarda birliğine inanıyorlar, fakat ona kullukta ortak koşuyorlardı. Bu hususta Yüce Mevlâ şöyle buyurmaktadır:

(Ey Muhammed!) De ki: ‘Size gökten ve yerden rızık veren kimdir? Kulak ve gözlerin mâliki kimdir? Ölüden diriyi çıkaran, diriden de ölüyü çıkaran kimdir? Bütün işleri yürüten kimdir?’ Onlar “Allah’tır” diyeceklerdir. De ki: ‘O halde Allah’tan korkmaz mısınız?’”[26]

Onların çoğu ancak ortak koşanlar olarak Allah’a iman ederler.”[27]


Bu konudaki naçiz kanaatimiz:
Bu tür amelleri yapanlara kâfirlik damgasını vurmada acele edilmemelidir. Çünkü bunlar Allah’a açıkça ortak koşma inancında değillerdir. Amellerinin nereye götüreceğini bilmeyen cahiller olmaları muhtemeldir. Bu itibarla ihtiyatlı davranılmalı, kendilerini iyice tanıdıktan sonra kesin karar verilmelidir. Yerine göre bunları yapanlar, dinden çıkıp kâfir de olabilirler. Kendilerine kurban kestikleri kimseleri Allah gibi kutsayanlar veya onları Allah gibi tazim edenler bu türdendir. Günah işleyen bir Müslüman da olabilirler. Kurban kestikleri kişileri kutsamaksızın, onlara kestikleri kurbanlardan dolayı Allah’tan sevap bekleyenler bu türdendir. Diğer yandan yapanı kâfir edip etmeyeceği tartışılacak kadar tehlikeli olan bu gibi amellerden şiddetle kaçınılmalıdır, “Bunlara şirk demeyenler de var” diyerek, teselli olunmamalıdır. Zira bunların dinden çıkaran büyük şirk olup olmamaları ihtilaflı olsa da yapılan ameli imha eden küçük şirklerden oldukları ittifak konusudur.

İbadette şirkin üçüncü kısmı, Allah’tan başkasından bir şey dileme şirkidir.

Buna yardım isteme şirki anlamına gelen “Taleb Şirki” denilmektedir. Arabcası “istiğâse”dir. Bu şirkten maksad, Allah’tan başkasının veremeyeceği herhangi bir şeyi, Allah’tan değil de başkasından istemektir. Mesela kulun bizzat ölülerden günahlarını affetmelerini, kalbini hidayete erdirmelerini, sıkıntılarını gidermelerini, ihtiyaçlarını karşılamalarını istemesi, bu şirktendir. Bu şirke cahillerin kaydıkları gibi, yer yer bilgili olan ancak itikadî konularda hassas olmayan insanların da sürüklendiği müşahede edilmektedir. Aşağıdaki satırlarda bu tür sapmalar görülmektedir.

■ Abdulvahhab b. Ahmed eş-Şa`rânî[28] “Tabekâtu’l-Kübrâ” isimli eserinde aşırı giderek tasavvuf şeyhlerinden biri olan Ahmed el-Bedevî hakkında şu ifadeleri kullanmaktadır: “Efendim Abdulaziz’e Şeyh Ahmed Bedevî Efendi sorulduğunda şöyle derdi: “O, dibine ulaşılamayan bir denizdi. Onun haberlerini, Frenk memleketlerinden esirleri kurtarıp getirdiğini, kendisinden yardım dileyenleri, yol kesici eşkıyalardan kurtardığını, ondan yardım isteyenlerle yol kesenlerin aralarına girdiğini anlatmak için defterler yetmez. Allah ondan razı olsun.”

Şa`rânî, sözlerine devamla diyor ki: “Ben hicri dokuz yüz kırk beş yılında Abdu’l-`Âl’in minaresinin üzerinde kendi gözlerimle bir esir gördüm. Elleri ayakları bağlı, aklı gelip gidiyordu. Kendisinden sebebini sordum. Bana dedi ki: “Ben Frenk memleketlerinde esir iken gecenin sonunda efendim Ahmed el-Bedevî’ye yöneldim, bir de ne göreyim! O yanımda. Hemen beni aldı havadan uçurarak getirip buraya koydu.” Bu kişi orada iki gün bekledi. Aniden alınıp getirilmesinin şiddetinden hep başı dönüyordu.”[29]

Kitabının diğer bir bölümünde şunları anlatıyor:

Şeyhimiz Muhammed eş-Şennâvî bize şunu bildirdi: “Bir kişi Ahmed Bedevi’nin doğum yılının kutlanmasında hazır bulunmaya karşı çıktı. Bu yüzden ondan iman gitti. Artık onda dine ilgi duyan bir tüy dahi kalmadı. Nihayet Ahmed Bedevi’den yardım diledi. O da “Bir daha buna dönmemen şartıyla” dedi. O kişi “Evet” dedi. Şeyh ona iman elbisesini iade etti.[30]

Yine Şa’rani diyor ki, Ahmed el-Bedevi dedi ki: “Rabbimin izzetine yemin olsun ki, kim benim mevlidimde bulunduğu zaman günah dahi işleyecek olursa, mutlaka en güzel bir şekilde ondan tevbe eder. Ben vahşi hayvanları yönetip onları birbirlerinden korurken, denizdeki balıkları besleyip onları birbirlerinden himaye ederken, mevlidimde hazır bulunanı korumamdan Allah beni aciz bırakır mı?”[31]

Bu kadar eser yazmış bir kişinin ağzından bunları duymak oldukça şaşırtıcı ve hayrete düşürücüdür.

Allah’tan başkasından bir şey dilemenin dinden çıkarıp çıkarmadığı hususunda itikat âlimlerinden şu görüşler nakledilmiştir:

a. Eğer Allah’tan başkasından yardım dileyen kişi, kendisinden yardım dilediği zatın, kendi başına müstakil olarak istenileni var edip verebileceğine inanarak isteyecek olursa, böyle bir kişi ittifakla dinden çıkar mürtet olur. Çünkü onu kutsayıp ilahlaştırmıştır. Bunun Kur’an’da delilleri oldukça çoktur. Bu hususta Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Allah’tan başka taptıklarınızın size yardım etmeye güçleri yetmez. Hatta kendilerine bile yardım edemezler.”[32]

(Ey Muhammed!) Yemin olsun ki, eğer sen onlara: Gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan, elbette: Allah yarattı derler. Sen onlara şöyle de: Söyleyin bakalım, eğer Allah, bana herhangi bir zarar vermek istese, sizin Allah’ı bırakıp da taptıklarınız O’nun bu zararını giderebilir mi? Yahut bana bir rahmet dilese, O’nun bu rahmetini durdurabilirler mi? De ki: Bana Allah yeter. Güvenenler sadece O’na güvenirler.”[33]

…Mülk Allah’ındır. O’nu bırakıp taptığınız ilahlar, bir hurma çekirdeğinin zarına bile sahip değillerdir. Eğer Allah’tan başka taptıklarınızı çağırırsanız, çağırmanızı duymazlar. Duysalar bile size cevap vermezler. Kıyamet günü de kendilerini Allah’a ortak koştuğunuzu inkâr ederler. Sana, her şeyden haberdar olan Allah gibi haber veren olmaz.”[34]

(Ey Peygamber!) De ki: Allah’tan başka ilah olduğunu sandığınız şeyleri çağırın. Onlar ne sizi uğradığınız zarardan kurtarabilirler, ne de onu sizden uzaklaştırabilirler.”[35]

Doğru dua ancak Allah’a yapılandır. Allah’ın haricindeki dua ettikleri varlıklar ise, dua edenlerin hiçbir şeyine cevap veremezler. Allah’tan başkasından yardım isteyenlerin durumu, ellerini tamamen açarak suya uzatan kimseye benzer. Ağzına su götürmek ister fakat götüremez. Şu halde kâfirlerin duası sapıklıktan başka bir şey değildir.”[36]

Allah, hak ile hükmeder. Müşriklerin Allah’tan başka edindikleri ilahlar ise, hiçbir şeye hüküm veremezler. Şubhesiz Allah her şeyi işitendir, görendir.”[37]

İyi bilin ki, göklerde ve yerde olan her şey, Allah’a aittir. Allah’tan başkasına tapanlar gerçekte ortak koştuklarına uymazlar, sadece zanna uyarlar. Onlar ancak yalan söylerler.”[38]

(Ey Muhammed! Müşriklere) şöyle de: Allah’ı bırakıp da Onun ortağı olduğunu iddia ettiğiniz şeyleri (yardıma) çağırın. Onlar, göklerde ve yerde zerre miktarı bir şeye sahip değillerdir. Onların gökte ve yerde bir ortaklıkları yoktur. Allah’ın da onlardan bir yardımcısı yoktur. Allah’ın nezdinde, izin verdiğinden başka kimsenin şefaati fayda vermez’…”[39]

b. Şayet, yalnız Allah’ın gücünün yettiği bir şeyi Allah’tan başkasından isteyen kişi istediği şeyi Allah’ın var edip yarattığına iman eder ancak kendisinden yardım dilediği kişinin, Allah katındaki itibarı ve yüksek derecesinden dolayı, Allah’ın, yarattığı şeylerden, dilediğini dilediği kimseye verme gücüne sahip olduğuna inanır ve Allah’tan değil de o zattan isteyecek olursa, işte böyle birinin günahkâr olacağı ittifak konusu, ancak kâfir olup olmayacağı ihtilaflıdır.

aa. Başta Muhammed b. Abdulvahhab ve onun yolunu takip eden selefiler olmak üzere, âlimlerin bir kısmına göre; bu kişi de bir önceki gibi müşrik olur ve dinden çıkar. Zira tarihteki şirklerin kahir çoğunluğu bu türden olmuştur. Allah’a yaratıcılığında ortak koşmak pek nadir vuku bulmuştur. Nitekim Kureyş müşriklerinin şirki bu kabildendir. Aracı yapma şirkidir. Çünkü bunlar taptıkları putlardan taleplerini Allah’a ulaştırmalarını böylece kendilerine fayda sağlamalarını ve zararları önlemelerini istiyorlardı. Taptıklarının isteklerini tek başlarına yaratacaklarını iddia etmiyorlardı. Bilakis putları sadece Allah ile kendi aralarında şefaatçi yaptıklarını açıkça söylüyorlardı. Nitekim şu ayetler bunu açıklamaktadır:

“(Ey Muhammed!) De ki: ‘Size gökten ve yerden rızık veren kimdir? Kulak ve gözlerin maliki kimdir? Ölüden diriyi çıkaran, diriden de ölüyü çıkaran kimdir? Bütün işleri yürüten kimdir?’ ‘Allah’tır.’ diyeceklerdir. De ki: ‘O halde Allah’tan korkmaz mısınız?’ [40]

“De ki: ‘Eğer biliyorsanız söyleyin: Her şeyin hükümranlığı elinde olan
, kendisi koruyan, kendisine karşı korunulamaz olan kimdir?’ ‘Allah’tır.’ diyeceklerdir. ‘O halde nasıl büyüleniyorsunuz?’ de.”[41]

“Onlar, Allah’ı bırakıb, kendilerine zarar veya fayda veremeyen şeylere tapar ve ‘Bunlar Allah katında şefaatçilerimizdir.’ derler…”[42]

“İyi bilinmelidir ki, halis din Allah’ındır. Allah’ı bırakıp Ondan başka dostlar edinenler ‘Biz onlara, ancak bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz’ derler…”[43]

(Ey Muhammed! Muşriklere) şöyle de: ‘Allah’ı bırakıp da Onun ortağı olduğunu iddia ettiğiniz şeyleri (yardıma) çağırın. Onlar, göklerde ve yerde zerre miktarı bir şeye sahip değillerdir. Onların gökte ve yerde bir ortaklıkları yoktur. Allah’ın da onlardan bir yardımcısı yoktur. Allah’ın nezdinde, izin verdiğinden başka kimsenin şefaati fayda vermez…’[44]

■ İbnu’l-Kayyim el-Cevziyye bu son iki ayeti zikrediyor ve izahlarında şöyle diyor: “Bir müşriğin herhangi bir şeyi mabud edinmesinin sebebi, onun aracı olacağına inanmasıdır. Aracı olması ise, ancak ayetlerde belirtilen dört özellikten birine sahip olmakla gerçekleşir. Bunlar da:

- Kendisine tapılanın istenilecek şeye sahip olması.

