Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Kıyasın Hükmü ve İlgili Meseleler

Emre_nur Çevrimdışı

Emre_nur

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
selamun aleykum ahiler kıyas hakkında bir kaç sorum olacak.

Önce şunu sormak istiyorum Kuran ve Sünnette bulunmayan (öyle zannedenler) günümüz meselelerinde mesela trafik ışıkları, vergi kanunları, veya gündelik hayatta var olan kural ve kaideler neye göre koyulacak gibi itirazları var? (Bu durumun kıyasla alakalı durumu var mı)

kıyası delil kabul edenler Peygamberimizin ve sahabenin kıyas yaptığını söyleyerek aşağıdaki delilleri getiriyorlar.
1.Sünnet-i seniyyede de kıyasın işletildiği görülmektedir. Mesela, Has'am kabilesinden bir kadın, Hz. Peygambcr'e gelerek şunları söyledi: "Annem haccetmeyi adadı ve haccetmeden öldü. Onun yerine hac yapayım mı?" Hz. Peygamber: "Evet. Onun yerine hac yap. Annenin bir borcu olsaydı onu öder miydin?" buyurdu. Kadın: "Evet" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Alacaklının hakkını Öde. Çünkü hakkı ödenmeye Allah Teala daha lâyıktır"[14] buyurdu.

Burada haccetme, borçlara kıyaslanmıştır. Diğer bir hadis-i şerifte şunlar beyan edilmiştir.

Sahabeler, Resulullah (sav)'a şunu sordular: "Nasıl olur da bizden birimiz meşru yolda şehvetini giderince hem şehvetini gidermiş olur, hem de sevap alır?" Hz. Peygamber de onlara şunu sordu: "Harama düşseydi günahkâr olur muydu?" Onlar "evet" dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Harama düştüğünde günahı olduğu gibi, helal yolla şehvetini giderdiğinde de sevabı vardır"[15] buyurmuştur. Burada Resulullah, iyi amelin sevaba sebep olacağını, kötü amelin günaha sebep olacağına kıyaskımıştır.

2-)Sahabe-i Kiram, kıyası delil kabul etmişlerdir. Mesela: Hz. Ebu Bekir'i seçerken dünyevi imamlığını dini imamlığına kıyaslamış ve şöyle demişlerdir: "O'nu, Allah'ın Rasulü dinimiz için seçti de, biz dünyamız için nasıl seç-meyelim?"[19] Hz. Ömer, içki içen adam hakkında istişarede bulunduğu zaman Hz. Ali (r.a), içki içeni fuhuş İftirasında bulunana kıyaslayarak şöyle buyurmuştur: "Kişi içtiğinde sarhoş olur. Sarhoş olunca pervasızca konuşur. Pervasızca konuşunca iftirada bulunur. Dolayısıyla bu kişiye zina iftirasında bulunanın cezası gerekir."[20]

Hz. Ömer (r.a), Ebu Musa el-Eş'ari'yi Basra'ya vali tayin ettiğinde O'na şunları söylemiştir:

"Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın sünnetinden sana delili gelmeyen meseleler, içini tırmaladığında üzerinde iyice düşün ve anla! Birbirine benzeyen veya birbirinin aynı oian meseleleri İyi tanı. Aralarında kıyas yap."[21]
 
Emre_nur Çevrimdışı

Emre_nur

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
kopyaladiginiz yerde cevablar mevcut okuyup istifade ediniz!!!!!!

Anlamadım nerde kopya yapmışım kardeş ?
1.Sünnet-i seniyyede de kıyasın işletildiği görülmektedir. Mesela, Has'am kabilesinden bir kadın, Hz. Peygambcr'e gelerek şunları söyledi: "Annem haccetmeyi adadı ve haccetmeden öldü. Onun yerine hac yapayım mı?" Hz. Peygamber: "Evet. Onun yerine hac yap. Annenin bir borcu olsaydı onu öder miydin?" buyurdu. Kadın: "Evet" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Alacaklının hakkını Öde. Çünkü hakkı ödenmeye Allah Teala daha lâyıktır"[14] buyurdu.

Burada haccetme, borçlara kıyaslanmıştır. Diğer bir hadis-i şerifte şunlar beyan edilmiştir.

Sahabeler, Resulullah (sav)'a şunu sordular: "Nasıl olur da bizden birimiz meşru yolda şehvetini giderince hem şehvetini gidermiş olur, hem de sevap alır?" Hz. Peygamber de onlara şunu sordu: "Harama düşseydi günahkâr olur muydu?" Onlar "evet" dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Harama düştüğünde günahı olduğu gibi, helal yolla şehvetini giderdiğinde de sevabı vardır"[15] buyurmuştur. Burada Resulullah, iyi amelin sevaba sebep olacağını, kötü amelin günaha sebep olacağına kıyaskımıştır.

2-)Sahabe-i Kiram, kıyası delil kabul etmişlerdir. Mesela: Hz. Ebu Bekir'i seçerken dünyevi imamlığını dini imamlığına kıyaslamış ve şöyle demişlerdir: "O'nu, Allah'ın Rasulü dinimiz için seçti de, biz dünyamız için nasıl seç-meyelim?"[19] Hz. Ömer, içki içen adam hakkında istişarede bulunduğu zaman Hz. Ali (r.a), içki içeni fuhuş İftirasında bulunana kıyaslayarak şöyle buyurmuştur: "Kişi içtiğinde sarhoş olur. Sarhoş olunca pervasızca konuşur. Pervasızca konuşunca iftirada bulunur. Dolayısıyla bu kişiye zina iftirasında bulunanın cezası gerekir."[20]

Hz. Ömer (r.a), Ebu Musa el-Eş'ari'yi Basra'ya vali tayin ettiğinde O'na şunları söylemiştir:

"Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın sünnetinden sana delili gelmeyen meseleler, içini tırmaladığında üzerinde iyice düşün ve anla! Birbirine benzeyen veya birbirinin aynı oian meseleleri İyi tanı. Aralarında kıyas yap."[21]

Bunu mu diyorsun kardeş
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
kopya yapmis oldugunuz yer size ozel mesaj olarak gonderilmistir....cevablarida bulabilirsin orada!!!!
 
A Çevrimdışı

Askalani

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
ve aleykumselam ve rahmetullah ve berakatuh

Kıyas : “ Kendisi hakkında nas olmayan bir meseleyi, kendinse benzeyen bir meseleyi ele alarak onun hükmünü buna giydirmenin adıdır…. “

Bu da helalı haram, haramı da helal yapabilecek bir mahiyettedir…kendisinde hata ve isabet etme ihtimali bulunduran böyle bir şey, din’de nasıl ölçü olabilir ki ? …. Çünkü böyle bir ölçünün bünyesinde zan vardır… Şeriat ise zan’na yer vermemiş ve onun haktan hiçbir şey ifade etmeyeceğini belirtmiştir.

“ Oysa onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zan’na tabi oluyorlar. Zan ise, haktan hiçbir şey ifade etmez. “

NECM : 28.AY.


Ebu’z Zinad dedi ki : Sünnetler ve hakkın vecihleri – yani dini işler – ekseriya re’yin – yani aklın ve kıyasın – hilafı üzere gelir de, Müslümanlar onlara uymaktan bir ayrılma ve bir çekinme bulamazlar. Hayızlının orucu kaza edipte Namazı kaza etmemesi bu nev’i işlerdendir.


BUHARİ : 4.C.1819.S


“ … İbni Sirin r.h der ki : Kıyas yapanların ilki İblis’tir. Güneş ve Aya da başka bir yolla değil ancak kıyas yoluyla tapılmıştır. “


DARİMİ : 1C.195.N


“ … Hasan r.h ; “ Beni ateşten onu ise çamurdan yarattın “ … A’raf : 12 …Ayetini okudu ve şöyle dedi : İblis kıyas yaptı.O, kıyas yapanların ilkidir. “


DARİMİ : 1C.196.N

“ … Mesruk r.h buyurdu ki : Doğrusu ben kıyas yaparak ayağımın kaymasından korkuyorum ve ürperiyorum. “


DARİMİ : 1.C.197.N


“ … Şabi r.h şöyle dedi : Vallahi şüphe yok ki siz eğer kıyas aletlerini alır kabul ederseniz muhakkak ki helalı haram, haramı da helal yaparsınız. “


DARİMİ : 1.C.198.N


Ve gerçekten de bu gün kıyas yoluyla bir çok helaller haram yapılmıştır.

Buhari r.h : Rey ve kıyasın zemmi başlığı altında bir bab açmış ve bu konu da bir çok deliller zikretmiştir...

Buhari’nin açtığı bablardan bir tanesi de şudur :

“ Peygamber s.a.v kendisine vahy indirilmeyen konularla alakalı soru sorulduğunda “ bilmiyorum “ der yahut kendisine o konuda vahy indirilinceye kadar, o soruya cevap vermezdi… Peygamber s.a.v :


“ Hakikat biz sana kitabı, Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye hak olarak indirdik……….. “ NİSA : 105

Kavlinden dolayı, Rey ile de Kıyas ile de söz söylemezdi.


