Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Lukata (buluntu) Hükümleri

M Çevrimdışı

morueqq

لا إله إلا الله
İslam-TR Üyesi
Çeşitli Kitaplardan Lukata (kayıp eşya) hükümleri


Lukata


Bidayetül Müctehid


Fetavayı Hindiye


Kaynaklarıyla İslam Fıkhı


Hidaye Tercümesi


Minhac Tercümesi


Büyük Şafii Fıkhı


El İhtiyar






Bidayetül Müctehid

ONUNCU BÖLÜM... 1
LÜKATA (BULUNTU) 1
A. GENEL BİLGİLER.. 1
1. Buluntu Malın Hükmü. 1
2. Buluntu Malın Mülkiyete Geçirilmesi 3
B. LAKİT (BULUNTU ÇOCUK) 3
1. Buluntu Çocuğun Müslüman Köle Veya Kafir Olduğuna Karar Vermek. 4
2. Buluntu Çocuğun Köleliğine. 4
Veya Hürriyetine Taalluk Eden Hükümler. 4
ONUNCU BÖLÜM

LÜKATA (BULUNTU)

A. GENEL BİLGİLER


Kendinden emin olan kimsenin buluntu malı alıp kaldırması müstehab, zayıf kavle göre ise vacibtir. Kendinden emin olmayan kimsenin buluntuyu almaması müstehabtır. Fakat en sahih kavle göre alması caizdir. Fasık kişinin buluntuyu alması ise mekruhtur. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, kişinin yitik malı aldığına şahit tutması vacib değildir.
Fasığm, çocuğun ve zımminin İslam diyarmdaki buluntuyu al*ması sahihtir. En zahir kavle göre, fasığm bulduğu eşya kendisinden alınır ve adil bir kimsenin yanma emanet bırakılır. Fasığm buluntu hakkındaki beyanatına itimat edilmez ve yanma bir gözcü verilir.
Çocuğun aldığı buluntuyu velisi alır ve ilân eder. Buluntu, ço*cuk için faydalı ise onun mülkiyetine geçirir. Malı çocuğun mülkiye*tine geçirmek, çocuk adına borç almanın caiz olması gibidir. Veli malı almakta kusurlu davranır ve çocuğun elinde iken telef olursa zararı öder. En zahir kavle göre kölenin aldığı buluntu geçersiz olup onu ilân etmesi de geçersizdir. Şayet efendisi kendisinden alırsa, bu*nun hükmü buluntu malın hükmü gibidir.
Ben diyorum ki; mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, kendisi ile sahih kitabet akdi yapılmış kölenin buluntuyu al*ması sahihtir. Keza bir kısmı hür olan kölenin hükmü de böyle olup buluntu hem kendisinin hem de efendisinin olur.
Bir kısmı hür olan köle nöbetleşe, yani bir ay kendisi bir ay da efendisi için çalışıyorsa, en zahir kavle göre çalıştığı ay hangisinin sırasına denk gelirse kazancı da ona ait olur. Keza nadir olarak elde edilen kazanç ile alman ücretin hükmü de nöbetleşerek elde edilen kazancın hükmü gibidir. Ancak cinayet ücretinin hükmü böyle de*ğildir, sırasına denk gelen yalnız başına bu ücreti ödemez. Her ikisi kendi aralarında paylaşarak öderler. Allah daha iyi bilir.

1. Buluntu Malın Hükmü


Kendini yırtıcı küçük hayvanlardan koruyabilen deve ve at gibi hayvanlar, kaçarak kendini koruyabilen tavşan ve geyik gibi hay*vanlar ve uçarak kendini koruyabilen güvercin gibi kuşlar kaybolursa, bunlar hakkındaki hüküm şöyledir:
1- Sahrada bulunan mal sahibine teslim etmek üzere hakimin alıp muhafaza etmesi lazımdır. Keza en sahih kavle göre hakimden başkası görürse alıp muhafaza etmesi lazımdır. Kendini tehlikelerden koruyabilen hayvanı temlik maksadı ile almak haramdır.
2- Bir köyün evleri arasındaki buluntu hayvanı temlik maksadı ile almak, en sahih kavle göre caizdir. Kendini muhafaza edemeyen koyun gibi hayvanı sahrada veya köyde bulup temlik maksadı ile almak caizdir.
3- Sahrada bir hayvanı bulan kişi dilerse, ilân eder ve mülkiyetine geçirir. Dilerse onu satar parasını alıkoyar ve ilân ettikten sonra mülkiyetine geçirir. Dilerse hayvanı kesip yer sahibi ortaya çıkar*sa değerini Öder.
Hayvanı meskun bir mahalde bulan kimse, üçüncü şıkkın ilk iki şıkkından birisini (alıp mülkiyetine geçirmek veya satmak şıklardan birini) tercih eder. En sahih kavle göre "hayvanı kesip yemek" şıkkı tercih edilemez.
Mümeyyiz olmayan köle ve hayvan dışındaki buluntu malı almak da caizdir.
4- Helva gibi kısa zamanda bozulabilen buluntuyu, kişi isterse satıp değerini mülk edinmek üzere ilân eder, dilerse hemen mülk edinir ve onu yer. Zayıf kavle göre meskun mahalde bulunan böyle bir malın satılması caizdir.
Buluntuyu ilaçlayarak bekletmek mümkün ise ilaçlayıp bek-letmelidir. Yaş hurmayı kurutarak muhafaza etmek gibi. Şayet satılması muhafaza edilmesinden faydalı ise satılır. Kurutulması faydalı ise ve alan kişi kurutma işini teberru olarak yaparsa, kurutarak bekletir. Şayet kurutmayı teberru olarak yapmazsa, kurutma ücreti için bir kısmını satar.
Bir kimse buluntuyu muhafaza amacı ile alırsa kendisinde emanet kalır. Şayet hakime teslim etmek isterse, hakimin onu teslim alması lazımdır. İlân etmek için almışsa, ekser ulemaya göre ilân etmesi vacib değildir.
İlân etmek amacı ile aldıktan sonra ona ihanet ederse, en sahih kavle göre zamin olmaz. Fakat hıyanet etmek kastı ile alırsa za-min olur. Hıyanet kastı ile alması halinde onu ilân edip mülkiyetine geçirmesi mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre gerekmez. Şayet ilân etmek kastı ile alır ve mülkiyetine geçirirse, ilân müdde-tince keza en sahih kavle göre, mülkiyetine geçirmeyi tercih etmedikçe ilân müddetinden sonra da emanet hükmündedir.
Buluntuyu alan kişi cinsini, niteliklerini, miktarını, kılıfım ve bağlama ipini öğrendikten sonra, sokaklarda ve mescitlerin kapısında bir sene boyunca örfe göre ilân eder. İlânı yaparken, ilk hafta her gün sabah-akşam niteliklerini belirtip ilân eder, ikinci hafta ise günde bir defa ilân eder. Ondan sonra haftada bir defa, daha sonra her ayda bir defa ilân eder. En sahh kavle göre bir sene boyunca belirtildiği şekilde art arda yapılmayan ilânlar geçerli değildir. Ben di*yorum ki en sahih kavle göre, sene boyunca art arda yapılmayan ilânlar geçerlidir. Allah daha iyi bilir.
Lükatayı muhafaza etmek niyeti ile alan kişi, ilân ücreti vermesi lazım değildir. Hakim ilân ücretini devlet hazinesinden öder veya mal sahibi adına borç alır. Ancak mülkiyetine geçirmek amacı ile almışsa, ilân ücretini kendisi öder. Zayıf kavle göre şayet mülkiyetine geçirmemişse, ilân ücreti mal sahibince ödenir. En sahih kavle göre ise değersiz olan buluntu, bir sene boyunca ilân edilmez. Belki genellikle sahibi onu aramaktan vazgeçtiği bir zaman kadar ilân edilir.

2. Buluntu Malın Mülkiyete Geçirilmesi


Bir kimse buluntuyu bir sene boyunca tarif ederse: "Onu mülkiyetime geçirdim." gibi bir lafız söylemedikçe mülkiyetine geçirmiş olmaz. Zayıf kavle göre ise buluntuyu mülkiyete geçirmek için niyet etmek yeterlidir. Başka bir zayıf kavle göre ise, bir sene*nin geçmesi ile mülkiyete geçmiş sayılır.
Bir kimse buluntuyu mülk edinir de sahibi ortaya çıkar ve eşyayı iade etmede anlaşırlarsa, anlaştıkları şekilde yaparlar. Şayet eş*ya sahibi eşyasını ister de onu alan da bedelini vermek isterse, en sa*hih kavle göre mal sahibinin isteği dikkate alınır. Ma} telef olmuşsa benzerini veya mülk edindiği günkü değerini öder. Şayet mal bir ayıp sebebi ile eksilmişse, en sahih kavle göre mal sahibi onu değer farkı ile birlikte alır.
Buluntuyu alan kimse kendisine ait olduğunu iddia eder de niteliklerini söyleyemezse veya bir delil gösteremezse, eşya kendisine teslim edilemez. Şayet nitelendirir ve doğru söylediği zannedilirse, kendisine teslim etmek caizdir. Mezhep alimlerince kabul edilen ri*vayete göre, eşyayı kendisine vermek vacib değildir. Nitelendiren kişiye buluntu verilir de bir başkası kendisine ait olduğuna dair delil gösterirse kendisine teslim edilir. İlk bulan veya nitelendiren kişi buluntuyu telef ederse, delil gösteren telef edeni zamin kılar, ama karar nitelendiren kişinin aleyhine alınır.
Ben diyorum ki; en sahih kavle göre harem bölgesindeki buluntuyu alıp temlik etmek helal değildir. Harem bölgesindeki buluntuyu ilân etmek kesinlikle vacibtir. Allah daha iyi bilir.

B. LAKİT (BULUNTU ÇOCUK)


Buluntu çocuğu alıp muhafaza etmek farz-ı kifayedir. En sahih kavle göre, terk edilmiş çocuğu alan kimsenin şahit tutması vacibtir. Çocuğu alan kişinin velayet hakkının sabit olması için mükellef, hür, müslüman, adil ve reşid olması gerekir.
Bir köle, efendisinin izni olmaksızın buluntu çocuğu alırsa, çocuk kendisinden alınır. Çocuğu aldığından efendisi haberdar ise, kölenin yanında kalmasına karar verilir. Efendisinin izni ile almışsa, efen*disi almış sayılır. Terk edilmiş müslüman çocuğu fasık, kısıtlı veya ka*fir bir kimse alırsa, hakim tarafından kendisinden alınır.
İki kişi buluntu çocuğu beraber aldıklarını iddia ederlerse, hakim çocuğu uygun gördüğü kişiye veya onların dışında bir başkasına verir. İkisi beraber görür de birisi önce davranarak alırsa, diğerinin iddiası reddedilir. Şayet ikisi beraber alır ve her ikisi de almaya ehil iseler, en sahih kavle göre zengin olan fakire ve adil olan adil olmayana tercih edilir. İkisi aynı seviyede iseler aralarında kura çekilir.
Şehirde oturan bir kimse bir çocuğu görüp alırsa, onu köye götüremez. Ama en sahih kavle göre bir başka şehre götürebilir. Bu kişi yabancı ise, çocuğu kendi beldesine götürebilir. Köyde bulunursa, şehre götürebilir. Köyde yaşayan bir kimse şehirde bir çocuk görürse, bunun hükmü şehirde yaşayan kimsenin hükmü gibidir. Yani çocuğu köye götüremez. Şayet köyde bulursa, çocuğun köyde kalmasına karar verilir. Zayıf kavle göre ise bulan kişi hayvanlarını beslemek için devamlı bölgeden bölgeye göç ediyorsa, çocuk kendisine verilmez.
Buluntu çocuğun nafakası, buluntu çocuklar için vakfedilmiş umumi maldan harcanır. Veya çocuğun Özel malından harcanır. Özel maldan maksat üzerinde bulunan elbise, altına serilmiş sergi, cebin*de bulunan para ve başka şeyler ile beşiği yanma veya altına konul*muş para gibi şeylerdir. Bir evde bulunursa o ev kendisine ait sayılır. Fakat evin altına defnedilmiş mal kendisine ait sayılmaz. Keza en sahih kavle göre, çevresine bırakılmış elbise ve diğer emtia da kendisine ait sayılmaz.
Çocuğun mal varlığı bilinmiyorsa, en zahir kavle göre devlet hazinesinden kendisine harcama yapılır. Bu olmazsa, müslümanlar kendisine kafi gelecek malı borç verirler. Bir kavle göre kendisine nafaka olarak verirler. En sahih kavle göre çocuğu bulan kişi, çocuğa ait olan malı muhafaza eder. Hakimin izni olmadan malından kendisine harcama yapılamaz diye alimler görüş birliği etmişlerdir.

1. Buluntu Çocuğun Müslüman Köle Veya Kafir Olduğuna Karar Vermek


İçerisinde zımmi bulunan İslam ülkesinde veya fethedilip sulh yolu ile küffarın elinde kalmasına karar verilen veya cizye ile mülk edindikten sonra içinde müslüman olan ülkede bulunan çocuğun müslüman olduğuna karar verilir.
Buluntu çocuk müslümanlarm meskun olmadığı, kafirlerin olduğu diyarda bulunursa, onun kafir olduğuna; müslümanlarm esir olarak bulundukları veya ticaret maksadı ile bulundukları bir ülkede bulunursa, en sahih kavle göre müslüman olduğuna karar verilir. Bir ülkede bulunan çocuğun, müslüman olduğuna hüküm verilir de zımmi bir kimse kendisinin nesebinden olduğuna dair şahit gösterirse, çocuk nesebine dahil olur ve küfürde ona tabi olur. Kafir bir kimse delil göstermeksizin buluntu çocuğun kendisine ait olduğunu iddia ederse, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre küfürde ona tabi olmaz. Çocuğun müslüman olduğu iki şekilde daha tespit edilir ki, bu iki şekil buluntu çocuk için geçerli olmaz:
1- Doğum: Hamilelik döneminde annesi veya babası müslüman ise kendisi de müslümandır. Çocuk buluğ çağma erdiğinde küfrü kabul ederse, mürted olur. Hamilelik döneminde annesi ile babası kafir ise ve sonra birisi müslüman olursa, çocuğun müslüman olduğuna karar verilir. Baliğ olduktan sonra küfrü seçerse, mürted olur. Bir kavle göre aslî kafir olur.
2- Esaret Hali: Müslüman bir kimse yanında annesi veya babası olmayan bir çocuğu esir alırsa, çocuk müslüman olmakta ona tabi olur. Şayet zımmi olan kimse bir çocuğu esir alırsa, en sahih kavle göre çocuğun müslüman olduğuna hükmedilmez. Anası-ba-bası zımmi olan mümeyyiz çocuk tek başına İslam'a girerse, en sa*hih kavle göre müslümanlığı sahih olmaz.

2. Buluntu Çocuğun Köleliğine

Veya Hürriyetine Taalluk Eden Hükümler


Buluntu çocuk kendisinin köle olduğunu ikrar etmezse, hür sayılır. Bir kimse onun köle olduğuna dair delil gösterirse, köle olduğu sabit olur. Çocuk bir kimsenin kölesi olduğunu ikrar eder ve o şahıs da onu doğrularsa, sözü kabul edilir. Ancak daha önce çocuğun hür olduğuna dair bir ikrarın geçmemiş olması şarttır. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, onun hürriyetine delil olacak satış ve nikah gibi bir tasarrufta bulunmamış olması şart değildir.
Bilakis en zahir kavle göre, bu tasarruflarda bulunduktan sonra aslî köle olduğu ve gelecekte olacak hükümler hakkında yapacağı ikrar kabul edilir. Geçmişte başkasına verdiği zarar ile ilgili hükümler hakkındaki ikrarı kabul edilmez. Vermesi gereken bir borcu olur da köle olduğunu ikrar ederse ve elinde malı varsa, borcu o maldan ödenir.
Bir kimse elinde delil olmadığı halde buluntu çocuğun kendisinin kölesi olduğunu iddia ederse, bu iddiası kabul edilmez. Keza çocuk da o şahsın kölesi olduğunu iddia ederse, en zahir kavle göre iddiası geçerli sayılmaz.
Bir kimse elinde bulundurduğu mümeyyiz olan veya mümeyyiz olmayan çocuğun kendisinin kölesi olduğunu iddia ederse ve bulan kişi tarafından durumu bilinmiyorsa, köle olduğuna hükmedilir. Şayet çocuk buluğ çağma erer de: "Ben hürüm." derse, en sahih kavle göre hür olduğuna dair şahit göstermedikçe iddiası kabul edilmez.
Bir kimse şahit göstererek buluntu çocuğun köle olduğunu söylerse, iddiası şu şartla kabul edilir: Mülkiyetine geçirme sebebi için şahit göstermelidir. Bir kavle göre sadece: "Mülkümdür." demesi, onun kölesi olduğuna yeterli delil olur.
Hür ve müslüman bir kimse buluntu çocuğun oğlu olduğunu söylerse, nesebine dahil olur ve onun terbiyesi ile ilgilemeye kendisi daha layıktır. Bir köle buluntu çocuğu nesebine katarsa, çocuk ona ait olur. Bir kavle göre efendisinin onu tasdik etmesi şarttır.
Bir kadın buluntu çocuğu nesebine dahil ederse, en sahih kav*le göre ona ait olmaz. Şayet iki kişi buluntu çocuğun kendilerine ait olduğunu iddia ederlerse, müslüman ve hür olan zımmi ve köle ola*na tercih edilmez, iddiada bulunanların şahitleri yoksa iakidin kime iltihak edeceği kaifçe (bilir kişice) tespit edilir ve hangisinin nesebine katarsa çocuğu o alır. Kaif yoksa veya tespit edemezse veya hiç*birinin de nesebine katamazsa veya her ikisine de dahil ederse; ço*cuk buluğa erdikten sonra tabiatı ile onlardan hangisine meylederse, onun nesebine dahil edilmesi emredilir. Şayet her ikisi bir birine zıt iki şahit gösterirlerse, en zahir kavle göre her ikisinin delili
düşer ve kaifm sözü tercih edilir.