- Eğer sahip değilse, sahip olana ortak olması.

- Eğer ortak değilse, sahip olana yardımcı olması, destek olması.

- Eğer yardımcısı ve destekleyeni de değilse, onun katında şefaatçi, aracı olmasıdır.”[45]

Bu gruptan olan âlimler, bu düşüncede kendilerine katılmayanları, sapıklıkla, Mürcie Grubu’ndan olmakla suçlamışlardır.

bb. Diğer bir kısım âlimlere göre ise, eğer kişi ancak Allah’ın verebileceği bir şeyi, Allah’ın yarattığına iman eder, bununla birlikte o şeyi Allah’tan değil de, Allah katındaki itibarı ve yüksek derecesine inanarak başka birinden isteyecek olursa, böyle bir kişi yaratıcısını birlediğinden, isteyeceği mercide yanlış yapmış, adeta komada olan bir hastadan kendisine yardım etmesini ister olmuştur. Bu itibarla hedefini şaşıran bir sapık, bid’ate sürüklenen bir günahkâr olmuştur. Buna kâfir anlamına eşit olan müşrik demek doğru değildir. Bunu Kureyş müşrikleriyle kıyaslamak, farklı şeyleri birbirine benzetmek olur. Zira bu “Lâ ilâhe illallah” diyerek inancında Allah’ı birleyen biridir. Bunu söylememek için gerektiğinde kellelerini veren Kureyş müşrikleriyle aynı kefeye koymak afakî bir karar olup, meselelerin inceliği göz önünde bulundurulmamış olur ki bu da itikadî konularda asla kabul edilemez.

Konu ile ilgili olarak aşağıda zikredilen âlimler şunları söylemişlerdir:

■ Yusuf b. Ahmed ed-Dicvî[46] diyor ki:

“Allah’tan başkasından yardım dileyen Müslüman kişi, kendisinden yardım istenen mahlûkun, herhangi bir hususta kendi başına hareket ettiğine, Allah’tan yardım almadığına, ona başvurmadığına inanmamaktadır. Bu asla bahse konu olamaz.”[47]

■ Yusuf b. İsmail en-Nebhânî[48] diyor ki:

“Müslümanların gerek avam halkından gerekse bilgili kişilerinden herhangi bir ferdine bakıldığında görülür ki o bir yaratıktan yardım dilediğinde, asıl kalbinde olan, dünyevî ve uhrevi ihtiyaçlarının karşılanması için, Allah’a yaklaşmadır. Çünkü Müslüman çok iyi bilir ki, Allah dilediğini yapan, tazim edilmeye tek layık olan ve hiçbir ortağı olmayandır.[49]

■ Ahmed b. Zeyni Dahlan[50] diyor ki:

“İnsanları şirke düşüren şey, Allah’la birlikte başka bir ilahın olduğuna veya Allah’tan başkasının, bir şeyin var edilmesinde etkisi olduğuna inanmakla gerçekleşir. Müslümanlardan hiçbir kimse, Allah’tan başkasının ilah olduğuna veya bir şeyin var edilmesinde etkisi olduğuna inanmamaktadır.”[51]

■ Muhammed Alevi el-Malikî[52] diyor ki:

“Allah’tan başkasından yardım dileyen kişi kâfir olmaz. Ancak Allah’tan başkasının yaratacağına, yoktan var edeceğine inanırsa, o zaman kâfir olur.”[53]

Kitabının başka bir yerinde şöyle diyor: “Müslümanların sözünde bir şeyi Allah’tan başkasına isnat ettikleri görülürse, bunu mecâzî manaya yorumlamak gerekir. Onların kâfir olduklarını söylemeye dair herhangi bir yol yoktur.[54]

■ Muhammed ez-Zahir diyor ki:

“Müslümanların sözlerinde bir şeyin Allah’tan başkasına isnat edildiği görülürse, bunu mecâzî manada yorumlamak gerekir. Onlardan herhangi birinin kâfir olduğunu söylemeye dair hiç bir yol yoktur. Müslümanların avam halkından biri “Bana peygamber veya sahâbî yahut Veli şu faydayı sağladı” derse, o mecâzî anlamda konuşur. Peygamberin veya Sahâbînin yahut velinin bana duasıyla Allah verdi, demek ister. Bunun delili ise, bu kişi Müslümandır. Allah’ı birleyendir. Allah’tan başkasının etkisi olacağına inanmamaktadır.”[55]


Bu husustaki naçiz kanaatimiz şudur:
Allah’tan başkasından yardım dileyen, verilmesini istediği şeyin Allah tarafından yaratıldığına inansa dahi, böyle bir istek ittifakla meşru olmayan bir bid’attir. Şirk saymayanlar olsa da, bizce şirk emareleri taşıdığı aşikârdır. Allah’ı her yönüyle birlemekle yükümlü olan bir Müslümanın, Allah’ı bırakıp da, aciz mahlûklardan bir şey dilemesi, tevhid inancı ile bağdaşmamaktadır. Böyle birinin ahirette hesabı çetindir. Cehaletinin kendisi için mazeret sayılıp sayılmayacağını Allah bilir. Bu itibarla böyle bir istekten şiddetle kaçınılmalıdır. Zira şirk olup olmadığı tartışılan böyle bir duruma düşmek, Müslümana yakışmamaktadır.

Konuya şirkin kısımlarının sonunda daha detaylı olarak değinilecektir.

İbadette şirkin dördüncü kısmı, Allah’tan bir şey isterken aracı yoluyla isteme şirkidir.

Buna birinin aracılığı ile Allah’tan bir şeyi istemek anlamına gelen “Şefaatçi Yapma Şirki”; yine birini vesile yaparak Allah’tan bir şey dileme manasına gelen “Vesile Edinme Şirki”; keza kendisi ile Allah arasına aracı koyma anlamına gelen “Vasıtalar Edinme Şirki” isimleri ve benzerleri verilmiştir.

Burada bir şey dileyen, isteğini herhangi bir yaratıktan değil, Allah’tan ister. Ancak bu isteğinin Allah tarafından kabul edilmesi için, Allah katında itibarı olduğuna inandığı birinin yardımcı olmasını talep eder. Mesela “Ey Allahım! Sen bu dileğimi filanın yüzü suyu hürmetine kabul et” der. Yahut “Ey filan ölü! Sen Allah’tan benim şu dileğimin kabul edilmesini iste” diye söyler.

Allah’tan yardım dileyen bir kulun, kendisi ile Allah arasına bir vasıta koymasının hükmüne gelince bu hususta iki ihtimal vardır.

1. Eğer bu kişi, aracı edindiğinin isteğini, Allah’ın kabul etme mecburiyetinde olduğuna inanırsa, müşrik olur. Zira bu, Allah’ın dilemesinin kulun dilemesine bağlı olduğu kanaatine kapılmış olur ki bu da Allah’ın mutlak Rabliğine eksiklik isnat etmeye götürür. Hâlbuki kulun dilemesi, Allah’ın dilemesine bağlıdır. Nitekim bu hususta Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe, siz hiçbir şey dileyemezsiniz.”[56]

“Allah dilemedikçe sizler bir şey dileyemezsiniz. Şubhesiz ki Allah çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[57]

Allahu Teâlâ bu tür şirki iki yönden iptal etmiştir:

a. Allah’ın izni olmadan hiçbir kimse şefaatçi olamaz.

“O gün, Rahman olan Allah’ın izin verdiği ve konuşmasına rıza gösterdiği kimseden başkasının şefaati fayda vermeyecektir.”[58]

“Allah’ın nezdinde, izin verdiğinden başka kimsenin şefaati fayda vermez…”[59]

“Göklerde nice melek vardır ki, Allah dilediğine ve razı olduğuna izin vermedikçe şefaatleri hiçbir fayda vermez.”[60]

“…Allah’ın izni olmadan, katında kim şefaat edebilir?…”[61]

b. Mülkün sahibi ve alemlerin Rabbi sadece Allah’tır. Bu itibarla kâinatın sevk ve idaresi yalnız O’na aittir. O’nun izni olmadan hiçbir kimse herhangi bir tasarrufta bulunamaz.

“Gökten yeryüzüne, bütün işleri idare edip yürüten O’dur…”[62]

“Şubhesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, daha sonra kudretiyle Arş’ı kuşatan Allah’tır. Bütün işleri nizama koyan O’dur. Hiç kimse O’nun izni olmadıkça şefaatçi olamaz…”[63]

“Gökleri, gördüğünüz bir direk olmadan yükselten, sonra Arş’a hâkim olan, belli bir zamana kadar hareket eden güneşi ve ayı, hizmetinize amade kılan Allah’tır. (Göklerde ve yerde ne varsa) hepsini O idare eder…”[64]

2. Eğer böyle bir kişi, istenilen şeyi Allah’ın kabul etme mecburiyetinde olmadığına inanırsa, iki ihtimal vardır:

a. Eğer kişi kendisine uzakta bulunan sağ insanlardan veya sağ olsalardı kendisini işitemeyecek kadar uzak mesafede kabirleri bulunan ölülerden kendisine dua etmelerini isteyecek olursa, bunların gaybı bildiklerine inandığından şirke düşer.

b. Şayet ölülerin gaybı bilmediklerine inanır ve kabirlerinin başında kendisine dua etmelerini isterse, işte bunun hükmü ihtilaflıdır.

aa. Selefilere göre, bu da şirktir. Çünkü selefiler aracının yaptığı duanın Allah’ın kabul etme mecburiyetinde olup olmadığına inanmakla inanmamanın fark etmeyeceği kanaatindedirler. Her iki halde de şirktir. Ancak bazılarına göre bu küçük şirk, diğerlerine göre ise büyük şirktir.

■ İbni Teymiyye bu hususta şöyle diyor: “Peygamberler, sâlih kullar, kabirlerinde diri olsalar da, onların diriler için dua ettikleri farz edilse de, bu hususta bir kısım haberler bulunsa da, herhangi bir kimse bunlardan bir şey istememelidir. Seleften hiçbir kimse bunu yapmamıştır. Çünkü bu, şirke düşmeye ve onlara tapmaya bir sebeptir. Onlar hayatta iken onlardan dua etmelerini istemek böyle değildir. Çünkü bu şirke sürüklemez”[65]

bb. Diğer bir kısım âlimlere göre ise, kişinin ölülerden, kabirleri başında kendisine dua etmelerini istemesi, Sahâbîlerin yapmadığı bir bid’attir ve sapıklıktır. Zira Sahâbîler vefat etmiş olan Rasûlullah’ı (sallallahu aleyhi ve sellem) aracı yaparak değil, sağ olan amcası Abbas’ı (radıyallahu anh) vesile yaparak Allah’a dua etmişler ve yağmur yağdırmasını dilemişlerdir. Eğer ölülerden dua etmelerini istemenin meşru bir yönü olsaydı, her türlü hayra düşkün olan Sahâbîler bunu bırakmazlardı.

cc. Üçüncü bir kısım âlimlere göre ise, kişinin ölülerden kabirleri başında kendisine dua etmelerini istemesi caizdir. Çünkü ölüler kabirlerinde kendilerine seslenenleri duymaktadırlar. Nitekim Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) bu hususta şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir.

● Katade diyor ki: Bize Enes b. Malik (radıyallahu anh), Ebû Talha (radıyallahu anh)’dan şunu rivayet etti: “Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Bedir Günü harb sonunda Kurayş azılılarından yirmi dört kişinin cesetlerinin bir araya toplanmasını emretti de, bunlar Bedir kuyularından pis ve pis şeyleri içine alan bir kuyuya atıldılar. Peygamber düşman bir kavme galip gelince, oranın açık bir alanında üç gece kalırdı. Bedir Harbi’nin üçüncü günü olunca da Peygamber, devesinin getirilmesini emretti. Devenin yükü, üzerine yüklendi. Sonra Peygamber yürüdü, Sahâbîleri de kendisinin ardı sıra yürüdüler. Sahâbîler birbirlerine herhalde Peygamber bazı ihtiyaçları için gidiyor sanıyoruz, dediler. Nihayet Peygamber, öldürülen Kureyş ileri gelenlerinin atıldıkları kuyunun bir tarafında durdu da onları kendi adlarıyla ve babalarının adlarıyla şöyle çağırmaya başladı: “Ya filan oğlu filan, ya filan oğlu filan! Siz Allah’a ve Rasûlü’ne itaat etmiş olsaydınız, itaatiniz sizleri sevindirir miydi? Biz, Rabbimiz’in bize vadettiğini hak olarak bulduk. Siz de Rabbiniz’in size vadettiğini hak olarak buldunuz mu?” Ravi Ebû Talha dedi ki: Ömer: Ya Rasûlallah! Kendilerinde ruhları bulunmayan şu cesetlere ne söylüyorsun, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) “Muhammed’in ruhu elinde olan Allah’a yemin ederim ki, benim söylemekte olduğum sözleri sizler onlardan daha iyi işitir değilsiniz”buyurdu.[66]

● Enes (radıyallahu anh) Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Kul kabrine konulduğu ve sahipleri geri dönüp gittikleri zaman ölü bunlar yürürken ayakkabılarının sesini muhakkak işitir.”[67]

■ Katade birinci hadisin izahında diyor ki: Allah öldürülüp cesetleri Bedir Kuyusu’na atılan müşrikleri diriltti ve Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) sözlerini onlara işittirdi. Böylece kınanmış, küçültülmüş, pişman edilmiş, cezalandırılmış olsunlar.