BUHARİ : 16.C.7192.S




 
A Çevrimdışı

Askalani

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
1.Sünnet-i seniyyede de kıyasın işletildiği görülmektedir. Mesela, Has'am kabilesinden bir kadın, Hz. Peygambcr'e gelerek şunları söyledi: "Annem haccetmeyi adadı ve haccetmeden öldü. Onun yerine hac yapayım mı?" Hz. Peygamber: "Evet. Onun yerine hac yap. Annenin bir borcu olsaydı onu öder miydin?" buyurdu. Kadın: "Evet" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Alacaklının hakkını Öde. Çünkü hakkı ödenmeye Allah Teala daha lâyıktır"[14] buyurdu.
bunun kıyasla ne uzaktan ne de yakından alakası yoktur…Burada başlı başına Allah resulü s.a.v’den vahye dayalı bir fetva vardır. Eğer bunların düşündüğü gibi olsaydı bu iş, bu sefer anne ve babanın kılamadığı namazları için de evladının namaz kılması gerekirdi.

daha geniş bilgi için;
" ... MEKTEBETUL HUDA ... TACUDDİN EL - BAYBURDİ - Soru cevap Kıyas konusu

vesselam veddua...
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
DÖRDÜNCÜ DELİL KIYAS


Kıyasın Tarifi


Kıyas lugatta bir kaç manaya gelir:
"Takdir" manası:
Benzerlerine göre bir şeyin miktarını bilmek. "Kumaşı metre veya zira ile kıyas ettim" demek, "metreye veya ziraya göre onun miktarını öğrendim" demektir.
"İki şeyin arasını maddî ölçülere göre eşitlemek" manası: Meselâ: Bu tahtayı şu tahtayla kıyasladım" demek "bunu onun hizasına getirdim ve denkledim" demek olur.
Kıyas "iki şey arasını manevî olarak eşitlemek" manasına da gelir. "Filan kişi filan ile kıyaslanamaz" demek ilimde fazilette ve şerefte ona eşit olamaz" demek olur.
Usûlcülerin ıstılahında kıyas: Aralarındaki ortak illet dolayısıyla, hakkında nass bulunmayan şer'î hükmü, hakkında nass bulunan bir hükme ilhak etmektir. İlhakın manası var olan hükmü açmak ve ortaya çıkarmak demektir. Zaten yok olan bir hüküm çıkarmak değildir. Çünkü hüküm aslında şer'an sabittir, ancak bunun ortaya çıkması, müctehidin illet vasıtasiyle bunu beyan ettiği vakte kadar gecikmiş olması demektir. Şu halde kıyas var olan hükmü ortaya çıkarır yoktan var etmez. İllet hükmün temelidir. Müctehidin yaptığı, hükmün illetindeki ortaklıklarından dolayı asılda var olan hükmün fer'de de var olduğunu ortaya koymaktan ibarettir.
Yani muayyen bir meselenin hükmü üzerine Kur'an'da veya sünnette bir nass varid olsa veya icmâ bulunsa, sonra müctehid bu hükmün şeriatte meşru kılınmasına sebep olan illeti tesbit etse, sonra aynı illeti hakkında nass bulunan meseleye benzer başka bir olayda bulsa, bu iki olayın o hükümde ortak olduğuna dair zanni galip hasıl olsa hakkında nass bulunmayanı, hakkında nass bulunana ilhak etse işte bu ilhaka "kıyas" denir. Hakkında nass bulunana asıl veya ınakisun aleyh, hakkında nass bulunmayana fer' veya makîs, hükmün meşru kılınmasına sebep olan manaya da illet denir.


Kıyasa misaller çoktur. Bunlardan bazıları şöyledir:

I - Allah (c.c.) "Şarap, kumar, dikili taşlar, fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir, bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz." ayet-i kerimesinde içkinin (hamı) haram olduğunu sarahaten söylemiştir. Hamrtaze üzüm suyundan
elde edilmiş ve kaynatılmamış sarhoşluk veren içecektir. Müctehid bunun haram kılınmasının illetinin aklı gideren sarhoş edici vasıf olduğunu tespit etse -ki şüphesiz bunda insanların arasına düşmanlık ve kin sokmak, içene tıbben tespit edilmiş zararlar vermesi gibi dinî ve dünyevî sağlık ve toplumu ilgilendiren pek çok zararlar vardır- sonra müctehid bu "sarhoş etme" özelliğinin diğer mey va ve hububattan elde edilen içeceklerin içilmesiyle de görüldüğünü tesbit etse -ki bunlara nebiz = şıra denilir- böylece içilmesi haram olması açısından nebiz de şaraba ilhak edilmiş olur. Bu kıyasın rükünleri: Hamr = şarab asıl, nebîz,fer'dir.
Hakkında nass bulunan aslın hükmü: Haram olması, asıl ile fer' yani makîs ile makısun aleyh arasındaki ortak vasıf "sarhoş etmesi" dir.


2- Rasûlullah (s.a.) "Katil miras alamaz" sözüyle katili mirastan men etmiştir. Bunun illeti "vakti gelmeden bir şeyi elde etmede acele etmesi" dir. Do-layisıyle bundan mahrum edilerek cezalandırılır. Bu illet kendisine vasiyet yapılan şahsın vasiyet edeni öldürmesi hadisesinde de mevcuttur, bu sebeple Şa-fiîler hariç cumhura göre bu vasiyet mirastaki öldürmeye kıyas edilerek vasiyetle mal alacak olan şahıs, katil vârisin mirastan menedildiği gibi bu vasiyetten men edilir.

3- Rasûlullah (s.a.) "Biriniz diğerinin pazarlığı üzerine pazarlık, dünürü üzerine dünür yapmasın" hadisiyle dünür üzerine dünürlüğe gitmeyi haram kılmıştır. Bunun illeti müşterinin ve ilk dünürün rahatsız edilmesi, kin ve düşmanlığının kazanılmasıdır. Bu mal satış akdinde olduğu gibi kira ve diğer akidlerde de mevcuttur. Dolayısıyle hükmün illetinde müşterek oldukları için dünür üzerine dünür gitmenin haram olmasına kıyas edilerek bu hareket diğer akidlerde de haram olur.

4- Kur'an-ı Kerîm: "Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığı zaman hemen Allah'ı anmaya koşun ve alış-verişi bırakın" (Cuma: 63/9) ayetinde cuma ezanı okunduğu sırada alış-verişi haram kılmıştır. Bunun illeti alış-verişle meşgul olurken namaz kılamamasıdır. Hanbelîler hariç cumhura göre bu mana kira ve rehin gibi herhangi bir akid ve işde de mevcuttur, dolayısıyle alışverişin nehyine sebep olan illet o akidlerde da bulunduğu için onlar da haram olur


Rukunleri


Kıyas dört rükün üzerine oturur: Asıl, fer', asıl ile fer'i birleştiren vasıf -ki bu illettir-, ve aslın hükmü.

1 - Asıl: Nass veya icmâ ile sabit olan hükme konu olan şeydir. Şaraba kıyas edilerek nebîzin de haram kılınması misalindeki şarap asıldır.

2- Fer': Hakkında herhangi bir nass veya icmâ bulunmayandır ki yukarıdaki misalde bu nebîzdir.

3- İllet: Aslın hükmünün üzerine bina edildiği vasıftır. Yukarıdaki misaldeki "sarhoş etme" vasfı illettir.

4- Aslın hükmü: Asıl hakkında varid olan nass veya icmânın ifade ettiği ve fer'a nakledilmesi istenilen şer'î hükümdür. Geçen misaldeki "şarabın haramlığı" aslın hükmüdür.

Kıyas yolu ile fer'de sabit olan hükme gelince -ki bu, yukarıdaki misalde nebîzin haram olmasıdır- bu kıyasın neticesidir, kıyasın bir rüknü değildir.

Bir başka misalle kıyası şöyle açıklayalım:

Hadis-i şerifte belirtildiği gibi altın, gümüş, buğday, arpa, hurma ve tuz dan ibaret olan altı sınıf mal kendi cinsleriyle takas edildiğinde birinin ölçek miktarı diğerinden fazla olursa faiz olur ve haramdır. Bunlar asıldır. Mısır, pirinç, bakla gibi bu altı sınıfa kıyas edilenler ise fer'dir. Hüküm ise bunlarda faizin haram olmasıdır. İllete gelince: Hanefî ve Hanbelîlere göre illet aynı cins olmasının yanında ölçü veya tartı ile satılır olmalarıdır. Şafiî ve Malikîlere göre ise illet altın ve gümüşte semeniyet (değer ölçüsü), geri kalan dört yenilir maddede ise illet Şafiîlere göre yenilir şey olmaları, Malikîlere göre de aynı cins olmanın yanında depolanıp bozulmadan bekletilebilir olmalarıdır.


Kıyasın Huccet Olması


Kıyasın hüccet olup olmadığında iki meşhur görüş vardır: Cumhura göre kıyas amelî hükümler çerçevesinde şer'î bir hüccettir ve Şeriatın asıllarından biridir. Şer'î deliller arasında dördüncü sırada yer alır. Bunlar kıyası hüccet olarak kabul edenlerdir.
Mu'tezileden Nazzam'a, Şia'dan İmamiyye'ye ve Zahirî mezhebine göre kıyas ahkam için şer'î bir hüccet değildir. Bunlar da kıyası kabul etmeyenlerdir.



Kıyası kabul eden Cumhurun delilleri:

Cumhur, kıyasın hüccet olduğuna dair Kur'an, Sünnet, İcmâ ve makul'-den olmak üzere dört delil getirdiler (Keşfu'l-Esrar. 2/995. el-İhkam, Âmidî: 3/76, İrşaduü'l-Fuhûl: s. 176.)

Kur'anda kıyasın hüccet olduğuna dair pek çok ayet-i kerime vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

1-Ey akıl sahipleri! İbret alın" (Haşr: 59/2), Allah (c.c.) Benî Nadîr ya-hudilerinin inkârlarından, Rasûlullah'a ve müminlere verdikleri sıkıntılardan dolayı başlarına gelenleri haber verdikten sonra "ibret alın" buyurmuştur. Yani "kendinizi onlarla kıyaslayın, onların başına gelen şeyin benzerinin, benzeri bir cezanın sizin başınıza da gelebileceğini unutmayın, çünkü siz de onların yaptıklarının benzerini yaptınız" demektir.
2-Bir şeyde, anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah'a ve Rasûlüne havale edin" (Nisa: 4/94). Hakkında nass bulunmayan meseleyi, hükmün illetinde eşit olmaları sebebiyle hakkında nass buluna meseleye ilhak etmek onu Allah'a ve Rasûlullah'a havale etmektir ki kıyasın manası da işte budur.
3-De ki, anları ilk defa yaratmış olan diriltir" (Yasin: 36/79). Allah (c.c.) bu manayı bizim daha iyi kavramamız için, mahlukatın tamamen yok olduktan sonra tekrar yaratılmasını onun ilk defa yaratılmasına kıyas etti. Çünkü onu yoktan yaratmaya kadir olan öldükten sonra diriltmeye elbette kadir olur, bilakis bu daha kolaydır. İşte bu bir kıyastır.


Sünnetten deliline gelince:

Sünnette hem kavlî hem amelî olarak kıyasa delâlet eden deliller vardır. Kavlî delili: Rasûlullah (s.a.) in kıyasla amel etmeyi tasvip etmesidir. Muaz'ı Yemen'e vali olarak gönderirken ona "Sana bir mesele arzolunduğu zaman nasıl hükmedersin" diye sormuştu. O da "Allah'ın kitabına göre hükmederim. Onda bulamazsam Rasûlullah'ın sünnetine göre hükmederim. Onda da bulamazsam ictihad eder re'yimle hükmederim, elimden gelen gayreti de esirgemem" diye cevap verince Rasûlullah (s.a.) mübarek elini Muaz'ın göğsüne vurarak: "Allah Rasûlünün razı olacağı şekilde muvaffak kılan Allah'a hamdederim" buyurmuştur. Görüşüyle ictihad etmek kıyası da şamildir.