Fetavayı Hindiye

KİTÂBÜ'L-LÜKATA BULUNAN MALLAR.. 2
Beklemeye Tahammülü Olmayan Meyveler 3
Lükatadan Faydalanmak. 3


KİTÂBÜ'L-LÜKATA BULUNAN MALLAR


Lükata: Yolda bulunan ve bizzat sahibi bilinmeyen maldır. Kâfî'de de böyledir.
Lükatayı almak iki nev'îdir:
1) Lükatayı almak farzdır. Bu, lükatanın zayi olacağından korkulduğu zaman böyledir.
2) Lükatayı almak farz değildir: Bu, lükatanın zayi olma korkusu bulunmadığı zamandır.
Bu durumda da, lükatayı almak mubahtır. Alimler, tamamen bu görüştedirler. Aralarındaki ihtilaf, yerinde bırakmak mı, yoksa oradan kaldırmak mı daha efdal hususundadır.
Âlimlerimizin açık yolu, gerçekten, lükatayı yerinden alıp kaldır*manın daha efdal oluşudur. Muhıyt'te de böyledir.
Lükata, ister gümüş para, ister altın para, ister kağıt para; ister, koyun, eşek, katır, at, deve olsun müsâvîdir. Ancak bu, hayvanların, tenhâda olması ve sahrada bulunması halindedir.
Bu hal, köyde olursa; canlı hayvanı yerinden almamak, daha efdâldır.
Lükatayı alan kimse: "Ben, bir yitik buldum!" veya "Yanımda bir şey var!" yahut "Mal düşüren!" diye seslenir. Bu durumda, kendi*sini işitenlerden birisi, o malı talep ederse; ona: "Yitiğini bana ta'rif et." der. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Lükata'yı alan kimse, bir müddet, sokaklarda ve yollarda, ilânda bulunur. Böylece, sahibinin bulunmadığına, zann-ı galibi hasıl olabilir. Sahih olan budur. Mecmâu'I-Bahreyn'de de böyledir.
Lükata, HıIFde olsun, Harem'de olsun aynıdır. Hizânetü'I-Müftîn'de de böyledir.
Lükata'yı bulan muhayyerdir: İsterse, onu, bir müddet daha muhafaza eder; isterse, tasaddukta bulunur.
Şayet, bu mal tasadduk edildikten sonra, mal sahibi gelirse; sevap, bu —mal sahibinin— olur.
Fakat, bu şahıs, malından vazgeçmez ve onu isterse; lükatayi alan veya kendisine tasadduk edilen kimse; bu mal —zayi (= helak) olmuşsa— öderler.
Lükatayı alan şahıs ödemiş olunca; lükatanin sahibi, bir de, fakire müracaat edemez.
Şayet, lükata, alan şahsın veya fakirin elinde duruyorsa; sahibi, bu malı, ondan alır. Mecmâu'l-Bahreyn'de de böyledir.
Zimmîye âit olduğu bilinen her hangi bir lükatayı tasadduk etmek, uygun olmaz.
Fakat, bu lükatalar, beytü'1-mâle bırakılarak, müslümanların fay-i dasina sarf edilebilir. Sfrftciyye'de de böyledir.
Lükatayı bulan kimse de, iki kısımdır.
1) Sahibinin, o lükatayı aramıyacağım bilen şahıs: Dağılmış çekirdekler ve nar taneleri gibi...
Bu gibi lükataları alıp, ondan faydalanmak vardır.
Ancak, o saçılmış şeyleri topladıktan sonra; sahibi gelirse; onları, toplayandan alabilir.
Bu gibi şeyleri toplayan kimse, ona sahip olamaz.
Bunu, Şeyhu'l-tslâm Hâher-zâde ve Şemsti'I-Eimme Serahsî söylemiştir. Kitâbü'l-Lükata Şerhl'nde de böyle zikredilmiştir. Kudûrî Şerhi'nde de böyledir.
2) Sahibinin, o lükatayı, mutlaka arayacağını bilen şahıs. Altın, gümüş ve diğer mallar gibi...
Bu durumda, lükatayı alan şahsın; onun sahibi gelip, malını alana kadar, onu muhafaza etmesi gerekir.
Şayet, çekirdek ve nar taneleri toplu halde iseler, bunlar da, ikinci çeşit mal hükmündedir.
Gasbü'n-Nevazil'de şöyle zikredilmiştir:
Bir ceviz bulan kimse, sonra bir tane daha bulsa; böyle böyle bulduğu cevizler on taneye varsa; eğer bunları aynı mahalde bulmuş ise, bunlar da, bi'1-ittifak, ikinci çeşit maldan olur.
Bunların, başka başka yerlerde bulunması hâlinde ise İhtilaf edilmiştir. Sadru'ş-Şehîd: "Muhtar olan, bunların da ikinci çeşit maldan olmasıdır demiştir.
Semerkant ehlinin fetvalarında: "Suda bulunan odunu almakta ve ondan faydalanmakta, —her ne kadar çok olsa bile— bir beis yoktur." denilmiştir.
Bir kimse, yaz günlerinde, meyveleri ağaçlarının altına düşmüş, bir yere varırsa; bu durumda, şu vecihlerin bulunması mümkündür.
1) Bu bahçe şehirde ise, o düşmüş meyvelerden alıp yemek müsâa*desi yoktur.
Ancak, bü bahçenin sahibinin, ağaçtan düşmüş meyvelerinin alınıp yenilmesini, mübâh kılmış bulunduğunun bilinmesi halinde; bir kimse, bunları alıp yiyebilir.
2) Bu bahçe duvarla çevrilmiş; meyve de, ceviz ve benzerleri gibi, duracak, bekleyecek cinsten ise; bu durumda, onu alıp yeme ruhsatı yoktur.
Ancak, sahibinin alınıp yenilmesini mübâh kıldığı bilinirse; o zaman yenilebilir.
Bazıları ise: "Onu yasakladığı, sarahaten veya delâleten bilinmedikçe, bu düşmüş meyvelerden alıp yemekte bir beis yoktur. demişlerdir.
Muhtar olan da budur.
Bu, kalabilecek meyvelerde böyledir.

Beklemeye Tahammülü Olmayan Meyveler


Şayet, meyvelerin beklemeye tahammülü yoksa; onu, alıp yemek ruhsatı vardır. Ancak, bu durumda da sahibinin, onu yasakladığının bilinmemesi gerekir.
Bu söylediklerimizin hepsi de, meyvenin yere düşmüş olması hâlinde geçerlidir.
Fakat, meyve ağacın üzerinde ise; efdâl olan, onu dalından kopar*mamaktır.
Ancak, sahibinin izni ile koparılması hâli müstesnadır.
Şayet, meyve pek çok olur ve bir kimse, ondan alıp yemenin, sahi*bine zor gelmiyeceğini bilirse; alıp yemesine ruhsat vardır. Ancak, bu durumda da, alıp götürmesine izin yoktur. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet lukata, üzerinden bir veya iki gün geçince bozulacak bir şey olursa; (üzüm tanesi ve benzerleri gibi...) bu durumda bulan şahıs, ister zengin, ister fakir olsun alıp yer.
Şayet, bu şeyin miktarı çoksa; hâkimin emri ile bulan şahıs, onu satar ve parasını muhafaza eder.
Şayet lükata, nafakaya muhtaç bir şey olursa; bu, yine hâkimin
emri ile icara verilir. Ve geliri ile, nafakası temin edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet, bu şeyden bir menfaat temin edilemez veya ona bir kiracıda bulunamaz ve masrafının da çok olacağından korkulursa; bulan şahıs, bunu satar ve bedelini muhafaza eder. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Şayet, sahibi gelip —nafakaya muhtaç olan,— bu lükatayı isterse; bulan şahıs, nafakasını almadan bu malı geri vermez. Tebyîn'de de böyledir.
Lükatayı alan şahsm, hâkimin izni ile yaptığı masraf, onun alacağı olur.
Hakimin izni; lükatayı alan şahsa: "Sahibi gelene kadar, buna, infaktabulun; yedir, içir." demesidir.
Hakim, lükatayı alana emrettiği halde; * 'dönene kadar..." dememişse; yaptığı masraf "alacak" olmaz. Esahh olan budur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Hâkim, beyyine olmayınca, infâkla emretmez. Yani hâkim, o şeyin lükata olup olmadığını bilecektir.
Şayet bu kimse, o şeyin lükata olduğuna beyyine ibraz etmekten âciz olursa; hâkim, bu şahsa; güvenilir kimseler arasında: "Bu şahıs, bu şeyin lükata olduğunu söylüyor. Bense, bunun doğru mu, yalan mı söylediğini bilmiyorum. Buna, infâkla emredeceğim; sizler şahit olunuz." der ve bundan sonra, onu infak etmesini emreder. Çünkü,, sahibinin gelmesi ümidi vardır. Tebyîn'de de böyledir.
Hâkim, o şeyin sahibi üç güne kadar gelmezse; onun satılmasını emreder.
Bu şey satıldıktan sonra da, onu bulup da, üç gün masrafını gören kimseye, yaptığı masrafı öder. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Lükatayı, hâkimin kendisi veya onun emri ile bulan adam sattıktan sonra; onun sahibi gelirse; artık, o mal, onun olamaz; ancak, bedelini alabilir.
Şayet, lükatayı bulan, onu, hâkimin emri olmadan satar ve sonra da sahibi gelirse; bu durumda lükata, satın alan kimsenin elinde ise, mal sahibi muhayyerdir: İsterse, satışa izin verip parasını alır; isterse, satışı iptal edip, bizzat malını alır.
Şayet, satılan bu lükata zayi olmuşsa, sahibi yine serbesttir: İsterse . satan şahsa ödetir; bu durumda, zâhiru'r-rivâyede, satış geçerli olur. Bütün âlimler, bu görüşü almışlardır. Muhıyt'te de böyledir.
Bu durumda, o malın, kıymetinden fazlasını tasadduk eder.
Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
İsterse, satın alana ödetir. O da, satan şahsa müracaat ederek, verdiğini geri alır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, bir koyunu veya bir deveyi, hâkimin emri ile, ona irifâk etmek üzere aldıktan sonra; bu hayvan ölürse; bu şahıs, o hayvana yaptığı masrafı onun sahibinden alır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Lükatadan Faydalanmak