■ Hz. Aişe ise, birinci hadisteki işitmeden maksadın gerçek işitme değil, yaptıklarını anlama olduğunu söylemiştir. Urve b. Zübeyr Hz. Aişe’nin bu görüşünü naklederek şunları anlatmıştır: Aişe (radıyallahu anha)’nın yanında, İbn Ömer’in “Şubhesiz ölüye, kabrinde kendi ailesinin ona ağlamasından dolayı azap edilir.” sözünü Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve sellem) dayandırdığı anlatıldı. Bunun üzerine Aişe şöyle dedi: “Aslında Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Şubhesiz ölü kendi hatası ve günahı sebebiyle şu an azap görüyor; ailesi ise onun üzerine ağlıyor.”

Aişe (radıyallahu anha) devamla dedi ki: “Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) bu sözü, şu olayda geçen sözü gibidir. Şöyle ki Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Bedir’de bir kuyunun başında durdu. Kuyunun içinde müşriklerden Bedir Savaşı’nda öldürülenler bulunuyordu. Onlara bir kısım şeyler söyledi. Sonra Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Şubhesiz ki onlar benim söylediklerimi işitiyorlar.” İşte Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) burada da, aslında şunu buyurdu: “Şubhesiz şu an onlar benim kendilerine söylediğimin hak olduğunu çok iyi bildiler.”[68] Sonra Hz. Aişe (radıyallahu anha) şu ayet-i kerîmeleri okudu: “Şubhesiz sen, ölülere duyuramazsın…”[69] “…Sen, kabirdekilere işittiremezsin.”[70]

Bizce ölülerin dirileri duyması, her zaman vuku bulmayan bir durumdur. Ölüler dirileri her zaman değil, nasların beyan ettiği özel durumlarda duyarlar. Bu nedenle ölüler, dirileri her zaman duyarlar şeklindeki hüküm isabetli değildir. Çünkü buna dair kesin bir delil yoktur. Yine ölüler kabirleri başındakilerini hiç duymazlar hükmü de doğru değildir. Çünkü bunun da kesin delili yoktur.

■ Alûsî Ruhu’l-Me`ânî isimli tefsirinde, konu ile ilgili olarak şunları zikretmektedir: “İlim ehli olan hiçbir kimse, ölülerin dirileri duymaları meselesinde iki görüş olduğu hususunda şubhe etmez.

- Bunlardan biri, ölüler dirileri duyarlar görüşüdür. Bununla birlikte ölülerden yardım istenilemez, ihtiyaçların giderilmesinde onlardan medet beklenmez ve onlara sığınılmaz. Çünkü şeriatta buna dair bir delil bulunmamaktadır.

- Diğer bir görüş ise, ölüler, kabirlerinin başında bulunulsa dahi, dirileri işitmezler.

Her iki görüşe de ilim erbabından çokça âlim katılmış, her bir grup, görüşüne dair reddedilmesi mümkün olmayan deliller zikretmişlerdir. Bu ihtilaf sadece ümmetin son dönemlerinde değil, geçmişinde de mevcuttur. Bu itibarla “Her zaman duyarlar veya hiç duymazlar demek büyüklük taslamadan başka bir şey değildir. Tercihe şayan görüş “Özel hallerde duyarlar diğer zamanlarda duymazlar” görüşüdür. Çünkü bu yolla farklı rivayetler bağdaştırılmış olur.”[71]

Bize göre her şeyden önce böyle bir istek bid’attir. Ölülerin, diriler tarafından kendilerinden dua etme taleplerini her zaman duydukları farz edilse dahi, bunların kendilerini çağıranlara cevap vereceklerine dair hiçbir delil yoktur. Kaldı ki ölülerden dua etmelerini istemek, kişiyi şirke dahi sürükleyebilir. Bu nedenle bu bid’atten kaçınılmalıdır.


Dileme şirki hakkındaki naçiz kanaatimiz özetle şudur:
1. Kul yardımı yalnız Allah’tan istemelidir

Aslında kul yardımı her şeyi işiten ve her şeye gücü yeten Yüce Mevlâ’nın direkt kendisinden istemeli araya aracı sokmamalıdır. Zira ayetler ve hadisler bunu ifade etmektedir.

a. Ayetler:

Ey Muhammed! Eğer kullarım beni senden sorarlarsa, Şubhesiz ki ben, çok yakınım. Bana dua ettiğinde, dua edenin duasını kabul ederim. O halde benim davetime uysunlar (dualarının kabulünü benden istesinler) ve bana iman etsinler ki, doğru yolu bulsunlar.”[72]

Doğru dua ancak Allah’a yapılandır. Allah’ın haricindeki dua ettikleri varlıklar ise, dua edenlerin hiçbir şeyine cevap veremezler. Allah’tan başkasından yardım isteyenlerin durumu, ellerini tamamen açarak suya uzatan kimseye benzer. Ağzına su götürmek ister fakat götüremez. Şu halde kâfirlerin duası sapıklıktan başka bir şey değildir.”[73]

(O şeyler mi hayırlıdır) yoksa darda kalana, kendisine niyaz edip yalvardığı zaman duasına icabet eden, kötülüğü gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri yapan mı? Allah’la beraber başka bir ilah mı var? Ne kadar da az düşünüyorsunuz?”[74]

Sonunda mutlaka Rabbine varılacaktır. Şubhesiz ki, güldüren de ağlatan da O’dur. Öldüren de, dirilten de O’dur. Rahme dökülen meniden iki çifti, erkeği ve dişiyi yaratan da O’dur. Öldükten sonra dirilten de O’dur. Zengin eden de O’dur. Fakir eden de O’dur.”[75]

Beni O yarattı ve bana doğru yolu gösteren de O’dur. Beni yediren ve içiren de O’dur. Hastalandığım zaman bana şifa veren de O’dur. Beni öldüre-cek, sonra diriltecek de O’dur. Ceza gününde kusurlarımı bağışlayacağını um-duğum da O’dur.”[76]

(Allah) Ceza gününün sahibidir. Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz.”[77]

Şubhesiz insanı biz yarattık. Nefsinin ona ne fısıldadığını da biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.”[78]

…İyi biliniz ki, yaratmak ve emretmek O’na mahsustur. Alemlerin Rabbi olan Allah, yüceler yücesidir.”[79]

Bunlar ve benzeri ayetler, net ifadeleriyle, yardımın, zaferin, affın, mağfiretin, hidayetin, rüşdün, şifanın ve diğer taleplerin direkt Allah’tan istenileceğini, herhangi bir aracıya ihtiyaç olmadığını beyan etmektedirler.

b. Hadîs-i Şerîfler:

● Abdullah b. Abbas diyor ki: Bir gün Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) bineğinin arkasında idim. O şöyle buyurdu: “Ey genç! Sana birkaç kelime öğreteceğim: Sen Allah’ı koru ki Allah da seni korusun. Allah’ı koru Onu yanında bulursun. Bir şey istediğinde Allah’tan iste, yardım dilediğinde Allah’tan dile. Bilmiş ol ki, tüm insanlar sana bir konuda fayda vermek için bir araya gelseler, ancak Allah’ın yazdığı kadarıyla sana faydalı olabilirler. Eğer tüm insanlar sana zarar vermek konusunda birleşip bir araya gelseler, ancak Allah’ın sana yazdığı kadarıyla zarar verebilirler. Kader kalemleri kalkmış ve yazılan sahifeler kurumuştur.’[80]”

- Müsned-i İmam Ahmed’in rivayetinde hadisin devamında ek olarak şu ifadeler vardır: “Sen geniş zamanda Allah’ı tanı ki, O da sıkıntılı anlarda seni tanısın. Bil ki, sevmediğine karşı sabretmende senin için büyük bir hayır vardır. Zafer sabırla beraberdir. Sıkıntılarla birlikte çare de vardır. Zorluklarla birlikte kolaylık da vardır.”[81]

Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) bizzat kendisi de bunu yapmıştır. Şöyle ki Allahu Teâlâ’nın örnek almamızı emrettiği Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Taif’in beyinsizleri başına toplanıp mübarek ayaklarını kana buladıkları ve kendisini bir ağacın dibine sığınmaya zorladıkları zaman, duaları kabul eden, karanlıkları aydınlatan Rabbine yalvarmış ve duasının kabulü için herhangi bir vesile edinmemiştir.

● Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle niyaz etmiştir: “Ey Allah’ım! Gücümün zayıflığını, çaremin azlığını, insanlar tarafından küçümsenmemi ancak sana şikayet ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Beni kime bırakıyorsun? Bana karşı cehennem kesilen düşmana mı? Bana hâkim kıldığın akrabalarıma mı? Yine de senin bana gazabın olmasın, diğerleri benim için önemli değildir. Ancak senin bahşedeceğin afiyet benim için daha genişliktir. Ey Allah’ım! Gökleri ve yeri aydınlatan, karanlıkları gideren, dünya ve ahiret işlerini düzene koyan yüzünün nuruna sığınırım. Bana gazabın erişmesin veya bana öfken inmesin. Razı oluncaya kadar sitem etmek senin hakkındır. Bir halden diğerine dönmek ve herhangi bir şeye güç yetirmek ancak senin yardımınla olur.”[82]

Yine Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Müslümanların yaptıkları ilk meydan muharebesi olan Bedir Savaşı’nda, Rabbine sığınmış, müşrik olan düşmanlarına karşı kendisine yardım etmesi için sadece Yüce Mevlâ’ya yalvarmış ve O’ndan yardım dilemiştir.

● Abdullah b. Abbas diyor ki: Ömer b. Hattab (radıyallahu anh) bana şunları anlattı: “Bedir Harbi olduğu gün, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) müşriklere baktı. Onlar bin nefer, ashabı ise üç yüz on dokuz kişi idiler. Bunun üzerine Nebiyyullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kıbleye yöneldi. Sonra ellerini uzatarak Rabbine: ‘Allah’ım! Bana vadettiğini yerine getir! Allah’ım! Bana vadettiğini ver! Allahım! Eğer Ehl-i İslam’dan olan şu topluluğu helak edersen (bundan sonra) yeryüzünde sana ibadet olunmaz!’ diye niyaz etmeye başladı. Ellerini uzatarak kıbleye karşı Rabbine o derece niyazda bulundu ki, nihayet omuzlarından cübbesi düştü. Müteakiben Ebû Bekir, yanına gelerek cübbesini aldı ve omuzlarına koydu. Sonra arkasından ona sarılarak ‘Ya Nebiyyallah! Rabbin’e yaptığın dilek yeter! Şubhesiz O sana vadettiğini yerine getirecektir!’ dedi. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle ‘Hani Rabbinizden imdat istiyordunuz! O da: Ben size birbiri ardınca gelecek bin melekle imdat göndereceğim! diye cevap vermişti!’[83] ayetini indirdi ve Allah ona meleklerle imdat gönderdi.”[84]

- Hadisin diğer bir rivayetinde Abdullah b. Abbas (radıyallahu anh) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Bedir günü şöyle dua etti: “Ey Allah’ım! Bana olan ahdinin ve vadinin gerçekleşmesini diliyorum. Ey Allah’ım! Eğer dilersen ibadet edilmezsin.” Bunun üzerine Ebû Bekir (radıyallahu anh), Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) elini tuttu da “Ya Rasûlallah, artık yeter” dedi. Akabinde Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dışarı çıktı ve “Yakında o topluluk mağlup edilecek, onlar sırtlarını dönüp kaçacaklardır”[85]ayetini okudu.[86]

2. Sâlih amelleri vasıta yaparak Allah’tan bir şey dilemek caizdir

Aslında kul, yardımı direkt Allah’tan istemelidir. Ancak şirke kaymaması şartıyla sâlih amellerini ve itaatlerini vesile yaparak Allah’tan yardım dilemesi caizdir. İşte meşru olan ve ayetlerde zikredilen vesile budur.

