Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Mukâtebede Vela Hadisleri Küfür Sözleşmelerinin Bâtıllığına Delil Olur mu?

أهل الحديث Çevrimdışı

أهل الحديث

لا إله إلا الله
Moderatör
Selamun Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtühü

Bu mesele ile alakalı delilleri inceliyordum. Genelde zâruret durumu ve Allah size dinde zorluk kılmadı, ayeti delil olarak zikrediliyor. Ama ben doğrudan bu konuyu ele alan bir Kur'ân ve Sünnetten delil var mı merak ediyordum. Bu hadislere denk geldim.
Mukâtebe (Kölenin, efendisiyle azad edilmesi için yaptığı anlaşma) ile ilgili vela (Âzad olmaktan veya muvâlât sözleşmesinden doğan hükmî akrabalık bağı, velayet) ile ilgili aşağıdaki hadisler, (zâruret olan) küfür sözleşmelerinin boşa çıktığına ve bunların kâfirlerin boş kuruntusundan başka bir şey olmadığına delil olur mu?

Özellikle ilk hadisteki altını çizdiğim kısım, bu durumla örtüşüyor gibi.


Hişam b. Urve babasından şöyle rivâyet etti: Aişe radiyallahu anha dedi ki: Bana, Berire adlı cariye gelerek: Ben efendimle mukatebe anlaşması yaptım. Her sene bir ûkıye Ukiye: 12 dirhem (memleketlere göre değişen ağırlık ölçüsü). olmak üzere toplam dokuz ukiye vereceğim. Bana yardım et» deyince, ona şöyle dedim; Velân Velâ: azat eden efendi ile azat ettiği kölesi arasındaki bir akrabalık bağı olup, köle hürriyetlerine kavuştuktan sonra kendi varisleri olmadan ölürse mirası efendisine ya da varislerine kalır. bana ait olmak şartıyla, efendilerin senin yerine benim peşin olarak vermeme razı olurlarsa, derhal verir (ve seni azad eder)im» Bunun üzerine Berire, efendilerinin yanına gitti. Onların yanından dönünce bana şöyle dedi. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) da yanımda oturuyordu: Bana söylediğini efendilerime anlattım. Velâ kendilerine ait olmaksızın teklifini kabul etmediler. (sallallahu aleyhi ve sellem) konuşmamızı duydu ve meseleyi sordu. Ben de kendilerine, olanları genişçe anlattım. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bana şöyle dedi: O cariyeyi satın al, alırken de velânın kendilerine ait olmasını şart koş. Nasıl olsa velâ azat edenindir.» de öyle yaptım. Sonra Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Cemaatin içersinde ayağa kalkarak Allah'a hamdu sena etti, şöyle buyurdu: «Ne oluyor bazı kişilere! Allah'ın kitabında olmayan şartları ileri sürüyorlar? Allah'ın kitabında olmayan şart yüz tane de olsa hükümsüzdür. Allah'ın koyduğu hüküm uyulmaya daha lâyıktır. Allah'ın koyduğu şart daha güvenilirdir. Velâ, sadece azat edene aittir,» (Buharî, Buyu, 34/73; Müslim, Itk, 20/2, no:8)

Abdullah b. Ömer (radıyallahu anh)'den: Mûminlerin annesi Aişe (r.anha) bir cariye satın alıp azad etmek istedi. Cariyenin efendileri de şöyle dediler: Bu cariyeyi sana velâsı bize ait olmak üzere satabiliriz.» Bunun üzerine meseleyi Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a anlattım. O da şöyle buyurdu; Bu şart, velânın sana aidiyetine engel olmaz. Çünkü velâ azad edene aittir.» (Buharî, Buyu, 34/73; Müslim, Itk, 20/2, no:5.)

Abdurrahman'ın kızı Amre (radıyallahu anha)'dan: Berire, mûminlerin annesi Aişe'ye (radiyallahu anha) yardım istemeye geldi. Aişe de ona şöyle dedi: Efendilerin, bedelini bir defada verip seni azat etmemi kabul ederlerse yapayım.» üzerine Berire durumu efendilerine anlattı. Onlar da şöyle dediler: Velân bize ait olmazsa kabul etmeyiz.» Rivâyet eden Amre devamla şöyle dedi: Sanıyorum ki Aişe (r.anha) bu meseleyi Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a anlattı. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) da ona şöyle dedi: Onu satın al ve azat et. Çünkü velâ, azat edene aittir.» Hafız der ki: Görünüşüyle murseldir. Malik'in ravileri bu konuda ihtilafsızdır. (Buharî, Mukateb, 50/4.)

İmâm-ı Mâlik, dilediği kişilerle velâ anlaşması yapmak kaydıyle kendisini efendisinden satın alan köle hakkında derki: Bu caiz değildir. Velâ, azad edene aittir. Adam azad ettiği kölesinin, dilediği kimselerle velâ anlaşması yapmasına izin verirse, bu caiz olmaz. Çünkü Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) «Velâ azad edene aittir» buyurmuş, velâyı satmayı ve bağışlamayı da yasak etmiştir. azad ettiği kölenin dilediği kişilerle velâ anlaşması yapmasına izin vermesi ve bunu şart koşması caiz olduğu zaman, bu, velâyı bağışlamak olur.
(Kaynak: İmam Malik Muvatta, Itk (köle Azadı) Ve Velâ Kitabı)
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Selamun Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtühü

Bu mesele ile alakalı delilleri inceliyordum. Genelde zâruret durumu ve Allah size dinde zorluk kılmadı, ayeti delil olarak zikrediliyor. Ama ben doğrudan bu konuyu ele alan bir Kur'ân ve Sünnetten delil var mı merak ediyordum. Bu hadislere denk geldim.
Mukâtebe (Kölenin, efendisiyle azad edilmesi için yaptığı anlaşma) ile ilgili vela (Âzad olmaktan veya muvâlât sözleşmesinden doğan hükmî akrabalık bağı, velayet) ile ilgili aşağıdaki hadisler, (zâruret olan) küfür sözleşmelerinin boşa çıktığına ve bunların kâfirlerin boş kuruntusundan başka bir şey olmadığına delil olur mu?

Özellikle ilk hadisteki altını çizdiğim kısım, bu durumla örtüşüyor gibi.


Hişam b. Urve babasından şöyle rivâyet etti: Aişe radiyallahu anha dedi ki: Bana, Berire adlı cariye gelerek: Ben efendimle mukatebe anlaşması yaptım. Her sene bir ûkıye Ukiye: 12 dirhem (memleketlere göre değişen ağırlık ölçüsü). olmak üzere toplam dokuz ukiye vereceğim. Bana yardım et» deyince, ona şöyle dedim; Velân Velâ: azat eden efendi ile azat ettiği kölesi arasındaki bir akrabalık bağı olup, köle hürriyetlerine kavuştuktan sonra kendi varisleri olmadan ölürse mirası efendisine ya da varislerine kalır. bana ait olmak şartıyla, efendilerin senin yerine benim peşin olarak vermeme razı olurlarsa, derhal verir (ve seni azad eder)im» Bunun üzerine Berire, efendilerinin yanına gitti. Onların yanından dönünce bana şöyle dedi. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) da yanımda oturuyordu: Bana söylediğini efendilerime anlattım. Velâ kendilerine ait olmaksızın teklifini kabul etmediler. (sallallahu aleyhi ve sellem) konuşmamızı duydu ve meseleyi sordu. Ben de kendilerine, olanları genişçe anlattım. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bana şöyle dedi: O cariyeyi satın al, alırken de velânın kendilerine ait olmasını şart koş. Nasıl olsa velâ azat edenindir.» de öyle yaptım. Sonra Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Cemaatin içersinde ayağa kalkarak Allah'a hamdu sena etti, şöyle buyurdu: «Ne oluyor bazı kişilere! Allah'ın kitabında olmayan şartları ileri sürüyorlar? Allah'ın kitabında olmayan şart yüz tane de olsa hükümsüzdür. Allah'ın koyduğu hüküm uyulmaya daha lâyıktır. Allah'ın koyduğu şart daha güvenilirdir. Velâ, sadece azat edene aittir,» (Buharî, Buyu, 34/73; Müslim, Itk, 20/2, no:8)

Abdullah b. Ömer (radıyallahu anh)'den: Mûminlerin annesi Aişe (r.anha) bir cariye satın alıp azad etmek istedi. Cariyenin efendileri de şöyle dediler: Bu cariyeyi sana velâsı bize ait olmak üzere satabiliriz.» Bunun üzerine meseleyi Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a anlattım. O da şöyle buyurdu; Bu şart, velânın sana aidiyetine engel olmaz. Çünkü velâ azad edene aittir.» (Buharî, Buyu, 34/73; Müslim, Itk, 20/2, no:5.)