Sahih olarak gelen amelî sünnete gelince: Rasûlullah (s.a.) pek çok meselede kıyas yapmıştır, bazıları şunlardır:

1-Has'am kabilesinden bir adam -bir rivayette kadın Rasûlullah'a gelip: "Babam çok ileri yaşlarında İslâmla müşerref oldu, binek üzerinde duramıyor, hac da üzerine farz oldu, onun yerine haccedeyim mi? Rasûlullah ona: "En büyük çocuğu sen misin?" buyurdular. O da "Evet" dedi. Rasûlullah da ona: "Ne dersin, babanın borcu olsaydı da onun adına sen ödeseydin ödenmiş olur muydu?" dedi. O da "evet" dedi. Rasûlullah ona "O halde onun yerine hac yap" buyurdular. Bu, borcun ödenmesinin vacip olduğu hususunda Rasûlullah'tan sadır olan Allah'a olan borcu kul borcuna benzeten bir kıyastır.

2- Hz. Ömer oruçlu kişinin inzal/boşalma olmadan hanımını öpmesinin hükmünü sordu. Rasûlullah (s.a.) ona "Ne dersin, oruçlu iken su ile ağzını çalkalasan" diye sordu. O da "Bir şey olmaz" dedi. Rasûlullah ona "O halde bu telaş niye" buyurdular. İşte bu, cinsî temasın başlangıcı olan öpmenin su içmenin bir başlangıcı olan ağıza su alma üzerine yapılan bir kıyastır. Zira bunlar herbiri asıl fiile götüren ve orucu bozmayan hareketler almaları bakımından aralarında benzerlik vardır.

3- Fezar kabilesinden bir adam hanımı siyahı bir çocuk doğurunca çocuğu reddetti. Rasûlullah onu ikna için şöyle buyurdu: "Senin develerin var mı?" adam "Evet" dedi. Rasûlullah "Renkleri nedir?" diye sordu. Adam "Kırmızı" dedi. Rasûlullah "İçlerinde boz renkli de var mı?" diye sordu. Adam "Evet" dedi. Rasûlullah "Peki bu nereden geldi?" deyince adam "Belki bir damar çekmiştir" diye cevap verdi. Rasûlullah o zaman "belki bu çocuk da çekmiştir" buyurdular.

İcmâya gelince:
Sahabe tarafından defalarca kıyasla amel edilmiş ve hiç kimseden itiraz gelmemiştir ki bu haber manevî tevatürle sabittir. Dolayısıyla onların bu fiili, kıyasın amel edilmesi vacib olan bir hüccet olduğu üzerinde icmâ ettiklerini gösterir.
Meselâ onlar Hz. Ebubekir'e biat etmek için hilâfeti namazdaki imamete kıyas ederek şöyle dediler: "Rasûlullah Hz. Ebubekir'den dinimiz için razı oldu, biz dünyamız için razı olmayacak mıyız?". Bir kişiyi öldüren bir gurubun hepsine kısas yapılır hükmünü verirken bunu, ortaklaşa bir hırsızlık yapanları hepsinin elinin kesilmesine kıyas ettiler.
Hz. Ebubekir "kelâle" yi çocuk ve babanın dışındaki mirasçılar diye tefsir etti. Çünkü "kelâle" lügatte "yan yol" manasınadır; "kelâle" de bunun gibidir.
Hz. Ömer Ebu Musa el-Eş'arî'ye Basra'ya vali olarak tayin ettiği zaman yargı konusunda ona yazdığı meşhur mektupda şöyle diyordu: "Benzerlikleri iyi bil ve olayları görüşünle (benzerlerine) kıyas et."
Hz. Osman ölen bir kişinin geride dedesi ve kardeşleri kalması halinde kardeşlere miras verilip verilmemesi konusunda Hz. Ömer'e şöyle demişti: "Kendi görüşünle amel eder, dede kardeşleri hacbeder" dersen doğrudur, kendinden öncekilerin görüşlerine tabi olur kardeşleri dedeye ortak edersen... bu ne güzel görüştür.
Hz. Ali: "Aklı başında insanlar nazarında hak mukayese ile bilinir." demiştir.
İbni Abbas, dedenin ölen kişinin kardeşlerini hacbedip mirastan mahrum etmesi meselesini oğlun oğlunun onları hacbetmesine kıyas etmiş ve şöyle demiştir: "Zeyd bin Sabit Allah'tan korkmaz mı? Oğlun oğlunu oğul kabul ediyor da babanın babasını baba kabul etmiyor. Yani dedenin ve kardeşlerin her ikisinin de ölene bir vasıta ile bağlı olmaları konusunda birbirlerine benzediklerini kabul etmediğini ifade ediyor.
Ashabın büyüklerinden sadır olan bu ve benzeri meseleler kıyasın amel edilmesi vacib olan bir delil olduğunu göstermektedir.


Makulden delillere gelence, bunlar çoktur, en mühimleri şunlardır:

1-Dinin bütün hükümleri, aklen anlaşılır, "maslahata riayet" esasına bina edilmiş hükümlerdir. Hükümlerin konulmasındaki nihâî gaye insanların maslahatlarının gerçekleşmesidir. Meselâ iki hâdise mazınne-i maslahat (maslahatı gerçekleştirmesi muhtemel) olan hükmün illetinde eşit olurlarsa Cenabı Hakkın hüküm koymadaki maksadı olan maslahatın hasıl olması için hükümde de eşit olurlar. Maslahatın hasıl olması konusunda müctehidin nazanndaki zannı galip yeterlidir ve o zanla amel etmek vacip olur. İnsan aklının ve sağlığının muhafazası isteniyorsa sadece sarhoş edici şarabı haram kılıp da yine sarhoş edici nebîzi mubah kılmak makul değildir. Aynı şekilde insanların yiyecekleri ve eşyanın bedeli (para) ile oynanmasına mani olmak maksadiyle haram kılman faizi sadece altı sınıf (altın; gümüş, buğday, arpa, hurma, tuz) mala hasredip
meselâ pirinç, darı ve bakla gibi benzerleri yiyeceklerde mubah kılmak makul değildir.


2- Vahiy sona erdiği için Kur'an-ı Kerîm ve Sünnet-i Nebeviyye'nin nas-ları mahduttur. Halbuki hadiseler sınırlı değildir. Sınırlı olan sınırsız olanı kuşatamaz. Hakkın da nass bulunan hükümlerin konulmasına sebep teşkil eden illetler anlaşılıp benzerlerine tatbik edilmedikçe sınırlı olan nasslar sınırsız hadiseleri kuşatamaz. İşte, ortaya çıkan yeni hadiselerin hükmünü öğreten, hüküm koymada bize kaynak olan kıyasın manası budur.

3- Fıtrat-ı selime, akıl ve mantık kıyasla amel edilmesini gerektirir. Zira insanların haksız yere malının yenmesine zulme ve hakka tecavüze sebep olduğu için bir fiili yasak eden insan, içinde zulüm ve haksızlık olan her şeyi o file kıyas eder.Meselâ kokmuş bir yiyeceğin yenmesi veya zehirli içeceğin içilmesi yasaklanmışsa, bundan zaruri olarak kokmuş olan her yiyeceği yemekten, her zehirli içeceği içmekten kaçınmak lazım geldiği anlaşılır.0 takdirde şeriatın her zaman ve mekâna uygun olduğuna ve ebediyete kadar insanların ihtiyacına ve maslahatına cevap vereceğine teminat verebiliriz.



Kıyası Kabul Etmeyenlerin Delilleri:


Şia, Nazzam ve Zahiriyyye mezhebi kıyasın meşru olmadığına şu dört şeyi delil göstermişlerdir. (el-lhkam, İbni Hazm: 2/929, Mulahhasu İbtali'l-Kıyas ve'r-Re'y: s. 43, Usûlus-Serahsî: 2/119, lrşadu'l-Fuhûi. s. 175.)

1- Kur'an-ı Kerîm: Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor: "Biz kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık" (En'am: 6/38) Yani Allah'ın kitabı her şeyi ihtiva etmektedir, dolayısıyle kıyasa ihtiyaç yoktur. Bunun cevabı şudur: Kur'an-ı Kerîm herşeyi ihtiva etmektedir, ancak tafsilatlı şekilde değil anahatlarıyle ihtiva etmektedir.Bunun da delili şudur: Pek çok şer'î hüküm hakkında nass bulunmamaktadır. Bu sebeple Kur'ın-ı Kerîm'in ahkama delâleti ya doğrudan doğruya nassla olur veya bir vasıta ile olur ki bu da kıyastır.
Kıyası kabul etmeyenler ikinci delil olarak şu ayet-i kerimeyi zikrederler: "Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme" (İsra: 17/36) Kıyas da sadece zan ifade ettiğine, kat'î ilim ve yakın ifade etmediğine göre onunla amel etmek nehyedilmiş olmaktadır, hüküm isbat etmek için uygun bir yol değildir, çünkü bu zanna tabi olmaktır.
Buna verilecek cevap şudur: Burada nehyedilen şey akaidde zanna tabi olmadır. Şer'î amelî hükümlere gelince: Alimlerin ittifakıyla burada zan kâfi-ider. Âhad haberlerle, iki kişinin şahitliğini kabul etmek gibi zandan öte bir şey ifade etmeyen şeylerle amel etmekle mükellef oluşumumz buna delildir.


2- Sünnet: Sünnette de kıyasla amel etmeyi nehyeden deliller vardır. Meselâ:
"Bu ümmet bir zaman kitapla bir zaman sünnetle bir zaman da kıyasla amel edecek, işte bunu yaptıkları zaman delâlete düşmüşlerdir." Buna verilecek cevap da şudur: Bu hadisin sahih olduğunu farzetsek dahi, bu muteber olmayan fasid kıyas manasınadır. ( Gerçekten de bu hadis sahih değildir ve delil alınması uygun değildir.)
Fasid kıyas, bir delile dayanmayan veya delile muarız kıyastır. Sahih kıyas ise makbuldür. Sahih kıyas kitap ve sünnete ters düşmeyen, dil kaidelerine uygun, farazî ve tahminî şeylere dayanmayıp bilakis şer'î naslardan istidlal edilen veya meselâ "Masâlih-i mürsele" esasına binaen yapılmış şeriatın ruhuna uygun olan kıyastır.