Lükatayı bulan şahsın kendisi muhtaç ise, onu, ilân ve tarif ettikten sonra; kendi nefsine sarfedebilir. Muhıyt'te de böyledir.
Lükatayı bulan şahıs zengin ise; onu, kendi nefsine harcayamaz. Başkalarına tasadduk eder. Veya, fakir iseler, onu, ana ve babasına veya evlâtlarına yahut karısına verebilir. Kâfî'de de böyledir.
Müddetinin tamamlanmasından sonra; bulan şahıs, zengin bile olsa, -imâmın izni ile ve borç olmak şartıyle- lükatadan faydalanabilir. Gayetü'I-Beyân'da da böyledir.
Bir kimse lükatayı, para olarak bulur; bunun sahibi de çıkmaz; bulan kimse ise fakir olursa; onu kendi nefsi için harcar.
Sonradan, bu kimsenin eline mal geçip zengin olsa bile, bunu fakirlere ödemesi gerekmez. Muhtar olan budur. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir lükata, onu muhafaza edip, sahibine vermek üzere alan kim*senin elinde, onun bir te'siri olmadan ziyan olsa; bu şahsın tazmin etmesi gerekmez. Ancak, lükata sahibinin, o şahsın: "Onu sana vermek üzere aldım." sözüne inanması gerekir.
Şayet bu şahıs, o lükatayı, "kendi nefsi için aldığını" ikrar ederse; bi'I-icma' tazmin etmesi gerekir.
Eğer, şahitsiz olarak: "Ben onu, sahibine vermek için almıştım." der, sahibi de ona inanmazsa, İmâm Ebû Hanlfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu durumda, o şahıs, bu lükatayı tazmin eder. (sahibine öder.) Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Bir kimse, lükatayı alırken —şahitlik yapacak— başka bir kimse bulamaz veya şahit bulana kadar,oiıu, bir zâlimin alacağından korkarsa; şahit aramayı bırakır ve bu mal helak olursa da, bu şahıs ödemez.
Bu kimse, şahitlik edecek birini bulmasına rağmen, o geçip gidene kadar, bulan kimse, onu şahit tutmaz ve sonradan, bu mal zayi olursa; bulan şahıs, tazmin eder. Çünkü, bu durumda, gücü yettiği halde, şahit Fetâvâyi Hindiyye tutmamış olmaktadır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir,
Bir kimse, lükata veya yitik olduğuna şahit tutar; yahut: "Benim yanımda lükata var; duyan gelsin; malını tarif etsin ve alsın." der; sahibi de gelince, ona: "Zayi oldu." der ve o şahıs da, buna inanırsa; tazminat gerekmez.
Şayet, bir kimse; iki veya üç lükata bulup: "Kim duyarsa; lükatasmı istesin; onu, bana beyan etsin." derse; işte bu söz, bir tariftir. Bunlar, bulan şahsın yanında helak olacak olsa; tazminat gerekmez.
Semerkand ehlinin fetvalarında, şöyle zikredilmiştir:
Lükata, yolda veya bir mağarada bulunur ve onu alırken de, hiç bir şahit bulunmaz ve alan adam: "Zafer bulununca, şahit tutulur." der ve öyle yaparsa; bu durumda tazminat gerekmez. Mtıhıyt'te de böyledir.
Lükatayı bulan, bunu istenilince vermez ve ona tecâvüz ederse; ancak, o zaman tazmin eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse: "Ben, bir lükata buldum ve yanımda zayi oldu; ben, onu, sahibine vermemek üzere almıştım." der; sahibi de: "Ben, onu, nefsim için koymuştum; geri gelip alacaktım; o, lükata değildi." der ve bulunan şeyin yanında kimse olmaz veya yolda bulunmuş olursa; söz, lükatayı alanın sözüdür. Ancak, böyle, sözünün geçerli olması için, yanında zayi olduğuna yemin etmesi gerekir.
Lükatayı alan: "Ben, onu yoldan aldım." dediği halde; sahibi: "Benim yerimden aldın." derse; bu durumda tazminat gerekir. Hızâ-nelü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir kimse lükatayı, bir kavmin binasında veya salonunda yahut boş bir evde bulur ve sahibi de: "Ben onu, geri gelip almak üzere oraya bırakmıştım derse; bu durumda, —zayi etmişse,— bu lükatayı, alan şahıs, tazmin eder.
Asıl'da şöyle zikredilmiştir:
Mal sahibi: "Sen, benim malımı, gasben aldm." dediği zaman, lü*katayı alan: "O, lükata idi. Ben, onu, senin için almıştım." derse; tafsi*lâta hacet kalmadan, tazmin eder.
Lükata, bir müslümanın yanında iken, bir kimse gelip, onun kendisine ait olduğunu söyler ve buna hüccet getirirse; bu durumda, yanında lükata bulunan şahıs, bunu ikrar etsin veya etmesin, isteyen şahsa: "Ben, bunu sana vermem; ancak, hâkimin yanında veririm." deme hakkına sahiptir.
Bu şahıs, bu arada ölse; tazminat da gerekmez.
Lükata, bir müslümanın yanında iken, bir kimse, gelip, onun kendisine ait olduğunu söyler ve iki de kâfir şahit getirirse; biz, bunların şehâdetini kabul etmeyiz.
Şayet, iükata bir kâfirin yanında bulunur; mes'elenin diğer kısmı aynı olursa; kıyâsen ve istihsanen bunlarm^âhitükleri kabul olunur.
Şayet, lükata bir müslümanla, bir kâfirin yanında bulunur ve mes'elenin devamı aynı olursa; o iki kâfirin şehâdeti, kıyâsen kabul olunmaz. İstihsanda ise, bunların, kâfir hakkındaki şehâdetleri kabul edilir ve onun yanında olana hüküm verilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, lükataya "benim" der; başka kimse de "benim." der ve belge getirirse; bu lükata belgesi olana hükmolunur. Fetâvâyi Kâdî*hân'da da böyledir.
Bir kimse, lükatamn kendisine ait olduğunu iddia eder ve belgeler getirirse; lükatayı bulan serbesttir: İsterse, ona hemen verir. İsterse, şahit ister. O şahıs verirse, kefil de alır. Sirâdyye'de de böyledir.
Bir kimse, yanında lükata olarak bulunan zinet eşyasını, "benim" diyen birine verdikten sonra; bir başkası, onun kendisine ait olduğuna şahit getirir ve bu durumda da, esas sahibinin, malı, "benim" diye alan adamdan onu almaya gücü yeterse; malını ondan alır. Alıcıya, bir şey gerekmez.
Şayet, bu mal zayi olmuş ve sahibinin onu almaya gücü yetmemişse; bu durumda esas sahibi muhayyerdir. İsterse, verene; isterse, onu alana tazmin ettirir.
Eğer, önceki veren, hâkimin hükmü ile vermişse; o zaman tazminat gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Lükatayı bulan, onun bir şahsa âit olduğunu kabul eder ve hâkimin hükmü olmadan onu, ona verdikten sonra, başka bir şahıs da, onun kendisine âit olduğuna dair şahit getirirse; bu mal, bu adamın olur. Ve bu şahıs, muhayyerdir: İster, verene; isterse, alana tazmin ettirir.
Bir rivayette: "Eğer, hükümle verilmişse, tazminat yoktur." da denilmiştir.
Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir. "Fetva da buna göredir." denilmiştir.
Lükatayı alıp, onu ilân ettikten sonra, aldığı yere koyan kimsenin tazminattan uzak olduğu, kitapta zikredilmiştir.
Bu lükatayı, yerinden alıp, başka yere götürdükten sonra, yerine -koymakla; alıp, başka yere götürmeden yerine koymak arasında, bir fark olup olmadığı zikredilmemiştir.
Fakıyh Ebû Ca'fer: "Yerini değiştirmeden, geri yerine korsa; muhakkak tazminattan uzak olur. Şayet, yerini değiştirdikten sonra yerine geri korsa, tazminat gerekir." demiştir.
Hâkim eş-Şehîd de, buna işaret etmiştir:
Muhtasar'da şöyle denilmiştir:
Bu hüküm, (tazminattan uzak oluş) lükata, tanıtılmak için yerinden kaldırilmışsa böyledir.
Fakat, onu, yemek için almışsa; sahibine vermedikçe, tazminattan uzak olamaz.
Bu lükata, bir hayvan olur; bulan ona biner ve sonra da, inip onu yerine koyarsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, —zayi olması halinde— onu tazmin eder.
Bu lükata, elbise olur; bulan, onu, âdet olduğu gibi giyer ve sonra da çıkarırsa, bu durum ihtilaflıdır.
Ancak, onu, omuzunun üzerine kor; sonra da kaldırıp, yerine bırakırsa zâmin olmaz. (Yani, onu ödemez.)
Bu lükata, yüzük olur ve alan şahıs, bunu sağ veya sol elinin , küçük parmağının yanındaki parmağa takarsa; durum yine ihtilaflıdır.
Ancak, başka bir parmağına takar; sonra da, çıkartıp yerine koyarsa; onu tazmin etmesi gerekmez.
Bu lükatayi bulan şahıs, hem tanınmış bir kimse, nemde iki yüzük takmak âdeti olur ve bulduğu bu lükatayı, küçük parmağının yanındaki parmağına, kendi yüzüğünün yanına takarsa, yine bu durum, ihti*laflıdır.
Böyle değilse, âlimlerin kavillerine göre, yerini değiştirmeden Önce, yüzüğü yerine koyduğu zaman, ona, tazminat gerekmez.
Bir kimse, bulduğu kılıcı, kuşandıktan sonra çıkarıp yerine bırakırsa; bu, mes'ele de ihtilaflıdır.
Keza, âdeti bir kılıç kuşanmak olduğu halde; lükata olan kılıcı kuşanırsa; bu, onu kullanma olur.
Ancak, iki kılıç kuşanıyorsa; lükata olan kılıcı kuşanıp, tekrar çıkarıp yerine koymakla, onu tazmin etmek gerekmez. Fetâvâyi Kâch-hân'da da böyledir.
Bir kimsenin, kabristanda bulunan odundan, odun edinmesi caizdir. Bu, odun kuru olduğu zaman böyledir.
Fakat, kabristandaki odun, —ağaç— yaş olursa; onu kesmek mek*ruhtur.
Kendisinden ipek yapılan tut yaprağı, yola dökülmüşse; onu toplayıp almak yoktur. Şayet, bunu birisi toplayıp almışsa; tazmin eder.
Çünkü o, faydalanılan bir maldır.
Fakat, yaprağından faydalanılmayan bir ağacın yaprağı, toplanıp alınabilir.
Bir kimse, yola ölmüş bir koyun atarsa; bir başkası, onun yü*nünden faydalanabilir.
Sonradan sahibi gelirse; yün, sahibinin olur.
Şayet bu kimse, o koyunu yüzüp, derisini jdabağladıktan sonra sahibi gelirse, deri de sahibinin olur; ancak, dabağlama ücretini, bunu yapan şahsa öder. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Kavun karpuz tarlasında, kavun karpuz kalmış olursa, Fakıyh Ebu Bekr: Eğer sahibi, "isteyen gelsin alsın" diye bırakmışsa; onları almakta bir beis yoktur. Tatarhâniyye'çle de böyledir.
Bir sarhoş, yolda uyumuş ve elbisesi yolda düşmüş olursa; bir başka şahsın gelip, onu, muhafaza için almasında bir beis yoktur. Onu, —zayi olması halinde— tazmin gerekmez. Çünkü, bu elbise, lükata hükmündedir.
Ancak, bu sarhoşun elbisesini, başının altından; yüzüğünü, parmağından; kesesini, belinden veya parasını, cebinden; bunların zayi olacağından korkarak, muhafaza etmek için alan kimse, —bunları zayi ederse— zâmin olur. (= öder.)
Değirmenin unluğunda toplanan un, bazı âlimlere göre, sahibinin; bazılarına göre ise, değirmencinindir. En güzeli, onu kim önce alırsa, onundur.
Yağcının kaplarında toplanan yağ hakkmda, iki vecih vardır:
1) Eğer yağ, ökıyyenin (= tartı âletinin) haricinden akıyorsa; bu yağ, yağcının olur. Çünkü o, satıcı değildir.
2) Eğer yağ, ökıyyenin içinden veya hem içinden, hem de dışından akıyor veya nereden aktığı bilinmiyorsa; yağcının, satın alana, o dam*layan yağlardan fazlasını vermekte olması hâlinde; o yağlar, yağcının olur.
Böyle yapmıyorsa; muhtaç olmadığı müddetçe, yağcı, bu yağdan faydalanmaz ve onu tasadduk eder.
Bir topluluğun eline, çöl yolunda, sahibinin, yiyenlere mubah kıldığı zannında oldukları [kesilmiş -bir deve geçerse, onun etini yemele*rinde, bir beis yoktur.
Bir kimsenin, kendi devesini kesip, ondan başkalarının faydalan*masına izin vermesi caizdir.
Bir kimse, şeker saçar ve bunlardan bir kısmı, bir başka adamın evine düşerse; bunu, başka bir şahsın daha alması caiz olur.
Ancak bu durumda, bu evin sahibinin bulunmaması ve kapram da, içeriye şeker düşsün diye açılmamış olması gerekir.
Fakat kapı, içeriye şeker düşsün diye açılmış ve buraya düşen şekeri, bir başkası almış olursa; bu şeker, alan şahsın değil, ev sahibinin olur.
Bir kimse, gelinin başına veya bir başka yere saçması için, başka bir kimseye, gümüş paralar verse ve bu adam da, onları saçsa; saçan adam, bu paralardan alamaz.
Bu kimse, bu paraları, saçması için, bir başkasına verme hakkına da sahip değildir. —Böyle yapmış olsa bile— onun saçtığından da, alma hakkına sahip değildir.
Ancak, saçılan bu şey, şeker olursa; saçan şahıs ondan alabileceği gibi, onu, bir başkasına tla saçtırabilir. Ve, onun saçtığından da alabilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, damın üzerine bir leğen kor; bunun içine de yağmur suları toplanır; bir başkası da gelip onu alır ve aralarında niza' çıkarsa; eğer leğen sahibi, onu oraya bu maksatla koymuşsa; su onundur.
Bu maksatla koymamışsa; bu durumda, o su, alanındır. Çünkü, sahibi olmadığı, için o(nu almak) mubahtır.
İki kişiden, her birinin, ayrı ayrı karlıkları bulunur; bunlardan biri, diğerinin karlığından kar alıp, kendi karlığına kor ve bu durumda, kendisinden kar alınan yeri, sahibi, oraya kar toplansın diye yapmış olur ve kar oraya toplanmış bulunursa; kar*ı alman şahıs, alan şahsın karlığından, kendi kar'ını alır. Bunun için, kar'ı alan şahsın, bu kar'ı» kendi kar'ma katmamış olması gerekir.
Ancak, alan şahıs, bu kar'i, kendi kar'ma katmışsa; bu durumda, kar'ı alınan, onun bedelini alır.
Fakat, kar'ı alınan şahıs, kar toplansın diye bir yer yapmamış; kar, oraya, kendiliğinden toplanmış ve kar'ı alan da, bunu arkadaşının karlığından değil, ona yakın bir yerden almışsa; bu durumda, almış bulunduğu kar kendisinindir.
Ancak, bu kar'ı, arkadaşının karlığından almışsa; bu gâsip (= haksız yere almış) olur. Aldığı kar'ı, olduğu gibi, aldığı yere bırakır. Bunun için de, aldığı kar'ı, başka bir kar'a katmamış olması gerekir. Şayet, katmışsa; kıymetini öder. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.
Bir kimsenin, bir topluluğun arazisine gidip, oradan diken toplamasında bir beis yoktur.
Keza, bir kimsenin, sahibinin almayarak, —tarlada— bıraktığı başakları toplamasında da bir beis yoktur.
Ancak, bu arazi, bir yetimin ise, ondan almak, caiz olmaz.
Bir sokakta oturanların, hayvan tersi, toprak ve kül attıkları yerden; atılan bu şeyleri almakta da, bir beis yoktur.
Ancak, burasını, bir şahıs hazırlamış olursa, o zaman, o şeyler, bu adamın olur. Böyle değilse, kim önce alırsa, onundur.
Kara güvercinleri, bir adamın evine girer ve yavrular; başka bir adam da, gelip onu alırsa; bu durumda, ev sahibi, evinin kapısını örtmüş, penceresini kapatmışsa; bu güvercinler, ev sahibinin olur. Böyle değilse, alanın olur.
Bir kimsenin, bir güvercini olsa ve onun yanma da, bir başka gü*vercin gelerek yavru yapsa; bu yavru, güvercini dişi olan şahsın olur.
İnsanlara zararlı oluyorsa; güvercin tutmak, (bulundurmak) mekruh olur.
Bir kimsenin, köyde, güvercinlik yapıp; onları yemsiz bırakarak ve bakmayarak, halka zarar verdirmesi uygun olmaz.
Yabanî güvercinleri bulunan bir kimsenin, bu güvercinlerinin ara*sına; ehlî güvercinler katışırsa; bu şahsın, onları alması doğru olmaz. Şayet, alırsa; sahibi bunları ister.
Bu kimse, o ehlî güvercinlere dokunmaz ve onlardan biri, bu adamın yerinde yavrularsa; ana güvecinin garip olması halinde, bu şahıs, o yavruyu alamaz. Çünkü, o, başkasınmdır.
Şayet, ana güvercin, güvercinlik sahibinin olursa; bu durumda, yavrular, güvercinlik sahibinin olur. Çünkü, yavru ve yumurta, ana gü*vercinindir.
Fakat, bu kimse, güvercinliğinde, yabancı güvercin olduğunu bil*miyorsa; bu durumda, bir şey gerekmez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir kimse, avlanmak üzere yetiştirilmiş doğan, şahin veya benzeri bir kuşu, köyde veya şehirde yakalar ve onun da ayağında, kime ait olduğu bilinsin diye bir zil (veya başka bir işaret) bulunursa; yakalayan şahıs, bunu ilân edip, sahibine verir.
Keza, bir kimse, boğazında gerdanlık (veya başka bir işaret) bulunan bir geyik yakalarsa; bunu da, ilân edip sahibine vermesi gerekir. Muhıyt'te de böyledir.
Şeyhul-lmâm Ebû Bekir Muhammed bin Fadl, şöyle buyurmuştur.
Bir kimse, bir avlu çevirir ve oraya çokça gübre toplanırsa; bu gübre, o yeri hazırlayanın olur.
Eğer, böyle bir yer hazırlamamişsa; gübre, kim önce alırsa; onun olur.
Kâdt'I-lmâm Ebû Ali es-Sağdî'de şöyle buyurmuştur:
Şayet, yer, hazırlanmış bir yer değilse; gübre, eli ona daha çabuk erişenindir.
Hatta o» şöyle demiştir: Bir kimse, duvar örse de, onun içine hay*vanlar gelip toplansa; bunların gübreleri, Önce gelip alanındır.
Bir kimsenin, ücretle konaklanan bir hanı bulunur ve buraya insanlar, develeri ile gelip, konakladıklarında orada, çokça deve kığısı toplanırsa; âlimler: "Eğer, han sahibi, o kığıları mubah kılarak terk etmiş ve onu almayı reddetmişse; bu kığıları kim alırsa, onlar, onun olur. Çünkü, mubahtır.
Şayet, han sahibi bunları, kendisi toplayıp alma reyinde ise; bun*ların, ona âit olması, daha evlâdır.
Bir kadın, çarını (= çarşafını), bir yere koyduktan sonra, başka bir kadın da, gelip çarşafını oraya koyar; sonra da, ilk kadın, ikincinin çarım alıp giderse; bu durumda, ikinci kadının, birinci kadının çarından faydalanması uygun olmaz. Çünkü, böyle yapması başkasının malından faydalanmak olur.
Âlimler, şöyle buyurmuşlardır: Bu kadın, o çarşaftan faydalanmayı istiyorsa; sevabı sahibine ait olmak üzere, bu çarşafı, —eğer fakir ise— kendi kızına tasadduk eder. Kızı da, razı olursa; o çarı, anasına bağışlar. Bu kadar bir ruhsat vardır.
Çünkü, o çarşaf lükata hükmündedir.
Fakat, zengin ise, bu kadının o çardan faydalanması, helâl olmaz.
Bu cevap, ayakkabısı çalınıp veya alınıp da, yerine, başka bir ayakkabı konulmuş bulunan kimse için de, böyledir.
Bir kimse, bulduğu lükâtayı kaybettikten sonra, bu şeyi, bir başka şahsın yanında görürse; aralarında, husûmet olmaz.
Garip bir kimse, bir şahsın evinde ölür; vârisinin olup olmadığı bilinmez ve geriye de, beş dirhemi kalırsa; ev sahibi, fakir bile olsa; onu, kendi nefsi için, tasadduk edemez. Çünkü bu, lükata menzilinde de değildir.
Bir kimse, gaip olur; evini de bir adama bırakarak tamir ettirmesi içinb, o adama para vermiş olursa; bu durumda, o şahıs bu para ile, o evi tamir ettirmez. Ve parayı muhafaza eder.
Ancak, hâkim, bu şahsa, "evi tamir ettirmesini" emrederse; o zaman, tamir ettirir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Uyun Kitâbı'nda, Ebû'1-Leys, şöyle buyurmuştur.
Bir kimse hayvanını, seybedip bırakır; başka bir şahıs da onu yakalayıp, bakar ve islâh eder; sonra da, sahibi gelip malını isterse; şayet, seybederken, "Kim alırsa, onun olsun." demişse; bu durumda, o hayvanı geri istmeye hakkı yoktur.
Fakat, böyle birşey söylememişse; bu hayvanını geri alır.
Keza, avını bırakan kimsenin durumu da böyledir. Âlimlerimiz böyle söylemişlerdir.
Şayet, bu hususta, mal sahibi ile, o hayvanı bulup besleyen şahıs arasında ihtilâf çıkarsa; bu durumda, mal sahibinin yemin etmesi gerekir.
Yemin etmesi hâlinde ise, söz, mal sahibinindir. Yani, onun sözü, kabul ve tasdik edilir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.


Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/373-375.

Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/375-377.

Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/377-385.


________________

Kaynaklarıyla İslam Fıkhı
LUKATA - YİTİK MAL. 2
Yitik Mal Neler Olabilir?. 2
Rastladığı Yitiği Alan Kimse Zamm Olur Mu?. 2
Rastlanılan Yitik Malı Alıp Kullanmak : 3
Yitik Mal Bulunduğu Yerden Alındıktan Sonra Ne Yapılır?. 3
Yitiği Aldıktan Sonra Eceli Yaklaşırsa : 3
Hangi Yitik Mallar Devlet Hazinesine Kalır?. 3
Yitiğe Sarfedilen Meblâğ : 4
Yitiğe Sarfedilen Emek Karşılığı Ücret : 4
Yitik Mala Sarf Edilen O Malının Bedelini Kapsarsa : 4
Yitiğini Bulabilmek Îçin Bir Ücret Va'dederse : 4
Yitiğin Sahibi Ortaya Çıkınca Hemen Onu Ona Vermek Gerekir Mi?. 4
İlân Süresi Dolduktan Sonra Tasadduk Edilen Yitik : 4
Çocukların Buldukları Yitikler : 4
LUKATA - YİTİK MAL


îslâm Dini, insan haklarını korumuş; mala, cana, ırz ve namusa tecavüzü yasaklamıştır. Yolda, kırda, mahalle ve sokakta veya boş bir arsa veya arazide raslanan yitik bir malın sahibine ulaşması ve ulaşıncaya kadar korunması hakkında bir takım hükümler koy*muştur.
Nelerin helâl, nelerin de haram olduğunu iyice bilmek ve anlamak için ciddi bir eğitime ihtiyaç var. Yolda raslanan yitik bir malı, para ya da canlı bir hayvanı alıp yemek doğru mudur, değil midir? Bu*nu insan mantığına göre çözmek zordur. Çünkü bazı kişilerin man*tığına göre, alınıp yenilmesi veya zimmete geçirilmesi haramdır, ba*zısının mantığına göre, düşürülmüş, kaybedilmiş bir maldır, sahibi ondan umudunu kesmiştir, «ben almıyacak olursam, bir başkası alıp yer» o halde alıp yememde bir sakınca yoktur.
îslâm Fıkhında sahibi veya yakım tarafından terkedilmiş bir çocuğa Lakît denildiği gibi, yitirilmiş, sahibi tarafından düşürülüp kaybedilmiş bir mala da lukata denilir. Bu iki terim aynı kökten türetilmedir, aralarında görüldüğü gibi nüans farkı vardır. [1]

Yitik Mal Neler Olabilir?


Para, giyim eşyası, el aletleri, süs eşyası, altın, mücevherat, gı*da maddesi ve canlı hayvan bu cümledendir. Bu duruma göre, rast*lanılan bir yitiği bulunduğu yerden almanın hükümleri farklıdır :
a) Alınması mubahtır.
b) Alınması menduptur,
c) Alınması vâcibdir.
d) Alınması haramdır.
Birincisi : Rastlanılan bir yitiği almayıp terlettiği takdirde da*ha güvenilir kişiler tarafından alınıp korunacağı biliniyorsa, onu alıp korumak mubahtır. Terkettiği takdirde bir günah ve vebal yok*tur.
İkincisi : Terkedildiği takdirde zayolacağrndan endişe edilirse, o takdirde alınıp korunması menduptur. Böylece sahibinin aradığı yi*tik malın helâl-haram sınırlarını bilmiyen bir kimsenin eline geçme*si önlenmiş olur.
Üçüncüsü : Rastlanıldığı yerde terkedildiği takdirde zayolacağı kesinlikle bilinen bir yitiği -alıp sahibini buluncaya kadar alıp koru*mak vâcibdir.
Dördüncüsü : Tarla ve bahçede bilinerek yerde bırakılan tahıl ve meyva gibi bir nesne değil de sahibi tarafından ya unutularak, ya da düşürülerek yitirilen bir mal ise, bunu alıp yararlanmayı dü*şünmek haramdır.
O halde kendine güveni olmayan, diğer bir tabirle itikadı zayıf bulunan kişilerin rastladıkları yitikleri almasındansa almamaları dalıa hayırlı olur. Çünkü alıp kendi zimmetine geçirir ve yararlanıp sahibini araştırmazsa, haram girmiş olur. Ama kendinden emin ve itıkadı yerinde bir kişinin rastladığı yitiği alıp koruması herhalde hayırlı olur. Demek ki, alman yitiğin mubah ve Harana olması ala*nın niyetine göredir.
Bazen de rastlanılan yitikleri, rastlayan kişinin eminliğine ba*kılmaksızın haline terkedilmesi daha uygun olur. Meselâ : Köylerin civarında yalnız başına dolaşan bir koyun veya keçi ya da sığır bu cümledendir. Çünkü sahibi mutlaka onu aramaya çıkar ihtimali da*ha kuvvetlidir. İnşaat yakınlarında rastlanılan demir, çivi, tahta ve benzeri malzeme de böyledir. Bunlar yitik diye alınmaz. Çünkü sa*hibi bunları er-geç toplamaya gelir, kanaati hâkimdir.
îmam Şafiî'ye göre : Zayolmasmdan korkulan bir yitiği alıp ko*rumak vâcibdir. Böyle bir endişe yoksa, kişi de kendinden eminse o takdirde alınıp korunması müstehabdır. [2]Kendisine güveni yok*sa, alması mekruh ve bazen de haramdır.
Ahmed bin Hanbel'e göre : Rastlanılan bir yitiği almaktansa kendi haline terketmek daha uygundur. Çünkü nefs kötülüğü çokça emredendir. Mal tatlı gelir de onu harama itebilir. Nitekim azçok Hanbelî mezhebiyle birleşen Suudi Arabistan'da yitikleri almak ya*saklanmıştır. [3]

Rastladığı Yitiği Alan Kimse Zamm Olur Mu?