Abdurrahman'ın kızı Amre (radıyallahu anha)'dan: Berire, mûminlerin annesi Aişe'ye (radiyallahu anha) yardım istemeye geldi. Aişe de ona şöyle dedi: Efendilerin, bedelini bir defada verip seni azat etmemi kabul ederlerse yapayım.» üzerine Berire durumu efendilerine anlattı. Onlar da şöyle dediler: Velân bize ait olmazsa kabul etmeyiz.» Rivâyet eden Amre devamla şöyle dedi: Sanıyorum ki Aişe (r.anha) bu meseleyi Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a anlattı. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) da ona şöyle dedi: Onu satın al ve azat et. Çünkü velâ, azat edene aittir.» Hafız der ki: Görünüşüyle murseldir. Malik'in ravileri bu konuda ihtilafsızdır. (Buharî, Mukateb, 50/4.)

İmâm-ı Mâlik, dilediği kişilerle velâ anlaşması yapmak kaydıyle kendisini efendisinden satın alan köle hakkında derki: Bu caiz değildir. Velâ, azad edene aittir. Adam azad ettiği kölesinin, dilediği kimselerle velâ anlaşması yapmasına izin verirse, bu caiz olmaz. Çünkü Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) «Velâ azad edene aittir» buyurmuş, velâyı satmayı ve bağışlamayı da yasak etmiştir. azad ettiği kölenin dilediği kişilerle velâ anlaşması yapmasına izin vermesi ve bunu şart koşması caiz olduğu zaman, bu, velâyı bağışlamak olur.
(Kaynak: İmam Malik Muvatta, Itk (köle Azadı) Ve Velâ Kitabı)
Âleykum selam we rahmetullahi we berakatuh

حدثنا علي بن عبد الله: حدثنا سفيان، عن يحيى، عن عمرة، عن عائشة رضي الله عنها قالت :
أتتها بريرة تسألها في كتابتها، فقالت: إن شئت أعطيت أهلك ويكون الولاء لي، فلما جاء رسول الله صلى الله عليه وسلم ذكرته ذلك، قال النبي صلى الله عليه وسلم: (ابتاعيها فأعتقيها، فإنما الولاء لمن أعتق)
ثم قام رسول الله صلى الله عليه وسلم على المنبر، فقال: (ما بال أقوام يشترطون شروطا ليست في كتاب الله، من اشترط شرطا ليس في كتاب الله فليس له، وإن اشترط مائة شرط)
Aişe (r.anha)'dan nakledilmiştir: Berire, Aişe'ye gelerek kitabet sözleşmesi için ondan yardım istemişti.
O da "İstersen sahiblerine kıymetini ödeyeyim ve velayet hakkın bana ait olsun" demişti. ...
(Aişe diyor ki :
Nebi (s.a.v.) gelince O'na olanı biteni anlattım. Bunun üzerine O (Sallallahu aleyhi ve Sellem), "Onu satın al ve azad et. Velayet hakkı azad edene aittir" buyurdu.
Sonra minbere çıkarak "Bazılarına ne oluyor ki Allah'ın kitabında olmayan şartlar koşuyorlar. Allah'ın kitabından olmayan bir şeyi şart koşan kişi, isterse yüz şart koşsun bu koştuğu şartlar geçersizdir." buyurdu .
(Buhari, Mukateb ve Helal Olmayan, Allahın Kitabında Olmayan Şartlar, Bab 17, Hadis no: 2735 ; Kitabu'l Mukâteb, Bab 4, Hadis no: 4)


وحدثنا أبو كريب محمد بن العلاء الهمداني. حدثنا أبو أسامة. حدثنا هشام بن عروة. أخبرني أبي عن عائشة. قالت: دخلت علي بريرة فقالت: إن أهلي كاتبوني على تسع أوق في تسع سنين. في كل سنة أوقية. فأعينيني فقلت لها: إن شاء أهلك أن أعدها لهم عدة واحدة، وأعتقك، ويكون الولاء لي، فعلت. فذكرت ذلك لأهلها. فأبوا إلا أن يكون الولاء لهم. فأتتني فذكرت ذلك. قالت: فانتهرتها. فقالت: لاها الله إذا. قالت: فسمع رسول الله صلى الله عليه وسلم. فسألني فأخبرته. فقال "اشتريها وأعتقيها. واشترطي لهم الولاء. فإن الولاء لمن أعتق" ففعلت. فقالت: ثم خطب رسول الله صلى الله عليه وسلم عشية. فحمد الله وأثنى عليه بما هو أهله. ثم قال "أما بعد. فما بال أقوام يشترطون شروطا ليست في كتاب الله ؟ ما كان من شرط ليس في كتاب الله عز وجل فهو باطل. وإن كان مائة شرط. كتاب الله الحق. وشرط الله أوثق. ما بال رجال منكم يقول أحدهم: أعتق فلانا والولاء لي. إنما الولاء لمن أعتق".
Bize Ebû Kurayb Muhammed b. Alâ' el-Hemdânî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Usâme rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hişâm b. Urve rivayet etti, (Dedi ki): Bana babam, Aişe'den naklen haber verdi.
(Dedi ki): Berîre yanıma girerek: Sahiblerim her sene bir ukıyye vermek şartıyla dokuz senede dokuz ukıyyeye beni mukâteb yaptılar; bana yardım et! dedi.
Ben de ona şunu söyledim : Eğer sahiblerin bunu kendilerine bir defada vererek seni âzâd etmeme, velânın da benim olmasına rîda gösterirlerse (dediğini) yaparım.
Berîre bunu sahiblerine söylemiş. Onlar velânın kendilerine âid olmasından başkasını kabul etmemişler. Berîre bana gelerek bunu anlattı. Ben kendisini men'ettim.
O da : Öyle ise Allah'a yemin olsun yapmam! cevabını verdi.
Derken Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) işiterek bana sordu. Ben de kendisine haber verdim.
Bunun üzerine : «Sen onu satın al da âzâd et! Hem Onlara velâyı şart koş! Çünkü velâ' âzâd edene âiddir.» buyurdu.
Ben de öyle yaptım. Sonra Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yatsı zamanı hutbe okudu. Evvelâ Allah'a lâyık olduğu şekilde hamdu senada bulundu.
Arkasından : «Bundan sonra : Aceb bâzı kimselere ne oluyor ki, Allah'ın kitabında olmayan bir takım şeyleri şart koşuyorlar? Allah (Azze ve Celle)'nin kitabında olmayan herhangi bir şart bâtıldır. İsterse yüz defa şart kılsın! Allah'ın kitabı hak, şartı da sağlamdır. Sizden bâzı adamlara ne oluyor da içlerinden biri: Sen filânı âzâd et; ama velâ bana âiddir; diyor. Velâ' ancak âzâd edene âiddir.» buyurdular.
(Muslim, Kitâbu'l Azad, Bab 1504, Hadis no: 8)


