Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Şeyh Eymen'den Müslüman Türk Halkına Mesaj (türkçe)

Ö Çevrimdışı

Ömer Hattab

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Şeyh Eymen'den Müslüman Türk Halkına Mesaj


Şeyh Eymen Ez Zevahiri'nin Türk Halkına hitaben yaptığı açıklamasını türkçe olarak sunuyoruz. Cihadtv.Com


MÜSLÜMAN TÜRK HALKINA MESAJ


Mücahid Şeyh Eymen Ez Zevahiri



(Allah Onu Korusun)





7531







Bismillah. Allah'a hamdolsun, salât ve selam Allah'ın Rasulü'ne, âline, ashabına ve onlara tabi olanların üzerine olsun.Türkiye'deki Müslüman kardeşlerim, Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Bunun ardından:Özgürlük gemisindeki Türk kardeşlerin, İsrailli kuvvetler tarafından öldürüldüğüne dair çok acı haberleri almış bulunmaktayız. Öncelikle Allah Azze ve Celle'den onları merhametiyle karşılaması ve ailelerini teselli ve sabırla kuvvetli kılmasını dileyerek özelde akrabalarına genelde ise Müslüman Türk halkına başsağlığı dileklerimi sunmak isterim. Türkiye’deki Müslüman kardeşlerim! Acı veren bu olay, Müslüman Ümmet olarak bize durup düşünmeyi ve kendisinden dersler çıkarmamızı gerektiriyor. Bu ciddi olay, Müslüman Ümmet ile düşmanları arasındaki savaşın doğasını ortaya koyuyor. Gazze’ye uygulanan ambargo, Amerika’nın ve küresel Haçlı liderlerin İsrail’in yanında yer aldığı olaylardan bir tanesidir ki onların kuvvetleri Müslüman beldelere doğru ilerlerken İsrail’i tanıyan ve onunla işbirliği yapan İslam Ülkeleri’nin hain hükümetleri, Müslüman Ümmetimize karşı yürütülen Batılı Haçlı entrikaları uygulamaktadır. Gazze’ye uygulanan zalim ambargo, Müslüman Ümmetimize karşı Siyonist-Haçlı kampanyasınca işlenen cürümlerin manifestolarından birisi ve içinde bulunduğumuz durumun ıstırabının kanıtıdır. Eğer biz, dini sorumluluklarını üstlenen, onur ve saygınlığını savunan Müslüman bir Ümmet olarak yaşamak istiyorsak bu (durum) değiştirilmelidir. Bu küçük düşürücü durumu değiştirmeliyiz. Fakat bu değişim, birkaç yardım gemisi göndermekle ve burada ya da orada gösteri yapmakla sağlanmayacaktır.
Değişim, Türklerin hükümetlerinden İsraili tanımayı ve onunla işbirliği yapmayı bitirmesini, Afganistan’daki Müslümanları öldürmesi için birliklerini göndermeye bir son vermesini ve İslama ve Şeriata karşı savaş yürütmekten geri durmasını istemesiyle gelir.
Türk halkı, hükümetlerini Filistin topraklarına tecavüz edenleri tanımaya devam etmekten ve Afganistan’daki Müslümanların öldürülmesinde yer almaya ısrar etmekten alıkoyma sorumluluğunu taşımalıdır. Türk halkı, genelde tüm İslam beldelerini özelde ise Filistini savunma noktasında Osmanlı Devleti tarafından oynanan şanlı rolü yeniden ortaya koymalıdır. Müslüman Türk Halkının İslamı ve Müslümanları savunmadaki rolü, Gazze’nin refahı için sadece bir ya da birkaç gemi göndermeye indirgenemez.
Osmanlılar beş yüz yıl boyunca Müslümanları ve topraklarını Haçlıların açgözlülüğüne karşı savundular. Onların evlatlarının rolü nasıl birkaç yardım gemisiyle sınırlandırılabilir? Müslüman beldelerden en ufak bir yer dahi tehdit edildiğinde orayı savunmak için Osmanlı Devleti, dev ordular ve bütün denizlere açılan filolar gönderiyordu. Onların evlatlarının rolü, kurtlar denizinde bir koyun gibi seyreden bir ya da birkaç gemiye nasıl düşebilir? Müslüman Türk Halkı, Müslümanların tarihindeki ve kültüründeki gerçek rollerini öğrenmelidir. Osmanlının rolü, İslamı savunmaktı. Müslüman Türk Halkının tarihi budur. Bu, onların yeniden kuşanmaları gereken sorumluluk ve yeniden almaları gereken şanlarıdır. Osmanlı Türkleri, açgözlü saldırganlara karşı Mücahid idiler, onlar sadece birkaç ton yardım sunmadılar. İki rol ne kadar da farklı! Türkiye’deki Müslüman kardeşlerim! Hükümetiniz ve ordunuz tarafından İslama ve Müslümanlara karşı düşmanca sergilenen tehlikeli rolü anlamalısınız. Hükümetiniz ve ordunuz, Global Haçlıların elinde mevcut kampanyalarında maşa edilmiştir.

Türk ordusu, Afganistan’da Müslümanların öldürülmesinde, yıldırılmasında ve köylerinin yok edilip evlerinin yakılmasında yer alıyor. Türk Kuvvetleri’nin NATO liderliğini üstlenmesi, Haçlıların Müslüman Afganistanı Haçlı tahakkümüne köle etmek, onlara zulmetmek, çocukların kanlarıyla sahip olduklarını, mukaddes yerlerini ve topraklarını gasp etmek için yürüttüğü kampanyaya sahip çıktığı anlamına gelir. Filistin’de, Hükümetiniz bazı demeç, ifade ve sözleriyle halkıyla aynı duyguları paylaştığını gösterdi. Fakat fiiliyatta, İsraili tanıyor ve onunla ticari bağlantılar, askeri tatbikat ve güvenlik bilgi alış-verişinde bulunuyor. Amerikanın “terörle savaş” adı altındaki İslamla savaşına gelince, hükümetiniz, Amerikanın İslam’la savaşına iştirakte aktif rol oynuyor. Çok sayıda Mücahidi tutuklayıp Amerika’ya teslim ettiler ki onlar orada işkence, zulüm ve eziyet görüyorlar, ardından uzun hapis cezalarına yahut ölüme mahkûm ediliyorlar. Bunların en meşhurlarının arasında Mücahid Şeyh Abdulhadi el Iraki (Allah onu kurtarsın) bulunmaktadır.
İslama muhalif bu tehlikeli yozlaşmış rol, hükümetiniz ve ordunuz tarafından uygulana geliyor. Afganlar ne suç işledi ki onlara karşı bu savaşı başlatıyor, onların öldürülmesinde Haçlılara katılıyor, onlarla savaşıyor ve onlara zarar veriyorlar? Müslüman Afganlar bugüne kadar direkt Türkiyeye yahut Türklere ne zarar veya suç işlediler?
Türkiyedeki Müslüman kardeşlerim! Allah ve İslam adına ve Peygamber (sav) aşkına sizden rica ediyorum, hükümetiniz ve ordunuz tarafından İslama ve Müslümanlara karşı işlenen bu cürümlere karşı koyun. Bizi birbirimize bağlayan İslam kardeşliği adına rica ediyorum, bizi bir araya getiren Hilafete olan sevgimiz adına sizden rica ediyorum ki Endülüs’ün ölümüyle ölmüş, hala hepimizin kalbinde kanayan bir yaradır.
Ahmed Şevki der ki:Selam olsun sana Endülüs kardeş