3- İcmâ: Ashabı kiramdan bazılarının kıyasla ameli zemmetmeleri, onların bu sözlerine karşı diğerlerinin sükût etmesi kıyasın aleyhine bir icmâdır. Meselâ: Hz. Ebubekir"e "Kelâle" nin manası sorulduğunda "Ben Allah'ın kitabı hakkında kıyas ve içtihadımla bir şey söylersem beni hangi yer taşır, hangi sema gölgeler." dedi. Hz. Ömer de: "Sakının kıyas ehlinden, zira onlar sünnet düşmanıdırlar. Hadis ezberlemek zor gelince görüşleriyle (kıyasla) hüküm vererek hem kendileri sapar hem başkalarını saptırırlar" Şu söz de ona aittir: "Sakının mukâyeleden". "Mukâyele nedir?" denildiğinde "mukayesedir" dedi.
Hz. Ali (r.a)'de şöyle demiştir: "Bu din re'y (kıyas) le olsaydı mesheder-ken altını meshetmek üstünü meshetmekten daha uygun olurdu." İbni Abbas da şöyle demiştir: İçinizdeki kurrâlannız ve sâlihleriniz gider, insanlar da cahilleri başa geçirirler, onlar da işleri kendi reyleriyle kıyas ederler."
İşte ashabı kiram, kıyasla ameli kabul etmediler, bunlara itiraz eden de olmadı. O halde bu kıyasla amelin caiz olmadığı üzerinde ashabın icmaldir.


Buna şöyle cevap verilir:
Bu rivayetler sahih değildir. Sahih olsa bile, daha önce zikrettiğimiz kıyasla amelin caiz olduğuna delâlet eden rivayetlere zıttır. Kıyas aleyhindeki bu sözlerin maksadı kıyası reddetmek değil belki nassa veya şeriatın ruhuna dayanmayan görüş ve kavilllere fırsat vermemek veya nassa muhalif olarak yapılmış, sıhhat şartlan bulunmayan fasid kıyas hakkında söylenmiştir. Veya ictihad ehli olmayanlar hakkında veya Kur'an-ı Kerîm'in tefsir edilmesi gibi kıyas cereyan etmeyen hususlarda re'yine göre konuşanlar hakkında söylenmiş sözlerdir. Şer'î nasslara uygun sıhhat şartlan tam olan sahih kıyas ise caizdir, yasak veya reddedilmiş değildir.


4- Ma'kul'den delilleri: Hükümlerin illetini tesbitte görüşler farklı olacağı için kıyas müctehidler arasında niza ve ihtilafa sebep olur. Nitekim ictihadla sabit olan meselelerde durum budur. Bu ise ihtilafın, taâruz ve tenakuzun kaynağıdır. Halbuki dinde taâruz ve tenakuz (çelişki) yoktur. Allah (c.c.) "Niza yapmayın sonra (harpten) korkarsınız da gücünüz gider" (Enfal: 8/46) buyurmaktadır. Buna da şöyle cevap verilir. Burada nehyedilen niza ve ihtilaf, zem edilen tearuz ve tenakuz, akide ve dinin esaslanna veya mesela devlet idaresi ve harp işleri gibi umuma ait işlerdeki niza ve ihtilaftır.
Şer'î amelî hükümlerdeki niza ve ihtilaf ise kaçınılmazdır. Çünkü bunda ne zarar vardır nede mefsedet vardır. Bilakis bu rahmet ve maslahattır ve ümmete genişliktir. Ayrıca şer'an matlub olan içtihadın neticesinde, vahyin kesilmiş olması, her meselede Allah'ın bizzat muradı olan hükmün bilinmesine imkan olmaması, peygamberin dışında hiç kimsenin masum olmaması gibi sebeplerle ihtilaflara düşülmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyle müctehidler ve onların içtihadını taklid eden herkes bu konuda mazurdur.




Kıyasın Şartları


Kıyas sahih olması için kıyasın rükünleri olan asıl, fer', aslın hükmü ve illetten her biri için muayyen şartların bulunması lazımdır.
Asılda aranan şartlar: Asıl, hakkında nas veya icmâ varid olan hükmün mahallidir. Usûlcüler bu asıl hakkında bir takım şartlar zikrederler ki bunlar gerçekte aslın hükmünün şartlandır. (el-ihkam, Âmidî: 3/8; Şerhu'l-Adûd: 2/209; Musellemu's-Subût: 2/200; el-Medhal ilâ Mezhebi Alımed: s. 144. )
Bir şart hariç, sadece asla mahsus her hangi bir şarta rastlamadım. O bir şart da aslın başka bir aslın fer'i olmamasıdır. Çünkü mantık, esas olan asla kıyas ederek hüküm verir, asıl kabul edilen fer'e kıyas ederek değil.
Bu sebebledir ki meselâ "riba'l-fadl"ın haram olması meselesinde her ikisi de yenilecek şeydir diye ayvayı elmaya kıyas etmek sahih olmaz. Çünkü zaten elma kendisi, altı sınıf eşyanın haram olduğuna delâlet eden hadis içinde zikredilen "hurma" ya kıyas edilen bir fer'dir.
Yine aynı şekilde, darının dan ile takas yapılacak satışında birinin fazla olması durumunda faiz olması meselesinde darıyı pirince kıyas etmek sahih olmaz. Çünkü zaten pirinç nassda zikredilen buğdaya kıyas edilerek "riba'l-fadl" câri olur hükmü verilmiş bir fer'dir. Bunun da illeti Şafiîlere göre buğdayın da pirincin de "yenilir" vasfının bulunması, Malikîlere göre "gıda ve (uzun müddet) saklanabilir" olması veya Hanefî ve Hanbelîlere göre "ölçekle satılır" olmasıdır. İkinci asıl olarak kabul edilen pirinç ile buğday arasında illet . birliği olmasına rağmen pirinç üzerine kıyas edilmez. Çünkü bu faydasız bir uzatmadır. Keza her ikisi de "taharet" tir diyerek her ikisinde de niyeti şart kılmak için abdestin teyemmüme kıyas edilmesi sahih olmaz. Çünkü teyemmümde niyetin şart olması hükmü her ikisi de ibadet olması hasebiyle namaza kıyas edilerek verilmiştir. Bu sebeple abdestin teyemmüme kıyası sahih olmaz. Çünkü abdestin teyemmüme kıyasındaki illet ile teyemmümün namaza kıyasındaki illet farklıdır: Birincisinde illet "taharet" ikincisinde "ibadet" tir. İlletin farklı olması birinci kıyası geçersiz kılar. Çünkü hakkında nas bulunan asıl -yani namaz- ile fer' -yani abdest- arasında ortak vasıf bulunmamaktadır. Bu sebeple kıyasın rükünlerinden biri olan illet bulunmadığı için kıyas batıl olur.
Namaz, teyemmüm ve abdest arasındaki ortak vasıf olan "ibadet olma" illet alınacak olsa, yukarıda geçen iki faiz misallerinde de gösterdiğimiz gibi faydasız bir şekilde kıyas uzamış olur. (Vehbe Zuhayli: Fıkıh Usulu)
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
196757_1623759513081_1209289753_31334860_1520754_n.jpg



Naslarla amel etme Rey ve Kıyas’ın Zemmi


Ebû Seleme Basra’ya geldiginde el-Hasan el-Basrî’nin (ö. 110/728) yanına ugramış ve ona: Bana ulaştığına göre sen re’y ile fetvâ veriyormuşsun. Re’y ile fetvâ verme! Verdiğin hüküm ya bir ayet ya da bir hadîs olsun demiştir. ed-Dârimî, Mukaddime, 20 (I, 54, no:165); el-Hatîb, el-Fakîh, II, 163; İbn Hazm, el-İhkâm, VI, 54.

Bir başka rivâyette ise, Ebû Seleme b. Abdirrahman, el-Hasan el-Basrî’ye: “Ey Hasan! Allah’tan kork ve insanlara ya Kur’an’dan bildigin bir şeyle veya salihlerin ve halifelerin sünnet olarak uygulaya geldigi sünnet-i mâziye ile fetvâ ver. Kendi re’yini bir kenara at! demiştir. ed-Dârimî, el-Mukaddime, 20 (I, 54, no: 165); el-Hatîb (el-Fakîh, II, 163)

Ebû Seleme’den nakledilen bu sözü biraz daha ayrıntılı olarak şu şekilde aktarır: “…Bildigin bir Kur’ân ayeti yahut salihlerin ve halifelerin sünnet olarak belirledikleriyle fetva ver; kendi re’yini iyi düşün taşın ve onu at”. İbnu’l-Kayyim ise diğer bazı rivâyetlerde yer alan indirilmiş kitap kısmını nakletmemektedir. Bkz. İ’lâm, I, 74.

es-Şâfiî’nin İbn Ebî Zi’b’ten (ö.159/776) aktardıgına göre Medine kadısı Sa’d b. İbrahim (ö. 127/744-5) bir davada Rabîa b. Ebî Abdirrahman’ın (ö. 136/753) re’yini esas alarak bir anlaşmazlıgı çözmüştü. İbn Ebî Zi’b bu konuda Hz. Peygamber’in farklı hüküm verdigini söyleyince Sa’d, Rabîa’ya “Bu İbn Ebî Zi’b bence güvenilir bir kimsedir. Verdigimiz hükmün Hz. Peygamber’in verdigi hükme uymadıgını söylüyor sen ne dersin?” der. Rabîa ona “Ben ictihad ettim sen de hükmünü verdin (o olay kapandı)” diye cevap verince Sa’d “Ne görülmemiş bir şey! Ümmü Sa’d’ın oglu Sa’d’ın kararını infaz edecegim, Allah Rasûlünün kararını iptal edecegim?! Hayır, ben Ümmü Sa’d’ın oglu Sa’d’ın kararını iptal eder, Allah Rasûlü’nün kararını infaz ederim” deyip karar metnini yırtmış ve aleyhine hüküm verilmiş kişi lehine kararını degiştirmişti. es-Sâfiî, er-Risâle, s. 450.

