Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Nisa Suresi İniş Sebebi

Ummu Aişe Çevrimdışı

Ummu Aişe

حسبي الله ونعم الوكيل
Site Emektarı
4- NİSA SÛRESİ



Nisa Sûresi cumhur kavline göre Medine'de nazil olmuştur. Ayetlerinin sayısı Kûfî sayımında 175, Basrî sayımında 175, Şâmî sayımında 177'dir.

İbn Abbâs'tan gelen rivayetlerden birinde (Atıyye rivayeti) Mekke'de nazil olduğu söyleniyorsa da meşhur olan sûrenin Medenî olmasıdır. Ancak 58. "Allah, emanetleri ehline vermenizi emreder.,." âyetinin nüzul yeri olarak Mekke'de nazil olduğu söylenmiştir. Bu âyet-i kerime, Hz. Peygamber (sa) Abbâs'a vermek üzere Ka'be'nin anahtarını Osman İbn Talha'dan istediğinde onun hakkında nazil olmuştur.[1] Mekkî-Medeni'nin tayininde yeri değil de Hicret'i esas alan görüş ulemanın cumhuru tarafından kabul edildiğine göre bu âyet-i kerime de aslında Mekkî değil Medenî sayılmaktadır. Ayrıca Buhârî'de zikredildiğine göre Hz. Aişe "Bakara ve Nisa Sûreleri ancak ben, Rasûlullâh'ın yanındayken yani onunla zifaf olunduktan sonra nazil olmuştur." diyor ki Hz. Peygamber (sa) ile Hz. Aişe'nin zifafının Medine'de olduğu konusunda âlimler arasında hiçbir ihtilâf yoktur.[2] Bu arada sûrenin hicret esnasında nazil olduğuna dair de bir görüş nakledilmektedir.[3] Sûrenin son âyeti olan Kelâle âyetinin Kur'ân'dan en son nazil olan âyet olduğu rivayet edilmektedir.[4]

2. “Yetimlere mallarını verin. Temizi murdarla değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin. Hiç şüphesiz bu, büyük bir günahtır.

Mukatil ve Kelbî şöyle diyorlar: Yanında bulunan yetim kardeşinin oğluna ait çok mal olan Gatafan'lı bir adam hakkında nazil oldu. Yetim, rüşdüne erince amcasında bulunan malını istedi, o da vermedi. Davayı Hz. Peygamber (sa)'e ulaştırdılar da bu âyet-i kerime nazil oldu. Yetimin amcası âyet-i kerimeyi duyunca: "Allah'a ve Rasulü'ne itaat ettik. O büyük günahtan Allah'a sığınırız." dedi ve çocuğun malını kendisine geri verdi. Hz. Peygamber (sa): "Her kim nefsinin cimriliğinden korunur ve bu şekilde cimrilikten dönerse cennet onun için hak olur." buyurdu. Yetim çocuk amcasından malı alır almaz hepsini Allah yolunda infak etti de Efendimiz; "Ecir sabit oldu, günahı ise aynen kaldı." buyurdular. Ashabı, kalan günahın çocuk veya çocuğun amcası üzerinde kaldığını zannederek: "Ey Allah'ın elçisi, mükâfatın sabit olmasını anladık, fakat o, malını Allah yolunda harcamışken günahın nasıl baki kaldığını anlamadık." dediler de Allah'ın Rasûlü (sa: "Çocuk için mükâfat sabit oldu, babası üzerinde (helâlinden mi yoksa haram yoldan mı kazandığı belli olmadığından) günahı kaldı." Buyurdular.[5] Hadiseyi İbn Ebî Hatim de Saîd ibn Cubeyr'den rivayetle tahric etmiştir.[6]

Hasen'den rivayete göre bu âyet-i kerime "Temizi murdarla değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin." âyeti nazil olunca yetim velileri yetimlerinin mallarını kendi mallarından ayırmaya başladılar. Ama bu onlara ağır geldi de Hz. Peygamber (sa)'e şikâyet ettiler. Bunun üzerine "Sana yetimleri sorarlar. De ki: Onlar için ıslah en hayırlıdır. Eğer onların mallarını kendi mallarınıza katarsanız onlar sizin dinde kardeşlerinizdir..." (Bakara, 2/220) âyet-i kerimesini indirdi.[7] Ancak Fahreddin Râzî bu sebebi vârid görmemekte, râvînin bir hatası olsa gerek demektedir.[8]

3. Eğer yetim kızlar hakkında adaletli davranamayacağınızdan korkarsanız sizin için helâl olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın. Eğer adalet yapamayacağınızdan korkarsanız o zaman bir tane nikahlayın, yahut sahip olduğunuz (cariye) ile yetinin. Bu, sizin eğrilip sapmamanıza daha yakındır.

Hz. Aişe'den rivayete göre o şöyle demiştir: "Eğer yetim kızlar hakkında korkarsanız." âyet-i kerimesi yetim kızlar hakkındadır. Şöyle ki: Yetim kız bir kişinin yanında olur, o kişi o kızı beğenmediği halde malına tamah ederek onu nikâhlar sonra ona zarar verir ve onunla muaşereti güzel olmaz. İşte âyet-i kerime böyle durumlar hakkında nazil olmuştur.[9] Bu haberin Buhârî'deki rivayetinde âyetin nüzulü kaydı yoktur ve âyetin bir tefsiri gibi takdim edilmiştir.[10] Müslim'deki rivayette ise nüzul kaydı ile birlikte bazı fazlalıklar vardır, şöyle ki: "Eğer yetim kızlar hakkında adaletli davranamayacağınızdan korkarsanız..." âyeti hakkında Hz. Aişe şöyle demiştir: Bir adam hakkında nazil oldu ki yanında yetim bir kız vardır, onun hem velisi, hem varisidir. O yetim kızın malı vardır ve o kız hakkında onunla çekişecek konumda kimse de yoktur. Malı için onu nikahlamaz, ona zarar verir ve kötü muaşerette bulunur.[11] Bunu takip eden hadiste yetim kıza verilen zarar biraz daha net ifade edilmiştir: "Yetim kız, malına ortak olduğu bir adamın yanındadır da o adam kızı kendisi nikahlamak istemez, bir başkasıyla da evlenmesinden de hoşlanmaz ki malına bir başkası ortak olmasın. Onu evlenmekten alıkor. Yani ne onunla evlenir, ne de bir başkasıyla evlendirir.[12] Taberî'de Hz. Aişe'den gelen başka bir rivayette "Yanında bulunduğu velisinden başka ona sahip çıkacak kimsesi olmayan yetim kızı, malı başkasına gitmesin diye bir başkasıyla da nikahlamaz, ona böylece zarar verir, ona kötü muamele eder." ayrıntıları vardır.[13]

Müslim'de Hz. Aişe'den, yukardakilerden biraz daha ayrıntılı bir rivayet daha vardır. Şöyle ki: Urve ibnu'z-Zubeyr Hz. Aişe'ye "Eğer yetim kızlar hakkında adaletli davranamayacağınızdan korkarsanız sizin için helâl olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın." âyetini sormuş da o şöyle demiştir: Ey kız kardeşimin oğlu o, öyle yetim bir kızdır ki velisinin yanında olup malında velisine ortaktır. Malı ve güzelliği velisinin hoşuna gider de bir başkasının o kıza vereceği kadar mehir vermekten kaçınarak onun mehrinde adaletli davranmadan onunla evlenmek ister. İşte müslümanlar, o kıza verilebilecek en yüksek mehri vererek mehirlerinde adalete riayetle evlenmeleri dışında onları nikâhlamaktan men'edildiler ve onlar dışında hoşlarına giden kadınlarla evlenmekle emrolundular.

Sonra insanlar bu âyet-i kerimenin inmesinden sonra yine Hz. Peygamber (sa)'den kadınlar hakkında fetva istemeye devam ettiler de Allah Tealâ "Senden kadınlar hakkında fetva isterler. De ki: "Onlar hakkında fetvayı size Allah veriyor: Kendilerine yazılmış olanı vermediğiniz ve nikâhlamayı istemediğiniz yetim kızlar hakkında, mağdur çocuklar hakkında ve yetimlere insafla bakmanız hakkında kitabda sizlere okunup duran âyetler var. Hayır olarak ne işlerseniz şüphesiz Allah onu Alîm'dir." (Nisa, 4/127) âyetini indirdi. Bu âyetteki "kitabda sizlere okunup duran âyetler" Allah Tealâ'nın "Eğer yetim kızlar hakkında adaletli davranamayacağınızdan korkarsanız sizin için helâl olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın." buyurduğu ilk âyettir. Allah Tealâ'nın diğer âyetteki "nikâhlamayı istemediğiniz yetim kızlar." kavlindeki istememezlik sizden birinin koruması altındaki yetim kızın malının az olması ve kendince yeteri kadar güzel bulmaması halinde onu nikahlamak istememesidir. Yetim kızların velilerinin malı ve güzelliği az olan yetim kızları nikâhlamaktaki isteksizlikleri sebebiyle, malı ve güzelliği sebebiyle nikahlamak istedikleri yetim kızlarını adalete riayet etmeleri şartıyla olanı dışında nikâhlamaktan men'edildiler.[14]

Yine Hz. Aişe'den gelen bir rivayette o, durumu müşahhas hale getirerek şöyle demiştir: Bir adamın yanında yetim bir kız vardı. Bu kızın bir hurma bahçesi vardı ve o adam o kızdan eş olarak bir beklediği yokken sırf o bahçesi için onu nikahladı da onun hakkında bu âyet-i kerime nazil oldu.[15] Yine Hz. Aişe der ki: Bu âyet-i kerimenin nüzulünden sonra insanlar kadınlar hakkında fetva istemeye ve sorularına devam ettiler de Allah Tealâ "Senden kadınlar hakkında fetva isterler..." (Nisa, 4/127) âyetini indirdi.[16]

Saîd ibn Cubeyr'den: Allah Tealâ, Muhammed (sa)'i peygamber olarak gönderdiğinde bir şeyle emrolunup onu yapmaları, bir şey kendilerine yasaklanıp da onu terketmeleri dışında müslümanlar diğer hallerinde câhiliye âdetleri ne ise onlar üzerinde idiler. Nihayet yetimler (hakkında ne yapmaları gerektiğini) sordular da Allah Tealâ "Eğer yetim kızlar hakkında adaletli davranamamak-tan korkarsanız sizin için helâl olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın." âyetini indirdi.[17]

Saîd ibn Cubeyr, Katâde, Rebî\ Dahhâk ve Suddî ise mes'eleye başka bir yönden yaklaşıyorlar de diyorlar ki: "Câhiliye devrinde insanlar yetimleri malı hakkında dikkatli davranırken kadınlar konusunda kendilerini tamamen serbest görür; diledikleriyle diledikleri şekilde evlenir, bazan adaletli davranırken bazen de adalete hiç riayet etmezlerdi. Buna binaen "Yetimlere mallarını verin..." âyeti nazil olduğu gibi Allah Tealâ bir de "Eğer yetim kızlar hakkında adaletli davranamayacağınızdan korkarsanız sizin için helâl olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın." âyetini indirdi. Vâlibî rivayetinde İbn Abbâs der ki: Allah Tealâ burada şöyle buyuruyor: Yetimler hakkında nasıl adaletli davranamamaktan korkuyorsanız aynı şekilde kadınlar hakkında adalete riayet edememekten korkun ve hakkını tam olarak yerine getirebileceğinizden fazlasıyla evlenmeyin. Çünkü acizlik ve zayıflıkta kadınlar da yetimler gibidirler.[18]

4. Kadınların mehirlerini yürekten isteyerek ve bir bağış olarak verin. Bununla beraber eğer ondan bir kısmını gönül hoşluğu ile size bağışlamış olurlarsa onu da içinize sine sine yeyin.

İbn Ebî Hatim'in Ebu Salih'ten rivayetle tahricinde o şöyle demiştir: (Câhiliye devrinde) Kişi, kızını nikahladığı zaman mehrini kızına vermez, kendisi alırdı. Allah müslümanlara bunu yasakladı ve "Kadınların mehirlerini yürekten isteyerek verin..." âyetini indirdi.[19]

Mukatil der ki: Câhiliye devrinde erkek kadına mehir vermeden onunla evlenirdi. Meselâ: "Sen bana, ben de sana mirasçı olalım." dediğinde kadın "olur" derse ayrıca bir mehir vermezdi. İşte bunun üzerine "Kadınların mehirlerini yürekten isteyerek ve bir bağış olarak verin." âyet-i kerimesi nazil oldu.[20]

İbn Cerîr'in Hadramî'den rivayetine göre insanlar (bazı müslümanlar) karısına (kadınına) vermiş olduğu maldan herhangi bir şeye dönecek ve ona verdiği mehrin herhangi bir kısmından vazgeçecek olursa bunu günah sayarlardı. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[21]

6. Yetimleri nikâha erdikleri zaman kadar deneyin, o vakit kendilerinde bir akıl ve salâh gördünüz mü mallarını onlara teslim edin. Büyüyecekler de mallarını alacaklar diye onların mallarını israf ile tez elden yemeyin. Kim zengin ise iffetli davranıp yemesin, kim de fakir ise o halde ma'rûf üzere ondan yesin...

Hz. Aişe'den rivayet ediliyor: "Kim zengin ise iffetli davranıp yemesin." âyet-i kerimesi yetim malı hakkında nazil olmuştur. Yine ondan rivayette şöyle diyor: "Kim de fakir ise o halde ma'rûf üzere ondan yesin." âyeti yetimin velisi olup da onun işlerini yapan, onun işlerini ıslah eden kimsenin, muhtaç durumda ise yetiminin malından yemesi hakkında nazil oldu. Yine Hz. Aişe'den gelen üçüncü bir rivayette de "Kim zengin ise iffetli davranıp yemesin, kim de fakir ise o halde ma'rûf üzere ondan yesin." âyetinin yetimin velisi hakkında; eğer muhtaç durumda ise yetimin işlerine baktığı kadar onun malından yemesi hakkında nazil olduğu zikredilmektedir[22] ki birbirine yakındır.

Katâde'den mürsel olarak rivayet edildiğine göre Ansardan Sabit ibn Rifâa[23] ve amcası hakkında nazil olmuştur. Rifaa vefatında küçük oğlu Sabit'i arkasında bırakmış, Sabit'in amcası, Hz. Peygamber (sa)'e gelerek: "Kardeşimin oğlu yanımda (kucağımda) yetimdir. Onun malından bana helâl olan nedir ve ona malını ne zaman geri vereyim?" diye sormuş ve Allah Tealâ da bu âyet-i kerimeyi indirmiştir.[24]

7. Ana baba ile yakınların bıraktıkları mirastan erkeklere; ana baba ve yakınların bıraktıkları mirastan kadınlara azından da çoğundan da ayrılmış birer nasib olarak paylar vardır.

Katade der ki: Câhiliye devrinde kadınlara mirastan pay vermezlerdi. Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.

İkrime'den rivayette o şöyle diyor: Bu âyet-i kerime Ansar'dan Ümmü Kücce ve Kücce'nin kızı, Sa'lebe ve Evs ibn Suveyd haklarında nazil oldu. Bu son ikisinden biri kocası, diğeri de çocuğunun amcası idiler. Ümmü Kücce, Hz, Peygamber (sa)'e gelerek: "Ey Allah'ın elçisi, kocam öldü, arkasında beni ve kızını bıraktı ama biz ikimize kocamın mirasından bir şey verilmedi." diye şikâyette bulundu. Çocuğun amcası: "Ama ey Allah'ın elçisi bu kız çocuğu ne ata binebilir, ne bir yük taşıyabilir, ne de bir düşmanı geri püskürtebilir. Onun için kazanılır ama o bir şey kazanmaz." dedi de bunun üzerine "Ana baba ile yakınların bıraktıkları mirastan erkeklere; ana baba ve yakınların bıraktıkları mirastan kadınlara azından da çoğundan da ayrılmış birer nasib olarak paylar vardır..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[25] Bu hadise biraz sonra gelecek miras âyetinde biraz daha farklı ve daha ayrıntılı olarak gelecektir.[26]

10. Yetimlerin mallarını zulmen yiyenler ancak karınlarına ateş doldurmuş olurlar. Zaten onlar çılgın alevli ateşe yaslanacaklardır.

Mukatil ibn Hayyân der ki: Gatafan'dan Mersed ibn Zeyd adında bir adam hakkında nazil oldu. Kardeşinin oğlu olan küçük bir yetimin malının velîsi idi de onu yedi ve Allah Tealâ onun hakkında bu âyet-i kerimeyi indirdi.[27]

Bazı müfessirler de bir yetimin velisi olan ve yetiminin malını yiyen Hanzala ibnu'ş-Şemerdel hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.[28]

İbn Zeyd'den rivayette de kadınlara ve küçük çocuklara mirastan hiçbir pay vermeyen kâfirler hakkında nazil olduğu kaydedilmiştir.[29]

11. Allah size şöyle emreder: Evlâtlarınız hakkında erkeğe, (mirastan) iki dişinin payı kadar vardır. Fakat onlar ikiden fazla kadınlar ise terikenin üçte ikisi onlarındır. Bir tek ise o zaman yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa ana babadan her birine altıda birdir. Çocuğu olmayıp da ana-babası ona mirasçı olmuşsa üçte biri anasınındır. Ölenin kardeşleri varsa o vakit altıda bir anasınındır...

Bu âyet-i kerime'nin nüzul sebebi de biraz önce geçen yedinci âyetin inmesine sebep olan hadisedir. Suddî der ki: Câhiliye halkı kızlara, küçük erkek çocuklara mirastan pay vermezler, kişiye ancak savaşabilecek durumdaki erkek çocukları mirasçı olurdu. Şair Hassan'in kardeşi Abdurrahman ibn Sabit vefat etti ve arkasında Ummü Kücce adındaki eşi ile beş kız bıraktı .Varisler Abdurrahman'ın malını almaya gelince Ümmü Kücce Hz. Peygamber (sa)'e şikâyete geldi de Allah Tealâ "Eğer kadınlar ikinin üstünde iseler bırakılan malların üçte ikisi onlarındır..." âyet-i kerimesi, Ümmü Kücce hakkında da "Çocuğunuz yoksa sizin bıraktıklarınızın dörtte biri eşlerinizindir. Şayet çocuğunuz varsa bıraktıklarınızın sekizde biri onlarındır." âyet-i kerimesini indirdi.[30]

"Allah size şöyle emreder: Evlâtlarınız hakkında erkeğe, (mirastan) iki dişinin payı kadar vardır." âyeti hakkında Kelbî'nin İbn Abbâs'tan rivayetinde bu haber şöyledir: Ansar'dan Evs ibn Sabit vefat etti ve arkasında üç kızı ile Ümmü Kücce adındaki hanımı kaldı. Amcası oğullarından ikisi, Suveyd ve Arface geldiler, Evs'in bıraktığı malı aldılar, karısına ve kızlarına bir şey vermediler. Çünkü onlar câhiliye devrinde kadınlara ve erkek bile olsalar çocuklara mirastan bir şey vermezler, sadece büyük erkekleri mirasçı yaparak: "Ancak atlar üzerinde savaşan, ganimet kazanana verilir." derlerdi. Ümmü Kücce, Rasûlullah (sa)'a gelip durumu arzetti: "Ey Allah'ın elçisi, Evs ibn Sabit Öldü ve kızları arkasında bana bıraktı. Benim onlara harcayacak malım yok. Babaları çok mal bıraktı ama Suveyd ve Arface ne bana ne de kucağımdaki çocuklarına hiç bir şey vermiyorlar; beni yedirmiyorlar, içirmiyorlar, çocuklara hiç dönüp bakmıyorlar." dedi. Hz. Peygamber (sa) Suveyd ve Arface'yi çağırıp durumu sordu da onlar: "Ey Allah'ın elçisi, Evs'in çocuğu ne ata biner, ne bir yükü yüklenir, ne de bir düşmanı geri çevirir." dediler. Hz. Peygamber (sa): "Şimdi gidin bakalım Allah onlar hakkında ne buyuracak bekleyeyim." dedi. Onlar ayrılıp gittiler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[31] Câbir rivayetinde Ümmü Kücce'nin kızlarının sayısı iki, nazil olan âyetler de Allah Tealâ: "Allah size şöyle emreder: Evlâtlarınız hakkında erkeğe, (mirastan) iki dişinin payı kadar vardır..." iki âyeti indirdi şeklinde verilmektedir.[32] Evs İbn Sâbit'in amcası oğullarının adları "Katâde ve Arfeta", "İkrime ve Arfeta", "Hâlid ve Arfeta" olarak da geçmektedir.[33] İbn Abbâs rivayetinde ise Evs'in, arkasında bıraktığı kız çocuklarının sayısı üç olarak[34] verilirken yine ondan gelen başka bir rivayette iki kız bir erkek çocuk olarak zikredilmektedir.[35] Suyûtî ve Alûsî, Ümmü Kücce'nin, Hz. Peygamber (sa)'e gitmeden önce kızlarının amca oğullarına: "Madem bütün malı alıyorsunuz, bu kızları malları olmadan kimse nikahlamaz, siz bari onları nikahlayın ve onlarla evlenin." diye ricada bulunduğu, ancak kızları biraz çirkin olduğu için yiğenlerinin onlarla evlenmekten imtina ettikleri." ayrıntısına da yer vermektedirler.[36]

Cabir'den rivayet ediliyor: Ben Seleme oğulları içindeyken bir hastalığımda Allah'ın Rasûlü (sa) ve Ebu Bekr yürüyerek beni ziyarete gelmişler. Ben aklım ermez bir halde imişim. Rasûlullah (sa) bir su isteyip abdest almışlar, kalan suyu da benim üzerime serpmişler. Ben bununla ayıldım ve: "Ey Allah'ın elçisi, malımı ne yapmamı emredersin?" diye sordum da "Allah size şöyle emreder: Evlâtlarınız hakkında erkeğe, (mirastan) iki dişinin payı kadar vardır." âyet-i kerimesi nazil oldu.[37]

Hadisin İbn Mâce'deki rivayetinde ise bu sûrenin 12 ve 176. kelâle'nin mirasını düzenleyen âyet-i kerimelerin nazil olduğu zikredilmektedir[38] ki bunları hepsi mirasla ilgili âyetlerdir. Taberî'deki rivayette ise Câbir'in: "Ey Allah'ın elçisi, bana kelâle olarak mirasçı olacaklar (benim erkek çocuğum da yok, babam da yok), mirasım nasıl taksim olacak?" diye sorduğu ve bunun üzerine miras âyetinin nazil olduğu zikrediliyor.[39] Ancak Câbir'in sorusuna uygun olanı -ki o kendisine kelâle olarak mirasçı olunacağını söylüyor- bu sûrenin son âyeti ve "Kelâle âyeti" adıyla meşhur olan âyetin veya bu âyetin Kelâle'nin mirasından bahseden son kısmının inmiş olmasıdır. Ancak neticede hepsi miras âyetleri içinde mütalâa edildiğinden rivayetler arasında ihtilâf yoktur..

Cabir ibn Abdullah'tan rivayette o şöyle anlatıyor: Bir gün Allah'ın Rasûlü (sa) ile birlikte çıkmıştık. Biz Esvâf'ta (Medine Haremi'nde) iken Ansardan bir kadın iki kız çocuğu getirdi ve: "Ey Allah'ın elçisi, Sa'd ibn Rebî seninle Uhud'da idi, orada şehid oldu, amcaları geldi bu kızların (babalarının bıraktığı) mallarının tamamını aldı gitti. Bu duruma ne dersin ey Allah'ın elçisi? Vallahi bu kızların malı olmazsa kimse onları nikahlamaz." dedi. Hz. Peygamber (sa): "Allah, bunlar hakkında hükmünü verecektir." buyurdu ve Nisa suresindeki "Allah size şöyle emreder: Evlâtlarınız hakkında erkeğe, (mirastan) iki dişinin payı kadar vardır." âyet-i kerimesi nazil oldu. Allah'ın Rasûlü (sa) "Kadını ve arkadaşını (yani çocuklarının malını alan kayınını) çağırın." buyurdu. Çocukların amcasına: "Sa'd'ın iki kızına mirasın üçte ikisini, annelerine sekizde birini ver, kalanı senindir." Buyurdular.[40] Bu Sa'd ibnu'r-Rebî' kıssası Kadı İsmail'in Ahkâmu'l-Kur'ân'ında Abdulmelik ibn Muhammed ibn Hazm kanalıyla yer almakta ve bunda Sa'd'ın karısının ismi Amre olarak verilirken o ve kızı hakkında bu âyet yerine bu sûrenin 127. âyeti olan "Senden kadınlar hakkında fetva isterler..." âyetinin nazil olduğu kaydedilmektedir.[41]

Hafız ibn Hacer der ki: "Bazıları bu âyet-i kerimenin Câbir ibn Abdullah hakkında değil de Sa'd'ın iki kızı hakkında indiğini söylemekte ve o tarihte Câbir'in çocukları olmadığını söylemekte iseler de aslında her iki kıssa hakkında nazil olmuş olması mümkündür. Şöyle ki: Ayet-i kerimenin baş tarafı Sa'd'ın kızları hakkında, Kelâle'nin mirasını düzenleyen son tarafı da o günlerde henüz çocuğu olmayan Câbir hakkında nazil olmuştur."[42]

Aslında bütün bu rivayetlerin ortak yönleri alınarak "Ayet-i kerime, cahiliye halkının çocuk ve kadınlara mirastan pay vermemeleri âdetini ilga edip küçük olsun büyük olsun, kadın olsun erkek olsun varislerin mirastan paylarını ve o zamana kadar bilinmeyen ve bir esasa bağlanmayan Kelâle'nin mirasını düzenlemek üzere anlatılan hadiselerin hepsinden sonra hepsine ve kıyamete kadar benzerlerine şâmil olmak üzere nazil olmuştur." denilmesi en uygun olandır.[43]

17. Allah, ancak bilmeyerek kötülük işleyip de hemen tevbe edenlerin tevbesini kabul eder. Allah Alîm'dir, Hakim'dir.

18. Kötülükleri işleyip dururken ölüm gelip çatınca "şimdi işte gerçekten tevbe ettim" diyenlerin ve kâfirler olarak ölenlerin tevbesi kabul edilecek değildir, işte onlar için Biz, elim bir azâb hazırladık.

Rebî'den rivayette o şöyle diyor: Bu âyetlerin başı mü'minler, ortası münafıklar, sonu da kâfirler hakkında nazil olmuştur. Yani "Allah, ancak bilmeyerek kötülük işleyip de hemen tevbe edenlerin tevbesini kabul eder." mü'minler hakkında; "Kötülükleri işleyip dururken ölüm gelip çatınca işte şimdi gerçekten tevbe ettim, diyenlerin tevbesi kabul edilecek değildir" münafıklar hakkında; "Kâfirler olarak ölenlerin tevbesi kabul edilecek değildir" de kâfirler hakkında inmiştir [44]

19. Ey iman edenler, kadınlara zorla varis olmanız size helâl değildir. Açıkça hayâsızlık etmedikçe onlara verdiğiniz mehrin bir kısmını alıp götürmeniz için onları sıkıştırmayın, onlarla ma'rûf üzere muaşerette bulunun. Onlardan hoşlanmıyorsanız olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda çok hayırlar kılar.

"Ey iman edenler, kadınlara zorla varis olmanız size helâl değildir." âyeti hakkında İbn Abbâs'tan rivayete göre o şöyle demiştir: Cahiliye devrinde birisi öldüğünde ölen adamın velileri kadın üzerinde en çok hakkı olanlardı. Dilerse onlardan birisi onunla evlenir, dilerlerse onu evlendirmezlerdi ve bu konularda kadının akrabalarından daha çok hakka sahiptiler. İşte bu âyet-i kerime bunun hakkında nazil oldu.[45]

Ebu Davud'da İbn Abbâs'tan rivayet edilen bir haber de şöyledir: Birisi, akrabalarından birisinin karısını miras olarak aldığında (Onun nikâhına sahip olduğunda) kadın ölünceye veya ölen kocasının verdiği mehri kendisine verinceye kadar kadının evlenmesini engellerdi. İşte "Ey iman edenler, kadınlara zorla varis olmanız size helâl değildir. Açıkça hayâsızlık etmedikçe onlara verdiğiniz mehrin bir kısmını alıp götürmeniz için onları sıkıştırmayın." âyet-i kerimesi ile Allah Tealâ onlara bunu yasakladı.[46]

Câhiliye devrinde Medine halkının adetine göre bir adam ölür de karısı ondan sonraya kalırsa o adamın başka kadından olan oğlu veya asabesinden başka bir erkek akrabası gelir, elbisesini ölenin karısı üzerine atar, böylece o kadına kadından ve bir başkasından daha çok hak sahibi olurdu. Artık dilerse ölen kocasının verdiği mehirden başkaca bir mehir vermeksizin onunla evlenir, dilerse onu evlenmekten alıkor kocasından kalan mirasını (veya mehrini) kadın fidye olarak kendisine versin, ya da ölsün de malını miras olarak alsın diye kadını sıkıştırırdı.

Adet böyle iken Ebu Kays Sayfî ibnu'l-Eslet öldü, ardında karısı Evs'ten Kübeyşe bint Ma'n ibn Asım el-Ansâriyyeyi bıraktı. Ebu Kays'ın bir başka hanımından Hısn denilen oğlu (Mukatil, adının Kays ibn Ebî Kays olduğunu söylerken İbn Sa'd'ın Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî'den rivayetinde Muhsin şeklindedir.[47]

geldi, elbisesini Kübeyşe'nin üzerine bıraktı, kadının nikâhına varis oldu, sonra da onu terketti, yaklaşmadı, ona harcamada da bulunmadı (ihtiyaçlarını karşılamadı) ki kadın elindeki malı kendisini ondan kurtarmak için fidye olarak versin. Kübeyşe, Allah'ın Rasûlü (sa)'ne geldi ve: "Ey Allah'ın elçisi, Ebu Kays öldü , oğlu nikâhıma varis oldu, uzun zaman geçti benim hiçbir ihtiyacımı karşılamadı, benimle karı-koca olmadı, benim yolumu açıp (nikâhımı) serbest de bırakmadı." dedi. Hz. Peygamber (sa): "Senin hakkında Allah'ın emri gelinceye kadar evinde otur." buyurdular. O da döndü, evine gitti. Bunu Medine kadınları duydular, Rasûl-i Ekrem (sa)'e geldiler ve: "Biz de Kübeyşe'nin durumundayız. Ne var ki bizi ölen kocamızın çocukları değil amca çocukları nikahlıyor." dediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[48] İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe'sinde yine bu Kübeyşe'nin, ölen kocası Ebu Kays'in başka bir hanımından olan oğlu Kays onun üzerine elbisesini atıp sahiplenmeye kalkışınca: "Sen elbette kavminin hayırlılarındansın ama ben seni çocuk (yani çocuğum) sayıyorum. Fakat gideyim Allah'ın Rasûlü'ne sorayım." dediği; Hz. Peygamber (sa)'e gelip: "Ey Allah'ın Rasûlü, Ebu Kays öldü, oğlu kays nikâhıma talip oldu, evet o, kabilesinin hayırlılarından ama ben onu oğlum sayıyorum." dediği ve o ve ölen kocasının oğlu bu Kays hakkında "Babalarınızın nikahladığı kadınları nikahlamayın..." (Nisa, 4/22) âyetinin de nazil olduğunu, Kübeyşe'nin böylece ölen kocasının oğluna nikâhlanması haram kılınan ilk kadın olduğunu zikretmektedir [49]

Suddî rivayetine göre kadın üzerinde ölen kocasının ailesinin veya başka bir kadından olma erkek çocuğunun hak sahibi olması, kadının, kendi ailesine gitmemesi halindedir. Yani kadın çabuk davranır da kocasının ailesinden bir erkek veya kocasının en büyük oğlu gelip elbisesini üstüne atmadan önce kendi ailesine kaçabilirse bu durumda ölen kocasının ailesinin onun üzerinde bir hakkı kalmazmış.

Mücâhid de kocası ölen kadının nikâhına varis olma hakkının kocanın ailesine değil, sadece onun başka kadından olma en büyük erkek çocuğuna ait olduğunu söylemiştir.[50]

Suddî'den gelen ikinci bir rivayet biraz daha farklı: Câhiliye devrinde bir erkeğin hanımı kocayıp da koca, daha genç bir hanımla evlenmek ister, malı ve zenginliği sebebiyle kocamış karısını boşamak da istemezse bu durumda kadını boşamamakla birlikte malından vazgeçerek boşanma talebinde bulunsun veya ölsün de malı kendisine kalsın diye ona yaklaşmazdı. İşte âyet-i kerime böyleleri hakkında nazil olmuştur.[51]

22. Babalarınızın nikahladığı kadınları nikahlamayın. Geçmişte olanlar artık geçmiştir. Çünkü o, çok çirkin ve iğrenç bir şeydi ve o kötü bir âdetti.

İbn Abbâs der ki: Câhiliye halkı Allah'ın (Kur'ân'da nikâhlanmasını) haram kıldıklarını haram sayarlardı. Bunun iki istisnası vardı: Ölen babalarının hanımı ve iki kızkardeşi aynı anda nikâhı altında bulundurmak. İşte âyet-i kerime bunlar hakkında nazil oldu.[52]

İkrime'den rivayete göre bu âyet-i kerime, câhiliye âdeti üzere ölen babalarının hanımlarıyla evlenmek isteyen;

Babasının karısı Kübeyşe bint Ma'n ile evlenmek isteyen Hısn ibn Ebî Kays (bir rivayette babası el-Eslet'in karısı Ümmü Ubeyd bint Damre ile evlenmek isteyen Ebu Kays ibnu'l-Eslet, Babası Halefin karısı Ebu Talha ibn Abdu'l-Uzzâ'nm kızı ile evlenmek isteyen el-Esved ibn Halef, Babası Umeyye ibn Halefin karısı Fâhıte bintu'l-Esved ibnu'l-Muttalib ile evlenmek isteyen Safvân ibn Umeyye ibn Halef, Babası Zebbân ibn Seyyar'in karısı Muleyke bint Hârice ile evlenmek isteyen Manzûr ibn Zebbân ibn Seyyar el-Fezârî haklarında nazil olmuştur.[53] Bunlardan Hısn (Kays) ibn Ebî Kays'in, ölen babası Ebu Kays'ın hanımı Kübeyşe ile evlenmeye kalkması ve bu âyet-i kerimenin inmesiyle Kübeyşe ile evlenmesinin haram kılınması kıssası biraz önce (Nisa, 4/19 âyetinin nüzul sebebinde) geçmişti.[54]

23.... Öz oğullarınızın karıları ile evlenmeniz... haramdır.

İbn Cureyc'den rivayette o şöyle demiştir: Atâ'ya "Öz oğullarınızın karıları ile evlenmeniz... haramdır." âyetini sordum. Dedi ki: Hz. Peygamber (sa) oğulluğu Zeyd ibn Hârise'nin karısı olup da boşadığı Zeyneb bint Cahş ile evlenince Mekke'de müşrikler Efendimiz aleyhinde ileri geri konuşup dedikodu ettiler de Allah Tealâ bu "Öz oğullarınızın karıları ile evlenmeniz... haramdır." âyet-i kerimesini ve "Evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız gibi tanımadı." (Ahzâb, 33/4), "Tâ ki evlâtlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri zevcelerini almakta mü'minler üzerine bir günah olmasın." (Ahzâb, 33/37), "Muhammed adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Fakat Allah'ın Rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur." (Ahzâb, 33/40) âyetlerini indirdi. Hadise Ahzâb Sûresinin ilgili âyetlerinde inşaAllah daha geniş olarak verilecektir.[55]

24. Sağ ellerinizin malik olduğu kadınlar (cariyeler) müstesna olmak üzere diğer bütün kocalı (evli) kadınlarla evlenmenizin haramlığı, üzerinize Allah'ın farzı olarak yazılmıştır. Onlardan mâadası ise namuskâr ve zinaya sapmamış (insanlar) hâlinde (yaşamanız şartıyla) mallarınızla arayıp nikahlamanız için size helâl kılındı. O halde onlardan hangisiyle faydalandıysanız ücretlerini takdir edildiği şekilde verin. Kararlaştırdıktan (takdir ettikten) sonra aranızda anlaştığınız hususta size bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz ki Allah Alîm, Hakim olandır.

Neseî'nin Muhammed ibn AbdilÂ'lâ kanalıyla Ebu Saîd el-Hudri'den rivayetle tahricine göre Allah'ın Rasûlü (sa) Evtas'a bir ordu göndermiş; düşmanla karşılaşıp onları yenmişler ve müşriklerden kocaları olan bazı kadınları da esir almışlar. Müşriklerle evli o esir kadınlarla münasebette bulunma konusunda sıkıntı içindelerken Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirerek iddetlerinin bitiminde bu cariye kadınların sahiplerine helâl olduklarını bildirmiş.[56]

Tirmizî'deki bir rivayette bu durumdaki ashabın, gelerek Hz. Peygamber (sa)'e ne yapacaklarını sormaları üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[57]

Ebu Saîd el-Hudrî’den gelen başka bir rivayette o şöyle diyor: Allah'ın Rasûlü (sa) Evtas halkından esirler alınca biz: "Ey Allah'ın elçisi, neseblerini ve kocalarını bildiğimiz kadınlarla nasıl cinsel ilişkide bulunuruz?" dedik de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[58]

Başka bir kanaldan Ebu Saîd el-Hudrî'den rivayet edildiğine göre o şöyle anlatıyor: Huneyn günü Allah'ın Rasûlü (sa) Evtas üzerine bir ordu gönderdi. Bu ordu düşmanla karşılaşıp savaştı ve onlara galip geldiler de onlardan kadın esirler elde ettiler. Rasûlullah (sa)'ın ashabından bazıları, onların müşriklerden kocaları olduğu için onlarla cinsel ilişki kurmada tereddüt ettiler de bunun üzerine Allah Tealâ bunlar hakkında "Sağ ellerinizin mâlik olduğu cariyeler müstesna olmak üzere evli kadınlarla evlenmeniz haram kılındı..." "Yani iddetlerinin bitiminde onlar size helâldirler." anlamındaki âyet-i kerimeyi indirdi.[59] Bu rivayetlere nazaran âyet-i kerime Hicretin sekizinci yılı gazvelerinden olup Şevval ayında vukubulan Huneyn gazvesinden sonra nazil olmuş demektir.