Sormuş olduğunuz şekliyle kölenin hürriyetine kavuşması şartıyla efendisiyle belli ölçülerde yaptığı Mukâtebe andlaşması ve ondan oluşan vela (muvâlat /velâyet) haklarını ileri sürerek günümüzdeki küfür mahkemeleri veya andlaşmalarıyla verilen sözleşmelerin de Allah'ın kitabındaki maddelere / hükümlere aykırı olduğu ileri sürülerek bu sözleşmelerin de bâtıl olduğunun ileri sürülmesi geçerli değil, fâsid bir tevil, görüştür.
Din tamamlanmamış iken bâzı sahabelerin yanlış veya hakkı olmayan taleblerde bulunarak sözleşme yapmak istemeleri ve bundan men edilmeleri, kendilerinn bu iddialarından men edilmesi dışında belli bir cezaya tahkik edilmiş olmamaları, günümüzde bâtıl üzere sözleşme yapmaya veya muhakemelere başvurulmuş olsa da bir hükmi, maddi ve manevi sorumluluğu yoktur anlamında düşünce isabetli değildir.

Bu konuda
"Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah’ınkinden daha güzeldir?“ (Maide 50)

Şeriat dışında hükümlere giden kişinin câhil ve çirkini temizden ayıramayan kişi konumundadır. çünkü bu kişi Allah’ın hükümleri hak ve adil olduğunu bilmemektedir.
Şeriat, imanı muhakemeye bağlamıştır. Allah şöyle buyurmaktadır:

Hayır! Rabb'ine andolsun ki Onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.”(Nisa 65)

Şeyh Sadi Rahimehullah şöyle dedi: "Muhakeme İslam makamı, nefislerde sıkıntının olmaması İman makamı, Teslimiyet ise İhsan makamıdır. Her kim bu üç aşamayı tamamlarsa dinin tüm aşamalarını yerine getirmiş olur. Her kim bu söz konusu tahkimi terk eder ve kabul etmezse kafirdir. Her kim bunu kabul ederek terk ederse asîdir." (Tefsiru's Sadi, Sf: 184)

Bunun dışında Allah’a ve şeriatına muhakeme olunması gerektiğine dair bir çok ayet bulunmaktadır. Ayrıca Allah’ın hükmü dışında bir hükme gitmenin de imandan çıkardığını açıklamaktadır. Ancak tüm bunlar zorunlu, ikrah altında veya çok sıkıntılı durumlar dışındadır. Nitekim bu durumlarda Allah’ın hükümleri dışında yargılamanın câiz olması aşağıdaki şartlarla câizdir:

Kalbinde Allah’ın hükmü Allah dışında herkesin hükmünden daha hayırlı ve evla olduğuna inanması, kalbi Allah’ın şeriatına ve hükümlerine mutmain olması. Yüce Allah şöyle buyurdu:

1- “Kalbi imanla dolu olduğu hâlde zorlanan kimse hariç, inandıktan sonra Allah’ı inkâr eden ve böylece göğsünü küfre açanlara Allah’tan gadab iner ve onlar için büyük bir azab vardır.” (Nahl 106)

2- Kişi, kendi hakkına ancak o tür yollarla ulaşabiliyorsa, veya şeriat mahkemeleri olmaması gibi nedenlerden dolayı şeriat mahkemelerine ulaşması imkansız ise.

3- Beşeri kanunla hükmeden mahkemeler onun lehine bir konuda hüküm verirlerse, sadece şer’i bakımından helal olan şeyi helal görür.

Şeyh Abdulaziz Bin Baz rahimehullah şöyle dedi:
“Ülkesinde tüm mahkemelerin beşeri kanunlarla hükmeden mahkemelerden oluşması durumunda hak sahibi hakkına ancak bu mahkemelere başvurduğu takdirde hakkına ulaşacaksa kafir olur mu?
Cevab: Kişi buna mecbur kalırsa kâfir olmaz, ancak zarûrat durumunda mahkemeye başvurabilir ve sadece şeriatın helal gördüğü hakkı alabilir. (Fetava Şeyh bin Baz, C. 23, Sf: 214)

Daimi Fetva Kurulu âlimlerine şöyle soruldu: Boşanma ve ticaret gibi konularda Müslümanlar arasında oluşan ihtilaflarda Amerika mahkemelerine gitmenin hükmü nedir?

Şöyle cevab verdiler: “Müslümanın beşeri sistemlerin mahkemelerine ancak zaruret durumunda başvurabilir bunun dışında hiçbir şekilde câiz değildir. Şâyet şerî mahkeme bulunmuyorsa ve bu mahkemeler Onun hakkı olmayan bir şey ile karar verirlerse, onu alması câiz olmaz.”

Bunun üzerine “Facebook” gibi önemli sitelere katılmak, e-mail açmak, zamanın zaruretlerinden olmuştur. Her kim söz konusu mahkeme ile ilgili şartı bulundurmayan bir site ile ihtiyacını giderebiliyorsa, o sitede ihtiyacını gidermesi vâcib olur. Ama her bu tür maddeleri içeren bir siteye mecbur kalırsa ve başka bir çaresi yoksa İnşeAllah bu tür sözleşmelere imza atmanın bir sakıncası yoktur.
Bu tür şartlar kullandığımız Windows, word gibi programlarda da mevcuddur. Aynı şekilde alış veriş, ithalat ihracat, seyahat, davet, ziyaret ve tedavi gibi amaçlarla elde ettiğimiz vizelerde de mevcuddur. Tüm bunlar beşeri sistemlerin mahkemelerine başvurulacağına dair madde bulundurmaktadır. Söz konusu hizmetleri bu tür sözleşmeleri imzaladıktan sonra elde edebiliyoruz. Bunun câiz olmadığını söylemek çok şiddetli bir sıkıntılara ve zorluklara neden olmaktadır. Şubhesiz Allah bize dinde zorluk kılmamıştır.

Hepimiz biliyoruz ki bu tür uluslar arası konularda ihtilaf esnasında Müslümanın başvuracağı İslami bir mahkeme bulunmamaktadır. Ayrıca bu sözleşmeleri imzalayan kimse Allah’ın şeriatıyla hükmetmeyi bırakmamıştır, çünkü Müslüman ülkelerinin çoğunda İslam ile hükmeden mahkeme bulunmamaktadır. Kâfir ülkelerde nasıl bulunsun?
Şayet Müslüman hakkını almak veya kendinden bir zararı defetmek için o tür mahkemelere gitmesi câiz ise, söz konusu şartı kasdetmeksizin, ona rıda göstermeksizin daha kolay bir konudur. Yeter ki Mûmin olan kimsenin kalbi imanla mutmain olsun ve kalbinde bâtıl şartları içeren sözleşmeleri kabul etmediğine niyet etsin. Umarız böylece bu tür sözleşmeleri imzalamak câiz olur.



Hadisin detayı hakkında ulema şunları çıkartmıştır ;

Burada velâ'dan murâd: Âzâd ettiği köle veya cariyeye mirasçı olmaktır. Buna hususî tabiriyle velâ-i atâka derler.

«Bu sana mâni' değildir.» cümlesi: «Câriye sahiblerinin koştukları şart velâ'nın senin olmasına mâni' değildir.» manasınadır.