Hilafet ve İslam senden düştü

Ümit beslediğim Hilal senin göğünden battı
O’nu yuttular ve dünyayı karanlık sardı

Küçümsendi ve yüzü görülmez oldu
Kaderi tayin edildi ve mumlandı

Ümmet iki yaraya katlanır
Biri kanar, diğeri ise şifa bulmadı

Müslümanlar senden ve seninle kederlendi
Kalemler gömüldü, kılıçlar saklandı

Cenaze törenini bitirmediler; işte bu bir cenaze
Senin için kara giyindiler ve geride kaldı

Onun ölümüyle senin ölümün arasında
Sevdiğimiz ve nefret ettiğimiz günler geçti

Zayıf asırlar geçti
Fethedilmiş asırlar geçti
Bir rüya gibi


Bu Hilafet bizi bir araya getirdi. Ümmeti beş yüz yıl boyunca Haçlıların hırs ve istilalarından korudu. Beytil Makdisi korudu ve Filistinin mahvolmuş cesedinin üzerine İsrailin kurulmasını önledi. Hilafet düşünce Haçlı kurtların bize karşı saldırıları her taraftan yoğunlaştı. Beldelerimizin daha önce yağmalamadıkları kısımlarını mahvettiler ve İsrail, esir ettiği Beytil Makdisi kuşatan bir devlet olarak kuruldu. Haçın ordusu, açık laiklikleri ve gizli Haçlı ideolojileriyle geldiler ve İslam bedenini dilimlere ayırmaya başladılar.
Şehirleri ve köyleri boğazından yakaladı
Bu açgözlü müttefik ordu

Engin toprakları ve gökyüzünü ele geçirdi
Dağları ve tepeleri kapladı

Hayal ellerinin arasında zulüm oldu
Nereye gittilerse zulüm ve cürüm beraber gitti

Papazlar onları Kitab adına teşvik etti
Kitabta yasaklanan ne varsa onlar kendini koşuya sürdü

Alay edilmiş krallıkların kontrolünü aldılar
İnsanlar onlar için ancak birer davardılar


Hilafet Türkiyesi bütün hastalıklarına rağmen bizi savundu. Şimdi ise Türkiye laik oldu ve bize saldırıyor. Hilafet Türkiyesi bütün zayıflığına rağmen bizi elinden gelen en iyi şekilde her bir açgözlüye karşı savundu. Şimdi ise Türkiye laik oldu ve açgözlü bütün Haçlılara yardım ediyor ve bizden ganimet olarak alınanları onlarla paylaşıyor. Hilafet Türkiyesi bütün kusurlarına rağmen mukaddesatımızı korudu. Bugün laik Türkiye kanlarımızı, mallarımızı ve mukaddesatımızı almak için geliyor. Hilafet Türkiye’si bizi koruyup barındırdı. Bugün laik Türkiye, bizi Kuranı aşağılayan, Peygamberimizle (s.a.v) alay eden İslam düşmanlarına teslim ediyor. Türkiye bütün kusur ve hastalıklarına rağmen şanımızın, saygınlığımızın, egemenlik ve vahdetimizin bir sembolüydü.
Seslen Ankara’ya ve tebriklerini sun
Geleceğin, evlatlarının kılıçlarıyla inşa edilmiştir

Ey yedi kandilli Süreyya’nın yolunmuş çocuğu,
Mağrur dağlar senin babana baş eğdi

İkiniz de şana ve direnen cazibeye adandınız
O, bulutların arasında sen ise hala halkınlasın

Sen ve ben, bir inancı ve Kitabını paylaşıyoruz
Doğu, seni büyüttüğü gibi beni de büyütüyor

Ey gemici sen onun derinliklerinde dolaşırsın
Her aydınlık ve karanlıkta

Eğer Marmara’ya gelirsen gemin şevklenir
Sessiz bir gülümsemenin ufkunda neşeyle

Ve durulanmış Haliç’e gelirsen
Maddenin ve özenin şaheserini kur güneşle

Mutluluğun ve yüksekliğin ülkesine bak
Bab-ı Ali’ye; ve vazifeni yap

Hilafete senin güneşin için ağlıyorum de
Dün senin düşüşünle batan güneşe

Ey Tevhid ateşi var mı dır biri, seni söndürecek
Allahu Teâlâ seni alevlendirirken


Bu yüzden, kalbi İslam ve Peygamberinin (s.a.v) sevgisiyle dolu olan gayretli her Müslüman’ın bu şanlı Hilafet için haykırmak ve geri gelmesi özlemiyle üstesinden gelmek görevidir. İnşallah Peygamberin (s.a.v) yolunu takip eden ve doğru yönlendirilen bir Hilafet olacaktır.
Minareler ve minberler senin için yakınır
Krallıklar ve ülkeler ağladı

Hindistan acı çeker, Mısır kederli
Onlar, yaşlı gözlerle sana ağladı

Şam, Irak ve Fars sorar
Hilafet yeryüzünden mi kalktı?

Yüce bir nesil geldi gecelerden geçerek Onsuz
Akşamla sabah arasında saptırıldı

Utanç verici sebeplerden bir akrabalık kaldırıldı
Ki o, canlarımızın en samimi bağlarıydı

Mevcut dindarlık onun üzerinde toplanmıştı ve belki
Huzur döşekleri onun üzerinde toplanmıştı

Müslümanların saflarını ve yollarını kurdu
Her geliş ve gidişlerinde


Türkiye’deki Müslüman kardeşlerim! Durumu anlamak için tarihi okumamız gerekir. Fatih Osmanlı ordusu Viyana kapılarına dayandığında Safaviler, Hilafeti sırtından vurmak için Haçlılarla beraber komplo kuruyordu. Bugün de Safaviler (Şiiler) Afganistan ve Irakta aynı rolü oynuyorlar.
Sabur, geniş omuzlular geri döndü
Ve Kisra’nın imansızları razı etmek için koşuşturdu

Omzunda silah taşıyan her biri
Düşmanlığını gizliyor

Allah bize yardım edecekti, Onlar toplansa da
Her ülkeden bir bölük yahut bir tugayla