Abd ibn Humeyd'in İkrime'den rivayetine göre âyet-i kerime Muâze adındaki bir kadın hakkında nazil olmuştur. Ayetin nüzulüne sebep olan hâdise şöyle gelişmiştir: Bu muâze Sedûs oğullarından Şücâ' ibnu'l-Hâris adında bir ihtiyarın hanımı imiş. Şücâ'ın ondan daha genç bir karısı daha varmış ve bu genç hanım ona erkek çocuklar doğurmuş. Şücâ' bir gün bazı işleri için evden dışarda olduğu sırada Muâze'nin bir amcası oğlu eve gelmiş. Muâze ona: "Beni aileme geri götür, bu Şücâ'da hayır yok." demiş, amcası oğlu da onu alıp kadının kabilesine götürmüş. Şücâ', eve dönüp de karısını bulamayınca durumu öğrenmiş ve Medine-i Münevvere'de Hz. Peygamber (sa)'e gelerek başına gelenleri anlatmış Hz. Peygamber (sa). "O kadını bana getirin; eğer beraberinde gittiği adamla cinsî münasebette bulunmuşsa kadını recmedin, yok eğer ona dokunmamışlarsa kadını kocasına iade edin." buyurmuş. Şücâ' ve genç karısından olma oğlu birlikte kadının kabilesine giderek Muâze'yi Hz. Peygamber (sa)'in emriyle isteyip getirmişler ve kadın da kocası Şücâ'ın evine geri dönmüş[60]

Taberî, bu âyet-i kerimenin "Müşrik kocalarını terkederek Medine-i Münevvere'ye hicret eden, burada müslümanlarla Hz. Peygamber (sa) tarafından evlendirilen, daha sonra da müşrik kocaları müslüman olup Medine-i Münevvere'ye hicret eden kadınlar hakkında nazil olup bununla bu kadınların, kocalarının da müslüman ve muhacir olmaları halinde başka müslümanlara haram kılındığı" şeklinde bir görüş olduğunu zikretmişse de bu görüş sahiplerinin kimler olduğunu belirtmemiştir.[61]

İbn Cerîr'in Ma'mer ibn Süleyman kanalıyla tehricine göre el-Hadramî der ki: Bazıları evlenecekleri hanım için bir mehir kararlaştırıp sonra da mali yönden bir darlığa duçar olur, bir sıkıntıya düşerdi. İşte bunun üzerine "Kararlaştırdıktan (takdir ettikten) sonra aranızda anlaştığınız hususta size bir sorumluluk yoktur." âyet-i kerimesi nazil oldu.[62]

27. Allah sizin tevbelerinizi kabul etmek ister. Şehvetlerine uyanlar da sizin büyük bir sapıklığa düşmenizi isterler.

Mecûsiler kız kardeşlerle, kız ve erkek kardeşlerin kızlarıyla evlenmeyi helâl sayarlardı. Allah Tealâ bunların nikâhını haram kılınca "Teyze ve hala'yı nikahlamanız haram iken onların kızlarını nikâhlamayı helâl görüyorsunuz. O halde kız ve erkek kardeşlerin kızlarının nikâhlanmasını da helâl görün." dediler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[63]

32. Allah'ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri temenni etmeyin. Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır. Kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Allah'ın lûtfundan isteyin. Muhakkak ki Allah herşeye Alîm'dir.

Mucâhid'den rivayete göre Ümmü Seleme: "Ey Allah'ın elçisi, erkekler gazveye çıkıyor, gaza ediyorlar biz yapmıyoruz, bize erkeklerin mirasının yarısı veriliyor. Keşke biz de erkek olsaydık." dedi de Allah Tealâ bu "Allah'ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri temenni etmeyin." âyet-i kerimesini indirdi.[64]

Tirmizî'deki rivayette bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi olarak Ümmü Seleme'nin bu sözleri verilirken onun böyle söylemesi üzerine bir de Al-i İmrân, 195 âyetinin[65], başka bir rivayette de "Müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mü'min erkeklerle mü'min kadınlar... işte bunlar için Allah mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır." (Ahzâb, 33/35) âyet-i kerimesinin nazil olduğu da kaydedilmektedir.[66]

İkrime'den rivayete göre de kadınlar cihadı isteyip: "İsteriz ki Allah savaşı bize de farz kılsın da erkeklerin elde ettiği ecir ve mükâfatı biz de elde edelim." dediler de Allah Tealâ "Allah'ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri temenni etmeyin," âyet-i kerimesini indirdi.[67]

Katâde ve Suddî derler ki: "Erkeğe iki dişinin payı kadardır." âyeti nazil olunca erkekler: "Dünyada mirasta kadınlardan üstün kılındığımız gibi âhirette de iyiliklerimizle kadınlardan üstün tutularak ecrimizin kadınların ecrinin (iki) katı olacağını umarız." dediler. Kadınlar da: "Dünyada mirasımızın erkeklerin mirasının yarısı olması gibi âhirette günahlarımızın, erkeklerin günahlarının yarısı kadar olacağını umarız." dediler de Allah Tealâ "Allah'ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri temenni etmeyin." âyet-i kerimesini indirdi.[68] Suddî'den gelen başka bir rivayette kadınların yukarıdaki sözleri yerine: "Bizim ecrimizin de erkeklerin ecri kadar olmasını isteriz. Elbette biz savaşamıyoruz. Fakat şayet savaşmak üzerimize farz kılınmış olsaydı biz de Allah yolunda savaşırdık." dedikleri; Katâde'den gelen başka bir rivayette de kadınların kendilerine cahiliye devrinde mirastan hiç pay verilmezken İslâm'ın, erkeklerin paylarından eksik verilmesine razı olmayarak: "Bizim de mirastan paylarımız erkeklerin payları gibi olsaydı."; erkeklerin de "Âhirette iyiliklerimizle de kadınlardan üstün tutulacağımızı umarız." dedikleri ve bunun üzerine Allah Tealâ'nın bu âyet-i kerimeyi indirdiği kaydedilmektedir.[69]

Ebu Leylâ rivayet ediyor: Ebu Cerîr'i şöyle derken işitiim: "Allah size emrediyor: Erkeğe iki dişinin payı vardır..." (âyet, 12) âyet-i kerimesi nazil olunca kadınlar: "Madem ki mirasta bir erkeğe iki kadının payı kadar miras veriliyor günahları da kadınlardan ikisinin payı kadar olmalı." dediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi inzal buyurdu[70]

Yine "Allah size emrediyor: Erkeğe iki dişinin payı vardır..." (âyet, 12) âyet-i kerimesi ile ilgili olarak bir kadının "Ey Allah'ın elçisi, biz kadınlar daha muhtaç durumdayız, çünkü bizler daha zayıfız. Erkekler ise hayatlarını kazanmada bizden daha güçlüler." demişler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.

Başka bir rivayet kadınlarla erkeklerin eşitliği davasına götürüyor. Bir kadın Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş ve demiş ki: "Ey Allah'ın elçisi, Erkeklerle kadınların Rabbi bir, Sen hem onlara, hem bize elçisin, babamız Adem, anamız Havva. Allah'ın erkekleri zikredip de kadınları zikretmemesinin sebebi ne ola ki?" diye sormuş da bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.[71]

33. Ana-babanın ve akrabanın geriye bıraktıklarından her birine varisler kıldık. Yeminlerinizin bağladığı kimselere paylarını verin. Muhakkak ki Allah herşeye şahid olandır.

İbn Abbâs'tan "Yeminlerinizin bağladığı kimselere paylarını verin..." âyet-i kerimesi hakkında rivayet ediliyor: Cahiliye devrinde insanlar "Hangimiz önce ölürse arkada kalan ona mirasçı olacak," diye birbirleriyle antlaşma yaparlardı. Allah Tealâ bunun hakkında "Akrabalar Allah'ın kitabında birbirlerine diğer mü'minlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar. Şu kadar var ki dostlarınız için herhangi bir iyilikte bulunmanız müstesnadır. Bu, kitabda yazılıdır." (el-Ahzâb, 33/6) âyetini indirdi.[72]

İbn Cerîr'in Avfî kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayetinde o şöyle demiştir: Cahiliye devrinde birisi, gidip bir diğerinin nesebine katılır ve ona tâbi olurdu. Tâbi olduğu kişi ölünce de ölenin vârisleri gelir mirası aralarında paylaşır ve o ölene tâbi olana ölenin mirasından hiçbir şey vermezler, ortada kalakalırdı. İşte bunun üzerine Allah Tealâ "Yeminlerinizin bağladığı kimselere paylarını verin." âyet-i kerimesini indirdi.[73]

Saîd ibnu'l-Museyyeb'den gelen bir rivayette ise o şöyle diyor: Bu âyet-i kerime, kendi çocukları dışında bir takım insanları oğulluk edinip de onları kendilerine mirasçı kılan kimseler hakkında nazil olmuştur.[74]

Ebu Davud'un Ümmü Sa'd bintu'r-Rebî'den rivayetle tahricinde o şöyle demiştir: Bu âyet-i kerime Hz. Ebu Bekr ve oğlu Abdurrahman hakkında nazil oldu. Hz. Ebu Bekr oğlu Abdurrahman müslüman olmamakta direnince ona hiçbir şekilde infakta bulunmayacağına ve mirasından ona bir şey bırakmayacağına yemin etmişti. Ancak oğlu Abdurrahman müslüman olunca Allah Tealâ bu âyet-i kerime ile Hz. Peygamber (sa)'e, ona mirastan payını vermesini emretmiştir.[75]

34. Erkekler kadınlar üzerine hakimdirler. Çünkü Allah kimini kiminden üstün kılmıştır. Hem de erkekler mallarından (kadınlara) infak etmekte, harcamaktadırlar...

Katâde'den rivayette o şöyle diyor: Bize Hasen rivayet etti ki Hz. Peygamber (sa) zamanında bir adam karısına bir tokat atmış, kadın da Hz. Peygamber (sa)'e gelerek kocasının bu davranışını şikâyet etmiş. Hz. Peygamber (sa) kocası hakkında kısas yapmak istemiş de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş. Kadını çağırıp bu âyet-i kerimeyi okuyan Hz. Peygamber (sa): "Sen bir şey diledin ama Allah da ondan başkasını diledi ve Allah'ın dilediği en hayırlıdır" buyurmuş[76] Hasen'den gelen başka bir rivayet şöyledir: "Ansardan bir adam karısına bir tokat atmıştı. Kocasına bu tokata karşılık kısas yapılması arzusuyla kadın Allah'ın Rasûlü (sa)'ne gelmiş ve Efendimiz de kısas uygulamak üzereyken Allah Tealâ: "Sana O'nun vahyi tamamlanmazdan önce Kur'ân'da acele etme..." (Tâhâ, 20/114) âyetini indirmiş. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sa), Sa'd'ın karısını veya onunla birlikte gelenleri kısas yapılmak üzere göndermeyip, ilâhî hükmü beklemek üzere bu âyet-i kerimenin nüzulüne kadar yanında tuttu ve kendiliğinden bir hüküm vermedi de Allah Tealâ "Erkekler kadınlar üzerine hakimdirler. Çünkü Allah kimini kiminden üstün kılmıştır." âyet-i kerimesini indirdi. Suddî rivayetinde ise kısas talebiyle Hz. Peygamber (sa)'e kadının değil, ailesinin gittiği zikredilmektedir.[77] Hz. Ali'den gelen bir rivayette de ansardan birisinin karısını Hz. Peygamber (sa)'e getirdiği, kadının: "Ey Allah'ın elçisi, kocam beni yüzümde iz bırakacak şekilde dövüyor." diye şikâyette bulunmuş olduğu, Hz. Peygamber (sa)'in: "Buna hakkın yok." demesi üzerine bu âyet-i kerimenin nazil olduğu anlatılmaktadır.[78]

Mukâtil'den gelen rivayette bu hadiseye karışanların kimler olduğu da zikrediliyor. Şöyle ki: Nakîblerden Sa'd ibn Rebî' ile karısı Zeyd ibn Ebî Hüreyre kızı Habîbe hakkında nazil oldu. Her ikisi de ansardandı. Rivayete göre Habîbe, kocası Sa'd'e karşı gelince (serkeşlik edince) kocası da ona bir tokat vurmuş. Habîbe'nin babası, kızını da yanına alarak Allah'ın Rasûlü (sa)'ne gitmiş ve:

"Kızımı ona verdim, o ise onu tokatladı." demiş. Hz. Peygamber (sa): "O da kocasına kısas yapsın, hakkını alsın." buyurmuş. Habîbe babasıyla birlikte kocasına kısas yapmak üzere oradan ayrılırken Hz. Peygamber (sa): "Geri dönün, Cibril geliyor." buyurmuş ve Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş de "Biz bir şey murad ettik, Allah başka bir şey diledi. Hiç şüphesiz Allah'ın dilediği hayırdır." buyurmuş ve kocasına kısas yapması emrini geri almış.[79] Kurtubî Tefsirinde Sa'd'ın karısının ismi Habîbe bint Zeyd ibn Hârice ibn Ebî Zuheyr olarak geçmektedir, Kelbî'den gelen bir rivayette de Sa'd'ın karısının Muhammed ibn Mesleme'nin kızı Umeyre olduğu; Ebu Ravk'tan gelen bir rivayette de âyet-i kerimenin Ubeyy'in kızı Cemile ile kocası Sabit ibn Kays ibn Şemmâs hakkında nazil olduğu[80] belirtilirken İbn Merdûye'nin Hz. Ali'den rivayetinde de kadını Hz. Peygamber (sa)'e getiren yakınının "Ey Allah'ın elçisi, bunun kocası, yüzünde iz bırakacak şekilde dövmüş." dediği ayrıntısına yer verilmektedir.[81]

Bütün bu rivayetlerde şahıslar farklı, ayrıntılarda küçük farklar olsa da aslında birbirini tamamlayan ve destekleyen rivayetlerdir ve manâ itibariyle aralarında ihtilâf yoktur.[82]

37. Onlar ki hem cimrilik ederler, hem de insanlara cimriliği tavsiye ederler ve Allah'ın, kendilerine lûtfundan verdiği şeyleri saklarlar. Biz, kâfirlere hor ve rüsvay edici bir azâb hazırladık.

İbn Abbâs'tan rivayete göre o şöyle demiştir: Ka'b ibnu'l-Eşref in dostu ve antlaşmalısı Kerdem ibn Zeyd, Usâme ibn Habîb, Nâfi' ibn Ebî Râfi (ve Nâfi), Bahrî ibn Amr, Huyey ibn Ahtab ve Rifâa ibn Zeyd ibn Tâbut adlı yahudiler, Hz. Peygamber (sa)'in ashabından Ansardan bazılarına gelir, onlara öğüt verir bir havaya girerek: "Mallarınızı böyle infak etmeyin. Bu mallarınızın tükenerek fakirleşmenizden korkarız. Bu kadar hızlı ve çok sadaka dağıtmayın. Yarın neler olacağını bilemezsiniz." derlerdi. Allah Tealâ bunun üzerine bu âyet-i kerimeyi indirdi.[83]

Müfessirlerin çoğu bu âyet-i kerimenin Hz. Muhammed'in peygamberliğini ve sıfatlarını kitablarında yazılı olarak önlerinde bulan ve fakat bunları gizleyerek insanlara açıklamayan yahudiler hakkında nazil olduğu görüşündedirler. Mücâhid ise bu sebeple nazil olanın sadece bu âyet olmayıp peşpeşe üç âyet-i kerimenin aynı sebeple nazil olduğunu söylemiştir.[84]

38. Mallarını, insanlara gösteriş için harcayan, Allah'a ve âhiret gününe iman etmeyenleri de Allah sevmez. Şeytan kime arkadaş olursa o, ne kötü bir arkadaştır.

Bedr günü müslümanlarla savaşmak üzere çıkan Kureyş ordusunun iaşesini sağlayan Mekkeli müşriklerin ileri gelenleri hakkında nazil olduğu söylenir.[85] Bunu Sa'lebî tefsirinde zikretmektedir. Maamafih İbn Abbâs, Mücâhid ve Mukatil'den rivayetle yahudiler veya münafıklar hakkında nazil olduğu da söylenmiştir. Son kavil Suddî ve Zeccâc'ındır.[86] Ancak âyet-i kerimedeki "insanlara gösteriş için" kaydı sanki âyetin münafıklar hakkında indiğinin bir karinesi gibidir ki en doğrusunu Allah bilir.[87]

43. Ey o iman etmiş olanlar, sizler sarhoşlar iken, ne söylediğinizi bilinceye kadar, ve yine sizler cünüb iken, seferde olmanız hali müstesna gusledinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz, yahut herhangi biriniz heladan gelirse veya kadınlara yaklaşıp da su bulamazsanız temiz bir toprağa teyemmüm edin, yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz ki Allah Afüvv'dür, Gafur'dur.

Ebu Davud et-Tayâlisî'nin Mus'ab ibn Sa'd'den rivayetine göre o şöyle anlatıyor: Ansardan birisi yemek hazırlamış; muhacir ve ansardan bazılarını da yemeğe davet etmişti. Yedik, içtik ve sarhoş olduk. Sarhoş olunca da soyumuzla sopumuzla övünmeye başladık. Bir adam (elinde bulunan ve etini yediği) devenin çene kemiğini kaldırıp Sa'd'a vurdu ve burnunu yardı. Bu hadise içki haram kılınmazdan önceydi. Bu hadise üzerine "Ey iman edenler, sarhoşken namaza yaklaşmayın." âyeti indi.[88] Mus'ab'ın bu rivayeti ilerde Enfâl Sûresinin birinci âyetinin nüzul sebebinde daha geniş olarak gelecektir.

İçki içip sarhoş olununca namaz kılmama hükmüne dayanak olan bu Nisa, 43 âyeti ile içkinin kesin olarak haram kılındığı hükmüne dayanak olan Mâide 90 âyetinin nüzul sebebinde en meşhur rivayet şudur;

Suddî'den rivayet ediliyor; Sana içkiyi ve kumarı sorarlar..." âyeti nazil olunca bazı kimseler yine de içki içmeye devam ettiler. Nihayet bir gün Abdurrahman ibn Avf bir yemek hazırlayıp içlerinde Hz. Ali'nin de bulunduğu bazı sahabîleri yemeğe davet etti. Davette yediler, içtiler, namaza kalktılar da imam olan Abdurrahman namazda "De ki: Ey o kâfirler! Ben elbette sizin tapındığınıza tapınmam..." sûresini okudu ama ne kendisi anladı ne de Hz. Ali. (Bir rivayette "Sizin taptığınıza tapınmam." âyetini "Ben de sizin taptığınıza taparım." şeklinde okudu.[89] Bunun üzerine Allah Tealâ "Ey iman edenler, sizler ne söylediğinizi bilir hale gelinceye kadar, sarhoşken namaza yaklaşmayın." (Nisa, 4/43) âyetini indirdi. Tirmizî'deki Hz. Alî rivayetinde ise namaz kıldırmak üzere imam olan Hz. Ali'dir ve Kâfirûn Sûresini "De ki: Ey kâfirler, ben sizin taptıklarınıza tapınmam. Biz, sizin tapınmakta olduklarınıza tapınırız." şeklinde okumuştur.[90] Bu âyetin inişinden sonra da içki haram kılınmamış olduğu için bazıları içmeye devam etti. Ancak sabah namazından gün yükselinceye veya öğleye kadar içmezler ve öğle namazına ayık olarak kalkarlardı. Sonra yatsı namazını kılıncaya kadar yine içmezler, ancak yatsıdan gece yarısına kadar yine içerler ve yatıp uyurlar, sabah namazına kalktıklarında da sarhoşlukları geçmiş olurdu. Bu şekilde de bir süre devam ettiler. (Bu süre zarfında namaz için ezan okunduğunda Rasûlullah (sa)'ın münâdisi çıkar: "Ey ahali, sarhoş olanlar namaza yaklaşmasın." diye nida ederdi.[91] Nihayet bir gün de Sa'd ibn Ebî Vakkas yemek yapıp içlerinde Ansardan birinin de bulunduğu bazı sahabîleri yemeğe davet etti. Onlara ikram etmek üzere deve başı kızartmıştı. Yemeğe buyurun dedi; yediler, içtiler, sarhoş oldular, konuşmaya daldılar. Davette bulunan ansarî, Sa'd'in bir sözüne öfkelenerek elindeki, etini yemekte olduğu deve çene kemiğini kaldırdığı gibi Sa'd'in kafasına geçirdi ve Sa'd'ın burnunu kırdı. İşte bunun üzerine Allah Tealâ "Ey iman edenler, içki, kumar, tapınmaya mahsus dikili taşlar ve fal okları şeytanın işinden bir pisliktir...Artık onları bıraktınız değil mi?" âyetlerini indirdi.[92] Sa'd ibn Ebî Vakkâs'ın burnunun kırıldığı davetin Utbân ibn Mâlik tarafından verildiği, sarhoş olan Sa'd'ın, içinde ansarı hicveden beyitlerin de bulunduğu bir şiir okuduğu, bunun üzerine ansardan birinin hücumuna uğradığı, burnunun kırılması üzerine gelip Hz. Peygamber (sa)'e ansarı şikâyet ettiği ve Hz. Peygamber (sa)'in de "Ey Rabbim, içki hakkında bize fayda verecek bir açıklıkla re'yini bildir." diye dua ettiği ve bunun üzerine Allah Tealâ'nın "Ey iman edenler, içki, kumar, tapınmaya mahsus dikili taşlar ve fal okları şeytanın işinden bir pisliktir...Artık onları bıraktınız değil mi?" âyetini indirdiği ve bunun Ahzâb yani Hendek gazvesinden bir kaç gün sonra meydana geldiği rivayeti de vardır.[93]

Katâde'den gelen bir rivayette de şu bilgiler veriliyor: Sana içkiyi ve kumarı soruyorlar. De ki: O ikisinde çok büyük günah ve insanlar için bazı yararlar vardır..." âyeti Allah Tealâ içkiyi kötüledi ve fakat haram da kılmadı. İçkiyi daha bir şiddetle kınama zamanı gelince de Nisa süresindeki "Ey iman edenler, sizler ne söylediğinizi bilecek hale gelinceye kadar, sarhoşken namaza yaklaşmayın." âyetini indirdi. Bu âyetin inmesinden sonra da bazıları içmeye devam ettiler, ancak namaz vakti gelince içmezlerdi. Böylece içki değil de sarhoşluk haram kılınmış oldu. Nihayet Ahzâb (Hendek) savaşından sonra Allah Tealâ "Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları şeytanın işinden bir pisliktir. Onun için bunlardan sakının ki felaha eresiniz." âyetini indirdi de bu âyetle az olsun çok olsun, sarhoş etsin etmesin içkinin haram kılınması gelmiş oldu.[94]

Ayet-i kerimenin ikinci fıkrasını teşkil eden "Eğer hasta veya yolculukta iseniz, yahut herhangi biriniz heladan gelirse veya kadınlara dokunup (yaklaşıp) da su bulamazsanız temiz bir toprağa teyemmüm edin, yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz ki Allah Afüvv'dür, Gafur'dur." kısmının nüzul sebebine gelince;

1. İbrahim en-Nehaî'ye göre hastalar hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki: Hz. Peygamber (sa)'in ashabından bazılarında yaralar çıkmış, bu yaralar yayılmış ve su kullanımını imkânsız hale getirmişti. Bu arada bir de başlarına cünüblük geldi ve gusül yapmaları gerekti. Bu durumlarını Hz. Peygamber (sa)'e ilettiler de bu âyet-i kerime nazil oldu.[95] Ebu Davud'daki rivayette bu âyetin nüzul sebebi olduğu kaydedilmemekle birlikte olay daha açık bir şekilde anlatılmaktadır. Şöyle ki: Câbir'den rivayet ediliyor: Bir sefere çıkmıştık. Yolda içimizden birisine bir taş isabet etti ve başı yarıldı. Sonra o arkadaşımız ihtilâm oldu ve arkadaşlarına sordu: "Benim için teyemmüm etmeme ruhsat var mı?" Arkadaşları: "Su varken ve sen su kullanabilirken sana teyemmüm ruhsatı bulmuyoruz." dediler. O da su ile gusletti ve (yarasına su değdiği için yarası azdı ve) öldü. Hz. Peygamber (sa)'e geldiğimizde durumu haber verdik, "Kahrolasıcalar onu öldürdüler. Madem bilmiyorlar sorsalardı ya. Cahilliğin şifası sormaktır. Teyemmüm etmesi ve yarasının üzerine bir hırka sarması, sonra da o hırkanın üzerine meshedip geri kalan bedenini yıkaması ona yeterdi." buyurdular.[96] Kurtubî tefsirinde yaralananın ve yaralı iken cünüb olanın Abdurrahmân ibn Avf olduğu ve kendisine teyemmüm ruhsatı verildiği, daha sonra da bu ruhsatın bütün ümmete şâmil kılındığı kaydedilmektedir.[97]

Mucâhid der ki: Ansardan birisi hastalandı. Kalkıp abdest alamadı. Kendisine yardım edecek bir hizmetçisi de yoktu. Gelip Hz. Peygamber (sa)'e durumunu anlattı da bu âyet-i kerime nazil oldu.[98]

2. Buhârî'nin Abdullah ibn Yusuf, Müslim'in Yahya ibn Yahya, Nesefnin Kuteybe kanalıyla Hz. Peygamber (sa)'in zevcesi Aişe'den rivayetlerinde o şöyle demiştir: Seferlerinden birinde (Kurtubî'de Mureysf gazvesinde -ki Benî Mustalik gazvesi de denilmektedir- olduğu tasrih edilmektedir.)[99] Allah'ın Rasûlü (sa) ile birlikte çıkmıştık. Beydâ'da veya Zâtu'l-Ceyş'de iken (Medine ile Hayber arasında iki yer adıdır. Ammâr rivayetinde bu tereddüt olmayıp hadisenin Zâtu'l-Ceyş'de meydana geldiği zikredilmektedir.[100] Ammâr hadisi de Neseî'de aynı kitabın 196. babında olup yerin adı "Ulâtu'l-Ceyş" olarak geçmektedir ki "Ulât" kelimesi "Zât"ın çoğuludur. O mevkiye "Ulâtu'l-Ceyş" de "Zâtu'l-Ceyş" de denmektedir. Kurtubî ise bu yerin adını es-Sulsul şeklinde verir.[101] gerdanlığım kopup düşmüş. Allah'ın Rasûlü (sa) onu aramaya koyuldu. İnsanlar da onunla birlikte aramak üzere orada kaldılar. Bir su başında değillerdi. İnsanlar Ebu Bekr es-Sıddîk'e geldiler ve: "Görmez misin Aişe ne yaptı? Allah'ın Rasûlü (sa)'nü ve insanları burada bıraktı, bir su başında değiller, yanlarında su da yok." dediler. Allah'ın Rasûlü (sa) başını dizime koymuş uyur olduğu halde (babam) Ebu Bekr yanıma geldi, "Rasûlullah'ı ve insanları burada hapsettin; bir su başında değiller, yanlarında su da yok." deyip beni azarladı, söyleyeceklerini söyledi ve eliyle böğrüme dürtmeye vurmaya başladı. Beni hareketten alıkoyan sadece Hz. Peygamber (sa)'in başının bulunduğu uyluğumdu. Sabah olduğunda Hz. Peygamber (sa) yanında su olmadığı halde uyanıp kalktı ve Allah Tealâ teyemmüm âyetini indirdi de teyemmüm ettiler. Useyd ibn Hudayr dedi ki: "Ey Ebu Bekr ailesi, bu sizin ilk bereketiniz değil!" Benim üzerinde olduğum deveyi kaldırdık ve kaybolan gerdanlığımı altında bulduk.[102]

Hadisenin Taberî'deki rivayeti şöyledir: Hz. Aişe'den rivayette o şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber (sa)'le birlikte bir yolculukta idik. (İbn Abbâs'tan gelen rivayete göre Ebvâ gecesi) Zâtu'l-Ceyş denilen mevkiye geldiğimizde benim bir gerdanlığım kayboldu. Durumu Allah'ın Rasûlü (sa)'ne haber verdim, o da gerdanlığın aranmasını emretti. Arandıysa da bulunamadı. O arada Hz. Peygamber (sa) devesini ıhtırdı, beraberindekiler de develerini ıhtırdılar ve geceyi orada konaklayarak geçirdik. Konakladığımız yer bir su başı değildi ve yanımızda su da kalmamıştı. Hz. Peygamber (sa) benim dizime yatmış uyurken babam Ebu Bekr geldi, benim böğrümü dürtmeye başladı ve: "Gerdanlığın için Allah'ın elçisini burada hapsettin." dedi. Beni acıtacak şekilde dürtüyordu. Ben ise Hz. Peygamber (sa) uyanır korkusuyla hareket etmemeye çalışıyordum. Benim kendisine cevap vermediğimi görünce yanımdan ayrılıp gitti. Allah'ın Rasûlü (sa) uyandığında sabah namazı vakti olmuştu. Namaz kılmak üzere abdest almak için su aradı, bulamadı da Allah Tealâ bu teyemmüm âyetini indirdi. Bunun üzerine nakîblerden (ashabın ileri gelenlerinden) birisi olan Useyd ibn Hudayr: "Ey Ebu Bekr ailesi, bu zaten sizin ilk bereketiniz değil ki!" dedi. Başka bir rivayette o seferde bulunanların Hz. Aişe hakkında: "Bu kadından daha bereketli başka birisini görmedik." demişler. Yola çıkılacağında bir de bakmışlar ki Hz. Aişe'nin gerdanlığı devesini ıhtırdıkları yere düşmüş.[103] Yine başka bir rivayette Useyd ibn Hudayr'ın Hz. Aişe'ye: "Allah senin hayrını versin; Ne zaman senin başına hoşlanmayacağın bir şey gelse mutlaka Allah sana ve müslümanlara onda bir hayır yaratmıştır." demiş. Yine başka bir rivayette de Hz. Aişe'nin, kaybolan gerdanlığı Esma'dan ödünç almış olduğu, kaybolan gerdanlığı aramak üzere Efendimiz (sa)'in gönderdikleri kişilerin gerdanlığı ararlarken namaz vaktinin girdiği, onların da namazı kaçırmamak için abdest almadan namaz kıldıkları ve gerdanlığı bulup getirdiklerinde abdest almadan namaz kılmak zorunda kaldıklarını Hz. Peygamber (sa)'e bildirmeleri üzerine teyemmüm âyetinin nazil olduğu kaydedilmektedir. Bu rivayet Hz. Aişe'den rivayetle Buhârî ve Müslim'de de yer almaktadır.[104] Ebu Davud, gerdanlığı aramak üzere yanında bir kaç kişiyle Useyd ibn Hudayr'ın gönderildiğini kaydediyor.[105] Ebu Davud'daki Ammâr ibn Yâsir rivayetinde kaybolan gerdanlığın Zıfar taşından kıymetli bir gerdanlık olduğu ayrıntısına da yer veriliyor.[106] Bazı rivayetlerde bu teyemmüm âyeti nazil oldu denilirken bazılarında da "Ey iman edenler namaza kalktığınızda..." (Mâide, 5/6) âyeti indi denilmektedir.[107] Bu anlatılanlara göre bu Teyemmüm âyeti hicretin beşinci senesi Şa'ban ayında nazil olmuş ve teyemmüm meşru kılınmıştır.[108]

3. Esla'dan rivayette o şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber (sa)'e hizmet ediyordum. Bir seferde: "Ey Esla', kalk, binitimi hazırla." buyurdu. Ben: "Ey Allah'ın elçisi, ben cünüp oldum." dedim.» Gece çok soğuktu ve ben hasta olurum veya ölürüm korkusuyla suyla gusletmek istememiştim. Bir süre sustu, bir şey demedi, sonra beni çağırdı. Meğer Cibril gelmiş ve ona teyemmüm âyetini getirmiş, "Ey Esla', kalk, teyemmüm et."buyurdu. Ben teyemmüm ettim, sonra binitini hazırladım da yola çıktık.[109] Beyhakî, Dârakutnî ve Ebu Nuaym da Esla' ibn Şerîk'ten rivayetle tahric etmişlerdir.[110]

4. İbn Cerîr'in Yezîd ibn Ebî Habîb'den rivayetine göre ansardan bazılarının evlerinin kapıları Mescid-i Nebevî'de imiş. Bazan cünüb olurlar ve yanlarında da su bulunmazsa su almaya gitmek için mecburen Mescid-i nebevi'den geçerlermiş. İşte bunun üzerine Allah Tealâ "Eğer yolculukta iseniz... de su bulamazsanız temiz bir toprağa teyemmüm edin." âyet-i kerimesini indirmiş.[111]

Rivayetler arasındaki ihtilâf, âyetlerin isimlendirilmesinde de görülüyor. Bazıları Teyemmüm âyeti deyince bu Nisa 43 âyetini anlarken diğer bazıları da Mâide 6 âyetini anlamaktalar. Fakat meşhur olan adlandırmaya göre bu Nisa âyeti Teyemmüm, Mâide 6 âyeti de Vudû' yani Abdest âyeti olarak bilinmektedir.[112]

44. Görmez misin şu kendilerine kitabdan bir pay verilmiş olanları? Kendileri dalâleti satın aldıkları gibi bir de sizin yoldan sapıtmanızı istiyorlar.

45. Allah düşmanlarınızı daha iyi bilir. Allah size dost olarak da yeter, yardımcı olarak da yeter.

46. Yahudilerden öyleleri var ki kelimeleri yerlerinden değiştirir, "İşittik ve karşı geldik, duy, duymaz olası", ve dillerini eğip bükerek "râinâ" diyenler vardır. Eğer "İşittik ve itaat ettik, dinle ve bizi gözet. " demiş olsalardı, onlar için daha iyi ve daha doğru olurdu. İşte Allah, inkârları sebebiyle onlara lanet etmiştir. Pek azı dışında onlar iman etmezler.

İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle diyor: Rifaa ibn Zeyd ibn Tâbut yahudilerin büyüklerinden, ileri gelenlerindendi. Hz. Peygamber (sa)le konuştuğu zaman dilini eğip büker, "Râinâ sem'ake yâ Muhammed=bizi gözet ki seni dinleyelim ve ne söylediğini anlayalım." der, sonra da İslâm'a hücum eder onu kötülerdi. Bunun üzerine Allah Tealâ: "Onların ancak pek azı iman eder." e kadar olmak üzere "Görmez misin şu kendilerine kitabdan bir pay verilmiş olanları..." âyetlerini indirdi.[113]

İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayette Hz. Peygamber (sa) konuşurken dillerini eğip bükerek Efendimizi ayıplayan (ve bu şekilde onunla alay eden) iki kişi hakkında nazil olduğu da söylenmiştir.[114]

"Yahudilerden öyleleri var ki kelimeleri yerlerinden değiştirir, "İşittik ve karşı geldik, duy, duymaz olası", ve dillerini eğip bükerek "râinâ" diyenler vardır..." âyet-i kerimesi hakkında Mukatilden rivayette o şöyle demiştir: Tamamı yahudi olan Rifaa ibn Zeyd, Mâlik ibnu'd-Dayf (veya ibnu's-Sayf) ve Ka'b ibn Useyd haklarında nazil olmuştur.[115]

"Görmez misin şu kendilerine kitabdan bir pay verilmiş olanları? Kendileri dalâleti satın aldıkları gibi bir de sizin yoldan sapıtmanızı istiyorlar" âyet-i kerimesinin nüzul sebebi, İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette "Münafıkların reisi Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl ve arkadaşlarına gelerek onları İslâm'dan soğutmaya çalışan iki yahudi hahamı" olarak gösterilmektedir.[116]

47. Ey o kendilerine kitab verilenler, Biz, bir takım yüzleri silip de enselerine çevirmezden veya onları, ashab-ı sebt'i lanetlediğimiz gibi lânetlemezden önce, gelin de beraberinizdeki (kitabı) doğrultucu olarak indirdiğimize iman edin. Allah'ın emri daima yapılagelmiştir.

Suddî'den rivayet ediliyor: Bu âyet-i kerime Kaynukâ oğulları yahudilerinden Mâlik ibnu's-Sayf ve Rifâa ibn Zeyd ibn Tâbut hakkında nazil olmuştur.[117] İbn Abbâs'tan rivayette ise o şöyle anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (sa), içlerinde Abdullah ibn Sûriyâ el-A'ver ve Ka'b ibn Esed'in de bulunduğu bazı yahudi büyükleriyle konuşup onlara: "Ey yahudiler topluluğu, Allah'tan takva üzere olun ve müslüman olun. Allah'a yemin ederim ki siz, benim size getirdiğimin hak olduğunu çok iyi biliyorsunuz." buyurdu. Onlar: "Hayır, ey Muhammed bu senin söylediklerini biz bilmiyoruz." deyip bildiklerini inkâr ettiler ve küfürde ısrar ettiler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[118]

48 Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bundan başkasını dilediğine bağışlar. Kim de Allah'a şirk koşarsa elbette çok büyük bir günahla iftira etmiş olur.

Abdullah ibn Ömer'den rivayette o şöyle anlatıyor: "De ki: ey kendileri aleyhinde haddini aşan kullarım, Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları yarlığar. Hiç şüphesiz O, Gafur'dur, Rahîm'dir." (Zümer, 39/53) âyet-i kerimesi nazil olup da Allah'ın Rasûlü (sa) bunu ashabına okuduğunda bir sahabi kalktı ve: "Ey Allah'ın peygamberi, O, kendisine ortak koşanı da yarlığar mı?" diye sordu. Allah'ın Rasûlü (sa) sanki bu sorudan hoşlanmayarak sustu. O sahabînin ısrarla tekrar sorması üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu da Allah'ın Rasûlü "Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bundan başkasını dilediğine bağışlar" buyurdu.[119]

Ebu Eyyûb el-Ansâri'den, o şöyle anlatıyor: Bir adam Rasûlullah (sa)'a geldi ve: "Benim bir kardeşimin oğlu var, haram işlemeyi bırakmıyor, haram işlemekten vazgeçmiyor." dedi. Hz. Peygamber (sa): "Dini nedir?" diye sordular, "Namaz kılıyor ve Allah'ı birliyor." diye cevap verdi. "Ondan dinini sana bağışlamasını, dinini sana bağış olarak vermesini iste. Eğer bunu kabul etmezse dinini sana satmasını iste." buyurdular. Adam gidip kardeşinin oğlundan, Hz. Peygamber (sa)'in tavsiye ettiği üzere dinini kendisine bağışlamasını ya da satmasını istedi de kardeşinin oğlu her iki isteği de kabul etmedi. Adam tekrar Rasûlullah (sa)'a geldi ve kardeşi oğlunun ne yaptığını haber verip "Onu dininde çok cimri buldum. Bir cimrinin malına sahip çıkması gibi dinine sahip çıkıyor." dedi de bu âyet-i kerime nazil oldu. Bu haberi Taberânî ve İbn Ebî Hatim tahric etmişlerdir.[120]

49. Bakmaz mısın şu kendilerini temize çıkaranlara? Halbuki tam tersine Allah, dilediğini temize çıkarır ve onlar kıl kadar haksızlığa uğratılmazlar.