Kitabet: Yazı yazmak, bir araya toplamaktır. Şerîatte : Bir köle veya cariyeyi kazancı hususunda derhal; boynunun esaretten kurtulması hususunda bilâhare olmak üzere hürriyetine kavuşturmaktır. Buna mukâtebe denir. Mukâtebe köle ile sahibi arasında yapılan bir akiddir. Bu akde mukâtebe denilmesi ihtimal iki tarafın da vesika yazmasındandır.


Kölenin borcunu taksitle ödemesine bakarak verilmiş olması da muhtemeldir. Çünkü köle kitabet bedelini çalışıp kazanmak suretiyle taksitle öder. Mukâteb köle kazancı hakkında akdin tamamından sonra hemen hür olur. Artık kazandığı kendinindir. Fakat tam hürriyetine ancak şahsına biçilen kıymeti sahibine ödedikten sonra kavuşur. Bundan dolayıdır ki: «Mukâteb, kölelik zilletinden uçmuş, fakat hurriyet sahasına konamamıştır.» derler. Yâni mukâtebin hâli devekuşuna benzer. Devekuşuna, uç dense: Ben deveyim; yük taşı dense: kuşum, dermiş.

«Allah'ın Kitabı'ndan murâd, Şeyh Takiyûddîn'e göre muhtemelen Allah'ın hükmüdür. Reaûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): «Allah'ın kitabında olmayan bazı şeyleri şart koşuyorlar...» buyurarak köle sahiblerinin velâyı kendilerine şart koşmalarına i'tiraz etmiş; bu şartın vasıtalı veya vasıtasız olarak Allah'ın Kitabında bulunmadığına İşaret buyurmuştur. Zîra bütün şeriat yâ doğrudan doğruya yahud bilvasıta Kur'ân-ı Kerîm'de mevcuddur. Vasıtasız emir ve nehîleri namaz, oruç ve sair ibâdetlerle içki, zina ve emsali menhiyyât hakkındaki âyetlerdir.


Şeyh Takıyyûddin'in açıklamasına göre, mukâteb kölenin satılıp satılmayacağı konusunda üç görüş vardır:
1- Mutâkeb kölenin satılması câizdir.
2- Câiz değildir.
3- Satın aldıktan sonra azad etmek niyetiyle câizse de, hizmette kullanmak câiz değildir.

Vasıtalılardan murâd:

«Nebi sîze ne getirirse onu kabul edin!» (Haşr 7)
«Allah'a ve Rasulune itaat edin!» (Al-i İmran 132) gibi umûmî hükümlerdir.


Mukâtebin satışını caiz görenlerin (Ata, İbrahim, en-Nehâi, İmam Ahmed ve bir rivayette İmam Mâlik) delili mevzumuzu teşkil eden üstteki hadis-i şeriftir.

İmam Ebû Hanife, İmam Şafiî ve İmam Mâlik bir rivayete göre mukâteb kölenin satışının caiz olmadığını iddia etmişlerdir. İbn Mes'ud ile Râbia da bu görüştedirler. Çünkü o, taksitlerini ödemekten âciz kalıp ödemeyeceği için kitabet akdi bozulmuştur. Dolayısıyla satılırken mukâteb köle değil, kitabet akdi olmayan bir köle olarak satılmıştır.

Hattâbi bu hususta şunları demiştir:
"Bazı kimseler, metinde geçen "Sen onu satın al ve hürriyetine kavuştur" cümlesinin Peygamberin, Aişe'yi Berîre'nin sahiblerine verdiği sözün aksine hareket etmeye ve onları aldatmaya teşvik eden bir cümle olması itibariyle bu hadis'i sahih bir hadis olmayacağını iddia etmişler.

Oysa bu cümlede böyle bir mana yoktur. Berîre'nin efendileri, İslam'ın velâuhtâka hakkının bizzat köleyi azad eden kimseye ait olduğuna dair hükmünü bilmiyorlar ve Aişe (r.anha)'nin satın alarak azad etmek istediği Berîre'nin azad ettikten sonra doğacak olan vela hakkının kendilerine ait olmasını istiyorlardı. Bana erişen bir habere göre Yahya b. Eksem mevzumuzu teşkil eden bu hadis'i yanlış anladığı için onun asılsız olduğunu söylermiş.
Bu hadis-i şerif bir de Urve b. Hişâm tarafından rivayet edilmiştir. Urve'nin rivayetinde fazla olarak bir de, "Sen onlara vela hakkının kendilerine ait olmasını şart koş" anlamında bir cümle bulunmamaktadır. Musannif Ebû Dâvûd bu hadisi sünenine alırken sözü geçen cümleyi almamıştır. Çünkü içerisinde bu cümle bulunmayan rivayetler, bu cümlenin bulunduğu rivayetlere nisbetle daha sağlam ve tercihe şayandır.

Şâyet bu cümlenin hadiste bulunduğu kesinlikle belli olsa bile onun. "Sen onların hakkının kendilerine ait olması için ileri sürecekleri şartları kabul ediver. Çünkü Onların ileri sürecekleri bu şartların hiç bir önemi yoktur. Önemli olan Allah'ın koymuş olduğu şartlardır. Allah'ın şartlarına göre ise velâ hakkı köleyi azad edenindir." şeklinde te'vil edilmesi gerekir. Şafiî imamlarından Muzeni'ye göre; bu cümlede geçen "li" harfi cerrinin "ala" manasında kullanıldığını, binaenaleyh bu cümlenin "Sen velâ hakkının onların aleyhine olmasını yani senin olmasını şart koş" anlamına geldiğini söylemiş ve "lânet onların üzerinedir" (Râd 25) ayet-i kerimesinde "li" harfi cerinin bu şekilde kullanıldığını delil göstermiştir.

Bezlul-Mechud yazarı Halîl Ahmed Sehârenpûrî'nin açıklamasına göre, İmam Şafii de bu cümlenin aslında sağlam bir rivayete dayanmadığı görüşündedir. Bazılarına göre Hişam bu cümleyi lafız olarak değil mana olarak rivayet ettiği için böyle bir yanlışlığa sebeb olmuştur. Bu "şart koş" emrinin "açıkla" anlamında kullanılmış olduğunu iddia edenler vardır. Bu takdir de hadisin manası şöyle olur: "Berîre'yi onlara açıkla." Ancak İmam Nevevî bu tevili doğru bulmamıştır.
Hattabi'ye göre; metinde geçen "Bu insanlara ne oluyor da Allah'ın Kitabında olmayan (bir takım) şartlar ileri sürüyorlar?" cümlesi, aslında "Allah'ın Kitabında lafzen ve nassen zikredilmeyen şartları nasıl ileri sürebiliyorlar?" anlamında kullanılmış değildir. Bu cümle; "Bu insanların ileri sürdüğü şartlar Allah'ın Kur'an'daki hükmüne uygun değildir. Allah'ın Kur'an'daki hükmüne göre, insanlar arasındaki ihtilafların çözümünde Sünnete başvurmaları gerekmektedir. Çünkü Sünnet Kur'an'ın tefsiri durumundadır. Peygamber'in Sünnetine göre de velâ hakkı azad edenindir." anlamında kullanılmıştır.

Hattâbî : «Maksad, Kitâbullahda nassan bildirilmeyen şeyler bâtıldır demek değildir; çünkü (Velâ' âzâd edene âiddir) ifadesi Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in sözüdür. Ama O'na itaat emri Kur'ân'da vardır. Bu sebeble O'nun sözünü Kitâbullaha izafe etmek câizdir.» diyor.


Kitâbullah tâbiri ile Kur'ân'da veya sünnette zikredilen hükmü ilâhî de kasdedilmiş olabilir. Bâzıları: «Kitabdan murâd: Levhi mahfuzda yazılı bulunan şeylerdir.» demişlerdir.