Bu hususta Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Sabırla ve namazla yardım isteyin. Şubhesiz ki namaz Allah’a boyun eğenlerden başkasına ağır gelir.”[87]

“Ey iman edenler! Sabırla ve namazla yardım dileyin. Şubhesiz ki Allah, sabredenlerle beraberdir.”[88]

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na bir vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz.”[89]

Son ayette zikredilen “vesile”den maksat, kulun sâlih ameller işleyerek ve günahlardan kaçınarak Rabbine yaklaşmasıdır. Nitekim ayetin önünde “Allah’tan korkun” sonunda da “Yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz” cümleleri bunu ifade etmektedir.

Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de başına bir sıkıntı geldiği zaman sâlih amellerin zirvesinde olan namaza baş vururdu.

● Huzeyfe (radıyallahu anh) diyor ki; “Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir sıkıntı ile karşılaşınca namaz kılardı.”[90]

Yine geçmiş ümmetlerden üç kişi girdikleri mağarada mahsur kalınca her biri sâlih amelini vesile ederek Allah’a yalvarmışlar, böylece mağaranın deliği açılmış ve kurtulmuşlardır. Bu hususta Hz. Ömer’in oğlu Abdullah (radıyallahu anhuma) şunu rivayet etmiştir:

● Abdullah b. Ömer (radıyallahu anh)diyor ki, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:“Üç kişi beraber yürürlerken onları yağmur yakaladı. Hemen dağdaki bir mağaraya yönelip ona sığındılar. Akabinde mağaralarının ağzına dağdan büyük bir kaya düşüp onu üzerlerine kapattı. Bunun üzerine onlar birbirlerine şöyle dediler:

Allah rızası için yapmış olduğunuz sâlih amellere bakın da, onları vesile yaparak Allah’a dua ediniz. Umulur ki, Allah mağaranın kapısını açar! Bu teklif üzerine onların biri:

“Ey Allahım! Şu muhakkak ki, benim yaşlı pir-i fani anababam ve küçük çocuklarım vardı. Ben onlar için sürü otlatıyordum. Akşamleyin sürüyü otlaktan döndürüp onların yanına getirdiğim zaman sütü sağar, çocuklarımdan evvel ana-babama süt içirdim. Ne var ki, bir gün otlak bana uzak oldu da ben ta akşam oluncaya kadar sürüyü getirememiştim. Geç vakit geldiğimde anne ve babamı uyumuş olarak bulmuştum. Önceleri sağdığım gibi sütü sağdım ve sağdığım sütü kabıyla getirip ana babamın başuçlarında dikildim. Onları uykularından uyandır-mayı istemiyordum. Onlardan önce çocuklarıma süt içirmeyi de istemiyordum. Çocuklar ise, ayaklarımın dibinde açlıktan ağlayıp sızlanıyorlardı. İşte o gece fecir doğuncaya kadar benim halim böyle dikilmekle, onların hali de uyumakla devam etti. Allah’ım! Şubhesiz Sen bilmektesin ki, ben bunu sırf senin rızanı istemek için yapmıştım. Bundan ötürü bizim için bir yarık aç da, biz oradan semayı görelim!” diye dua etti. Allah onlara semayı görecekleri kadar bir yarık açtı.

İkincileri ise şöyle dua etti: “Ey Allah’ım! Benim bir amca kızım vardı. Ben onu erkeklerin kadınları sevmekte oldukları sevginin en şiddetlisi ile seviyordum. Bir keresinde ondan nefsini istedim. O yüz dinar getirmedikçe olmaz! diye dayattı. Ben bu parayı kazanmak için çalıştım, nihayet yüz dinarı topladım. Sonunda amcamın kızına bu yüz dinar ile kavuştum. İki bacağı arasına oturduğum zaman o “Ey Allah’ın kulu! Allah’tan kork! Mühürü hak etmeden açma!” (nikah kıymadan yaklaşma) dedi. Ben de (onu çok sevdiğim halde) bu sözü üzerine kendisinden kalkıp ayrıldım. Allah’ım! Sen Şubhesiz bilmektesin ki, ben bunu sırf senin rızanı aramak için yapmıştım. Bunun hatırına buradan bizim için bir yarık aç! dedi. Allah onlar için biraz daha açtı.

Üçüncüleri de şöyle dedi: “Allah’ım! Ben bir farak ölçeği[91] pirinç mukabilinde bir işçiyi ücretle tutmuştum. O işçi işini bitirdiği zaman “Bana hakkım olan ücretimi ver!” dedi. Ben de ona hakkı olan ücreti arz ettim. Fakat işçi ücretini bıraktı ve uzaklaşıp gitti. Ben de onun pirincini her sene tekrar tekrar ekip çoğalttım, nihayet onun parasıyla bir sürü sığır satın aldım, bir de çoban. Bir müddet sonra o işçi bana geldi de Allah’tan kork, bana zulmetme, hakkımı bana ver! dedi. Ben de ona Git şu görünen sığırları ve çobanı al, dedim. O Allah’tan kork, benimle alay etme! dedi. Ben ona: Ben seninle alay etmiyorum, bu sığırları ve çobanı al! dedim. O da bunları alıp gitti. Ey Allah’ım! Sen Şubhesiz bilmektesin ki, ben bu işi sırf senin rızanı istemek için yapmıştım. Bunun hatırına kayanın kalan kısmını da aç! dedi. Allah da onlardan kayayı açıp kurtardı”[92]

3. Kişinin sağ olup da yanında bulunan bir insandan kendisi için Allah’a dua etmesini istemesi caizdir

Mesela “Kardeşim filan! Benim için Allah’a dua et de O ihtiyaçlarımı gidersin, günahlarımı affetsin” demesi meşrudur. Herhangi bir kimse sağ olan her mu’minden isteyebilir. Derecelerinin farklı oluşu buna engel değildir. Şöyle ki:

a. Alt mertebede olan bir insan, üst mertebede olandan isteyebilir. Nitekim Sahâbîler birçok zaman, Rasûlullah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) kendileri için Allah’a dua etmesi-ni, bu yolla Allah’ın onları sıkıntılardan kurtarmasını, başlarına gelen belaları uzaklaştırmasını istemişlerdir.

● Habbab b. Eret (radıyallahu anh) şöyle demiştir: (İslam’ın ilk günlerinde) Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Kâbe’nin gölgesinde kaftanını yastık yaparak yaslandığı bir sırada kendisine şöyle dedik: Ey Allah’ın Rasûlu! Bizim için Allah’tan zafer dilemez misin? Allah’a dua etmez misin? Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Sizden önceki ümmetler içinde öyle (mazlum) kişiler bulunmuştur ki, müşrikler tarafından onun için yerde bir çukur kazılır, o kişi bu çukura koyulurdu. Sonra büyük bir testere getirilir, başı üstüne konulur, ikiye bölünürdü de (bu işkence) o mu’mini dininden döndürmezdi. Demir taraklarla etinin altındaki kemiği ve siniri taranırdı da bu işkence o mu’mini dininden çevirmezdi. Allah’a yemin ederim ki, bu mesele tamamlanacaktır. Öyle ki, bir süvari (yalnız başına) San`â’dan Hadramevt’e kadar (selametle) gidecek, Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmayacak bir de koyunlarına karşı kurttan korkacaktır. Fakat sizler acele ediyorsunuz!”[93]

● Atâ’ b. Ebî Rebâh (radıyallahu anh) diyor ki: Abdullah b. Abbas (radıyallahu anh), bana dedi ki: Ben sana cennet ehlinden bir kadın göstereyim mi? Ben: Evet göster, dedim. İbn Abbas (radıyallahu anh) dedi ki: İşte şu siyah kadındır. Bu kadın bir keresinde Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve sellem) geldi de: Bana sara nöbeti geliyor, ben saralanınca da üstüm başım açılıyor. Benim için Allah’a dua ediver! dedi. Peygamber: “İstersen hastalığına sabret! Bunun karşılığında sana cennet vardır. İstersen sana afiyet vermesi için Allah’a dua edeyim!” buyurdu. Kadın: Ben sabredeyim, dedi arkasından: Benim üstüm başım açılıyor Allah’a dua et de açılmayayım! dedi. Peygamber de onun için dua etti.[94]

● Abdullah b. Abbas (radıyallahu anh) diyor ki: Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:“Bütün ümmetler bana arz olunup gösterildi. Bir peygamber, yanına bir ümmet alıp geçiyordu. Diğer bir peygamber, beraberinde bir toplulukla geçiyordu. Başka bir peygamber, beraberinde on kişiyle geçiyordu. Başka bir peygamber, beraberinde beş kişiyle geçiyordu. Bir peygamber de yalnız başına geçiyordu. Ben uzakta büyük bir karartı gördüm de: Ey Cibrîl! Bunlar benim ümmetim mi? diye sordum. O, Hayır değildir, lakin şu ufka bak! dedi. Ben oraya bakınca çok büyük bir karartı gördüm. Cibrîl: İşte bunlar senin ümmetindir. Bunların önünde olan şu yetmiş bin kişi de kendileri için hesap ve azap olmayanlardır, dedi. Ben: “Niçin bunlara hesap ve azap yoktur?” dedim. Cibrîl: Onlar ateşle dağlama tedavisi yapmazlardı. Afsunlama yapmazlardı. (Eşya ve kuşlarla) uğursuzluğa inanmazlardı. Onlar ancak Rabblerine tevekkül ederlerdi, dedi. Peygamber bunu söyleyince Ukkaşe b. Mıhsan kendisine doğru ayağa kalktı da (Ya Rasûlallah!) Beni onlardan kılması için Allah’a dua ediver! dedi. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Ey Allahım! Bunu onlardan kıl!” diye dua etti. Sonra Ona diğer bir adam kalktı da o da: Beni de onlardan kılması için Allah’a dua et! dedi. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) da “Bu hususta Ukkaşe senden önce davrandı” buyurdu.[95]

Bu hadisin son bölümü, Ebû Hurayra’dan,[96] İmran b. Husayn’dan[97] da rivayet edilmiştir. (Tirmizi, Abdullah b. Mesud’un (radıyallahu anh) da rivayet ettiğini söylemiştir.)

b. Üst mertebede olan alt mertebede olandan, kendisini için dua edilmesini isteyebilir.