50. Bir bak ki Allah'a karşı nasıl yalan uyduruyorlar? Bu, apaçık bir günah olarak (onlara) yeter.

İbn Abbâs der ki: Yahudiler Merhab ibn Zeyd ve Bahrî ibn Avn, yanlarında küçük çocukları ve bir grup yahudi ile Hz. Peygamber (sa)'e gelmişler ve: "Ey Muhammed, bu çocukların herhangi bir günahı var mı?" diye sormuşlar. Efendimiz: "Hayır, yok." buyurmuşlar. "Allah'a yemin ederiz ki işte biz aynen bunların durumundayız. Bizim gündüz işlediğimiz günahlar gece keffaretlenir, gece işlediğimiz günahlar da gündüz keffaretlenir." demiş de bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[121]

Suddî'den rivayet ediliyor: "Bakmaz mısın şu kendilerini temize çıkaranlara? Halbuki tam tersine Allah, dilediğini temize çıkarır." âyet-i kerimesi yahudiler hakkında nazil olmuştur. Onlar: "Biz çocuklarımıza onlar küçükken Tevrat'ı öğretiriz, böylece onlar günahsız olurlar. Bizim günahlarımız da işte oğullarımızın günahları gibidir ve bizim gündüz işlediğimiz günahlar geceleyin keffaretlenir ve bağışlanır." demişlerdi de bunun üzerine bu âyet indi. İbn Mâlik ve İkrime'den gelen rivayette de bu âyet yahudiler hakkında indi denilirken sebep biraz farklı takdim ediliyor: "Yahudiler, namazda küçük, henüz âkil baliğ olmamış çocuklarını öne geçirir, onları imam yaparlar ve onlara çocuklar namaz kıldırır, "Onların günahları yok, onun için onları namazlarımıza imam yapıyoruz." derler ve kendilerini bu şekilde temize çıkarırlarmış da bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.[122]

51. Kendilerine kitabdan bir pay verilmiş olanların Puta ve Tâğût'a inanıp küfredenlere: "Bunlar, iman etmiş olanlardan daha doğru yoldadırlar. " dediklerini görmedin mi?

İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle anlatıyor: Ka'b ibnu'l-Eşref Mekke'ye geldiğinde Mekke müşrikleri: "Sen Medine halkının en hayırlısı ve efendisisin değil mi?" dediler. O: "Evet, öyleyimdir." dedi. "Şu soyu kesik, kavminden kopmuş kötü adam hakkında ne dersin. O, kendisinin bizlerden hayırlı olduğunu zannediyor. Halbuki bizler hacıların, sedanetin ve şikayetin ehliyiz" dediler. Ka'b: "Siz ondan daha hayırlısınız." dedi de "Hiç şüphesiz seni ayıplayanın kendisi ebter, soyu kesik olandır." (Kevser, 3) âyeti ve bu âyet-i kerime nazil oldu.[123]

İkrime rivayeti de şöyledir: Ka'b ibnu'l-Eşref Kureyş kâfirlerinden müşriklere geldi, onları Hz. Peygamber (sa) aleyhine kışkırttı, onunla savaşmalarını istedi ve onlara: "Biz de sizinle birlikte onunla savaşırız." dedi. Müşrikler: "Siz kitab ehlisiniz, kitab sahibisiniz. Bunun sizin bir hileniz olmasından emin olamayız. Eğer gerçekten sizinle çıkmamızı istiyorsan şu iki puta secde ve onlara iman et." dediler. O da müşriklerin istediklerini yaptı. Sonra: "Biz mi daha doğru yoldayız, yoksa Muhammed mi? Biz büyük büyük hörgüçlü dişi develeri (misafirlere ikram için) boğazlar, suyu sütle sular, sıla-i rahimde bulunur, misafirleri ağırlar ve bu Beyt'i tavaf ederiz. Muhammed ise akrabalarıyla bağlarını kopardı, kendi beldesinden çıkıp orayı terketti. Şimdi hangimizin yolu daha doğru?" diye sordular. Ka'b: "Hayır, elbette siz daha hayırlı ve daha doğru yoldasınız." dedi de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[124] Bir rivayette Ka'b'ın 70 kişilik bir hey'etle Kureyş müşriklerine gittiği, Ka'b'ı bizzat Ebu Süfyân'ın kendi evinde misafir ettiği, diğer hey'et üyelerinin de Mekkelilerin evlerine dağıtılarak misafir edildikleri; Ka'b'ın mekkelilere: "Bizden 30, sizden de 30 kişi Ka'be'ye gidelim, ciğerlerimizi Ka'be'ye yaslıyalım ve gücümüzün sonuna kadar Muhammed'le savaşacağımıza Ka'be'nin Rabbiyle ahidleşelim." demiş ve gidip birlikte Ka'be'nin yanında Allah'a ahdetmişler ve ondan sonra Ebu Süfyân'la arasındaki konuşma geçmiş.[125]

"Bunlar, iman etmiş olanlardan daha doğru yoldadırlar." diyenin yahudilerden bir cemaat; Ka'b ibnu'l-Eşref ve Huyey ibn Ahtab; Ka'b, Huyey ve yanlarında bulunan Nadir oğullarından diğer iki yahudi olduğu da söylenmektedir.[126] Taberî bu hey'et üyelerinden bu anılanlardan başka Selâm ibn Ebî Hukayk en-Nadrî, Kinâne ibnu'r-Rebî' ibn Ebi'l-Hukayk en-Nadrî, Hevze ibn Kays el-Vâilî ve Ebu Ammâr el-Vâili'nin de adını vermektedir[127] ki tamamı yahudi olduğu ve yahudi zihniyetini, yahudinin İslâm ve müslümanlara kin ve düşmanlığının şiddetini ve boyutlarını göstermekle bu rivayetler arasında bir zıtlık veya ihtilâf yoktur.

Bu hadisenin ne zaman meydana geldiği ihtilaflıdır. Urve ibnu'z-Zubeyr'den naklen Zuhrî'nin söylediğine göre Bedr Gazvesinden sonraki altı ayın başında ve Uhud Gazvesinden önce; İbn İshak'a göre ise Bi'ru Maûne ve Uhud'dan sonra meydana gelmişti.[128]

1. Suddî'den rivayette hadise Zuhri'nin söylediği zamanda meydana gelmiş olup Suddî şöyle anlatıyor: Nadîr oğulları yahudileri, Amir oğullarından öldürülen iki kişinin diyetine yardım etmelerini istemek üzere kendilerine gelen Hz. Peygamber (sa) ve ashabına suikast tertip etmişler, Cibril’in uyarısıyla Hz. Peygamber yoldan dönmüş; Hz. Peygamber (sa)'in suikastı öğrendiğini anlayan Ka'b ibnu'l-Eşref de kaçmış ve Mekke'ye gelmiş, burada Mekke müşrikleriyle Muhammed aleyhinde birlikte hareket etmek üzere anlaşmışlardı. İşte o zaman Ebu Sufyân, Ka'b'a: "Ey Ebu Sa'd, siz kitab okuyan ve bilen bir kavimsiniz. Biz ise bilmeyiz. Bize haber ver; Bizim dinimiz mi, yoksa Muhammed'in dini mi daha hayırlı?" diye sordu. Ka'b: "Bana dininizi anlatın." dedi. Ebu Sufyân: "Biz öyle bir kavimiz ki (misafirlerimize ikram için) büyük büyük hörgüçlü dişi develeri boğazlar, hacılara su verir, misafirleri ağırlar, Rabbimizin beytini imar eder, atalarımızın tapınmakta olduğu ilâhlarımıza tapınırız. Muhammed ise bunları terketmemizi ve kendisine tabi olmamızı istiyor." dedi. Ka'b: "Sizin dininiz Muhammed'in dininden daha hayırlı, dininizde sebat edin. Görmez misiniz Muhammed tevazu ile gönderildiğini söylüyor ama kendisi kadınlardan dilediği kadarını nikahlıyor. Kadınlara malik olmaktan daha büyük bir hükümdarlık var mı?!" dedi. İşte bu âyet-i kerime bunun üzerine nazil olmuştur.[129]

2. İbn Abbâs'tan rivayete göre ise bu hadise Kureyş önderliğinde Arab kabileleri Medine'ye hücum etmek üzere toplanırlarken, yani Hendek Gazvesi öncesinde meydana gelmiştir. İbn Abbâs şöyle anlatıyor: Kureyş, Gatafan ve Kurayza'dan Medine üzerine yürüyecek orduyu toplayanlar Huyey ibn Ahtab. Selâm ibn Ebi'l-Hukayk, Ebu Râfi', Rebî' ibn Ebi'l-Hukayk, Ebu Amir' Vahvah ibn Amir (veya Arim) ve Hevze ibn Kays idiler. Bunlardan Vahvah, Ebu Amir ve Hevze, Vâil oğullarından, diğerleri de Nadîr oğullarından idiler. Her biri bir yahudi hahamı olan bu kişiler Kureyş'e geldiklerinde Mekke müşrikleri: "Bunlar yahudi hahamları ve ilk kitabları bilen ilim ehlidirler. Onlara sorun bakalım: Sizin dininiz mi yoksa Muhammed'in dini mi daha hayırlı?" dediler de onlara sordular. Bu kişiler: "Hayır, tam tersine sizin dininiz onun dininden daha hayırlı ve siz Muhammed'den ve ona tâbi olanlardan daha doğru yoldasınız?" dediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[130]

52. İşte onlar, Allah'ın lanetlemiş olduklarıdır. Her kimi de Allah lânetlemişse sen, onun için asla bir yardımcı bulamayacaksın.

Katâde'den rivayette o şöyle diyor: Bize anlatıldığına göre bu âyet-i kerime Ka'b ibnu'l-Eşref, Huyey ibn Ahtab ve Nadîr oğullarından iki yahudi hakkında nâzil olmuştur ve âyetin nüzulüne sebep olan hadise bir hac mevsiminde meydana gelmiştir. Şöyle ki: Müşrikler onlara: "Biz mi doğru yoldayız, yoksa Muhammed ve ashabı mı? Bizler sedanet ve şikayetin ehliyiz, Harem ehliyiz." demişler de Ka'b ve Huyey bile bile yalan söyleyerek: "Hayır, tam aksine siz daha doğru yoldasınız." demişler. Onları bu yaptıklarına sürükleyen de herhalde Muhammed ve ashabına karşı besledikleri çekememezlik duygusudur. Nitekim kabilelerine döndüklerinde kavimleri onlara: "Muhammed, sizin hakkınızda kendisine şöyle şöyle âyet indiğini zannediyor." demişler de o ikisi: "Vallahi doğru söylemiş. Bizi onun hakkında böyle konuşmaya ancak ona olan kızgınlığımız ve çekememezliğimiz sevketmiştir." demişler.[131]

İbn Zeyd'den gelen bir rivayette ise müşriklere bunları söyleyen sadece Huyey ibn Ahtab'dır ve hayırhahlığa, doğruluğa müşriklerin dini yanında kendi dinini de katarak söylemiştir.[132] Bu ihtilâflardan sarf-ı nazarla, veya bu rivayetlerin ortak noktalarını alarak söylersek bu iki âyet-i kerimenin (51 ve 52. âyet) nüzul sebebi yahudilerdir ve burada sergilenen tavır yahudi tavrıdır.[133]

54. Yoksa Allah'ın, fazlından, sınırsız lûtfundan verdiği insanları mı çekemiyorlar? Doğrusu Biz, İbrahim soyuna da kitabı ve hikmeti verdik ve onlara çok büyük bir hükümranlık bahsettik.

İbn Abbâs'tan rivayet ediliyor ki Yahudiler: "Muhammed, kendisine verilenlerin kendisine tevazu içinde verildiğini sanıyor. Kendisinin hem mütevazi olduğunu söylüyor, hem de dokuz karısı var. Kadından başka bir düşüncesi yok. Hangi hükümranlık bundan daha üstündür ki?" dediler de bu âyet-i kerime nazil oldu.[134]

58. Şüphesiz ki Allah, size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hüküm vermenizi emreder. Gerçekten Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki Allah Semî'dir, Basîr'dir.

Zeyd ibn Eslem ve Şehr ibn Havşeb'den rivayete göre "Şüphesiz ki Allah, size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hüküm vermenizi emreder." âyet-i kerimesi devlet başkanları hakkında nazil olmuştur.[135]

İbn Cureyc'den rivayette o şöyle demiştir: "Şüphesiz ki Allah, size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hüküm vermenizi emreder." âyet-i kerimesi Osman ibn Talha ibn Ebî Talha el-Hacebî el-Abderî ve amcasının oğlu Şeybe ibn Osman ibn Ebî Talha hakkında nazil olmuştur. Mekke'nin fethi günü Hz. Peygamber (sa) Ka'be'nin anahtarını onlardan alarak Ka'be'ye girmiş, bu âyet-i kerimeyi okuyarak çıkmış ve Osman ve Şeybe'yi çağırarak Ka'be'nin anahtarını tekrar kendilerine vermiş. Ömer ibnu'l-Hattâb der ki: "Allah'ın Rasûlü (sa) bu âyet-i kerimeyi okuyarak çıktığında anam babam ona feda olsun, daha önce bu âyet-i kerimeyi okuduğunu hiç duymamıştım." Hz. Ömer'in bu sözü bu âyet-i kerime'nin Hz. Peygamber (sa)'e, o Ka'be'nin içindeyken nazil olduğunu gösteriyor.

Müfessirler ve tarihçiler bu hadiseyi şöyle naklederler: Bu âyet-i kerime Osman ibn Talha hakkında nazil oldu. Ka'be'nin sedanet görevi (Ka'be'nin anahtarlarını taşıma vazifesi) ondaydı. Hz. Peygamber (sa), Mekke'nin fethi günü Mekke'ye girdiğinde Osman, Ka'be'yi kilitliyerek Ka'be'nin üstüne çıkmış. Allah'ın Rasûlü (sa) Ka'be'nin anahtarını aramış, "Osman ibn Talha'da" demişler.Osman'dan anahtarı istemiş, o ise vermemekte direnmiş ve: "Şayet Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğunu bilseydim anahtarı ona vermemezlik etmezdim." demişse de Hz. Ali, Osman'ın kolunu bükerek elinden anahtarı almış ve Ka'be'nin kapısını açmış, Allah'ın Rasûlü (sa) de girerek Ka'be'nin içinde iki rek'at namaz kılmışlar. Efendimiz Ka'be'den çıkınca hacılara su verme görevi olan sikâye ile Ka'be anahtarını taşıma görevi olan Sedane'nin kendisinde birleşmesini arzu eden amcası Abbâs Ka'be anahtarının kendisine verilmesini istemiş de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş. Bunun üzerine Rasûlullâh (sa), Hz. Ali'ye, anahtarı Osman'a geri vermesini ve ondan özür dilemesini emretmiş, Hz. Ali de Efendimizin emrini yerine getirip anahtarı Osman'a verince Osman: "Ey Ali, anahtarı benden zorla aldın ve bana eziyet ettin, sonra geldin rıfk ile geri veriyorsun, ne oldu ki böyle yapıyorsun?" diye sormuş, Hz. Ali: "Ey Osman, Allah senin hakkında âyet indirdi." deyip bu âyet-i kerimeyi okuyunca Osman: "Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şehadet ederim." deyip müslüman olmuş. Cibril gelip: "Bu Beyt dünya yüzünde oldukça anahtarı ve Sedanet görevi Osman'ın oğullarında olacaktır." demiş. Halen bugün de onların elindedir. Mücâhid'den gelen rivayette Hz. Peygamber'in anahtarı Osman'a iade ettirip: "Ey Ebu Talha oğulları bunu Allah'ın emaneti olarak alınız. Bunu sizden ancak bir zâlim alır veya almak ister." buyurmuşlardır.[136]

Tabiîdir ki ilk nüzulünde Osman ibn Talha bu âyetin hükmüne evleviyyetle dahil ise de daha sonra her bir emanet sahibinin, din ve dünya işinden kendisine bir şey emanet edilecek kişinin emanete lâyık olması, emanetlerin her zaman ve zeminde ehline verilmesi ile ilgili hüküm, herkesten önce devlet başkanları da dahil olmak üzere Osman ibn Talha'nın durumundaki herkese şâmil olacaktır.[137]

59. Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Rasûlü'ne ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin. Eğer bir şeyde çekişirseniz Allah'a ve âhiret gününe iman etmişseniz onun hallini Allah'a ve Rasûlü 'ne bırakın. Bu, hem en hayırlı ve hem de netice itibariyle en güzeldir.

Suddî'den rivayette o şöyle diyor: Allah'ın Rasûlü (sa) Hâlid ibnu'l-Velid komutasında bir seriyye gönderdi. Ammâr ibn Yâsir de seriyyede idi. Üzerine gönderildikleri kabileye doğru yola çıktılar ve onlara yaklaştıklarında gece olmuştu. Onlara yakın bir yerde gecelediler. Onları gören Zu'l-Abîneteyn adındaki birisi o kabileye varıp durumu haber vermekle bir kişi hariç bütün kabile kaçtılar. O kişi ise bu haberi duyunca ailesine toparlanmalarını söyleyip geceleyin müslüman seriyyeye gelerek Ammâr ibn Yâsir'i sormuş, ona gelerek: "Ey Ebu Yakzân, ben müslüman oldum; Allah'ın yegâne ilâh ve Muhammed'in O'nun kulu ve Rasûlü olduğuna şehadet ettim. Kavmim sizin geldiğinizi duyunca hep kaçtılar, ben ise kaldım, onlarla gitmedim. Yarın müslüman olmam bana fayda verir mi? şayet fayda vermeyecekse ben de kaçayım." dedi. Ammâr: "Aksine elbette müslüman olman sana fayda verir, yerinde kal." dedi. O kişi de kabilesinin peşinden gitmeyip ailesiyle birlikte malının başında kaldı. Ertesi sabah müslümanlar o kabileye varınca ondan başkasını bulamadılar. Onu yakalayıp malını da aldılar. Bu haber Ammâr'a ulaşınca hemen Hâlid'e geldi ve: "Bu adamı serbest bırak, o müslüman olmuştur ve o, benden bir eman içindedir, ben ona eman verdim ve kalmasını ona ben emrettim." dedi. Hâlid: "Emîr ben iken sen, ne hakla ve nasıl eman verirsin?" dedi. Ammâr: "Evet, sen emîr iken ona ben emân verdim." dedi ve birbirlerine hoş olmayan şeyler söylediler de mes'eleyi Hz. Peygamber (sa)'e götürdüler. Allah'ın Rasûlü (sa), Ammâr'ın emanını geçerli kıldıktan sonra bir ikinci kere emîre karşı eman vermemesini söyledi. Hz. Peygamber (sa)'in yanında Hâlid ile Ammâr çekişmeye devam ettiler ve birbirlerine sövdüler, Hâlid: "Ey Allah'ın elçisi, şu sıska kölenin bana sövmesine seyirci mi olacaksın?" dedi de Allah'ın Rasûlü (sa): "Ey Hâlid, Ammâr'a sövme; kim Ammâr'a söverse Allah da ona söver, kim Ammâr'a buğzederse Allah da ona buğzeder, kim Ammâr'a lanet ederse Allah da ona lanet eder." buyurdular. Ammâr, Hâlid'e kızgın olarak kalkıp çıkınca Hâlid de peşinden çıkıp elbisesini tuttu, ondan özür diledi, kendisinden razı olmasını istedi, Ammâr da ondan razı oldu. İşte bunun üzerine Allah Tealâ "Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Rasûlü'ne ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin." âyet-i kerimesini indirdi.[138]

İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette ise Ammâr ibn Yâsir yerine Hz. Peygamber (sa)'in gönderdiği bir seriyyede bulunan (veya yalnız başına bîr seriyye olan) Abdullah ibn Huzâfe ibn Kays ibn Adiyy es-Sehmî hakkında nazil olduğu nakledilmektedir.[139] Bu âyet-i kerimenin Abdullah ibn Huzâfe hakkında indiğine dair haber Ebu Saîd el-Hudrî'den ve fakat nüzul kaydı olmaksızın şöyle nakledilmektedir: Allah'ın Rasûlü (sa) Alkame ibn Mücezziz'i bir seriyyenin başına getirerek göndermişti. Ben de içlerindeydim. Yolda bir grup izin istediler, o da onların başına Abdullah ibn Huzâfe'yi tayin ederek izin verdi. Onlar yolda bir yerde konaklamışlarken askerleri ısınmak veya ateşte bir şeyler yapmak üzere ateş yakmışlar. Son derece şakacı olan Abdullah onlarla biraz eğlenmek üzere: "Bana itaat etmekle yükümlü değil misiniz?" demiş, "Evet onunla yükümlüyüz." demişler. "Size ne emredersem onu yaparsınız değil mi?" demiş, ona da evet diye cevap vermişler. "O halde şu ateşe atılmanızı emrediyorum." demiş. Askerleri ateşe atlayacaklarmış gibi kalkıp ateşin etrafına geçince onların ateşin içine atlayacaklarını zannederek "Sakın, kendinizi ondan tutup alıkoyun, sakın ateşe atlamayın. Ben size şaka yapıyordum" demiş. Sonra seriyyeden Medine'ye dönüp geldik. Abdullah'ın arkadaşları durumu Hz. Peygamber (sa)'e anlattılar da Allah'ın Rasûlü (sa): "Onlardan, yani emirlerden her kim size Allah'a ma'siyet olan bir şey emrederse ona sakın itaat etmeyin." buyurmuş. [140]

Aynı hadise isim verilmeden ve nüzul kaydı olmaksızın Buhârî, Müslim ve Neseî'de ayrıntılarda küçük farklarla şöyle tahriç olunmuştur: Ali'den rivayete göre Allah'ın Rasûlü (sa) ansardan birisinin komutasında bir seriyye göndermiş, komutanlarını dinleyip itaat etmelerini emretmişti Seriyye komutanını bir şekilde kızdırdılar da "Bana odun toplayın." diye emretti. Odun topladılar. Onlara: "Ateş yakın." diye emretti ve onlara: "Allah'ın Rasûlü size, beni dinleyip itaat etmenizi emretmedi mi?" dedi. Askerleri: "Evet, öyle emretti." dediler. "O halde size emrediyorum, ateşe girin." dedi. Birbirlerine baktılar; bir kısmı komutanın emrine itaat için ateşe girmek isterken bir kısmı da: "Biz, ateşten kaçarak Rasûlullah (sa)'a iman ettik. Şimdi niye ateşe girelim." dediler. Onlar böyle konuşmaya ve tartışmaya devam ederken seriyye komutanının kızgınlığı geçti ve ateş de söndü. Dönüp geldiklerinde durumu Hz. Peygamber (sa)'e anlattılar da O, ateşe girmek isteyenlere: "Eğer o zaman ateşe girmiş olsaydınız, bir daha ondan asla çıkamaz ve kıyamete kadar ateşte kalırdınız.", diğerlerine de: "Hayır işlediniz." buyurdular ve şöyle devam ettiler: "Allah'a isyan olan konularda komutana veya başkana itaat etmek yoktur. İtaat ancak ma'rûftadır."[141]

60. Sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Küfretmeleri emrolunmuşken Tâğût'un önünde muhakeme edilmelerini isterler. Halbuki şeytan, onları uzak bir sapıklıkla saptırmak istiyor.

İbn Abbâs'tan rivayete göre bu âyet-i kerime Eşlem kabilesinin kâhini Ebu Bürde el-Eslemî hakkında nazil olmuştur. Yahudilerin, kendisine götürdüğü anlaşmazlıklarda hüküm verir, anlaşmazlıkları çözerdi. Bir keresinde Eşlem kabilesinden bazı kimseler de ona dava götürünce Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.

Katâde'den rivayete göre ise Ansar'dan Kays adında bir sahabî ile bir yahudi arasında, çekiştikleri bir hak konusunda Hz. Peygamber (sa)'e gelmek yerine Medine'nin kâhinine gitmişler de bu âyet-i kerime nazil olmuş. Yahudi, Hz. Peygamber (sa)'in hükümde kendisine haksızlık etmeyeceğini bildiği için "Hüküm vermesi için Allah'ın Rasûlü'ne gidelim." derken müslüman olduğunu sanan o ansarî "Hayır, kâhine gidelim." diye diretiyormuş da bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş[142] Bu münafığın adının Bişr, Hz. Peygamber (sa) yerine hüküm vermesi için gitmek istediği kişinin Ka'b ibnu'l-Eşref ve bu olayın aynı zamanda Nûr Sûresinin 48. âyetinin de nüzul sebebi olduğu da söylenmiştir.[143]

Şa'bî'den gelen rivayette de bir yahudi ile müslümanlardan bir münafık arasındaki bir husumette yahudinin, rüşvet almayacağını bildiği için "Aramızda hüküm vermesi için Muhammed'e gidelim." derken münafığın, hüküm verirken rüşvet aldığını bildiği kendi hâkimlerine gitmekte diretmesi üzerine ne ona, ne diğerine değil Cüheyne'den bir kâhine gitmeye karar veriyorlar da Allah Tealâ bunlar hakkında bu âyet-i kerimeyi indiriyor.[144]

İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle anlatıyor: el-Culâs ibnu's-Sâmit, Muattib ibn Kuşeyr, Rafı' ibn Zeyd ve Beşîr müslüman olduklarını iddia ederlerdi. Bir keresinde kavimlerinden bazıları ile bir ihtilâfları oldu da onların kavminden müslüman olanlar bunları, aralarındaki ihtilâfta hüküm vermesi için Hz. Peygamber (sa)'e gitmeye davet ettiler. Bunlar ise kavimlerinden müslüman olup da o anlaşmazlığa düştükleri kimseleri câhiliye kâhinlerine gitmeye çağırdılar. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi. Haberi İbn Ebî Hatim, İbnu'l-Munzir ve İbn İshak tahric etmişlerdir.[145]

Rebî' ibn Enes'den gelen bir rivayette o şöyle demiştir: Hz. Peygamber (sa)'in ashabından birisi mü'min, diğeri münafık iki kişi arasında bir anlaşmazlık meydana gelmişti. Mü'min, anlaşmazlığın giderilmesi için hüküm vermek üzere Hz. Peygamber (sa)'e gitmelerini, münafık ise Ka'b ibnu'l-Eşref e gitmelerini istiyordu. İşte bunun üzerine Allah Tealâ "Sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Küfretmeleri emrolunmuşken Tâğût'un önünde muhakeme edilmelerini isterler. Halbuki şeytan, onları uzak bir sapıklıkla saptırmak istiyor." âyet-i kerimesini indirdi.[146]

İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette de âyetin bir yahudi ile bir münafık arasında cereyan eden bir anlaşmazlık üzerine indiği anlatılırken Hz. Ömer de hadiseye müdahil gösterilmekte. Şöyle ki: Bir yahudi ile Bişr adında bir münafık arasında bir anlaşmazlık oldu da yahudi: "Muhammed'e gidelim." dedi. Münafıksa "Hayır, Ka'b ibnu'l-Eşref'e gidelim." dedi. Allah Tealâ kitabında o Ka'b'ı "Tâğût" olarak adlandırmıştır. Yahudi, illâ Muhammed'e gideceğiz diye ayak direyince münafık istemeye istemeye razı oldu ve Hz. Peygamber (sa)'e gelerek davalarını Efendimiz (sa)'e anlattılar. Allah'ın Rasûlü (sa) yahudi lehine hükmetti. O'nun yanından çıkınca münafık yahudiyi yakaladı ve: "Bunun hükmüne razı değilim, Ebu Bekr'e gidelim." dedi. Ona gittiler, o da yahudi lehine hüküm verdi. Münafık Ebu Bekr'in hükmüne de razı olmayıp "Gel, bir de Ömer ibn Hattâb'a gidelim." dedi. İkisi birlikte Ömer'e geldiler. Yahudi: "Ey Ömer, ben ve bu adam Muhammed'e davamızı götürdük, Muhammed benim lehime, bunun aleyhine hükmetti, bu adam onun hükmüne razı olmadı, davamızı sana getirmek istedi ve bana (beni sana getirmek için) asıldı, işte ben de onunla birlikte sana gelmiş oldum." dedi. Hz. Ömer münafığa: "Öyle mi oldu?" diye sordu. Onun evet, cevabı üzerine ikisine: "Ben size çıkıncaya kadar şurada biraz durun." deyip evine girdi, kılıcını kuşanıp çıktı ve kılıcıyla vurup münafığı öldürdü, sonra da: "Allah'ın ve Rasûlü'nün hükmüne razı olmayan hakkında işte ben böyle hüküm veririm." dedi. Yahudi (öldürülme sırası kendisine de gelir korkusuyla) kaçıp gitti ve işte bunun üzerine "Haklarında verdiğin hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar." (âyet: 65)'e kadar olmak üzere bu âyet-i kerimeler nazil oldu. Cibril gelip şöyle dedi: "Ömer, hak ile bâtılı birbirinden ayırdı." ve ondan sonra Ömer Faruk diye isimlendirildi."[147]

Suddî ise Evs ve Hazrec'in antlaşmaları olan Nadîr oğulları yahudileri ile Kurayza oğulları yahudileri arasında bir öldürme hadisesinin diyeti konusundaki anlaşmazlık üzerine bu âyetin indiğini söylemiştir. Suddî kavlinde hadise şöyle gelişmiştir: Yahudilerden bazı kimseler müslüman olurken diğer bazıları da münafıklık yapmaktaydılar. Cahiliye devrinde Kurayza oğullarından birisi, Nadîr oğullarından birini öldürdüğünde karşılık olarak katil öldürüldüğü gibi üstüne bir de yüz vesak hurma diyet olarak alınır; Nadîr oğullarından birisi, Kurayza oğullarından birini öldürdüğünde ise karşılık olarak katilin öldürülmesi bir yana sadece 60 vesak hurma diyet verirlerdi. Bunlardan Nadîr oğulları, araplardan Evs kabilesinin, Kurayza oğulları da Hazrec kabilesinin antlaşmalısı idiler. (Hz. Peygamber (sa)'in Medine'ye gelişi ve bunlardan bazısının müslüman, bazısının münafık olduğu bu dönemde) Nadîr oğullarından birisi, Kurayza'dan birisini öldürdü ve bu konuda tartışmaya başladılar. Nadîr oğulları: "Biz sizinle cahiliye devrinde katil sizden olduğu takdirde karşılık olarak öldürülmesi, bizden olduğunda sizin bu katili öldürmemeniz, her bir vesak 60 sâ' olmak üzere sizin diyetinizin 60 vesak, bizim diyetimizin (bize verilecek diyetin) ise 100 vesak olması konusunda anlaşmıştık. Biz size sadece bunu, yani 60 vesak diyeti veririz."dediler. Hazrecliler ise: "Bu, cahiliye devrinde yaptığınız bir şey idi. Çünkü o zaman siz çok, biz ise azdık ve siz bize üstün gelmiştiniz. Şimdi ise biz ve siz kardeşleriz" dinimiz ve dininiz birdir ve sizin bize bir üstünlüğünüz yok." dediler. Münafıklar bu anlaşmazlık üzerine hakemliğine müracaat etmek üzere "Eşlem kabilesinden Kâhin Ebu Bürde'ye gidelim." dediler. Müslümanlar ise: "Hayır, tam tersine Hz. Peygamber'e gidelim." dediler. Münafıklar, Ebu Bürde'ye gitmekte ayak dirediler de aralarında hakem olması ve hüküm vermesi için Ebu Bürde'ye gittiler. Ebu Bürde: "Lokmayı büyütün." diyerek verecekleri rüşveti artırmalarını istedi."Sana on vesak veririz." dediler. "Hayır, diyetim 100 vesaktır; çünkü Kurayzalı lehine hüküm versem Nadîrli, Nadîrli lehine hüküm versem Kurayzalılar beni öldürecekler." dedi. O, yüz vesak rüşvette ısrar ederken hüküm için gelenler de 10 vesakta direttiler de aralarında hüküm vermedi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi. Hz. Peygamber Eşlem kabilesinin kâhinini İslâm'a davet etti, o ise müslüman olmayarak huzurundan ayrılıp gitti. Hz. Peygamber (sa), kâhinin müslüman olan iki oğluna: Babanıza yetişin, eğer filân geçidi öte geçerse bir daha asla müslüman olmaz." buyurdular. Babaları, Hz. Peygamber (sa)'in işaret buyurduğu geçide varmadan peşinden yetiştiler, müslüman olması için onunla konuşmaya ve iknaya çalıştılar da bu çabaları semere verdi. Geri dönüp geldi ve müslüman oldu. Hz. Peygamber (sa) Medine içinde birisini çıkartıp "Ey ahali, haberiniz olsun Eşlem'in kâhini müslüman olmuştur." diye nida ettirdi,[148] Taberî Tefsiri'ndeki Suddî rivayetinde bu kâhin'in adı Ebu Berze olarak verilmekte ve hadisenin sadece bu âyet-i kerimenin değil "Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip sonra haklarında verdiğin hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar." (âyet: 65) âyet-i kerimesine kadar olan âyetlerin nazil olduğu belirtilmektedir.[149] Suddî'den gelen ikinci bir rivayette bu âyet-i kerime yanında "Biz Tevrat'ta üzerlerine yazdık ki cana can, göze göz, kulağa kulak, dişe diş; bütün yaralar birbirine kısastır." (Mâide, 5/45) ve "Onlar halâ cahiliye devrinin hükmünü mü arıyorlar?..." (Mâide, 5/50) âyetlerinin de bu hadise üzerine indiği kaydedilmektedir.[150]

Anlaşmazlık ister iki mü'min arasında, isterse bir mü'min ile gayr-ı müslim arasında vukubulsun halledilmesi için gidilmesi gereken yer aynı olduğu için rivayetler arasındaki bu farklılıklar çok fazla önem taşımamaktadır. Öte yandan bu hadiselerin birbirine yakın zamanlarda, belki aynı günde meydana gelmiş ve hepsinin akabinde bu âyet-i kerimenin inmiş olması da ihtimal dışı değildir.[151]

62. Kendi işledikleri yüzünden başlarına bir musibet geldiğinde nasıl hemen sana geldiler de "Gayemiz, sadece bir iyilik etmek ve ara bulmaktan ibaret idi. " diye yemin ediyorlar.

63. Onlar öyle kimselerdir ki kalblerindekini Allah bilir. Sen onlara aldırma da öğüt ver, haklarında tesirli sözler söyle.

Mescid-i Dırârı yapanlar hakkında nazil olduğu söylenmiştir. Allah Tealâ, bu mescidi yapmalarındaki münafıklıklarını ifşa edip mescidi yıkmalarını emredince Rasûlullah (sa)'a gelmişler ve kendilerini savunma sadedinde olmak üzere "Bu mescidi yapmaktan maksadımız sadece Allah'a itaat ve Kitabına uymaktan ibaretti." diye yemin etmişlerdi.[152]

64. Biz bir peygamber göndermişsek onu ancak Allah'ın izniyle itaat edilmek için göndermişizdir. Onlar kendilerine yazık ettikleri zaman sana gelip Allah'tan mağfiret dileseler ve peygamberleri de onlara mağfiret dileseydi elbette Allah'ı Tevvâb ve Rahim olarak bulacaklardı.

Bu âyet-i kerimenin de hemen öncesindeki âyetlerde anılan münafıklar hakkında nazil olduğu rivayeti yanında Ebu Bekr el-Esamm şöyle bir sebep daha zikreder: Bir kısım münafık Hz. Peygamber (sa)'e bir hile yapmak üzere aralarında anlaştılar ve yapacakları hileyi plânladılar, sonra da plânladıkları bu hileyi gerçekleştirmek üzere Efendimiz (sa)'in yanına girdiler. Hemen Cibrîl gelip o münafıkların plânladıkları hileyi haber verdi de Efendimiz: "Bir kısım insanlar yapamayacakları, ulaşamayacakları bir şeyi isteyerek, arzu ederek yanımıza girdiler. Kalksınlar Allah'tan mağfiret dilesinler ki ben de onlar için istiğfarda bulunayım." buyurdu. Kalkmadılar. "Kalkmayacak mısınız?" diye tekrar sordu, yine kalkıp Allah'tan mağfiret dilemediler. Hz. Peygamber: "Ey filân kalk, ey filân kalk." diye onlardan 12 kişiyi saydı. Kalktılar ve: "Senin söylediğini yapmaya gerçekten karar verip azmetmiştik. Kendimize zulmettiğimizden dolayı Allah'a tevbe ediyoruz, sen de bizim için istiğfarda bulunuver." dediler. Hz. Peygamber: "Şimdi mi? Çıkın; ben işin başında sizin için istiğfar etmeye şimdikinden daha yakındım, Allah da mağfiret dilemeyi kabule daha yakın idi (ama kalkıp mağfiret dilemediniz). Şimdi yanımızdan çıkın." Buyurdular.[153]

65. Rabbine yemin olsun ki aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükmü kabullenmede içlerinde bir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar...

Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi hakkında gelen rivayetlerden en meşhuru Zubeyr ibnu'l-Avvâm ile Bedr ashabından olan ansarî komşusunun bahçelerini suladıkları bir su akıntısı hakkında anlaşmazlığa düşmeleri ve Hz. Peygamber (sa)'e davalarını iletmeleri hadisesi üzerine nazil olduğu şeklindedir. Bir rivayette irtidad eden oğullarının peşinden onları getirip İslâm'a zorlama izni alamayan bir ansarî hakkında nazil olduğu da kaydedilirken biraz önce geçen 60. âyetle birlikte ve onun nüzulüne sebep olan hadise üzerine nazil olduğu da, Hz. Peygamber (sa)'in hükmüne razı olmayıp Hz. Ömer'e giden iki kişiden birinin Hz. Ömer tarafından öldürülmesi üzerine nâzil olduğu da söylenmiştir. Şöyle ki:

1. Buhârî'nin Ebu'l-Yemân kanalıyla; Tirmizî'nin Kuteybe kanalıyla Urve İbnu'z-Zubeyr'den rivayetine göre babası Zubeyr, Bedr gazvesinde bulunmuş ansardan birisi ile taşlık araziden gelen ve ikisinin de hurma bahçelerini suladıkları Harra'daki (Harra, Medine'de bir yer adıdır. Sanki ateş yakmış gibi siyahlaşmış taşlarla dolu taşlık bir yer imiş[154] bir su hakkında anlaşmazlığa düşmüşler. Ansarî: "Ey Zubeyr, suyu bırak benim bahçeme aksın." derken Zubeyr "Hayır, önce ben sulayacağım." demiş de Hz. Peygamber (sa)'e gelmişler. Hz. Peygamber: "Ey Zubeyr, o suyla bahçeni sula, sonra da suyu komşuna bırak." buyurmuşlar. Buna kızan ansarî: "Ey Allah'ın elçisi, halanın oğlu olduğu için mi?" demiş. Hz. Peygamber (sa)'in yüzünün rengi değişmiş (yüzü kızgınlığından kızarmış) ve: "Ey Zubeyr, bahçeni sula, sonra su duvarlara (duvar diplerine) ulaşıncaya kadar suyu hapset, bırakma. Ancak ondan sonra suyu komşuna bırak." buyurmuş ve Zubeyr'in hakkını tam olarak vermiş. Halbuki daha önceki hükmünde hem Zubeyr'e ve hem de ansarîye bir genişlik ve müsamaha varken ansarî kendisini kızdırınca açık hükümde bulunan Zubeyr'in hakkını tam olarak kendisine vermiştir. Urve der ki: Zubeyr şöyle demiştir: Vallahi kuvvetle sanıyorum "Rabbine yemin olsun ki aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükmü kabullenmede içlerinde bir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar." âyet-i kerimesi ancak bu hadise üzerine (veya bu hadise hakkında) nazil olmuştur.[155] Tirmizî ve İbn Mâce rivayetlerinde hadiseyi Urve ibnu'z-Zubeyr, Abdullah ibnu'z-Zubeyr'den nakletmektedir. Bu rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla Zubeyr'in bahçesi yukarda, komşusu ansarînin bahçesi onun altında olup su, Zubeyr'in bahçesinden geçerek ansarînin bahçesine ulaşmakta imiş.). Taberî'deki rivayette de ansarînin Hz. Peygamber (sa)'e: "Ey Allah'ın peygamberi, halanın oğlu olsa bile adaletli ol!" dediği ve bunun üzerine Hz. Peygamber (sa)'in kızdığı ve "Suyu duvarlara ulaşıncaya kadar veya topuklarına ulaşıncaya kadar tut, bırakma." buyurduğu, ayrıntısı yer almaktadır.[156]

Bu hadis İmam Ahmed'in Musned'inde şöyle tahric olunmuştur: Abdullah kanalıyla Abdullah ibn Zubeyr'den rivayet olunduğuna göre o şöyle anlatıyor: Taşlık bir araziden akıp gelen bir sudan (veya Harra'daki bir sudan) hurmalarını sulama konusunda Ansar'dan bir adamla Zubeyr anlaşmazlığa düşmüşler, Ansarî babama: "Suyu sal, bırak." demiş, babam da kabul etmemiş ve aralarında hüküm vermesi için Hz. Peygamber (sa)'e gelmişler. Rasûlullah (sa): "Ey Zubeyr, önce sen sula, sonra da suyu komşuna bırak." buyurmuş. Ansarî buna kızmış ve: "Elbette onun lehine hükmedeceksin. Çünkü o senin halanın oğlu." demiş. Efendimiz de bunun üzerine: "Ey Zubeyr, hurmalarını sula, sonra suyu tut, duvarlara ulaşıncaya kadar bırakma." buyurmuş. Zubeyr der ki: Vallahi, ben kuvvetle sanıyorum "Rabbine yemin olsun ki aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükmü kabullenmede içlerinde bir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar..." âyeti bunun üzerine (veya bunun hakkında) nazil oldu.[157]

Humeydi'nin... Ümmü Seleme'nin çocuklarından (neslinden) Seleme ibn Abdullah ibn Ömer'den rivayetine göre Zubeyr ibnu'l-Avvâm ile bir adam Rasûlullah (sa)'a gelip hasımlaşmışlar, Hz. Peygamber (sa) Zubeyr ibnu'l-Avvâm lehine hüküm vermiş. Adam da: "Elbette halasının oğlu olduğu için onun lehine hüküm verdi." demiş (diye dedikodu yapmış). Bunun üzerine Allah Tealâ: Rabbine yemin olsun ki aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükmü kabullenmede içlerinde bir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar." âyetini indirmiş. Hadisi Taberânî de tahric etmiştir.[158]

Zubeyr ibnu'l-Avvâm ile su konusunda anlaşmazlığa düşen bu ansârî sahâbînin kim olduğu da ayrı bir ihtilâf konusudur: Bedr ashabından ansardan birisi, Hâtıb İbn Ebî Belte'a, Hâtıb, Sa'lebe ibn Hâtıb ve başka isimler verilmişse de bunlardan kesin olan, bu sahâbînin ansardan ve bedr ashabından olduğudur.[159]

2. Musa ibn Harun kanalıyla Suddî'den gelen rivayette de o şöyle anlatmış: Künyesi Ebu'l-Husayn olan Ansar'dan birisi hakkında nazil oldu. İki oğlu vardı. Şam'dan yağ ticareti yapan bazı tüccarlar gelmiş, mallarını satıp bitirerek döneceklerinde bu Ebu'l-Husayn'ın iki oğlu bu tüccarların yanına gelmişler. Tüccarlar bu çocukları hristiyan olmaya davet etmişler, onların propagandası ile bu iki çocuk hristiyanlığı kabul etmişler ve tüccarlarla birlikte onlar da Şam'a gitmişler. Ebu'l-Husayn Hz. Peygamber (sa)'e gelip: Ey Allah'ın elçisi geri getirmek üzere peşlerinden gideyim mi? diye sormuş da "Dinde zorlama yoktur. Gerçekten iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır. Artık kim tâğûtu tanımayıp da Allah'a iman ederse o, muhakkak ki kopması olmayan en sağlam kulpa yapışmıştır." (Bakara, 2/256) âyet-i kerimesi nazil olmuş ve Efendimiz: "Allah onları rahmetinden uzak kılsın, o ikisi müslüman olduktan sonra küfre dönenlerin ilkidir." buyurmuşlar. Suddî, bu hadisenin, Hz. Peygamber (sa), ehl-i kitab ile savaşmakla emrolunmazdan önce olduğunu kaydeder. Ayrıca Ebu'l-Husayn, Hz. Peygamber (sa)'in kendisini, çocuklarının peşinden onları geri çevirmek üzere göndermemesinden pek memnun olmamıştı. İşte bunun üzerine de: "Rabbine yemin olsun ki aralarında ortaya çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hüküm yüzünden içlerinde bir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça gerçekten iman etmiş olmazlar." âyeti nazil oldu. Sonra Allah Tealâ bu muhayyerliği nesihle Berâe Sûresinde ehl-i kitab ile savaşı emretti.[160]

3. Biraz önce (60. âyetin nüzul sebebinde) İbn Abbâs'tan rivayetle de o âyetin bir yahudi ile bir münafık arasında cereyan eden bir anlaşmazlık üzerine indiği anlatılırken Hz. Ömer de hadiseye müdahil gösterilmekte idi. Aynı hadise biraz farklı olarak bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi olarak İbn Ebî Hatim ve İbn Merdûye tarafından İbn Lehîa kanalıyla Ebu'l-Esved'den şöyle nakledilmektedir: İki kişi Hz. Peygamber'in huzurunda birbirlerini dava ettiler de Allah'ın Rasûlü aralarında bir hüküm verdi. Ancak aleyhine hüküm verilen Efendimiz (sa)'in hükmünü beğenmeyerek (veya buna razı olmayarak): "Bizi Ömer ibnu'l-Hattâb'a gönder." dedi. Allah'ın Rasûlü (sa): "Peki, ona gidin." buyurdu da Hz. Ömer'e gittiler. Ömer'in yanına geldiklerinde lehine hüküm verilen adam: "Ey Hattâb'ın oğlu, Allah'ın Rasûlü benim lehime ve bu adamın aleyhine hüküm verdi." dedi. Hz. Ömer öbürüne dönüp: "Öyle mi oldu?" diye sordu. Adamın: "Evet." cevabı üzerine: "Sakın yerinizden ayrılmayın. Ben şimdi yanınıza çıkıp aranızda hüküm vereceğim." dedi, eve girdi, birazdan kılıcını kuşanmış olarak çıktı, Hz. Peygamber'e: "Bizi Ömer'e gönder." diyene vurup öldürdü, diğeri dönüp kaçtı ve Rasûlullah (sa)'a gelerek: "Ey Allah'ın elçisi, vallahi Ömer arkadaşımı öldürdü, ben kaçıp elinden kurtulmasam beni de öldürecekti." dedi. Allah'ın Rasûlü (sa): "Ömer'in mü'minleri öldürmeye kalkışacağını sanmıyorum." buyurdu da Allah Tealâ "Rabbine yemin olsun ki aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükmü kabullenmede içlerinde bir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar..." âyet-i kerimesini indirdi ve Rasûlullah (sa)'ın hükmüne razı olmayan o adamın kanını heder ederken Hz. Ömer'i de suçsuz buldu. [161]

66. Şayet onlara: "Kendinizi öldürün, yahut memleketinizden çıkın. " diye emretmiş olsaydık pek azı müstesna bunu yapmazlardı. Kendilerine öğüt verilen şeyleri yerine getirseydiler elbette bu, haklarında çok hayırlı ve payidar olma açısından daha sağlam bir hareket olurdu,

Suddî'den rivayet olunuyor: Sabit ibn Kays ibn Şemmâs ile bir yahudi birbirlerine karşı övündüler. Yahudi: "Allah bize, kendinizi öldürün diye emretti, bunu bize farz kıldı da biz (yani atalarımız) kendilerimizi öldürdük. Muhammed ise size savaşmayı emrediyor, siz bunu kerih görüyor, savaşmak istemiyorsunuz" dedi. Sabit: "Vallahi, eğer Allah bize, kendimizi öldürmemizi farz kılsaydı hiç tereddüt etmeden kendimizi öldürürdük." dedi de Allah Tealâ "Kendilerine öğüt verilen şeyleri yerine getirseydiler elbette bu, haklarında çok hayırlı ve payidar olma açısından daha sağlam bir hareket olurdu." âyet-i kerimesini indirdi.[162] Yahudi ile konuşan bu sahabinin Hz. Ebu Bekr veya Hz. Ömer veya Abdullah ibn Mes'ûd olduğu rivayetleri de vardır. Bu rivayetlerde Hz. Peygamber (sa)'in yahudi ile tartışan bu sahabinin yahudiye karşı söylediğini duyunca "Benim ümmetimden öyle erler var ki kalblerindeki iman ulu dağlardan daha sabit ve yerleşiktir." buyurduğu da zikredilmektedir.[163]

69. Kim Allah'a ve O Rasûl'e itaat ederse işte onlar Allah'ın kendilerine in'âm buyurduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve sâlihlerle birliktedirler. Ne güzel arkadaştırlar onlar!

Hafız Ebu Nuaym'ın..' Hz. Aişe'den rivayetinde o şöyle anlatıyor: Bir adam Allah'ın Rasûlü (sa)'ne geldi ve: "Ey Allah'ın elçisi, sen bana kendimden, ailemden ve çocuklarımdan daha sevgilisin. Ben evdeyken seni hatırlıyorum, hatırlayınca da sana gelip yüzüne bakmamaya sabredemiyorum, senin ayrılığına dayanamıyorum. Benîm ve senin ölümünü hatırladığımda da biliyorum ki sen cennete girdiğinde elbette diğer peygamberlerle birlikte yüksek bir mertebeye yükseltileceksin. Ben ise cennete girdiğimde -eğer oraya girebilirsem- korkarım seni orada göremeyeceğim." dedi. Allah'ın Rasûlü ona herhangi bir cevap vermedi de Cibrîl inip "Kim Allah'a ve O Rasûl'e itaat ederse işte onlar Allah'ın kendilerine in'âm buyurduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve sâlihlerle birliktedirler..." âyet-i kerimesini indirdi.[164]

Bazıları bu âyet-i kerimenin, ansardan Abdullah ibn Zeyd ibn Abdirabbih hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Rüyasında kendisine ezan gösterilen sahabî de bu zâttır. Bir gün Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş ve: "Ey Allah'ın elçisi, sen ve biz öldüğümüzde sen yüceler yücesinde olacaksın, seni göremeyeceğîz ve seninle bir arada olamayacağız." deyip üzüntüsünü dile getirmişti de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu. Bu sahâbînin, Hz. Peygamber (sa)'in vefatı üzerine "Ey Allah'ım, benim gözlerimi kör et de sevgilimden sonra sevgilime kavuşuncaya kadar bir şey görmeyeyim." diye dua ettiği ve hemen o anda gözlerinin kör olduğu da nakledilmektedir.[165]

Kelbî'den rivayete göre de Hz. Peygamber (sa)'in azatlı kölesi Sevbân ibn Bucdud (veya Cahder, künyesi: Ebu Abdullah veya Ebu Abdurrahman. Yemen, Himyer asıllı. Esir edilmiş, Hz. Peygamber tarafından satın alınarak azat edilmişti. Allah'ın Rasûlü (sa) onu azat ettikten sonra: "İstersen ailene geri dön, istersen bizden, ehl-i beytimizden ol." buyurmuş, o da Hz. Peygamber (sa)'le birlikte kalmayı yeğlemiş ve Efendimiz'in vefatına kadar O'ndan hiç ayrılmamıştı,[166] hakkında nazil olmuştur. Allah'ın Rasûlü (sa)'nü çok sever, ondan ayrı kalmaya sabredemezdi. Bir gün Hz. Peygamber (sa)'in yanına geldi, yüzü sararmış, sanki iyice arıklamış, yüzünden üzüntüsü okunuyor bir haldeydi. Allah'ın Rasûlü (sa) ona: "Ey Sevbân, senin benzini sarartan nedir?" diye sordu. Sevbân: "Ey Allah'ın Elçisi, ne bir hastalığım, ne bir acım var. Fakat seni görmediğim zamanlar seni özlüyor ve senin yanına gelinceye kadar şiddetli bir yalnızlık hissediyorum. Bu dünya böyle de, sonra âhireti hatırladım ve seni orada hiç görememekten korktum. Çünkü ben biliyorum; sen diğer peygamberlerle birlikte yüce mertebelere yükseltileceksin, ben cennete girersem herhalde aşağılarda, senin mertebenden daha aşağıda bir yerde olacağım. Şayet cennete giremezsem zaten ebediyyen seni görmem bir daha mümkün olmayacak." dedi de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi. Mesrûk'tan gelen rivayette ise Sevbân yerine benzer yakınmanın bazı ashabdan geldiği kaydedilmekle yetinilmektedir.[167]

72. Aranızda pek ağır davranacak olanlar da var. Size bir musibet geldiği takdirde ''Allah, bana gerçekten lütfetti de onlarla birlikte bulunmadım. " der.

73. Eğer Allah'ın lütfuna mazhar olursanız, andolsun ki, sizinle bir dostluk ve tanışıklığı yokmuş gibi "Keşke onlarla birlikte olsaydım da ben de büyük başarıya erişseydim. " der.

İbn Abbâs ve İbn Cureyc derler ki: Abdullah ibn Ubeyy ve ashabı gibi münafıklar hakkında nazil olmuştur. Cihada gitmekte ağırdan alırlar; gönderilen seriyyenin başına bir kötülük gelirse, ağırdan alıp o seriyyeye katılmamış olanlar"Allah bana lütfetti de bu seriyyeye katılmadım." derler; gönderilen seriyye bir ganimet elde etmişse "Keşke ben de bunlarla birlikte olsaydım." dermiş.[168]

77. Kendilerine "Savaştan ellerinizi çekin, namazı kılın, zekâtı verin. " denilmiş olanlara bakmaz mısın? Şimdi onlar üzerine savaş farz kılınınca içlerinden bir grup Allah'tan korkar gibi, hattâ daha şiddetli bir korkuyla insanlardan korkuyorlar. Bunlar; "Ey Rabbimiz, üzerimize şu savaşı niye farz kıldın? Ne olurdu bizi yakın bir geleceğe kadar geri bırakaydın. " dediler. Onlara de ki: 'Dünyanın geçimliği azdır. Ahiret ise müttakîler için elbette en hayırlıdır. Ve kıl kadar haksızlığa uğratılmayacaksınız. "

Kelbî der ki: Rasûlullah (sa)'ın ashabından Abdurrahman ibn Avf, el-Mikdâd ibnu'l-Esved, Kudâme ibn Maz'ûn ve Sa'd ibn Ebî Vakkâs gibileri hakkında nazil olmuştur. Efendimiz (sa) Mekke'de iken bunlar müşriklerden çok eziyet görüyorlar ve müşriklerle savaşmada acele ederek: "Ey Allah'ın elçisi, kazma, küskü gibi âletler edinsek de müşriklerle savaşmamıza izin versen, onlarla savaşsak." diyorlar, Hz. Peygamber (sa) de onlara: "Ellerinizi onlardan çekin, çünkü henüz onlarla savaşmakla emrolunmadım." diyordu. Ama ne zaman ki Allah'ın Rasûlü (sa) Medine-i Münevvere'ye hicret etti ve orada Allah Tealâ onlara, müşriklerle savaşmalarını emretti; işte o zaman bazıları bundan hoşlanmadılar ve bu onlara ağır geldi de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[169]

İbn Abbâs'tan rivayet ediliyor ki o şöyle anlatıyor: Abdurrahman ibn Avf ve arkadaşları Mekke'de Hz. Peygamber (sa)'e gelerek: "Ey Allah'ın nebîsi, biz müşrikler iken aziz ve güçlüler idik, ne zaman ki iman ettik zelil olduk." dediler. Allah'ın Rasûlü (sa): "Ben, affetmekle emrolundum, kavimle (müşriklerle) savaşmayın." buyurdular. Ne zaman ki Allah Tealâ Rasûlü (sa)'nü Medine'ye çevirdi (hicret ettirdi) orada müşriklerle savaşı emretti de bazıları bundan geri durdular. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[170]

Bu ve bunu takip eden âyetlerin yahudiler hakkında[171] veya münafıklar hakkında nazil olduğunu ileri süren müfessirler de vardır.[172]

78. Nerede olursanız olun, sağlam kaleler içinde bile olsanız ölüm size erişecektir. Şayet onlara bir iyilik isabet ederse "Bu, Allah'tandır." derler. Bir kötülük erişirse de "Bu, senin yüzündendir. " derler. De ki: "Hepsi Allah katındandır. Bunlara ne oluyor ki hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar? "

Ebu Salih rivayetinde İbn Abbâs şöyle diyor: Uhud gazvesinde mü'minlerden bazıları şehid olunca cihaddan geri duran ve arkada kalarak savaşa katılmayan münafıklar: "Öldürülen kardeşlerimiz de bizimle beraber olsalar ve savaşa gitmeselerdi ölmez ve öldürülmezlerlerdi." dediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[173]

Ayet-i kerimenin "Şayet onlara bir iyilik isabet ederse "Bu, Allah'tandır." derler. Bir kötülük erişirse de "Bu, senin yüzündendir." derler. De ki: "Hepsi Allah katındandır." kısmının nüzul sebebinin ise yahudiler ve münafıklar olduğu söylenmiştir. Şöyle ki: Hz. Peygamber (sa)'in Medine-i Münevvere'ye gelmesinden bir süre sonra: "Bu adam ve arkadaşları bize geldikten sonra meyvelerimizde ve ekinlerimizde noksanlığı (eksikliği) bilir olduk." dediler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[174]

80. O Rasûl'e itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse Biz seni onlara bekçi göndermedik.

Mukatil der ki: Hz. Peygamber (sa): "Kim bana itaat ederse Allah'a itaat etmiştir. Kim de beni severse Allah'ı sevmiştir." deyince münafıklar: "Bu adam bu sözüyle Allah'a şirk koşmaya yaklaştı (veya yakında kendisinin Allah'ın ortağı olduğunu söyleyecek). Allah'tan başkasına ibadet etmemizi yasaklayacak sonra da hristiyanların İsa'yı Rab edindikleri gibi kendisini Rab edinmemizi isteyecek" dediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[175]

83. Kendilerine güven ve korkuya dair bir haber geldiğinde onu yayarlar. Halbuki o haberi O Rasul'e ve kendilerinden olan ulu'l-emre götürselerdi onlar ondan ne gibi bir netice çıkaracaklarını bilirlerdi. Eğer üzerinizde Allah'ın nimet ve rahmeti olmasaydı pek azınız müstesna şeytana uyup gitmiştiniz.

Hz. Peygamber (sa) hanımlarından îlâ yapıp ayrıldığında -ki bir rivayette hicretin dokuzuncu senesi, başka bir rivayette de Kurayza oğulları gazvesinden sonra, Hudeybiye müşahhasından öncedir. Kurayza oğulları gazvesi hicretin beşinci yılı sonlarında Hudeybiye musalahası ise hicretin altıncı yılı sonlarındadır ve bu îlâ hadisesi geniş olarak Ahzâb Sûresinin 28. âyetinin nüzul sebebinde ayrıca zikredilecektir- Hz. Ömer mescid-i nebevîye girmiş ve insanların "Allah'ın Rasûlü hanımlarını boşadı." dediklerini duymuş. Hemen Hz. Peygamber (sa)'in yanına girmiş ve ona: "Hanımlarını boşadın mı?" diye sormuş, O'nun: "Hayır." cevabı üzerine dışarı çıkmış ve en yüksek sesiyle bağırarak: "Uyanık olun, gözünüzü açın! Allah'ın Rasûlü kadınlarını boşamadı!." diye nida etmiş. Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[176] Hadise, îlâ hadisinde Müslim tarafından Hz. Ömer'den rivayetle tahric olunmakla birlikte orada bu âyetin nüzulüne sebep olduğu kaydı yoktur.[177]

84. Allah yolunda savaş. Sen, ancak kendinden sorumlusun. İman edenleri de savaşa teşvik et; umulur ki Allah, o küfredenlerin şiddet ve baskınını önler. Allah, kahrı da cezalandırması da en şiddetli olandır.

Bu âyet-i kerimenin Bedr es-Suğrâ (Küçük Bedr) Gazvesi hakkında nazil olduğu söylenir. Ebu Süfyân, Uhud'dan ayrılırken "Mev'idimiz gelecek sene Bedr olsun." diyerek ayrılmıştı. Kararlaştırılan bu zaman gelince Rasûlullah (sa), kimseyi bu gazveye katılmaya zorlamamış hattâ "Yalnız başına da olsam bu randevuya gideceğim." buyurarak kararlılığını göstermekle yetinmiş, ona katılan 70 atlı ile randevu yerinde hazır bulunmuş ve fakat Ebu Süfyân bu buluşmaya gelmemiş ve bu yüzden bu gazvede savaş da olmamıştır.[178]

Bu hadise daha önce Al-i İmrân Süresinin 173-174. âyetlerinin de nüzul sebebi olarak geniş şekilde orada verildiğinden burada tekrarına gerek görmüyoruz.[179]

85. Kim iyi işte aracılık ederse ondan kendisine bir pay ayrılır. Kim de kötü bir şeyde aracılık yaparsa o kötülükten kendisine bir pay vardır. Allah her şeye hakkıyla Kadir ve Nazırdır.

Yahudiler, Hz. Peygamber (sa)'in huzuruna girerken selam vermek yerine "es-Sâmu aleykum" derlerdi. (Arapçada) "es-Sâm" da ölüm anlamındaydı. Hz. Aişe bir gün Hz. Peygamber (sa)'e bu şekilde selâm verdiklerini duyunca "Sâm ve lanet sizin üzerinize olsun! Bunu Allah'ın Rasûlü'ne mi söylüyorsunuz?" dedi. Hz. Peygamber: "Ben onlara, ne diyordum, biliyor musun? Ben de onlara: "ve aleyküm=Sizin de üzerinize olsun." diyordum." buyurdular da bu ayeti kerime nazil oldu.[180]

87. Allah ki O'ndan başka ilâh yoktur, yegâne ilâh O'dur. Geleceğinde hiç şüphe olmayan kıyamet günü sizi muhakkak toplayacaktır. Allah'dan daha doğru sözlü kim olabilir?!

Mukatil der ki: Bu âyet-i kerime, ölümden sonra yeniden diriltilme konusunda şüpheye düşenler hakkında nazil olmuştur.[181]

88. Size ne oluyor da münafıklar hakkında, Allah onları kazandıkları sebebiyle tepesi aşağı getirdiği halde, halâ iki bölük oluyorsunuz? Allah'ın saptırdığını siz mi hidayete erdirmek istiyorsunuz? Allah kimi dalâlette bırakmışsa artık sen onun için asla bir yol bulamayacaksın.

89. Kendileri kâfir oldukları gibi sizin de kâfir ve onlara eşit olmanızı isterler. O halde onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden kimseyi dostlar edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları bulduğunuz yerde yakalayıp öldürün ve onlardan ne bir dost, ne de bir yardımcı edinin.

Bu âyet-i kerimenin iniş sebebi olarak farklı hadiseler nakledilmektedir. Bunları sırasıyla şöyle verebiliriz:

1. Zeyd ibn Sâbit'ten rivayette o şöyle diyor: Hz. Peygamber (sa) Uhud'a çıktığında onunla birlikte çıkmış olanlardan bir kısmı geri döndüler. Hz. Peygamber (sa)'in ashabı ikiye bölünmüştü; bir bölük "Onlarla savaşırız.", ya da "Onları öldürelim." diyor, diğer bölük de "Onlarla savaşmayalım, onları öldürmeyelim." diyordu. İşte bunun üzerine Allah Tealâ "Siz halâ münafıklar hakkında, Allah onları kazandıkları sebebiyle tepesi aşağı getirdiği halde, neden iki bölük oluyorsunuz?" âyetini indirdi.[182]

Tirmizî ve Ahmed ibn Hanbel rivayetinde Hz. Peygamber (sa)'in o münafıklar hakkında bu âyet-i kerimenin inmesi üzerine: "O (Medine-i Münevvere) Taybe'dir; Ateşin, demirin (veya gümüşün) kirini giderdiği gibi kiri (ve kirli, pis olanı) giderir, içinde barındırmaz." buyurduğu fazlalığı vardır.[183] Bu âyetteki münafıklardan evvel emirde kastedilenlerin Uhud günü Hz. Peygamberle birlikte askerleri ile savaşa çıkmışken Hz. Peygamber (sa)'den yine askerleriyle birlikte ayrılarak geri dönen Abdullah ibn Ubeyy ve arkadaşları olduğunda şüphe yoktur.[184]

2. Ebu Seleme ibn Abdurrahman'dan, o da babasından rivayet ediyor ki bazı araplar Medine-i Münevvere'ye gelerek müslüman olmuşlar, orada iken Medine vebası ve hummasına yakalanmışlar ve belki buradan çıkarsak bu vebadan kurtuluruz diyerek Medine'den çıkmışlar. Medine'den çıkarlarken Rasûlullah (sa)'ın ashabından bazıları onlara rastlamış ve "Neden geri döndünüz? sizi Medine'den geri döndürüp çıkaran nedir?" diye sormuşlar. Onlar da: "Medine vebasına yakalandık ve bu yüzden orayı sevmedik." dediler. Hz. Peygamber'in ashabı onlara: "Sizin için Allah'ın Rasûlü'nde güzel bir örnek yok muydu?" dedikten sonra kendi aralarında ayrılığa düşmüş ve Medine'den ayrılan bu araplar hakkında bazıları: "Bunlar münafık." derken, diğer bazıları da: "Yok hayır onlar münafık filân değil, onlar müslüman." demişler de bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş.[185]

Suddî'den rivayette ise o şöyle anlatıyor: Münafıklardan bir kısım insanlar Medine'den çıkıp gitmek istediler ve mü'minlere: "Medine'de başımıza acılar geldi, buranın havası bize yaramadı. Biraz dışarı çıkalım, biz açık alanların, çöllerin insanlarıyız, belki dışarının havası bize iyi gelir de iyileşiriz, sonra yine döner geliriz." dediler ve çıkıp gittiler. Onlar gittikten sonra Hz. Peygamber (sa)'in ashabı, onlar hakkında fikir ayrılığına düştüler. Bir grup: "Bunlar Allah'ın düşmanları münafıklardır. İsterdik ki Allah'ın Rasûlü izin verse de onlarla savaşsaydık." derken diğer bir grup: "Hayır, öyle değiller; onlar da bizim kardeşlerimiz, Medine'nin havasına alışamadılar da o sebeple dışarı çıktılar. Bir süre şehir dışında gezip dolaşacaklar, iyileşince de geri dönecekler." dediler de Allah Tealâ bu Âyet-i kerimeyi indirdi.[186]

3. Mucâhid'den gelen rivayette ise müslümanlar, Mekke'den muhacir olarak gelip sonra irtidad eden bir grubun münafık olup olmadığı konusunda ayrılığa düşmüşler ve bu âyetler bunun üzerine nazil olmuştur. Şöyle ki: Mekke'den bir grup Medine'ye gelmişti. Medine halkı onları muhacirler sanıyordu. Halbuki daha sonra irtidad ettiler ve Mekke'de kalan ticaret mallarını getirmek için Mekke'ye gitmek üzere Hz. Peygamber (sa)'den izin istediler, ve Medine'den ayrıldılar. Onlar ayrıldıktan sonra Rasûlullah (sa)'ın ashabı onlar hakkında ihtilâfa düştüler, bazıları: "Bunlar münafık." derken, diğer bazıları da: "Hayır, bunlar mü'minler." dediler. Ancak Allah Tealâ onların münafık olduklarını haber vermek üzere bu âyet-i kerimeyi indirdi. Peşinden de "Allah yolunda hicret edinceye kadar onların içinden kimseyi dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse bulduğunuz yerde onları yakalayıp öldürün..." âyeti ile onlarla savaşmalarını emretti. Onlardan bazısı da mallarını getirip Hz. Peygamber (sa) ile aralarında antlaşma bulunan Hilâl ibn Uveymir'e sığındılar. Mü'minlerle savaşma konusunda göğsü daralarak bunalan işte bu Hilâl'dir ki "Ancak sizinle aralarında bir antlaşma olan bir millete sığınanlar ve sizinle savaşmaktan veya kendi milletleriyle harbetmekten bunalarak size başvuranlar müstesnadır..." âyeti ile öldürülmekten muaf tutulanlar işte bu Hilâl'e gelenlerdir.[187]

Abd ibn Humeyd ve İbn Ebî Hatim, İkrime'den rivayetle hadiseyi biraz daha farklı anlatırlar: Müslümanlardan bazı kimseler ticaret yapmak üzere müşriklerden mal alıp bunları Yemâme'ye götürdüler. Müslümanlar bu kişiler hakkında aralarında ayrılığa düştüler. Bazıları, onların irtidad ettikleri kanaatiyle: "Şunlarla karşılaşsak da öldürsek ve ellerindekileri alsak." derken diğer bazıları da: "Bu sizin için uygun olmaz; onlar sizin kardeşleriniz, ticaret için oralara gittiler." dediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[188]

4. İbn Abbâs'tan rivayet ediliyor: Mekke'de bazı kimseler vardı ve bunlar müslüman olduklarını söylüyor, fakat müşriklere arka çıkıyor, onlara yardımcı oluyorlardı. Bunlar bir takım ihtiyaçları peşinde Mekke'den çıktılar. "Yolda eğer Muhammed'in arkadaşlarına rastlarsak bile onlardan bize zarar gelmez." diyorlardı. Mü'minler, bu kimselerin Mekke'den yola çıktıklarını duyunca bir grup mü'min: "Şu habislerin tepesine binip onları öldürün. Onlar size karşı düşmanlarınıza yardım ediyorlar." dediler. Diğer bir grup ise: "Sübhanallah, sizin söylediklerinizi söyleyen (yani kelime-i şehadet getiren) bir kavmi sırf hicret etmedikleri, ülkelerini terketmedikleri için mi öldürecek, kanlarını ve mallarını helâl sayacaksınız?" dediler. Böylece o mekkeliler hakkında iki gruba ayrıldılar. Hz. Peygamber (sa) ne birini, ne diğerini söylediklerinden men'etmedi de sonunda bu âyet-i kerime nazil oldu.[189]

Katâde'den rivayete göre de müslümanların, haklarında ayrılığa düşüp ikiye ayrıldıkları Mekke halkından iki kişi olup yolda müslümanlardan bir grup bu iki mekkeliye rastlamışlar, bir kısmı "bunların canları ve malları size helâldir." derken, ikinci bir grup "Hayır, helâl değildir." demişler ve bu konuda münakaşaya tutuşmuşlar da Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş. Ma'mer ibn Râşid'den rivayette de Mekkelilerden bir grup müslüman olmadıkları halde yalan söyleyerek Hz. Peygamber (sa)'e müslüman olduklarını yazmışlar ve Mekke'de kalmaya da devam etmişler. Daha sonra bunlara rastlayan bazı müslümanlar bunların durumu hakkında şüpheye düşüp ikiye ayrılmışlar; kimisi onları müslüman sayıp kanlarını ve mallarını haram sayarken bazıları da onların müslümanlığına inanmayarak canlarının ve mallarının helâl olduğunu savunmuşlar. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş.[190]

5. İbn Zeyd de âyet-i kerimenin, İfk hadisesinde Hz. Aişe aleyhinde konuşan Abdullah ibn Übeyy hakkında nazil olduğunu söylemiştir.[191] Saîd ibn Mansûr ve İbn Ebî Hatim'in Sa'd ibn Muâz'dan rivayetlerinde o şöyle anlatıyor: İfk hâdisesinde Hz. Peygamber (sa) bir gün minbere çıktı ve: "Ey insanlar, Bana ailem (Aişe) hakkında eziyet eden ve eziyet edenleri evinde toplayandan kim kurtaracak?" buyurdu. Evs'in efendisi Sa'd ibn Muâz: "Ey Allah'ın elçisi, eğer o kimse Evs'den ise onu bize söyle hemen öldürelim. Eğer kardeşlerimiz Hazrec'den birisi ise bize ne emredersen ona itaat ederiz." dedi. (Hazrec'in efendisi) Sa'd ibn Ubâde kalktı ve: "Ey Sa'd, bu senin yapacağın şey değildir. Eğer Hazrec'den ise onu senin öldürmen olacak şey değildir," ya da: "'Ey Sa'd, sen kim oluyorsun da Hazreci hakkında Allah'ın Rasûlü'ne itaattan bahsedebiliyorsun!" dedi. Useyd ibn Hudayr kalktı ve: "Ey İbn Ubâde, sen münafıksın ve münafıkları seviyorsun." dedi. Muhammed ibn Mesleme kalktı ve: "Ey insanlar, size ne oluyor? Görmüyor musunuz Allah'ın Rasûlü henüz aramızda, içimizdedir; o emreder, biz de emrini yerine getiririz." dedi ve bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[192]

Hadiseyle ilgili farklı rivayetler ve konunun diğer ayrıntıları ilerde inşaallah Nur Sûresi, 24/11 âyetinin nüzul sebebinde daha geniş olarak verilecektir.

6. Ayetin nüzul sebebinin bir baskınla Hz, Peygamber (sa)'in mevlâsı Yesâr'ı öldüren Ureyne'liler olduğu da rivayet edilmiştir.[193]

Taberî bu nüzul sebeplerinden "Mekkelilerden imana gelip de sonra irtidad eden bir grup hakkında ashab-ı kiramın ikiye ayrılıp bir kısmının bunların münafık olduğunu iddiası, diğer bir grubun da bunları mü'minler sayması üzerine o mekkelilerin münafıklar olduklarını söyleyenlerin haklı oldukları ifadesiyle bu âyet-i kerimenin nazil olduğu"nu ifade eden sebebi tercih etmiştir.[194]

7. "Kendileri kâfir oldukları gibi sizin de kâfir ve onlara eşit olmanızı isterler. O halde onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden kimseyi dostlar edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları bulduğunuz yerde yakalayıp öldürün ve onlardan ne bir dost, ne de bir yardımcı edinin." âyetinin nüzul sebebi ile ilgili olarak İbn Ebî Hatim'in Hasen'den rivayetinde o, Surâka ibn Mâlik el-Mudlicî'den naklen şöyle anlatmıştır: Hz. Peygamber (sa) Bedr ve Uhud'da zafer kazanıp Medine civarındaki kabileler müslüman olduğunda Rasûlullah (sa)'ın, kavmim Mudlic oğulları üzerine Hâlid ibnu'l-Velîd komutasında bir seriyye göndereceği haberini aldım, Hz. Peygamber (sa)'e geldim ve ona: "Nimet adına." dedim. Etraftan: "Sus!" dediler. Hz. Peygamber (sa): "Onu bırakın, ne istiyorsun?" buyurdu. "Sen, benim kavmim üzerine asker göndermek istiyorsun, ben de senin onlarla barış yapmanı istiyorum: Senin kavmin (yani Kureyş) müslüman olursa onlar da müslüman olacaklar; İslâm'a girecekler ama müslüman olmazsa senin kavminin kalbleri onlara karşı katılaşmayacak." dedim. Hz. Peygamber (sa), Hâlid ibnu'l-Velîd'in elini tutup onunla birlikte git ve onun istediğini yap." buyurdular. Hâlid de onlarla Rasûlullah'a karşı onun düşmanlarından kimseye yardım etmemeleri ve Kureyş müslüman olursa müslüman olmaları" şartlarıyla onlarla barış yaptı da Allah Tealâ "Kendileri kâfir oldukları gibi sizin de kâfir ve onlara eşit olmanızı isterler. O halde onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden kimseyi dostlar edinmeyin." âyet-i kerimesini indirdi.

Bu hadiseyi aynen nakleden İbn Merdûye, anılan âyet yerine, onu takip eden "Ancak onlardan, sizinle kendileri arasında bir antlaşma bulunan bir kavme sığınanlar ve sizinle savaşmaktan veya kendi kavimleriyle harbetmekten bunalarak size başvuranlar müstesnadır." âyet-i kerimesinin nazil olduğunu söylemiştir.[195]

90. Ancak onlardan, sizinle kendileri arasında bir antlaşma bulunan bir kavme sığınanlar ve sizinle savaşmaktan veya kendi kavimleriyle harbetmekten bunalarak size başvuranlar müstesnadır. Allah dileseydi onları size musallat kılardı da sizinle savaşırlardı. Eğer sizden uzak durur, savaşmaz ve size barış teklif ederlerse Allah, onlara dokunmanıza izin vermez.