Rastladığı yitiği, sahibini bulup vermek ve zayolmasmı önlemek için alan kimse, onu mislinin korunduğu yerde koruduğu halde zay*olursa, buna zamın olmaz. Çünkü bu hususta ihmal ve kasıt yoktur.
Ama gerektiği şekilde korumaz veya kendisine ayırmayı karar*laştırır ve sonra da zayolursa bu iki takdirde de ona zamm olur. Şöy-leki : Yitik malın asıl sahibi çıkagelir ve malının kasıtlı zayediîdiğim iddia ederse, durum hâkime intikal ettirilir. Yitiği bulup alan kimse onun kendi nefsine ayırmadığı gibi, lüzumlu şekilde koruduğunu bu*na rağmen zayolduğunu ya şahid ile isbat eder, değilse İmam Ebû Yusuf ile îmam Muhammed'e göre, yemin ettirilir. Yemin ettiği tak*dirde zamm olmaz. Kaçındığı takdirde zamm olur.
Rastladığı yitik malı önce kendi nefsi için alır,-sonra da pişman olup götürerek aldığı yere bırakır ve o mal orada zayolursa, adam zamm olur. Ama asıl sahibini bulup vermek niyetiyle alır, sonra da pişman olup götürerek yerine bırakır ve o mal da orada zayolursa adam zamm olmaz. Fukahadan bir kısmına göre, bu durumda da za*mm olması gerekir.
İmam Şafii'ye göre : Hangi niyetle alırsa alsın, aldıktan sonra gö*türüp eski yerine bırakır ve oradan ayrılmadan veya ayrıldıktan sonra o mal zayolursa, adam zamm olur. [4]

Rastlanılan Yitik Malı Alıp Kullanmak :


Mal başkasına ait olduğundan kullanılması doğru değildir. Bu*rada sırf Allah rızası için bir kimseye yardımcı olma durumu sözko-nusudur. O takdirde yitiği alıp kullanırsa, meselâ rastladığı at'ı alıp ona bir süre biner, bulduğu öküzü götürüp tarlasında çift sürer ve sonra da götürüp yerine bırakır ve mal orada zayolusa zamm olur.

Yitik Mal Bulunduğu Yerden Alındıktan Sonra Ne Yapılır?


Yitik mal alındıktan sonra onu sahibine vermek veya sahibini bulmak için bazı yollara başvurulur. Önce o malı sahipsiz bulup al*dığına dair şâhid tutmalıdır : «Falan yerde bir mal buldum, sahibi*ne rastlarsanız kendisine haber veriniz..» şeklinde duyurması hem şahid tutma anlamına gelir, hem bir bakıma ilân mânasını taşır.
Ne var ki bu kadar yetinmek kâfi değildir. Cami, okul ve ben*zeri umuma açık yerlerin dış duvarlarına yazıp ilân etmek gerekir. Ayrıca yitiğin bulunduğu yere de bu husus yazılarak konulur. Bu ilânın süresi bir yıldır. Yani yerine göre ya haftada, ya da ayda bir defa bu ilân yenilenir.
Fukahadan bir kısmına göre, bunun belli bir süresi yoktur. Bel*denin ve yörenin örfüne göre, hareket edilir. Artık sahibinin çıkmı-yacağı kanaati doğunca ilân terkedilir. Bu ikincilerin görüşü fetva*ya daha uygun görülmüştür.
Bulunan yitiği bir sene, hatta bir ay ya da bir hafta korumak mümkün değilse, artık uzun süre ilân sözkonusu değildir. Henüz bo*zulmadan, özelliğini ve değerini kaybetmeden ne yapılacaksa o ya*pılır.
Ancak îmam Ebû Hanîfe'den yapılan sahih bir rivayete göre, bu*lunan yitik hakkında şöyle bir ilân süresi uygulanır :
a) Bulunan mal ve eşya yüz dirhem gümüş (320 gr.) veya o de*ğerde bir eşya ise bir yıl ilâna devam edilir.
b) On dhıhem (32 gr) gümüş veya o kıymette bir eşya ise bor ay süreyle ilân edilir.
c) Üç dirhem (9.6 gr) gümüş veya o değerde bir eşya ise bir hafta ilân yapılır.
d) Bir dirhem veya o nisbette bir şey ise üç gün ilân yapılır. Daha az bir şey ise ilân yapılmaz. [5]
Yitiği Aldıktan Sonra Eceli Yaklaşırsa :


Yitik malı bulduktan sonra henüz ilân yapmadan veya yaptık*tan hemen sonra hastalanır ve ölüm belirtileri görülürse, o takdirde onun ilânına devam edilmesini vârislerine vasiyyet etmesi gerekir. Aksi halde günahkâT olur. Vârisler de murislerinin vefatından sonra yine örfe ve yörenin âdetane ve imkânlarına göre, ilân yaparlar. İh*mal ettikleri takdirde hepsi birden günahkâr olur. Aynı zamanda yi*tik onların yanında zayolursa ona zanıın olurlar. Ama ilân yapar, ve gerektiği gibi korurlar, buna rağmen zayolursa, bir şey gerekmez. [6]

Hangi Yitik Mallar Devlet Hazinesine Kalır?


Gayr-i Müslim vatandaşlara ait bulunan mallar Beytü'1-Mal = Devlet hazinesine teslim edilir. Sahibi çıktığı takdirde aynen kendisine verilir. Zayolmuşsa, zayolduğu günün rayicine göre bedeli ödenir.
Müslümanlara ait bir yitik mal ise, sahibi belirtilen süre içinde çıkmadığı takdirde ya devlet hazînesine bırakılır, ya da onu bulan kişi tarafından muhtaçlara tasadduk edilir. Kendi ihtiyacı bulundu*ğu takdirde bir kısmını ayırabilir. Ama tamamını tasadduk etmesi evlâdır.
Kâsânî'nin tesbitine göre, Ebu Said bu konuda şöyle anlatmış*tır ; «Efendim benimle akd-i kitabet yapmıştı, yani belli bir meblağ getirdiğim takdirde beni hürriyetime kavuşturacağını akde bağla*mış ve aramızda gereken mukavele yazılmıştı. Derken Hirre'de te*sadüfen beşyüz dirhem buldum. Onu harcamadım, ilk iş olarak Ha*lîfe Ömer'e (R.A.) başvurup durumu arzettim. Bana, «Bu parayla bir iş gör ve bulduğuna dair de gereken ilânı yapmayı ihmal etme» diye emretti. Ben de onun emrine uyarak sözü edilen parayla alım-satımda bulundum ve elde ettiğim kârla kitabet bedelini efendime ödiyerek hürriyetimi sağladım. Sonra gidip durumu tekrar halîfeye arzettiğimde buyurdular ki : «İşini gördüğüne ve sahibi de çıkmadı*ğına göre, onu devlet hazinesine teslim et..»
Bu anlatılanlar, devletin böyle yitik mallarla meşru olan bir müessesesi bulunmadığı haldedir. Şayet böyle bir müessese varsa, yitiği bulan kimse isterse kendisi muhafaza ve ilân eder, isterse o müesseseye götürüp teslim eder. [7]

Yitiğe Sarfedilen Meblâğ :


Sahibi tarafından düşürülmüş ya da kaybedilmiş bir yitik canlı hayvan cinsinden ise, onu besleme konusu ortaya çıkar. Bulan kimse' bu hallerde ilk iş olarak hâkime başvurup durumu bildirir. Hâkim onu beslemeyi emrederse, bulan kimse kendi malından harcayarak onu besler, sahibi ortaya çıkınca sarf ettiği meblâğı ondan alır. Ha*kime başvurmadan besleyip masraf yaparsa, sahibinden böyle bir hak talebinde bulunamaz.[8]

Yitiğe Sarfedilen Emek Karşılığı Ücret :


Yitiğe sarfedilen emek için bir ücret taleb edilmez. Ancak mal sahibi harcanan emeği dikkate alarak malı koruyanı memnun, eder*se sevap kazanır. Yani iyiliğe karşı iyilikte bulunmak mü'minin şia*rıdır.[9]

Yitik Mala Sarf Edilen O Malının Bedelini Kapsarsa :


Yitiği bulan kimse -mal canlı bir hayvan olduğu takdirde- ona sahibi bulununcaya kadar hakimin emriyle harcamada bulunur ve sahibi ortaya çıkıncaya kadar sarfedilen meblâğ yitiğin bedelini kap*sayacak seviyeye gelirse, mal sahibi muhayyerdir : Dilerse nafakayı ödeyip malını alır, dilerse o malı bulan kimseve sarfettiği nafaka karşılığı olarak bırakır. [10]

Yitiğini Bulabilmek Îçin Bir Ücret Va'dederse :


Malını kaybeden kimse onu bulup getirene bir ücret va'dederse o takdirde bulan kimse va'dedilen ücreti almakta serbesttir. Böyle bir va'd belli bir şahsa yapıldığı halde başkası bulup getirirse o üc*rete müstaMk olmaz. Mal sahibi muhayyerdir : Dilerse va'dettiği üc*reti verir, dilerse vermez. Çünkü onunla bu hususta hiçbir anlasma-ve va'detleşmesi yoktur.
Ancak denizde veya bir İrmakta parçalanan bir mavna veya bir gemideki eşyayı kurtaranlara bir ücret vermek gerekir. îmam Şa*fiî'ye göre, onlara bir ücret verilmez. [11]

Yitiğin Sahibi Ortaya Çıkınca Hemen Onu Ona Vermek Gerekir Mi?


Yitiğin sahibi olduğunu iddia ederek ortaya çıkan kimseden bu hususta beyyine = şahit veya yazılı belge istenir. Beyyine göstere*bilirse, malı kendisine şahit huzurunda teslim edilir. Beyyine göstere-nıezse, malın vasıfları sorulur, bütün vasıflan sayacak olsa bile malı bulan kimse muhayyerdir : Dilerse malı ona teslim eder, dilerse et*mez. Çünkü sadece yitik malın vasıflarını bilmek yeterli delil sayıl*maz. Bir yerden onun vasıflarını duyma ihtimali her zaman müm*kündür. Verecek olursa, ondan bir kefîl istemesi gerekir. Kefil geti*remediği takdirde malı muhafazaya devam eder.
Sadece verilen vasıfları yeterli bulup yitiği ortaya çıkan ve sahi*bi bulunduğunu iddia eden kimseye teslim ettikten sonra bir başka kişi beyyineyle ortaya çıkıp yitiğin kendisine ait olduğunu isbat eder*se, o takdirde ilk verilen adama rücu' edilir. Mal duruyorsa aynen alınıp teslim edilir, zayedilmişse bedeli takdir edilip sahibine verilir.
Hakim'in izniyle satılan yitik malın sahibi bir süre sonra ortaya çıkarsa, sadece satıştan elde edilen meblâğı alabilir, malın aynını ta-leb edemez. Çünkü hâkimin krariyle bu gerçekleşmiştir. [12]

İlân Süresi Dolduktan Sonra Tasadduk Edilen Yitik :


Yitiği bulan kimse usûlüne göre ilân yapar ve belli süresini dol*durduktan sonra onu fakir ve muhtaçlara tasadduk ederse, sünnete uygun olanı yapmış sayılır. Ancak tasadduktan sonra o malın sahibi çıkar da beyyine göstermek suretiyle kendisine ait olduğunu isbat ederse, mal sahibi bu durumda muhayyerdir : Dilerse yapılan tasad-duku aynen, kabul eder, sevabına nail olur; dilerse malını geri ister. Fakirlerin elinde duruyorsa alınıp iade edilir. Harcanmışsa, onu bu*lan kişiye rücu' edilir. [13]

Çocukların Buldukları Yitikler :


Yitiği bulan kimsenin herhalde ergen, hür ve Müslüman olması şart değildir. Çünkü bunlar da kaybolmuş bir mala rastlıyabilir ve zayolmaktan kurtarabilir. Ancak çocuğun bulduğu malı onun ve*lisi ilân eder ve onu korumaya çalışır. Yitik mallar hakındaki hü*kümler bunların bulduğu mallar hakkında da aynen câridir.
Açıktan günah işliyenlerin ve bir de gayr-i müslimlerin ilânları muteber sayılmamıştır. Âdil bir kişi bu ilân konusunu onlar adına idare eder.
Ehlileştirilen hayvanlar yitik mallar kapsamına girer. Yani ehli hayvanlardan birini sahipsiz bir vaziyyette bulan kimse, onu alıp sa*hibi çıkıncaya kadar koruyabilir ve yukarıda geçen hükümler aynen o havan hakkında da geçerlidir. [14]



[1] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/371.

[2] Fazla bilgi için bak: EI-Mebsut - EI-Eedayi' - El-Minhac - El-Menhec - Sira-cü'1-Vehhac.

[3] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/371-373.

[4] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/373.

[5] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/373-374.

[6] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/374.

[7] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/374-375.

[8] El-Mebsut - El-Bedayi' – Bahrirâik.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/375.

[9] Fetâvâ-yi Hindiyye - El-Bedayi' - Kâsanî – Bahrirâik.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/375.

[10] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/376.

[11] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/376.

[12] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/376.

[13] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/377.

[14] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/377.







Hidaye Tercümesi

BULUNTU BAHSİ 2
Kayıp Olup Nereye Gittiği Ve Sağ Mı Ölü Mü Olduğu Bilinmeyen Kimselerin Hükmü 4
BULUNTU BAHSİ