Bugünkü Safaviler (Şiiler) de Irak ve Afganistandaki Müslümanları vurmak için Haçlılarla işbirliği yapıyor. Fakat bu sefer –maalesef- Türkiyenin katılımıyla beraber (yapıyorlar).
Birinci Dünya Savaşında Haçlı İngilizler, Hilafeti iki Arap hançeriyle sırtından vurdular, ikisi de İngiliz bayrağının haçı altında olduğu ve onların altınlarıyla, teçhizat ve istihbaratlarıyla desteklendiği halde İslami bir davete sahip olduklarını iddia ediyordu. İlk hançer, Neciddeki Abdulaziz El Suudun hançeriydi, o ki savaşın başlarında İngilizlerle, İngilizlerin kendisiyle bütün bağlılıklarını elde ettiği el-Katif anlaşmasını imzalayan kişiydi. Bunun karşılığında, İngilizler, (Arap) Yarımada(sın)daki Osmanlı varlığıyla savaşmaları için onlara para ve silah desteğinde bulundular. Bu mutabakat, 1915 yılında Abdulaziz el Suud ile El Raşid arasında geçen Cirab savaşında öldürülen İngiliz istihbarat subayı Yüzbaşı Shakespearein koordinasyonuyla bitirildi. Abdulaziz el Suud, şirk ve bidatle savaştığını iddia ediyorken Hilafet Devletini İngiliz hançeriyle vurdu.İkinci hançerin sahibine gelince o, şerif Hüseyin bin Alidir. O ki Birinci Dünya Savaşının başında Arap devleti kurma iddiasıyla Osmanlı devletine karşı ayaklandı. Arap devletine hükmetme hakkının Haşimilere ait olduğu iddiasındaydı.Casus Shakespera, Abdulaziz el Suuda eşlik ediyorduysa, casus “Arap Lawrence” de Şerif Hüseyin’e ve oğlu Faysal’a eşlik ediyordu. Abdulaziz el Suud ve Şerif Hüseyin bin Ali’nin oğulları ve torunları yollarına devam ediyor. Dedelerinin Birinci Dünya Savaşındaki Haçlı İngilizlerle olan ittifakını sürdürdüler. Bugün de Haçlı Amerikalıların İslam’la olan savaşında ittifak ediyorlar. Maalesef, bu sefer Türk ordusundan ve hükümetinden de yardım görüyorlar. Eğer kötülük âlimleri dün Hilafeti düşürmeyi destekleyen fetvalar verdilerse torunları da bugün Müslümanlarla savaşında Müslümanları öldürmek için Amerikan ordusunda savaşmaya cevaz veriyor. İsrail’in izniyle ve razı olduğu fetvaları veriyorlar ve Irak’ta Amerikalılarla savaşmaya karşı fetva veriyorlar. Bir de (Irak) ordusuna, polisine, Ulusal Güvenliğe ve Uyanış Konseyi’ne katılmaya cevaz veren fetvalar veriyorlar. Irak’ta cihada çıkmaya karşı fetva veriyorlar ve dinlerin birliğine, İsrail’deki mücrimlerin en büyüklerine gülümsemeye ve el sallamaya çağırıyorlar.
Kutsal yerlerin savunucularının kanlarını heba ettiler
Senin müftünün değil ateşin müftüsünün diliyle

Düşmanın sırrına içtiler ve öttüler
Harabe duvarının ardından baykuş diliyle

Eğer sen onlar için Mekke idiysen, onları görecektin
Tıpkı Muhammed ve ashabına yaptıkları gibi seni terk ederken

Namaz ağlar oldu ve fitne alay ediyor
Şeriat ise adaleti bozan bir saygısız sayılıyor

Espri ve telle saptırıcı fetva verdi
Ve sapkınlığı ülkelerde yayarak geldi

Dinleyelim seslenen her bölgede
Sesleniyor yalancıya yahut kinayeciye

Her yerde tanık olalım fitneye
Din satılır olmuş hem de kendi izniyle

Muaz’ın altınları hakkında fetva veriliyor
Onun kılıcı ise inatçı kindar canlar istiyor


Türkiye’deki Müslüman kardeşlerim!
İsraili tanıyan hükümetiniz, onunla ticari, çıkar ve yetki anlaşmaları ve birlikte tatbikat yapıyor, hükümetiniz İsrail tarafından Gazze’deki Müslümanlara yönelik cürümleri protesto eden bazı demeçler verirken Yahudilerin Filistinlilere uyguladığı aynı cürümleri Afganistandaki Müslümanlara, Mücahidlere, kadınlara, evlatlarına, köylerine ve mallarına karşı işledi. Türkiyedeki gayretli her Müslüman Türk hükümeti ve ordusu tarafından İslama ve Müslümanlara karşı işlenen bu cürümlere etkili bir şekilde karşı koymalıdır. Bunlara ellerinden geldiği kadar karşı koymalıdır. Türkiye İslamın koruyuculuğuna, Müslümanların savunuculuğuna ve düşmanlarına karşı Mücahidliğe dönmelidir.
Türkiye’deki Müslüman kardeşlerim!
Afganistandaki Mücahidler, Kıbrıstaki, Keşmirdeki, Filipindeki, Somalideki ve her nerede zulüm gören varsa oradaki Müslümanların yanında yer aldı. O halde siz de onların yanında yer alın, çünkü Müminler kardeştirler, Rasulullah (sav) buyurmuştur ki:

“Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücut gibidir. Vücudun herhangi bir azası rahatsız olursa, diğer azalar da bu yüzden ateşlenir ve uykusuz kalır.”

Türkiye’deki Müslüman kardeşlerim!
Hükümetiniz ve ordunuz, Afganistanda Müslümanlarla savaşıyor, temiz evlatlarınız ise canları ve mallarıyla oradaki kardeşlerini korumak için kalktılar, İslami Emirliğe yardım ettiler ve Fatih Sultan Mehmedin şanını tekrar dirilttiler. “Allah emrinde galiptir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.”
İşte sizin temiz evlatlarınız, Cihad cephelerine, Şehadet meydanlarına ve yakın bir fethin şanına doğru koşuyorlar inşallah; izzet ve saygınlığın Afganistanına, İslamın ve Cihadın Afganistanına, Hicretin ve Nusretin Afganistanına, adaletin ve Şeriatın Afganistanına. O halde tertemiz Mücahid evlatlarınızı destekleyin, onlara yardım edin ve onların örnekliğini takip edin.

“Allah’a iman edin, Rasulü ile birlikte cihad edin’ diye bir sure indirildiği zaman, (o münafıkların) içlerinden güç yetirenler senden izin isterler ve: ‘Bizi bırak ta oturanlarla birlikte kalalım’ derler. Geri kalanlarla birlikte olmaya razı oldular. Kalplerine de mühür vuruldu. Onlar anlamazlar. Fakat Peygamber ve beraberindeki müminler, mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte onlar için hayırlar vardır ve onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. Allah, onlara altından nehirler akan cennetler hazırlamıştır. Orada ebediyen kalıcıdırlar. İşte en büyük kurtuluş budur.”
Duamızın sonu âlemlerin Rabbi Allaha hamd etmektir. Ve Allahın Salât ve selamı Peygamberimiz Muhammedin, ailesinin ve ashabının üzerine olsun.Allahın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

Türkçeye Çeviri:
CihadTv.Com


Video Linkleri:

Online İzleme İndirme Linki:

gulyarasi.com

Direk İndirmek İçin Aşağadaki linkleri sağ tıklayın hedefi farklı kayıt et deyip pcye indirin.