Sufyân b. Uyeyne şöyle der: Din âsârdan ibarettir. İbn Abdilberr, Câmi, II, 137

Câbir b. Zeyd den rivayet edildiğine göre o şöyle der: “Sahâbeden bazılarına yetiştim, fetvalarının çogunlugu, Peygamber’in hadîsi idi”demiştir. er-Rabî’ b. Habîb, el-Câmiu’s-Sahîh (Musnedu’l-İmâm er-Rabî’ b. Habîb) Mektebetu’s Sakâfeti’d-diniyye, byy, ty., s. 11(29).

Tâvûs b. Keysân (ö. 106/724), Habib b. Ebî Sâbit’e: “Sana bir hadîs naklettigim zaman, artık o konuda başkasına bir şey sorma!” demiştir.İbn Sa’d, et-Tabakât, V, 539.

Usâme b. Zeyd, Suleymân b. Yesâr’ın (ö. 107/725) “Bir kölede hissesi olan adam, köledeki hissesini azad ederse; kölenin de malı varsa, geri kalanını (diger hisseyi) bu maldan tazmin eder. Eger kölenin malı yoksa geri kalan hisse için kölenin çalısmasını ister (köleyi çalıstırır)” seklinde hüküm verdigini isitir. Suleymân’dan konunun farklı bir yönünü ögrenmek isteyen Usâme ona “eger köle küçük ise (o durumda ne olur)?” diye sordugunda Suleymân onun bu sorusuna cevap vermeyerek “sünnet bu şekilde geldi” şeklinde cevap vermiştir. Abdurrazzâk,Musannef IX, 152 (16721)

Nas olmadığı Konularda Bilmiyorum Demek


Tâvûs’un (ö. 106/724) naklettigine göre Ibn Ömer; “İlim üçtür; Nâtık Kitab, sünnet-i maziye ve bilmiyorum” demiştir. İbn Abdilberr, Câmi, II, 24; el-Hatîb, Târihu Bagdâd, IV, 23; ibn Hazm, el-İhkâm, VIII,30

Kocası müşrik olan bir kadının müslüman olması halinde durumlarının ne olacagı sorusuna Atâ “vallahi bilmiyorum” diyerek karşılık vermiştir. Abdurrazzâk, VII, 174 (12658).

Ögrencisi ibn Cureyc’in, bir hristiyan bir müslümanı kasden öldürdügünde cezasının ne olacagını sordugunda Atâ b. Ebî Rabâh (ö. 114/732), “O konuda bir bilgi yok” diyerek bir ayet bulamadıgını veya bir rivâyet ulaşmadıgını, dolayısıyla cevabı bilemedigini ifade etmiştir. Abdurrazzâk,Musannef X, 103 (18523).

es-Şa’bî’ye (ö. 103/721) dilsiz bir hayvanın kurban edilip edilemeyecegi soruldugunda, hiç bir yorum yapmadan (sanki Allah bilir dercesine) gökyüzüne işaret ettigi rivâyet edilmektedir. Abdurrazzâk, IV, 485 (8566).

Ömer b. Ebî Zâide; “Sorulan sorulara en fazla ‘bilmiyorum’ ya da “Bu konuda bende bilgi (rivâyet) yok’ diyen es-Şa’bî’dir” demiştir. İbn Sa’d, VI, 250; ed-Dârimî, el-Mukaddime, 19 (I, 49, no: 134)

Tâbiûn alimlerinden Atâ b. Ebî Rabâh ve es-Şa’bî dışında Katâde (ö. 118/736), Mekhûl, Kâsım b. Muhammed, Eyyûb es-Sahtiyânî ve Mesrûk (ö. 63/682) gibi alimlerin de rivâyetlerde bir çözüm bulamadıklarında “bilmiyorum” dedikleri rivâyet edilmektedir. Bkz. ed-Dârîmî, el-Mukaddime, 17 (I, 45), 19 (I, 49), 21 (I, 57-58); el-Hatîb, el-Fakîh, II, 173-175, 183; İbn Abdilberr, Câmi, II, 52-55; ez-Zehebî, Siyer, IV, 302, 318; V, 85; VIII, 77; XXV, 228; el-Mizzî, Tehzîb, XXIII, 509.

İbn Cureyc şöyle der: Atâ’ya: Hırsız ilk defa çalarsa ne olur, dedim -Eli kesilir, dedi. ikinci kez çalarsa ne olur dedim. -Ben elinin kesilmesinden baska bir şey bilmiyorum dedi ve Maide suresindeki, “ellerini kesin” kısmını okudu. Ardından da Atâ, “Eger ayaklar da kesilecek olsaydı, Allah onları unutmazdı” dedi. Abdurrazzâk,Musannef X, 184-185 (18758).

Rey ve Kıyas’ın Zemmi


Urve b. ez-Zubeyr’in (ö. 94/712) “Sizden önceki İsrailogulları re’yleri ile hükmettikleri için helak oldular. İşleri yolundaydı. Ne zaman ki aralarında yaşamaya başlayan esirlerin çocukları çıkıp işleri kendi re’yleri ile çözdüler, işte o zaman hem kendileri sapıttı ve hem de başkalarını sapıttılar”. ed-Dârimî, Mukaddime 17 (I, 47; no: 122)İbn Abdilberr, Câmi, II, 136, 138;İbn Hazm, el-İhkâm, VI, 55el-Hatîb, Târîhu Bagdat, XIII, 413-414;İbnu’l-Kayyim,İ’lâm, I, 74.

İbn Vehb’in rivâyet ettigine göre insanların re’yden dolayı içine düştükleri durum ve onların sünnetleri bırakmaları konusu gündeme geldiginde ez-Zuhrî, “Yahûdiler ve Hristiyanlar re’yi türetip ona tabi olmaya başlayınca ellerindeki ilimden sıyrıldılar” demiştir. İbn Abdilberr, Câmi, II, 138; İbnu’l-Kayyim, İ’lâm, I, 74. 78

Eyyûb es-Sahtiyânî’ye “Niçin re’y kullanmıyorsun?” diye sorulunca bunu ilginç bir temsille şöyle anlatmıştır. Merkebe “niçin geviş getirmiyorsun?” demişler o da “boş yere geviş getirmeyi sevmiyorum” diye cevap vermiştir.İbn Abdilberr, Cami, II, 145; İbn Hazm, el-İhkâm, VI, 53.

eş-Şa’bî’ye bir adam gelip bir şey sorar. O da “Bu konuda İbn Mes’ûd şöyle şöyle dedi” der. Adam “Bana kendi re’yini söyle” deyince eş-Şa’bî: “Ne tuhaf adam! Ben kendisine İbn Mes’ûd’dan haber veriyorum, o ise benim re’yimi soruyor. Benim nazarımda dînim kendi görüşümü söylememden daha üstündür. Vallahi bir şarkı söylemem sana kendi re’yimi söylememden daha hayırlıdır” der. ed-Dârimî, el-Mukaddime, 17 (I, 45, no: 109); İbnu’l-Kayyim, İ’lâm, I, 257. Rivâyetteki bazı farklılıklar için bkz. İbn Abdilberr, Câmi, II, 76; el-Hatib, el-Fakîh, I, 183;

eş-Şa’bî şöyle der: “Kur’an, Ruh ve re’y, bu üçü hakkında ölünceye kadar hiçbir şey söylemem”. et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, I, 38.

eş-Şa’bî Re’y kullananlar hakkında “Allah re’ycilere lânet etsin demiştir. el-Mâverdî, Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed, Edebu’l-Kâdî, tahk. Muhyî Hilâl es-Serahân, Matbaatu’l-irsad, Bagdad, 1971, I, 582.

es-Şa’bî “Su eraeyte eraeyte diyen erâiyyûn mescidi benim nazarımda evimin çöplügünden daha kötü hale getirdiler” dediginde “kim bunlar?” diye sorulmuş o da “Hakem b. Utbe el-Kindî (ö. 113/731), Hammâd b. Ebî Suleymân (ö. 120/738) ve ögrencileridir” demiştir. İbn Abdilberr, Câmi, II, 146; el-Hatîb, el-Fakîh, I, 184; İbn Hazm, el-İhkâm, VI, 55; İbnu’l-Kayyim, İ’lâm, I, 258.

eş-Şa’bî “eraeyte, eraeyte (=su konuda görüsün nedir?) sözünden daha çok beni kızdıran (nefret ettigim) bir söz yoktur dedigi rivâyet edilmiştir. ed-Dârimî, el-Mukaddime, 22 (I, 59, no: 199); İbn Abdilberr, Câmi, II, 146; Bir rivâyete göre ise “Allah eraeyte’ye lanet etsin” demiştir. Bkz. İbnu’l-Kayyim, İ’lâm, I, 73.

eş-Şa’bî’ yanında bulununlara: “(Re’y kullananların) Hz. Peygamber’in ashabından anlattıkları şeyi al! Kendi re’y ve görüşleriyle söylediklerine gelince, onların üzerine işe! (diger rivâyette tuvalete at)”demiştir. Abdurrazzâk, XI, 256 (20476) (Ma’mer’in el-Câmî’inden naklen); İbn Kuteybe, Te’vîl, s. 57; el-Hatîb, el-Câmi’, II, 190; a.mlf, Serafu Ashâbi’l-Hadîs, s. 74; İbn Abdilberr, Câmi, II, 32; İbn Hazm, el-_hkâm, VI, 55; İbnu’l-Kayyim, İ’lâm, I, 73; IV, 152, ed-Dârimî, “Hz. Peygamber’in ashabı” kısmını “Hz. Peygamber” seklinde nakletmektedir. Bkz. ed-Dârimî, el-Mukaddime, 23 (I, 60, no: 206).

eş-Şa’bî kendisine nikahla ilgili bir soru soran Sâlih b. Muslim’in yüzüne bakarak, “Sana kendi re’yimi söylersem üzerine bevlet!” dedigi nakledilmektedir. el-Hatîb el-Bagdâdî, Şerafu Ashâbi’l-Hadîs, s. 74; İbn Hazm, el-İhkâm, VI, 52; İbnu’l- Kayyim, İ’lâm, I, 73.