(Eğer bir kimse yerde bulduğu bir şeyi -saklayıp sahibi çıktığı zaman ona vermek üzere -yerden kaldırır ve buna şahit tutarsa o şey o kimsenin elinde emânet olur.) Çünkü buluntuyu ancak bu şe*kilde kaldırmaya şeriat izin vermiştir. Hattâ -ulemanın çoğuna gö*re- bu şekilde kaldırmak kaldırmamaktan daha iyidir. Hattâ der*ler ki:
Eğer bulan kimse ,onu kaldırmadığı takdirde zayi olacağından kaygı duyarsa o zaman ona kaldırmak vâcib olur. Bunun için, eğer kişi buluntuyu bu şekilde kaldırırsa -kusuru olmaksızın zayi oldu*ğu zaman- zâmin olmaz. Şayet kişi kaldırırken şahit tutmasa bile, eğer mal sahibi bu maksat için kaldırdığını doğrularsa, yine zâmin olmaz. Çünkü ikisinin birbirlerini doğrulaması şahit hükmündedir. Fakat eğer kendisi için kaldırdığım ikrar ederse o zaman -icmâ ile- zâmindir. Çünkü o zaman, başkasının malını ne sahibinin ve ne de şeriatın izni olmadan almış olur. Eğer şahitler şahitlik etmez, fakat bulan kimse: «ben sahibi için kaldırdım-, ma! sahibi de: -hayır, sen kendin için kaldırdın- derse - İmam Ebû Hanif e ile İmam Muhammed'e göre zâmin olur.
İmam Ebû Yûsuf ise: «zâmin olmaz ve söz onun sö*züdür. Çünkü zavâhir ona şahitlik etmektedir. Zira zahir şudur ki, müslüman kişi, Allah rızâsı için iş yapmayı bırakıp da günâh olan bir işi işlemez- demiştir. İmam Ebû Hanife ile îmam Muhammed de: -bu kimse, malı sahibine vermek üzere al*dığını iddia ederken başkasına âit bir malı sahibinin izni olmaksızın aldığını ikrar etmiş olur ve dolayısıyla kendini kendi ağzıyla so*rumlu duruma düşürür. Sonra, her ne kadar ona şahitlik eden bir zavâhir, varsa da, onun aleyhinde de şahitlik eden bir zavâhir vardır. Zira zahir şudur ki, «herkes başkasından çok, kendi men-faatı için çalışır» demişlerdir.
Buluntuyu kaldıran kimsenin şahit tutmada da «bir kimsenin yi*tik aradığını işttiğiniz zaman onu bana gönderin» demesi -buluntu ister bir tane, ister çok olsun- kâfidir.
(Eğer buluntu on dirhemden az olursa onu birkaç gün ilân et*mek kafidir. Eğer on dirhem veya on dirhemden fazla olursa bir yü ilân etmek gerekir.) Ben diyorum ki: bu ayınm, imam E b û Han i f e' den gelen bir rivayettir ve «birkaç gün» deyimi de «ki*şinin uygun gördüğü süre» mânâsındadır. İmam Muham-m e d ise, az ile çok arasında ayırım yapmadan: «bir yıl ilân et*mek gerekir» demiştir, ki imam Mâlik ile îmam-ı Şa*fiî de buna kaildirler. Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve s-selâm) :«Kim bir buluntuyu kaldırırca onu bir yü ilân etsin» ([1]) buyurarak az ile çok arasın*da ayınm yapmamıştır. Birinci rivayetin dayanağı da şudur: Bir yıl ilân etmenin vücubu, yüz dinar olan bir buluntu hakkında vârid ol*muştur, ki o zaman yüz dinar bin dirhem değerindeydi. On dirhem de her ne kadar ona zekât düşmediği yönü ile bin dirhem hükmün*de değilse de, onu çalanın eli kesildiği ve kadınlara mehir olabildi*ği yönleriyle bin dirhem hükmündedir. Bunun için biz onda bir yıl ilân etmeyi gerekli görüyoruz. On dirhemden daha az olan miktar ise, hiçbir yönü ile bin dirhem hükmünde olmadığı için onda ilân süresini, bulanın takdirine bırakıyoruz.
Kimisi de: «bu sürelerin hiçbiri gerekli değildir. Buluntuyu bu*lup kaldıran kimse ne kadar bir zaman ilân etmeyi uygun görürse o kadar zaman ilân eder ve ne zaman ki sahibinin artık onu ara*maktan vazgeçtiğine kanaat getirirse o zaman ilânı kesip onu sada*ka olarak fakirlere verir» demiştir.
Eğer buluntu, kalıcı olan şeylerden değilse bulan kimse onu, bo*zulacağından endişe duymaya başlıyana kadar ilân eder ve ondan sonra fakirlere verir. Sonra, buluntu nereden alınmış ise onu orada ilân etmek gere*kir. El-Cami-üs Sağir'de buna sebep olarak «çünkü eğer orada ilân edilirse sahibine ulaşması daha yakın olur.» diye söylenmektedir.
Eğer buluntu -hurma çekirdeği veyahut nar kabuklan gibi- «kim alırsa alsın -maksadıyla, atılan şeylerden olursa- ondan, ilân etmeden yararlanmak caizdir. Fakat sahibinin mülkiyetinden çıkmaz, Çünkü bilinmiyen kimselere temlik sahih değildir.
(Eğer buluntu gerekli plan süre ilân edildikten sonra sahibi çık*mazsa, sadaka olarak fakirlere verilir.) Tâ ki hak, sahibine ulaşmış olsun. Çünkü elden geldiği kadar hakkı sahibine ulaştırmak vâcib-tir. Bu da ancak, eğer sahibi bulunursa kendisini, eğer bulunmazsa karşılığı olan sevabını ona ulaştırmakla olur. Bununla beraber -bel*ki bir gün sahibi çıkar diye- onu yanında da bırakabilir.
(Eğer) buluntuyu bulan kimse onu sadaka olarak fakirlere ver*dikten sonra (sahibi çıkarsa, muhayyer olup sadaka olarak verili*şini isterse kabul eder) ki o zaman, ondan hâsıl olan sevap onun olur. Çünkü her ne kadar şeriatın izni ile verilmiş idiyse de, onun izniyle verilmediği için, o kabul ettikten sonra ancak ona sevap hâ*sıl olur. Fakat fakir o şeye, kabul etmeden önce de mâlik olur. Bu*nun için, şayet fakir onu, sahibi çıkmadan tüketmiş dahi olsa yine sahibinin kabulü sahihtir. Fuzulî satış ise öyle değildir. Zİrâ fuzuli satışta mal ancak, sahibinin kabulünden sonra alıcının mülkiyetine geçer. (İsterse kabul etmeyip malının değerini bulana ödettirir.) Çün*kü bulan, onun malını izni olmaksızın başkasına vermiştir. Ancak şu var ki bu, şeriatın izniyle yapılan bir tasarruftur. Bu ise, sahi*binin bulana değerini ödettirmesine aykırı değildir. Nasıl ki şeriat kişinin açlıkta başkasının malını yemesine izin verdiği halde, eğer yerse değerini vermek zorunda olur.
Mal sahibi isterse malını fakirden de alabilir. Ancak eğer fakir*de bizzat malı duruyorsa bizzat malım, durmuyorsa değerini alır. Çünkü fakir onun izni olmaksızın malını yemiştir. (Çölde başıboş gezen davar, sığır ve develeri de almak caizdir.) îmam Mâlik, îmam-ı Şafiî: «Sığır ve develere do*kunmamak daha iyidir. Çünkü asıl, başkasının malına dokunmanın caiz olmamasıdır. Ancak zayi olmasından kaygı duyulduğu zaman caiz olur. Sığır ile deve ise, gerektiğinde kendilerini savunabildik*leri için zayi olmaları tehlikesi azdır. Bununla beraber -zâif de ol*sa- zayi olmaları ihtimâli mevcuttur. Bunun için onları almak caiz ise de, almamak daha iyidir- demişlerdir, ki aynı ihtilâfta da câ*ridir. Biz diyoruz ki: zayıf ihtimâlde olsa, zayi olmaları tehlikesi mev*cut olduğuna göre -davarlarda olduğu gibi- bu tehlikeyi önlemek için onları almak almamaktan daha iyidir.
(Eğer kişi buluntuya, hâkimden izin almaksızın masraf yaparsa kendi kesesinden yapmış olur.) Çünkü" kendiliğinden başkasının ke*sesinden masraf yapmaya yetkisi yoktur. Fakat eğer hâkimin em*riyle yaparsa, yaptığı masraf buluntu sahibinin boynuna borç olur. Çünkü hâkim maslahatın gereği olarak başkasının malında tasarruf yetkisine sahiptir. Buluntuya masraf yapmak da -ileride anlataca*ğımız üzere- maslahatın gereğidir.
(Buluntuyu bulan kimse durumu hâkime bildirdiği zaman, eğer buluntu gelir getiren bir hayvan ise hâkim onu kiraya verir ve mas*rafını kirasından öder.) Çünkü böyle yapmakla malın sahibi borç al*tına girmeden malı saklanmış olur. (Eğer buluntu gelir getiren bir şey değil ve hâkim masrafının, değerim aşmasından korkarsa, o zaman onu satar da parasının saklanmasını emreder.) Zira buluntunun ken*disi saklanamaymca böyle yapmakla -hiç olmazsa- parası saklan*mış olur. (Şayet buluntuya masraf yapmak onu satmaktan daha uy*gunsa, hâkim bulana öyle yapmasını emreder de yapılan masrafı ma*lın sahibine bindirir.) Ki bunda her iki taraf için,de maslahat var*dır. Derler ki: hâkim ona ancak ya iki, ya üç gün masraf yapma*sını emreder. Şayet buluntu sahibi üç güne kadar çıkmazsa, o za*man satmasını emreder. Çünkü gelir getirmiyen bir mala uzun za*man masraf yapmada maslahat yoktur. Ben diyorum ki: el-Mebsut'ta «malın buluntu olduğuna şahit ge*tirmek şarttır- diye kaydedilmiştir, ki doğrusu da budur. Çünkü eğer şahit getirmezse, onu yerde bulmayıp gasp etmiş olabilir, ki hâkim o zaman ona masraf yapmasını emredemez. Zira hâkim kişiye an*cak, elindeki malın emânet olduğu takdirde ona masraf yapmasını emreder. Bunun için durumu hâkime bildirmek için şahit gerekir. Ancak buradaki şahit hâkimin herhangi bir şeye karar vermesi için değildir. Zira eğer şahit getirmese de hâkim ona: «eğer buluntu ol*duğuna dâir sözün doğru ise, ona masraf et de sahibi çıktığı zaman yaptığın masrafı ondan al- diyebilir ve o da, eğer dediği doğruysa yaptığı masrafı malın sahibinden alır. (Buluntunun sahibi çıktığı zaman, onu bulan kimse masrafını sahibinden almadıkça ona teslim etmek zorunda değildir.) Zira buluntu onun yaptığı masraf ile sağ kaldığı için sanki kendisi onu ka*zanmıştır. Bunun için bu buluntu da satılan mal hükmünde olup, satılan mal nasıl parası alınmadıkça alıcıya teslim edilmiyebiliyor-sa, bu da öyledir. Ancak şu var ki eğer sahibi istediği halde ona teslim etmez ve ondan sonra elinde zayi olursa, yaptığı masraf sa*kıt olur. Fakat eğer daha önce zayi olursa sakıt olmaz. (Harem'in buluntusu ile Harem dışının buluntusu arasında fark yoktur.) îmam-ı Şafii: Harem'de bulunan buluntuyu, sa*hibi bulununcaya kadar ilân etmek gerekir. Zira Peygamber Efen*dimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm);-Harem'in buluntusu, onu arayan sahibi dışında kimseye helâl ola*maz» ([2]) buyurmuştur.- demiştir. Bizim ise delilimiz Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in: -Onun torbasını, tıpasını, bağını gözden geçir. Sonra onu bir yıl ilân et- ([3]) hadisindeki Itlaktır. Zira bu hadiste ayırım yapılmamıştır. Hem de harem'in buluntusu da buluntu olduğuna göre ilân süresi geçtikten sonra onu fakirlere vermek, bir bakıma onu sahibine ge*ri vermek demektir. Bunun için diğer buluntular ne ise o da odur.
tmam-ı Şafii' nin dayandığı hadis ile de «harem'de bi*le olsa hiçbir buluntuyu, eğer ilân etmek için olmazsa kaldırmak caiz değildir.- demek istenmiştir. Çünkü harem'e yabancılar çok gi*rip çıktıkları için harem'de buluntu ilân edilse bile sahibi çıkmaz. Bunun için harem'de ilân etmek vâcib değildir, diye zannolunur. îş-te bu zannın yanlış olduğunu bildirmek için Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu söylemek ihtiyacını duymuştur. (Eğer bir kimse gelip buluntunun kendisine âit olduğunu söy*lerse, bunu şahitlerle kanıtlamadıkça buluntu kendisine verilemez. Ancak eğer buluntunun özelliklerini bildirirse, bulan kimse o zaman ona verebiliyorsa da, hâkim onu vermeye zorlayamaz.) imam Mâlik ile Imam-ı Şafiî: «zorlar, çünkü kendi malı ol*duğunu söylemiyor ki gelen kimse bunun tersini kanıtlamak için şa*hit getirmek zorunda olsun- demişlerdir.
Biz diyoruz ki: kendi malı olduğunu söylemiyorsa da onu elin*de bulundurması kendi malı olduğunu söylemesi hükmündedir. Bu*nun için gelen kimsenin kendi malı olduğunu kanıtlaması gerekir. 'Ancak gelen kimse özellikleri söylediği zaman ona verilebilir. Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);
-Eğer buluntu sahibi gelip dağarcığını ve sayısını söylerse ona ver» ([4]) buyurmuştur, ki bu emir ibâhe içindir. Çünkü eğer ibâhe için olmazsa;
«Şahit davacıya, yemin de inkâr edene düşer- ([5]) mealindeki meş*hur hadîs ile çatışmış olur.
Gelen kimsenin buluntunun özelliklerini söylemesi de: ne oldu*ğunu, ne kadar olduğunu, nasıl bir kese veya torba içinde olduğu*nu, ağzı ne ile bağlı bulunduğunu söylemesi gibi bir takım özellik*lerini saymasıdır.
Sonra kişi, buluntuyu gelen kimseye, özelliklerini bildirmesi üze*rine teslim ederken ondan kefil istiyebilir, ki bunda ihtilâf yoktur. Çünkü kendi şahsı için kefil ister. Vârisler arasında bir terekeyi tak*sim eden kimse ise, kayıp olan bir vâris için -îmam Ebû H a n i f e' ye göre- kefil istiyemez. Sonra kişi, bu kimseyi doğ-rulasa bile, kimisi: «buluntuyu ona vermeye zorlanamaz. Çünkü o da başkasında bulunan bir emâneti almak için emânet sahibinin ve*kili gibidir. Emâneti elinde bulunduran kimse emânet sahibinin ve*kilini doğrulasa bile nasıl emâneti ona teslim etmek zorunda değil*se, bu da Öyledir», kimisi de: «zorlanır. Çünkü burada malın sahi*bi belli değildir. Emânetin sahibi ise bellidir- demiştir. Eğer buluntunun sahibi çıkmazsa bulan kimse onu zenginlere veremez. Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) : «Eğer buluntunun sahibi gelmezse, bulan kimse onu sadaka olarak versin» ([6]) buyurmuştur. Sadaka ise -zekât gibi- zenginlere ve*rilemez
(Eğer buluntuyu bulan kimse zengin ise kendisi ondan yararla*namaz.) İmam-ı Şafii: «yararlanabilir. Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Übey b. Ka'b'm ha*disinde; «Eğer sahibi gelirse ona ver, gelmezse sen ondan yararlan- ([7]) di*ye buyurmuştur. Übey ise zenginlerden idi. Hem de fakire he*lâl kılınması, yerde kalıp zayi olmasın, diye onu kaldırmak için an*cak bir teşviktir. Zengin de bu hususta fakir gibidir» demiştir. Biz diyoruz ki: buluntu başkasının malı olduğu için sahibinin İz*ni olmadan kimseye helâl olmaması gerekir. Çünkü bu husustaki nasslar mutlaktır. Ancak fakire, ya yukarıda geçen hadîse binâen, ya da hakkında icmâ bulunduğu için bu hükümden müstesnadır. Kaldı ki eğer fakire helâl kılınması onu yerde bırakmamak için bir teşvik ise, zengin de ilân süresi içinde fakirleşebildiği için o da teş*vik edilmiş olur veyahut kaldırırken fakir de olsa, ilân süresi için*de zenginleşebildiği için, bu ihtimâli göz önünde bulundurarak kal*dırmada gevşeklik edebilir. Ü b e y' in zengin olduğu halde bu*luntusundan yararlanması da yöneticinin izni ile idi. Zira yönetici*nin izin vermesi halinde, bulan zengin de olsa sahibi çıkmadığı za*man kendisi ondan yararlanabilir.
(Buluntuyu bulan kimsenin kendisi fakir olduğu zaman ondan yararlanmasında sakınca yoktur.) Çünkü kendisinin ondan yararlan*masında hem kendisi için, hem buluntunun sahibi için yarar var*dır. Aynı sebebe binâen (şayet kendisi zengin de olsa, eğer babası, annesi veya karısı fakir iseler yine böyledir.)[8]