İkrime'den rivayet edildiğine göre bu âyet-i kerime Hz. Peygamber (sa) ile aralarında antlaşma olan Hilâl ibn Uveymir el-Eslemî, Surâka ibn Mâlik ibn Cu'şum el-Mudlicî ve Huzeyme ibn Amir ibn Abdimenâf hakkında nazil olmuştur.[196] Hz. Peygamber (sa) ile aralarında antlaşma olan kavim ile kastedilenlerin Huzâ'a veya Bekr ibn Zeyd ibn Menât oğulları olduğu rivayetleri de vardır.[197] Hilâl ibn Uveymir hakkında nazil oluşuna dair tamamlayıcı bilgi İbn Ebî Hatim tahriciyle Mucâhid'den rivayet ediliyor: Hilâl ibn Uveymir ile Hz. Peygamber (sa) arasında antlaşma vardı. Kavminden bazı insanlar müslümanlarla da kendi kavimleriyle de savaşmayı kerih görerek ona sığınmışlardı da bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu. [198]

91. Diğerlerinin de sizden ve kendi milletlerinden güvende olmak istediklerini göreceksiniz. Fitneciliğe çağrıldıklarında ona can atarlar. Eğer sizden uzak durmazlar, barış teklif etmezler ve sizinle savaşmaktan geri durmazlarsa onları tutun ve bulduğunuz yerde öldürün. İşte size, onlar aleyhine apaçık ferman verdik.

Suddî der ki: Bu âyet-i kerime hem müslümanlardan, hem de müşriklerden güvende olmak isteyen ve Hz. Peygamber (sa) ile onlar arasında söz getirip götüren Nuaym ibn Mes'ûd el-Eşca'î hakkında nazil olmuştur. Suddî, Nuaym'ın daha sonra müslüman olduğunu da kaydetmektedir. Dahhâk'in İbn Abbâs'tan rivayetinde ise Abduddâr oğulları hakkında indiği belirtilmektedir. Hasen, bir grup münafık hakkında indiğini söylerken yine İbn Abbâs'tan rivayetle Medine-i Münevvere'ye gelip müslüman olan sonra da memleketlerine dönüp kâfir olduklarını açığa vuran ve Hz. Peygamber (sa)'le yaptıkları antlaşmayı bozan Esed ve Gatafanlılar hakkında indiği de söylenmiştir.[199]

92. Bir mü'min, diğer bir mü'mini hata dışında öldürmesi olur şey değildir. Bir mü'mini yanlışlıkla öldürenin bir mü'min köleyi azat etmesi ve öldürülenin ailesi bağışlamadıkça ona teslim edilmiş bir diyet ödemesi gerekir. Öldürülen mü'min, düşmanınız olan bir topluluktan ise, mü'min bir köle azat etmek gerekir. Şayet sizinle kendileri arasında antlaşma bulunan bir topluluktan ise, ailesine verilecek bir diyet ve mü'min bir köle azat etmek gerekir. Bunları bulamayan kimsenin Allah tarafından tevbesinin kabulü için iki ay ard arda oruç tutması gerekir. Allah, Alîm'dir, Hakim'dir.

1. Abdurrahman İbnu'l-Kasım'dan, o da babasından rivayet ediyor ki Hz. Peygamber (sa)'in en katı düşmanlarından birisi olan el-Hâris ibn Zeyd, müslüman olmak üzere Medine'ye gelmiş. Yolda onunla karşılaşan ve onun müslüman olduğundan haberi olmayan, ya da bunu hissetmeyen Ayyaş ibn Ebî Rabîa da tutmuş onu öldürmüş. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş. Bu rivayet, Kelbî tarafından daha geniş bir şekilde anlatılmış olup O'nun rivayeti şöyledir: Mahzûm oğullarından Ayyaş ibn Ebî Rabîa müslüman olmuş, ancak müslüman olduğunu açıklamaktan korkmuş ve kaçarak Medine-i Münevvere'ye gelip korunmak üzere orada bir evde saklanmış. Annesi Esma bint Muharribe oğlunun müslüman olmasından dolayı feryad ve figana başlamış, Ayyaş ile ana bir kardeş olan ve eski kocası Hişâm ibn Muğîra'dan olma oğulları Ebu Cehl ile Haris ibn Hişâm'ı çağırmış, onlara: "Sîz onu bana getirinceye kadar bir evin gölgesine girmeyeceğim, başıma yağ sürmeyeceğim, bir yemek tatmayacağım, bir içecek içmeyeceğim." diye yemin etmiş. Onlar da kardeşlerini aramaya çıkmışlar. el-Hâris ibn Zeyd ibn Ebî Uneyse de onlarla birlikte çıkmış ve Medine'ye kadar gelmişler, Ayyâş'ın saklandığı evi bulmuşlar ve: "Saklandığın yerden in, bize çık, senin ayrılmandan sonra annen bir evin gölgesine girmedi, sen ona dönünceye kadar yememeye içmemeye yemin etti. Allah adına sana söz veriyoruz, senin dinine karışmayacağız, seni herhangi bir dine zorlamayacağız, seninle dinin arasına girmeyeceğiz." dediler. Annesinin durumunu duyunca ve dini konusunda ona bir şey yapmayacaklarına yemin edince onlara inanmış ve saklandığı yerden çıkarak yanlarına gelmiş. Ama sözlerinde durmayarak onu Medine'den çıkarıp sımsıkı bağlamışlar, her biri yüzer sopa vurmak üzere iyice dövmüşler, sonra da annesine getirmişler. Annesi: "Vallahi, iman ettiğin Muhammed'in dinini inkâr edinceye kadar seni çözmeyeceğim." demiş ve o halde güneşin altında bırakmışlar. Sadece bazı istediklerini (yiyecek, içecek gibi) vermişler. Ayyaş orada güneş altında bağlı haldeyken bu el-Hâris ibn Zeyd gelmiş ve: "Şayet senin üzerinde olduğun din hidayet idiyse ben o hidayeti terkeder, şayet dalâlet idiyse ben o dalâlette kalmaya devam ederdim." demiş. (Başka bir rivayette: "Eğer ilk dinin hidayet idiyse onu terketmiştin, dalâlet idiyse işte şimdi yine dalâlete döndün." Demiş.[200] Hâris'in bu sözüne kızan Ayyaş: "Allah'a yemin ederim ki yalnız bulduğum an seni öldüreceğim." demiş. Bu hadiseden sonra Ayyaş, Medine-i Münevvere'ye, Allah'ın Rasûlü (sa)'ne hicret etmiş ve orada oturmaya başlamış. Bu arada el-Hâris ibn Zeyd de müslüman olarak Medine'ye hicret etmiş. O gelip müslüman olduğunda Ayyaş Medine'de değilmiş ve Hâris'in müslüman olduğundan da haberi olmamış. Bir gün Küba'da (bir rivayete göre Amr ibn Avf oğulları yurdunda,[201] yürürken bu Haris'i görmüş, görür görmez de üzerine atılıp onu öldürmüş. Çevreden yetişenler: "Ne yaptın? O müslüman olmuştu." demişler. Allah'ın Rasûlü (sa)'ne gelen Ayyaş: "Ey Allah'ın elçisi, geçmişte Haris ile olan durumumu, bana neler yaptıklarını biliyorsun. Ben onu öldürdüm ama öldürdüğümde onun müslüman olduğunu bilmiyordum." demiş de bu âyet-i kerime nazil olmuş.[202] Usdu'l-Gâbe'de bu kıssada adı geçen el-Hâris ibn Zeyd, Ma'îs oğulları kardeşi (ibn Ma'îs ibn Amir ibn Luayy) olarak verilmekte ve hal tercümesinde Ayyaş ibn Rabîa'nın onu, müslüman olduğunu bilmeden öldürdüğü kaydedilmektedir.[203] Ancak yine aynı eserde el-Hâris ibn Yezîd ibn Enese (veya (Uneyse)'nin, müslüman olarak Medine-i Münevvere'ye gelişi esnasında kendisine Bakî'de rastlayan ve müslüman olduğundan haberi olmayan Ayyaş ibn Ebî Rabîa tarafından öldürüldüğü; hemen bunun peşinden de el-Hâris ibn Yezîd el-Kuraşî el-Amirî hakkında aynı bilgilerin tekrarlandığı ve bu âyet-i kerimenin nüzulüne bu öldürme hadisesinin sebep olduğu anlatılmaktadır.[204]

Suddî'den rivayette o şöyle anlatıyor: Mahzûm oğullarında Ayyaş ibn Ebî Rabîa hakkında nazil olmuştur. Ebu Cehl ibn Hişâm'ın ana bir kardeşi idi. Hz. Peygamber (sa) Medine-i Münevvere'ye hicret etmezden önce ilk muhacirlerle birlikte Medine'ye hicret etmişti. Ebu Cehil, el-Hâris ibn Hişâm ve yanlarında Amir ibn Luayy oğullarından birisi olmak üzere onu aramaya çıkmışlar, arayarak Medine'ye kadar gelmişler. Kardeşleri arasında annelerinin en çok sevdiği Ayyaş imiş. Bu gelenler Ayyaş ile konuşmuşlar, "Annen seni görünceye kadar hiç bir evin gölgesine girmemeye yemin etti. Güneş altında yatıyor, gel, bir kere seni görsün, tekrar buraya dön." demişler, Medine'ye tekrar dönmesine engel olmayacaklarına dair Allah'a yemin etmişler. Ayyaş'ın bir arkadaşı ona soylu bir hecin devesi vermiş, "Eğer bir şekilde bunlardan korkar veya şüphelenirsen bu hecine biner ellerinden kurtulur gelirsin." demiş. Ancak Medine dışına çıkınca Ayyâş'ın üzerine atılıp onu bağlamışlar, o Amir ibn Luayy oğullarından olan kişi Ayyaş'ı dövmüş, Ayyaş da onu öldüreceğine yemin etmiş. Ayyâş Mekke'nin fethine kadar Mekke'de hapis kalmış, fetih günü dışarı çıktığında o kendisini döven Amir'liyi karşıdan gelirken görmüş. O kişi müslüman olmuş ve fakat Ayyaş onun müslüman olduğundan habersiz, tutmuş o adamı öldürmüş de bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş.[205] Suyûtî, İkrime'den rivayet ettiği bu hadisede Amir ibn Luayy oğullarından olan bu kişinin adını el-Hâris ibn Yezîd olarak veriyor.[206] Herhalde bu kişiler farklı şahıslar olmayıp ihtilâf, bu el-Hâris'in, tabakat kitablarında farklı neseblerle veya neseb silsilesindeki farklı kişilerin zikredilmesinden kaynaklanan lafzî bir ihtilâf olmalıdır

Bu Ayyaş ibn Ebî Rabîa, Hz. Peygamber (sa)'in, Mekke'de kalmış olup da kurtulmaları için kunut'ta bulunduğu zayıf müslümanlardandır.[207]

2. İbn Zeyd'den rivayette o, bu âyet-i kerimenin Ebu'd-Derdâ' ve onun öldürdüğü birisi hakkında nazil olduğunu söylemiştir. Ebu'd-Derdâ bir seriyyede iken bir ihtiyacı için arkadaşlarından bir vadiye doğru ayrılıp gitmiş ve orada koyunlarının başında birisini görerek kılıcıyla üzerine yürümüş. O adam Ebu's-Derdâ'ın kılıcıyla üzerine yürüdüğünü görünce "Lâ ilahe illallah" demişse de o dinlemeyip kılıcıyla vurup öldürmüş, koyununu da sürüp arkadaşlarının yanına gelmiş. Ama içine de bir kurt düşmüş ve gelip Rasûlullah (sa)'a sormuş. Allah'ın Rasûlü (sa): "Kalbini yarıp baktın mı?" buyurmuş ve ona kızmış, kendisi için çıkar bir yol olmadığını söylemiş. Ebu'd-Derdâ der ki: Temenni ettim ki daha önce değil de o anda İslâm'a girmiş olsam." ve Kur'ân'dan "Bir mü'min, diğer bir mü'mini hata dışında öldürmesi olur şey değildir..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[208]

3. Bekr ibn Harise el-Cuhenî'den rivayete göre ise bu âyet-i kerime onun hakkında nazil olmuştur. O şöyle anlatıyor: Rasûlullah (sa)'ın gönderdiği bir seriyyede idim. Müşriklerle savaştık, ben müşriklerden birine hamle yaptım, saldırdım. O da İslâm ile benden kendini korumak, müslüman oldum diyerek canını kurtarmak istedi. Ama ben dinlemeyip onu öldürdüm. Bu, Rasûlullah (sa)'a ulaşınca bana kızdı, o kadar çok kızdı ki "Benden uzak dur." buyurdu ama Allah Tealâ ona "Bir mü'minin, diğer bir mü'mini hata dışında öldürmesi olur şey değildir." âyetini vahyetti de benden razı oldu ve kendisine yaklaşmama izin verdi.[209]

4. Ebu'd-Derdâ'nın anlattığına benzer bir hadise Usâme ibn Zeyd'in de başından geçmiş olup bu hadisenin sonunda da bu âyet-i kerimenin nazil olduğu rivayet edilmektedir. Buna göre Usâme ibn Zeyd şöyle anlatıyor: Allah'ın Rasûlü bizi bir seriyyeye göndermişti. Cuheyne arazisinde el-Hurukat (veya el-Hurakat veya el-Huraka) denilen yerde düşmanlara baskın verdik. Düşmanlardan bir adama yetiştim, tam öldürecekken "lâ ilahe illallah" dedi. Ama ben dinlemeyip üzerine saldırdım ve öldürdüm. Sonra içime bir kurt düştü ve Medine'ye dönüşümüzde durumu Allah'ın Rasûlü'ne anlattım. Rasûlullah: "O lâ ilahe illallah dedi ve sen onu öldürdün öyle mi?" buyurdu. Ben: "Ey Allah'ın elçisi, ama silâhtan korkusundan o kelimeyi söyledi." dedim de "Kalbden samimi olarak söyleyip söylemediğini öğrenmek için kalbini yardın mı?" buyurdu. Bu sözünü o kadar çok tekrarladı ki o gün müslüman olmuş olmamı temenni ettim.[210] Müslim'deki rivayette olmamakla birlikte Kurtubî, Usâme'den rivayetle Rasûlullah (sa)'ın daha sonra Usâme için üç kere istiğfarda bulunduğunu, bir köle azat etmesini emrettiğini de kaydetmektedir.[211]

Urve ibnu'z-Zubeyr'den rivayet ediliyor ki Huzeyfe ibnu'l-Yemân Uhud günü Hz. Peygamber (sa)'le birlikte imiş. Müslümanlar, onun babası Yemân'ı kâfirlerden biri zannederek üzerine üşüşmüşler ve kılıçlarıyla ona vurmaya başlamışlar. Huzeyfe: "Durun, ne yapıyorsunuz, o benim babam." diyorsa da ancak babasını öldürdükten sonra onun söylediklerini anlayabilmişler ama iş işten geçmiş. Huzeyfe: "Allah size mağfiret etsin. Elbette O, rahmet edenlerin en merhametli sidir." demiş de Huzeyfe'nin Hz. Peygamber (sa) katında değeri bir kat daha artmış ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.[212]

93. Kim de bir mü'mini kasten öldürürse onun cezası, içinde ebediyyen kalacağı cehennemdir, Allah ona gazab etmiş, lanet etmiş ve büyük bir azâb hazırlamıştır.

Kelbî'nin Ebu Salih'ten, onun da İbn Abbâs'tan; İbn Ebî Hâtim'in de Saîd ibn Cubeyr'den rivayetine göre bu âyet-i kerime Mıkyes ibn Subâbe'nin kardeşinin öldürülmesi üzerine işlediği cinayet üzerine nazil olmuştur. Şöyle ki: Bu Mıkyes ibn Subâbe el-Kinânî ve kardeşi Hişâm müslüman olmuşlar. Bir gün Mıkyes, kardeşi Hişâm'ı, Neccâr oğulları içinde öldürülmüş olarak buldu ve gelip Rasûlullah (sa)'a durumu bildirdi. Hz. Peygamber (sa) de yanına Fihr oğullarından ve Bedr ashabından Zuheyr ibn İyâz el-Fihrî'yi katarak "Eğer katili biliyorsanız kısas yapılmak üzere bunlara teslim edin, bilmiyorsanız diyetini verin." diye Neccâr oğullarına gönderdi. Neccâr oğulları o zamanda Küba'da oturuyorlardı. Bunlar Neccâr oğullarına geldiler ve Hz. Peygamber (sa)'in emrini tebliğ ettiler. Onlar da "Allah'ın Rasûlü (sa)'nün emri başımız üstüne. Katili bilmiyoruz ve fakat diyetini verelim." dediler ve getirip öldürülen Hişâm'in diyeti olarak yüz deveyi o ikisine teslim ettiler. Mıkyes ve Zubeyr de develeri alarak Medine'ye doğru yola çıktılar. Kubâ-Medine arası yaklaşık bir saatlik yoldu. Yolda şeytan Mıkyes'e vesvese verdi de Mıkyes kendi kendine: "Kardeşinin diyetini alıp da kendine baş kakıncağı mı yapacaksın. Yanındakini öldür, cana can olsun, aldığın diyet de kâr kalsın," deyip Zubeyr'in bir gaflet anını kollayarak başına vurduğu bir kaya parçasıyla onu öldürdü, develerden birine bindi, diğerlerini de sürüp

"Onun (kardeşimin) yerine Fihrî'yi öldürdüm ve diyetini yüklettim

Neccâr oğulları ileri gelenlerine, o puğur deve sahiplerine

Öcümü aldım ve dayanıp yan geldim

İlk evvel putlara dönen de ben oldum."

diyerek irtidad etmiş halde Mekke'ye geldi. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[1]

İbn Cureyc'den rivayette ise Hz. Peygamber (sa)'in, Mıkyes'in kardeşinin diyetini Neccâr oğullarından alıp ona verdiği, daha sonra bir ihtiyacı için Mıkyes ile Fihr oğullarından birisini bir yere gönderdiği, güçlü kuvvetli birisi olan Mıkyes'in yolda o Fihr'liyi yere yıkıp başını iki taş arasına koyarak ezip öldürdükten sonra irtidad edip Mekke'ye gittiği, dönmemeleri üzerine Hz. Peygamber (sa)'in: "Herhalde bir şey oldu da dönmediler. Vallahi eğer Fihr'liye bir şey yapmışsa (onu öldürmüşse) Harem'de, Harem dışında, savaşta ve barışta olmasına bakmaz ona eman vermem." buyurmuş olduğu ve bu âyet-i kerimenin onun hakkında nâzîl olduğu, Mıkyes'in Mekke'nin fethi günü öldürüldüğü ayrıntılarına yer verilmektedir.[2] Hişâm ibn Subâbe'nin Mureysf gazvesi günü yanlışlıkla Avf ibnu'l-Hazrec oğullarından birisi tarafından düşman zannedilerek öldürülmüş olduğu rivayeti de vardır.[3] Mekke'nin fethi günü Hz. Peygamber (sa)'in, kanını heder ettiği ve nerede bulunursa öldürülmesini emrettiklerinden birisi de işte bu Mıkyes'tir. Fetih günü Ka'be'nin örtüsüne yapışmış olarak bulunup öldürülmüştür.[4]

Furkan Sûresinin 70. âyeti ile bu âyet arasındaki zahirî çelişki âlimleri, hangisinin daha önce indiğini araştırmaya sevketmiştir. Bu husustaki rivayetler muhtelif olup ikisinin inmesi arasında altı ayla sekiz sene arasında değişen bir süre olduğu rivayetlerde zikredilmekle birlikte rivayetlerin ittifakıyla bu âyet-i kerime yani Nisa, 92 âyeti, Furkân 70 âyetinden sonra nazil olmuştur. Hattâ ibn Abbâs'tan gelen bir rivayette Nisa 92 âyetinin son nazil olan âyetlerden (bir rivayette son nazil olan âyet) olduğu, hiçbir şekilde değiştirilmediği ve nesholunmadığı açıkça belirtilmektedir.[5]

94. Ey iman edenler, Allah yoluna koyulduğunuz, cihada çıktığınız zaman iyice araştırın ve size selâm verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek: "Sen mü'min değilsin. " demeyin. Allah katında çok ganimetler vardır. Önce siz de öyleydiniz de Allah size lûtufta bulundu. O halde iyice araştırın. Hiç şüphesiz Allah yapmakta olduklarınıza Habîr'dir.

1. Buhârî ve Ebu Davud'un İbn Abbâs'tan rivayetle tahric ettiklerine göre bir savaşta müslümanlar küçük bir ganimetin yanında duran bir adam görmüşler. Adam müslümanlara: "es-selâmu aleyküm." demiş ama onlar adamı öldürerek yanında bulunan o küçük ganimeti almışlar. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.[6]

2. İbn Ömer'den rivayet ediliyor: Hz. Peygamber (sa), Muhallim ibn Cessâme'yi bir seriyye'ye göndermişti. Amir ibnu'l-Azbat onlara rastlamış ve kendilerine İslâm'ın selâmı ile selâm vermişken câhiliye devrinde aralarındaki bir kinden dolayı Muhallim ona bir ok atmış ve öldürmüş. Bu haber Hz. Peygamber (sa)'e geldiğinde Uyeyne ibn Hısn ve Akra' ibn Habis onun hakkında konuşmuş, Hz. Peygamberdin huzurunda münakaşa etmişler. Akra': "Ey Allah'ın elçisi, bugün sünneti uygular, yarın değiştirirsin (veya yarın başka bir hadisede kısas yerine diyet uygularsın) demiş. Uyeyne ise: "Hayır, Allah'a yemin olsun ki onun kadınları da benim kadınlarımın, yakınlarının öldürülmesi acısını tatmadıkça razı olmam." demiş. Muhallim, iki bürdeye sarınmış olarak Allah'ın Rasûlü (sa)'nün huzuruna gelmiş ve ondan kendisi için istiğfarda bulunmasmı istemiş. Hz. Peygamber (sa): "Allah seni bağışlamasın." buyurmuş. Muhallim, göz yaşları bürdesini ıslatarak kalkmış, gitmiş ve yedinci gün de üzüntüsünden ölmüş. Götürüp defnetmişler, fakat toprak onu kabul etmeyerek dışarı atmış. Tekrar defnetmişler, toprak onu yine dışarı atmış. Gelip Allah'ın Rasûlü (sa)'ne durumu haber vermişler, "Toprak, sizin bu arkadaşınızdan daha şerli olanını kabul etmiştir. Fakat Allah Tealâ size öğüt vermek istemiştir, (başka bir rivayette: mü'minin öldürülmesi konusunda size bir mucize göstermek istemiştir.)" buyurmuş. Sonra onu götürüp iki dağ arasına atıp üzerine de taşlar yığmışlar ve Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş.[7] Urve îbnu'z-Zubeyr'den rivayette Uyeyne ile Akra' ibn Habis arasında geçen tartışma, daha doğrusu Hz. Peygamber (sa)'in huzurundaki konuşmalarının sebebi biraz açıklık kazanmaktadır. Buna göre Uyeyne ibn Hısn, Kays kabilesinin efendisi olarak, öğle namazını kıldırdıktan sonra bir ağaç altına çekilen Efendimiz'in huzuruna, kendilerinden olup da öldürülen Amir ibnu'l-Azbat'ın kanı «kısası veya diyeti)nı taleb etmek üzere gelmiş, "Ey Allah'ın Rasûlü, onun, benim kabilemin kadınlarına tattırdığı acıyı ona tattırmadan bırakmam." demiş; Akra' ibn Habis de Hındif kabilesinden olarak Muhallim ibn Cessâme'yi müdafaa etmiştir. Bu arada kavmin hizmetkârlarından olup da orada bulunan Matar el-Leysî (veya Leys oğullarından Mukeytil) adındaki kişi de "Ey Allah'ın Rasûlü, ben doğrusu İslâm'ın başlarında bu öldürülenin bir benzerini göremedim. Bu hadise şuna benziyor: {Bir koyun sürüsü düşünün, önündekilere bir taş atılır da arkada olanları ürker. Ey Allah'ın elçisi bugün sünnetini uygularsın (kısas yaparsın), yarın da bunu değiştiriverirsin (ya da diyete hükmedersin) olur biter." demiştir.[8]}

Bu Muhallim ibn Cessâme'nin ölümü ve defnedilmesi konusunda Kurtubî biraz daha ayrıntıya giriyor. Buna göre ravi şöyle anlatıyor: Götürüp defnettik. Sabah bir de baktık ki cenaze toprağın üstünde duruyor (sanki toprak cenazeyi dışarı atmış)! Herhalde bir düşmanı kabrini açmış ve soymuş." diye düşündük ve yeniden defnedip bir daha kabrini soyan olmasın diye başına da bir kaç köleyi nöbetçi diktik. Ertesi sabah bir de baktık ki ceset yine toprağın üstünde. "Herhalde köleler uyuya kaldılar." diye düşünüp tekrar gömdük ve bu sefer kendimiz kabrin başında gece nöbet bekledik. Kabri soymaya gelen giden olmadı ama sabahleyin bir de baktık ceset yine toprağın üstünde bunun üzerine götürüp bir vadiye attık.[9]

Bu hadiseyi, aynı seriyyede bulunan Abdullah ibn Ebî Hadred de şöyle anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (sa) bizi bir seriyye ile îdam'a gönderdi. İçlerinde Ebu Katâde el-Hâris ibn Rabaî ve Muhallim ibn Cessâme ibn Kays el-Leysî'nin de bulunduğu bir grup içinde çıktık. Batnu idam denilen mevkiye geldiğimizde Amir ibnu'l-Azbat el-Eşcaî bize rastladı. Bir deve üzerinde, yanında bir miktar eşya ve bir süt tulumu vardı. Bize İslâm'ın selâmı ile selâm verdi. Biz ona dokunmadık ama daha önceden aralarındaki bir kin ve düşmanlıktan dolayı Muhallim ibn Cessâme el-Leysî hücum edip onu öldürdü, devesini ve malını aldı. Allah'ın Rasûlü (sa)'ne gelip de durumu haber verdik de bizim hakkımızda Kur'ân'dan "Ey iman edenler, Allah yoluna koyulduğunuz, cihada çıktığınız zaman iyice araştırın ve size selâm verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek: "Sen mü'min değilsin." demeyin." âyeti indi (Taberî, age. v,i40). Ancak bir rivayete göre bu âyet-i kerime Muhallim ibn Cessâme hakkında nazil olmamış, Muhallim de Hz. Peygamber (sa)'in hayatında vefat etmemiş, ömrünün sonlarında Hıms'a gitmiş ve İbnu'z-Zubeyr'in halifeliği günlerinde orada vefat etmiştir.[10]

3. İbn Abbâs'tan rivayet ediliyor: Suleym oğullarından bir adam Hz. Peygamber (sa)'in ashabından bir gruba rastlamış. Yanında kendisine ait bir koyun sürüsü de varmış. Müslümanlara selâm vermiş. "Bu adam, olsa olsa bizden korunmak için bize selâm vermiştir." dediler, üzerine yürüyüp onu öldürdüler, yanındaki sürüyü de sürüp Hz. Peygamber (sa)'e getirdiler. İşte bunun üzerine Allah Tealâ "Ey iman edenler, Allah yoluna koyulduğunuz, cihada çıktığınız zaman iyice araştırın ve size selâm verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek: "Sen mü'min değilsin." demeyin.." âyet-i kerimesini indirdi.[11]

4. "Ey iman edenler, Allah yoluna koyulduğunuz, cihada çıktığınız zaman iyice araştırın ve size selâm verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek: "Sen mü'min değilsin." demeyin." âyet-i kerimesi hakkında Katâde'den rivayette o şöyle demiştir: Bu, Gatafan'dan Mirdâs hakkındadır. Fedek halkı üzerine Allah'ın Rasûlü bir seriyye göndermişti. Orada Gatafan'dan bazıları da vardı. Mirdâs da onlardandı. Arkadaşları üzerlerine bir müslüman seriyyenin geldiğini duyunca kaçtılar ama Mirdâs: "Ben mü'minim ve ben sizinle gelmeyeceğim." diyerek orada kaldı. Sabah müslüman seriyye orayı bastığında Mirdâs'a rastladılar. Mirdâs onlara (İslâm'ın selâmı ile) selâm verdi ve fakat onlar Mirdâs'i öldürdüler ve yanında bulunan malını da aldılar. İşte onun durumu hakkında Allah Tealâ "Ey iman edenler, Allah yoluna koyulduğunuz, cihada çıktığınız zaman iyice araştırın ve size selâm verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek: "Sen mü'min değilsin." demeyin." âyetini indirdi.[12]

Bu hadise Suddî tarafından biraz daha geniş naklediliyor. Şöyle ki: Rasûlullah (sa) Damre oğulları üzerine Usâme ibn Zeyd komutasında bir seriyye gönderdi. Damre oğullarından adı Mirdâs ibn Nehîk olan birisine rastladılar. Yanında bir miktar koyun ve kırmızı bir deve vardı. Onları görünce dağda bir mağaraya sığındı, Usâme de peşine düştü. Mirdâs koyunlarını mağaraya koyup onlara doğru geldi ve "es-Selâmu aleykum. Allah'ın yegâne ilâh ve Muhammed'in O'nun elçisi olduğuna şehadet ederim." dedi. Ancak Usâme, devesi ve koyunları için ona hücum ederek onu öldürdü. Hz. Peygamber (sa) Usâme'yi bir seriyyeye gönderdiği zaman onun için hayır duada bulunur ve ashabına da onu sorar (onun hakkındaki haberleri ashabına sorar veya ashabının da ona hayır dua etmesini istermiş). Bu sefer Usâme seriyyeden döndüğünde ise ashabına Usâme'nin ne yaptığını sormamış, ashabı Usâme hakkında konuşmaya başlamışlar ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, Usâme bir adama rastlamış. Adam kelime-tevhid getirmiş ama Usâme adamın üzerine hücum etmiş, o kaçarken onu öldürmüş." demişler ve ashab arasında söz çoğalmış, yayılmış. Allah'ın Rasûlü (sa) başını kaldırmış ve Usâme'ye: "Lâ ilahe illallah diyen birini nasıl öldürdün?" buyurmuş. Usâme; "Ey Allah'ın Elçisi, o adam, bizden korunmak, canını kurtarmak için bu kelimeyi söyledi." demiş. Allah'ın Rasûlü (sa): "Kalbini yarıp da oraya baktın mı?" buyurmuş. Usâme: "Ey Allah'ın elçisi, kalbi de vücudunun bir parçası." demiş ve Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş. Mesrûk'tan rivayette öldürülen adamın müşriklerden birisi olduğu, "es-Selâmu aleykum, ben mü'minim." dediği, müslümanların da onun, canını ve malını kurtarmak için böyle söylediğini zannettikleri, onu öldürüp koyunlarını aldıkları kaydedilmekte, isim verilmemektedir. Mesrûk'tan rivayette de onu öldürenin Mikdâd ibnu'l-Esved olduğu belirtilmektedir.[13] Kelbi'nin Ebu Salih'ten, onun da İbn Abbâs'tan rivayetlerinde bu seriyyenin komutanı Gâlib ibn Fudâle el-Leysî olarak zikredilmektedir.[14]

5. İbn Zeyd'den rivayette ise biraz önce geçen (92. âyetin nüzul sebebleri arasında) Ebu'd-Derdâ' hadisesi üzerine inen âyetler buraya kadar uzatılmakta ve onun hakkında inen âyetler meyanında bu âyet-i kerime de zikredilmektedir.[15]

6. Bu âyet-i kerimenin el-Mikdâd veya Gâlib ibn Fudâle el-Leysî hakkında nazil olduğu da söylenmiştir.[16] Bunlardan Mikdâd ibnu'l-Esvedle ilgili olanı Saîd ibn Cubeyr tarafından İbn Abbâs'tan rivayet edilmektedir ki Hz. Peygamber (sa)'in, Mikdâd'ı azarlarken "Senin öldürdüğün, kâfir kavim içinde imanını gizleyen mü'min bir kişiydi. İmanını açığa vurduğunda da sen öldürdün. Daha önce Mekke'de sen de onun gibiydin ve imanını gizliyordun." buyurduğu ayrıntısına da yer verilmektedir.[17]

7. Kudâd ibnu'l-Hıdricân ibn Mâlik el-Yemânî hakkında nazil olduğu, bizzat kardeşi Cez' ibnu'l-Hıdricân tarafından şöyle nakledilmektedir: Kardeşim Kudâd, Yemen'den, oradaki Serevâtu'l-Ezd'den el-Kanevnâ denilen yerden Hz. Peygamber (sa)'e gelen bir hey'et içinde idi. Hey'et, babamız Hidricân'a itaatle Hz. Muhammed'e iman eden 600 hane müslümanın imanını haber vermek üzere Hz. Peygamber'e gelmekteydi. Yolda Hz. Peygamber (sa) tarafından gönderilmiş seriyyelerden birisi, bunlara rastlar, kardeşim Kudâd her ne kadar "Ben mü'minim." demişse de kabul etmeyip öldürürler. Onu, geceleyin öldürmüşler. Bu haber bize ulaşınca çıkıp Hz. Peygamber (sa)'e geldim ve durumu haber verip öcümün alınmasını istedim. Hz. Peygamber (sa)'e "Ey iman edenler, Allah yoluna koyulduğunuz, cihada çıktığınız zaman iyice araştırın ve size selâm verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek: "Sen mü'min değilsin." demeyin." âyet-i kerimesi nazil oldu da Hz, Peygamber (sa), kardeşimin diyeti olarak 1000 dinar verdi ve bana 100 kırmızı deve verilmesini emretti. Bu haber Ebu Nuaym ve İbn Mende tarafından tahrîc olunmuştur.[18]

Görüldüğü üzere bu âyet-i kerimenin kim veya kimler hakkında indiği konusunda rivayetler muhteliftir ve sanki bunlar, nüzul sebebini beyan yerine âyet-i kerimenin hükmünün, bu konuda rivayet edilen hadiselerde zikri geçen ve "bir mü'mini hata ile öldüren kişi veya kişiler"e şâmil olduğunu haber vermektedir. Ancak bu hadiselerin birbirine yakın zamanlarda meydana gelmiş ve hepsinden sonra bu âyet-i kerimenin inmiş olması da ihtimal dışı değildir.[19]

95. Mü'minlerden, özür sahibi olanlar dışında (evlerinde) oturanlarla Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlar bir olmaz. Allah, mallarıyla, canlarıyla savaşanları derece itibariyle onlardan çok üstün kıldı. (Gerçi) Allah hepsine cenneti va'detmiştir. Fakat Allah, savaşanlara oturanların üstünde daha büyük bir ecir vermiştir.

l. "Mü'minlerden evlerinde oturup cihada gitmeyenlerle mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler eşit olmazlar." âyeti nazil olduğunda Allah'ın Rasûlü, Zeyd ibn Sabit'i çağırıp bu âyetin üzerine yazılması için bir deve kürek kemiği getirmesini istedi. O sırada oraya gelen Abdullah ibn Ümmi Mektûm bu âyeti duyunca (cihada katılamama konusunda kendi durumunu söyleyince) "Özür sahibi olanlar dışında" kısmı da nazil oldu.[20]

Buhârî, Tirmizî ve Taberî'de Zeyd ibn Sâbit'ten rivayette "İbn Ümmi Mektûm'un: "Ey Allah'ın elçisi, şayet cihada gücüm yetse elbette ben de cihad ederdim." dediği; Zeyd ibn Sâbit'in "Efendimize vahiy gelmeye başladı, dizi benim dizimin üzerindeydi. O kadar ağırlaştı ki bacağım kırılacak sandım, sonra açıldı da "özür sahibi olanlar dışında." buyurdu." sözleri de ayrıntı olarak bulunmaktadır.[21] Berâ İbn Azib'den, Hz. Peygamber (sa)'in, aynı âyet-i kerimeyi yazmasını kendisinden istediği rivayetleri de vardır.[22]

2. İbn Abbâs'tan gelen rivayet ise âyetin nüzulünü Bedr gazvesi ile ilişkilendirmektedir: O şöyle demiştir: Elbette mü'minlerden Bedr gazvesine çıkanlarla, çıkmayıp Medine'de oturanlar eşit değildirler. Bedr gazvesine çıkma emri nazil olduğunda Abdullah ibn Ümmi Mektûm ve Ebu Ahmed (Abdullah) ibn Cahş ibn Kays el-Esedî geldiler ve: "Ey Allah'ın elçisi, biz ikimiz a'mâyız; bize bir ruhsat yok mu?" dediler de bu âyet-i kerime nazil oldu.[23] İbn Abbâs'tan gelen diğer bir rivayette ise o şöyle anlatıyor: "Mü'minlerden (evlerinde) oturanlarla Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlar bir olmaz." âyet-i kerimesi nazil olduğunda bunu işiten A'mâ Abdullah ibn Ümmi Mektûm Allah'ın Rasûlü (sa)'ne gelip: "Ey Allah'ın elçisi, Allah cihad hakkında senin de bildiğin âyeti indirdi. Ben, gözleri kör bir adamım, cihada gücüm yetmiyor. Benim için, evimde oturup cihada katılmamaya Allah katında bir ruhsat yok mu?" diye sordu. Allah'ın Rasûlü (sa): "Senin durumun hakkında bana bir emir gelmedi. Sen ve senin gibiler için bir ruhsat olup olmadığını bilmiyorum." buyurdu. İbn Ümmi Mektûm: "Ey Allahım! gözlerimin görmemesi konusunda sana müracaat ediyorum!" dedi ve daha sonra Allah Tealâ, Rasûlü'ne "Mü'minlerden, özür sahibi olanlar dışında (evlerinde) oturanlarla Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlar bir olmaz. Allah, mallarıyla, canlarıyla savaşanları derece itibariyle onlardan çok üstün kıldı." âyetini indirdi.[24]

İbnu'l-Munzir'in Katâde'den rivayetine göre bu İbn Ümmi Mektûm hakkında Kur'ân'dan dört âyet-i kerime nazil olmuştur. Birisi bu âyet-i kerime, diğerleri de Nûr, 24/61; Hacc,22/16 ve Abese, 80/1 âyetleridir.[25]

97. Kendilerinin zâlimleri olarak canlarını alacağı kimselere melekler derler ki: Ne işte idiniz? Onlar: "Biz, yeryüzünde âciz kimselerdik," derler. Melekler de: "Allah'ın arzı geniş değil miydi? Siz de orada hicret edeydiniz ya." derler. İşte onlar; onların barınakları cehennemdir. O, ne kötü yerdir.