● Ömer (radıyallahu anh) demiştir ki: “Rasûlullah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) Umre için izin istedim. Bana izin verdi ve ‘Kardeşçiğim bizi de duandan unutma’ buyurdu. Bana öyle bir söz söylemiş oldu ki, onun yerine tüm dünyaya sahip olmam beni o kadar sevindirmezdi”[98]

● Useyr b. Cabir dedi ki: “Ömer b. Hattab (radıyallahu anh) kendisine Yemenlilerin yardımcı gücü geldiğinde onlara: ‘İçinizde Uveys b. Amir var mı?’ diye sorardı. Nihayet Uveys’e rastladı ve ‘Sen Üveys b. Amir misin?’ diye sordu. (O da): ‘Evet!’ cevabını verdi. ‘Murad Kabilesi’nden sonra Karen’den mi?’ dedi. Üveys: ‘Evet!’ cevabını verdi. ‘Sende alaca hastalığı vardı. Ondan iyileştin de yalnız bir dirhem yeri kadar kaldı öyle mi?’ dedi. Üveys: ‘Evet!’ cevabını verdi. ‘Validen var mı?’ diye sordu. Üveys: ‘Evet!’ cevabını verdi. Bunun üzerine Ömer (radıyallahu anh) şöyle dedi: Ben Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işitmiştim: “Size Uveys b. Amir Yemenliler’in yardım bölüğü ile gelecek. Kendisi Murad Kabilesi’nden, sonra da Karen Kabilesindendir. Onda alaca hastalığı vardı. Bu ondan iyileşti. Ancak bir dirhem yeri kadar kaldı. Onun bir validesi vardır. O, ona çok itaatkârdır. Eğer bir hususta Allah’a yemin edecek olursa, Allah onun yeminini boşa çıkarmaz. Eğer senin için af dilemesine imkânın olursa bunu yap.” ‘Benim için istiğfar ediver!’dedi. O da Ömer için istiğfarda bulundu. Ömer ona: ‘Nereye gitmek istiyorsun?’ diye sordu. Üveys: ‘Kûfe’ye!’ dedi. Ömer: ‘Senin için oranın valisine mektup yazayım mı?’ dedi, Üveys: ‘İnsanların gözü önünde olmayan kişileri arasında olmam benim için daha sevimlidir’ cevabını verdi. Useyr diyor ki: “Ertesi yıl gelince Kûfe’nin eşrafından bir adam hacca gitmiş. Ömer’e rastlamış. Ömer kendisine Uveys’i sormuş. O zat: ‘Ben onu evi perişan, eşyası az bir halde bıraktım’ demiş. Ömer de ona Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem), kendisine söylediği şeyleri anlatmıştır. O adam da döndüğünde Üveys’e giderek: ‘Benim için af dile!’ demiş. Üveys: ‘Sen hayırlı bir yolculuktan yeni geliyorsun, sen benim için af dile!’ demiş. O zat yine ‘Benim için af dile!’ demiş. Üveys (tekrar) ‘Sen hayırlı bir yolculuktan yeni geliyorsun. Sen benim için af dile! Sen herhalde Ömer’e rastladın!’ demiş. O zat: ‘Evet’ cevabını vermiştir. Bunun üzerine onun için Allah’tan af diledi. Halk da onun kim olduğunu anladı. Bunun üzerine Uveys çekip gitti”[99]

4. Ölüleri aracı yaparak Allah’tan bir şey istemek.

Bu konuda Rasûlullah’ı (sallallahu aleyhi ve sellem) aracı yapmakla diğer ölüleri aracı yapmak farklı görülmüştür. Şöyle ki:

A. Rasûlullah’ı (sallallahu aleyhi ve sellem) aracı yaparak Allah’tan bir şey dilemek:

a
. Âlimlerin bir kısmına göre bu caizdir. Kişi: “Ey Allahım! Sen beni Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yüzü suyu hürmetine veya nezdindeki itibarına binaen affet” diye dua edebilir. Buna delil olarak Osman b. Huneyf’in rivayet ettiği şu hadîs-i şerîfi zikretmişlerdir:

● Osman b. Huneyf’den (radıyallahu anh) rivayete göre, gözleri görmeyen bir adam Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve sellem) geldi ve: “Allah’ın bana sıhhat ve afiyet vermesi için bana dua et” dedi. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)de: “İstersen dua edeyim, ama sabretmen senin için daha hayırlıdır” buyurdu. Adam: “Dua et” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), ona güzelce abdest almasını ve şu dualarla dua etmesini emretti: “Ey Allah’ım! Rahmet Peygamberi olan Peygamberin Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) aracılığıyla senden istiyor ve sana yöneliyorum. Ey Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) bu ihtiyacımın giderilmesi hususunda ben seninle Rabbime yöneliyorum. Allah’ım! O Peygamberini bana şefaatçi kıl.”[100]

- İbni Mace’nin rivayetinde hadis şu şekildedir: “Ey Muhammed! (sallallahu aleyhi ve sellem) Ben seninle Rabbime yöneldim.”[101]

■ Abdullah Azzam bu hususta “Fi Zilali Sûreti’t-Tevbe” isimli eserinde şöyle demektedir: “Rasûlullah’ı (sallallahu aleyhi ve sellem) dualarında vesile yapanlar, dinden çıkmazlar, haram işlemiş olmazlar. İmam Ahmed b. Hanbel’e göre bu caizdir. Ebû Hanîfe’ye göre mekruhtur. Biz de bu kanaatteyiz.”[102]

■ Mahmud Şükri el-Alûsi ise, Rasûlullah’ı (sallallahu aleyhi ve sellem) vesile yapmayı şu şekilde te’vil ederek caiz görüyor ve diyor ki: ‘Ben, Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah katındaki itibarının, diri iken de ölü iken de vasıta yapılarak Allah’tan bir şey istenilmesinde bir mahzur görmüyorum. Zira burada Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) itibarından asıl maksat, Allahu Teâlâ’nın sıfatlarından birine yönelerek onunla Allah’tan yardım istemektir. Burada, Allah’ın Rasûlullah’ı (sallallahu aleyhi ve sellem) aracı kabul etmesini icap ettiren sevme sıfatından istenilmiş olur. Kişinin: “Ey Allah’ım! Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) nezdindeki itibarını aracı yaparak senden ihtiyaçlarımı gidermeni diliyorum” demesinin asıl manası: “Ey Allah’ım! Sevgi sıfatını ihtiyaçlarımın giderilmesi için bir vesile kılıyorum” demektir. Bu “Ey Allahım! Senden rahmet sıfatınla istiyorum” demek gibidir.[103]

■ Vakıa, Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) vefatından sonra ona tevessül edildiğine dair İbni Cerir et-Taberî’nin ve İbni Esir’in tarihlerinde zikrettikleri şu haberin dışında herhangi bir şeyin tespit edildiğine dair bir bilgi yoktur.

● Asım b. Ömer b. el-Hattab bu hususta diyor ki: “Ömer’in döneminde insanlar kıtlığa düştüler. Hayvanlar zayıfladı. Bedevilerden Müzeyne ailesinden biri arkadaşına “Bittik tükendik, bize bir koyun kes” dedi. Arkadaşı “koyunlarda et diye bir şey yok ki” diye cevap verdi. Kesmesini isteyenler durmadan ısrar ettiler. Nihayet onlara bir koyun kesti. Soyduğunda kızıl kemiklerden başka bir şey yoktu. Adam “Yetiş Ey Muhammed!” diye bağırdı. Rüyasında Rasûlullah’ın kendisine geldiğini, onu yağmurun yağacağı ile müjdelediğini ve ona şunları söylediğini gördü: “Ömer’e git, benden kendisine selam söyle ve ona de ki: Sen ahdine vefa gösteren birisin. Benim onunla ahdim sağlamdır. Ey Ömer! İnsanlara iyi davran, merhametli davran’ Adam çıkıp Hz. Ömer’in kapısına geldi. Orada vazifeli olan gence “Sen Rasûlullah için izin iste” dedi. Genç gelip bunu Ömer’e söyledi. Ömer korkup tedirgin oldu ve dedi ki: “Sen izin isteyen adamda herhangi bir darbe izi gördün mü?” Genç: “Hayır” dedi, Ömer: “Al içeri” dedi. Adam içeri girdi. Haberi ona nakletti. Ömer dışarı çıkıp insanları mescide çağırdı. Minbere çıktı ve şunları söyledi: “Size İslam’ı nasip eden Allah hakkı için söyleyin bana, sizler benden hoşunuza gitmeyen bir şey gördünüz mü?” Onlar “Allah hakkı için hayır” dediler ve “Niçin bunu soruyorsun” diye sordular? Ömer meseleyi onlara anlattı. Onlar bunun ne anlama geldiğini anladılar. Ömer meselenin farkına varmamıştı. Bu nedenle Ömer’e dediler ki: “Sen yağmur duasına çıkmada geç kaldın. Bizim için yağmur duasına çık.” Ömer insanları çağırdı. Kalkıp kısa bir hutbe verdi. Yine kısaca iki rekât namaz kıldı. Sonra şöyle dedi: “Ey Allah’ım! Yardım edenler bizden aciz kaldı. Çare ve kuvvetimiz bizden aciz kaldı. Bizzat kendimiz kendimizden aciz kaldık. Bir halden diğer bir hale değişme ve bir şeye güç yetirme ancak seninle olur. Ey Allah’ım! Sen bize yağmur ver. Kulları ve memleketleri ihya eyle.”[104]

b. Diğer bir kısım âlimlere göre ise Rasûlullâh’ı araracı yaparak Allah’tan bir şey dilemek caiz değildir. Başta İbni Teymiyye ve ona tabi olanlar olmak üzere, diğer bir kısım âlimlere göre ise, Rasûlullah’ı (sallallahu aleyhi ve sellem) vasıta yaparak Allah’tan bir şey dileme caiz değildir. Selef-i Sâlihîn’in yapmadığı bir bid’attir. Sahâbîler, hayır işlemeye insanların en düşkünleri olmalarına rağmen, onlardan herhangi birinin ölüyü aracı kılarak bir şey istediğine dair hiçbir haber gelmemiş-tir. Bunların delilleri ise şunlardır:

Ömer b. el-Hattab (radıyallahu anh), yağmur duasına çıktıklarında vefat eden Rasûlullah’ı (sallallahu aleyhi ve sellem) değil, sağ olan amcası Abbas’ı vasıta kılarak Allah’tan yağmur yağdırmasını istemiştir.

● Enes b. Malik bu hususta diyor ki: “Halk kıtlığa uğradıklarında Ömer b. Hattab, Abbas b. Abdmuttalib ile tevessül ederek yağmur duası yapar ve şöyle derdi: “Ey Allah’ım! Bizler (hayatta iken) Peygamberi vasıta yaparak senden dilerdik de sen bize yağmur ihsan ederdin. Bizler (şimdi de) Peygamberimizin amcasını vasıta yaparak senden yağmur istiyoruz; bize (yine) yağmur ihsan et!” Enes: Bu duayı edince insanlara yağmur verilirdi” demiştir.[105]

Hazreti Ömer’in oğlu Abdullah Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem), Ebû Bekir’in ve Ömer’in kabirlerini ziyaret ettiğinde sadece selam verirdi. Başka bir şey yapmazdı.

■ Nâfi` diyor ki: “Abdullah b. Ömer bir yolculuktan dönünce Mescid-i Nebevi’ye girerdi. Sonra Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) kabrine varırdı ve orada ‘es-Selamu aleyke ya Rasûlallah, es-selamu aleyke ya Ebâ Bekr, es-selamu aleyke ya ebetâh (babacığım)’ derdi.”[106]

Görüldüğü gibi, Abdullah b. Ömer sadece selam verip ayrılıyordu. Bundan başka bir şey yapmıyordu. Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olan Rasûlul-lah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) ve onunla birlikte kabirlerinde yatan iki zat-ı mükerremeden bir şey dilemiyordu. Hâlbuki bunlar, yerin içinde bulunan en şerefli zatlar, kâinatın kuşattığı kimselerin içinde en üstün derecede olanlardır. Sahâbîlerin bu şereflendirilmiş makamlarda kıbleye yönelerek dua ettikleri vakidir ve meşrudur. Ancak dua ederken Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) kabrine yöneldikleri görülmemiştir. Hatta Ebû Hanîfe Rasûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) selam verirken kıbleye dönme görüşündedir.

Evet, yaratıkların en şereflisinin kabrini ziyarette meşru olan bu ise, onun dışındakilerin kabirlerini ziyaretin mertebesi onunkine göre hangi seviyeye ulaşabilir ki, onun kabrinde yapılmayanlar onların kabirlerinin başında yapılabilsin veya ziyaret edenler tarafından kulun yetkisinde olmayan şeyler onlardan istensin?[107]

● Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadisinde Abdullah b. Abbas’a (radıyallahu anh) “Yardım dilediğinde yalnız Allah’tan dile” buyurmuştur.[108]

Taberânî, Mucemi’nde şunu rivayet etmiştir:

● Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında mu’minlere eziyet eden bir munafık bulunuyordu. Ebû Bekir es-Sıddık dedi ki: “Kalkın gidelim. Bu münafığın şerrinden Rasûlullah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) yardım dileyelim.” Bunun üzerine Rasûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) gittiler. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) da buyurdu ki: “Benden yardım dilenmez. Ancak yüce olan Allah’tan yardım dilenir.”[109]

■ İbni Teymiyye, Rasûlullah’ı (sallallahu aleyhi ve sellem) aracı yaparak Allah’tan bir şey istemenin meşru olduğuna dair birinci grubun delil gösterdiği Osman b. Huneyf’in hadisini te’vil etmiş ve hadisin asıl manası şudur demiştir: “Ey Allahım! Ben senden peygamberinin duası ve şefaatiyle istiyorum” İbni Teymiyye, “Bu zatın Rasûlullah’ı (sallallahu aleyhi ve sellem) değil, duayı vesile edindiğini ve duanın da vesile olabileceğini” söylemiştir. Hadisin sonundaki “Ey Allah’ım! Sen onu bana şefaatçi kıl” cümlesinin ve hadisin başının bu te’vili desteklediğini iddia etmiştir.

