Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Peygamberler ve Rabbaniler

ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Uhud günü Allah, sahabe (r. anhüm)'e düşmanı musallat edince :


«Böyle iken size, hasımlarınızın başına iki mislini getirdiğiniz bir musibet isabet ediverince bu da nerden çıktı mı diyorsunuz? De ki, kendi tarafınızdan»(3 ÂI-İ îmrân 165)

ve :


«Nice peygamber var ki, beraberlerinde birçok rabbaniler savaş yaptılar da başlarına gelenlerden dolayı gevşemediler, güçsüzlük göstermediler, boyun eğmediler» (3 Âl-i İmran 146)
, buyurur. Kurrâ'nın büyük bir çoğunluğu âyeti قَاتَلَ«savaştı» şeklinde okur. Selefin ve halefin çoğunluğuna göre birçok rabbanilerden murad, çok cemâatlerdir.
İbn Mes'ûd (r.a.) ve bir rivâyetde İbn Abbas (r.a.) ve Ferrâ', «binlerce insan» diye tefsir ederler. Diğer bir rivâyetde İbn Abbas (r.a.) yanısıra Mücâhid ile Katâde de bunu «bir*çok cemâatler» diye tefsir ederler. Kelime, fethalı, zammeli ve kesreli olarak, rabbiyyûne, rubbiyyûne ve ribbiyyûne diye üç türlü okunmuştur.
قَاتَلَ «savaştı» okunuşuna göre, peygamberle birlikte savaşan rabbanilerle, gevşemeyen ve zayıflık göstermeyenler aynı kişilerdir, Ebû Amr ve diğerlerinin okuyuşuna, yani يَقْتُلُونَ «öldürüldü» kıraatine göre iki açıklama söz konusudur.

1. Birinci açıklama, «savaştı» şeklindeki okuyuşa uygundur. Yani rabbaniler öldürülüyorlardı, ama onlardan çoğunun öldürülmesi dolayısiyle geriye kalanlar gevşemediler, zayıflık göstermediler, onlarda bir gevşeme olmadı, düşmanlarına boyun eğmediler. Aksine Allah'ın savaş emrini yerine getirdiler. Allah da onları zafere ulaştırdı ve böylece Allah'ın kelimesi en yüce oldu.


2. Peygamber (s.a.v.) ile beraber birçok rabbaniler öldürüldü. Geriye kalanlar, peygamber öldürüldü diye gevşemediler. Bu açıklama, o sırada şeytanın 'Muhammed öldü' diye bağırmasına uygun düşüyor. Ancak âyetin lâfzına uygun düşmüyor. Uygun olan, onların (r.a.), gelen belâların çokluğuna rağmen gevşememiş olduklarıdır. Eğer, «peygamber ve beraberinde korkmayan insanlar öldürüldü» anlamı kasdedilse, çok olduklarını söylemeye gerek yoktu. Belki az olduklarını söylemek daha uygundur. Çünkü çok iken böyle bir övgüye tabî tutulmaları geçerli değildir.
Sonra burada, sahabe (r.a.)'nin aleyhine de bir delil yoktur. Çünkü onlar Uhud günü sayıca azdılar ve düşmanları kat kat fazla idi. Sahabe evet gevşemediler ama onlar çoktular, biz ise azdık diyebilir.
Bu görüşe göre 'nice peygamber' sözü, öldürülen peygamberlerin çok olduğunu gösteriyor. Halbuki cihâd esnasında herhangi bir peygamberin öldürüldüğüne rastlanmamıştır.
Aynı şekilde peygamberlerden her birinin yanında da çok sayıda rabbaninin öldürülmüş olması gerekiyor. Bu ise olmamıştır. Çünkü Musa (a.s.)'dan önceki peygamberler savaş etmiyorlardı. Musa (a.s.) ve diğer İsrâîl peygamberleri de savaşta öldürülmediler. Cihâd yaparken öldürülen peygamberin bulunduğu bilinmiyor. Artık nasıl olur da hem bunlar, hem orduları çok olur?