98. Ancak erkek, kadın ve çocuklardan çaresiz kalarak bir yol bulamayan zavallılar müstesnadır.

99. Umulur ki Allah onları affetsin ve Allah Afüvv 'dür, Gafur'dur.

Hz. Peygamber (sa) Mekke-i Mükerreme'de iken müslüman olup da O'nun Medine-i Münevvere'ye hicretinden sonra da aile ve kabilelerince hapsedilerek hicretlerine izin verilmeyip Mekke'de kalan, sonra da kavimleriyle birlikte Bedr'e gelen ve orada savaşta ölen gençler hakkında nazil olmuştur. İbn Hişâm bunların isimlerini vermektedir: el-Hâris ibn Zem'a ibnu'l-Esved, Ebu Kays ibnu'l-Fâkih ibnu'l-Muğîra, Ali îbn Umeyye ibn Halef, el-As ibn Munebbih İbmi'l-Haccâc[26] İkrime'den rivayette bu gençlerin isimleri: Kays ibnu'l-Fâkih ibnu'l-Muğîra, Kays ibnu'l-Velîd ibnu'l-Muğîra, Ebu'l-As ibn Munebbih ibnu'l-Haccâc şeklinde; İbn Merdûye rivayetinde "Kays ibnu'l-Velîd ibnu'l-Muğîra, Ebu Kays ibnu'l-Fâkih ibnu'l-Muğîra, el-Velîd ibn Utbe ibn Rabîa, Amr ibn Umeyye ibn Sufyân ve Ali ibn Umeyye ibn Halef şeklinde[27] farklı olarak zikredilmektedir.[28] Buhârî'de bu haber "Müslümanlardan bazı kimseler (Mekke'de kalarak imanlarını gizleyenler) müşriklerle birlikte savaşa çıkıp onların sayısını çoğalttılar; atılan bir ok onlardan birine isabet edip öldürmüş, savurulan bir kılıç onlardan birine isabet edip öldürmüştü de Allah Tealâ bu âyeti indirdi." şeklinde kısaca yer alır.[29]

İbn Vehb'den rivayette o, "Kendilerinin zâlimleri olarak canlarını alacağı kimselere melekler derler ki:... Ancak erkek, kadın ve çocuklardan çaresiz kalarak bir yol bulamayan zavallılar müstesnadır." âyetini İbn Zeyd'e sormuş da o şöyle demiş: Hz. Peygamber (sa), peygamber olarak gönderilip de iman açığa çıkıp zahir olunca münafıklık da ortaya çıktı. Bazı kimseler Allah'ın Rasûlü (sa)'ne gelip: "Ey Allah'ın elçisi, şu kavmin bize şöyle şöyle yapmasından, işkence yapmasından korkmasak elbette biz de müslüman olurduk. Fakat biz, Allah'ın yegâne ilâh olduğuna ve senin Allah'ın elçisi olduğuna şehadet ediyoruz." demişlerdi. Hz. Peygamber (sa)'e böyle söylemekle birlikte Bedr günü olunca müşrikler ayaklanıp da "Hiç kimse bizden arkaya kalmayacak, her kim geride kalırsa evini yıkarız, malını da kendimiz için mubah sayarız." deyince Hz. Peygamber (sa)'e o sözü söyleyenler de onlarla birlikte savaşa çıktılar. Onlardan bir kısmı öldürüldü, bir kısmı da esir oldu. Onlardan öldürülenler hakkında Allah Tealâ: "Kendilerinin zâlimleri olarak canlarını alacağı kimselere melekler derler ki: Ne işte idiniz? Onlar: "Biz, yeryüzünde âciz kimselerdik." derler. Melekler de: "Allah'ın arzı geniş değil miydi? Siz de orada hicret edip o sizi zayıf görenleri terketseydiniz ya." derler. İşte onlar; onların barınakları cehennemdir. O, ne kötü yerdir." buyurdu. Sonra onlardan sâdık olanların mazeretlerini kabul ederek: "Ancak erkek, kadın ve çocuklardan çaresiz kalarak bir yol bulamayan zavallılar müstesnadır. Umulur ki Allah onların müşrikler arasında oturmalarını, onlarla birlikte kalmalarını affetsin." buyurdu.. Onlardan esir edilenler: "Ey Allah'ın elçisi, biliyorsun ki biz sana gelir ve Allah'ın yegâne ilâh olduğuna ve senin Allah'ın elçisi olduğuna şehadet ederdik. Bu kavimle (müşriklerle) onlardan korkumuzdan birlikte çıktık." dediler de Allah Tealâ: "Ey peygamber, elinizdeki esirlere de ki: Eğer Allah, kalbinizde hayır olduğunu bilirse sizden alınandan daha hayırlısını size verir ve Peygamber'e karşı müşriklerle birlikte savaşmaya çıkmış olmanızı bağışlar. Eğer sana hainlik yapmak isterlerse daha önce Allah'a da hainlik etmişler ve müşriklerle birlikte savaşa çıkmışlardı da Allah, onlara karşı sana imkân ve kudret vermişti ve Allah Alîm'dir, Hakîm'dir." (Enfâl, 8/70-71) buyurdu.[30]

İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette de bu Mekke'de kalarak imanlarını gizleyen müslümanlar bu âyet-i kerime yanında başka âyetlerin de nüzulüne sebeptirler. İbn Cerîr, İbnu'l-Munzir, İbn Ebî Hâtîm ve Sünen'inde Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan rivayetle tahriclerinde o şöyle anlatıyor: Mekkelilerden bazıları müslüman olmuş ve fakat imanlarını gizlemişlerdi. Bedr günü müşrikler bunları da beraberlerinde çıkarmışlar ve müşrikler safında yer alan bu gizli müslümanlardan bazıları savaşta ölmüştü. Müslümanlar: "Onlar da bizim arkadaşlarımızdılar. Müşrikler safında savaşmaya zorlandılar; binaenaleyh onlar için istiğfarda bulunun." demişlerdi. Bunun üzerine "Kendilerinin zâlimleri olarak canlarını alacağı kimselere melekler derler ki:.." âyet-i kerimesi nazil oldu. Medine'deki müslümanlar bu âyet-i kerimeyi, Mekke'de kalıp imanlarını gizleyen kimselere yazıp gönderdiler ki onların müşrikler arasında kalarak ölmeleri halinde özürleri kabul edilmeyecektir. Bunun üzerine kalan mü'minler Mekke'den Medine'ye gitmek üzere yola çıktılar. Onların Mekke'den çıktığını duyan müşrikler onları takiple yakaladılar ve tekrar Mekke'ye götürdüler. Onlardan bazıları bu fitneye kapılıp imanlarından döndüler. Bunlar hakkında da 'insanlardan öyleleri vardır ki "Allah'a iman ettik derler de Allah yolunda eziyete uğratıldıklarında insanların fitnesini Allah'ın azabı imiş gibi tanır..." (Ankebût, 29/10) âyet-i kerimesi nazil oldu.

Medineli müslümanlar bu sefer bu âyet-i kerimeyi yazıp Mekke'de kalan gizli mü'minlere gönderdiler de o imanlarını gizleyenler iyice üzülüp bütün hayırlardan umutlarını kestiler. Bunun üzerine onların hakkında "Hem Rabbin, işkenceye uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah yolunda savaşan ve sabredenlerle birliktedir. Muhakkak ki Rabbin bundan sonra da Gafur'dur, Rahîm'dir.1' (Nahl, 16/110) âyet-i kerimesi nazil oldu.

Medineli müslümanlar bu âyet-i kerimeyi de yazarak Mekke'de imanlarını gizleyenlere gönderdiler ve dediler ki: "Allah sizin için bir çıkış yolu gösterdi." Bu mektup üzerine kalan mü'minler Mekke'den, Medine'ye gitmek üzere yola çıktılar. Bu sefer de müşrikler onların Medine'ye hicret etmek üzere çıktıklarını işitip peşlerine düştüler. Onlara yetiştiler, kaçıp kurtulabilenler kurtuldu, kaçamayanlar da müşrikler tarafından öldürüldü.[31]

Avfî'nin İbn Abbâs'tan rivayetine göre ise Rasûlullah (sa) ile birlikte savaşa çıkmayıp geride kalan bir kavim hakkında nazil olmuştur. İşte melekler bunlardan, Hz. Peygamber (sa)'e kavuşmadan ölenlerin yüzlerine ve arkalarına vurmuşlardır.[32]

Aslında bundan önceki rivayetle bunun arasında meal itibariyle fark yoktur. Hangi sebeple olursa olsun iman ettikten sonra Mekke'de kalanlar da, Medine'de olup Hz. Peygamber (sa) ile birlikte çıkmayanlar da neticede Hz. Peygamber (sa)'in düşman karşısında gücünü artırma yerine eksiltmişler ve Hz. Peygamber (sa)'e muvafakat etmemişler ve âyet böylelerini kınama siyakında inmiştir.[33]

98. Ancak erkek, kadın ve çocuklardan, çaresiz kalarak bir yol bulamayan zavallılar (güçsüzler) bundan müstesnadır.

Mucâhid der ki: Müslümanların, Bedr gazvesinden sonra imanlarını gizleyerek halâ Mekke'de kalmakta devam eden zayıf ve çaresiz müslümanlar hakkında: "Onlar da Bedr'de müşriklerle birlikte bize karşı savaşmaya çıkıp da öldürülenler mertebesindedirler." demeleri üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[34]

100. Her kim Allah yolunda hicret ederse yeryüzünde bereketli yer ve genişlik bulur. Allah'a ve Rasulü'ne muhacir olarak evinden çıkan kimseye ölüm gelirse onun mükâfatını vermek Allah'a düşer ve Allah Gafur'dur, Rahim'dir.

l. Katâde'den rivayete göre o şöyle anlatıyor: "Kendilerinin zâlimleri olarak canlarını alacağı kimselere melekler derler ki: Ne işte idiniz? Onlar: "Biz, yeryüzünde âciz kimselerdik." derler. Melekler de: "Allah'ın arzı geniş değil miydi? Siz de orada hicret edeydiniz ya." derler..." âyeti nazil olduğunda o gün müslümanlardan bir adam hasta olduğu halde: "Allah'a yemin olsun ki benim bir mazeretim yok, yol bulamayan çaresiz birisi değilim, zenginim de. Beni binitime bindirin." dedi, binitine bindirdiler (veya yüklediler), yola çıktı ama yolda ölüm onu yakaladı da onun hakkında "Allah'a ve Rasulü'ne muhacir olarak evinden çıkan kimseye ölüm gelirse..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[35] Katâde'den gelen ikinci bir rivayette bu zâtın ismi de verilmekte; adının Sebre olduğu ve Harem'i geçer geçmez vefat ettiği belirtilmektedir.[36] Saîd ibn Cubeyr'den gelen rivayette bu zâtın Huzâa kabilesinden Damre ibnu'l-İys veya el-îs ibn Damre ibnu'z -Zinbâ' olduğu; İkrime'den rivayette Damre oğullarından bir adam olduğu ve Hashâs'da iken ölümün onu yakaladığı; Suddî'den rivayette bu kişinin Damre ibn Cundeb ed-Damrî olduğu, Mekke'den ayrılmak üzere binitine bindirilip Medine'ye yöneldiğinde "Ey Allah'ım, ben Sana ve Rasulü'ne muhacirim." dediği; İkrime'den gelen başka bir rivayette bu kişinin Cundeb ibn Damre el-Cenda'î adında bir ihtiyar olduğu, yolda öldüğü ve Hz. Peygamber (sa)'in ashabının onun hakkında: "Hicret etmezden önce öldü, bilmiyoruz müşriklerin dostluğu üzere mi yoksa müslüman olarak mı öldü?" demeleri üzerine bu âyet-i kerimenin nazil olduğu kaydedilmektedir.[37]

Dahhâk'ten rivayet ediliyor: Allah Tealâ, (Mekke'de kalarak müşriklerle birlikte Bedr'e çıkmaya mecbur kalan) ve Bedr'de öldürülenler hakkında "Kendilerinin zâlimleri olarak canlarını alacağı kimselere melekler derler ki: Ne işte idiniz? Onlar: "Biz, yeryüzünde âciz kimselerdik." derler. Melekler de: "Allah'ın arzı geniş değil miydi? Siz de orada hicret edeydiniz ya." derler..." âyet-i kerimesini indirdiğinde Leys oğullarından olup Hz. Peygamber (sa)'in dini üzere olan ve fakat Mekke'de ikamet eden, ihtiyar ve zayıf olduğu için de mazur görülmüş olan bir adam, haklarında Allah'ın bu âyet-i kerimeyi indirmiş olduğunu işitince ailesine: "Bu gece kat'iyyen Mekke'de geceleyecek değilim." dedi. Ailesi onu hasta hasta Mekke'den (Medine'ye götürmek üzere) çıkardılar. Medine yolunda Ten'îm'e ulaştıklarında ölüm onu yakaladı. İşte onun hakkında "Allah'a ve Rasûlü'ne muhacir olarak evinden çıkan kimseye ölüm gelirse..." âyet-i kerimesi nazil oldu. İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette bu kişinin Bekr oğullarından Damre adında birisi olduğu ve hasta hasta ailesine: "Beni Mekke'den çıkarın." dediği, ailesinin: "Nereye çıkaralım?" soruları üzerine eliyle Medine tarafını işaret ettiği ve âyet-i kerimenin onun hakkında nazil olduğu kaydedilmektedir.[38] Saîd ibn Cubeyr'den gelen rivayette ise bu âyet-i kerimenin nüzulünden önce "Mü'minlerden, özür sahibi olanlar dışında (evlerinde) oturanlarla Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlar bir olmaz." (Nisa, 4/95) âyetinin, peşinden "Allah, mallarıyla, canlarıyla savaşanları derece itibariyle onlardan çok üstün kıldı." (Nisa, 95) âyetlerinin indiği, Mekke'de bulunan müslümanların bunları kendileri için hep birer ruhsat olarak telâkki ettikleri; nihayet "Kendilerinin zâlimleri olarak canlarını alacağı kimselere melekler derler ki: Ne işte idiniz? Onlar: "Biz, yeryüzünde âciz kimselerdik." derler. Melekler de: "Allah'ın arzı geniş değil miydi? Siz de orada hicret edeydiniz ya." derler. İşte onlar; onların barınakları cehennemdir. O, ne kötü yerdir." âyet-i kerimesi nazil olunca "İşte bu âyet, artık buradan hicret etmemizi vacip kıldı." dedikleri, bunun akabinde de bir istisna kabilinden olarak "Ancak erkek, kadın ve çocuklardan çaresiz kalarak bir yol bulamayan zavallılar müstesnadır." âyetinin inmesiyle Leys oğullarından hem yaşlı, hem a'mâ ve hem de hasta olan Damre ibn Ebi'l-İys er-Razekî'nin: "Malım var, kölelerim var, hicret konusunda çaresiz değilim. Beni binitime yükleyin." dediği, hasta hasta yola çıktığı, ama Ten'îm'de ölüme yakalandığı ve Ten'îm mescidi yanına defnedildiği, işte onun hakkında "Allah'a ve Rasûlü'ne muhacir olarak evinden çıkan kimseye ölüm gelirse..." âyet-i kerimesinin nazil olduğu kaydedilmektedir.[39] İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette Mekke'deki müslümanların "Kendilerinin zâlimleri olarak canlarını alacağı kimselere melekler derler ki..." âyetinin nüzulünden Abdurrahman ibn Avf'in, bu âyetin nazil olduğunu bildiren mektubu sayesinde haberdar oldukları ve Damre ibn Amr el Huzâî'nin (veya Damre ibn Cundeb veya Damdam) de bundan sonra Mekke'den ayrılarak hemen Medine'ye hicrete karar verdiği anlatılmaktadır.[40] İsmi hakkındaki bütün ihtilâfları veren İbnu'l-Esîr bu zâtın künyesini "Damre ibn Ebi'l-İys ibn'Damre ibn Zinbâ el-Huzâf olarak vermiştir.[41] Rivayetlerde "Allah'a ve Rasûlü'ne muhacir olarak evinden çıkan kimse"nin kabilesi Huzâa, Leys, Bekr, Damre, Kinâne oğulları gibi farklı farklı verilmektedir. Anılan kimselerin nisbeleri tabakât kitablarında farklı farklı verilmekle birlikte çoğu zaman aynı şahsa işaret etmektedir ve bir ihtilâf sayılmamalıdır.

2. İbn Zeyd der ki: Kinâne oğullarından bir adam müslüman olup hicret etmek üzere yola çıktı, ancak yolda öldü de kavmi onunla alay edip "Zavallı, istediğine ulaşamadı, ailesi içinde Ölüp defnedilinceye kadar da ikamet edemedi." dediler de onun hakkında bu âyet-i kerime indi. Zubeyr ibn Bekkâr da bu âyet-i kerimenin muhacir olarak yola çıkan, ancak yolda ölen Hâlid ibn Hizam (Hz. Hadice'nin kardeşi oğlu ve Hakîm ibn Hizam'in kardeşidir) hakkında nazil olduğunu Söylemiştir.[42]

Bu rivayette Hâlid'in nereye hicret için yola çıktığı verilmez ve sanki Medine-i Münevvere'ye, Hz. Peygamber (sa)'e hicret etmek üzere yola çıktığı vehmi verilirken İbn Ebî Hatim, İbn Mende ve es-Sahâbe'sinde el-Bârûdî'nin Zubeyr ibnu'l-Avvâm'dan rivayetle tahriclerinde ve Kurtubî tefsirinde buna açıklık getirilmekte ve onun, Habeşistan'a hicret için yola çıktığı tasrih edilmektedir. Ebu Amr, "Allah'a ve Rasûlü'ne muhacir olarak evinden çıkan kimseye ölüm gelirse..." âyetindeki Allah ve Rasûlü'ne muhacir olarak çıkan kimsenin Hz. Hadice'nin kardeşinin oğlu Hâlid ibn Hızâm ibn Huveylid olduğunun kendisine söylendiğini zikretmektedir. Buna göre Hâlid ibn Hızâm, Habeşistan'a vaki olan ikinci hicret sırasında oraya hicret için yola çıkmış, ancak yolda kendisini bir yılan sokmuş ve Habeşistan'a ulaşamadan yolda vefat etmiş ve işte bu âyet-i kerime onun hakkında nazil olmuştur.[43]

3. el-Umevî'nin Kitâbu'l-Meğâzî'sinde Abdulmelik ibn Umeyr'den rivayetinde o şöyle demiştir: Eksem ibn Sayfî, Mekke-i Mükerreme'ye geldiğinde Hz. Muhammed'in peygamberlik iddiasında bulunduğunu, sonra oradan çıkıp Medine-i Münevvere'ye hicret ettiğini duyunca O'na gitmek istedi. Ancak kavmi onu bırakmadı. "O halde benim ona söyleyeceklerimi ona, onun söyleyeceklerini de bana ulaştıracak birisi gelsin bana." dedi. Kabilesinden iki kişi bu işi üstlenerek Medine-i Münevvere'ye Hz. Peygamber (sa)'e geldiler ve ona: "Biz, Eksem ibn Sayfî'nin sana elçileriyiz. O soruyor: "Kimsin, nesin, ne getirdin?" "Ben Abdullah oğlu Muhammed'im, ben Allah'ın kulu ve Rasûlü'yüm." buyurup onlara "Hiç şüphesiz Allah adaleti, ihsanı... emreder." (Nahl, 16/90) âyet-i kerimesini okudu. Bu iki kişi geri dönüp Eksem ibn Sayfî'ye geldiler ve Efendimiz (sa)'in söylediklerini ona haber verdiler. "Ey kavmim, O, mekârim-i ahlâkı emrediyor ve kınanmışlarından da nehyediyor. Bu işte başlar, önderler olun, kuyruklar, sona kalanlar olmayın." deyip devesine bindi ve Medine'ye müteveccihen yola çıktı, ancak yolda öldü. işte onun hakkında "Allah'a ve Rasûlü'ne muhacir olarak evinden çıkan kimseye ölüm gelirse..." âyet-i kerimesi nazil oldu. Suyûtî bu rivayetin mürsel olup isnadının da zayıf olduğunu kaydederken bu rivayeti destekleyen şu rivayeti de zikreder: Hatim'in Ki tabu' l-Muammerîn adlı eserinde iki kanaldan İbn Abbâs'tan rivayetine göre ona bu âyet sorulmuş da "Eksem ibn Sayfî hakkında indi." demiş. "Peki ya Ley s kabilesinden olan adam hakkında indi." rivayetine ne diyeceksin?" demişler de "Bu, Leysî'den çok zaman öncedir. Ayet hem hususi, hem geneldir." diye cevap vermiş.[44]

101. Yeryüzünde sefere koyulduğunuz zaman kâfirlerin size bir kötülük yapmasından korkar sanız namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur. Hiç şüphesiz kâfirler sizin için apaçık bir düşmandırlar.

102. Sen, içlerinde olup da namazlarını kıldırdığın zaman bir kısmı seninle birlikte namaza dursun ve silâhlarını da alsınlar. Secdeye vardıklarında onlar arkaya geçsinler; kılmayan öbür kısım gelsin, seninle beraber kılsınlar. Tedbirli olsunlar, silâhlarını alsınlar. Kâfirler, size ansızın bir baskın vermek için silâhlarınızdan ve eşyanızdan gaflette olmanızı arzu ederler. Yağmurdan bir eziyet görür veya hasta olursanız, silâhlarınızı bırakmanızda bir beis yoktur. Fakat dikkatli olun. Hiç şüphesiz Allah, kâfirlere alçaltıcı bir azâb hazırlamıştır.

Hz. Ali'den rivayette o şöyle anlatıyor: Bir grup tüccar Allah'ın Rasûlü (sa)'ne gelip: "Ey Allah'ın elçisi, bizler sürekli olarak yeryüzünde yolculuk yapmaktayız. Biz nasıl namaz kılalım?" diye sordular. Allah Tealâ "Yeryüzünde sefere koyulduğunuz zaman namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur." âyetini indirdi. Sonra bir süre vahiy gelmedi. Bunun üzerinden bir yıl geçmişti ki Allah'ın Rasûlü (sa) bir gazveye çıktı. Ashabına öğle namazı kıldırırken onları namazda gören müşrikler: "Allah, Muhammed ve ashabına karşı size imkân verdi, haydin üzerlerine saldıralım." dediler. İçlerinden birisi: "Yok hayır, şimdi değil; bunların bu namazlarının peşinden bundan daha üstün tuttukları bir namazları daha var, o namazı kılarlarken saldırın." dedi. Allah Tealâ o gün öğle ile ikindi namazları arasında "Hiç şüphesiz Allah, kâfirlere alçaltıcı bir azâb hazırlamıştır." a kadar olmak üzere "Kâfirlerin size bir kötülük yapmasından korkarsanız namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur. Hiç şüphesiz kâfirler sizin için apaçık bir düşmandırlar." âyetlerini indirdi. Böylece korku namazı inmiş oldu.[45]

Ebu Ayyaş (Zeyd ibnu Sâmit) ez-Zurakî'den rivayette o şöyle anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (sa) ile birlikte Usfân'da idik. Müşriklerin başında Hâlid ibnu'l-Velîd vardı. Allah'ın Rasûlü (sa) bize öğle namazını kıldırırken müşrikler kendi aralarında konuşup "Dilerseniz onlar bu haldelerken ve bizim geldiğimizin farkında değillerken birden üzerlerine saldıralım, demişler de bunun üzerine öğle ile ikindi namazları arasında namazları kısaltma (ve korku namazı) âyeti nazil oldu. Allah'ın Rasûlü de o gün ve Süleym oğulları günü korku namazı kıldırdı.[46] Ebu Hureyre'den rivayete göre ise âyet, Usfân ile Dacnân (ikisi de Mekke ile Medine arasındadır. Bunlardan Dacnân bir dağın, Usfân da bir yer veya bir kasabanın adıdır.) arasındalarken müşriklerin Hz. Peygamber (sa) ve ashabını öğle namazını kılarlarken görüp "Bunların şu namazlarından onlara daha sevgili, hattâ çocuklarından ve kızlarından (veya babalarından ve oğullarından, İbn Abbâs rivayetinde çocuklarından ve mallarından) onlara daha sevimli olan ikindi namazları var, o namaza durduklarında hep birden hücum edip işlerini bitirelim." demeleri üzerine nazil olmuştur.[47]

Katâde'nin Süleyman el-Yeşkurî'den rivayetine göre ise âyet, Nahl denilen mevkide nazil olmuştur. Bu rivayet bazı ayrıntılarda farklılık arz ediyor, şöyle ki: Süleyman el-Yeşkurî, Câbir ibn Abdullah'a: "Namazı kısaltma hangi gün indirildi? veya Namazı kısaltma hangi gündür?" diye sormuş da Câbir şöyle anlatmış: Şam'dan gelmekte olan Kureyş kervanı için yola çıktık. Nahl'de iken kavimden bir adam Allah'ın Rasûlü (sa)'ne gelmiş ve: "Ey Muhammed" diye seslenmiş. Efendimiz: "Evet." demiş. Adam: "Benden korkuyor musun?" demiş, Hz. Peygamber: "Hayır." deyince, "Benim seni öldürmemi kim engelleyecek?" demiş, Efendimiz: "Allah engeller senden beni Allah korur." buyurmuş. Adam kılıcını çekip Hz, Peygamber (sa)'i tehdit etmiş. Bu hadiseden sonra Allah'ın Rasûlü emretti de yola çıkma ve silâhları alma (silâhları kuşanma) nida olundu. Daha sonra namaz vakti girdi ve namaza nida olundu da Hz. Peygamber (sa) korku namazı kıldırdı. İşte o gün Allah Tealâ namazı kısaltma ve mü'minlere korku namazı esnasında silâhlarını kuşanma emrini içeren âyet-i kerimeyi indirdi.[48]

Bu Katâde rivayeti, kimden olduğu yani râvisi belirtilmeksizin Kurtubî tefsirinde biraz daha farklı olarak verilmiş. Şöyle ki: "Yağmurdan bir eziyet görür veya hasta olursanız, silâhlarınızı bırakmanızda bir beis yoktur, âyet-i kerimesi Batnı Nahle'de müşrikler bozguna uğrayıp müslümanlar kazandığında Hz. Peygamber (sa) hakkında nazil oldu. Yağmurlu bir gün idi ve Hz. Peygamber (sa) silâhını bırakmış halde kazâ-i hacet için çıkmıştı. Kâfirlerden Gavres ibnu'l-Haris, Efendimiz'in ashabından ayrılmış yalnız başına kazâ-i hacette bulunduğunu görünce kılıcını çekmiş ve dağdan aşağı inerek Efendimizin başına dikilmiş (bir rivayette de Hz. Peygamber (sa)'in, yakınındaki bir ağaçta asılı duran ve kabzası gümüş kakmalı kılıcını alarak), "Ey Muhammed, bugün seni benden kim kurtarır?" ya da "Bugün benim seni öldürmemi kim engelleyebilir?" demiş. Hz. Peygamber de: "Allah" deyip "Ey Allahım, Ğavres'i benden dilediğinle defet." diye dua etmiş. Gavres kılıcıyla Efendimizde vurmak üzere yaklaştığında ayağı kayarak yüz üstü yere kapaklanmış. Vâkıdî burada Cibril'in Ğavres'i göğsünden ittiğini zikretmiştir. Gavres'in elinden düşen kılıcı alan Rasûl-i Ekrem "Ey Gavres, şimdi benden seni kim koruyacak?!" buyurmuş. Onun: "Hiç kimse." demesiyle "Benim hak peygamber olduğuma şehadet etmeyi ve kılıcını geri vermemi ister misin?." diye sormuş. Gavres: "Hayır, senin hak peygamber olduğuna şehadet etmem, fakat bundan sonra seninle savaşmayacağıma ve sana karşı senin hiçbir düşmanına yardım etmeyeceğime şehadet ederim." demiş ve Hz. Peygamber (sa)'in iade ettiği kılıcını alıp gitmiş de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[49] Hz. Peygamber tarafından serbest bırakılan Gavres'in, kabilesine varınca: "İnsanların en hayırlısının yanından geliyorum." dediği nakledilir. [50]

Bu hadise hicretin dördüncü senesinde Gatafan kabilelerinden Muharib oğulları ile Sa'lebe oğulları kabileleri üzerine gerçekleştirilen Zâtu'r-Rıkâ' gazvesi sonrasında meydana gelmiştir. Bozulan düşman kuvvetlerinden arta kalan gruplardan birisinde bulunan Gavres, Hz. Peygamber'i yalnız ve silâhını bırakmış halde görünce anlatılan tama'a kapılmış olmalıdır. Buna göre bu âyet-i kerime hicretin dördüncü senesi inmiş olmalıdır.

İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette de "Yağmurdan bir eziyet görür veya hasta olursanız, silâhlarınızı bırakmanızda bir beis yoktur. Fakat dikkatli olun..." âyet-i kerimesi yaralı olduğu için silâhını bırakan Abdurrahmân ibn Avf hakkında nazil olmuştur.[51]

İbn İshak, Câbir ibn Abdullah'tan rivayetle bu Gavres hadisesi sebebiyle Mâide, 5/11 âyetinin nazil olduğunu zikretmekte ancak Yezîd ibn Rûmân'dan Amr ibn Cihâş hakkında nazil olduğu rivayetinin de olduğunu kaydetmektedir.[52] İbn İshâk rivayeti inşaallah Mâide 11 âyetinin nüzul sebebinde tam olarak verilecektir.[53]

104. Kavmi arayıp takip etmekte gevşek davranmayın. Siz acı duyuyorsanız, şüphesiz onlar da sizin duyduğunuz o acı gibi acı duyuyorlar. Halbuki siz Allah'tan, onların umut edemiyecekleri şeyleri umuyorsunuz. Allah Alîm'dir, Hakîm’dir

l. İbn Abbâs'tan rivayet ediliyor: Uhud günü müslümanların başına gelenler geldikten sonra Allah'ın Rasûlü ve ashabı dağa çıktılar. Aşağıdan Ebu Süfyan geldi ve: "Ey Muhammed, yara, yaraya karşılıktır. Savaş böyle sırayladır; bir gün size ise bir gün de bizedir." dedi. Allah'ın Rasûlü (sa) ashabına: "Şuna cevap versenize." buyurdu, onlar: "Ortada eşitlik yok: Bizim ölülerimiz cennette, sizinkilerse cehennemde." dediler. Ebu Süfyân: "Uzzâ bizimdir, sizin Uzzâ'nız yok." dedi. Allah'ın Rasûlü (sa): "Allah bizim Mevlâmızdır, sizinse mevlânız yok." deyiniz." buyurdular. Ebu Süfyân: "Yücel ey Hübel!, yücel ey Hübel!" dedi. Hz. Peygamber: "Allah en yücedir, en Uludur!" deyiniz." buyurdular. Ebu Süfyan: "Bizim ve sizin buluşma yerimiz Bedr es-Suğrâ olsun." dedi. O gün müslümanlar yaralı olarak uyudular. İkrime der ki: İşte orada "Eğer size bir yara değmişse o kavme de o kadar yara değmiştir. Biz o günleri insanlar arasında leh ve aleyhlerine döndürür dururuz..." (Ali İmrân, 3/140-141) âyetleri ile "Kavmi arayıp takip etmekte gevşek davranmayın. Siz acı duyuyorsanız, şüphesiz onlar da sizin duyduğunuz o acı gibi acı duyuyorlar. Halbuki siz Allah'tan, onların umut edemeyecekleri şeyleri umuyorsunuz. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir." âyet-i kerimesi nazil oldu.[54] İbnu'l-Cevzî ise bu âyet-i kerimenin, Hz. Peygamber (sa)in, ashabına, Uhud'un akabinde çekilen Ebu Süfyân'in peşinden gitmelerini emrettiğinde onların yaralı ve güçsüzlüklerinden yakınması üzerine indiğini kaydetmektedir.[55] Ancak İbnu'l-Cevzî bu görüşü herhangi bir sahabî veya müfessire isnat etmemiştir.

2. 'Kendilerine yara isabet ettikten sonra yine Allah'ın ve Rasûlü'nün davetine icabet edenler, içlerinden iyilik yapanlar ve takvaya erenler için ecr-i azîm vardır." (Ali İmrân, 3/172) âyetinin nüzul sebebinde geçtiği üzere Uhud Gazvesinin hemen akabinde tam bir sonuç alamadan Mekke'ye doğru geri çekilen Ebu Süfyân ve ordusunu, müslümanların henüz tükenmediğini göstermek üzere takip emri hakkında nâzil olduğu da söylenmiştir. Ancak Allah yolunda çıkılacak bütün cihadlar hakkında umumî olduğu da şüphe götürmez.[56]

105. Doğrusu Biz sana kitabı hak olarak indirdik ki insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hükmedesin. Sakın hainlerin savunucusu olma.

106. Ve Allah'tan mağfiret dile. Hiç şüphesiz Allah Gafur'dur, Rahim'dir.

107. Nefislerine hainlik etmiş olanları savunma. Allah, her bir hainlikte direnen günahkârı sevmez.

Muhammed ibn İshak'ın... Katâde ibnu'n-Nu'mân'dan rivayetinde o şöyle anlatıyor: Bizde, Ubeyrık oğulları denilen Bişr, Beşîr, Mübeşşir'den oluşan bir aile vardı. Bunlardan Beşîr -ki ona Ebu Tu'me de denilmektedir- münafık idi. Rasûlullah (sa) ve ashabını hicveden şiirler söyler, sonra bunları araplardan bir şaire nisbet eder, "Filân şair şöyle şöyle söyledi." diyerek okurdu. Rasûlullah'in ashabı onun bu türden bir şiir okuduğunu işittikleri zaman bunun aslında Beşîr tarafından söylenmiş bir şiir olduğunu anlar ve: "Vallahi bu şiiri olsa olsa bu habis söyler." derlerdi. Bu aile cahiliye devrinde de islâmî devirde de yoksul bir aile idiler. Zaten Medineliler de çok zengin kimseler değillerdi. İnsanların çoğunun yiyeceği hurma ve arpa idi. Ancak zenginler Şam'dan beyaz un getiren bir kervan geldiği zaman beyaz un satın alır, bun kendileri yer, aileleri yine hurma ve arpa yemeye devam ederlerdi. Yine bir keresinde Şam'dan bir kervan geldi ve beyaz un getirdi. Amcam Rifâa ibn Zeyd bir yük beyaz un satın aldı ve içinde silâhlarının, iki zırh, iki kılıç ve diğer savaş levazımatının da bulunduğu bir odaya koydu. O gece odanın duvarında bir delik açılarak girilmiş, silâhlar ve un çalınmış. Sabah olunca amcam Rifaa bana geldi ve: "Ey kardeşimin oğlu, biliyor musun bu gece evimize hırsız girmiş, kilerimizin duvarını delmiş, silâh ve yiyeceğimizi alıp götürmüş. Evde bir soruşturma yaptık, bize denildiğine göre Übeyrık oğullarının gece ışıklan yanıyormuş ve bizim yiyeceklerimizi onlarda görmüşler. Übeyrık oğulları da suçu, Medine'de doğruluğu ve güzel ahlâkı ile tanınan Lebîd ibn Şehrin üzerine atmışlar." dedi. Lebîd bunu duyunca kılıcını çektiği gibi Übeyrık oğullarına vardı ve: "Ben mi hırsızlık yapmışım? Allah'a yemin ederim ki ya bu hırsızlığı kimin yaptığını ortaya çıkarır, söylersiniz, ya da hepinizi şu kılıcımla doğrarım." dedi. "Bizden uzak ol be adam, sen bunu yapacak kişi değilsin." dediler. Biz evde sorduk soruşturduk ve artık bu işi Übeyrık oğullarının yaptığından hiç şüphemiz kalmadı da amcam: "Ey kardeşimin oğlu, Allah'ın Rasûlü (sa)'ne gitsen de bu durumu bir de ona anlatsan." dedi. Katâde anlatmaya şöyle devam eder: Allah'ın Rasûlü (sa)'ne geldim, ona durumu anlattım ve: "Ey Allah'ın elçisi, bizde yaramaz bir aile var, gece amcam Rifâa'nın evine kastetmişler, kilerinin duvarını delip silâhını ve yiyeceğini almışlar. Aldıkları yiyeceğe ihtiyacımız yok ama hiç olmazsa silâhımızı iade etsinler." dedim. Allah'ın Rasûlü (sa): "Bu konuya bakacağım, bir düşüneyim." buyurdu. Übeyrık oğulları benim Rasûlullah'a gittiğimi ve durumu anlattığımı haber alınca kendilerinden Esîr ibn Urve adındaki kişiye gitmişler, konuyu onunla konuşmuşlar, aile halkı çevresinde toplanmış, sonra da Rasûlullah (sa)'a gelmişler ve: "Ey Allah'ın elçisi, Katâde ibnu'n-Nu'mân ve amcası bizden müslüman ve doğruluk sahibi bir aileye, ellerinde bir delil ve isbat olmaksızın hırsızlık iftirasında bulunmuş." demişler. Katâde der ki: Allah'ın Rasûlü (sa)'ne geldim, onunla tekrar konuştum da bana: "Müslümanlığı ve doğruluğu bana iletilen bir aileye delilsiz, isbatsız hırsızlık ithamında bulundun." buyurdu. Rasûlullah (sa)'ın yanından ayrıldım, sanki dünya başıma yıkıldı, keşke malımın bir kısmı benden çıksaydı (amcamın zararını ben karşılasaydım) da bu mes'eleyi Rasûlullah'la konuşmamış olsaydım." diye temenni ettim. Amcam Rifâa'ya vardım, "Ne yaptın ey kardeşim oğlu?" dedi, Rasûlullah'ın bana söylediklerini naklettim, "Allah, kendisinden yardım istenecek olandır." dedi. Çok geçmedi, Kur'ân nazil oldu: "Doğrusu Biz sana kitabı hak olarak indirdik ki insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hükmedesin. Sakın hainlerin savunucusu olma..." âyetleri indi. Kur'ân'dan bu âyetler nazil olunca çalınan silâhlar Hz. Peygamber (sa)'e getirildi ve Efendimiz silâhı Rifâa'ya iade ettirdi. Katâde der ki: Amcam cahiliye devrinde kocamış bir ihtiyardı. Müslüman olmuştu ama İslâmında yine de bir şüphem vardı. Silâhı kendisine getirdiğimde: "Ey kardeşim oğlu, bu silâhlan Allah yoluna vakfediyorum." dedi ve anladım ki İslâmı sahih imiş. Beşîr'e gelince; hakkında Kur'ân nazil olunca müşriklere iltihak etti ve Sa'd ibn Sehl (veya Sümeyye) kızı Sülâfe'nin yanına gitti. İşte Beşîr'in bu yaptığı hakkında da: "Kim kendisine doğru yol belli olduktan sonra peygambere karşı gelir, müzminlerin yolundan başkasına uyup giderse onu döndüğü yolda bırakır ve onu cehenneme koyarız. Ne kötü dönüş yeridir orası." (Nisa, 4/115) âyeti nazil oldu. Beşîr'in Sülâfe'ye inip orada konakladığını duyan Hassan ibn Sabit onu bir şiirle hicvedince Sülâfe de Beşîr'e kızarak Beşîr'in yükünü başının üzerine alıp, dışarı çıkarmış, götürüp çöle atmış ve: "Bana Hassan'ın beni hicveden şiirini hediye ettin, zaten bana hiç bir hayır da getirmedin." demiş. [57]

Katâde'den gelen rivayette hırsızlığı yapanın adı "Tu'me ibn Übeyrık", suçu üzerine attığı kişi de Zeyd ibnu's-Semîn adında suçsuz bir yahudi olarak verilmektedir. İbn Abbâs'tan gelen rivayette bu Tu'me ibn Übeyrık'in ailesinin, kendi adamlarının suçlu olduğunu bile bile Rasûlullah (sa)'a gelerek suçsuz bir müslümana suçu attıkları ayrıntılarına yer verilmektedir. İkrime'den gelen rivayette de bu Tu'me'nin Medine'de hırsızlık suçunu Ansardan Ebu Melîl ibn Abdullah el-Hazrecî'ye isnat ettiği, hırsızlığı âdet haline getirdiği, irtidad edip Mekke'ye gitmesinden sonra da orada hırsızlığa devam ettiği, yakalanıp Mekke'den de çıkartıldığı, yolda rastladığı Kuzâa'lılardan da hırsızlık yapıp kaçmasıyla peşinden yetişip taş atarak onu öldürdükleri kaydedilmektedir.[58] Tu'me ibn Übeyrık'in, suçu üzerine attığı kişinin Zeyd ibnu's-Semîn veya Lebîd ibn Sehl adında yahudiler olduğu da, bunlardan Lebîd'in müslüman olduğu da rivayet edilmiştir.[59] Biraz sonra geleceği üzere bu Sûrenin 115. âyetinin de bu Tu'me hakkında nazil olduğu rivayet edilmekte olup yerinde anlatılacaktır.