117 MB WMV
http://ia600602.us.archive.org/7/items/eymenturkhalkina1/Musluman_Turk_Halkina.wmv
http://ia600606.us.archive.org/21/items/eymenturkhalkina2/Musluman_Turk_Halkina.wmv
http://ia600608.us.archive.org/27/items/eymenturkhalkina3/Musluman_Turk_Halkina.wmv
http://ia600603.us.archive.org/6/items/eymenturkhalkina4/Musluman_Turk_Halkina.wmv
http://ia600606.us.archive.org/31/items/eymenturkhalkina5/Musluman_Turk_Halkina.wmv
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Burda müslümanların o kadar çok uğraşılacak mazereti varki kim bakar mucahidlere.

Bir kesimin işi gücü eline imanometre alıp sen busun sen şusun demek.
Diğer kesimde gül muhammedim çiçek muhammedim namaz kıl etliye sütlüye karışma hatta sadece kelime-i şehadet getir 4*4 müslümansın.


Ve sonunda islami yediler bitirdiler.

İki kesiminde bu yolundan kim faydalanıyor, kafirler.

Ardından kimse HAK mucadeleye kulak vermez olur, daha mühim meseleler var çünkü...
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Burda müslümanların o kadar çok uğraşılacak mazereti varki kim bakar mucahidlere.

Bir kesimin işi gücü eline imanometre alıp sen busun sen şusun demek.
Diğer kesimde gül muhammedim çiçek muhammedim namaz kıl etliye sütlüye karışma hatta sadece kelime-i şehadet getir 4*4 müslümansın.


Ve sonunda islami yediler bitirdiler.

İki kesiminde bu yolundan kim faydalanıyor, kafirler.

Ardından kimse HAK mucadeleye kulak vermez olur, daha mühim meseleler var çünkü...

değilmi ahim yeni ev alıncak,yeni telefon alınacak,yeni giysiler alınacak,yeni araba alınacak.bilezik alınması gerekiyor.ha yazlığıda unutmayalım alalım,ve daha bir sürü lak lak kafirlaerin deyimi ile bla bla bla ALLAH CELLE CELALUHU BÜTÜN MÜMİNLERE BU YOLDA ECİR VE İLİM NASİP EYLESİN .
 
E Çevrimdışı

ebufaris kurdi

Guest
Allah şeyh Eymen'i korusun...
Şeyh Eymen 'in konuşmaları gerçekten derin bir ilmin ve ferasetin ürünü...
Şeyh gerçekten konuşmalarında çok güzel konulara temas ediyor ve vurguları yerinde.
Bu beyanı ve bizim burda hoca,abi, cemaat liderlerinin konuşmalarını ve düşüncelerini karşılaştırın bakalım... Şeyh'in birikimi ve ferastinin yanından geçebiliyorlar mı?
 
K Çevrimdışı

kurtuba

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Filistin’de, Hükümetiniz bazı demeç, ifade ve sözleriyle halkıyla aynı duyguları paylaştığını gösterdi. Fakat fiiliyatta, İsrail’i tanıyor ve onunla ticari bağlantılar, askeri tatbikat ve güvenlik bilgi alış-verişinde bulunuyor. Amerika’nın “terörle savaş” adı altındaki İslam’la savaşına gelince, hükümetiniz, Amerika’nın İslam’la savaşına iştirakte aktif rol oynuyor. Çok sayıda Mücahidi tutuklayıp Amerika’ya teslim ettiler ki onlar orada işkence, zulüm ve eziyet görüyorlar, ardından uzun hapis cezalarına yahut ölüme mahkûm ediliyorlar....
------------

Olurmu hiç, devletimiz güçlenmesi için amerikaya hemen karşı gelemez zamanı gelmesi lazım o zamana kadar da olecek muslumanlarda kusura bakmasın artık, çunku oyle bir zaman gelicek ki devletimiz liderliginde hilafet kurulacak amerikayı israili vurucak butun dunya gene muslumanların hukumranlıgında olacak..

bize gelirsek bizde forum köşelerinde olsun, facebook koselerinde olsun, msn koselerinde olsun, kelimetullah ı yukseltmeye çalışıyoruz, siz orda cihad yapıyorsunuz ama bizim ki daha buyuk bir cihad, biz burda kızlara bakmamaya calışıyoruz!! burda teblig yapıyoruz cemaat toplantılarına gidip çay kek yiyoruz evlerde, bi görsen bizi ey eymen el zevahiri biz aslında çok buyuk mucahidiz dışarıdan pısırık gibi gorundugumuze bakma, redvekabul kardeş demişki bizde sesimizi çıkaralım felan, ne gerek var boyle şeylere kendimizi niye açıga cıakrtalım biz gizliden gizliye büyük cihadımızı yapmaya devam edelim..


ey şehadet laptop başında, rahat yatağımda bana neden nazar edersin!!!

 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Vehhabiliğin nasıl çıktığını araplardan bazılarının nasıl osmanlıyı arkadan hançerlediğini güzel anlatmış.Ve onlar diline şirk ve bidatı dolamışlar vahlar olsun onlara ,sizede bugün bu bir yerden tanıdık geldimi?


-''Abdulaziz el Suud, -şirk ve bidatle- savaştığını iddia ediyorken Hilafet Devleti’ni İngiliz hançeriyle vurdu.İkinci hançerin sahibine gelince o, şerif Hüseyin bin Ali’dir. O ki Birinci Dünya Savaşı’nın başında Arap devleti kurma iddiasıyla Osmanlı devletine karşı ayaklandı. Arap devletine hükmetme hakkının Haşimilere ait olduğu iddiasındaydı.

Casus Shakespera, Abdulaziz el Suud’a eşlik ediyorduysa, casus “Arap Lawrence” de Şerif Hüseyin’e ve oğlu Faysal’a eşlik ediyordu. Abdulaziz el Suud ve Şerif Hüseyin bin Ali’nin oğulları ve torunları yollarına devam ediyor. Dedelerinin Birinci Dünya Savaşındaki Haçlı İngilizlerle olan ittifakını sürdürdüler.''-(Zevahiri)
 
max Çevrimdışı

max

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Vehhabiliğin nasıl çıktığını araplardan bazılarının nasıl osmanlıyı arkadan hançerlediğini güzel anlatmış.Ve onlar diline şirk ve bidatı dolamışlar vahlar olsun onlara ,sizede bugün bu bir yerden tanıdık geldimi?


-''Abdulaziz el Suud, -şirk ve bidatle- savaştığını iddia ediyorken Hilafet Devleti’ni İngiliz hançeriyle vurdu.İkinci hançerin sahibine gelince o, şerif Hüseyin bin Ali’dir. O ki Birinci Dünya Savaşı’nın başında Arap devleti kurma iddiasıyla Osmanlı devletine karşı ayaklandı. Arap devletine hükmetme hakkının Haşimilere ait olduğu iddiasındaydı.