■ Şâfi`î mezhebine mensup olan Sübki ise, “İbni Teymiyye’nin bu te’vilinin doğru olmadığını, Selef-i Sâlihîn’den kimsenin böyle bir tavır takınmadığını” söylemiş ve “Rasûlullah’ı (sallallahu aleyhi ve sellem), Allah’a vesile etmenin, onu aracı yaparak Allah’tan bir şey dilemenin caiz olduğunu” beyan etmiştir.

B. Rasûlullah’ın dışındaki herhangi bir ölüyü aracı yaparak Allah’tan bir şey dilemek ise, bid’attir. Yer yer şirke dahi sürükleyebilir. Sâlih ameller işlemeye bizlerden daha çok düşkün olan Sahâbî-i Kiram’dan, ölüleri aracı yaparak Allah’tan bir şey diledikleri vaki değildir. Aksine daha önce de zikredildiği gibi, Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) vefatından sonra onu değil, sağ olan Hazreti Abbas’ı vesile edip onunla Allah’tan yağmur dilemişlerdir. Ayrıca Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) namaz kıldığı her yerde namaz kılarak Rasûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) her yönüyle uymaya gayret gösteren Abdullah b. Ömer gibi bir zat, Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) kabrini ziyaret ederken “Ey Allah’ın Rasûlu! Allah’ın selamı üzerine olsun” sözünden başka bir şey söylememiştir. Diğer yandan Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Abdullah b. Abbas’a: “Yardım istediğinde Allah’tan iste” buyurmuştur. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem), Hazreti Ebubekir’in, kendisiyle tevessül etmesini yasaklamıştır. Ayrıca Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dışındaki ölülerle yardımlaşmanın caiz olduğunu içeren haberlerin hiçbiri sahih değildir.

Bunlardan biri de Rasûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) isnat edilen ve hadis olmadığı halde hadis olduğu iddia edilen şu ifadelerdir: “Eğer sizler, sıkıntıya düşecek olursanız, kabir ehliyle yardımlaşın.” Bu sözleri, kendisine güvenilen hiçbir âlim rivayet etmemiştir. İtimada şayan kitapların hiçbirinde yoktur. Bunu sadece Acluni “Keşfu’l-Hafâ” isimli eserinde zikretmiş ve “İbni Kemâl Paşa’nın ‘Erbaîn’ adlı eserinde de bu böyledır.” demiştir.[110]

■ Alûsî konu ile ilgili olarak diyor ki: “Avam halktan bazıları, Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: ‘Eğer sizin Allah’tan isteyeceğiniz bir ihtiyacınız olursa benim itibarımla (yüzümün suyu hürmetine) onu Allah’tan dileyin. Zira benim Allah katında itibarım çok büyüktür.’ Bunu hiçbir ilim erbabı rivayet etmemiştir. Hadis kitaplarının hiçbirinde de mevcut değildir.”

Alûsî devamla diyor ki: Kuşeyrî, Maruf el-Kerhi’nin öğrencilerine şöyle dediğini nakletmiştir: “Eğer sizin Allahu Teâlâ’dan dileyeceğiniz bir ihtiyacınız olursa, benim hakkım için Allah’a yemin edin. Çünkü şu an sizinle Allah Celle Celaluhu arasında vasıta benim.” Bunun güvenilir bir senedi yoktur.[111]

Bu konuda İbni Mace’den şu zayıf hadis rivayet edilmiş ve hadis kriteri âlimleri tarafından bunu rivayet eden raviler zincirinin zayıf olduğu vurgulanmıştır. Bu itibarla insanları bid’ate ve şirke sürükleyebilecek bir meselede buna dayanmak doğru değildir:

● Ebû Said el-Hudrî (radıyallahu anh) Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Kim namaza gitmek üzere evinden çıktıktan sonra şu duayı okursa, Allah, rahmetiyle ona yönelir ve yetmiş bin melek, onun günahlarının bağışlanmasını (Allah’tan) diler: “Ey Allah’ım! Ben, senden dileyenlerin hakkı için istiyorum. Ben, senden şu yürüyüşümün hakkı için istiyorum. Çünkü ben ne kibirlenmek ne de böbürlenmek için ve ne görsünler diye ne de duysunlar diye (evden) çıktım ve ben senin gazabından sakınmak ve senin rızanı talep etmek için çıktım. Bu sebeple Cehennem ateşinden beni korumanı ve günahlarımı affetmeni senden istiyorum. Şubhesiz senden başka hiç kimse günahları affedemez.”[112]

Görüldüğü gibi bu zayıf hadiste “Ey Allah’ım! Ben, senden dileyenlerin hakkı için istiyorum” cümlesi geçmekte ve dileyenlerin vasıta yapılarak Allah’tan bir şey istenileceğini ifade etmektedir.

■ Heysemî, Mecma’uz-Zevaid isimli eserinde bu hadis hakkında şunları söylemiştir: “Bu hadisin raviler zinciri zayıflarla doludur, zira senedinde Atiyye el-Avfi, Fudayl b. Marzuk ve Fadl b. Muvaffak bulunmaktadır. Bunların hepsi de zayıf kimselerdir.”

■ Alûsî de diyor ki: “Bu hadisin senedinde Atiyye el-Avfi bulunmaktadır. Bu zayıf biridir. Buna rağmen bu sözlerin Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) kelamı olduğu farz edilecek olsa dahi, buradaki “dileyenlerin hakkı”ndan maksat, Allah’ın onların dileklerini lütfu ile kabul etmesidir. “İtaatine yürüyenlerin hakkı”ndan maksat, ise, onlara lütfu ile sevap vermesidir. Buradaki “hak”tan maksat, “Allah’ın bir lütuf olarak gerçekleştireceği hak demektir. Yoksa “Allah’ın yerine getirmesi üzerine gerekli olan bir hak demek değildir.” Nitekim şu ayetteki “hak”tan maksat da budur: “…Biz de suç işleyenleri cezalandırdık. Mu’minlere yardım etmek üzerimize hak olmuştur.”[113]

“Yani onu yapmak bizim bir lütfumuzdur” demektir. Alûsî, sözlerine devamla diyor ki: Şu hadîs-i şerîf de bunu açıklamaktadır.

● Bize Enes b. Malik (radıyallahu anh) dedi ki: Muaz b. Cebel (radıyallahu anh) şöyle dedi: Ben bir seferde Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) bindiği bineğin arka tarafına binmiş idim. Peygamber’le benim aramda, semerin arka ağacından (kaşından) başka bir şey yoktu. İşte bu kadar yakınında bulunurken Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Ey Muaz!” diye seslendi. Ben de: “Buyur, emrine amadeyim ve emrini dinlemekten mutlu olurum” dedim. Bu söz aramızda bir kaç kere tekrar etti. Sonra Rasûlulah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Allah’ın, kulları üzerinde ne hakkı vardır bilir misin?” Ben: “Allah ve Rasûlü en iyi bilendir!” dedim. Rasûlullah “Allah’ın, kulları üzerinde sabit olan hakkı, kulların Allah’a ibadet etmeleri ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır” buyurdu. Bir müddet daha yürüdü. Sonra: “Ey Muaz b. Cebel!” diye çağırdı. Ben: “Buyur, Ya Rasûlallah, emrine hazırım ve itaatten mutlu olurum” dedim. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) “Kullar bunu yaptıkları zaman, onların Allah üzerinde sabit olan hakları nedir bilir misin?” dedi. Ben: “Allah ve Rasûlü en iyi bilendir” dedim. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Bunu yaptıkları zaman kulların Allah üzerinde sabit olan hakları, Allah’ın onlara azap etmemesidir” buyurdu.[114]

Alûsî diyor ki: Görüldüğü gibi yukarıda delil gösterilen hadisteki istek, Allah’ın kabul edici ve sevap verici olma sıfatlarıyladır. Allah’ın sıfatlarını vasıta yaparak Allah’tan bir şey dilemek caizdir. Nitekim Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şu hadisi bunu ifade etmektedir.

● Hz. Aişe (radıyallahu anha) diyor ki: Bir gece Rasûlullah’ı (sallallahu aleyhi ve sellem) yatakta bulamadım ve kendisini araştırdım. Derken elim, secdegahında iken onun ayaklarının altına dokunuverdi. Ayakları parmakları üzerine dikilmiş bir halde şöyle dua ediyordu: “Ey Allahım! Senin gazabından rızana, azabından da affına sığınırım! Senden yine sana sığınırım! Seni övmeyi bitiremem! Sen kendini nasıl övmüşsen öylesin!”[115]

Evet, Alûsî konuyla ilgili olarak bunları zikretmiştir.[116]

Bu konuda kanaatimiz şudur: Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) dışındaki herhangi bir ölüyü aracı yaparak Allah’tan bir şey niyaz etmek Selef-i Sâlihîn’den görülmeyen bir bid’attir. Bundan kaçınılmalıdır. Yer yer şirke dahi sürükleyebilir. Maide Sûresi’nin şu ayetinde zikredilen vesileyi buna delil göstermenin hiçbir sıhhatli tarafı yoktur: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na bir vesile edinin ve O’nun yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz.”[117]

Buradaki vesileden maksadın ne olduğunu, kendilerine güvenilen müfessirler şöyle açıklamışlardır:

a. İbni Cerir et-Taberî, bu ayette geçen “vesile”den neyin kast edildiği hakkında şu görüşleri nakletmiştir:

aa. Mücahid, Hasan el-Basrî ve Abdullah b. Kesir’e göre ayetteki “vesile”den maksat, “Allahu Teâlâ’ya yakın olmaktır.” Buna göre ayetin manası “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve O’na yakın olmayı arayın…” demektir.

bb. Ebû Vail ve Atâ’a göre buradaki “vesile”den maksat, “amellerde Allah’a yakın olmaktır.” Buna göre ayetin manası: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve amellerde O’na yaklaşmayı isteyin” demektir.

cc. Suddî’ye göre buradaki “vesile”den maksat, “Allah’a yakın olmak ve O’ndan istemektir.” Buna göre ayetin manası şudur: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun O’na yaklaşmaya ve O’ndan istemeye çalışın.”

dd. Katade’ye göre buradaki “vesile”den maksat, “Allah’a itaat ederek O’na yaklaşmak ve O’nu razı edecek amel işlemektir.” Buna göre ayetin manası “Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na itaat ederek ve razı olacağı amelleri işleyerek O’na yakın olmayı isteyin” demektir.

ee. İbni Zeyd’e göre ise, buradaki “vesile”den maksat, “Allah’ı sevmektir”. Buna göre ayetin manası: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve O’nun tarafından sevilmeye çalışın” demektir.”[118]

Görüldüğü gibi izahlar birbirine yakındır. Bu izahların hiçbirinde “vesilenin Allah’la kullar arasında birini vasıta etme anlamına geldiği” söylenmemiştir. Zira bunda şirke kayma kuşkusu vardır.

b. Alûsî ayette geçen “vesile”den neyin kast edildiği hususunda şunları söylemektedir:

aa. “Vesile”den maksat, “İtaat ederek ve günah işlemeyi terk ederek Allah’a yaklaşmaktır”. Şu ayet buna delildir. “Sabırla ve namazla yardım isteyin. Şubhesiz ki namaz, Allah’a boyun eğenlerden başkasına ağır gelir.”[119]

bb. “Vesile”den maksat, ayetin başından da anlaşıldığı üzere “Allah’tan korkmaktır”. Çünkü meselenin başı ve her hayrın vasıtası budur. Nitekim Katade’nin sözü buna işaret etmektedir.

cc. Ayetin birinci cümlesi “günah işlemeyi terk etmeyi” ikinci cümlesi ise, “itaat etmeyi” emretmektedir.

dd. İbnu’l-Enbar ve diğer bazı âlimler, Abdullah b. Abbas’ın “vesile”den maksadın “ihtiyaçlardır.” dediğini rivayet etmişlerdir. Yani “ihtiyaçlarınızı da Allah’a yönelip ondan isteyin, başkasından istemeyin” demektir.

ee. Bazı âlimler, ayetteki “vesile”den maksadın cennetteki bir makam olduğunu söylemişlerdir. “vesile”nin bu manada olması muhtemel değildir. Zira bu makam Abdullah b. Amr’ın rivayet ettiğine göre peygamberlere özel bir makamdır, istenilerek ulaşılacak bir makam değildir. Bu hususta:

● Abdullah b. Amr b. el-As (radıyallahu anh) diyor ki: Ben Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: “Müezzini işittiğiniz vakit, siz de onun dediğini deyin. Sonra bana salâvat getirin. Çünkü her kim bana bir defa salâvat getirirse, Allah ona o salâvat sebebiyle on defa salat eyler. Sonra Allah’tan benim için vesileyi isteyin. Zira vesile cennette bir makamdır ki, Allah’ın kullarından yalnız bir tanesine layıktır. Umarım ki o bir kişi de ben olayım. Şimdi her kim benim için vesileyi isterse ona şefaatim vacip olur.”[120]

Bu hadisin bir kısmını Ebû Hurayra[121] ve Ebû Said el-Hudrî[122] de rivayet etmişlerdir.