«
Allah'ın şartı hak ve mevsuktur.» ifâdesi metni hadîste ismi tafdîl sîgasiyle vârid olmuştur. Binâenaleyh cümleyi: «Allah'ın şartı daha hak ve daha mevsuktur.» şeklinde terceme etmenin daha doğru olacağı hâtıra gelebilirse de burada ismi tafdîl sîgası kendi mânâsında (yâni derece bildirmek için) kullanılmamıştır. Maksad yalnız Allah'ın şartının hak ve sağlam olduğunu; başkalarının koştukları şartın hiçliğini anlatmaktır.

Ebû Bekr b.Ebî Şeybe rivayetinde:
«Velâ' nîmete sâhib olana âiddir.»buyurulmuştur.
Bunun mânâsı dahî «Velâ', âzâd edene aittir.» demektir. Çünkü mîras hakkını kazandıran velâ' ancak âzâd suretiyle olur,

Ebû't-Tâhir rivâyetindeki «üç sünnet»den murâd : Üç hükümdür; yâni Berîre sebebiyle üç şer'î hüküm öğrenilmiştir.

Berîre binti Safvân (r.anha), Ensâr'dan bir kavmin cariyesi idi. Bâzıları Ebû Ahmed b. Cahş'in; bir takımları da Benî Hilâl'den birinin câriyesi olduğunu söylerler. Kıbt kavmindendi.
Kirmani: «Berîre, Âişe (r.anha)'nin cariyesi idi. Vaktiyle Utbe b. Ebî Leheb'in mülkünde idi.» diyor. Zehebî O'nu sahâbiyyeler meyânında zikretmiştir.
Hattâ Taberânî «El-Mû'cem»inde ondan şu hadîsi rivayet eder :
«Abdulmelik b. Mervân dedi ki: Medine'de Berîre'nin meclisinde bulunurdum. Bana şunu söyledi:
— Ey Abdulmelik! Ben sende bir takım iyi hasletler görüyorum. Sen bu emirlik işini üzerine almağa cidden lâyıksın. Ama emîr olursan dünyadan sakın! Çünkü ben Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi've Sellem)'i şöyle buyururken işittim; — Bir kimse cenneti görmüşken, bir müslümandan haksız yere akıttığı bir şişe dolusu kan sebebiyle, onun kapısından kovulacaktır.
Kocasının ismi ihtilaflıdır. Sahîh rivayetlerde isminin Muğîs olduğu zikrediliyor. Bâzı rivayetlerde Muattib , bir takımlarında Mukassim denilmiştir. Hadîsin bâzı rivayetlerinde bu zâtın köle, diğerlerinde hür olduğu tasrîh edilmektedir.


Berîre (r.anha)'yi sahibleri mukâteb yapmışlardı. Kitabet bedeli bir rivayete göre senede bir ukıyye ödemek şartıyla dokuz ukıyye idi. Bir ukıyye o zamana göre kırk dirhem gümüşten ibaretti. Sonraları muhtelif memleketlerin ıstılahlarına göre değişmiştir. Başka bir rivayette bedelin beş yılda taksitle ödenecek beş ukıyye olduğu zikredilmektedir. Bu iki rivayetin arasını bulmak için Ayni tercih cihetine gitmiş ve dokuz ukıyye rivayetinin esah, ötekinin munkatı' olduğunu söylemiştir.
Bâzıları: «İhtimâl bu beş ukıyye taksiti dokuz ukıyye cümlesindendir; yahut taksitlerinden bir kısmını ödemiş de beş ukıyye kalmıştır.» demişlerse de rivayetlerin birindeki: «Kitabet bedelinden hiç bir şey ödememişti.» ifâdesi bu te'vîli reddeder.

Nevevi: «Bu hadîs ahkâm ve kavâdi çok olan büyük bir hadîstir; içinde mezheblerin ayrıldıkları yerler vardır...» diyor. Filhakika hadîs-i şerîften birçok hüküm ve fâideler çıkarılmıştır. Şöyle ki:

1- Bu hadîs mukâtebenin câiz olduğuna delildir. Bir kimse köle veya cariyesine : «Bana şu kadar para getirirsen âzâd ol!» der; O da bunu kabul ederse artık mukâteb olur. Borcunu tamamen ödediği zaman hürriyetine kavuşur.
Mukâtebenin bir delili de :

«Eğer kölelerde bir hayır olduğunu biliyorsanız onları mukâteb yapın!» (Nûr 33) âyet-i kerîmesidir. Bu âyetin kitabet akdinin meşru' olduğuna delâleti aşikârdır. Yalnız buradaki emrin vucûb ifâde edip etmediğinde ihtilâf vardır.
Dâvûd-u Zahirî ile Ona tâbi olanlardan başka bütün fukâha, âyetteki emrin vucûb ifâde etmediğine kaildirler. Zâhirîler'e göre âyetteki emir vucûb içindir. Bu kavil Amr b. Dînâr ile Atâ 'dan ve bir rivayette İmam Ahmed 'den de rivayet olunmuştur.

Hattâ «Et-Takrîb» sahibi İmam Şafiî 'den dahî buna benzer bir kavil nakleder. Gerçi burada: «Zahire bakılırsa emir vucûb ifade eder.» şeklinde bir i'tirâz hatıra gelebilirse de doğru değildir., Çünkü vucûba hamledilen emir, karinelerden mucerred olan mutlak emirdir. Buradaki emir mutlak değil, «Eğer Onlarda hayır olduğunu bilirseniz» kaydı île mukayyeddir. Binâenaleyh mezkûr emir, nedib mânâsına hamledilmiştir. Hanefîler'den bâzıları bu emri ibâha mânâsına almışlardır. Ancak Aynî haklı olarak bunun doğru olmadığını söylemiştir. Zîra ibâha mânâsına alınırsa âyetteki şartın hükümsüz kalması iktizâ eder; çünkü mükâtebe akdi şartsız dahî bi'l ittifâk câizdir. Kelâmullah hükümsüz kalmaktan munezzehtir.

Ayetteki hayırdan murâd : Kölenin âzâd edildikten sonra müslümanlara zarar getirmemesidir. Zarar verecekse efdal olan onu mukâteb yapmamaktır.

İbni Abbâs ile îbni Ömer (Radiyallahu anhuma) ve Atâ'ya göre hayırdan murâd: Hassaten kazançtır. Sevrî ile Hasan-ı Basrî'den hayrın hassaten emânet ve dîn mânâsına geldiği rivayet olunmuştur. Vefa, emânet ve salâh mânâsına geldiğini söyleyenler de vardır. Kölede doğruluk, salâh ve kazanç hâssaları yoksa Hanefîler'e göre onu mukâteb yapmamak mekruh değildir. İmam Mâlik ile Şafiî'nin kavilleri de budur.

İmam Ahmed'le îshâk ve Şâfiîler'den Ebû'l-Huseyn b. Kattan mekruh olacağına kaildirler. Cumhuru fukahâya göre mukâteb ancak bütün borcunu ödedikten sonra âzâd olur. Çünkü Ebû Dâvûd ve başkalarının rivayet ettikleri Amr b. Şuayb hadîsinde Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz:
«Mukâteb, üzerinde kitabet bedelinden bir dirhem borç kaldığı muddetçe köledir.» buyurmuştur. Zeyd b. Sabit (Radiyallahu anh)'ın da aynı şeyi söylediğini İmam Şafiî «Musned»inde rivayet etmiş; kendisi de buna kail olmuştur. Hanefîler'in mezhebi de budur.
Ashab-ı kiram bu hususta ihtilâf etmişlerdir. İbni Abbâs (Radiyallahu anhuma)'a göre köle veya câriye, vesikayı sahibinden aldığı an yâni nefs-i akidle âzâd olur; kitabet bedeli için ona borçlu kalır. İbni Mes'ud (Radiyallahu anh) kölenin kendi kıymetini ödemesiyle âzâd olacağını söylemiştir. Zeyd b. Sabit (Radiyallahu anh)'ın mezhebi de az evvel görülmüştü.