Casus Shakespera, Abdulaziz el Suud’a eşlik ediyorduysa, casus “Arap Lawrence” de Şerif Hüseyin’e ve oğlu Faysal’a eşlik ediyordu. Abdulaziz el Suud ve Şerif Hüseyin bin Ali’nin oğulları ve torunları yollarına devam ediyor. Dedelerinin Birinci Dünya Savaşındaki Haçlı İngilizlerle olan ittifakını sürdürdüler.''-(Zevahiri)

çol doğru bide hafif arkasına baksalar daha ilerisine görüş nerden geldiğine tam olurdu
 
E Çevrimdışı

ebufaris kurdi

Guest
Vehhabiliğin nasıl çıktığını araplardan bazılarının nasıl osmanlıyı arkadan hançerlediğini güzel anlatmış.Ve onlar diline şirk ve bidatı dolamışlar vahlar olsun onlara ,sizede bugün bu bir yerden tanıdık geldimi?


-''Abdulaziz el Suud, -şirk ve bidatle- savaştığını iddia ediyorken Hilafet Devleti’ni İngiliz hançeriyle vurdu.İkinci hançerin sahibine gelince o, şerif Hüseyin bin Ali’dir. O ki Birinci Dünya Savaşı’nın başında Arap devleti kurma iddiasıyla Osmanlı devletine karşı ayaklandı. Arap devletine hükmetme hakkının Haşimilere ait olduğu iddiasındaydı.

Casus Shakespera, Abdulaziz el Suud’a eşlik ediyorduysa, casus “Arap Lawrence” de Şerif Hüseyin’e ve oğlu Faysal’a eşlik ediyordu. Abdulaziz el Suud ve Şerif Hüseyin bin Ali’nin oğulları ve torunları yollarına devam ediyor. Dedelerinin Birinci Dünya Savaşındaki Haçlı İngilizlerle olan ittifakını sürdürdüler.''-(Zevahiri)

Şeyh zevahiri'nin bahsettiği ihanet osmanlı'nın son döneminde yani 1 dünya savaşı sırasında yapılan ihanettir. şeyh Muhammed bin Abdulvehhab 1791'de vefat etmiştir. Ki şeyh zevahiri'de onun takipçilerinden biridir, onun bahsettiği ihanet son kurulan suud devletinin kurucularının ihanetidir. Birde diğer hain şerif hüseyin'in mezhebi neydi? kimin valisiydi?
Fırsatını bulduk hemen saldıralım diye çok acele ettiniz ve hevesiniz kursağınızda kaldı, sormak gerek kendisinden alıntı yaptığınız kevseri kemalis devlet kurulurken kemalistlere karşı ne yapmıştır. Tabii onun vehabilerle uğraşmak gibi çok önemli(!) işleri vardı değil mi?

 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Alleme Kevseri'yi tanımadığın belli MIsırlı yazar Muhammed Ebu Zehra sana anlatsın ,hem sorunun cevabınıda ''İttihat ve Terakki mağduru'' başlığında bulacaksın.................

.MUHAMMED EBÛ ZEHRE (1) “İMAM ZAHİD KEVSERΔ Yİ ANLATIYOR VEFATINDAN BİR YIL SONRA

Notlarla tercüme eden:
Halit İSTANBULLU

Bir yıldan daha uzun bir zaman önce İslam ümmeti, bu dünyanın bayağılığına düşmekten ruhlarını koruyan, müminlerin Rablerine ibadete meylettiği gibi ilme yönelen müçtehit alimlerinden birini kaybetti. Zira O, ilmin ibadetin bir nevi olduğunu, alimin de ilmiyle sadece Allah’ın rızasını kazanmayı istediğini, yeryüzünde yüce olmak, fesat çıkarmak, makamın gücünü kullanarak küstahlık yapmak gibi emeller gütmediğini, onunla dünyevi menfaatler de arzulamadığını, ancak Allah Azze ve Celle’yi razı etmek için, ilmiyle hakkı desteklemeyi amaçladığını biliyordu. İşte bu zat İmam Kevserî’dir. Mekanı cennet olsun. Allah ondan razı olsun ve Onu rahmetiyle hoşnut etsin.
Yaşadığımız dönemde vefat eden alimlerin hiç birinin yerinin, Kevseri’nin ki gibi boş kaldığını zannetmiyorum. Çünkü O, ilmi geçim kaynağı ve herhangi bir gayeye ulaşmak için basamak addetmeyen, aksine onu en ulvi gayelerin sidre-i müntehası ve idrakin eriştiği en üst nokta olarak gören selef-i salihînin muasır temsilcisiydi. Zaten dinî ilimlerin ötesinde, ne müminin ulaşmayı hedeflediği bir gaye, ne de alimin varacağı bir makam vardır.

Kevserî “Alimler peygamberlerin varisleridir” hadis-i şerifinin şahsında gerçek olduğu bir alimdi. O, bu veraseti, kendisiyle iftihar edeceği ve insanlara karşı gururlanacağı bir şeref olarak görmüyordu. Onun nazarında bu veraset, İslam’ın daha da ötelere duyrulması, hakikatlerinin açıklanması, dinin özüne yönelik vehimlerin yok edilmesi, onun insanlara saf, parlak ve açık bir şekilde sunulması ve neticede insanların karanlıkta dinin ışığına yönelmelerini ve onun rehberliğinde yollarını bulmalarını temin eden bir cihattı. Bu veraset, alimden, peygamberler gibi cihad etme, onların ızdırap ve sıkıntılara sabrettikleri gibi sabretme, hak yola ve hidayete davet ettikleri kişilerden gelen sıkıntılarla yüzyüze geldiğinde onlar gibi mukavemet göstermeyi talep eder. Bu veraset, ancak onun sebeplerine yönelen, vazifesini bilip hakkıyla yerine getirenler için bir şereftir. İşte İmam Kevserî böyle bir alimdir.

MÜCEDDİT
Bu Büyük imam, ne yeni bir mezhep kurdu; ne de daha önce örneği olmayan bir davanın davetçiliğine soyundu. Günümüzde insanların yenilikçi diye isimlendirdikleri kişilerden biri olmadığı gibi, onlardan daima sakınmıştır. O, İslam’ın esaslarına ittiba (mütttebi’) eden bir alimdir.

Asla bidatçi (mübtedi’) değildir. Buna rağmen diyorum ki: O “tecdit” kelimesinin gerçek anlamı ile “müceddit”lerden biridir. Çünkü “tecdit”, insanların bugün algıladığı gibi, kişinin dini esaslara olan bağlarından sıyrılması ve peygamber devrini reddetmesi değil, dine ihtişamını iade etmek, din ile ilişkilendirilen vehimleri yok etmek, onu insanlara, özündeki gibi saf, aslındaki gibi tertemiz açıklamaktır. O halde “tecdit” sünnetin yaşaması, bidatin yok olması ve insanlar arasında dinin dimdik ayakta durmasıdır.