Kayıp Olup Nereye Gittiği Ve Sağ Mı Ölü Mü Olduğu Bilinmeyen Kimselerin Hükmü


(Eğer bir kimse kaybolup nereye gittiği bilinmez ve sağ mı ölü mü olduğuna dâir bir haber gelmezse, hâkim o kimsenin mallarına bakıp koruyacak ve ev işlerini yönetip yürütecek bir kayyim tâyin eder.) Zira hâkimin görevlerinden biri de -deli ve çocuk gibi- ken*dini ve mallarım yönetemiyen kimselere kayyim tâyin etmektir. Bu kimse de -şayet sağ da olsa- kaybolduğu için- çocuk ve deli gi*bi- mallarına bakabilecek ve çoluk çocuğunu besleyip yönetebile*cek durumda değildir. Bunun için bu kimseye de kayyim tâyin et*mek maslahatın gereğidir.
Metinde geçen -mallarına bakıp koruyacak- deyiminden açık*ça anlaşılmaktadır ki, hâkimin tâyin ettiği bir kayyim, kaybolan kim*senin gelirlerini ve herhangi bir borçlusunun ikrar ettiği alacakları*nı teslim alabilir. Zira bunları teslim alması adamın mallarını ko*rumak bâbmdandır. Kendisinin yapmış olduğu akitlerden doğan borç*lan hakkında da davaya girer. Zira kendisinin yapmış olduğu akit*lerin neticesi olan haklarda kendisi asildir. Fakat kaybolan kimse*nin yaptığı akitlerden dolayı lâzım gelen borçlarla herhangi bir gay*rimenkulda bulunan bir hisse veyahut bir başkası elinde bulunan bir eşya hakkında davaya giremez. Zira kendisi bu şeylerin ne mâ*liki ve ne de mâlikinin yerine kaimdir. Ancak hâkim tarafından ala*caklarını almak İçin tâyin edilmiş bir vekildir. Hâkim tarafından tâ*yin edilen bu vekilin davaya girememesinde ise ihtilâf yoktur. İhti*lâf ancak bizzat kişinin, kendi alacaklarını almada tâyin ettiği ve*kilde câridir. Buna göre, eğer hâkim onun davaya girmesini kabul ederse hazır bulunmayan bir kimse hakkında hüküm vermiş olur. Hâkimin hazır olmayan kimse hakkında verdiği hüküm ise geçerli değildir. Ancak eğer hâkim hazır bulunmayan kimse hakkında hü*küm vermenin cezasına kail ise, o zaman -kendi içtihadına göre davrandığı için- verdiği hüküm geçerlidir.
Sunu da bilmek gerekir ki, kayıp olan kimsenin bozulmasından korkulan mallarını hâkim satabilir. Zira bu tür malların aynen mu*hafaza edilmesi mümkün olmadığına göre. hiç olmazsa satılıp para*sını muhafaza etmek için maslahatın gereğidir. (Hâkim bozulmasın*dan korkulmayan mallarını) ise (ne nafaka ve ne de bir başka şey için satamaz.) Zira hâkimin, hazır bulunmayan kimse üzerinde -ma*lını muhafazadan başka hiç bir yetkisi yoktur. Bunun için, malını -aynen muhafaza edilmesi mümkün olduğu sürece- satması caiz değildir.
(Hâkim kaybolan kimsenin karısı ile küçük çocuklarının nafa*kasını onun. malından çıkarır.) Bu hüküm çocuklara mahsus olma*yıp ana babalarda şâmildir. Zira bunda kaide şudur ki, kişi hazır olduğu zaman hâkimin karan olmasa bile kimleri beslemek zorun*da ise, kayıp olduğu zaman hâkim o kimselerin nafakasını onun ma*lından çıkarır. Şayet hâkim bu hususta karar da verse onun ka*rarı bir destek olur.
Kişinin hazır olduğu zaman ancak hâkimin kararıyla kendisine nafakası lâzım gelen kimselere ise, hâkim onun malından nafaka çıkaramaz. Çünkü bu gibi kimselerin nafakası kişiye ancak hâki*min kararıyla lâzım geldiği için eğer hâkim onun malından onla*ra nafaka çıkarırsa, kayıp olan bir kimse hakkında karar vermiş olur.
Kayıp olan kimse hakkında hâkimin karan ise -yukanda da söylediğimiz üzere- geçersizdir. Küçük çocuklar, ana babalar, bü*yük çocuklardan kız veya sakat olanlar birinci kısımdan, erkek ve kız kardeşlerle dayı ve halalar da ikinci kısımdandırlar.
Metinde geçen «mal-dan murad da paradır. Zira nafaka yiye*cek ve giyecek demek olduğu için eğer adamın mallan içinde yiye*cek ye giyecek bulunmazsa, hâkimin değer biçmesi gerekir. Değer ise ancak para ile biçilir. Bu da eğer kaybolan kimsenin malı hâki*min elinde olursa öyledir. Eğer onun malı borç veyahut emânet ola*rak bir başkasında bulunur ve o başkası da hem borç veya emâne*ti, hem de kadın ve çocukların o kimsenin kansı ve çocukları olduk*larını inkâr etmiyorsa, o zaman hâkim onlann nafakasını bu borç veya emânetten çıkanr. Bu da eğer kadın ve çocukların o kimse*nin karısı ve çocuklan olmalan hâkimce bilinmiyorsa böyledir. Eğer hâkim bunu biliyorsa, mal kendisinde borç veyahut emânet olarak bulunan kimse kadın ve çocuklann o kimsenin kansı ve çocukları olduklannı kabul etmesine gerek yoktur. Eğer mal, kendisinde borç veyahut emânet olarak bulunan kimse hâkimin emri olmaksızın bun-lann nafakasını öderse, mal, kendisinde emânet olarak bulunan kim*se zâmin olur. Mal borç olarak kendisinde bulunan kimse de bor*cunu ödemiş olamaz. Çünkü hakkı ne sahibine ve ne de sahibinin yerine geçen kimseye ödemiş değildir. Fakat eğer hâkimin emriyle öderse öyle değildir. Çünkü hâkim hak sahibinin yerine kaimdir. Eğer mal, kendisinde emânet veyahut borç olarak bulunan kimse her şeyi. yahut kadın ile çocukların o kimsenin karısı ve çocukları olduklarını inkâr ederse, nafakası lâzım gelenlerden hiçbiri bu kim*se hakkında dava açamaz. Çünkü nafakası yalnız bu kimsede bulu*nan mala değil, kayıp olan kimsenin bütün mallarına düşer. (Hâkim, kayıp olan kimse ile karısını birbirinden ayıramaz.)
İmam Mâlik: -aradan dört yıl geçtikten sonra hâkim on*ları biribirinden ayırır ve kadın ölüm iddetini bekledikten sonra is*tediği kimse ile evlenebilir. Zira H z. Ömer (Radıyallâhü anh) cinler tarafından kaçırılan kimse hakkında böyle hükmetmiştir, ([9]) ki onun hükmü bizim için yeterli bir örnektir. Hem de bu kimse ka*rısını sahipsiz bırakıp gittiği için- kişinin erkeklik gücüne sahip ol*madığı veyahut karısıyla cinsel yaklaşımda bulunmayacağına yemin ettiği hallerde olduğu gibi- kadın zulme uğramış olur. Bunun için, hâkim onları ayırır ki kadının uğradığı zulüm önlenmiş olsun. An*cak -yukarıda geçen iki halde de olduğu gibi- hâkimin onları ayı*rabilmesi için aradan bir müddetin geçmesi şarttır. Bu müddet ise, kişinin erkeklik gücüne sahip olmaması halinde bir yıl, karısıyla cin*sel yaklaşımda bulunmayacağına yemin etmesi halinde de dört ay*dır. Bunun için burada her iki hale de kıyâs yapılarak birinci ha*lin yılı ikinci halin dördü alınmıştır- demiştir.
Bizim ise delilimiz, Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve StiÜcıııFıh kaybolan kiminin LUınai. hakkında buyurduğu; O. durum ona aychnlanmudıkçu onun karışıdır» ([10]) hadisiyle bu hadîsin açıklaması mahiyyctinde olan H 7. A.,1 i' nin «bu, felâkete uğramış bir kadındır. Bunun için o da, kocasının ya öldüğü ya da onu boşadığı haberini alma*dıkça sabretsin» mealindeki sözüdür. ([11]) Hem de, bu kadının ka*yıp olan kimsenin kansı olduğu herkesçe bilinmektedir. Kocasının kayıp olmasıyla da aynlma vâki olmadığı sibi, ölüp ölmediği de ke*sin olarak bilinemediği için şüphe ile nikâh kalkmaz. H z . Ömer (Radıyaliâhü anh) da sonradan H z. A I i' nin görüşüne dön*müştür. ([12]) Kişinin, karısıyla cinsel yaklaşımda bulunmayacağına yemin etmesi haline de kıyas olunamaz. Çünkü kişinin, karısı ile cinsel ilişkide bulunmayacağına yemin etmesi câhiliye devrinde pe*şin boşama idi. Şeriat onunla dört ay sonra boşanma vâki olmasını kabul etmiştir. Bunun için bu yemin bizatihi boşamadır. Kişinin er*keklik gücüne sahip olmaması haline de kıyâs olunamaz. Çünkü ka*yıp olan kimsenin evine bir daha dönmesi bir an için mümkünken, erkeklik gücüne sahip olmayan kimsenin bir yıldan sonra bu güce sahip olması çok az vâki.olur. (Bu kimsenin doğduğu günden İtibaren yüzyirmi yılı tamam ol*duktan sonra Ölümüne hükmedilir.)
Ben diyorum ki : bu. Hasan 1 b n - i Z i y â d ' in İmam Ebû Hanife' den rivayetidir. Mezhepte zahir olan rivayete göre ise, bu kimsenin ölümü bütün yaşıtlarının ölümüyle takdir olu*nur. İmam Ebü Yûsuf dan da, yüz yıl diye takdir ettiği rivayet olunmuştur. Kimisi de : -doksan yıldır- demiştir. Kıyâsa en uygunu ise, zaman takdir edilmemesidir. Bu kimsenin ölümüne hük*medildikten sonra karısı, hüküm gününden itibaren ölüm iddetini beklemeye başlar (ve) sanki o gün ölmüştür, diye (terekesi o gün mevcut olan vârisleri arasında taksim edilir.) Zira farazi ölüm de hükmen hakiki ölüm gibidir. (O günden önce ölen kimseler ise ona vâris olamazlar.) Çünkü kendisi o güne kadar sağ farzedilmiştir. (Kendisi de kayıp olduğu süre içinde ölen kimselere vâris olamaz.) Zira bu kimselerin ölmesi sırasında onun sag oluşu farzediidiği. için mirası hak etmede hüccet olamaz. (Eğer ona bir şey vâsiyyet eden kimse de bu süre içinde ölürse, hüküm böyledir.)
Sonra, kaide şudur ki: eğer bu kimse İle beiaber onunla hacib olunmayan ve fakat hissesi eksilen bir vâris daha bulunursa, o vâ*rise iki hisseden azı hangisiyse o verilir. Eğer beraberinde bulunan vâris onunla hâcib olunuyorsa o vârise hiç hisse verilmez. Meselâ : ölen bir kimseden eğer iki kız çocuk ile kayıp olan bri erkek çocuk ve -biri erkek, biri de kız olmak üzere- iki torun kalır, ölenin terekesi de bir yabancının elinde olur ve hepsi erkek çocuğun ka*yıp olduğunda müttefik iseler, iki kız çocuğa terekenin yansı veri*lir. Çünkü eğer kayıp olan erkek çocuk sağ olsa İki kıza terekenin yarısı düşer. Terekenin geri kalan diğer yarısı ise -kayıp olan er*kek çocuğun hissesi olarak- yabancının elinde bırakılıp ondan bir şey torunlara verilemez. Zira torunlar öz erkek çocuklarla hacib olun*dukları İçin şüpheli olan bu durumda onlara miras kalamaz (ve ya*bancının elinden ise, ondan hıyanet görülmedikçe çıkarılamaz.)
Kişi ölürken gebe olan karısının hamli de kayıp olan kimse gi*bidir. Zira önün içinde -müftabih olan kavle göre- bir erkek ço*cuğun hissesi bırakılır ve eğer onunla beraber bir başka vâris de bulunur ve bu vâris hiçbir şekilde sakıt olmuyor ve hamil ile de his*sesi değişmiyorsa ona, düşen hissesinin hepsi verilir. Eğer hamil ile sakıt oluyorsa ona hiç hisse verilmez. Eğer hissesi hamil ile değişi*yorsa -kayıp olan kimseye olduğu gibi- ona hisselerin en azı ve*rilir. Zira hisselerin en azı kesin olarak ona düşer, ki biz bunu Ki-fâyet-ün Müntahiy adlı kitabımızda daha ayrıntılı olarak açıklamış bulunuyoruz. Doğruyu Allah (Azze ve Cellel daha iyi bilir ve dönüş ile varış eninde sonunda Allah (Azze ve Cellel'dir.[13]



[1] Darekutni (Kazalar) S. 525, Müslim (Buluntu) C. 2 S. 78, Buhar! (Bu*luntu) C. 1 S. 327

[2] Buharl (Lukata) 7, (Meğazİ) 53, Ebü Dâvud (Menasik) 103. îmam Ah-med'in Müsned'İ 1/318, 348, 2/238

[3] Buharl (Lukata) C. 1 S. 328, Müslim (Lukata) C. 2 S. 79. Ebü Davut! (Lukata) C. 1 S. 239

[4] Müslim (Lukata) C. 2 S. 79

[5] Buharl (Rehin) 6, Tirmizl (Ahkâm) 12, tbn-i Mâce (Ahkâm) 7

[6] Bu hadisin başı babın başında geçtiği İçin melıazleri orada gösteril*miştir

[7] Buharl (Lukata) c. 1 S. 329

[8] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/345-251.


[9] Darekutnl <Nikâh) C. 2 S. 421, Muvatta1 (Kocası kaybolan kadının id-Jeti) S. 209

[10] Darekutnî (Kocası kaybolan kadın) C. 2 S. 421

[11] Abdürrezzak, Musannef'inin (Talâk bahsimde. Nasbürraye C. 3 S. 473

[12] Bulunamadı.

[13] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/352-356.

Minhac Tercümesi

ONUNCU BÖLÜM... 1
LÜKATA (BULUNTU) 1
A. GENEL BİLGİLER.. 1
1. Buluntu Malın Hükmü. 1
2. Buluntu Malın Mülkiyete Geçirilmesi 3
B. LAKİT (BULUNTU ÇOCUK) 3
1. Buluntu Çocuğun Müslüman Köle Veya Kafir Olduğuna Karar Vermek. 4
2. Buluntu Çocuğun Köleliğine. 4
Veya Hürriyetine Taalluk Eden Hükümler. 4
ONUNCU BÖLÜM

LÜKATA (BULUNTU)

A. GENEL BİLGİLER


Kendinden emin olan kimsenin buluntu malı alıp kaldırması müstehab, zayıf kavle göre ise vacibtir. Kendinden emin olmayan kimsenin buluntuyu almaması müstehabtır. Fakat en sahih kavle göre alması caizdir. Fasık kişinin buluntuyu alması ise mekruhtur. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, kişinin yitik malı aldığına şahit tutması vacib değildir.
Fasığm, çocuğun ve zımminin İslam diyarmdaki buluntuyu al*ması sahihtir. En zahir kavle göre, fasığm bulduğu eşya kendisinden alınır ve adil bir kimsenin yanma emanet bırakılır. Fasığm buluntu hakkındaki beyanatına itimat edilmez ve yanma bir gözcü verilir.
Çocuğun aldığı buluntuyu velisi alır ve ilân eder. Buluntu, ço*cuk için faydalı ise onun mülkiyetine geçirir. Malı çocuğun mülkiye*tine geçirmek, çocuk adına borç almanın caiz olması gibidir. Veli malı almakta kusurlu davranır ve çocuğun elinde iken telef olursa zararı öder. En zahir kavle göre kölenin aldığı buluntu geçersiz olup onu ilân etmesi de geçersizdir. Şayet efendisi kendisinden alırsa, bu*nun hükmü buluntu malın hükmü gibidir.
Ben diyorum ki; mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, kendisi ile sahih kitabet akdi yapılmış kölenin buluntuyu al*ması sahihtir. Keza bir kısmı hür olan kölenin hükmü de böyle olup buluntu hem kendisinin hem de efendisinin olur.
Bir kısmı hür olan köle nöbetleşe, yani bir ay kendisi bir ay da efendisi için çalışıyorsa, en zahir kavle göre çalıştığı ay hangisinin sırasına denk gelirse kazancı da ona ait olur. Keza nadir olarak elde edilen kazanç ile alman ücretin hükmü de nöbetleşerek elde edilen kazancın hükmü gibidir. Ancak cinayet ücretinin hükmü böyle de*ğildir, sırasına denk gelen yalnız başına bu ücreti ödemez. Her ikisi kendi aralarında paylaşarak öderler. Allah daha iyi bilir.

1. Buluntu Malın Hükmü


Kendini yırtıcı küçük hayvanlardan koruyabilen deve ve at gi*bi hayvanlar, kaçarak kendini koruyabilen tavşan ve geyik gibi hay*vanlar ve uçarak kendini koruyabilen güvercin gibi kuşlar kaybolur*sa, bunlar hakkındaki hüküm şöyledir:
1- Sahrada bulunan mal sahibine teslim etmek üzere hakimin alıp muhafaza etmesi lazımdır. Keza en sahih kavle göre hakimden başkası görürse alıp muhafaza etmesi lazımdır. Kendini tehlikeler*den koruyabilen hayvanı temlik maksadı ile almak haramdır.
2- Bir köyün evleri arasındaki buluntu hayvanı temlik mak*sadı ile almak, en sahih kavle göre caizdir. Kendini muhafaza ede*meyen koyun gibi hayvanı sahrada veya köyde bulup temlik mak*sadı ile almak caizdir.
3- Sahrada bir hayvanı bulan kişi dilerse, ilân eder ve mülkiye*tine geçirir. Dilerse onu satar parasını alıkoyar ve ilân ettikten son*ra mülkiyetine geçirir. Dilerse hayvanı kesip yer sahibi ortaya çıkar*sa değerini Öder.
Hayvanı meskun bir mahalde bulan kimse, üçüncü şıkkın ilk iki şıkkından birisini (alıp mülkiyetine geçirmek veya satmak şıklar*dan birini) tercih eder. En sahih kavle göre "hayvanı kesip yemek" şıkkı tercih edilemez.
Mümeyyiz olmayan köle ve hayvan dışındaki buluntu malı al*mak da caizdir.
4- Helva gibi kısa zamanda bozulabilen buluntuyu, kişi isterse satıp değerini mülk edinmek üzere ilân eder, dilerse hemen mülk edinir ve onu yer. Zayıf kavle göre meskun mahalde bulunan böyle bir malın satılması caizdir.
Buluntuyu ilaçlayarak bekletmek mümkün ise ilaçlayıp bek-letmelidir. Yaş hurmayı kurutarak muhafaza etmek gibi. Şayet satıl*ması muhafaza edilmesinden faydalı ise satılır. Kurutulması faydalı ise ve alan kişi kurutma işini teberru olarak yaparsa, kurutarak bekletir. Şayet kurutmayı teberru olarak yapmazsa, kurutma ücreti için bir kısmını satar.
Bir kimse buluntuyu muhafaza amacı ile alırsa kendisinde emanet kalır. Şayet hakime teslim etmek isterse, hakimin onu tes*lim alması lazımdır. İlân etmek için almışsa, ekser ulemaya göre ilân etmesi vacib değildir.
İlân etmek amacı ile aldıktan sonra ona ihanet ederse, en sa*hih kavle göre zamin olmaz. Fakat hıyanet etmek kastı ile alırsa za-min olur. Hıyanet kastı ile alması halinde onu ilân edip mülkiyetine geçirmesi mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre gerekmez. Şayet ilân etmek kastı ile alır ve mülkiyetine geçirirse, ilân müdde-tince keza en sahih kavle göre, mülkiyetine geçirmeyi tercih etme*dikçe ilân müddetinden sonra da emanet hükmündedir.
Buluntuyu alan kişi cinsini, niteliklerini, miktarını, kılıfım ve bağlama ipini öğrendikten sonra, sokaklarda ve mescitlerin kapısın*da bir sene boyunca örfe göre ilân eder. İlânı yaparken, ilk hafta her gün sabah-akşam niteliklerini belirtip ilân eder, ikinci hafta ise günde bir defa ilân eder. Ondan sonra haftada bir defa, daha sonra her ayda bir defa ilân eder. En sahh kavle göre bir sene boyunca be*lirtildiği şekilde art arda yapılmayan ilânlar geçerli değildir. Ben di*yorum ki en sahih kavle göre, sene boyunca art arda yapılmayan ilânlar geçerlidir. Allah daha iyi bilir.
Lükatayı muhafaza etmek niyeti ile alan kişi, ilân ücreti verme*si lazım değildir. Hakim ilân ücretini devlet hazinesinden öder veya mal sahibi adına borç alır. Ancak mülkiyetine geçirmek amacı ile almışsa, ilân ücretini kendisi öder. Zayıf kavle göre şayet mülkiyetine geçirmemişse, ilân ücreti mal sahibince ödenir. En sahih kavle göre ise değersiz olan buluntu, bir sene boyunca ilân edilmez. Belki genel*likle sahibi onu aramaktan vazgeçtiği bir zaman kadar ilân edilir.

2. Buluntu Malın Mülkiyete Geçirilmesi


Bir kimse buluntuyu bir sene boyunca tarif ederse: "Onu mülkiyetime geçirdim." gibi bir lafız söylemedikçe mülkiyetine ge*çirmiş olmaz. Zayıf kavle göre ise buluntuyu mülkiyete geçirmek için niyet etmek yeterlidir. Başka bir zayıf kavle göre ise, bir sene*nin geçmesi ile mülkiyete geçmiş sayılır.
Bir kimse buluntuyu mülk edinir de sahibi ortaya çıkar ve eş*yayı iade etmede anlaşırlarsa, anlaştıkları şekilde yaparlar. Şayet eş*ya sahibi eşyasını ister de onu alan da bedelini vermek isterse, en sa*hih kavle göre mal sahibinin isteği dikkate alınır. Ma} telef olmuşsa benzerini veya mülk edindiği günkü değerini öder. Şayet mal bir ayıp sebebi ile eksilmişse, en sahih kavle göre mal sahibi onu değer farkı ile birlikte alır.
Buluntuyu alan kimse kendisine ait olduğunu iddia eder de ni*teliklerini söyleyemezse veya bir delil gösteremezse, eşya kendisine teslim edilemez. Şayet nitelendirir ve doğru söylediği zannedilirse, kendisine teslim etmek caizdir. Mezhep alimlerince kabul edilen ri*vayete göre, eşyayı kendisine vermek vacib değildir. Nitelendiren ki*şiye buluntu verilir de bir başkası kendisine ait olduğuna dair delil gösterirse kendisine teslim edilir. İlk bulan veya nitelendiren kişi buluntuyu telef ederse, delil gösteren telef edeni zamin kılar, ama karar nitelendiren kişinin aleyhine alınır.
Ben diyorum ki; en sahih kavle göre harem bölgesindeki bu*luntuyu alıp temlik etmek helal değildir. Harem bölgesindeki bulun*tuyu ilân etmek kesinlikle vacibtir. Allah daha iyi bilir.