Alûsî devamla diyor ki: “Bazı insanlar ayette geçen “vesile”yi fasit bir te’ville te’vil etmeye kalkışmışlar ve bu ayete dayanarak sâlih kullarla yardımlaşmanın, onları Allah’la kullar arasında vasıta yapmanın, onlar adına Allah’a yemin etmenin meşru olduğunu söylemişler ve kulun “Ey Allah’ım! Filanı aracı yaparak sana yemin ediyorum ki bana şunu veresin” demesinin caiz olduğunu iddia etmişlerdir. Hatta bazıları, sâlih kullardan yanında olmayanlara veya ölenlerine: “Ey filan! Allah’a dua et de bana şunu nasip etsin” derler ve bunun vesile arama olduğunu zannederler.

Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) “Sıkıntıya düştüğünüz zaman kabir ehline baş vurun veya onlarla yardımlaşın” yahut “Meselelerde ne yapacağınızı şaşırdığınız zaman kabir ehli ile yardımlaşın” buyurduğunu rivayet etmişlerdir. Bunların aslı astarı yoktur. Hepsi haktan fersah fersah uzaktır.[123]

Alûsî, tefsîrinin başka bir bölümünde şunları zikretmektedir. “Günümüzde insanlar bir şey istediklerinde, adı sanı duyulmayan, zerre kadar itibarı olmayan kişileri aracı yaparak “Ey Allah’ım! Filanın hakkı için sana yemin ediyorum ki şunu bana veresin” şeklinde yemin ederek oldukça aşırı gitmeye başlamışlardır. Bundan daha da aşırısı, kabir ehlinden hastalara şifa vermelerini, fakirleri zengin etmelerini, yitirdikleri şeyleri bulmalarını ve her zorluğu kendilerine kolaylaştırmalarını istemeleridir. Şeytanları onlara yukarıda geçen sözün hadis olduğu vesvesesini vermektedir. Hâlbuki bu söz, peygamberin hadislerine aşina olan âlimlerin ittifakıyla Rasûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) karşı uydurulan bir iftiradır. Hiçbir âlim bunu rivayet etmemiştir ve güvenilen herhangi bir hadis kitabında mevcut değildir.”[124]

Alûsî, tefsîrinin başka bir bölümünde de şunu söylüyor: “İnsanlar, Allah’ın dışında sâlih kulları çağırmada -ölü olsunlar, diri olsunlar- oldukça aşırı gittiler. Öyle ki “Ey filan efendim! Beni kurtar” demeye başladılar. Bu tür sığınmalar caiz olmayan davranışlardır. Mu’mine yakışan bunları ağzına almamasıdır.”[125]

Biz de bu konuda Alûsî’nin kanaatindeyiz.

5. Bizzat ölülerin kendilerinden yardım dilemek

Bu konuda en tehlikeli davranış ölülerin bizzat kendilerinden yardım dilemektir. Her ne kadar bazı âlimler böyle bir şeyin Müslüman bir insandan meydana gelmesini şirk saymamışlarsa da, diğer âlimlere göre bu kesin bir şirktir. Bunu yapanı kurtarırsa ancak cehaleti kurtarabilir. Bu da kesin değildir. Konu ile ilgili olarak âlimler şu görüşleri serdetmişlerdir:

■ Şehid Abdullah Azzam diyor ki:

“Yardım dilemek ile aracı yapmak farklı şeylerdir. Birincisi peygamberden veya veliden yahut şeyhten direkt yardım istemektir. İkincisi ise, duasının kabulü için birini veya bir şeyi vasıta yaparak Allah’tan dilemektir.

Kabirlerdeki ölülerin bizzat kendilerinden yardım dileyenlerin amelleri küfürdür. Yapanı dinden çıkarır. Ancak bunu yapanlar cahilse, onların kâfir olduklarına hüküm veremeyiz. Nitekim bu hususta hassas olan İbni Teymiyye, İbnu’l-Kayyim ve Muhammed b. Abdulvahhab da bunu açıklamışlardır.”

Azzam sözlerine devamla diyor ki: İbni Teymiyye diyor ki: “Eğer ben Cehmiye Fırkası’nın söylediğini söylersem, muhakkak kâfir olurum. Fakat ben onları tekfir etmiyorum. Çünkü onlar cahildirler.”

İbnu’l-Kayyim diyor ki: “Kabirlerden yardım isteyenleri tekfir etmiyorum. Çünkü onlar cahildirler.”

Muhammed b. Abdulvahhab da diyor ki: “Kuvaz Kubbesi’ne[126] ibadet edenlere kâfir demeyiz. Çünkü onlara doğru olanı öğreten pek azdır.” Evet, bizim onlara, kendilerinden uzakta bulunan veya ölmüş olan velilerden yardım dilemelerinin kâfirlik olduğunu ve dinden çıkaran bir şirk olduğunu öğretmemiz gerekir.[127]

■ Alûsî de diyor ki: “Bizzat ölülerden yardım istemeyi bazı âlimler şirk saymışlardır. Eğer böyle değilse de, buna yakın bir ameldir. Ben bunlardan yardım dileyen hiçbir kimse görmedim ki, kendisinden yardım istediği uzaktaki dirinin veya ölünün gaybı bildiğine, ondan istemeyi duyduğuna, bizzat kendisine veya istediği başka birine menfaati sağlama veya zararı önleme gücünde olduğuna inanmış olmasın. Yoksa ne ağzını açardı, ne de bir kelime söylerdi. İşte en büyük musibet budur. Kula farz olan, bunlardan kaçınmak ve isteyeceklerini yalnız kudret ve kuvvet sahibi, hazineleri bitmeyen ve dilediğini yapan Allah’tan istemesidir.”

Alûsî devamla diyor ki: “Kabirlerde yatanlar ya cennetlik insanlardır. Bunlar kendilerine bahşedilen nimetlerle, cennetlerde seyahat etmekle meşguldürler. Bu dünyada olanlara iltifat etmeye vakitleri yoktur. Yahut cehennemlik insanlardır. Bunlar ise, kendilerine yapılan azapla cehennem ateşinden gelen dehşetle meşgullerdir. Kendilerini çağıranlara ve taraftarlarına nasıl cevap verebileceklerdir. Bu nedenle kabirlerdeki ölülerden yardım dilemekten kaçınılması gerekir. Bunu yapmak akıl işi değildir.”

“Diğer yandan ölülerden yardım isteyenlerin bazılarının isteklerinin gerçekleşmesi, sakın sizi aldatmasın. Çünkü bu, Allah tarafından bir imtihandır. Hatta bazen şeytan kendisinden yardım istenenin şekline girer ve yardım dileyene görünür, o da bunu yardım dilediğinin bir kerameti sanar. Aslında bu şeytandır, onu saptırır, azdırır, heva ve hevesine kaptırır. Nitekim bazen şeytanlar putların içinden konuşup ona tapan cahil, toy insanları saptırırlar. Onlar da: “Bu kendisinden yardım dilenenin ruhudur veya onun şekline giren bir melektir. Onun kerametini göstermek için bunu yapmıştır” derler. Ne de kötü hüküm verirler.”[128]

Biz de bu konuda Abdullah Azzam ve Alûsî’nin görüşlerine katılıyoruz.

--------------


[16]İsrâ’, 18.

[17]Naziat, 37-41.

[18]Hâkim, Müstedrek, IV, 329. (Hâkim hadisin Sahih olduğunu söylemiş, Zehebi de ona katılmıştır.)

[19]Müsned, İmam Ahmed, V, 428. (el-İraki bu hadisin ravilerinin güvenilir olduklarını söylemiştir.)

[20]Beyhaki, Sünenü’l-Kübra, II, 413, hn. 3585; İbni Huzeyme, 938.

[21]Müslim, Zühd, bab. 46, hn. 2985; İbni Mâce, Fiten, bab. 21, hn. 4202.

[22]Ebû Dâvûd, Cihad, bab. 25, hn. 2516; Müsned, İmam Ahmed, II, 290, 366; Hâkim, Müstedrek, II, 85, (Hâkim bu hadisin Sahih olduğunu söylemiş Zehebi de Hâkim’e katılmıştır.)

[23]Neseî, Cihad, bab, 24, hn. 3089; (Irakî, İhya’nın hadislerini çıkarırken bu hadisin Hasen olduğunu söylemiştir. Bkz. IV, 384. İbni Hacer el-Askalani de Fethu’l-Bari’de bu hadisin senedinin Hasen olduğunu söylemiştir. Bkz. VI, 28.)

[24]İbni Teymiyye’nin “Kulluk” isimli eseri, 32.

[25]Bkz. “Muhammed b. Abdulvahhab’ın davetine karşı çıkanlar” isimli eser, 197.

[26]Yunus, 31.

[27]Yûsuf Sûresi, 106.

[28]Bu zatın ismi Abdulvahhab b. Ahmed b. Ali el-Hanefi’dir. Hz. Ali’nin oğlu Muhammed el-Hanefi’nin soyuna nispetle Hanefi denilmiştir. M. 1493’de doğmuş, M. 1565’de vefat etmiştir. Kendisi tasavvuf hocalarındandır. Doğum yeri Mısır’ın Munufiyye iline bağlı Kalkaşend’in bir köyüdür. Kahire’de vefat etmiştir. Bu kişinin çeşitli eserleri vardır. Bu eserlerinden biri de et-Tabakatu’l-Kübra isimli eseridir. Ayrıca bunun Envaru’l-Kudsiyye, el-Bedru’l-Münir, Tenbihu’l-Müfteri, el-Cevahir ve’d-Dürer, ed-Düreru’l-Mensur, Düreru’l-Kavvas, el-Kibritu’l-Ahmer, Keşfu’l-Gumme, Letaifu’l-Minen, Levâihu’l-Envâr adlı eserleri vardır. Ayrıca tıb ilminde Suveydi’nin tezkiresinin özeti vardır. Yine Kurtubi’nin tezkiresinin özeti, Medariku’s-Salikin, Meş’ariku’l-Envar, el-Minehu’s-Sünniyye, el-Mizanu’l-Kubra, el-Yevakıt, Minehu’l-Minneh isimli eserleri de vardır. Basılmamış eserleri de bulunmaktadır.

[29]Bkz. Şa’rani’nin “Tabakatu’l-Kübra” isimli eseri, I, 162-163.

[30]Bkz. Şa’rani’nin “Tabakatu’l-Kübra” isimli eseri, I, 162.

[31]Bkz. Şa’rani’nin “Tabakatu’l-Kübra” isimli eseri, I, 162.

[32]A`râf, 197.

[33]Zümer, 38.

[34]Fatır, 13, 14.

[35]İsrâ’, 56.

[36]Ra’d, 14.

[37]Gafir, 20.

[38]Yunus, 66.

[39]Sebe’, 22-23.

[40]Yunus, 31.

[41]Mü’minun, 88-89.

[42]Yunus, 18.

[43]Zümer, 3.

[44]Sebe’, 22-23.

[45]Konu ile ilgili olarak Bkz. Abdullah b. Muhammed el-Kareni’nin “Devabitu’t-Tekfır.” isimli eseri, 115 vd.