İşte gerçek ve doğru anlamıyla “tecdit” budur. İmam Kevserî, peygamberin sünnetini ihya vazifesini ifa etmiş, tarihin dar geçitleri arasında saklı kalan sünnetle ilgili kitapları ortaya çıkarmış, ravilerinin metotlarını açıklamış, tedvin ettiği risaleler ve telif ettiği kitaplarla Allah Resulü’nün (sallallahu aleyhi ve selem) kavlî, fiilî ve takrîrî sünnetini insanlara arz etmiştir. Sonra sünnet üzerine çalışan, onu hakkıyla himaye eden geçmişteki alimlerin çalışmaları üzerinde yoğunlaşarak onların sünneti ihya etme amacına yönelik ameliyelerini derleyen eserlerini neşretmiştir. Onun çalışmalarıyla ruhlara din sevgisi aşılandı, kalpler fesattan korundu. Dünya, alimleri ahiretten alıkoyamadı. Onlar asla sultanların izinde gitmediler.

İlmi Derinliği
Kevserî, gerçek bir alimdi. Onun ilimdeki kudretini alimler de biliyordu, ne varki çok azı onun mücadelesini idrak edebilmişti. Onu ilk karşılaşmamızdan yıllar önce hakkın nurunu yayan makaleleri ve neşrettiği yazma eserler üzerine düştüğü notlarla tanıdım. Allah’a yemin olsun ki; yazma eserin beni büyülemesi, Kevserî’nin onun üzerine düştüğü notlar kadar olmazdı. Bazen yazma, küçük bir risale oluyor fakat Kevserî’nin notları onu kayda değer bir kitap formatına dönüştürüyordu. İfadelerinde, derin kavrayışı, meselelere vukufiyeti ve ufkunun genişliği göze çarpıyor, bütün bunları ibare güzelliği, anlam zerafeti, eleştiri gücü, hedefe isabet, düşünce ve yazıya hakimiyetiyle yapıyordu. Bu yüzden okuyucunun aklına onun yabancı olduğu, Arap olmadığı gelmezdi. Aşırı tevazuundan dolayı, kitap isimlerinin yanına Osmanlı Devleti zamanında üstlendiği resmi görevini de yazmazdı. Çünkü O, alimin şerefi, elde ettiği resmi görevi ile değil, ancak ilmi çalışmaları ile kazandığına yürekten inanıyordu. Bazı okurların, Onun anlamlarının inceliği, mukaddimenin parlaklığı, ve uslubun net olmasının yanında ibarenin kusursuz yapısı nedeniyle bir Türk yazar olduğu akıllarına gelmez, aksine Arap olduğunu, Arap olarak doğup büyüdüğünü, Arap olarak yaşadığını, sürekli Arap memleketlerinde kaldığını düşünürlerdi.

Fakat bunda şaşılacak bir durum yoktu; çünkü O nesebi, yetişmesi, ve İstanbul’daki insani hayatı süresince Türk, ancak ilmi yaşamında Kur’an dili ile bütünleşen halis bir Arap’tı. Hep Arapça okuyor, parlak zihnini, Muhammedi Arabi nuru ile dolduruyordu. Bundan dolayı Arapçaya sonradan bulaşan bütün üsluplardan uzak, tertemiz bir dille yazıyor; fesahat noktasında hiç bir tartışmaya konu olmayan fasih ifadeleri seçiyordu. Bu Onun metin, nahiv ve belagat alanlarındaki dil kitaplarına vukufiyetinin ne kadar büyük olduğunu göstermektedir. Bütün bunların üstüne Arapça şiir yazıyor, şiirleri de hüsnü kabul görüyordu.

İslam Ümmetinin Alimi
Kevserî’nin bazı özelliklerle temayüz etmesi, onu yüceltti ve İslam dünyasında örnek alınan bir alim konumuna getirdi. O, ilmin ticaretten daha çok itibar görmesini sağladı. Doğu ve batıya alimin vatanının bütün bir İslam coğrafyası olduğunu gösterdi. O, asla dinde bayağılığa razı olmaz, İslam’ı tahkir edene de müsamaha göstermezdi. Allah’tan ve hakikatten başka bir irade tanımaz, gerçeği söyleyemediği, İslam’ın esaslarının da yüceltilmediği bir yerde yaşamasının doğru olmadığına inanırdı. Velev ki orası yetiştiği, okuduğu, evlerinde büyüdüğü ülkesi olsun. Çünkü alim, maddesiyle değil ruhuyla; fâni arzularıyla değil, sonsuz hakikatlerle yaşar. Allah katında ve ahirette mümtaz bir kul olmak ona yeter. Dünyanın ve dünya ehlinin makamlarına gelince bunlar geçici birer gölge ve değişken birer engeldir.

MÜCAHİT BİR ALİM
Bu büyük alimin hayatına genel hatlarıyla baktığımızda, Onun ızdırap ve sıkıntılara karşı sabırlı, samimi ve mücahit bir alim olduğuna tanık oluruz. İslam ülkelerinde dolaşmış, belalarla karşılaşmış, yerleşip kaldığı her yerde nuru ve bilgiyi yaymıştır. Dolaştığı her yerde Onun tatlı ilim pınarından içen, yüreklerinde Onun samimi ve mümin ruhunu parıldatan öğrencileri olmuştur. İlmi olanca safvetiyle, ona gösteriş ve eğrilik bulaştırmadan arz etmiş, ömrü boyunca da insanların rızasına veya öfkelenmesine aldırmadan, daima hakkı söylemiştir.

Açıktır ki bütün bu güzel hasletler Onun damarlarında dolaşan kanda mevcuttu. Çünkü O, çocukluğundan itibaren cihadın içinde, gerçeğin kucağında idi. Ailesinde takva, cesaret, cihat için tahammül ve sabır vardı. O, küfre mukavemetin, kuvvetin, beden ve ruh güzelliğinin, düşünce selameti ve derinliğinin vatanı Kafkasya’dan gelme bir aileye mensuptu.

Babası Kafkasya’dan İstanbul’a göç etti. Kevserî, hidayetin ve hakkın hakim olduğu bir zamanda dünyaya geldi. Dini ilimler okudu. Yaklaşık yirmi sekiz yaşında pekiyi derece ile tahsilini noktaladı. Sonra tedris basamaklarında yükselerek, erken yaşta en üst mertebeye ulaştı. Bu esnada kendi arzularına göre hükmetmesi için dünya işlerini dinden ayırmak isteyenlerle sınandı, gençliğinin baharında, arzuların yavaş yavaş açıldığı, gençlik hırslarının hazır olduğu bir dönemde olmasına rağmen onları takip altına aldı. Fakat O, onların dünyasına karşı dini tercih etti. Çilesiz bir hayat yaşamaktansa, İslam’ın değerlerini savunmayı arzuladı. Hatta Allah’ın rızasının olduğu bir yerde oluşabilecek sürekli bir sıkıntıyı, insanların ve dünya işlerini idare edenlerin rızasını kazandıran refah içindeki bir hayata yeğledi. Çünkü Allah’ın rızasını kazanmak imanın en yüce mertebesidir.