Ebû Hilâl (ö. 167/783) Katâde (ö. 118/736) ile aralarında geçen bir olayı şöyle anlatmaktadır: Bir gün Katâde’ye bir mesele sordum. Bilmiyorum dedi. Kendi reyinle cevap ver dedim. Kırk seneden beri kendi reyimle bir şey söylemedim dedi. Yaşınız kaç dedim? Yaşım ellidir dedi. İbn Sa’d, VII, 229; ed-Dârîmi, Mukaddime, 17 (I, 45, no: 107); ez-Zehebî, Siyer, V, 273; Yûsuf b. Zeki el-Mizzî, Tehzîbu’l-Kemâl, XXIII, 509.

ez-Zuhrî’şöyle der:“Bırakın sünneti yoluna devam etsin; ona reyle sataşmayın.İbn Hazm, el-İhkâm, VI, 55; İbnu’l-Kayyim, İ’lâm, I, 74.

Talebesi ez-Zibirkân’ın naklettigine göre Ebû Vâil (ö. 82/701) kendisini ehl-i re’yle, onun ifadesiyle ashab-ı eraeyte ile, oturmasını yasaklamıştır. ed-Dârimî, Mukaddime, 22 (I, 59; no: 200); İbn Abdilberr, Câmi, II, 146.

İbn Sirin Hadîs rivâyet edince orada bulunanlardan biri “fülân da şöyle şöyle dedi” deyince İbn Sîrîn “Ben sana Hz. Peygamber’den rivâyette bulunuyorum, sen ‘fulân ve fulân şöyle şöyle dedi’ diyorsun! Seninle ebediyyen konuşmayacagım” demiştir. ed-Dârimî, el-Mukaddime, 40 (I, 97; no: 447).

Kâdî Surayh şöyle der: “Sünnet sizin şu kıyasınızın önüne geçmiştir sünnete uyun, bid’at çıkarmayın; çünkü esere yapıştıgınız sürece sapıtmazsınız” Ebû Yûsuf, er-Red ala Siyeri’l-Evzaî, s. 131; İbn Abdilberr, Câmi, II, 137.

İbn Sîrîn şöyle der: “İlk kıyas yapan İblis’tir. Güneş ve aya ancak kıyas yapılarak ibadet edilmiştir” İbn Ebî Seybe,Musannef VII, 253 (35806); ed-Dârimî, Mukaddime, 22 (I, 58; no:195); İbn Abdilberr, Câmi, II, 76; el-Hatîb, el-Fakîh, I, 185; İbn Hazm, el- İhkâm, VIII, 32

eş-Şa’bî şöyle der: “Cehaletin ilim, ilmin de cehalet olmasına az kaldı” ona, bu nasıl olur? diye soruldugunda “biz Peygamber’den gelenlere ve sahâbeden nakledilenlere uyarız; bir takım insanlar ise bunlardan başka bir şeye uyarlar ki, o da kıyastır” el-Hatîb, el-Fakîh, I, 184; ibnu’l-Kayyim, İ’lâm, I, 257.

eş-Şa’bî’ kıyas yapanlara; “Siz eserleri (âsâr) terkedip kıyasa başvurdugunuz zaman helâk oldunuz”demiştir. İbn Abdilberr, Câmi, II, 137.

eş-Şa’bî “Kıyas yapmaktan kaçının! Aksi halde, haramı helal, helalı haram yaparsınız. Bunun yerine Rasûlullah’ın ashabından size ulaşanlardan ezberlediginiz şeylerle amel ediniz demiştir. ed-Dârimî, Mukaddime, 17 (I, 45, no: 110), 22 (I, 59, no: 198); el-Hatîb, el-Fakîh, I, 183-184; İbn Abdilberr, Câmi, II, 137; İbn Hazm, el-İhkâm, VIII, 33; İbnu’l-Kayyim, İ’lâm, I, 255.

eş-Şa’bî’nin (19/640-103/721) rivâyetine göre Kâdî Surayh’la (ö. 78/697) Murâd kabilesinden bir adam arasında geçen tartışmada Şurayh konunun sorgulanmasına ve nedeni üzerinde durulmasına karsı çıkmaktadır. Rivâyet edildigine göre Murâd kabilesinden bir kisi Surayh’a “Parmakların diyeti nedir?” diye sorar. “Tam diyetin yüzde biri” cevabını alınca da küçük parmakla bas parmagı birlestirerek “Sübhanallah! Bunlar hiç esit mi?” diye itiraz eder. Bunun üzerine Surayh “Sübhânallah! Senin kulagın ve elin esit mi? Kulagı saç, takke ve sarık örter; onunki de yarım diyet, elininki de. Yazık sana! Sünnet kıyasınızı geçmistir. Uyun, yeni hüküm aramayın. Esere sarıldıgın sürece sapıtmazsın” der. ed-Dârimî, Mukaddime, 22 (I, 59, no: 204); Surayh’ın “Sünnet kıyasınızı geçmistir. Uyun bid’at çıkarmayın. Esere sarıldıgınız sürece sapıtmazsınız” kısmını el-Evzaî de nakletmistir. Bkz. Siyeru’l-Evzaî, VII, 368 (el-Umm’un içerisinde); Ebû Yûsuf, er-Red ala Siyeri’l-Evzaî, s. 131; İbn Abdilberr, Câmi, II, 137.

Bu olayı anlatan eş-Şa’bî’nin, ögrencisi Ebû Bekr el-Huzeli’ye; “Ey Huzelî! En dindarınız ve beşikteki bebeginiz öldürülmüş olsalar diyetleri eşit mi?” diye sordugu, “Evet” cevabını alınca da “Peki kıyas nerede kaldı?” diyerek, kıyasın anlamsız bir sey oldugunu vurgulamaya çalışmıştır. ed-Dârimî, Mukaddime, 22 (I, 59, no: 204)

eş-Şa’bî şöyle der: “Kıyasçılarla oturup kalkmayın ki helâlı haram ve haramı helal kılmayasınız” el-Hatîb, el-Fakîh, I, 184; İbnu’l-Kayyim, İ’lâm, I, 257.
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
196757_1623759513081_1209289753_31334860_1520754_n.jpg



Naslarla amel etme Rey ve Kıyas’ın Zemmi


Ebû Seleme Basra’ya geldiginde el-Hasan el-Basrî’nin (ö. 110/728) yanına ugramış ve ona: Bana ulaştığına göre sen re’y ile fetvâ veriyormuşsun. Re’y ile fetvâ verme! Verdiğin hüküm ya bir ayet ya da bir hadîs olsun demiştir. ed-Dârimî, Mukaddime, 20 (I, 54, no:165); el-Hatîb, el-Fakîh, II, 163; İbn Hazm, el-İhkâm, VI, 54.

Bir başka rivâyette ise, Ebû Seleme b. Abdirrahman, el-Hasan el-Basrî’ye: “Ey Hasan! Allah’tan kork ve insanlara ya Kur’an’dan bildigin bir şeyle veya salihlerin ve halifelerin sünnet olarak uygulaya geldigi sünnet-i mâziye ile fetvâ ver. Kendi re’yini bir kenara at! demiştir. ed-Dârimî, el-Mukaddime, 20 (I, 54, no: 165); el-Hatîb (el-Fakîh, II, 163)

Ebû Seleme’den nakledilen bu sözü biraz daha ayrıntılı olarak şu şekilde aktarır: “…Bildigin bir Kur’ân ayeti yahut salihlerin ve halifelerin sünnet olarak belirledikleriyle fetva ver; kendi re’yini iyi düşün taşın ve onu at”. İbnu’l-Kayyim ise diğer bazı rivâyetlerde yer alan indirilmiş kitap kısmını nakletmemektedir. Bkz. İ’lâm, I, 74.

es-Şâfiî’nin İbn Ebî Zi’b’ten (ö.159/776) aktardıgına göre Medine kadısı Sa’d b. İbrahim (ö. 127/744-5) bir davada Rabîa b. Ebî Abdirrahman’ın (ö. 136/753) re’yini esas alarak bir anlaşmazlıgı çözmüştü. İbn Ebî Zi’b bu konuda Hz. Peygamber’in farklı hüküm verdigini söyleyince Sa’d, Rabîa’ya “Bu İbn Ebî Zi’b bence güvenilir bir kimsedir. Verdigimiz hükmün Hz. Peygamber’in verdigi hükme uymadıgını söylüyor sen ne dersin?” der. Rabîa ona “Ben ictihad ettim sen de hükmünü verdin (o olay kapandı)” diye cevap verince Sa’d “Ne görülmemiş bir şey! Ümmü Sa’d’ın oglu Sa’d’ın kararını infaz edecegim, Allah Rasûlünün kararını iptal edecegim?! Hayır, ben Ümmü Sa’d’ın oglu Sa’d’ın kararını iptal eder, Allah Rasûlü’nün kararını infaz ederim” deyip karar metnini yırtmış ve aleyhine hüküm verilmiş kişi lehine kararını degiştirmişti. es-Sâfiî, er-Risâle, s. 450.

Sufyân b. Uyeyne şöyle der: Din âsârdan ibarettir. İbn Abdilberr, Câmi, II, 137

Câbir b. Zeyd den rivayet edildiğine göre o şöyle der: “Sahâbeden bazılarına yetiştim, fetvalarının çogunlugu, Peygamber’in hadîsi idi”demiştir. er-Rabî’ b. Habîb, el-Câmiu’s-Sahîh (Musnedu’l-İmâm er-Rabî’ b. Habîb) Mektebetu’s Sakâfeti’d-diniyye, byy, ty., s. 11(29).

Tâvûs b. Keysân (ö. 106/724), Habib b. Ebî Sâbit’e: “Sana bir hadîs naklettigim zaman, artık o konuda başkasına bir şey sorma!” demiştir.İbn Sa’d, et-Tabakât, V, 539.

Usâme b. Zeyd, Suleymân b. Yesâr’ın (ö. 107/725) “Bir kölede hissesi olan adam, köledeki hissesini azad ederse; kölenin de malı varsa, geri kalanını (diger hisseyi) bu maldan tazmin eder. Eger kölenin malı yoksa geri kalan hisse için kölenin çalısmasını ister (köleyi çalıstırır)” seklinde hüküm verdigini isitir. Suleymân’dan konunun farklı bir yönünü ögrenmek isteyen Usâme ona “eger köle küçük ise (o durumda ne olur)?” diye sordugunda Suleymân onun bu sorusuna cevap vermeyerek “sünnet bu şekilde geldi” şeklinde cevap vermiştir. Abdurrazzâk,Musannef IX, 152 (16721)

Nas olmadığı Konularda Bilmiyorum Demek


Tâvûs’un (ö. 106/724) naklettigine göre Ibn Ömer; “İlim üçtür; Nâtık Kitab, sünnet-i maziye ve bilmiyorum” demiştir. İbn Abdilberr, Câmi, II, 24; el-Hatîb, Târihu Bagdâd, IV, 23; ibn Hazm, el-İhkâm, VIII,30

Kocası müşrik olan bir kadının müslüman olması halinde durumlarının ne olacagı sorusuna Atâ “vallahi bilmiyorum” diyerek karşılık vermiştir. Abdurrazzâk, VII, 174 (12658).