Allah Teâlâ, peygamber (s.a.v.) ister öldürülsün, ister ölsün, bu durumda gerisin geri dönenleri kınamıştır. Peygamber (s.a.v.) öldüğü veya öldürüldüğü zaman korkmalarını değil, gerisin geri dönmelerini yermiştir. Bu sebeble Ebûbekir Sıddîk (r.a.) bu:


«Eğer O, ölür veya öldürülürse gerisin geri mi döneceksiniz?» (3 Âl-i İmrân 144)
âyetini, Resûlüllah (s.a.v.)'in vefatından sonra okudu ve sahabeye (r.a.) bu âyeti daha önce hiç duymamışlarmış gibi geldi.
Sonra başka bir tefsir daha zikredilmiştir. Şöyle ki: Sizden öncekiler savaşıyorlardı. Aralarından birçok insan ölüyor, yine de gevşeklik göstermiyorlardı. Peygamberlerin yanında birçok insanlar öldüğü için bu anlamda çokluktan bahsetmek uygundur. Çünkü kendisine bağlı birçok kişinin ölmesi, gevşemeye ve zayıflığa neden olur. Halbuki onlar çok ölü verdikleri halde gevşemediler. Gevşeselerdi imanlarının zayıf olduğu anlaşılırdı. Burada 'gerisin geri dönmediler' buyurmadı. Eğer âyetten maksat, peygamberin öldürüldüğü olsaydı, topukları üzerinde geri döndüler buyurulurdu. Çünkü peygamber öldüğü veya öldürüldüğü zamanda böyle bir şeyi bizzat Allah reddediyor. Yani Cenâb-ı Hak iki şeyi reddediyor; Peygamber öldüğü veya öldürüldüğü zaman dinden dönmeyi ve başa Allah yolunda düşmanın istilâsına uğramak gibi herhangi bir musibet geldiğinde gevşemeyi, zayıflık göstermeyi. Bu bakmadan başlarına gelenden dolayı gevşemediler buyuruyor, «peygamberin ölümü sebebiyle gevşemediler» buyurmuyor. Onlar sağ iken öldürülseydi sözün gelişine uygun bir şey söyler «başlarına gelenden dolayı gevşemediler» buyurmazdı. Şurası bilmen bir gerçektir ki savaşlarda genel olarak ümmetlerin başına, peygamberlerinin öldürülmesi gibi bir olay gelmemiştir.


Üstelik peygamberlerle birlikte birçok rabbaninin savaşması veya öldürülmüş olması, peygamberlerin onlarla birlikte ordu içinde bulunmasını gerektirmez. Belki peygambere tâbi olan ve O'nun dini için savaşan herkes O'nunla beraber savaşmış, O'nun dini üzere öldürülen herkes de O'nun yanında öldürülmüştür. Sahabe (r.a.)'-nin anlayışı budur. Çünkü onların yaptığı en büyük savaşlar, Resûlüllah (s.a.v.)'in vefatından sonra oldu ve tâ Suriye'yi, Mısır'ı,Irak'ı, Yemen'i, arap ve rumlar, ülkelerini, doğuyu, batıyı hep fethettiler. İşte o zaman peygamberle beraber savaşanların çok olmasının ne demek olduğu anlaşılıyor. Çünkü peygamberlerin dini üzere savaşan ve bu uğurda musibetlere uğrayanlar çoktur. Bu âyette, kıyamete kadar bütün mü'minlere itibar edilmiştir. Çünkü onların hepsi vefat etmiş olsa bile peygamberle beraber ve O'nun dini üzeredirler. Peygamberin katılmadığı seriyyelerde savaşan ashâb (r. anhüm) de O'nunla (s.a.v.) beraber savaşıyordu. Onlar (r. anhüm) şu âyete dâhildirler:


«Muhammed Allah'ın elçisidir. O'nun yanında bulunanlar, kâfirlere karşı zorlu, kendi aralarında merhametlidirler» (48 Feth 29).