2- Evli cariyeyi mukâteb yapmak caizdir. Zîrâ Berîre (Radiyallahu anha) evli idi. Kocasının hür mü köle mi olduğu hususunda rivayetler muhteliftir.
Buhârî'nin İbni Abbâs'dan rivayetinde İbni Abbâs (Radiyallahu anhuma): «Onu köle olarak gördüm. Medîne sokaklarında Berîre için ağlayarak ve göz yaşları sakalının üzerine akarak Berîre'nin arkasından gittiğini hâlâ görür gibiyim.
Buna göre Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) amcası Abbâs'a: — Muğîs'in Berîre'ye olan aşkına. Berîre'nin de Muğîs'e karşı nefretine şaşmıyor musun? dedi; ve Berîre'ye: — Kocana dönsen (iyi edersin!) buyurdu.
Berîre: — Yâ Rasûlâllah! Emir buyuruyor musun? diye sordu.
Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): — Ben ancak şefaatte bulunuyorum buyurdular.
Berîre:— Öyle ise benim ona bir ihtiyacım yok! cevâbını verdi.» demektedir.

Yine Buhârî'nin «Ferâiz» bahsindeki rivayetinde : «Hakem: Berîre 'nin kocası hürdü; dedi.» ifadesi vardır. «Mîrâs» bahsinde Esved'in dahî «hürdü» dediği zikredilmiştir. Ancak Hakem'in sözü mursel, Esved'inki ise munkatı' olmakla illetlendirilmiştir. Babımız rivayetlerinde her iki vecih mezkûrdur.

3- Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Berîre'yi kocasında kalıp kalmamak hususunda muhayyer bırakmıştı. Nevevî diyor ki: «Kocası köle olan bir câriye âzâd edilirse nikâhını fesh edip etmemekte muhayyerdir. Bu bâbta ulemâ ittifak halindedir. Kocası hür olursa İmam Mâlik ile Şafiî ve cumhura göre cariyeye muhayyerlik yoktur.

İmam Âzam, Berîre'nin kocası Muğîs'in hür olduğunu bildiren rivayetle istidlal ederek muhayyerlik verileceğine kail olmuştur...»

Cumhur bu bâbdaki rivayetlerin ayni kaziyyeye âid olduklarını ve meşhur rivayetlerde Muğîs'in köle olduğu bildirildiğini, hattâ hür olduğunu bildiren rivayetler için hadîs hafızlarının «hatâ, şâzz ve merdûddur. dediklerini nazar-i i'tibâra alarak onları tercih etmişlerdir.

4- Velâ' hakkı âzâd edene aittir. Bu hususta ihtilâf yoktur. Ancak velâ' hakkı olmamak şartıyla âzâd edilen köle veya câriye hakkında ihtilâf olunmuştur. Buna «sâibe» denir ki, cumhura göre şart bâtıl, velâ' hakkı âzâd edene aittir. İmam Ahmed'e göre şart bâtıl değildir; şarttan sonra, âzâd eden kimsenin köle üzerinde velâ hakkı kalmaz; hattâ mirasından bir şey almışsa mislini iade etmesi lâzım gelir.
İmam Mâlik, Mekhûl, Ebû'l-Âliye, Zuhrî ve Ömer b. Abdilâziz bu takdirde velâ'nın bütün müslümanlara kalacağına kail olmuşlardır. Zîra sahabeden bâzıları böyle yapmışlardır.


5- Hadîs-i şerîf kitabet bedelinin taksitle ödeneceğine delildir.
Hanefîler'e göre kitabet bedelinin hemen ödenmesini şart koşmak yahut te'cîl etmek caizdir. Çünkü bu bâbdaki âyet-i kerîme'de taksit ve te'cîl zikredilmemiştir; binâenaleyh nass üzerine re'y ile ziyade câiz değildir. İmam Mâlik'in kavli de budur.
Mâlikîler'den Ebû Bekr: «İmam Mâlik'in kavli zahir itibariyle taksit ve te'cîlin burada şart olduğunu gösterir; ama söz sahibi ulemâmız peşin ödemek suretiyle yapılan kitabetin câiz olduğunu söylüyor; ve buna Kutâ'a namını veriyorlar, ki kıyâs da budur.» diyor.


İmam Şafiî kitabetin peşin ödemekle caiz olamayacağını söylemiştir. Ona göre hiç olmazsa iki taksit şarttır. Zahir rivayete göre îmam Ahmed'in mezhebi de budur.

6- Köle âzâd ederken velâ' hakkını şart koşmanın akdi bozup bozmayacağı ihtilaflıdır. Babımız hadîsinin zahirine bakılırsa bozmaz. Zîra Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Aişe'ye:
«Velâ'yı onlara şart koş!» buyurmuştur.
Bâtıl bir akde Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) izin vermeyeceğine göre velâ' şartıyla yapılan akid câiz demektir.
Burada Şâfiîler'den Şeyh Takıyuddîn şöyle diyor: «Akdin sahîh olduğunu kabul edersek acaba şart da sahih midir? Bu hususta Şafiî mezhebinde hilaf vardır. Bâtıl olduğunu söylemek hadîsin lâfızlarına daha muvafıktır.»
Burada şöyle bir suâl hatıra gelir:
Fâsid şartla yapılan bir alış verişe Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) nasıl izin vermiş; ve bu şartı sonradan nasıl ibtal etmiştir?

Bu suâle birkaç vecihle cevab verilmiştir:

a) Tahâvî'nin beyanına göre Âişe(r.anha) hadîsinde velâ'nın şart koşulması yalnız Mâlik'in Hişâm'dan naklettiği rivayette zikredilmiştir. Aynı hadîsi Hişâm'dan nakleden Leys b. Sa'd ile Amr b. Haris rivayetlerinde ise Berîre'nin kitabet bedelini ödemek şartiyle velâ' hakkını sahiblerinden bizzat Âişe istemiş; Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de : «Bu şartı koşman Berîre'yi almana mâni' değildir; onu satın al ve âzâd et! Velâ' ancak âzâd edene âiddir.» buyurmuştur.
Mâlik'in Hişâm'dan naklettiği rivayet buna muhaliftir. O rivayette Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in Aişe (r.anha)'ye : «Berîre'yi al da şart koş! Zîra velâ' hakkı ancak âzâd edene âiddir.» buyurduğu bildiriliyor. Mâmâfîh mezkûr rivayetteki «şart koş!» emrinden «açıkla!- mânâsı da kasdedilmiş olabilir; çünkü izhâr etmek: meydana çıkarmak, açığa vurmak mânâsında da kullanılır. Bu takdirde hadîsin mânâsı şöyle olur: «Senin azadının icâb ettiği velâ' hakkının âzâd edene ait olduğunu da açıkla!»


b) «Onlara şart koş!» cümlesi: «Onların aleyhine şart koş!» manasınadır.

c) Bu cümle tehdîd için kullanılmıştır. Zahiri emir şeklinde olsa da bâtını nehîdir. Nitekim Teâlâ Hazretleri kuffâra «istediğinizi yapın!» buyurmuştur Muradı onları tehdîddir. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in minbere çıkarak hutbe îrâd etmesi ve: «Bâzı kimselere ne oluyor ki...» diye söze başlaması bu mânâyı te'yîd eder.

d) Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) velâ' hakkının âzâd edene âid olduğunu evvelce haber vermişti. Berîre'nin sahibleri bunu bildikleri halde muhalif harekette bulundukları için hadîs-i şerif kendilerini men' ve tekdir maksadiyle bu lâfızla vârid olmuştur.


e) Bu şartın ibtal buyurulması köle sahiblerine mâlî bir cezadır. Çünkü şer'î bir hükme karşı inadlık göstermişlerdir. Bû mesele katilin mîrasdan mahrum kalmasına benzer.

f) Bu hüküm umumî değil, yalnız bu hâdiseye mahsustur. Tahsîsin hikmeti; şeriata aykırı olarak şart koştukları şeyi mubalağalı bir surette men' etmek için şartın evvelâ kabul sonra ibtal edilmesidir. Nitekim Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in haccı umreye tebdil etmesi de o vak'aya mahsustu. Bunu ashabının me'lûf bulundukları bir âdeti yâni hacc aylarında umre yapmamak âdetini mubalağalı bir şekilde yıkmak için yapmıştı. Bâzan büyük bir maslahatı tahsil için küçük mefsedete tahammül edilir.

Nevevî diyor ki: «Âişe (r.anha)'nin Berîre'yi satın alarak sahiblerine velâ'yı şart koşmasına bakılırsa hadîs muşkîldir. Bu şart satışı ifsâd eder. Satanları aldatması, onlara sahîh olmayan bir şart koşması da öyledir.
Şu halde Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu hususta Âişeye nasıl izin vermiştir?

İşte bu işgalden dolayı ulemâdan bâzıları bu hadîsi bütünü ile reddetmişlerdir. Yahya b. Eksem bunlardandır. Yahya rivayetlerin birçoğunda şart lâfzının zikredilmemesi ile istidlal etmiştir...»

7- Hattâbî'nin beyanına göre bu hadîste mukâtebin satılabileceğine delîl vardır. Bu hususta kölenin radı olup olmamasının, taksitlerini ödeyip ödeyememesinin ve bunların bir kısmını ödemiş veya ödememiş olmasının hükmü yoktur.
Şeyh Tekıyyeddîn mukâtebin satılıp satılmaması hususunda ulemânın üç mezhebe ayrıldıklarını söyler.
Birinci mezhebe göre mukâtebin satılması caiz; ikinciye göre caiz değildir. Üçüncü mezhebe göre köle âzâd niyetiyle satın alınırsa caiz; hizmet için alınırsa caiz değildir.

Mukâtebin satılmasını câiz görenler babımız hadîsi ile istidlal etmişlerdir. Çünkü Berîre'ye mukâtebe yapılmıştı. Ata', İbrahîm Nehaî, İmam Ahmed ve bir rivayette İmam Mâlik buna kaildirler.
İmam Âzam, Şafiî ve bir rivayette İmam Mâlik: «Mukâteb satılamaz.» demişlerdir.
İbni Mes'ûd (Radıyallahu anh) ile Rabiâ'nin kavilleri de budur. Bu zevat Berîre hadîsi ile istidlal edenlere: «Berîre kitabet bedelini ödemekten âciz kaldığı için onun kitabet akdi feshedilmişti.» diye cevab vermişlerdir.

8- Köle veya cariyeyi âzâd olmak şartıyla satmak caizdir. Zîra Berîre 'nin sahibleri velâ hakkında munâzara etmişlerdi. Velâ' ancak âzâd olduktan sonra bahis mevzuu olabilir. Bu gösterir ki, satışta âzâd şartı varmış.
Bir kimse sattığı malda hayır mânâsı taşıyan bir şart ileri sürer de bu şart köle âzâdı gibi hemen ifâ edilebilecek bir şey olursa İmam Şafiî'ye göre câiz; İmam Azam'a göre caiz değildir.


9- Hattâbî diyor ki: «Satışta ileri sürülen her şart satışın aslına dokunarak onu ifsâd etmez. Şartlı satışın men' edilmesinin mânâsı bâzı satışlara ve şartların bir nev'ine âiddir.»

Kaadî İyâd satıştaki şartların üç kısım olduğunu söylemiştir.
Bunların birincisi, akdin muktezâsı olan teslim ve malda tasarrufun câiz olması gibi şeylerdir. Bu gibi şartların caiz olduğunda hilaf yoktur. Çünkü bunlar şart koşulmasa da îfâ edilirler.


İkincisi: Satışın muktezasından olmasa bile yararından sayılan, yük yüklemek, rehin vermek ve muhayyerlik gibi şartlardır. Bunlar da câizdir; zira satışın yararına olunca onun iktizâ ettiği şartlara benzerler.

Üçüncüsü: Akidlerde ileri sürülmesi caiz olmayıp, akdin muktezâsına aykırı düşen veya aldatmak gibi yasak bir vechi tezammun eden şartlardır, ki ulemânın ihtilâf ettikleri yer budur.

Hanefîler'e göre şartlı satış üç vecihle yapılır.
Birincisi: Hem satış hem de şartın caiz olmasıdır, ki üç nevi'dir.:
a) Akdin iktizâ ettiği uygun şartlar. Cariyeyi hizmet, hayvanı binmek şartıyla satın almak gibi.
b) Akdin muktezâsı olmasa bile ona uygun düşen şartlar. Para karşılığı rehin olarak vermeyi yahud satış meclisinde bulunan kefile vermeyi şart koşmak gibi.
c) Akdin muktezâsı olmayan ve ona uymayan, fakat şerîatin cevaz verdiği muhayyerlik, va'de gibi şartlar. Şeriat tarafından cevazı hususunda delîl olmadığı halde insanlar arasında örfü âdet hâline gelen bir şeyi şart koşmak da istihsân yolu ile bu nevide dâhildir. Ayakkabını, satanın ölçüp biçmesini şart koşmak gibi. Yalnız Hanefiyye imamlarından Zufer buna muhaliftir.

İkinci vecih : Satış ve şartın ikisi birden fâsid olmaktır ki, akdin iktizâ etmediği ve ona muvafık düşmeyen bilâkis taraflardan birine yahud satılan mala menfaat sağlayan bir şeyi şart koşmaktır. Buğdayı satıcının öğütmesini, köleyi başkasına satmamasını ve âzâd etmemesini şart koşmak gibi. Bu takdirde köleyi sahibi âzâd ederse İmam Âzam'a göre istihsânın fiyatını, İmâmeyn 'e göre ise kıymetini müşteriye öder.

Üçüncü vecih: Satış caiz, şart bâtıl olmaktır. Bu da üç nevi'dir.
a) Akdin muktezâsı olmayan ve menfaat yerine bilâkis zarar tezammun eden şarttır. Bir elbise veya hayvanı başkasına satmamak, hibe etmemek yahud yiyeceği yememek şartiyle satmak gibi. Burada satış caiz; şart bâtıldır.
b) Akdin muktezâsı olmayan, bir fayda veya zararı da tezammun etmeyen şarttır. Yiyeceği yemek şartıyla satmak gibi. Burada da satış caiz; şart bâtıldır.
c) Alanla satandan birine yahut satılan mala değil de başkasına menfaat îcâb eden bir şeyi şart koşmak satışı bozmaz. Ecnebi birine ödünç vermek şartiyle satmak gibi.