Ögrencisi ibn Cureyc’in, bir hristiyan bir müslümanı kasden öldürdügünde cezasının ne olacagını sordugunda Atâ b. Ebî Rabâh (ö. 114/732), “O konuda bir bilgi yok” diyerek bir ayet bulamadıgını veya bir rivâyet ulaşmadıgını, dolayısıyla cevabı bilemedigini ifade etmiştir. Abdurrazzâk,Musannef X, 103 (18523).

es-Şa’bî’ye (ö. 103/721) dilsiz bir hayvanın kurban edilip edilemeyecegi soruldugunda, hiç bir yorum yapmadan (sanki Allah bilir dercesine) gökyüzüne işaret ettigi rivâyet edilmektedir. Abdurrazzâk, IV, 485 (8566).

Ömer b. Ebî Zâide; “Sorulan sorulara en fazla ‘bilmiyorum’ ya da “Bu konuda bende bilgi (rivâyet) yok’ diyen es-Şa’bî’dir” demiştir. İbn Sa’d, VI, 250; ed-Dârimî, el-Mukaddime, 19 (I, 49, no: 134)

Tâbiûn alimlerinden Atâ b. Ebî Rabâh ve es-Şa’bî dışında Katâde (ö. 118/736), Mekhûl, Kâsım b. Muhammed, Eyyûb es-Sahtiyânî ve Mesrûk (ö. 63/682) gibi alimlerin de rivâyetlerde bir çözüm bulamadıklarında “bilmiyorum” dedikleri rivâyet edilmektedir. Bkz. ed-Dârîmî, el-Mukaddime, 17 (I, 45), 19 (I, 49), 21 (I, 57-58); el-Hatîb, el-Fakîh, II, 173-175, 183; İbn Abdilberr, Câmi, II, 52-55; ez-Zehebî, Siyer, IV, 302, 318; V, 85; VIII, 77; XXV, 228; el-Mizzî, Tehzîb, XXIII, 509.

İbn Cureyc şöyle der: Atâ’ya: Hırsız ilk defa çalarsa ne olur, dedim -Eli kesilir, dedi. ikinci kez çalarsa ne olur dedim. -Ben elinin kesilmesinden baska bir şey bilmiyorum dedi ve Maide suresindeki, “ellerini kesin” kısmını okudu. Ardından da Atâ, “Eger ayaklar da kesilecek olsaydı, Allah onları unutmazdı” dedi. Abdurrazzâk,Musannef X, 184-185 (18758).

Rey ve Kıyas’ın Zemmi


Urve b. ez-Zubeyr’in (ö. 94/712) “Sizden önceki İsrailogulları re’yleri ile hükmettikleri için helak oldular. İşleri yolundaydı. Ne zaman ki aralarında yaşamaya başlayan esirlerin çocukları çıkıp işleri kendi re’yleri ile çözdüler, işte o zaman hem kendileri sapıttı ve hem de başkalarını sapıttılar”. ed-Dârimî, Mukaddime 17 (I, 47; no: 122)İbn Abdilberr, Câmi, II, 136, 138;İbn Hazm, el-İhkâm, VI, 55el-Hatîb, Târîhu Bagdat, XIII, 413-414;İbnu’l-Kayyim,İ’lâm, I, 74.

İbn Vehb’in rivâyet ettigine göre insanların re’yden dolayı içine düştükleri durum ve onların sünnetleri bırakmaları konusu gündeme geldiginde ez-Zuhrî, “Yahûdiler ve Hristiyanlar re’yi türetip ona tabi olmaya başlayınca ellerindeki ilimden sıyrıldılar” demiştir. İbn Abdilberr, Câmi, II, 138; İbnu’l-Kayyim, İ’lâm, I, 74. 78

Eyyûb es-Sahtiyânî’ye “Niçin re’y kullanmıyorsun?” diye sorulunca bunu ilginç bir temsille şöyle anlatmıştır. Merkebe “niçin geviş getirmiyorsun?” demişler o da “boş yere geviş getirmeyi sevmiyorum” diye cevap vermiştir.İbn Abdilberr, Cami, II, 145; İbn Hazm, el-İhkâm, VI, 53.

eş-Şa’bî’ye bir adam gelip bir şey sorar. O da “Bu konuda İbn Mes’ûd şöyle şöyle dedi” der. Adam “Bana kendi re’yini söyle” deyince eş-Şa’bî: “Ne tuhaf adam! Ben kendisine İbn Mes’ûd’dan haber veriyorum, o ise benim re’yimi soruyor. Benim nazarımda dînim kendi görüşümü söylememden daha üstündür. Vallahi bir şarkı söylemem sana kendi re’yimi söylememden daha hayırlıdır” der. ed-Dârimî, el-Mukaddime, 17 (I, 45, no: 109); İbnu’l-Kayyim, İ’lâm, I, 257. Rivâyetteki bazı farklılıklar için bkz. İbn Abdilberr, Câmi, II, 76; el-Hatib, el-Fakîh, I, 183;

eş-Şa’bî şöyle der: “Kur’an, Ruh ve re’y, bu üçü hakkında ölünceye kadar hiçbir şey söylemem”. et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, I, 38.

eş-Şa’bî Re’y kullananlar hakkında “Allah re’ycilere lânet etsin demiştir. el-Mâverdî, Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed, Edebu’l-Kâdî, tahk. Muhyî Hilâl es-Serahân, Matbaatu’l-irsad, Bagdad, 1971, I, 582.

es-Şa’bî “Su eraeyte eraeyte diyen erâiyyûn mescidi benim nazarımda evimin çöplügünden daha kötü hale getirdiler” dediginde “kim bunlar?” diye sorulmuş o da “Hakem b. Utbe el-Kindî (ö. 113/731), Hammâd b. Ebî Suleymân (ö. 120/738) ve ögrencileridir” demiştir. İbn Abdilberr, Câmi, II, 146; el-Hatîb, el-Fakîh, I, 184; İbn Hazm, el-İhkâm, VI, 55; İbnu’l-Kayyim, İ’lâm, I, 258.

eş-Şa’bî “eraeyte, eraeyte (=su konuda görüsün nedir?) sözünden daha çok beni kızdıran (nefret ettigim) bir söz yoktur dedigi rivâyet edilmiştir. ed-Dârimî, el-Mukaddime, 22 (I, 59, no: 199); İbn Abdilberr, Câmi, II, 146; Bir rivâyete göre ise “Allah eraeyte’ye lanet etsin” demiştir. Bkz. İbnu’l-Kayyim, İ’lâm, I, 73.

eş-Şa’bî’ yanında bulununlara: “(Re’y kullananların) Hz. Peygamber’in ashabından anlattıkları şeyi al! Kendi re’y ve görüşleriyle söylediklerine gelince, onların üzerine işe! (diger rivâyette tuvalete at)”demiştir. Abdurrazzâk, XI, 256 (20476) (Ma’mer’in el-Câmî’inden naklen); İbn Kuteybe, Te’vîl, s. 57; el-Hatîb, el-Câmi’, II, 190; a.mlf, Serafu Ashâbi’l-Hadîs, s. 74; İbn Abdilberr, Câmi, II, 32; İbn Hazm, el-_hkâm, VI, 55; İbnu’l-Kayyim, İ’lâm, I, 73; IV, 152, ed-Dârimî, “Hz. Peygamber’in ashabı” kısmını “Hz. Peygamber” seklinde nakletmektedir. Bkz. ed-Dârimî, el-Mukaddime, 23 (I, 60, no: 206).

eş-Şa’bî kendisine nikahla ilgili bir soru soran Sâlih b. Muslim’in yüzüne bakarak, “Sana kendi re’yimi söylersem üzerine bevlet!” dedigi nakledilmektedir. el-Hatîb el-Bagdâdî, Şerafu Ashâbi’l-Hadîs, s. 74; İbn Hazm, el-İhkâm, VI, 52; İbnu’l- Kayyim, İ’lâm, I, 73.

Ebû Hilâl (ö. 167/783) Katâde (ö. 118/736) ile aralarında geçen bir olayı şöyle anlatmaktadır: Bir gün Katâde’ye bir mesele sordum. Bilmiyorum dedi. Kendi reyinle cevap ver dedim. Kırk seneden beri kendi reyimle bir şey söylemedim dedi. Yaşınız kaç dedim? Yaşım ellidir dedi. İbn Sa’d, VII, 229; ed-Dârîmi, Mukaddime, 17 (I, 45, no: 107); ez-Zehebî, Siyer, V, 273; Yûsuf b. Zeki el-Mizzî, Tehzîbu’l-Kemâl, XXIII, 509.

ez-Zuhrî’şöyle der:“Bırakın sünneti yoluna devam etsin; ona reyle sataşmayın.İbn Hazm, el-İhkâm, VI, 55; İbnu’l-Kayyim, İ’lâm, I, 74.

Talebesi ez-Zibirkân’ın naklettigine göre Ebû Vâil (ö. 82/701) kendisini ehl-i re’yle, onun ifadesiyle ashab-ı eraeyte ile, oturmasını yasaklamıştır. ed-Dârimî, Mukaddime, 22 (I, 59; no: 200); İbn Abdilberr, Câmi, II, 146.

İbn Sirin Hadîs rivâyet edince orada bulunanlardan biri “fülân da şöyle şöyle dedi” deyince İbn Sîrîn “Ben sana Hz. Peygamber’den rivâyette bulunuyorum, sen ‘fulân ve fulân şöyle şöyle dedi’ diyorsun! Seninle ebediyyen konuşmayacagım” demiştir. ed-Dârimî, el-Mukaddime, 40 (I, 97; no: 447).

Kâdî Surayh şöyle der: “Sünnet sizin şu kıyasınızın önüne geçmiştir sünnete uyun, bid’at çıkarmayın; çünkü esere yapıştıgınız sürece sapıtmazsınız” Ebû Yûsuf, er-Red ala Siyeri’l-Evzaî, s. 131; İbn Abdilberr, Câmi, II, 137.