İttihat ve Terakki Mağduru

Devlet yönetimini ellerinde tutan İttihat ve Terakki mensupları, dini öğretimin alanını daraltmak ve ders saatlerini azaltmak istediklerinde, onlara karşı cihad etti. Kevserî, bu azaltma ameliyesinde dini tedrisatın sınırlarının budanmasının amaçlandığını gördü. Çare aradı, plan hazırladı, değerlendirdi. Sonunda onların bu isteğine karşı irade beyan etti, onların kısalmasını istediği müddeti de uzattı. Çünkü bu sayede İslami ilimler öğrencisi, bu ilimlere vukûfiyet kesbetme, aldığı bilgileri hazmetme imkanı bulacaktı. Arap Dili öğrenen kişinin özellikle yabancı bir öğrenci olduğu düşünüldüğünde bu durum daha da açık anlaşılacaktır.

Kevserî yükselmek için makam sahiplerine sığınmayan, bir arzusuna ulaşmak ya da ne kadar yüce olursa olsun bir amacına varmak için de olsa güç sahiplerine müdahane yapmayan, her halinde şerefli, vakarlı bir alimdi. O, kişiyi yüksek makamlara ancak güvenilir yolların ve müstakîm usullerin ulaştırabileceğine inanırdı. Nitekim şerefli biri değerli bir amaca ancak ruhunu alçaltacak unsurlardan koruyarak varabilir. Çünkü kişiyi yüce bir şahsa ancak onun gibi olan unsurlar ulaştırabilir. Yeryüzünün muktedir insanlarına sırt dayamakla şeref elde edilmez. Zira kim onlara yaslanıp güvenirse Allah Teala katında değerli bir kul olamaz.

Ders Vekili
Kevserî İslami ilimleri tahsil yolunda büyük bir azimle çalıştı. Neticede Şeyhulislam Vekili oldu.(3) O, bulunduğu makamın hakkını takdir eden bir alimdi. Bu yüzden iktidar sahipleri ne kadar güçlü ve muktedir olursa olsun, maslahat gerekçesiyle onun rızası uğruna haddi aşmadı. Ulvi değerlere sadakat yolunda görevinden alınmayı kabul etti. -Çünkü hak yolda her şeyden el etek çekmek, batıla uyup yok olmaktan iyidir.-
Kevserî, Şeyhülislam vekilliğinden alındı; ancak başkanlığını yaptığı mecliste üye olarak görevine devam etti. Unvan kaybının sebebi onurlu duruşu olduğundan başkanlığını yaptığı mecliste üye sıfatıyla görev yapmaktan rahatsız olmadı. Zira büyük ruhluluk kişinin amir ya da memur olarak çalışmasına engel değildir. İzzetin kaynağı da onu mübarek kılan da Allah Azze ve Celle’dir.

HİCRET
Şerefli, iffet sahibi, müttaki alim, tahammülü güç belalarla sınanır. Bunun tezahürü olarak O, izzetin medarı, müslümanların umudu, İslam’ın en büyük yurdu aziz vatanını ilhadın kararttığını ardından da bu dinin vakarından rahatsız olanların orada hüküm ferma olduklarını, dinine mütemessik müslümanların konumunun elinde kor ateş tutana benzediğini görür. Kendisinin de her türlü işkencenin hedefi olduğunu, bir kurtuluş yolu bulamadığı takdirde hapishanelerin dehlizlerine savrulacağını, hasılı ilimle arasına engel konacağını fark eder.
İşte bu durumda İmam önünde üç seçenek bulur: Ya; eli kolu bağlı bir esir olarak hapishanelerde kalacak böylece ilmi yok olup gidecek ki bu, ders vermeye, halkı aydınlatma ve delilleriyle insanlara öğretmek üzere dinin gizli hazinelerini bulup çıkarmaya alışmış bir alim için çok ağır bir durumdur; ya da, dalkavukluk, yağcılık, yardakçılık yapacak pek çok sıkıntı çekecek belki de başını verecek. Yahut da Allah’ın arzında hicret edecek. İşte bu noktada şu ayeti düşündü: “Allah’ın arzı geniş değil miydi, orada hicret etseydiniz ya!” (Nisâ: 97).

Mısır
Mısır’a hicret etti(4) , oradan Şam’a geçti, sonra tekrar Kahire’ye döndü, ikinci kez Şam’a gitti, nihayet Kahire’ye yerleşerek şehirler arası seyahatini noktaladı. Hem Şam seyahatinde hem de Kahire’de ki ikameti esnasında talebeleri için bir nurdu. Dar ya da geniş olan evi okul talebelerinin değil gerçek anlamda ilim taliplerinin sığındığı bir yerdi. Onun yanında bu öğrenciler, kitaplardan bilgi kaynaklarına ulaştılar. İlim pazarı oldukça işlekti; alimlerin yürekleri İslami ilimlerle inşa edilmekteydi. Kevserî kapalı ifadeleri açarak, ilminin bereketini ve tefekkürünün hasılasını sunarak bu araştırmacıların zihinlerini ilim çarşısına yönlendirmekteydi.

Mısır’da Bir Hazine
Bu satırların yazarı, hocayla ancak vefatından iki yıl kadar önce görüşebildi. Fakat Onunla ruhi tanışmamız yıllar öncesine, makalelerini, tahric ettiği yazma eserler üzerine düştüğü notlarını ve telif ettiği kitaplarını okuduğum zamanlara uzanır. Doğrusu benim bu büyük alimin gönlünde, Onun benim gönlümdeki yerine benzer bir yerimin olduğunu tahmin bile edemezdim. Ne zaman ki, “Husnu’t-Tekadî fî Sîreti’l-İmam Ebû Yûsuf el-Kâdî” adlı eserini okudum ve orada gördüm ki, Allah razı olsun, Ebû Yûsuf’a nisbet edilen çözümler bölümünde, bana yer vermiş, güzel sözlerle bahsetme lütfunda bulunmuş. Şehadet ederim ki büyük zatlardan, alimlerden övgüler aldım, fakat hiçbir zaman bu allamenin övgüsünden duyduğum kadar onur duymadım. Çünkü ilmi bir madalya olan bu övgü, ilmî madalyalar vermeye ehliyeti olan bir büyük alimin ihsanıydı.