Şu âyete de :


«Sonradan iman edip hicret edenler ve sizinle beraber savaşanlar» (8 Enfâl 75).
Yani itaat olunan zât ile beraber olan kimsenin O'nu görmesi, o zâtın yanında bulunması şart değildir.
Ribbiyyün'dan amacın «âlimler» olduğu da söylenmiştir. Öyle olursa «Ribbî» kelimesi «Rabbani» kelimesi gibi olur. İbn Zeyd ' ten, «onlar etbâ' (tâbîler) 'dir» diye bir rivayet var. O, onları tıpkı kullar gibi düşünmüştür. Fakat birinci görüş, çeşitli yönlerden daha doğrudur.

1. Rabbanilerle papazlar (hıristiyan âlimler) aynı kişilerdir. Onlar insanları terbiye ediyorlardı. Onların dinine göre onlar imamlardı. Bunların sayısı çok azdı.

2. Cihad ve sabrı emretmek onlara mahsus değildir. Peygamberlerin ümmetleri, her ne kadar hepsine ilim gelmiş ve hepsinde de Allah korkusu olmakla beraber hep rabbani kimseler değillerdi.

3. Rabbani lâfzının bu anlamda kullanılması dilde alışılmış bir şey değildir.


4. Ribbî lâfzının bu anlamda kullanılması da dilde alışılmış bir şey değildir. Aksine birinci anlamda, yani âlim mânasında kullanılışı biliniyor. Bunu söyleyenler «rabbani» kelimesinin Rab kelimesinin ism-i mensubu olduğunu söylerler. Meşhur okuyuş - «ribbî» şeklindedir. «Rabbî» okuyuşu taraftan olanların bu sözü, «râ» harfini fethalı okuyanlara itibarladır. «Rubbî» şeklinde de okunmuştur. Nitekim bu üç okuyuştan söz edilmişti.


5. İster «rabbani» olsun, ister olmasın Allah cihâdı emrettiği herkese sabır ve sebatı da emretmiştir.

6. Onların özellikle zikredilmesinin bir münasebeti yoktur. Uygun olan,
«Rabbaniler ve papazların onları nehyetmeleri gerekmez miydi?» (5 Maide 63)ve: «Fakat rabbaniler olun» (3 ÂI-İ îmrân 79) âyetlerinde olduğu gibi zikredilmeleridir.


7. Rabbani, Rabbe mensûb demektir. «Elif» ve «nün» eklenmesi, «lihyânî» kelimesinde (lıhye, sakal; lıhyânî sakallı) ki durum gibidir. İnsanların terbiyeye veya rubbân'a (gemi kaptanına) mensûb olmasına nazaran böyle söylenmiştir de deniliyor. İkincisi daha doğrudur. Çünkü ism-i mensûb yaparken aslolan ziyâde yapmamaktır. Çünkü onlar terbiyeye mensupturlar (terbiye edilenlerdir). Bu onlara aittir, onların işidir. Rabbe mensûb olmalarına gelince, onların böyle bir ayrıcalığı yoktur. Belki herkes O'nun kuludur. O'na mensûbtur. Bu nisbet ister genel, isterse özel olsun farketmez. Allah, muttaki dostlarını ve peygamberlerini rabbani diye adlandırmıyor. Çünkü «rabbani», insanları terbiye eden demektir. Nitekim «rubbânî» (kaptan) de gemiyi yönetir ve düzene koyar. Bu sebeble rabbaniler bazan övülüyor, bazan da yeriliyorlar. Eğer Rabbe mensûb olsaydılar asla yerilmezlerdi.


8. Eğer bu nisbet bir övgü ise, o zaman bazı durumlarda yerilmiş olmalarına ne diyeceğiz? Eğer övgü değilse o zaman onların imtiyaz edeceği bir haslet kalmaz. Gemi kaptanına (rubbânî'ye) mensûb olduğuna göre, artık Rabbe mensûb diyenlerin görüşü yanlış olur. Bu durumda «ribbî» kelimesini Rabbe mensûb anlamına almak haydi haydi yanlış olur.