B. LAKİT (BULUNTU ÇOCUK)


Buluntu çocuğu alıp muhafaza etmek farz-ı kifayedir. En sahih kavle göre, terk edilmiş çocuğu alan kimsenin şahit tutması vacibtir. Çocuğu alan kişinin velayet hakkının sabit olması için mükellef, hür, müslüman, adil ve reşid olması gerekir.
Bir köle, efendisinin izni olmaksızın buluntu çocuğu alırsa, ço*cuk kendisinden alınır. Çocuğu aldığından efendisi haberdar ise, kölenin yanında kalmasına karar verilir. Efendisinin izni ile almışsa, efen*disi almış sayılır. Terk edilmiş müslüman çocuğu fasık, kısıtlı veya ka*fir bir kimse alırsa, hakim tarafından kendisinden alınır.
İki kişi buluntu çocuğu beraber aldıklarını iddia ederlerse, ha*kim çocuğu uygun gördüğü kişiye veya onların dışında bir başkasına verir. İkisi beraber görür de birisi önce davranarak alırsa, diğerinin iddiası reddedilir. Şayet ikisi beraber alır ve her ikisi de almaya ehil iseler, en sahih kavle göre zengin olan fakire ve adil olan adil olma*yana tercih edilir. İkisi aynı seviyede iseler aralarında kura çekilir.
Şehirde oturan bir kimse bir çocuğu görüp alırsa, onu köye götüremez. Ama en sahih kavle göre bir başka şehre götürebilir. Bu kişi yabancı ise, çocuğu kendi beldesine götürebilir. Köyde bulunursa, şehre götürebilir. Köyde yaşayan bir kimse şehirde bir çocuk görürse, bunun hükmü şehirde yaşayan kimsenin hükmü gibidir. Yani çocuğu köye götüremez. Şayet köyde bulursa, çocuğun köyde kalmasına ka*rar verilir. Zayıf kavle göre ise bulan kişi hayvanlarını beslemek için devamlı bölgeden bölgeye göç ediyorsa, çocuk kendisine verilmez.
Buluntu çocuğun nafakası, buluntu çocuklar için vakfedilmiş umumi maldan harcanır. Veya çocuğun Özel malından harcanır. Özel maldan maksat üzerinde bulunan elbise, altına serilmiş sergi, cebin*de bulunan para ve başka şeyler ile beşiği yanma veya altına konul*muş para gibi şeylerdir. Bir evde bulunursa o ev kendisine ait sayılır. Fakat evin altına defnedilmiş mal kendisine ait sayılmaz. Keza en sahih kavle göre, çevresine bırakılmış elbise ve diğer emtia da ken*disine ait sayılmaz.
Çocuğun mal varlığı bilinmiyorsa, en zahir kavle göre devlet hazinesinden kendisine harcama yapılır. Bu olmazsa, müslümanlar kendisine kafi gelecek malı borç verirler. Bir kavle göre kendisine nafaka olarak verirler. En sahih kavle göre çocuğu bulan kişi, çocu*ğa ait olan malı muhafaza eder. Hakimin izni olmadan malından kendisine harcama yapılamaz diye alimler görüş birliği etmişlerdir.

1. Buluntu Çocuğun Müslüman Köle Veya Kafir Olduğuna Karar Vermek


İçerisinde zımmi bulunan İslam ülkesinde veya fethedilip sulh yolu ile küffarın elinde kalmasına karar verilen veya cizye ile mülk edindikten sonra içinde müslüman olan ülkede bulunan çocuğun müslüman olduğuna karar verilir.
Buluntu çocuk müslümanlarm meskun olmadığı, kafirlerin ol*duğu diyarda bulunursa, onun kafir olduğuna; müslümanlarm esir olarak bulundukları veya ticaret maksadı ile bulundukları bir ülke*de bulunursa, en sahih kavle göre müslüman olduğuna karar verilir. Bir ülkede bulunan çocuğun, müslüman olduğuna hüküm verilir de zımmi bir kimse kendisinin nesebinden olduğuna dair şahit göste*rirse, çocuk nesebine dahil olur ve küfürde ona tabi olur. Kafir bir kimse delil göstermeksizin buluntu çocuğun kendisine ait olduğunu iddia ederse, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre küfürde ona tabi olmaz. Çocuğun müslüman olduğu iki şekilde daha tespit edilir ki, bu iki şekil buluntu çocuk için geçerli olmaz:
1- Doğum: Hamilelik döneminde annesi veya babası müslü*man ise kendisi de müslümandır. Çocuk buluğ çağma erdiğinde küfrü kabul ederse, mürted olur. Hamilelik döneminde annesi ile ba*bası kafir ise ve sonra birisi müslüman olursa, çocuğun müslüman olduğuna karar verilir. Baliğ olduktan sonra küfrü seçerse, mürted olur. Bir kavle göre aslî kafir olur.
2- Esaret Hali: Müslüman bir kimse yanında annesi veya ba*bası olmayan bir çocuğu esir alırsa, çocuk müslüman olmakta ona tabi olur. Şayet zımmi olan kimse bir çocuğu esir alırsa, en sahih kavle göre çocuğun müslüman olduğuna hükmedilmez. Anası-ba-bası zımmi olan mümeyyiz çocuk tek başına İslam'a girerse, en sa*hih kavle göre müslümanlığı sahih olmaz.

2. Buluntu Çocuğun Köleliğine

Veya Hürriyetine Taalluk Eden Hükümler


Buluntu çocuk kendisinin köle olduğunu ikrar etmezse, hür sayılır. Bir kimse onun köle olduğuna dair delil gösterirse, köle oldu*ğu sabit olur. Çocuk bir kimsenin kölesi olduğunu ikrar eder ve o şahıs da onu doğrularsa, sözü kabul edilir. Ancak daha önce çocuğun hür olduğuna dair bir ikrarın geçmemiş olması şarttır. Mezhep alim*lerince kabul edilen rivayete göre, onun hürriyetine delil olacak satış ve nikah gibi bir tasarrufta bulunmamış olması şart değildir.
Bilakis en zahir kavle göre, bu tasarruflarda bulunduktan sonra aslî köle olduğu ve gelecekte olacak hükümler hakkında yapacağı ikrar kabul edilir. Geçmişte başkasına verdiği zarar ile ilgili hükümler hakkındaki ikrarı kabul edilmez. Vermesi gereken bir borcu olur da köle olduğunu ikrar ederse ve elinde malı varsa, borcu o maldan ödenir.
Bir kimse elinde delil olmadığı halde buluntu çocuğun kendisi*nin kölesi olduğunu iddia ederse, bu iddiası kabul edilmez. Keza ço*cuk da o şahsın kölesi olduğunu iddia ederse, en zahir kavle göre id*diası geçerli sayılmaz.
Bir kimse elinde bulundurduğu mümeyyiz olan veya mümeyyiz olmayan çocuğun kendisinin kölesi olduğunu iddia ederse ve bulan ki*şi tarafından durumu bilinmiyorsa, köle olduğuna hükmedilir. Şayet çocuk buluğ çağma erer de: "Ben hürüm." derse, en sahih kavle göre hür olduğuna dair şahit göstermedikçe iddiası kabul edilmez.
Bir kimse şahit göstererek buluntu çocuğun köle olduğunu söylerse, iddiası şu şartla kabul edilir: Mülkiyetine geçirme sebebi için şahit göstermelidir. Bir kavle göre sadece: "Mülkümdür." deme*si, onun kölesi olduğuna yeterli delil olur.
Hür ve müslüman bir kimse buluntu çocuğun oğlu olduğunu söylerse, nesebine dahil olur ve onun terbiyesi ile ilgilemeye kendisi daha layıktır. Bir köle buluntu çocuğu nesebine katarsa, çocuk ona ait olur. Bir kavle göre efendisinin onu tasdik etmesi şarttır.
Bir kadın buluntu çocuğu nesebine dahil ederse, en sahih kav*le göre ona ait olmaz. Şayet iki kişi buluntu çocuğun kendilerine ait olduğunu iddia ederlerse, müslüman ve hür olan zımmi ve köle ola*na tercih edilmez, iddiada bulunanların şahitleri yoksa iakidin kime iltihak edeceği kaifçe (bilir kişice) tespit edilir ve hangisinin nesebi*ne katarsa çocuğu o alır. Kaif yoksa veya tespit edemezse veya hiç*birinin de nesebine katamazsa veya her ikisine de dahil ederse; ço*cuk buluğa erdikten sonra tabiatı ile onlardan hangisine meyleder*se, onun nesebine dahil edilmesi emredilir. Şayet her ikisi bir birine zıt iki şahit gösterirlerse, en zahir kavle göre her ikisinin delili
düşer ve kaifm sözü tercih edilir.

Büyük Şafii Fıkhı

LUKATA.. 2
Tarifi 2
İltikat'ın (Lukata'nın) Meşruiyeti 2
İltikat'ın (Lukata'nın) Hükmü. 2
Kaybolan Malı veya Hayvanı Almak. 2
Harem Dahilinde Bulunan Malın Durumu. 3
Bulunan Mala Şahit Tutulması 4
Bulunan Malın İlan Edilmesi 4
Bulunan Mal Nasıl, Nerede ve Ne Kadar İlan Edilir?. 4
Bulunan Malın İlan Edilme Masrafının Kime Ait Olduğu Hususu. 5
Bulunan Malın Çeşitleri ve Onlarda Yapılacak Tasarruflar 5
Bulunan Malın Mülk Edinilmesi 5
Bir Mal Bulan Kişinin Mal Hususundaki Durumu ve Bulunan Malın Muhafaza Edilmesi 6
Bulunan Malın, Sahibi Olduğunu İddia Edene Verilmesi 6
• Bir Uyarı 6
LUKATA


Tarifi


Lukata lugatta, 'yerden alınan mal' anlamına gelir. Kur'an-ı Kerim'de Hz. Musa hakkında şöyle buyurulmuştur:
Firavun'un adamları onu yitik olarak (denizden) aldılar.
(Kasas/8)
Lukata'nın ıstılahı anlamı ise, herhangibir kişiye ait olmayan bir mekânda bulunup sahibinin kim olduğu bilinmeyen ve korunma altında olmayan mal veya muhterem bir ihtisastır.
Burada ihtisas kelimesiyle, şer'an mülk edinilemeyen ve fakat kişinin elinin altına girmesinin ve kendisine ait olmasının mümkün olduğu -meselâ köpek gibi- şeyler kastedilmektedir.
'Muhterem' kelimesiyle de malın ve ihtisas'ın vasfı sözkonusu edil*mektedir; yani bir malın muhterem olması demek, "şer'an muteber ol*ması" demektir. Bu bakımdan oyun-eğlence aletleri, içki, domuz, harbî kâfirin malı gibi şer'an mal sayılmayan şeyler muhterem değildir. Oysa meselâ av köpeği muhterem bir ihtisas'tır; böyle olmadığı takdirde muhte*rem de değildir.
'Korunma altında olmayan mal'dan maksat da malın, muhafazayı te*mine yönelik alâmetler taşımaması ve çevrili bir yerde veya binada olma*masıdır.

İltikat'ın (Lukata'nın) Meşruiyeti


Sahibi bilinmeyen kaybolmuş malı yerden almak caizdir. Hz. Pey-gamber'e yerde bulunan mal hakkında sorulduğunda şöyle buyurmuştur:
Onun kabını ve ağız bağını iyice tanı, sonra onu bir yıl ilan et. Bu müddet zarfında sahibi gelirse (verirsin), sahibi gelmezse sen onunla faydalan.[1]
Lukata ile ilgili diğer hadîsler konu içerisinde zikredilecektir. Lukata'mn Meşruiyetinin Hikmet ve Nedeni
Birşey kaybeden kişinin üzüleceği şüphesizdir. İnsan kaybettiği şeyi, bazen nerede kaybettiğini hatırlamaz, bazen de bulunan mal yeterli şe*kilde tarif edilemez. Kaybolan mal bazen emin olmayan bir kişinin eline geçer ve böylece sahibinin elinden çıkar, bazen de kaybolan mal kısa sürede telef olur, kimse ondan faydalanamaz. Bu bakımdan yerde bulu*nan bir mah alıp İlan etmek, insanların maslahatı gereğidir. Böylece ma*lını kaybeden kişi malına kavuşur, malı bulan kişi bir kardeşine yardım etmiş olur, mal da telef olmaktan kurtulur.
İyilik etmek ve (fenalıktan) sakınmak husususunda birbirinîzle yar*dımlasın. Günah işlemek ve haddi aşmak (düşmanlık) hususunda birbirinizle yardımlaşmayın
(Mâide/2)
Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:
Müslüman bir kul, din kardeşinin yardımında bulundukça Allah da onun yardımında bulunur.[2]
Malını kaybeden kişi onu bulduğunda sevinir, üzüntüsü gider. Böylece mah bulup sahibine teslim eden sevap kazanır. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Her kim bir mü'minin dünya gamlarından bir gamım giderirse, Allah da onun kıyamet gününün gamlarından bir gamını giderir.[3]
Böylece insanlar güven içinde huzurlu bir şekilde yaşarlar. Zira mal*larının korunduğunu, kaybolsa dahi tekrar bulunup kendisine iade edile*ceğini bilirler. Kalpleri sevgi ve kardeşlik hissiyle dolar.

İltikat'ın (Lukata'nın) Hükmü


Tarif ettiğimiz şartlar dahilinde kayıp bir malı bulan kişinin -eğer kendinden emin ise- onu alması müstehabdır. Malı alıp muhafaza et*melidir. Eğer malın telef olma tehlikesi yoksa, bulan kişi onu alıp alma*makta serbesttir. Malm telef olma tehlikesi varsa, kendisinden başka emin bir kimse yoksa bulan kişinin malı alması vacib olur. Çünkü müslümamn malının korunması vacibtir. Malı bulan kişi, sahibi çıkmadan önce onu yemekten emin değilse, malı alması mekruh olur. Bulduğu malı, sahibine vermeyip kendine alıkoyacağını bilen kimsenin de onu alması haram olur. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bulduğu bir mah ilan etmeden, ancak dalâlette olan bir kimse alır.[4]

Kaybolan Malı veya Hayvanı Almak


Kaybolan şey bazen mal, bazen de hayvan olur. Kaybolan şeyin hayvan olması durumunda dikkat edilmesi gereken hususlar şunlardır:
1. Kaybolan hayvan at ve deve gibi, kendini küçük yırtıcılardan ko*ruyabilen veya tavşan gibi hızlı koşan hayvani arda nsâ, onu alıp götür*mek caiz olmaz.
Zeyd b. Halid'in rivayet ettiğine göre bir kişi Hz. Peygamber'e şöyle sordu:
- Yitik devenin hükmü nedir?
- Ondan sana ne? O hayvanın su tulumu ve (gezecek) tabanı bera-berindedir. Sahibi onu bulunacaya kadar o kendi kendine suya varır ve ağaçlardan da yer.[5]
Kendini koruyabilen hayvanlar da deveye kıyas edilmiştir. Âlimler bu hadîsi mülk edinmek için almaya hamletmişlerdir. Çünkü deve ve benzeri hayvanlar genellikle otlamaya çobansız olarak gönderilir. Galip olan,
götürmek caiz değildir. Ancak sahibi için muhafaza etmek üzere götü-rülebilir, ilan edip sahibi çıkmayınca da mülk edinmek üzere götürü-lemez. Ancak bu hüküm asayişin olduğu dönemlerde geçerlidir. Bu dönemlerde kişi, hayvanı, sahibi için korumak maksadıyla götürür, mülk edinmek için gerekli olan süre zarfında hayvanı bulduğunu ilan ettikten sonra ona el koymak için götürmez. Kişi, hayvanı bir şehrin veya bir kasabanın evleri arasında bulsa da -hayvanın sahradaki durumuyla bura*lardaki durumu arasında fark olmasına rağmen- onu alabilir. Çünkü insanların şehir ve kasabaların arasında otlamaları için hayvanları tek başlarına ve çobansız olarak bırakıp gitmek âdetleri yoktur. Üstelik şehirlerde insanların -sahraların hilafına- çok kalabalık olduklarından, hayvanı tek başına dolaşırken gören bir kimse bundan endişe duyabilir. Oysa sahralarda gelip geçenler azdır.
Hz. Peygamber'in 'suya varabilir, ağaçtan yiyebilir, sahibi onu bulana değin idare edebilir' sözü, bu yerlerin sahra olduğuna, oralarda su ve ağaç bulunmadığına delâlet eder. Onu oralarda alıp götürecek kimse de yoktur. Halbuki bu mânâ şehirler için geçerli değildir.
2. Kaybolan hayvan koyun ve benzerleri gibi kendini koruyama*yacak hayvanlardansa veya hasta ve yarahysa -meselâ ayağı kırılmış bir at gibi- onu alıp götürmek caizdir.
Bu tür hayvanları mülk edinmek üzere götürmek de caizdir.
Zeyd b. Halid'in rivayetine göre bir kişi Hz. Peygâmber'e şöyle sordu:
Yitik koyunun hükmü nedir?
- Yitik koyunu sen alır, ilan eder de sahibini bulamazsan o sana aittir. Sen almayıp mü'min kardeşin alırsa onundur, o da almazsa artık koyun kurdundur.
Kendini koruyamayan diğer hayvanlar da koyuna kıyas edilmiştir. Kaybolan hayvan dışındaki mallar da, kendini koruyamayan hayvan hükmündedir. Yukarıda söylediğimiz gibi duruma göre onu almak caiz de olabilir, vacib de olabilir.
Zeyd b. Halid'in rivayetine göre bir kişi Hz. Peygamber'e lukata'nın hükmünü sordu. Hz. Peygamber 'Onun kabını ve ağız bağını iyice tanı, sonra onu bir sene ilan et' buyurdu.1
Daha önce geçmişti.
Ubey b. Ka'b şöyle rivayet ediyor: "Ben Rasûlullah (s.a) zamanında içinde 100 dinar olan bir kese buldum. Akabinde bu keseyi Rasûlullah'a getirdim. Rasûlullah 'Bunu bir sene ilan et, çevrene duyur' dedi. Ben de bir sene onu ilan ettim. Fakat onu bilen birine rastlamadım. Sonra Rasûlullah'a geldim. Rasûlullah 'Onu bir sene (daha) ilan et' buyurdu. Onu bir sene daha ilan ettim. Fakat bilen bir kimseye tesadüf etmedim. Sonra (üçüncü defa) Rasûlullah'a gelip durumu kendisine arzettim. Bu defa Rasûlullah 'Bu paranın miktarını, kesesini, ağız bağını hıfzet. Sahibi gelirse keseyi ona ver, gelmezse ondan faydalanabilirsin1 dedi. Ben de ondan faydalandım".[6]

Harem Dahilinde Bulunan Malın Durumu


: Harem'den maksat, Mekke ve Mekke'nin etrafındaki kısımlardır ki harem adıyla bilinirler. O kısımlarda avlanmak veya ağaç kesmek ha*ramdır. Harem dahilinde kaybolan bir malı bulan kişi onu ancak sahibi için muhafaza etmek üzere alabilir, onu temellük etmesi hiçbir zaman caiz değildir. Çünkü harem dahilindeki kayıp malda galip olan durum, sahibinin ne zaman gelirse gelsin onu orada bulacağıdır. Hz. Peygamber1 in Fetih Günü Mekke'de söylediği şu sözlerde buna delâlet eder:
(Mekke'nin) yitiğini kimse (elini uzatıp) alamaz. Meğer ki sahibini arayıp bulmak için olsun.[7]
Mekke'de bulunan malın ilan edilmesi için, bulan kişinin Mekke'de ikamet etmesi gerekir. Mekke'den göçmek istediğinde bulduğu malı hâkim'e veya vekiline teslim etmelidir. Böylece bulunan mal, sahibi için ilan ve muhafaza edilmiş olur.