Onunla karşılaşmak için gayret ediyor fakat adresini bilmiyordum. Bir gün el-Ataba el-Hadra meydanında yürürken muhterem, vakarlı, yaşlı bir adam gördüm. Ağaran saçları bedeninden fışkıran hakikat nuru gibiydi. Suriye’li öğrenciler çevresini sarmış; üzerinde de Türk alimlere mahsus elbise vardı. Bir an içimde Onun arayıp da bulamadığım Kevserî olduğu hissi uyandı. Öğrenciler ayrılınca hemen birisine; “Bu şeyh kimdir?” diye sordum. “Şeyh Kevserî” dedi. Hemen adresini almak için koşup huzuruna vardım, kendimi tanıttım; anladım ki onda da bendeki gibi görüşme arzusu varmış. İleriki bir tarihte Onu ziyaret ettim, gördüm ki o, eserlerinde ve araştırmalarında tanıdığım Kevserî’nin de üzerinde bir alimdi. O Mısır’da bir hazinedir.

Burada, İmam Kevserî’nin hayatından ancak çok az kişinin vakıf olduğu bazı sayfaları/devreleri gün ışığına çıkarmak istiyorum. Bununla, Ondan herkesin faydalanmasını ve onun tatlı menbaına ilim talebelerinin ulaşma imkanı bulup, bereketli kaynağına konup istifade etmelerini arzu ediyorum. Kahire Üniversitesi Hukuk Fakültesi meclisine Şeriat bölümü, şu öneriyi sundu: Fakültenin lisansüstü öğretim yapılan bölümlerinden Şeriat kısmında ders vermek üzere Üstat Kevserî görevlendirilsin. Meclisin değerli üyeleri, Kevserî’nin İslami ilimlerdeki derinliğini ve büyük ilmi çalışmalarını bildiklerinden öneriyi kabul ettiler.

Hadisenin akabinde dönemin Şeriat bölüm başkanı ile birlikte yanına gittik(5) , fakat kendisinin ve eşinin hastalığı, bir de görme zayıflığı gerekçesiyle özür beyan ederek görevi kabul etmekten istinkafı ve bu noktadaki ısrarı bizim için beklenmedik bir tavır oldu. Biz teklifimizde ısrar ettikçe O da mazeretini beyan etmeyi sürdürdü. Teklifimiz kabul görmeyince son olarak kendisine, beklediğimiz ve temenni ettiğimiz bu ilmi yardımlaşma konusunu tekrar gözden geçirmesini rica ettik. İlerleyen zamanlarda tekrar bir daha ziyaretine gittim, ricada bulunup ısrarla ders okutmayı kabul etmesini istedim. Bu kez benimle daha açık konuştu: “Şeyh Muhammed… Muhakkak ki orası ciddi bir ilim merkezidir, derslerimi istediğim gibi verebilmem için güçlü bir bünyeye sahip olmayı arzu ederim, yaşlı ve rahatsız olmamın yanında, hayatta benden başka tutar dalı olmayan eşimin hastalığı, … işte bütün bunlar bu görevi gönül rızasıyla yapmama imkan vermiyor.”

Bir Sabır, Bir Şükür, Bir Hamd Abidesi
Bu büyük alimin huzurundan ayrılırken kendi kendime şöyle diyordum: Bu insan bedeninde ne yüce bir ruh tutsakmış! İşte bu, Kevseri’dir.
Çeşitli sıkıntılarla sınanan fakat hiç yıkılmayan bu büyük şahsiyet sevdiklerini kaybetmekle de imtihan edildi. Hayatta iken çocukları vefat etti. Ölüm onları tek tek alıp götürdü(6). Her ölen yavruyla bir acı, acılarla yürekte beliren yaralar, ve kalbi kuşatan hüzün bulutları… O bütün bunlara bir ilmin gücüyle, bir de Hz. Yakub’un şu sözünü tekrar ederek dayandı: “Artık bana düşen güzel bir sabırdır, yardım istenilecek de ancak Allah’tır.”(Yûsuf: 18) Fakat sürurda ve ızdırapta hayat arkadaşı ya da peşi sıra gelen onca acıdan sonra dünya dertlerinin ortağı hanımı sabretmeye çalışıyor, zor tahammül ediyordu. Kevserî hanımını teselli etmeye, bizzat kendisi de tedaviye muhtaç olmasına rağmen Onun yaralarını sarmaya çalışıyordu.
Kevserî, tıpkı sıddıklar gibi, bir sabır, bir şükür ve bir hamd abidesi olarak (1952 yılında Kahire’de) Rabbine yürüdü. (Radiyallahu anhu ve erdahu)

Dipnotlar:

(1): Fıkıh başta olmak üzere, tefsir, hadis, akaid-kelam, mezhepler tarihi alanında çok sayıda eser kaleme alan Ebû Zehre 1974 yılında Mısır’da vefat etmiştir.
(2): Makalenin ilk paragrafından da anlaşıldığı gibi bu yazı İmam Kevserî’nin (1952) vefatından yaklaşık bir yıl sonra “el-İmâmu’l-Kevserî” başlığıyla kaleme alınmış, İhkâku’l-Hakk, Kahire, 1998, s. 3-10; Makâlât, Kahire, ty., 13-19; Mukaddimât, Beyrut, 1997, s. 11-17 başta olmak üzere Kevserî’nin diğer bazı eserleri ile birlikte basılmıştır.
(3): Sultan II. Bâyezîd, Bâyezîd medresesini inşa edince şeyhulislamın burada ders vermesini emreder. Zamanla şeyhulislamların meşguliyet alanı genişleyip bu vazifeyi ifa edemez konuma gelince medresede kendileri adına ders vermek üzere “ders vekilli” ünvanıyla naib tayin ederler. İlim, alim ve medrese ile alakalı konular da uhdesinde olan “ders vekili” günümüzdeki Ezher şeyhine mukabil bir makamı haizdi. Bkz. Hayri, el-İmamu’l-Kevserî, Kahire, 1999, s. 15-16.
(4): Kevserî bazı dostlarından tutuklanacağı yönünde tertip hazırlandığını öğrenince ailesiyle dahi görüşemeden 1922 yılında deniz yoluyla İstanbul’dan ayrılmak zorunda kalmıştır. Bkz. Hayrî, a.g.e., s. 8, 18.
(5): Ebû Zehre Ali el-Hafîf ile birlikte bu teklifi Kevserî’ye götürdüklerinde, O dünya hayatının son yılı içersindeydi. Bu durum teklifleri geri çevirmesine neden olan mazeretinin haklılığını göstermesi açısından önemlidir. Bkz. a.g.e., s. 8, 26.
(6): Kevserî’nin bir erkek üç kız olmak üzere dört çocuğu vardı. Erkek evladı ve bir kızı İstanbul’da, diğerleri ise Mısır’da vefat etmiştir. Bkz. Hayrî, a.g.e., s. 10.
 
E Çevrimdışı

ebufaris kurdi

Guest
Yazdığım cevapta iki mesele var Şeyh muhammed bin abdulvahhab'ın ajanlığıyla ilgili tabi bununla ilgili birşey bulamadınız, ikincisi kevseri'nin mevzusu ben size mısıra gitti mi gitmedi mi diye birşey sormadım gittiği yerde ne yaptı? kemalistlerle mücadele adına...
 
Üst Ana Sayfa Alt