9. Rabbe mensûb oldukları düşünülürse, bu nisbet onların âlimler olduğunu göstermez. Evet îmâna, ibâdete ve O'nu ilâh edinmeye işaret eder ki, bu bütün mü'minleri içine alır. Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmadan yalnızca O'na kulluk eden herkes O'nu ilâh edinmiş, ârif-i billâhtır. Ashabın hepsi böyledir. Fakat ne «rabbani», ne de «ribbî» diye adlandırılmadılar. Sadece İbn Abbas (r.a.)'ın vefatı üzerine İbnü'l-Hanefiyye'nin şu sözü söylediği nakledilmiştir. ( İbnü'l-Hanefiyye, Muhammed b. Âlâ b. Ebî Tâlib, 81/700, Hz. Ali (R.A.)'nin, Havle binti Ca'fer'den olma oğlu (el-A'lâm VI/270)) «Bugün, bu ümmetin rabbanisi öldü.» Bu isimlendirme,İbn Abbas (r.a.)'ın, Allah'ın kendisine verdiği ilimle insanları terbiye ettiği içindir. Halifeler onlardan daha faziletlidirler. Asıl rabbaniler onlar olmasına rağmen yine de «rabbaniler» diye adlandırılmadılar. İbrâhîm (İbrahim b. Yezîd b. Kays b. el-Esved en-Nehai, 96/715, tabiinden Irak fakihi müctehid bir imam olup Ebû Hanîfe'nin hocasıdır. (el-A'lâm l / 80) ), Alkame (Alkame b. Kays b. Abdillâh, 62/681, tabiînden Irak fakıhı ve İbn Mes'ûd (r.a.)'ın talebesi ve ibrahim en-Nehaî'nin hocasıdır.(el-A'lâm lV / 248) ) « rabbanilerdendir» der. Bu sebeble Mücâhid ( Mücâhid b. Cebr, 104/722, tabiînden ve müfessirdir. Zehebi, kurra'nın ve müfessirlerin şeyhidir, der (el-A'lâm V/278) ), «onlar insanları büyük ilimlerden önce küçük ilimlerle terbiye edenlerdir» demiştir. Onlar emir ve nehy ehlidir. Ahbâr (papazlar, âlimler) kelimesinin içine, bir bilgiden haberdar edenler, emr ve nehy yapmasa da başkasından rivayet ve tahdis yapanlar girer. Seleften «rabbani» kelimesi hakkında aktarılanlar bunlar. Alî (r.a.)'ın şöyle dediği de naklediliyor: «Onlar insanları hikmetle gıdalandıran ve onları hikmet üzere terbiye edenlerdir». İbn Abbas (r.a.) «Onlar öğretici fakîhlerdir» der.


Ben diyorum ki; emr ve nehy ehli olanlar, öğretici fakîhlerdir. Katâde(Katâde b. Diâme b. Katâde, 118/736, müfessir ve hadiste hafız ( el-A'lâm V/189) ve Atâ ( Ata b. Eşlem İbn Ebî Rabâh, 114/732, tabiînden büyük bir fakihti.(el-A'lâm lV/235) ) : «Onlar âlim ve hakîm fakîhlerdir» derler. İbn Kuteybe( İbn Kuteybe, Abdullah b. Müslim, 276/889, büyük dilbilimci (el-Alâm lV/137) ), «müfredi rabbanidir. Onlar öğretici âlimlerdir» der. Ebû Ubeyd( Ebû Ubeyd el-Kasım b. Sellâm, 224/838, büyük hadisçi, fıkıhçı ve dil bilimci ( el-A'lâm V/176) ), «kelimenin ibranî veya süryânice olduğunu sanıyorum» demiş, arapların «rabbani» kelimesini tanımadıklarını iddia etmiştir.

Diyorum ki, kelime arapçadır, rubbâni (gemi kaptanı) kelimesinden ism-i mensubtur. Kaptan gemiyi tersaneye getirir, ıslahına bakar. Fakat arapların İslâm'dan önce rabbanileri olmamıştır. Çünkü onlar Allah'tan indirilmiş bir şeriat üzere değildiler.
 
Üst Ana Sayfa Alt