10- Tekıyyuddîn: «Bu hadîste velâ' hakkının munhasıran âzâd edene âid olduğuna delîl vardır. Bu da dostluk, yardımlaşma ve bir kimsenin elinde müslüman olma yahut kimsesiz bir çocuğu sokakta bulup almakla velâ' hakkının sabit olmamasını iktizâ eder. Bu suretlerin her biri hakkında fukahâ arasında hilaf vardır.
Şafiî'nin mezhebine göre bunların hiç birinde velâ' hakkı yoktur. Delili bu hadîsdir.» diyor.

Hanefîler'e göre velâ' iki kısımdır. Velâ-ı atâka, velâ-ı muvâlât. Câhiliyyet devrinde Araplar dostluk, akrabalık, kardeşlik, muahede, asabe. velâ-ı atâka ve velâ-ı muvâlât gibi birçok şeyler sebebiyle yardımlaşirlardı. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bunlardan yalnız velâ-ı atâka ile velâ-ı muvâlâtı kabul ve takrir buyurmuştur.


Velâ-ı atâka yahud velâ-ı nîmet: Köle veya câriye âzâdı dolayısıyla te'essüs eden bir nevi akrabalıktır. Âzâd edene mevle'l-atâka derler. Kölenin mirası ona kalır.

Velâ-i muvâlât: Nesebi mâruf olmayan bir kimsenin nesebi malûm biri ile kardeşlik akd ederek : Sen benim mevlâmsın; ölürsem bana mirasçı olursun; bir cinayet işlersem benim nâmıma cezamı ödersin; demesi, onun da bunu kabul etmesidir. Nesebi malûm olan şahsa mevle'l-muvâlât derler. Velâ-i muvâlât meşru' bir yardımlaşma akdidir.
İmam Ahmed'in «Musned»inde rivayet ettiği bir hadîste RasûIullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): «Bir kavmin mevlâsı onlardan kız kardeşleri oğlu onlardan, yeminlisi de onlardandır.» buyurmuştur.
Yeminliden murâd mevle'l-muvâlâttır. Çünkü Arablar muvâlât akdini yeminle te'kîd ederlerdi.
İmam Ahmed'in rivayet ettiği hadîsi Bezzâr «Sunen»inde Ebû Hurayra'dan; Dârimî «Musned»inde Amr b.Avn'dan; Taberânî «Mû'cem»inde Utbe b. Gazvân'dan tahrîc etmişlerdir.

11- Bir bid'at zuhurunda hükümet reisinin halka hutbe îrâd edecek o bid'atın hükmünü bildirmesi ve bid'atı yermesi mustehabdır.

12- Hükümdarın halka iyi muamelede bulunması mustehabdır. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) velâ' şartını kendileri için ileri sürenlerin yüzlerine bir şey söylememiştir. Zîrâ onları utandırmadan da maksat hasıl olmuştur.

13- Munkeri gidermek için mubalağa ve şiddet göstermek gerekir.

14- Kocası dururken cariyeye kitabet akdi yapmak caizdir.

15- Cariyenin kocası kitabet bedelini ödemek için çalışmaktan onu men' edemez.

16- Cariyenin kocası köle ise, karısını kitabet akdi yapmaktan men edemez. Nitekim bir cariyenin sahibi, köle ile evli bulunan câriyesini âzâd edebildiği gibi, hür ile evli cariyesini de kocasına satabilir. Velev ki, bu yaptığı aradaki nikâhın ibtaline muncer olsun.

17- Evli bir cariyenin satılması boşanma değildir. Çünkü Berîre (r.anha) satıldığı zaman evli idi. Bu hususta hilaf yoktur. Yalnız kocasının hür mü yoksa köle mi olduğu ihtilaflıdır.
Kocası köle olan câriye âzâd edildiği zaman kocasından ayrılıp ayrılmamakta muhayyer bırakılacağı hususunda ulemânın ittifakı vardır; fakat kocası hür olan cariye hakkında ihtilâf etmişlerdir.

18- Sahibi, mukâtebin başkalarından isteyerek tedarik ettiği kitabet taksitlerini kabul edebilir. Zira Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Berîre'yi Âişe'den para istemekten men etmemiştir.

19- Hadîs-i şerif kölenin hurre ile evlenebileceğine delâlet etmektedir. Çünkü muhayyer bırakılan câriye hürriyetine kavuştuktan sonra kocasını tercih edebilir.

20- Köle ve cariyenin haberi makbuldur. Zira kendisinin mükâtebe olduğunu söyleyen Berîre câriye idi. Âişe (r.anha) onun haberini kabul etti.

21- Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in et için: «O Berîre'ye sadaka; bize hediyyedir.» buyurması sıfat değiştiği zaman hükmün de değiştiğine delildir. Binâenaleyh fakire sadaka olarak verilen eti veya hayvanı, zengine satması ve hediyye etmesi caizdir.

22- Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimize sadaka haramdır.


23- Hutbeye Allah'a hamdu sena ile başlamak ve Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e salâtu selâmdan sonra (emmâ bâ'du) demek mustehabdır.
Berîre (Radiyallahu anha) hadîsinden bunlardan bâşka birçok faîdeler istinbât edilmiştir. İbni Huzeyme ile İbni Cerîr bu bâbta birer büyük eser yazmışlardır. Biz bu kadarını nakil ile iktifa ettik.



Konu Hakkında Bazı Hükümler

1- Velâ hakkı azad edene aittir, bu hususta ittifak vardır.
2- Mukâteb köle satılabilir.
3- Köle ve câriyenin azad edilmesini şart koşarak satmak câizdir. İmam Şafii bu görüştedir. Ancak İmam Ebu Hanife bunu câiz görmemektedir.
4- Satışta ileri sürülen her şart satışı ifsad etmez.
5- Bir bidatin zuhurunda devlet başkanının bir hutbe irad ederek halkı bu hususta uyarması mustehabdır.
6- Kocası dururken cariyeye kitabet akdi yapmak câizdir.
7- Munkeri önlemek için mubalağa ve şiddet göstermek câizdir.
8- Cariyenin kocası köle ise karışını kitabet akdi yapmaktan men edemez.
9- Evli bir câriyenin satılması boşanma değildir.
10- Sahibi, mukâtebin başkalarından isteyerek tedarik ettiği kitabet taksitlerini kabul edebilir.
11- Köle ve câriyenin haberi makbuldur.
 
أهل الحديث Çevrimdışı

أهل الحديث

لا إله إلا الله
Moderatör
MaşaAllah çok sağlam bir şerh olmuş, CezâkAllahu Hayran

Son bir soru:

Tüm bunlar beşeri sistemlerin mahkemelerine başvurulacağına dair madde bulundurmaktadır. Söz konusu hizmetleri bu tür sözleşmeleri imzaladıktan sonra elde edebiliyoruz. Bunun câiz olmadığını söylemek çok şiddetli bir sıkıntılara ve zorluklara neden olmaktadır. Şubhesiz Allah bize dinde zorluk kılmamıştır.

Bunun ölçüsü nedir? Yani bütün zârurî sözleşmeler mutlak olarak caiz mi olmuş oluyor?
Umarız böylece bu tür sözleşmeleri imzalamak câiz olur.
Buradaki "Umarız" ifadesi kesin bir ifade olmadığı için soruyorum. Bu konuya doğrudan isabet edebilecek bir nass/delil yok mudur?
 
Son düzenleme:
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Tağutun mahkemesine başvurulmaması gerektiği hakkında kat'i bir nass varken, ayetlerin nuzûl sebebi, ulemanın tevil ve ictihadlarıyla günümüze yorumlanarak ictihadlarda bulunulmuştur. Bu konunun aksine bahsettiğiniz konuya ilişkili kat'i bir nass olmuş olsa zaten bu konuda ihtilaf veya yorum olmaz, gerekmezdi.
 
Üst Ana Sayfa Alt