[46]Bu zat Maliki mezhebi fıkıh âlimlerinden gözleri âmâ biridir. Ezher Üniversitesi öğretim üyelerindendir. Mısır’ın Kalyubiye ilinin Dicve köyünde 1870’de doğmuş, Kahire’nin kenar mahallelerinden Uzbetu’l-Nahl Köyü’nde 1946’da ölmüştür. Kabri Kahire’nin Ayni Şems mahallesinde bulunmaktadır. Tahsilini Ezher Üniversitesinde yapmıştır. Çeşitli eserleri bulunmaktadır. Eserlerinden bazıları şunlardır: Hulasatu ilmu’l-Vad, Tenbihu’l-Mü’minin, el-Cevap el-Münif, Resailu’s-Selam, er-Red alâ kitabi’l-İslam ve Usulu’l-Hukm.

[47]Bkz. “Muhammed b. Abdulvahhab’ın davetine karşı çıkanlar” isimli eser, 354-355.

[48]Bu zat Filistin’in kuzeyindeki Hayfa kentine bağlı olan İczim Köyü’nde 1849’da doğmuş, yine aynı köyde 1932’de vefat etmiştir. Bu zat hâkimlik yapmıştır. Eğitimini Ezher’de yapmış sonra İstanbul’a giderek orada bir gazetede çalışmış daha sonra Şam’a dönerek çeşitli yerlerde hakimlik yapmış nihayetinde Beyrut’ta Sulh Hukuk Mahkemesi başkanı olmuştur. Beyrut’ta yirmi seneden fazla kalmış sonra Medine-i Münevvereye göç etmiştir. Bu esnada Birinci Dünya Savaşı başlamış Yusuf Köyü’ne dönüp vefat etmiştir. Bu zatın eserleri çoktur. Kitâplarında İbni Teymiyye’ye, İbnu’l-Kayyim el-Cevzi’ye, Tefsîr âlimi Alusi’ye, Muhammed Abduh’a, Cemaleddin Efgani’ye ve diğerlerine reddiye yazmıştır. Eserlerinden bazıları şunlardır: Camiu Keramâti’l-Evliya, Riyadu’l-Cenneh, el-Mecmuatun-Nebhaniyye, Vesailu’l-Vusul, Efdalu’s-Salavat ala Seyyidi’s-Saadat, Tehzibu’n-Nufus, Huccetullah ala’l-Alemin, el-Fethu’l-Kebir, Nucumu’l-Muhtedin, es-Sabikatu’l-Ciyad, el-Envaru’l-Muhammediyye, Hulasatu’l-Kelam, Hadi’l-Mürid, el-Esalibu’l-Bedia fi fadli’s-Sahâbîti ve İknai’ş-Şia, Muntehabu’s-Sahiheyn vb.

[49]Bkz. Muhammed b. Abdulvahhab’ın davetine karşı çıkanlar” isimli esere, 354.

[50]Bu zat Maliki mezhebine mensup olan fıkıh ve tarih âlimidir. M. 1817’de Mekke-i Mükerreme’de doğmuş, orada fetva ve eğitim kurumu başkanlığına getirilmiştir. Bunun zamanında Mekke-i Mükerreme’de ilk matbaa kurulmuş, bazı kitâpları bu matbaada basılmıştır. 1886 yılında Medine-i Münevvere’de vefat etmiştir. Eserlerinden bazıları şunlardır: el-Futuhatu’l-İslamiyye, el-Cedavulü’l-Murdiye, el-Fadlu’l-Mübin, es-Siretu’n-Nebeviyye, Risaletu’n fi’r-Reddi ala’l-Vahhabiyye.

[51]Adı geçen eser, 196.

[52]Bu zat Mekke’li biridir. Aslen Fas’lıdır. 1870’de Mekke’de doğmuş, orada Maliki mezhebinin müftülüğünü yapmış ve Kâbe’de ders vermiştir. 1948’de Suud’un Taif kentinde vefat etmiştir. Bu zatın otuza yakın kitabı vardır. Çoğu basılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: Tehzibu’l-Fırak, İntisaru’l-İ’tisam, el-Kavatıu el-Burhaniyye ve diğer eserleri.

[53]Bkz. Muhammed Alevi el-Maliki’nin “Düzeltilmesi Gereken Kavramlar” isimli eseri, 15.

[54]Adı geçen eser, 25.

[55]Bkz. “Muhammed b. Abdulvahhab’ın Davetine Karşı Çıkanlar” isimli eser, 197.

[56]Tekvir, 29.

[57]İnsan, 30.

[58]Taha, 109.

[59]Sebe, 23.

[60]Necm, 26.

[61]Bakara, 255.

[62]Secde, 5.

[63]Yunus, 3.

[64]Ra`d, 2.

[65]Bkz. İbni Teymiyye’nin “Mecmû`u’l-Fetâvâ” isimli eseri, I, 130, 131.

[66]Buhârî, Meğazi, bab. 8.

[67]Buhârî, Cenaiz, bab. 68, 87; Müslim, Cennet, bab. 70, hn. 2870; Neseî, Cenaiz, bab. 108, 110.

[68]Buhârî, Meğazi, bab. 8; Müslim, Cenaiz, bab. 26, hn. 932; Müsned, İmam Ahmed, VI, 276.

[69]Neml, 80.

[70]Fatır, 22.

[71]Konu ile ilgili olarak bkz. “Fethu’l-Mennan” 280.

[72]Bakara, 186.

[73]Ra`d, 14.

[74]Neml, 62.

[75]Necm, 42-48.

[76]Şuara, 78-82.

[77]Fatiha, 4-5.

[78]Kaf, 16.

[79]A`râf, 54.

[80]Tirmizî, Kıyamet, bab. 59, hn. 2516. (Tirmizî: Bu hadisin Hasen ve Sahih olduğunu söylemiştir.) Müsned, İmam Ahmed, I 293, 303, 307,

[81]Müsned, İmam Ahmed, 1, 307.

[82]Bkz. Suyuti, Camiu’s-Sağir, 92. (Suyuti bu hadisi Taberani’nin Abdullah b. Cafer’den rivayet ettiğini söylemiş ve Sahih olduğuna işaret etmiştir. Siyret-i İbni Hişam, I, 419, 422.

[83]Enfal, 9.

[84]Müslim, Cihad, bab. 58, hn. 1763; Tirmizî, Enfal Sûresi Tefsîri, bab. 3, hn. 3081, Müsned, İmam Ahmed, I, 30, 32, 117.

[85]Kamer, 45.

[86]Buhârî, Megazi, bab: 4.

[87]Bakara, 45.

[88]Bakara, 153.

[89]Mâide, 35.

[90]Ebû Dâvûd, Salat, bab, 313, hn. 1319. Müsned, İmam Ahmed, V, 388.

[91]Bir farak, yaklaşık altı kilo dokuz yüz gramdır.(6900 gram)

[92]Buhârî, Edep. bab, 5, Enbiyâ, bab. 53, Hars, bab. 13; Müslim, Zikir, bab. 100, hn. 2743; Ebû Dâvûd, Buyu bab. 29, hn. 3387; Müsned, İmam Ahmed, II, 116.

[93]Buhârî, Menakib, bab. 25, İkrah, bab. 1, Menakıbu’l-Ensar, bab. 29; Ebû Dâvûd, Cihad, bab. 97, hn. 2649; Neseî, Zinet, bab. 97, Müsned, İmam Ahmed, V, 110, VI, 395.

[94]Buhârî, Merda(Hastalar), bab. 6; Müslim, Birr, bab. 54, hn. 2576; Müsned, İmam Ahmed, I, 346-347.

[95]Buhârî, Rikak, bab. 50, Tıb, bab. 17, 42; Müslim, İmân, bab. 374, hn. 220; Tirmizî, Kıyamet, bab. 16, hn. 2446.

[96]Bkz. Buhârî, Libas, bab. 18; Müslim, İmân, bab. 367, 369, hn. 216; Dârimî, Rikak, bab. 86, 102; Müsned, İmam Ahmed, II, 302, 351, 456, 502.)

[97]Bkz. Müslim, İmân, bab: 371, 372, hn. 218; Müsned, İmam Ahmed, IV, 436.

[98]Ebû Dâvûd, Vitir, bab. 23, hn. 1498; Tirmizî, Daavat, bab. 111, hn. 3562. (Tirmizî bu hadisin Hasen ve Sahih olduğunu söylemiştir.) İbni Mâce, Menasik, bab. 5, hn. 2894.

[99]Müslim, Fedailu’s-Sahâbî, bab. 223, 225, hn. 2542; Müsned, İmam Ahmed, I, 38-39.

[100]Tirmizî, Daavat, bab. 119, hn. 3578; (Tirmizî: “Bu hadis Hasen, Sahih, Garibtir. Ancak bu şekliyle Ebû Cafer el Hatmî’nin rivayetiyle bilmekteyiz. Osman b. Huneyf, Sehl b. Huneyf’in kardeşidir” demiştir.) İbni Mâce, İkame, bab. 189, hn. 1385; Müsned, İmam Ahmed, IV, 138.

[101]Bkz. Bir önceki dipnot.

[102]Konu ile ilgili olarak Bkz. Fi Zilali Sureti’t-Tevbe, 348-349.

[103]Bkz. Âlûsinin “Ruhu’l-Meâni” isimli Tefsîri, 6, 128.

[104]Tarih-i Taberi, IV, 99; İbnu’l-Esir, II, 274; el-Bidaye ve’n-Nihaye, VII, 91.

[105]Buhârî, İstiska, bab. 3, Fedailu Ashabın-Nebi, bab. 11.

[106]Beyhaki, es-Sünenü’l-Kübra, V, 402, hn. 10271.

[107]Bkz. Alusi’nin “Ruhu’l-Meani” isimli Tefsîri, VI, 127.

[108]Tirmizî, Kıyamet, bab. 59, hn. 2516; Müsned, İmam Ahmed, I, 293, 303.

[109]Konu ile ilgili olarak bkz. Âlûsi’nin “Ruhu’l-Meani” isimli Tefsîri, VI, 128, 129.

[110]Bkz. Acluni’nin Keşfu’l-Hafa isimli eseri, I, 75, rakam, 213.

[111]Bkz. Alusi’nin “Ruhu’l-Meani” isimli Tefsîri, 6, 126.

[112]İbni Mâce, Mesacit, bab. 14, hn. 778; Müsned, İmam Ahmed, III, 21.

[113]Rûm, 47.

[114]Buhârî, Libas, bab. 101, Cihad, bab. 46, İsti’zan, bab. 30, Tevhîd, bab. 1; Müslim, İmân, bab 48-49, hn. 30; Tirmizî, İmân, bab. 18, hn. 2643; (Tirmizî bu hadisin Hasen ve Sahih olduğunu söylemiştir.) İbni Mâce, Zühd, bab, 35, hn. 4296.

[115]Müslim, Salat, bab. 222, hn. 486; Ebû Dâvûd, Salat, bab. 148, hn. 879; Tirmizî, Daavat, bab. 76, hn. 3493; Neseî, Tahâret, bab. 120; İbni Mâce, İkame, bab. 117, hn. 1179. (İbni Mace bu hadisi Hz. Ali’den dua kısmını rivayet etmiştir.

[116] Bkz. Âlûsî, Rûhu’l-Me`ânî, VI, 126 ve devamı.

[117]Mâide, 35.

[118]Taberi Tefsîri, IV, 146.

[119]Bakara, 45.

[120]Müslim, Salât, bab. 11, hn. 384; Ebû Dâvûd, Salât, bab. 35, hn. 523; Tirmizî, Menakib, bab. 1, hn. 3614; (Tirmizî hadisin Hasen ve Sahih olduğunu söylemiştir.) Neseî, Ezan, bab. 37, hn. 679; Müsned, İmam Ahmed, II, 168.

[121]Bkz. Tirmizî, Menakib, bab. 1, hn. 3612; Müsned, İmam Ahmed, II, 265, 365.

[122]Müsned, İmam Ahmed, III, 83.

[123]Bkz. Alusi, “Ruhu’l-Meani” Tefsîri, VI, 125.

[124]Bkz. Alusi, “Ruhu’l-Meani” Tefsîri, VI, 125 vd.

[125]Age. son kaynak

[126]Kuvaz kubbesi, Necd bölgesinde bulunan bir kubbedir. İnsanlar onun etrafını tavaf ediyor ve ondan yardım diliyorlardı.

[127]Bkz. Abdullah Azzam “Fizilali Sûreti’t-Tevbe”, 333-335.

[128]Bkz. Âlûsi, “Ruhu’l-Meani” Tefsîri, VI, 129.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Ana Sayfa Alt