Bu Tu'me ibn Übeyrık hadisesi Vâhıdî'nin Esbâbu'n-Nüzûl'ünde ayrıntılarda biraz daha farklı olarak şöyle anlatılıyor: Zafer ibnu'l-Hâris oğullarından ve ansardan Tu'me ibn Übeyrık adında bir adam komşusu Katâde ibnu'n-Nu'mân'ın evinden bir zırh çalmıştı. Zırh, içinde un bulunan bir çuvalda imiş. çuval da yırtık olduğundan evine kadar un dökülerek gitmiş. Sonra çaldığı zırhı yahudilerden Zeyd ibnu's-Semîn adında bir adamın yanına saklamış. Çalınan zırh Tu'me'nin yanında aranmış ama bulunamamış ve "Vallahi ben almadım ve onun hakkında bir bilgim de yok." diye yemin etmiş. Zırhın sahipleri: "Hayır, vallahi zırhı o çaldı. Gece karanlıkta bize geldiğini gördük, zırhı aldı, evine girinceye kadar da izini sürdük, zaten un izini de görmüştük." dediler. Ancak Hz. Peygamber (hırsızlık suçlamasını reddeden) Tu'me'ye yemin teklif edip de o da zırhı kendisinin çalmadığına dair yemin edince zırhın sahipleri mecburen Tu'me'yi serbest bıraktılar. Ama un izini takip ederek nihayet yahudinin evine geldiler ve onu tutup Hz. Peygamber'e getirdiler. Yahudi: "Zırhı bana Tu'me ibn Übeyrık verdi." dedi yahudilerden bir cemaat da buna şahitlik ettiler. Tu'me'nin kabilesi olan Zafer oğulları "Gelin, Rasûlullah'a gidelim." dediler ve Efendimiz'e gelip Tu'me'nin durumu hakkında onunla konuştular, arkadaşlarını müdafaa sadedinde "Eğer bunu yapmazsan (hırsızlığı yahudinin yaptığını ilânla onu cezalandırmazsan) arkadaşımız helak olacak, rezil rüsva olacak, yahudi de suçsuz çıkacak." dediler. Hz. Peygamber (sa) suçun yahudiye ait olduğuna karar vermeye niyetlendi. Arzusu onlarla aynı yönde; yahudiyi cezalandırma yönündeydi ki Allah Tealâ bu âyetleri indirdi.[60]

Suddî ve Mukatil kavlinde ise bir hırsızlık değil, emanete hıyanet söz konusudur ve yukarda anılan Tu'me ibn Übeyrık, bir yahudi komşusunun kendisine bıraktığı bir zırh emanetine hıyanet etmiş, bu hıyanetine yahudinin muttali olduğunu sezince de zırhı Ansardan Ebu Müleypin evine atmış. Tu'me'nin ailesi Hz. Peygamber (sa)'e gelerek Tu'me lehinde şehadette bulunmakla birlikte bir de yahudiye karşı kardeşlerini müdafaa etmesini ve yahudiyi iddiasında yalanlamasını istemişlerde bu âyet-i kerimeler nazil olmuş[61] Suyûtî Bu hadisenin Hicretin dördüncü yılının Rebî aylarından birinde (evvel veya sânı) meydana geldiğini kaydediyor ki[62] âyet-i kerimenin de nüzul zamanına işaret etmektedir.

Hırsızlık veya herhangi bir suç işlendiğinde ve sanık veya sanıkların ta'yininde sıkıntı ve belirsizlik halinde hâkim'in; sanıkların din ve milliyetine bakmaksızın tam bir adalet duygusuyla konuya yaklaşması ve tarafsız bir şekilde konuyu araştırarak hüküm vermesi gerekliliği umumî hükmünü bu hususî sebepler elbette sınırlandırmaz.[63]

108. İnsanlardan gizlerler de Allah'tan gizlemezler. Halbuki Allah'ın hoşnut olmayacağı sözü geceleyin uydurup düzdükleri zaman da Allah onlarla beraberdir. Allah, yapmakta oldukları her şeyi her veçhile kuşatıcıdır.

Dahhâk der ki: Bu âyet-i kerime de Ebu Tu'me'nin hırsızlığı üzerine gelişen olaylar hakkında inen âyetler cümlesindendir. Ebu Tu'me, zırhı çaldığında evinde bir çukur kazıp zırhı oraya gömerek saklamış ve bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[64]

110. Kim bir kötülük işler veya kendine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse Allah 'ı Gafur Rahim bulur.

Dahhâk der ki: Vahşî'nin durumu hakkında nazil olmuştur. Müşrik iken Hz. Peygamber (sa)'in amcası Hamza'yı öldürmüş olan Vahşî, kendi ifadesiyle daha sonra Sakîflilerin Medine-i Münevvere'ye elçi gönderdikleri sırada dünya kendisine dar gelmiş, bir sakîflinin "Onun, kendi dinine girmiş birini öldürdüğünü görmedim, git iman et." demesiyle Medine-i Münevvere'ye gelmiş, iman etmiş[65] ve Hz. Peygamber (sa)'e: "Ben pişmanım, benim için tevbe var mı?" diye sormuş ve bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[66] Tâifte oturan Sakîflilerin Medine-i Münevvere'ye elçi göndermeleri hicretin dokuzuncu senesi Ramazan ayında olduğuna göre[67] bu âyet-i kerimenin nüzulü de o sıralarda olmalıdır.[68]

112. Kim bir hata veya bir günah işler de sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa şüphesiz iftira etmiş ve apaçık bir günah yüklenmiş olur.

Müfessirlerin cumhuru bu âyet-i kerimenin de yukarda anılan Tu'me ibn Übeyrık hadisesi üzerine nazil olan âyetler arasında olduğu görüşündedir. İbn Abbâs, İkrime, İbn Şîrîn, Katâde ve İbn Zeyd bu âyette zikredilen "suçsuz"un da bir yahudi olduğu söylerken Katâde bu yahudinin ismini Zeyd ibnu's-Sümeyr olarak vermektedir. Ancak cumhurun bu kavli yanında İbn Abbâs'tan Dahhâk kanalıyla gelen bir rivayette bu âyetin nüzulü İfk hadisesi ile ilişkilendirilerek Hz. Aişe hakkında ileri geri konuşup ona zina iftirasında bulunan Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl hakkında nazil olduğu da söylenmiştir.[69] Ancak âyetlerin siyakı, bu âyet-i kerimenin de Tu'me hadisesi hakkında nazil olduğunu te'yid eder tarzdadır.[70]

113. Eğer Allah’ın lûtfu ve rahmeti, üzerinde olmasaydı onlardan bir takımı seni saptırmaya çalışmıştı. Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramaz-lar, sana da hiçbir şekilde zarar veremezler. Allah sana kitabı ve hikmeti indirmiş, bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın senin üzerindeki lûtfu çok büyük olmuştur.

İbnu's-Sâib kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayette bu âyet-i kerime de yukardaki Tu'me hadisesi ile ilgili olarak o ve ailesi hakkında nazil olmuştur.

Ancak Dahhâk kanalıyla İbn Abbâs'tan gelen ikinci bir rivayette Taif te oturan Sakîf oğulları hakkında nazil olduğu kaydedilmektedir. Buna göre Sakîfliler, çevrelerindeki kabilelerin isteyerek veya istemeyerek birer birer müslüman olduğunu görünce onlar da Hz. Peygamber'den bir takım tavizler kopardıktan sonra müslüman olmaya karar verir ve Medine-i Münevvere'ye bir hey'et gönderirler. Hey'et Medine-i Münevvere'ye gelir, isteklerini birer birer sıralarlar: "Namazdan ve öşürden (zekât'tan) muaf tutulacaklar, üç yıl daha (sonra bir yıla, hattâ bir aya kadar inerler) putları Uzzâ yıkılmayarak muhafaza etmelerine müsaade edilecek." Hz. Peygamber onlara cevap vermez ve hemen bu âyet-i kerime nazil olur da istekleri reddedilir.[71]

Bu rivayete göre bu âyet-i kerime hicretin dokuzuncu senesi Ramazan ayında nazil olmuş olmalıdır. Çünkü rivayetlerde Sakîf hey'etinin Medine-i Münevvereye geliş zamanı bu şekilde kaydedilmektedir.[72]

114. Onların fısıldaşmalarının bir çoğunda hayır yoktur. Ancak sadaka vermeyi ve insanların arasını düzeltmeyi emreden başka. Kim Allah'ın hoşnutluğunu arzulayarak böyle yaparsa Biz ona çok büyük bir ecir vereceğiz.

Bu âyet-i kerime de Tu'me ibn Übeyrık hadisesi üzerine ailesinin (kabile sinin) bir araya gelerek Tu'me'yi Hz. Peygamber (sa)'in huzurunda nasıl savunacakları konusunda gizli gizli ve fısıldaşarak konuşup istişareleri hakkında nazil olmuştur.[73]

115. Kim, kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra O Rasûl'e karşı gelir, mü'minlerin yolundan başkasına uyup giderse onu dönüp gittiği yolda bırakırız ve kendisini cehenneme koyarız. Ne kötü dönüş yeridir orası!

116. Elbette Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bundan başkasını ise dilediğine bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa işte o, çok uzak bir dalâlete düşmüş olur.

Alimler bu iki âyet-i kerimenin biraz önce hırsızlık hadisesi anlatılan (âyet 105-107'nin nüzul sebebi olarak) Tu'me ibn Übeyrık hakkında, Hz. Peygamber (sa)'in, bu hırsızlığının cezası olarak elinin kesilmesine hükmedince Mekke'ye kaçıp irtidad etmesi üzerine nazil olduğunu söylemişlerdir. Saîd ibn Cubeyr der kİ: Mekke'ye kaçtıktan sonra orada da doğru durmamış, hırsızlık yapmak üzere bir evin duvarını delmiş, farkına varmışlar, hırsızlık üzerindeyken yakalamış ve öldürmüşler de bunun üzerine Allah Tealâ bu iki âyet-i kerimeyi indirmiştir. Kelbî rivayetinde ise ölümü Mekke'de değil, Şam yolundadır. Kelbî şöyle anlatıyor: "onu dönüp gittiği yolda bırakırız..." âyet-i kerimesi İbn Übeyrık hakkında nazil oldu. Medine-i Münevvere'de durumu ve hırsızlığı ortaya çıkınca Mekke'ye kaçtı ve irtidad etti. Ancak orada da doğru durmayıp yine hırsızlık yapmaya başladı. Bir gün, hırsızlık yapmak üzere bir evin duvarını delerken duvar üzerine yıkılmış ve yıkıntı altında kalmış. Ev halkı durumun farkına vararak yıkıntının altından çıkarıncaya kadar orada kalmış. Önce yıkıntının altından çıkarmış sonra da Mekke'den sürüp çıkarmışlar. Şam'a gitmek üzere oraya giden bîr kervana katılmış, ama yolculuk sırasında yine hırsızlık edeceği tutmuş ve kervandakilerin bazı mallarını çalmış, yakalayıp taşlayarak öldürmüşler de "onu dönüp gittiği yolda bırakırız ve kendisini cehenneme koyarız. Ne kötü dönüş yeridir orası!" âyet-i kerimesi nazil olmuş. Mukâtil, onun ölmesi ya da öldürülmesi hakkında daha farklı bilgiler veriyor: Tu'me, irtidad edip Mekke'ye kaçtığında orada Haccâc ibn Alât es-Sülemî'ye misafir olmuş. Haccâc onu güzel bir şekilde misafir etmiş ama Tu'me, evde altın olduğunu öğrenince gece evden çıkmış, dışardan duvarı delip altını çalmak üzere gizlice eve girmiş. Komşular bunun farkına varıp evi kuşatmışlar, yakalamışlar ve taşlayarak öldürmek istemişler, ancak Haccâc, kendi evini soymaya teşebbüs etmiş olsa dahi misafirinin öldürülmesinden utanmış ve öldürülmesini engellemiş, bıraktırmış da Tu'me Mekke'den çıkıp Suleym oğulları Harra'sına katılmış, onların putlarına tapmaya başlamış ve orada müşrik olarak ölmüş. Buraya kadar anlatılanlardan çok uzak bir kavil daha var ki Mekke'den çıktıktan sonra bir yerde bir gemiye binmiş, gemideki mallardan bir şeyler çalmış, yakalamışlar ve denize atmışlar[74] Ne şekilde ve nerede ölmüş veya öldürülmüş olursa olsun anlaşılan odur ki bir kere müşrik olarak ölmüş, ikinci olarak da hırsızlıktan bir türlü vazgeçememiş olması hem irtidadına, hem de ölümüne sebep olmuştur.

"Elbette Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bundan başkasını ise dilediğine bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa işte o, çok uzak bir dalâlete düşmüş olur." âyet-i kerimesinin nüzul sebebinde Dahhâk'tan başka bir sebep daha rivayet ediliyor. Şöyle ki: Yaşlı bir bedevî arap Allah'ın Rasûlü (sa)'ne geldi ve: "Ey Allah'ın elçisi, ben, günahlara ve hatalara dalmış bir ihtiyarım. Şu kadar var ki Allah'ı bilip de O'na İman ettiğimden beri hiçbir şeyi O'na ortak koşmadım. Benim Allah katında halim nasıl olacak?" diye sordu da Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[75]

Herhalde bu ihtiyar bedevî'nin Medine-i Münevvere'ye gelip Hz. Peygamber (sa)'e kendi durumunu sorması ile İbn Übeyrık'ın irtidadı ve hırsızlık alışkanlığının devamıyla müşrikler elinde öldürülmesi zaman itibariyle birbirine yakın ve hattâ aynı zamana rastlamış olmalıdır.[76]

117. O'nu bırakıp da yalnız dişi putlara tapıyorlar. Aslında onlar ancak inatçı bir şeytana tapıyorlar.

Hasen'den rivayette o şöyle demiştir: Araplardan her bir kabilenin "Filân kabilenin dişisi" diye isimlendirdikleri bir putu vardı. İşte bunun üzerine (arapların putlarını böyle isimlendirmeleri üzerine) Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[77]

119. (Şeytan dedi ki: ) Onları mutlaka saptıracağım, olmayacak kuruntulara boğacağım, onlara emredeceğim; davarların kulaklarım yaracaklar, onlara emredeceğim, Allah'ın yaratışını değiştirecekler. Allah'ı bırakıp şeytanı dost edinen kimse apaçık bir hüsranla kayba uğramıştır.

Enes'den rivayete göre o hadım etmeyi hoş görmez ve "onlara emredeceğim, Allah'ın yaratışını değiştirecekler..." âyet-i kerimesi bunun hakkında nazil olmuştur, dermiş.[78]

123. Ne sizin kuruntunuzla, ne de kitab ehlinin kuruntularıyladır. Kim kötü bir iş işlerse karşılığını görür ve kendisine Allah'tan başka ne bir dost bulabilir ne de bir yardımcı.

Ebu Salih'ten rivayette o şöyle anlatıyor: Ehl-i kitabdan yahudiler ve hristiyanlar ile diğer din sâlikleri hep bir yerde oturup birbirlerine: "Biz, sizden daha hayırlıyız." dediler de bu âyet-i kerime nazil oldu.

Mesrûk ve Katâde derler ki: Müslümanlarla ehl-i kitab münakaşa ettiler de ehl-i kitab: "Biz, sizden daha doğru yoldayız; peygamberimiz sizin peygamberinizden öncedir, kitabımız sizin kitabınızdan öncedir ve Allah katında biz Allah'a sizlerden daha lâyıkız." dediler. Müslümanlar da: "Bizler, sizlerden daha doğru yoldayız; bizim peygamberimiz peygamberlerin sonuncusudur. Bizim kitabımız kendinden önceki bütün kitablar hakkında hüküm veren kitabdır." dediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi. Sonra Allah Tealâ "Erkek olsun, dişi olsun her kim mü'min olarak sâlih ameller işlerse..." (Gâfır, 40) ve "Kim dince, muhsin olarak yüzünü Allah'a teslim etmiş olandan daha güzeldir?" (Nisa, 4/125) âyetleriyle müslümanların delillerini, onlarla tartışan ve onlara düşman olan diğer bütün din sâliklerinin delillerinden üstün kıldı.[79] Bu hadise ilerde (Hacc Sûresinin 19. âyetinin nüzul sebebinde) tekrar zikredilecektir. Yani bu olay üzerine birçok âyet-i kerime nazil olmuştur.

Burada Mücâhid'den farklı ve biraz da garip bir görüş rivayet edilmiş. Diyor ki: Kureyş müşrikleri: "Biz elbette diriltilecek ve azâb olunacak değiliz." demişlerdi. Bunun üzerine Allah Tealâ "Kim kötü bir iş işlerse karşılığını görür." âyet-i kerimesini indirdi.[80] İbn Abbâs'tan rivayette de ehl-i kitabın "Cennete ancak bizden olanlar girecek." sözleri ile Mekke müşriklerinin "Biz öldükten sonra asla diriltilecek değiliz." sözleri birleştirilerek bu ikisi hakkında nazil olduğu kaydedilmektedir.[81]

124. Erkek veya kadın her kim mü'min olarak sâlih bir amel işlerse onlar cennete girecekler ve kendilerine zerre kadar haksızlık edilmeyecektir,

Mesrûk'tan rivayete göre "Ne sizin kuruntunuzla, ne de kitab ehlinin kuruntularıyladır..." âyet-i kerimesi nazil olunca kitab ehli: "Biz sizlerle eşitiz." dediler de "Erkek veya kadın her kim mü'min olarak sâlih bir amel işlerse onlar cennete girecekler..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[82]

Ebu Salih'ten rivayette o şöyle anlatıyor: Tevrat ehli, İncil ehli, Zebur ehli ve mü'minler bir mecliste birlikte oturuyorlardı. Birbirlerine karşı: "Biz, sizlerden daha üstünüz." dediler de Allah Tealâ bu "Erkek veya kadın her kim mü'min olarak sâlih bir amel işlerse onlar cennete girecekler ve kendilerine zerre kadar haksızlık edilmeyecektir." âyet-i kerimesini indirdi.[83]

127. Senden kadınlar hakkında fetva isterler. De ki: "Onlar hakkında fetvayı size Allah veriyor: Kendilerine yazılmış olanı vermediğiniz ve nikâhlamayı istemediğiniz yetim kızlar hakkında, mağdur çocuklar hakkında ve yetimlere insafla bakmanız hakkında kitabda sizlere okunup duran âyetler var. Hayır olarak ne işlerseniz şüphesiz Allah onu Alîm 'dir.

Saîd ibn Cubeyr'den rivayete göre o şöyle demiştir: Câhiliye devrinde kadınları ve âkil baliğ oluncaya kadar çocukları mirasçı yapmazlardı. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi. Şu'be'den rivayette ise "Yetim di, bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi." denilmektedir.[84]

Saîd ibn Cubeyr'den gelen ikinci bir rivayet biraz daha ayrıntıya giriyor. Şöyle ki: Câhiliye devrinde sadece baliğ olmuş erkekler mirasçı olur, küçük yaşta erkekler ve kadınlarsa mirasçı olmazlardı. Nisâ Süresindeki miras âyeti nazil olunca bu insanlara ağır geldi, "Mal elde etmek için çalışmayan, malı korumayan çocuk mirasçı oluyor. Kadın da öyle. İkisi de mal için çalışan erkekler gibi mirasçı oluyorlar." dediler ve gökten bu konuda yeni bir emir gelmesini umarak beklediler. Baktılar ki yeni bir haber gelmiyor "Eğer bu din ve miras hukuku tamamlanmış ise bu size vacip oldu gitti bile." dediler ama biraz sonra da: "Gidin Rasûlullah'a sorun." dediler. Gidip Efendimiz (sa)'e sordular da Allah Tealâ "Senden kadınlar hakkında fetva isterler. De ki: "Onlar hakkında fetvayı size Allah veriyor..." âyetini indirdi.[85]

Yukarda biraz önce (Nisa, 4/3 âyetinin nüzul sebebinde) geçtiği üzere Müslim'de Hz. Aişe'den rivayet edilen bir haberde Urve ibnu'z-Zubeyr, Hz. Aişe'ye "Eğer yetim kızlar hakkında adaletli davranamayacağınızdan korkarsanız sizin için helâl olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın." (Nisa, 4/3) âyetini sormuş da o şöyle demiştir: Ey kız kardeşimin oğlu o, öyle yetim bir kızdır ki velisinin yanında olup malında velisine ortaktır. Malı ve güzelliği velisinin hoşuna gider de bir başkasının o kıza vereceği kadar mehir vermekten kaçınarak onun mehrinde adaletli davranmadan onunla evlenmek ister. İşte müslümanlar, o kıza verilebilecek en yüksek mehri vererek mehirlerinde adalete riayetle evlenmeleri dışında onları nikâhlamaktan men'edildiler ve onlar dışında hoşlarına giden kadınlarla evlenmekle emrolundular.

Sonra insanlar bu âyet-i kerimenin inmesinden sonra yine Hz. Peygamber (sa)'den kadınlar hakkında fetva istemeye devam ettiler de Allah Tealâ "Senden kadınlar hakkında fetva isterler. De ki: "Onlar hakkında fetvayı size Allah veriyor: Kendilerine yazılmış olanı vermediğiniz ve nikâhlamayı istemediğiniz yetim kızlar hakkında, mağdur çocuklar hakkında ve yetimlere insafla bakmanız hakkında kitabda sizlere okunup duran âyetler var..." âyetini indirdi. Bu âyetteki "kitabda sizlere okunup duran âyetler" Allah Tealâ'nın "Eğer yetim kızlar hakkında adaletli davranamayacağınızdan korkarsanız sizin için helâl olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın." buyurduğu ilk âyettir. Allah Tealâ'nın diğer âyetteki "nikâhlamayı istemediğiniz yetim kızlar." kavlindeki istememezlik sizden birinin koruması altındaki yetim kızın malının az olması ve kendince yeteri kadar güzel bulmaması halinde onu nikahlamak istememesidir. Yetim kızların velilerinin malı ve güzelliği az olan yetim kızları nikâhlamakta ki isteksizlikleri sebebiyle, malı ve güzelliği sebebiyle nikahlamak istedikleri yetim kızlarını adalete riayet etmeleri şartıyla olanı dışında nikâhlamaktan men'edildiler.[86]

Yine Hz. Aişe'den gelen bir rivayette o, durumu müşahhas hale getirerek şöyle demiştir: Bir adamın yanında yetim bir kız vardı. Bu kızın bir hurma bahçesi vardı ve o adam o kızdan eş olarak bir beklediği yokken sırf o bahçesi için onu nikahladı da onun hakkında "Eğer yetim kızlar hakkında adaletli davranamayacağınızdan korkarsanız sizin için helâl olan kadınlardan ikişer, ü-çer, dörder olmak üzere nikahlayın." (Nisa, 4/3) âyet-i kerimesi nazil oldu.[87] Yine Hz. Aişe der ki: Bu âyet-i kerimenin nüzulünden sonra insanlar kadınlar hakkında fetva istemeye ve sorularına devam ettiler de Allah Tealâ "Senden kadınlar hakkında fetva isterler..." âyetini indirdi.[88] Buhârî'de yine Aişe'den gelen başka bir rivayet şöyledir: Bu o adamdır ki yanında hem velisi, hem varisi olduğu yetim bir kız vardır. Kız onun elindeki bir hurma salkımına (veya hurma bahçesine) varıncaya kadar ortaktır. Başka biriyle evlendirip de evlendirdiği kişinin, o yetim kızın ortak olduğu şeylere ortak olmasını istemediğinden o yetim kızı bir başkasıyla evlendirmek istemez, onu nikâhtan alıkor. İşte bu kimse hakkında bu âyet-i kerime nazil oldu.[89]

Süddî'den rivayette ise bu konuda fetva isteyen ve Efendimizde gelip konuyu soran Câbir ibn Abdullah'tır. O şöyle anlatıyor: Ansar'dan (sonra Süleym oğullarından) Câbir ibn Abdullah'ın gözleri kör ve çirkin bir amca kızı vardı. Babasından ona çok mal miras kalmıştı. Câbir onu kendine nikahlamak istemiyor, evlendireceği kocası malı alıp götürecek korkusuyla bir başkasına da nikahlamıyordu. Gelip Hz. Peygamber (sa)'e bu durumu sordu. Başka İnsanların da yanında Câbir'de olduğu gibi yetim kızlar vardı. Onlar da Câbir'in sorusunun cevabını merakla bekliyorlardı. Câbir: "Ey Allah'ın elçisi, kız çocuğu hem kör, hem çirkin olduğunda yine de vâris olur mu?" diye sordu. Efendimiz (sa): "Evet." buyurdu ve Allah Tealâ da onlar hakkında bu âyet-i kerimeyi indirdi.[90]

Hz. Aişe'den gelen başka bir rivayete göre de câhiliye halkı kadınlara mehirlerinî vermez, kadının mehrine kadının ailesi (velileri) el koyarmış. "Kadınlara mehirlerini bağış olarak verin." (Nisa, 4/4) âyeti nazil olduğunda Allah'ın Rasûlü (sa)'ne bu durumu sordular da bu âyet-i kerime nazil oldu.

Saîd ibn Cubeyr'den de farklı bir sebep rivayeti vardır: Bir adamın yaşlı bir karısı vardı. Bu karısından çocukları da olmuştu. Yaşlanan bu hanımını boşamak istedi. Kadın: "Bunu yapma, beni boşama; bırak çocuklarımın işleriyle meşgul olayım. Bana ayda bir, eğer arzu edersen birden fazla gel yeter." dedi. Adam: "Eğer bu sana uygun ise ben de bu çözümü arzu ederim." deyip Hz. Peygamber (sa)'e geldi ve durumunu anlattı. Hz. Peygamber (sa): "Allah, senin söylediğini işitmiştir, dilerse sana bir cevap indirir." buyurdu da bu âyet-i kerime nazil oldu.[91] Râzî bu nüzul sebebini bundan sonraki âyetin iniş sebebi olarak vermektedir[92] ki herhalde uygun olan da budur.[93]

128. Eğer bir kadın kocasının uzaklaşmasından yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse sulh ile aralarını düzeltmekte ikisine de vebal yoktur. Sulh daha hayırlıdır. Zaten nefislerde kıskançlık hazırlanmıştır. Eğer iyi geçinir, sakınırsanız hiç kuşkusuz Allah yapacağınız her şeyden tamamen haberdardır.

Hz. Aişe'den "Eğer bir kadın kocasının uzaklaşmasından yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse..." âyet-i kerimesi hakkında rivayette o şöyle demiştir: Bir adamın yanında (nikâhı altında)ki bir kadın hakkında nazil oldu ki kocası ona fazlaca gelip gitmez ve ondan ayrılmak ister. Kadın da ya ona sevgisinden, ya da ondan çocuğu olduğu için ondan ayrılmak istemez de kocasına: "Beni boşama, nikâhın altında tut, bana gelip gelmemekte sen serbestsin." der. İşte bu kadın (ve benzerleri) hakkında bu âyet nazil oldu.[94]

Hz. Aişe'den gelen başka bir rivayette "nikâhı altında iki kadın olup da birisi yaşlı veya çirkin olduğunda bu yaşlı veya çirkin olan eşin, kocasından, kendisini boşamamasını isteyip kendisine gelip gitme veya adalete riayet konusunda serbest bırakması" hakkında nazil olduğu kaydedilmektedir.[95]

İbn Abbâs'tan rivayette bu âyet-i kerimenin, Hz. Peygamber (sa)'in zevcât-i tâhirâtından Sevde bint Zem'a hakkında nazil olduğu tasrih edilmiştir. Tirmizî'nin tahric ettiği haberde hâdiseyi Hz. Aişe şöyle anlatıyor: Şevde, Hz. Peygamber (sa)'in kendisini boşamasından korktu da "Beni boşama, beni nikâhın altında tut ve günümü Aişe'ye ver, ona tahsis et." dedi de Hz. Peygamber (sa) öyle yaptı ve "Eğer bir kadın kocasının uzaklaşmasından yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse sulh ile aralarını düzeltmekte ikisine de vebal yoktur. Sulh daha hayırlıdır..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[96]

Saîd ibnu'l-Museyyeb'den rivayete göre Muhammed ibn Mesleme'nin kızı Râfi' ibn Hadîc (veya Sabîh)'in yanında (nikâhı altında) imiş. Râfi onun bir durumundan, ya yaşlanmış olmasından, ya kıskançlığından hoşlanmamış da onu boşamak istemiş. Kadın: "Beni boşama, nikâhın altında tut ve bana arzu ettiğin kadar, senin uygun göreceğin kadar gün ayır." demiş de Allah Tealâ bunun üzerine "Eğer bir kadın kocasının uzaklaşmasından yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse..." âyet-i kerimesini indirmiş.[97]

Ebu Davud et-Tayâlisinin kendi senediyle İbn Abbâs'tan rivayetine göre Ümmü'l-mü'minin Hz. Şevde, Rasûlullâh (sa)'ın kendisini boşamasından korkarak: "Ey Allah'ın Rasûlü, beni boşama, nikâhın altında tut da günümü (nöbetimi) Aişe'ye tahsis et." dedi, Allah'ın Rasûlü (sa) de öyle yaptı ve "Eğer bir, kadın kocasının uzaklaşmasından yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse..." âyeti nazil oldu.[98]

Saîd ibn Cubeyr'den rivayet ediliyor: Daha önceden kendisini boşamaktan vazgeçmesi karşılığında kendisine gün ayrılmamasına razı olan bir kadın "Eğer bir kadın kocasının uzaklaşmasından yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse..." âyet-i kerimesi nazil olunca kocasına "Hayır, bana da kendinden bir pay ayırmanı, bana da bir gün tahsis etmeni istiyorum." dedi de bunun üzerine aynı âyet-i kerimenin "Zaten nefislerde kıskançlık hazırlanmıştır." kısmı nazil oldu. Suddî'den rivayette ise bu kadının ismi de verilmekte. Buna göre Mü'minlerin annelerinden Şevde bint Zem'a, daha önceden, Hz. Peygamber (sa)'in kendisini boşamaması karşılığında kendisine ayrılan gününü Hz. Aişe validemize vermişken sonradan bunu kıskanmış ve bunun üzerine âyet-i kerimenin bu kısmı nazil olmuştur.[99]

135. Ey iman edenler; kendileriniz, ana-babanız ve yakınlarınız aleyhinde de olsa Allah için şâhidler olarak adaleti gözetin. İster zengin, ister fakir olsun; Allah'ın onları koruması daha uygundur. Adaletinizde heveslere uymayın. Eğer dilinizi büker veya yüz çevirirseniz elbette Allah yaptıklarınıza Habîr’dir.

1 .Suddî'den rivayete göre bu âyet-i kerime Hz. Peygamber (sa) hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki: Bir gün bir zenginle bir fakir Efendimiz (sa)'in huzurunda birbirleriyle hasımlaşmışlar. Hz. Peygamber'in gönlü fakirin haklı olduğu görüşüne yatkın imiş. Zira "Fakir, zengine zulmetmez." diye düşünüyormuş. Allah Tealâ ise zengin olsun, fakir olsun daima adaletli davranmasında ısrarla "Ey iman edenler, kendileriniz, ana-babanız ve yakınlarınız aleyhinde de olsa Allah için şâhidler olarak adaleti gözetin..." âyet-i kerimesini indirmiştir.[100]

2. Ebu Süleyman ed-Dimaşki bu âyet-i kerimenin de yukarda geçen Tu'me ibn Übeyrık hadisesi sebebiyle nazil olan âyetler meyanında nazil olduğunu söylemiştir.[101]

3. İbnu'l-Munzir'in İbn Cureyc kanalıyla İbn Abbâs'ın bir mevlâsından rivayetine göre Hz. Peygamber (sa) Medine-i Münevvere'ye geldiğinde ona ilk inen sûre Bakara Sûresi olmuş, onun peşinden de Nisa üresi inmiştir. O sıralarda Medine'de kişi oğlu, amcası veya başka bir yakını hakkında şahitlik edecekse ve durum da kendi yakım aleyhinde ise şahitliğinde dilini eğip büker, farklı şekillerde anlaşılabilecek şekilde şahitlik ederdi ki kendi yakını lehine hüküm verilsin. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[102]

136. Ey iman edenler; Allah'a, peygamberine, rasûlüne indirdiği kitaba ve ondan önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitablarını, rasullerini ve âhiret gününü inkâr ederse hiç şüphesiz derin bir sapıklıkla dalâlete düşmüştür.

Kelbî der ki: Abdullah ibn Selâm, Ka'b'ın iki oğlu Esed ve Useyd, Sa'lebe ibn Kay s, Abdullah ibn Selâm'ın kız kardeşinin oğlu Selâm, ile yine onun kardeşinin oğlu Seleme, Yâmîn ibn Yâmîn ve iman eden bir grup kitab ehli hakkında nazil olmuştur. Bunlar:" Ey Allah'ın nebisi, biz sana, kitabına, Musa'ya, Tevrat'a, Uzeyr'e iman ederiz, bunlar dışındaki rasul ve kitabları ise inkâr ederiz." demişler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş.[103]

138. Münafıklara, kendilerine pek elem verici bir azâb olduğunu müjdele.

Mukatil der ki: Feth Sûresinde Allah Tealâ'nın Hz. Peygamber ve mü'minleri bağışladığını haber veren âyet-i kerime (veya âyet-i kerimeler) nazil olunca Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl ve beraberindeki bir grup: "Bize bir şey yok mu?" ya da "Ya bize ne var?" dediler de bu âyet-i kerime nazil oldu.[104]

140. O size kitabda, Allah'ın âyetlerine küfredildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, onlar başka bir konuya geçinceye kadar yanlarında oturmayın. Yoksa siz de onlar gibi olursunuz. " diye bildirdi. Doğrusu Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır

Müşrikler, meclislerinde Kur'ân'dan bahseder ve onunla alay ederlerdi. Bunun üzerine Allah Tealâ "Ayetlerimiz hakkında münasebetsizliğe dalanları gördüğün zaman onlar, Kur'ân'dan başka bir sözle meşgul oluncaya kadar kendilerinden yüz çevir. Eğer şeytan sana bunu unutturursa, o halde hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile birlikte oturma." (En'âm, 6/68) âyet-i kerimesini indirdi. Bu, Mekke'de idi. Hz. Peygamber (sa) Medine-i Münevvere'ye hicret ettikten sonra bu sefer yahudiler aynı şeyi yapmaya başladılar. Bu meclislerinde dinleyicileri de münafıklardı. Bunun üzerine de Allah Tealâ bu âyeti: "O size kitabda, Allah'ın âyetlerine küfredildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, onlar başka bir konuya geçinceye kadar yanlarında oturmayın. Yoksa siz de onlar gibi olursunuz, diye bildirdi..." âyet-i kerimesini indirdi.[105]

141. Onlar hep sizi gözetleyip dururlar; Allah'tan size bir zafer gelince: "Sizinle beraber değil miydik?" derler. Kâfirlere zaferden bir pay düştüğü zaman da onlara: "Size üstünlük sağlıyor ak mü'minlerden sizi korumadık mı? " derler. Kıyamet günü aranızda hüküm verecek Allah'tır. Allah, müzminlerin aleyhinde kâfirlere asla fırsat vermeyecektir.

Ebu Süleyman ed-Dimaşkî bu âyet-i kerimenin özellikle münafıklar hakkında nazil olduğunu söylerken Mukatil buna biraz daha açıklık getirme sadedinde bu âyet-i kerimede münafıkların sözlerinin hikâye edildiğine işaretle şöyle der: Münafıklar, müslümanların başına felâketler gelmesini arzular ve beklerlerdi. Ama buna rağmen yine de müslümanlar bir zafer kazanırlarsa:" Biz sizinle birlikte değil miydik? Bize de ganimetten pay verin." derler; kâfirler müslümanlara karşı bir üstünlük sağlarlarsa bu sefer de kâfirlere: "Size üstünlük sağlayarak sizi müslümanlardan korumadık mı?" derlerdi.[106]

142. Doğrusu münafıklar Allah'a hud'a yapmak, tuzak kurmak isterler. Oysa O, onların tuzaklarını başlarına geçirir. Onlar namaza tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı da ancak çok az zikrederler.