Bulunan Mala Şahit Tutulması


En sahih kavle göre bulunan mal için şahit tutmak vacib değildir. Çünkü bu konuda varid olan hadîslerde şahit tutmanın vacib olduğun*dan bahsedilmemiştir. Birşey bulan kişinin -adil olsa dahi- şahit tutması müstehabdır. Böylece kişi ileride nefsine uyma tehlikesinden korunmuş, mirasçılarının mala sahip olmalarını engellemiş olur.
Şu hadîs, bulunan mal için şahit tutmanın müstehab olduğuna delâlet eder:
Her kim kaybolmuş bir malı bulup alırsa, adalet sahibi bir veya iki kişiyi şahit tutsun.[8]
Hadîste geçen 'bir veya iki adil şahit tutsun' sözü, muhayyerliğe delâ*let eder. Bu da şahit tutmanın vacib olmadığını gösterir. Eğer şahit tutmak vacib olsaydı, bir şahitle yetinilmezdi. Malı bulan kişi, şahitlere malın va*sıflarının hepsini değil, bir kısmını söylemelidir. Bu hususta fazla açıklama yapması mekruhtur.
Bir mal bulan kişi, şahit tuttuğunda emin olmayan kişilerin haberdar olup onu zorla elinden alacaklarından endişe ederse, şahit tutmayabilir.

Bulunan Malın İlan Edilmesi


Bulunan mal bir hurma, bir lokma gibi kıymetsiz olursa -malın kıy*metli olup olmadığı örfe, zamana ve mekâna göre değişir- onu ilan etme*den mülk edinmek caizdir.
Enes b. Mâlik'in rivayet ettiği şu hadîs buna delâlet etmektedir. Hz. Peygamber (s.a) bir hurma danesi bulduğunda şöyle demiştir:
Bunun sadaka malı olmasından korkmasaydım, onu muhakkak yerdim.[9]
Bulunan mal kıymetli ise; halk böyle bir kayıbı ararsa, onu ilan etmek vacib olur. Yukarıda zikrettiğimiz hadîsler açıkça buna delâlet etmektedir. En sahih kavle göre bulunan mal, ister muhafaza edilmek, ister muhafaza edip sonra mülk edinmek için alınsın, İlan edilmesi vacibtir.

Bulunan Mal Nasıl, Nerede ve Ne Kadar İlan Edilir?


Birincisi: Bir mal bulan kişi, bulduğu malın vasıflarına iyice dikkat etmelidir ki, malını arayan kişi onu tarif ettiğinde doğru söyleyip söyleme diğini anlayabilsin. Meselâ bulduğu bir kesenin ve kesenin ipinin nasıl olduğunu; kumaşını, şeklini, büyüklüğünü, küçüklüğünü, ipinin kalınlığını, uzunluğunu, kesenin içindeki paranın miktarını, cinsini bilmelidir. Hz. Peygamber'e bu hususta sorulduğunda şöyle demiştin
Onun kabını, ağız bağını ve miktarını iyice tanı.[10]
İkincisi: Bir mal bulan kişi onu ilan etmelidir. Fakat malını arayan ki*şinin dikkatini çekecek vasıfları söylememeli, fazla malumat vermemelidir ki mal sahibinden başka birisi gelip mala sahip çıkmasın. Aksi takdirde o malı haksız yere ve bâtıl olarak almış olur.
Üçüncüsü: Bulunan mal, sahibini uzun zaman üzecek birşey ise -hadîste varid olduğu üzere- onu bir sene ilan etmek gerekir.[11]
Nitekim bu mal bir yolcuya aitse, zann-ı galibe göre o yolcu, malı kaybettiği yerden bir yıldan önce ayrılmaz.. Bulunan kıymetli mal, birinci haftada günde iki defa, ikinci haftada günde bir defa, üçüncü haftadan yedinci haftaya kadar haftada bir defa, sonra her ayda bir defa ilan edil*melidir. İlk günlerde ilanın fazla olmasının sebebi, kaybeden kişinin ilk günlerde daha fazla arayacağıdır. İlanın bu şekilde yapılması, ictihadîdir. Âlimler bunu müstehab kabul etmişlerdir. Bulunan malın ilan edilme şekli en az malını arayan kişinin duyabileceği kadar olmalıdır. Bu da örf ve âdetlere göre değişir.
Bulunan malın kıymeti düşük olursa, zann-ı galibe göre sahibinin onu aramaktan vazgeçeceği zamana kadar ilan etmek gerekir. Yukarıda zikredilen hadîslerin karineleri buna delâlet etmektedir.
Hz. Peygamber'e, içinde 100 dinar bulunan bir kese, yitik koyun ve devenin hükmü sorulmuştur. Bütün bunlar kıymetli mallar olduğundan sahipleri bir seneden az bir zamanda onları aramaktan vazgeçmez. Allah hakikati daha iyi bilir.
Dördüncüsü: Bulunan mal, çarşı, pazar ve cami kapısı gibi umumi yerlerde ilan edilmelidir. Çünkü malını kaybeden kişi genellikle kalabalık yerlerde onu sorar. Bulunan malı cami'nin içinde ilan etmek mekruhtur. Çünkü bulunan mal ilan edilirken sesin yükseltilmesi gerekir ki bu da namaz kılanların, zikredenlerin huzurunu kaçırır, onlara vesvese verir. Bu hususta Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Her kim, mescid içinde kayıp arayan bir kimseyi işitirse 'Allah onu sana geri vermesin' desin. Çünkü mescidler bu gibi işler için bina
edilmemiştir.[12]
Mescİd-i Haram bundan istisna edilmiştir. Çünkü Mescid-i Haram dı*şındaki mescidlerde, bulduğu malı ilan eden kişi, onu mülk edinmek is*temekle itham edilebilir. Fakat bulduğu malı Mescid-i Haram'da ilan eden bir kişi için böyle bir itham sözkonusu değildir. Zira bulunan malın Mescid-i Haram'da ilan edilmesi, mal sahibinin maslahatı ve malın ko*runması İçindir. Çünkü Harem sınırları dahilinde bulunan mal -daha ön*ce de söylediğimiz gibi- mülk edinilemez. Bulan kişi ilan eder, sahibi çı*karsa malı ona teslim eder. Eğer sahibi çıkmazsa hâkim'e veya naibine teslim eder.
Günümüzde ise bulunan mallar hoparlör ile ilan edilmektedir ki bu caizdir. Ayrıca ezan da hoparlör vasıtasıyla okunmaktadır. Bulunan malı hoparlör ile ilan etmek, mescidde ilan etmek anlamına gelmez. Çünkü burada ses mescidde değildir, sesi yükselten makinalardan istifade edil*mektedir. Böylece ses, insanların sesinin ulaşamayacağı yerlere kadar ulaşır. Ayrıca ihtiyaç, hoparlör kullanmayı gerektirmektir, özellikle de bü*yük şehirlerde.
Bu bakımdan bulunan malları hoparlör ile ilan etmek lüzumsuz ve sakıncalı sayılmamalıdır. Her ne kadar hoparlör kullanmamak daha evla ise de hoparlör kullanıldığında buna itiraz edilmemelidir. Yâ rabbî! Bizi muaheze etme! Eğer kaybolan veya bulunan çocuk olursa, hoparlör ile ilan etmeyi vacib kabul ederiz. Çünkü burada nefislerin ihya edilmesi, çocuğun ailesinin üzüntü ve korkusunu gidermek, çocuğun gözyaşlarını dindirmek sözkonusudur. Bazen çocuk, annesi, babası veya ailesinden biri gelinceye kadar ağlamaya devam eder. Eğer hoparlörle ilan edilmez*se durum nasıl olur? Allah hakikâti daha iyi bilir.

Bulunan Malın İlan Edilme Masrafının Kime Ait Olduğu Hususu


Bir mal bulan kişi isterse onu kendisi ilan eder, isterse de onu ilan etmek için birisini tutar. Bulunan malın ilan edilmesinin bir masrafı olursa, bu, mal sahibine aittir. Çünkü bu masraf, onun malının maslahatı
için yapılmıştır. Malın ilan edilme masrafı -mal sahibi ortaya çıktığında ondan alınmak üzere- kadı veya malı bulan kişi tarafından veya birisin*den borç alınarak karşılanır veya kadı onun bir parçasını satarak ilan edilme masrafını karşılar. Malı bulan kişi kadı'nın izni olmadan, kendi malından ilan masrafını ve diğer masraflarını karşılarsa, teberru olur; mal sahibi ortaya çıktığında masrafları ondan alamaz.

Bulunan Malın Çeşitleri ve Onlarda Yapılacak Tasarruflar


Bulunan mal bazen hayvan, bazen de başka bir mal olabilir. Bulu*nan mal bazen uzun müddet kalır, bazen de kısa sürede bozulur, işe yaramaz hale gelir. Bunların herbirinin ayrı hükümleri vardır:
1. Bulunan mal, hayvan ise, bulan kişi isterse onu hayatının sonuna kadar yanında bırakır, hâkim'in izniyle onun masraflarını karşılar, sahibi çıktığında yaptığı masrafları ondan alır.
Hâkim yoksa, hayvana yaptığı masraflara şahit tutmalıdır. Aksi tak*dirde yaptığı masrafları teberru olarak yapmış sayılır; mal sahibinden masraflarını alamaz.
Hayvanı bulan kişi isterse onu hâkim'in izniyle satar, parasını muha*faza eder. Eğer satılması zor olan bir hayvan ise onu mülk edinir, mülk ettiği günkü değerini -sahibi ortaya çıktığında- sahibine verir.
2. Bulunan mal, hayvan değilse ve çabuk bozulan mallardansa, bulan kişi onu mülk edinip mal sahibine borçlu olmakla, hâkim'in izniyle malı satıp parasını muhafaza etmek arasında muhayyerdir.
3- Bulunan mal, hurma gibi kurutularak bekletilebilen, süt gibi peynir yapılarak muhafaza edilebilen mallardansa, sahibi için en yararlı olan yol tercih edilmelidir.
Bulan kişi hâkimin izniyle malın tamamını satıp parasını muhafaza edebilir veya teberru olarak kurutarak veya başka bir işlem yaparak bek*letebilir veya hâkimin izniyle malın bir kısmını satar, malın korunması için gereken muameleleri yapabilir. Bu yollardan hangisi, mal sahibi için yararlı ise o yapılmalıdır.
4. Bulunan mal, hiçbir şey yapılmadığı halde bozulmadan durabile*cek mallardansa, bulan kişi onu ilan edilme müddetinin sonuna kadar bekletmelidir.
Şu hususu belirtmekte yarar vardır: Bulunan mal, satılsa bile, ilan etme müddeti içinde ilan edilmelidir. Fakat mahn parası değil, bizzat ken*disi ilan edilmelidir.

Bulunan Malın Mülk Edinilmesi


Bulunan mal veya satılmışsa parası -ilan etme müddeti bittikten son*ra- mülk edinilebilir. Eğer sahibi ortaya çıkarsa, mülk edinildiği günkü kıymeti ona ödenir. Zira Hz. Peygamber, bir mal bulan kişiye 'Onu bir sene ilan et, sahibi çıkmazsa, onu mülk edin. Daha sonra sahibi çıkarsa, malının bedelini ona öde' buyurmuştur.
Bulan kişi, bulduğu malı mülk edinmek istediğinde 'Ben onu mülk edindim' gibi sarih bir lafızla veya 'Ben onu aldım1 gibi kinayî bir lafızla mülk edinebilir. Ancak kinayî lafızda niyet de gerekir. Ancak malın ilan edilme müddeti bitmeden önce mülk edinilmez.

Bir Mal Bulan Kişinin Mal Hususundaki Durumu ve Bulu*nan Malın Muhafaza Edilmesi


Bir mal bulan kişi onu, benzeri malların muhafaza edildiği bir yerde muhafaza etmelidir. Eğer malı muhafaza etmede bir kusuru olmazsa veya mala saldırganlık etmezse, mal telef olduğunda sorumlu olmaz. Çünkü bulan kişi, bulduğu malı Allah rızası için teberru olarak muhafaza etmektedir. Zira Hz. Peygamber, yitik bir mal bulan kişiye şöyle buyur*muştur:
O senin yanında emanet olsun.
Bu bakımdan bir mal bulan kişi, ilan etme müddeti esnasında telef olan maidan sorumlu olmaz. Ancak malı veya parasını temellük ettikten sonra, zamin olur. Daha önce de söylediğimiz gibi malı bulan kişi onu mülk edindiği günkü kıymetiyle zamin olur; mal sahibi ortaya çıktığında malın bedelini ona öder.

Bulunan Malın, Sahibi Olduğunu İddia Edene Verilmesi


Bir kişi gelip de bulunan malın sahibi olduğunu iddia ederse, malı bulan kişi malın vasıflarını ve özelliklerini tarif etmesini ondan talep eder, o da malın vasıflarını ve özelliklerini doğru bir şekilde tarif ederse, malı ona verebilir. Malı ona vermekle Hz. Peygamber'in şu hadîsine göre amel etmiş olur:
Eğer bir kişi gelir de bulunan paranın miktarını, kesesini ve kesesinin ipini söylerse, malı ona ver.[13]
Bir mal bulan kişi, o malı sahibi olduğunu iddia eden birine verirse, -iddia edenin daha sonra yalancı olduğu ortaya çıksa bile- sorumluluk*tan kurtulur, zamin olmaz. En sahih görüşe göre malı bulan kişi, o malın sahibi olduğunu iddia edene, malın vasıflarını doğru bir şekilde saydığı, kendisi de onun doğru söylediğine kanaat getirdiği halde malı ona ver*mek mecburiyetinde değildir. İsterse meseleyi kadı'ya götürür, iddia eden kişinin delillerine bakılır ve onu göre davranılır. Kadı delilleri yeterli bu*lup 'malı ona teslim et' derse, teslim eder. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Eğer insanlara (beyyinesiz, şahitsiz) yalnız iddiaları ile haklan verilir olsaydı, bir takım insanlar diğerlerinin kanlarına ve mallarına (sahip çıkmak için) muhakkak davaya kalkışırlardı. Lâkin iddia edenin delil getirmesi lazımdır, yemin de müdeâ aleyhe (aleyhine dava açılana) düşer.[14]
Bu nedenle bir kişinin 'Bu benimdir1 demesiyle o şey kendisine ve*rilmez. Kendisinin olduğunu İddia ettiği mal hususunda delil veya şahit getirmesi gerekir. Ancak ondan sonra o mal kendisine verilebilir.

• Bir Uyarı


Kadı'nın izni veya ihbarı veya benzer bir durum zikredilirse ve bu da mümkün olursa, kadı'nın malı zulmen alması veya zayi olması sözkonusu değilse, bulunan mal kadı'ya teslim edilir. Aksi takdirde teslim edilmez. Allah hakikati daha iyi bilir.



[1] Buharî/2295, Müslim/1722

[2] Müslim/2699

[3] Müslim/2699

[4] Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV/3Ö0, (Cerir b. Abdullah'tan)


[5] Buharî/2296, Müslim/1722

[6] Buharî/2294, Müslim/1723

[7] Buharî/2301, Müslim/1355


[8] Ebu Dâvud/1709

[9] Buharî/2299, Müslim/1071

[10] Daha önce geçmişti.

[11]Hz. Peygamber önce üç sene ilan etmeyi emretmiştir. İmam Nevevî, Müslim Şerhinde Şöyle demiştir: 'Bu hadîs takva ve faziletin ziyadesine hamledilir. Çünkü âlimler bir sene ilan etmenin yeterli olduğunda icma etmişlerdir. Hiç kimse üç sene ilan edilmesi gerektiğini söylememiştir'.


[12] Müslim/568


[13] Daha önce geçmişti.

[14] Buharî/4277, Müslim/1711







El İhtiyar

LUKATA = KAYBOLAN MAL


90 - Bulunan bir malı yerden alıp kaldmnak ona hiç dokunmakdan daha iyidir. Eğer o malın zayi olacağından korkulursa onu alıp sakla*mak vacip olur.
91 -Lukatayı bulan onu sahibine vermek için aldığına şahit tutar*sa, yanında emanet olarak kalır. Sahibine vermek için aldığına şahit tutmamışsa, (telef ettiğinde) onun kıymetini Öder.
92 - Kaybolan malı bulan "bundan sonra artık sahibi aramaz" diye bir kanaata sahip olacağı zamana kadar bulduğunu ilân eder.
93 - Bundan sonra malm sahibi gelirse malını alır. Gelmezse bulan-isterse fakirlere sadaka olarak dağıtır, isterse de yanında tutar. Fakirle*re verildikten sonra sahibi gelir de bu tasadduku kabul ederse, sevabı kendisinin olur. Kabul etmezse onun kıymetini bulana veya fakire ödet*tirir. Eğer fakirin elinde aynen duruyorsa, malını geri alır. Fakir veya bulandan kıymetini hangisi öderse, diğerine dönüp de onu alamaz.
Bulunan mal bir zengine sadaka olarak verilemez. Bulan fakir ise kendisi faydalanır.
94 - Bozulacak malların ilânı, bozulmalarından korkulduğu zama*na kadar yapılır.
95 - Bulunan malın ilâm, insanların toplu bulundukları yerlerde ve malın bulunduğu yerde yapılır. Eğer lukata nar kabukları ve çekir*dek gibi ehemmiyetsiz bir şey ise, ilân etmeden onlardan faydalanılır. Sahibi gelirse bunları alır.
Hasad edildikten sonra tarladaki başaklar hasseten onları toplı-yanlarm olur.
96 - Deve, koyun, öküz v.s. sahipsiz hayvanları lukata olarak al*mak caizdir. Bu hayvanlara (hâkimden izin almadan) verilen yem bağış olur.
97 - Hayvanın kiraya verilmesinden bir fayda temin ediliyorsa, hâkimin izni ile hayvan kiraya verilir. Kazandığı para yemine harcanır.
Hayvanın kiraya verilmesinde bir fayda yoksa ve satılması uygunsa sa*tılır.
98-Hayvan sahibi,çıkıp gelirse, yapılan masrafları ödeyinceye ka*dar bulanın hayvanı alakoyması hakkıdır. Eğer ödemekden sakınırsa verilen yem masrafları için satılır.
99 Sahibine vermeyip alakoyduktan sonra hayvan ölürse yapılan masraflar düşer. Fakat alakoymadan önce ölmüşse düşmez.
100 -Bulunan eşyanın, hayvanın ve hür bir çocuğun sahibine tesli*minde ondan bir hak istemenin gereği yoktur[8]
101 -Bir kimse, bulunan malın kendisinin olduğunu iddia ederse delil getirmesi lâzım gelir. Eğer onun alâmetlerini söylerse malın ona verilmesi caiz olur. Fakat bulana vermesi için zorlanamaz.
Mekke'de Harem-i Şerif de bulunanlarla, onun dışındaki yerlerde bulunanlar arasında bir fark yoktur.
 
Üst Ana Sayfa Alt