İbn Cureyc'den rivayete göre Abdullah ibn Ubeyy, Ebu Amir ibnu'n-Nu'mân ve diğer münafıklar hakkında nazil olmuştur.[107]

144. Ey iman edenler, mü'minleri bırakıp da kâfirleri kendinize dostlar edinmeyin. Yoksa Allah'ın, aleyhinize apaçık bir ferman mı vermesini istiyorsunuz?

Medine-i Münevvere'de ansardan bazıları ile Kurayza oğulları yahudileri arasında süt emme gibi, yeminle birbirlerine bağlanma gibi sebeplerle oluşmuş ilişkiler ve dostluklar vardı. Hz. Peygamber Medine-i Münevvere'ye gelip de müslüman olunca yahudilerle olan dostluklarının doğru olup olmadığından, ya da bu dostluklarını devam ettirmelerinde bir sakınca olup olmadığında şüphe ettiler de Allah'ın Rasûlü (sa)'ne gelip sordular: "Ey Allah'ın elçisi, kimlerle dost olalım?" Efendimiz (sa): "Muhacirlerle dost olun." buyurdu da bu âyet-i kerime nazil oldu.[108]

146. Ancak tevbe edenler, ıslah olanlar, Allah'a sarılanlar, dinlerini Allah için ihlâslı kılanlar müstesnadır. Onlar, mü'minlerle beraberdirler. Allah mü'minlere pek büyük bir mükâfat verecektir.

Bundan bir önceki âyet-i kerimede "Doğrusu münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar." buyrularak münafıkların yeri haber verilince Rasûlullah (sa)'ın ashabından bazıları: "Filân filân kişiler münafıktılar ama sonra tevbe ettiler. Onlara nasıl davranılacak, onlara nereye konulacak?" diye sordular da bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[109]

148. Zulme uğrayanlarınki hariç olmak üzere Allah, çirkin sözün açıktan söylenmesini sevmez. Allah Semî'dir, Alîm'dir.

Mücâhid der ki: Bir adam bir kavme misafir olmuştu, onu misafir etmede kötü davrandılar da onlardan şikâyette bulundu. Bu âyet-i kerime, onun şikâyette bulunmasına ruhsat olmak üzere nazil oldu.[110]

Mukatil der ki: Hz. Peygamber (sa)'in de hazır bulunduğu bir mecliste bir adam Ebu Bekr'in aleyhinde konuştu. Ebu Bekr cevap vermedi. Adam Ebu Bekr aleyhinde konuşmaya devam edince dayanamadı ve cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sa) kalkıp meclisten çıkmaya davrandı. Ebu Bekr: “Ey Allah'ın Rasûlü, bu adam benim aleyhimde konuşurken oturuyordun, ben cevap verince çıkmaya davrandın?!" dedi. Efendimiz: "O, senin aleyhinde konuşurken bir melek senin yerine o adama cevap veriyordu. Ama sen cevap verince melek gitti, yerine şeytan gelip oturdu." buyurdu ve bu âyet-i kerime nazil oldu. Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi olduğu kaydedilmeksizin hadise Ebu Dâvud tarafından da Saîd ibnu'l-Museyyeb'den mursel olarak tahric edilmiştir.[111]

153. Kitab ehli, senin kendilerine gökten bir kitab indirmeni isterler. Musa'dan da bundan daha büyüğünü istemişler ve "Bize Allah'ı açıktan göster." demişlerdi de zulümlerinden dolayı onları yıldırım çarpmıştı. Kendilerine bunca âyetler ve apaçık deliller geldikten sonra da buzağıya taptılar. Nihayet Biz, bunu affettik ve Musa 'ya apaçık bir hüccet verdik.

Yahudiler hakkında nazil olmuştur. Hz. Peygamber (sa)'e: "Ey Muhammed, eğer gerçekten peygamber isen Musa'nın getirdiği gibi kitabı gökten bize bir defada toptan getir." dediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[112] Taberi nin Muhammed ibn Ka'b el-Kurazf den rivayetinde ise bir grup yahudinin Hz. Peygamber (sa)'e gelip "Musa'nın Allah katından levhaları getirdiği gibi sen de bize Allah katından levhalar getir ki seni tasdik edelim." diye İstekte bulunmaları üzerine nazil olmuştur.[113] Suyûtî, bu âyet-i kerime ve bunu takip eden "Bir de onların inkâr ile kâfir olmaları ve Meryem'in aleyhinde büyük bir iftira atıp söylemeleri sebebiyle..." (Nisa, 4/156) âyetine kadar olan âyet-i kerimelerin bunun üzerine nazil olduğunu zikretmektedir.[114]

İbn Cureyc'den rivayete göre ise yahudi ve hristiyanların Hz. Peygamber (sa)'e gelip: "Ey Muhammed, senin Allah'ın elçisi olduğuna dair Allah'tan filâna bir mektup ve senin Allah'ın elçisi olduğuna dair filâna bir mektup getirmedikçe sana biat edecek değiliz." demeleri üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[115]

162. Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlar ve mü'minler; sana indirilen kitaba, ve senden önce indirilmiş olanlara inanırlar. Namazı kılanlara, zekatı verenlere, Allah'a ve âhiret gününe iman edenlere elbette çok büyük bir mükâfat vereceğiz.

Yahudiler, (bir önceki âyetteki "Yahudilerin zulümleri ve birçok kimseleri Allah'ın yolundan alıkoymalarından dolayı kendilerine helâl kılınmış şeyleri haram kıldık." sözünü) inkârla "Bunlar, bizim zulmümüz sebebiyle haram kılınmış olmayıp aslında haram idiler. Sen, aslında haram olan bu şeyleri şimdi helâl kılıyorsun." dediler de bu âyet-i kerime nazil oldu.[116]

163. Nuh'a, ondan sonra gelen peygamberlere, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kub'a ve torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman 'a vahyettiğimiz gibi şüphesiz sana da vahyettik Davud'a da Zebur'u verdik.

İbn Abbâs'tan rivayete göre Sukeyn ve Adiyy ibn Sabit (veya Zeyd)'in: "Ey Muhammed, Allah'ın, Musa'dan sonra herhangi bir beşere bir şey indirdiğini bilmiyoruz." demeleri üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiştir.[117]

164. Kıssalarını daha önce sana anlattığımız peygamberlerle kıssasını sana anlatmadığımız peygamberlere de (vahyettik). Ve Allah, Musa ile de konuşmuştur.

Allah Tealâ, kitabında bazı peygamberlerinin adını zikredip bazısını zikretmediğini gören yahudiler, adı anılanların anılmayanlardan daha üstün olduğunu düşünerek: "Muhammed peygamberleri zikrettİ ama Musa'nın hiç adını anmıyor." dediler de bunun üzerine "Ve Allah, Musa ile de konuşmuştur." âyeti nazil oldu.[118]

166. Lâkin Allah, sana indirdiğine şâhidlik eder. Onu, ilmiyle indirmiştir. Melekler de şâhidlik ederler. Esasen şâhid olarak Allah yeter.

Kelbî der ki: Mekke halkının reisleri hakkında nazil olmuştur. Onlar: "Ey Muhammed, seni yahudilere sorduk, onlar seni tanımadıklarını söylediler. Allah'ın seni bize elçi olarak gönderdiğine şâhidlik edecek başka birisini bize getir." dediler de bu âyet-i kerime nazil oldu.[119]

Bu âyet-i kerimenin Hz. Peygamber (sa) ile yahudiler arasında geçen; Efendimiz (sa)'in, yanına gelen bir grup yahudiye: "Allah'a yemin olsun ki sizin, benim Allah'ın Rasûlü olduğumu çok iyi bildiğinizi biliyorum." demesi üzerine onların da "Hayır biz böyle bir şey bilmiyoruz." dedikleri ve bunun üzerine nazil olduğu şeklinde İbn Abbâs'tan rivayet edilen haber[120] bu âyetin nüzulü hakkında daha sahih ve Sûrenin medenî olmasına daha uygun görünmektedir.[121]

171. Ey kitab ehli, dininizde taşkınlık etmeyin, Allah hakkında ancak gerçeği söyleyin. Meryem oğlu İsa Mesih Allah'ın peygamberi, O'nun, Meryem'e ulaştırdığı kelimesi ve kendinden bir ruhtur. Allah'a ve peygamberlerine iman edin, Allah üçtür demeyin, kendi yararınıza olarak bundan vazgeçin. Allah, sadece bir tek ilâhtır, çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde olan da yerde olan da O'nundur. Allah Vekil olarak yeter.

Hristiyanlardan bir grubun "İsa Allah'ın oğludur." demeleri üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[122] Mukatil, bu hristiyanlann Necrân hristiyanlarından Medine-i Münevvere'ye elçi olarak gelen Seyyid, Akıb ve beraberindekiler olduğunu söylerken Hasen biraz daha genişleterek âyet-i kerimenin yahudi ve hristiyanlar hakkında nazil olduğunu söylemiştir.[123] Ancak âyet-i kerimedeki "Allah üçtür demeyin." ifadesi yahudiler hakkında da nazil olmuş olması ihtimalini zayıflatmaktadır.[124]

172. Mesîh, Allah'a kul olmaktan asla çekinmez, gözde melekler de. Kim O 'na kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa bilsin ki O, hepsini toptan kendisine toplayacaktır.

Kelbî der ki: Necran hey'eti hristiyanları: "Ey Muhammed, arkadaşımızı ayıplı ve eksik mi görüyorsun?" demişlerdi. Hz. Peygamber (sa): "Arkadaşınız da kim?" diye sordu da "İsa." dediler. "Onun hakkında onu ayıplı kusurlu görecek ne söylüyorum ki?" buyurdu. "Onun, Allah'ın kulu ve elçisi olduğunu söylüyorsun ya." dediler. Onlara: "Allah'a kul olması İsa için bir utanç değildir." buyurdu. Onlar: "Tam aksine bu onun için bir utançtır." dediler de bu âyet-i kerime nazil oldu.[125] Ebu Salih de İbn Abbâs'tan aynı görüşü rivayet etmiştir.[126]

176. Senden kelâle hakkında fetva isterler, de ki, Allah kelâle hakkında size fetva veriyor,..

Kur'ân-ı Kerim'de "Kelâle" ile ilgili iki âyet İnmiştir ve ikisi de bu Nisa Sûresindedir. Birisi Sûrenin baş taraflarında bulunan "...Eğer mirası aranan erkek veya kadın kelâle olur ve onun erkek veya kız kardeşi bulunursa bunlardan her birinin mirastan payı altıda birdir..." (âyet: 12) âyeti, diğeri de Sûrenin son âyeti olan bu âyet-i kerimedir. Bunlardan birincisi kış mevsiminde nazil olduğu için "âyetu'ş-şitâ", bu da yaz mevsiminde nazil olduğu için "âyetu's-sayf' olarak meşhur olmuştur.[127]

Humeydî'nin... Câbir ibn Abdullah'dan rivayetinde o şöyle anlatıyor: Bir hastalığımda Allah'ın Rasûlü (sa) ve Ebu Bekr (İbn Mâce rivayetinde Hz. Peygamber, Ebu Bekr ve Ömer) yürüyerek beni ziyarete gelmişlerdi. O sırada bana bir baygınlık gelmiş, Rasûlullah bir miktar su istemişler, abdest alıp kalanını bana serpmişler ki ben uyandım ve: "Ey Allah'ın elçisi, malımda nasıl hükmedeyim (ya da malımda nasıl davranayım)? diye sordum. Miras âyeti nazil oluncaya kadar susup cevap vermediler.[128]

Hadisin Ebu Davud'daki rivayetinde "miras âyeti" yerine "Senden kelâle hakkında fetva isterler, de ki, Allah kelâle hakkında size fetva veriyor..." (Nisa, 176) âyetinin indiği; Tirmizî rivayetinde ise Câbir'in: "Bu âyet benim hakkımda indi." dediği; İbn Mâce rivayetinde ise fazladan olarak bir de yine kelâle'nin mirasından "Eğer bir erkek veya kadının kelâle olarak malı mirasçılarına kalırsa, bir erkek, yahut bir kız kardeşi varsa her birine altıda bir düşer. Bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar." şeklinde bahsedilen Nisa, 12 âyetinin de indiği tasrih edilmiştir.[129]

Ebu Davud et-Tayâlisî rivayetinde ise Hz, Peygamber (sa)'in ona: "Bu hastalığından öleceğini sanmıyorum ama sen yine de kız kardeşlerine malından ne bırakacağını belirle." buyurduğu, onun da malının üçte ikisini kız kardeşlerine bırakmayı vasiyet ettiği" kaydedilip âyetin "Eğer kız kardeş iki ise erkek kardeşinin bıraktığının üçte ikisini alırlar." Kısmı benim hakkında nazil oldu dediği belirtilmiştir.[130]

Vahidî'nin Esbâbu'n-Nüzûl'ünde Câbir hadisi şu şekilde rivayet edilmektedir: Bir hastalığımda Allah'ın Rasûlü (sa) beni ziyarete gelmişti. Yanımda yedi kız kardeşim vardı. Ben bir ara bayılmışım. Hz. Peygamber (sa) yüzüme üfürmüş ve ben ayılmışım. Ben: "Ey Allah'ın elçisi, malımın üçte ikisini kız kardeşlerime vasıyyet edeyim mi?" diye sordum, "Otur." veya "İhsan et." buyurdular. Ben: "Yarısını vasıyyet edeyim mi?" diye sorumu yineledim, "Otur." buyurdular, sonra beni bırakıp çıktılar, sonra da yeniden yanıma girip şöyle buyurdular: "Ey Câbir, bu hastalığından öleceğini sanmıyorum. Allah Tealâ âyet indirip kız kardeşlerinin payının üçte iki olduğunu beyan buyurdu." Câbir der ki: "Senden kelâle hakkında fetva isterler, de ki, Allah kelâle hakkında size fetva veriyor..." âyet-i kerimesi benim hakkımda nazil oldu.[131] Taberî'deki Câbir ibn Abdullah rivayetinde ise onun kız kardeşlerinin sayısı dokuz olarak verilirken çocuğu ve babası olmadığı ayrıntısı da zikredilmiştir. Hafız ibn Hacer, bu Câbir kıssasının Sûrenin başında (11. âyetin nüzul sebebinde) anlatılan kıssadan farklı, yani ondan ayrı ve başka bir hadise olduğunu kaydetmiştir.[132]

Saîd ibnu'l-Museyyeb'den rivayete göre ise Hz. Ömer'in kelâle hakkında "Ey Allah'ın elçisi, Allah onu beyan buyurmadı mı?" şeklinde sorması üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[133]

Berâ İbn Azib'den rivayet edildiğine göre Kur'ân'dan son nazil olan âyet budur. Berâ'dan gelen başka bir rivayette "Sûre olarak son nazil olanın Tevbe; âyet olarak son nazil olanın da Nisâ Sûresinin son âyeti olan "Senden fetva isterler, size kelâle hakkında fetvayı Allah veriyor..." âyeti olduğu belirtilmektedir.[134] İbn Şîrîn'den rivayette o şöyle diyor: Bir yolculukta idiler. Huzeyfe ibnu'l-Yemân'ın binitinin başı Allah'ın Rasûlü (sa)'nün binitinin arkasında, Ömer'in binitinin başı da Huzeyfe'nin binitinin arkasındaydı. O sırada "Senden fetva isterler, size kelâle hakkında fetvayı Allah veriyor..." âyet-i kerimesi nazil oldu. Rasûlullah (sa) âyeti Huzeyfe'ye, o da Ömer'e okudu.[135] Bu âyet-i kerimenin, Hz. Peygamber (sa) Veda haccı için yola çıkmak üzere yol hazırlığı yaptığı sırada nazil olduğu da söylenmiştir.[136]


[1] el-Vâhidî, age. s. 118-119; es-Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, 11,623.
[2] Taberî, age. v,i37.
[3] İbnu’l-Esîr, Usdu'l Ğâbe, v,400-401.
[4] Elmalılı M Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, İstanbul 1960,11,1423-1424.
[5] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 16; es-Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, 11,624-625.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/251-253.
[6] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 4/17; Müslim, Tefsir, 22; Ebu Davud, el-Hurûf ve'I-Kırâât, I, hadis no: 3974.
[7] Taberi, age. v,i40.
[8] İbnu'l-Esîr, Usdu’l-Ğâbe, V.77,186, 259.
[9] Kurtubî, age. V,216.
[10] İbnu'l-Esîr, Usdu’l-Ğâbe, V.77.
[11] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 4/16, hadis no: 3030; Taberî, age. V,14I.
[12] Taberî, age. V, 141.
[13] Taberî, age. vj4i-i42.
[14] es-Suyuti, Lubâbu'n-Nukûl, i,ıi8.
[15] Taberî, age. V,142.
[16] İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Ğâbe, v,77.
[17] İbnu’l-Cevzî, age. ıı,i70.
[18] İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Ğâbe, 1,335-336.
[19] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/252-256.
[20] Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fî Tertibi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, 11,17.
[21] Buhârî, Tefsîru’l-Kur'ân, 18; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 4/19, hadis no: 3033; Taberî, age. V.145.
[22] Taberî, age. V,144.
[23] Tirmizî, Tefsîru’l-Kur'ân, 4/18, hadis no: 3032; Taberî, age. v,i45.
[24] Taberî, age. V,145.
[25] es-Suyûtî, ed-Durru’l-Mensur, 11,643.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/256-257.
[26] İbn Hişâm, es-Siretu'n-Nebeviyye, Kahire 1375/1955,1,641.
[27] es-Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,120.
[28] Taberî, age. v,i48-i49.
[29] Buhari, Tefsîru’l-Kur'ân, 4/19; Rten, 12.
[30] Taberî, age. v,i49-i50.
[31] Taberî. age. v.i48; İbnu'l-Cevzî. age. H, 176-177, 1 numaralı dip not.
[32] İbnu'l-Cevzî. age. II,177.
[33] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/257-259.
[34] İbnu'l-Cevzî, age. 11,178.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/260.
[35] Taberî, age. v, 151-152.
[36] İbnu'l Cevzî, age. 11,180.
[37] Taberî, age. v,i52.
[38] Taberî, age. v,i52.
[39] Taberî, age. v,i53.
[40] İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Ğâbe, mf6i.
[41] İbnu'l-Esîr, age. m,6i-62.
[42] İbnu'l-Cevzî, age. II, 181.
[43] Kurtubî, age. v,224; es-Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,123; İbnu'l-Esîr, Usdu’l-Ğâbe, 11,92.
[44] es-Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,123-124.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/260-263.
[45] Taberî, age. V.155.
[46] Taberî, age. v,i56.
[47] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 4/21, hadis no: 3035; Taberî, age. V,158, 164.
[48] Taberî, age. v, 156-157.
[49] Kurtubî, age. v.239.
[50] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, VI, 157.
[51] Abdulfettâh el-Kâdî, Esbâbu'n-Nüzûl ani's-Sahâbe ve'l-Müfessirîn, Kahire tarihsiz (Birinci baskı), s.74. Ayrıca bak: Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 22.
[52] İbn Hişâm, es-sîretu'n-Nebeviyye, h.205-206.
[53] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/263-265.
[54] Taberi, Câmiu’l-Beyân, rv,68; v,i68-i69.
[55] İbnu'l-cevzî, age. n,i88.
[56] Kurtubî, age. v,240.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/266.
[57] Tirmizı, Tefsîru’l-Kur'ân, 4/22, hadis no: 3036; Taberî, age. V,170-171.
[58] Taberî, age. v,nı, 173.
[59] Kurtubî, age. v,24i.
[60] el-Vâhidî, age. s. 124.
[61] İbnu’l-Cevzî, age. n,i90.
[62] es-Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, ı,\29.
[63] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/267-269.
[64] Kurtubî, age. v,243.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/270.
[65] İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Ğâbe, v,439.
[66] Kurtubî, age. v,243-244.
[67] İbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, Mısır 1375/1955,11,537.
[68] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/270.
[69] İbnu'l-cevzî, age. iÜ95.
[70] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/270.
[71] İbnu’l-Cevzî, age. n,i96.
[72] Bak; İbn Hişâm, es-Sîretun-Nebeviyye, 11,539-541.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/271.
[73] Râzî, age. X,41.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/272.
[74] İbnu'l-Cevzî, age. 11,200.
[75] Kurtubî, age. v.247-248.
[76] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/272-273.
[77] Taberî, age. v(i79)
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/273.
[78] Taberi, age. v.ısi.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/274.
[79] el-Vâhidi age. s. 125; v,40i.
[80] Taberî, age. V,186.
[81] Kurtubî, age. v,254.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/274-275.
[82] Taberî, age. v,i85.
[83] Taberî, age. v,i86.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/275.
[84] Taberî, age. V.192.
[85] Taberî, age. v,i92.
[86] Müslim, Nikâh, 6; Ebu Davud, Nikâh, 12, hadis no: 2068.
[87] Buhâri, Tefsîru’l-Kur’ân, 4/1.
[88] Buhârî, Tefsîru’l-Kur'ân, 4/1.
[89] Buhârî, Tefsîru’l-Kur'ân, 4/23.
[90] Taberi, age. V,193.
[91] İbnu'l-Cevzî, age. 11,214.
[92] Râzî, age. xi,65.
[93] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/275-277.
[94] Buhârî, el-Mezâlim ve'1-Ğasb, 11; Tefsîru'l-Kur'ân, 4/24; Müslim, Tefsir, 13, 14; el-Vahidî, age. s. 127.
[95] Taberî, age. v,i97.
[96] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 4/26, hadis no: 3040.
[97] el-Vâhidî, age. s. 127.
[98] Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fî Tertîbi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, 11,17.
[99] Taberi, age. v,2oo
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/278-279.
[100] el-Vâhidî, aee. s. 127-128.
[101] İbnu'l-Cevzî, age. 11, 222.
[102] es-Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, 11,714-715.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/279.
[103] el-Vâhidî, age. s. 128;İbnu’l-Cevzî, age. 11,223; es-Suyûtî, ed-Durru'1-Mensûr, 11,716.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/280.
[104] İbn Cevzî, age. 11,225-226.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/280.
[105] Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, Tahran Tarihsiz, Xl,81.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/281.
[106] İbnu’l-Cevzî, age. n,229.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/281.
[107] Taberi, age. v,2i5.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/282.
[108] Râzî, age. xı,86.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/282.
[109] İbnu’l-Cevzî, age. n,234.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/282-283.
[110] el-Vâhidî, age. s. 128.
[111] İbnu’l-Cevzî, age. 11,148; Ebu Davud, Edeb, 41, hadis no: 4896.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/283.
[112] el-Vahidî, age. s. 128.
[113] Taberî, age. vi,6, vn,i77
[114] es-Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,132.
[115] İbnu'l-Cevzî, age. 11,241.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/283-284.
[116] Kurtubî, age. vi,ıi.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/284.
[117] Taberî, age. VI,20; Kurtubî, age. VI, 12.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/285.
[118] Kurtubî, age. VI, 13.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/285.
[119] el-Vâhidî, age. s. 128.
[120] Taberî, age. vi,22.
[121] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/285.
[122] el-Vâhidî, age. s. 128.
[123] İbnu'l-Cevzî, age. n,260.
[124] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/286.
[125] el-Vâhidî, age. s. 128.
[126] İbnu'l-Cevzî, age. 11,262.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/286-287.
[127] Bak: Râzî, age. xi,i20.
[128] Ebu Bekr Abdullah ibn ez-Zubeyr el-Humeydî, el-Musned, tah: Habîbu'r-Rahmân el-A'zamî, Beyrut tarihsiz, 11,516, hadis no: 1229.
[129] Bak: Ebu Davud, Ferâiz, 2. Ayrıca bak: Buhârî, Ferâiz, 1; Müslim, Ferâiz, 1616; Tirmizî, Ferâiz, 7. hadis no: 2097; İbn Mâce, Ferâiz, 5.
[130] Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fi Tertîbi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, 11,17.
[131] el-Vâhidî, age. s. 129; es-Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,133.
[132] es-Suyûtî, age. i,B3.
[133] Taberî, age. vi,28.
[134] Buhârî, Tefsîru’l-Kur'ân, 27.
[135] Taberi, age. vi,28-29.
[136] Kurtubî, age. VI,20.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/286-288.


[1] İbnu'l Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, n,i.
[2] el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmı'l-Kur'ân, Beyrut 1408/1988, v,3.
[3] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, Beyrut tarihsiz, iv,i78.
[4] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, Nisa, 4/27.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/197.
[5] el-Vâhidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. ıoo.
[6] Abdulfettâh el-Kâdî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 58.
[7] Taberî, Câmiu’l-Beyân, rv,i54.
[8] Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, Tahran tarihsiz, IX, 168.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/197-198.
[9] Taberî, age. iv,ı 55-156.
[10] Buhârî, Nikâh, 19.
[11] Müslim, Nikâh, 7; Tefsîr, 7.
[12] Müslim, Nikâh, 8; Tefsîr, 8,9.
[13]Taberi, age. rv,i58.
[14] Müslim, Nikâh, 6.
[15] Buhârî,Tefsîru’l-Kur'ân, 4/1.
[16] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân,4/1.
[17] Taberî, age. rv,i57.
[18] el-Vâhidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 100-101.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/198-200.
[19] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, i,94.
[20] İbnu'l-Cevzî, age, JI,10.
[21] Alûsî,IV.200.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/200.
[22] Müslim, Tefsir, 10, İl; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur'âni'l-Azîm, 11,188-189.
[23] Suyutî, Sâbit İbn Vedâ'a olarak Vermişse -Bak: es-Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, Beyrut
\403/1983,11,437- de doğrusu Rifâ'a'dır.
[24] el-Vâhidî, age. s. ioî; İbnu’l-Esîr, Usdu'l-Gâbe, 1,268.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/201.
[25] Taberî, age. iv,i76.
[26] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/201-202.
[27] el-Vâhidî, age. s. 101.
[28] İbnu’l-Cevzî, age.11,23.
[29] Kurtubî, age. v,36.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/202.
[30] Taberi, age. IV, 185; es-Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,96.
[31] el-Vâhidî, age. s. ıoi.
[32] İbnul-Esîr Ebu’l-Hasen Ali ibn Muhammed el-Cezerî, Usdu'l-Ğâbe.fî Ma'rifeti's-Sahâbe, tahkik: Muhammed İbrahim el-Bennâ, Muhammed Ahmed Aşûr, Kahire, tarihsiz, VH.381-382.
[33] İbnu’l-Cevzî, age. 11,18.
[34] Râzî, age. ix,i94.
[35] es-Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,94.
[36] es-Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, 11,438; Alûsî, age. IV,210.
[37] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 4/4; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 4/1, hadis no: 3015.
[38] İbn Mâce, Ferâiz, 5, hadis no: 2728.
[39] Taberî, age. rv,i86.
[40] Ebu Davud, Ferâiz, 4, hadis no: 2891; Tirmizî, Ferâiz, 3, hadis no: 2092; İbn Mâce, Ferâiz, 2, hadis no: 2720; Ahmed ibn Hanbel, Musned, 111,352.
[41] es-Suyûtî, Lubâbu’n-Nukûl, 1,96-97.
[42] es-Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,95-96.
[43] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/203-205.
[44] Taberi, age. iv,206.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/205.
[45] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 4/6; İkrah, 5; Ebu Davud, Nikâh, 22, hadis no: 2089.
[46] Ebu Davud, Nikâh, 22, hadis no: 2090.
[47] Bak: es-Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,98.
[48] el-Vâhidî, age. s. 103.
[49] İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe, VI.255,257.
[50] İbnu'l-Cevzî, age. 11,39.
[51] Kurtubî, age. v,63.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/206-207.
[52] İbnu'l-Cevzî, age. n,44.
[53] Taberî, age. iv. rv,2i7-2i8; el-Vâhidî, age. s. 103.
[54] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/208.
[55] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/208.
[56] Ebu Davud, Nikâh, 43-44, hadis no: 2155; Neseî, Nikâh, 59, hadis no: 3331.
[57] Tîrmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 4/4, hadis no: 3017.
[58] el-Vâhidî, age. s. 104; Taberî, Câmiu’l-Beyân, V,3.
[59] Müslim, Radâ\ 33; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 4/3, hadis no: 3016; el-Vâhidî, age. s. 104.
[60] es-Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, 11,482.
[61]Taberi, age. v,5.
[62] es-Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, i,99.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/209-210.
[63] Râzî, age. x,67.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/210.
[64] el-vahidî, age. s. 104; İbnu’l-Cevzî, age. 11,69.
[65] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 4/9, hadis no: 3023.
[66] Abdulfettâh el-Kâdî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 62.
[67] el-Vâhidî, age. s. 105.
[68] el-Vâhidî, age. s. 105
[69] Taberî, age. v,3i.
[70] Taberî, age. v,3i-32.
[71] Râzî, age. x,82.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/211-212.
[72] Taberî, age. v,34.
[73] es-Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr.Ü^lO.
[74] Taberî, age. v,35; el-Vâhidî, age. s. 105
[75] Ebu Davud, Ferâiz, 16, hadis no: 2923; Râzî, age. X,86.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/212-213.
[76] Taberî, age. v,37, Râzî, age. x,88.
[77] Taberî, age. v,38.
[78] es-Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,101.
[79] el-Vâhidî, age. s. 105-106
[80] el-Kurtubî, age. v,ııi.
[81] es-Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, 11,513.
[82] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/213-214.
[83] Taberî, age. v,55.
[84] el-Vâhidî age s. 106.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/214.
[85] Kurtubî, age. v,i26.
[86] İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, ıı,83.
[87] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/215.
[88] Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fî Tertibi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, el-Mektebetu'l-İslâmiyye, (İkinci baskı) Beyrut 1400,11,16-17.
[89] bak: Şihabuddin Mahmud el-Alûsî, Rûhu'l-Maânî, Beyrut tarihsiz, 11,111.
[90] Bak: Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 4/12, hadis no: 3026.
[91] Bak: Kurtubî, age. v,no.
[92] Taberî. Câmiu’l-Beyân, 11,212.
[93] Şihabuddin Mahmud el-Alûsî, Rûhu'l-Maânî, n.111-112.
[94] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 11,212.
[95] Taberi, age. v,68.
[96] Ebu Davud, Tahâre, 125, hadis no: 336.
[97] Kurtubî, age. v,i39.
[98] İbnu’l-Cevzî, age. h.9i
[99] Bak: Kurtubî, age. v,i39.
[100] Bak: el-İmam Ebu'l-Hasen Nureddin ibn Abdulhâdî es-Sindî, Haşiye alâ Süneni'n-Neseî, (Sunenu'n-Neseî içinde), 1,164, Neseî, Tahâre, 194'de 309 numaralı hadisin haşiyesi olarak.
[101] Bak: Kurtubî, age. v,i39.
[102] Buhârî, Teyemmüm, 1; Müslim, Hayz, 108; Neseî, Tahâre, 194, hadis no: 309.
[103] Taberî, age. V,68.
[104] Bak: Buhârî, Teyemmüm, 2; Müslim, Hayz, 109; İbn Mâce, Tahâre, 90, hadis no: 568.
[105] Ebu Davud, Tahâre, 121, hadis no: 317.
[106] Ebu Davud, Tahâre, 121, hadis no: 320.
[107] Taberî, age. v,69.
[108] İbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, II,289'da 7 numaralı dip nota bak.
[109] Taberî, age. v,68; İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Ğâbe, i,9i.
[110] Abdulfettâh el-Kâdî, Esbâbu'n-Nüzûl, s, 64.
[111] es-Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,103-104.
[112] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/215-219.
[113] Taberî, age. v,74.
[114] İbnu’l-Cevzî, age. n,97.
[115] İbnu’l-Cevzî, age. n,99.
[116] Râzî, age. x,ıi5.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/220-221.
[117] Taberî, age. V,78; es-Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, 11,555.
[118] Taberî, age. v,79.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/221.
[119] Taberî, age. v,80.
[120] Abdülfettâh el-Kâdî, age. s. 66.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/221-222.
[121] İbnu’l-Cevzî, age. 11,104.
[122] Taberî, age. v,8i.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/222-223.
[123] Taberî, age. V,85.
[124] Taberî, age. v,85; xxi,82.
[125] el-Vâhidî, age. s. 109, Kurtubî, age. V, 161.
[126] İbnu’l-Cevzî, age. h,iO6.
[127] Taberî, age. xxi,82.
[128] Buhârî, Meğâzî, 14.
[129] Taberî, age. V,85.
[130] Taberî, age. V.86.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/223-224.
[131] Taberî, age, v,86; el-Vâhidî, age. s. 109.
[132] Taberî, age. v,86.
[133] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/225.
[134] İbnu'l-Cevzî, age. 11,109; es-Suyûti, ed-Durru'l-Mensûr, 11,566.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/225.
[135] Taberî, age. V,92.
[136] el-Vâhidî, age. ı ıo>.
[137] Taberî, age. V,92.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/226-227.
[138] Taberî, age. V,94; el-Vâhidî, age. s. İli; Suyûtî, Zâdu'l-Mesîr, 11,573-574.
[139] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 4/U; Müslim, İmâra, 31; Tirmizî, Cihâd, 3, hadis no: 1672; Ahmed ibn Hanbel, Musned, 1,337; Taberî, age, V,94; Suyûtî, age. 11,573.
[140] İbn Mâce, Cihâd, 40, hadis no: 2863.
[141] Buhâri, Ahkâm, 4; Müslim, İmâra, 39-40; Neseî, Bey'a, 34.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/227-229.
[142] el-Vâhidî, age. s. 112.
[143] Vahidî, age. s. 231.
[144] el-Vâhidî, age. s. 112.
[145] es-Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, nf580; Abdülfettâh el-Kâdî, age. s. 68.
[146] Taberi, V.98.
[147] el-Vâhidî, age. s. 112-113; Kurtubî, age. v.no-ni.
[148] el-Vâhidî, age. s. ıi3-H4.
[149] Taberî, age. v,98.
[150] es-Suyûtî ed-Durru’l-Mensûr, ıı,58i.
[151] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/229-232.
[152] Kurtubî, age. v,i7i.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/232.
[153] Râzî, age, X,162.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/232-233.
[154] Bak: İbnu'l-Cevzî, age. II,123, 1 numaralı dipnot.
[155] Buhârî, Sulh, 12; Şurb ve'l-Musâkât, 6,7,8; Tefsîru'l-Kur'ân, 12; Müslim, Fedâii, 129; Ebu Davud, Akdıye, 3Î, hadis no: 3637; Tirmizî, Ahkâm, 26, hadis no: 1363; Tefsîru'l-Kur'ân, 4/13, hadis no: 3027; İbn Mâce, Mukaddime, 2, hadis no: 15
[156] Taberî, age. V, 101.
[157] Ahmed ibn Hanbel, Musned, rv,4-5.
[158] Ebu Bekr Abdullah ibn ez-Zubeyr el-Humeydî, el-Musned, tah: Habîbu'r-Rahmân el-A'zamî, Beyrut tarihsiz, 1,143-144, hadis no: 300.
[159] Kurtubî, age. V.172.
[160] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 111,10-11; el-Vahidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 59.
[161] es-Suyûtî, ed-Durru’l-Mensur, 11,585.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/233-236.
[162] Taberi, age. v,ıo2; Râzî, age. xti67.
[163] Kurtubî, age. V,174; Râzî, age. X,167.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/236.
[164] el-Vâhidî, age. s. ıi5.
[165] Kurtubî, age. v,i75.
[166] bak: İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Ğâbe, 1,296.
[167] el-Vâhidî, age. s. 115.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/237.
[168] İbnu’l-Cevzî. age. fi. 130.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/238.
[169] el-Vahidî, age. s. 116; es-Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, 11,594.
[170] Neseî, cihâd, i; el-Vâhidî, age. s. 116.
[171] Taberi, age. v,ıo9.
[172] Râzî, age. X,185.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/239.
[173] el-Vâhidî, age. s. 116.
[174] Kurtubî, age. v,i83.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/239-240.
[175] İbnu’l-Cevzî, age. n,i4i; Râzî,age.X,194.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/240.
[176] İbnu’l-Cevzî, age. n,i45.
[177] Bak: Müslim, Talâk, 30.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/240-241.
[178] Kurtubî, age.\ 189.
[179] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/241.
[180] Razi, age. X, 207.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/241.
[181] İbnu’l-Cevzî, age. u,i52.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/242.
[182] Buhârî, Meğâzî,16; Tefsîru'l-Kur'ân, 15; Müslim, Sıfatu'l-Munâfikîn, 6.
[183] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 4/14, hadis no: 3028; Ahmed ibn Hanbel, Musned, V,184.
[184] Kurtubî, age. V,197.
[185] el-Vâhidî, age. s. 117.
[186] Taberî, age. v,i22.
[187] el-Vâhidî, age. s. 117.
[188] es-Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr 11,611.
[189] Taberî, age. v,i22.
[190] Taberî, age. V.122.
[191] İbnu'l-Cevzî, age. IU54.
[192] es-Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,114.
[193] Râzî, age. x,2i9.
[194] Taberî, age. V.123.
[195] İbnu'l-Cevzî, age. 11,158, 1 numaralı dip not; es-Suyutî, Lubâbu'n-Nukul, 1,115-116.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/242-246.
[196] Taberi, age. v,i24; es-Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, i,116.
[197] Kurtubî, age. v,i99.
[198] es-Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,116.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/246.
[199] İbnu’l-Cevzî, age. n,i6o; Kurtubî, age. V.200.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/247.
[200] Bak: Râzî, age. x,227.
[201] bak: İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Gâbe, 1,394.
[202] el-Vâhidî, age. s. 117; İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Ğâbe, 1,394; iv,32t.
[203] İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Ğâbe, i,394.
[204] İbnu’l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe, 1,422-423.
[205] Taberi, age. v, 128-129.
[206] es-Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,116.
[207] Bak: Müslim, Mesâcid, 294; Taberî, age. IV.58.
[208] Taberî, age. V,129.
[209] İbnu'l-Esîr, Usdu’l-Ğâbe, 1,240.
[210] Müslim, îman, 158-160.
[211] Kurtubî, age. V,209.
[212] Râzî, age.X,227.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/247-250.
 
Üst Ana Sayfa Alt