İbn Sîrîn şöyle der: “İlk kıyas yapan İblis’tir. Güneş ve aya ancak kıyas yapılarak ibadet edilmiştir” İbn Ebî Seybe,Musannef VII, 253 (35806); ed-Dârimî, Mukaddime, 22 (I, 58; no:195); İbn Abdilberr, Câmi, II, 76; el-Hatîb, el-Fakîh, I, 185; İbn Hazm, el- İhkâm, VIII, 32

eş-Şa’bî şöyle der: “Cehaletin ilim, ilmin de cehalet olmasına az kaldı” ona, bu nasıl olur? diye soruldugunda “biz Peygamber’den gelenlere ve sahâbeden nakledilenlere uyarız; bir takım insanlar ise bunlardan başka bir şeye uyarlar ki, o da kıyastır” el-Hatîb, el-Fakîh, I, 184; ibnu’l-Kayyim, İ’lâm, I, 257.

eş-Şa’bî’ kıyas yapanlara; “Siz eserleri (âsâr) terkedip kıyasa başvurdugunuz zaman helâk oldunuz”demiştir. İbn Abdilberr, Câmi, II, 137.

eş-Şa’bî “Kıyas yapmaktan kaçının! Aksi halde, haramı helal, helalı haram yaparsınız. Bunun yerine Rasûlullah’ın ashabından size ulaşanlardan ezberlediginiz şeylerle amel ediniz demiştir. ed-Dârimî, Mukaddime, 17 (I, 45, no: 110), 22 (I, 59, no: 198); el-Hatîb, el-Fakîh, I, 183-184; İbn Abdilberr, Câmi, II, 137; İbn Hazm, el-İhkâm, VIII, 33; İbnu’l-Kayyim, İ’lâm, I, 255.

eş-Şa’bî’nin (19/640-103/721) rivâyetine göre Kâdî Surayh’la (ö. 78/697) Murâd kabilesinden bir adam arasında geçen tartışmada Şurayh konunun sorgulanmasına ve nedeni üzerinde durulmasına karsı çıkmaktadır. Rivâyet edildigine göre Murâd kabilesinden bir kisi Surayh’a “Parmakların diyeti nedir?” diye sorar. “Tam diyetin yüzde biri” cevabını alınca da küçük parmakla bas parmagı birlestirerek “Sübhanallah! Bunlar hiç esit mi?” diye itiraz eder. Bunun üzerine Surayh “Sübhânallah! Senin kulagın ve elin esit mi? Kulagı saç, takke ve sarık örter; onunki de yarım diyet, elininki de. Yazık sana! Sünnet kıyasınızı geçmistir. Uyun, yeni hüküm aramayın. Esere sarıldıgın sürece sapıtmazsın” der. ed-Dârimî, Mukaddime, 22 (I, 59, no: 204); Surayh’ın “Sünnet kıyasınızı geçmistir. Uyun bid’at çıkarmayın. Esere sarıldıgınız sürece sapıtmazsınız” kısmını el-Evzaî de nakletmistir. Bkz. Siyeru’l-Evzaî, VII, 368 (el-Umm’un içerisinde); Ebû Yûsuf, er-Red ala Siyeri’l-Evzaî, s. 131; İbn Abdilberr, Câmi, II, 137.

Bu olayı anlatan eş-Şa’bî’nin, ögrencisi Ebû Bekr el-Huzeli’ye; “Ey Huzelî! En dindarınız ve beşikteki bebeginiz öldürülmüş olsalar diyetleri eşit mi?” diye sordugu, “Evet” cevabını alınca da “Peki kıyas nerede kaldı?” diyerek, kıyasın anlamsız bir sey oldugunu vurgulamaya çalışmıştır. ed-Dârimî, Mukaddime, 22 (I, 59, no: 204)

eş-Şa’bî şöyle der: “Kıyasçılarla oturup kalkmayın ki helâlı haram ve haramı helal kılmayasınız” el-Hatîb, el-Fakîh, I, 184; İbnu’l-Kayyim, İ’lâm, I, 257.


DÖRDÜNCÜ DELİL KIYAS

Kıyasın Tarifi

Kıyas lugatta bir kaç manaya gelir:
"Takdir" manası:
Benzerlerine göre bir şeyin miktarını bilmek. "Kumaşı metre veya zira ile kıyas ettim" demek, "metreye veya ziraya göre onun miktarını öğrendim" demektir.
"İki şeyin arasını maddî ölçülere göre eşitlemek" manası: Meselâ: Bu tahtayı şu tahtayla kıyasladım" demek "bunu onun hizasına getirdim ve denkledim" demek olur.
Kıyas "iki şey arasını manevî olarak eşitlemek" manasına da gelir. "Filan kişi filan ile kıyaslanamaz" demek ilimde fazilette ve şerefte ona eşit olamaz" demek olur.
Usûlcülerin ıstılahında kıyas: Aralarındaki ortak illet dolayısıyla, hakkında nass bulunmayan şer'î hükmü, hakkında nass bulunan bir hükme ilhak etmektir. İlhakın manası var olan hükmü açmak ve ortaya çıkarmak demektir. Zaten yok olan bir hüküm çıkarmak değildir. Çünkü hüküm aslında şer'an sabittir, ancak bunun ortaya çıkması, müctehidin illet vasıtasiyle bunu beyan ettiği vakte kadar gecikmiş olması demektir. Şu halde kıyas var olan hükmü ortaya çıkarır yoktan var etmez. İllet hükmün temelidir. Müctehidin yaptığı, hükmün illetindeki ortaklıklarından dolayı asılda var olan hükmün fer'de de var olduğunu ortaya koymaktan ibarettir.
Yani muayyen bir meselenin hükmü üzerine Kur'an'da veya sünnette bir nass varid olsa veya icmâ bulunsa, sonra müctehid bu hükmün şeriatte meşru kılınmasına sebep olan illeti tesbit etse, sonra aynı illeti hakkında nass bulunan meseleye benzer başka bir olayda bulsa, bu iki olayın o hükümde ortak olduğuna dair zanni galip hasıl olsa hakkında nass bulunmayanı, hakkında nass bulunana ilhak etse işte bu ilhaka "kıyas" denir. Hakkında nass bulunana asıl veya ınakisun aleyh, hakkında nass bulunmayana fer' veya makîs, hükmün meşru kılınmasına sebep olan manaya da illet denir.


Kıyasa misaller çoktur. Bunlardan bazıları şöyledir:

I - Allah (c.c.) "Şarap, kumar, dikili taşlar, fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir, bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz." ayet-i kerimesinde içkinin (hamı) haram olduğunu sarahaten söylemiştir. Hamrtaze üzüm suyundan
elde edilmiş ve kaynatılmamış sarhoşluk veren içecektir. Müctehid bunun haram kılınmasının illetinin aklı gideren sarhoş edici vasıf olduğunu tespit etse -ki şüphesiz bunda insanların arasına düşmanlık ve kin sokmak, içene tıbben tespit edilmiş zararlar vermesi gibi dinî ve dünyevî sağlık ve toplumu ilgilendiren pek çok zararlar vardır- sonra müctehid bu "sarhoş etme" özelliğinin diğer mey va ve hububattan elde edilen içeceklerin içilmesiyle de görüldüğünü tesbit etse -ki bunlara nebiz = şıra denilir- böylece içilmesi haram olması açısından nebiz de şaraba ilhak edilmiş olur. Bu kıyasın rükünleri: Hamr = şarab asıl, nebîz,fer'dir.
Hakkında nass bulunan aslın hükmü: Haram olması, asıl ile fer' yani makîs ile makısun aleyh arasındaki ortak vasıf "sarhoş etmesi" dir.


2- Rasûlullah (s.a.) "Katil miras alamaz" sözüyle katili mirastan men etmiştir. Bunun illeti "vakti gelmeden bir şeyi elde etmede acele etmesi" dir. Do-layisıyle bundan mahrum edilerek cezalandırılır. Bu illet kendisine vasiyet yapılan şahsın vasiyet edeni öldürmesi hadisesinde de mevcuttur, bu sebeple Şa-fiîler hariç cumhura göre bu vasiyet mirastaki öldürmeye kıyas edilerek vasiyetle mal alacak olan şahıs, katil vârisin mirastan menedildiği gibi bu vasiyetten men edilir.

3- Rasûlullah (s.a.) "Biriniz diğerinin pazarlığı üzerine pazarlık, dünürü üzerine dünür yapmasın" hadisiyle dünür üzerine dünürlüğe gitmeyi haram kılmıştır. Bunun illeti müşterinin ve ilk dünürün rahatsız edilmesi, kin ve düşmanlığının kazanılmasıdır. Bu mal satış akdinde olduğu gibi kira ve diğer akidlerde de mevcuttur. Dolayısıyle hükmün illetinde müşterek oldukları için dünür üzerine dünür gitmenin haram olmasına kıyas edilerek bu hareket diğer akidlerde de haram olur.

4- Kur'an-ı Kerîm: "Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığı zaman hemen Allah'ı anmaya koşun ve alış-verişi bırakın" (Cuma: 63/9) ayetinde cuma ezanı okunduğu sırada alış-verişi haram kılmıştır. Bunun illeti alış-verişle meşgul olurken namaz kılamamasıdır. Hanbelîler hariç cumhura göre bu mana kira ve rehin gibi herhangi bir akid ve işde de mevcuttur, dolayısıyle alışverişin nehyine sebep olan illet o akidlerde da bulunduğu için onlar da haram olur

Rukunleri

Kıyas dört rükün üzerine oturur: Asıl, fer', asıl ile fer'i birleştiren vasıf -ki bu illettir-, ve aslın hükmü.


1 - Asıl: Nass veya icmâ ile sabit olan hükme konu olan şeydir. Şaraba kıyas edilerek nebîzin de haram kılınması misalindeki şarap asıldır.

2- Fer': Hakkında herhangi bir nass veya icmâ bulunmayandır ki yukarıdaki misalde bu nebîzdir.

3- İllet: Aslın hükmünün üzerine bina edildiği vasıftır. Yukarıdaki misaldeki "sarhoş etme" vasfı illettir.

4- Aslın hükmü: Asıl hakkında varid olan nass veya icmânın ifade ettiği ve fer'a nakledilmesi istenilen şer'î hükümdür. Geçen misaldeki "şarabın haramlığı" aslın hükmüdür.

Kıyas yolu ile fer'de sabit olan hükme gelince -ki bu, yukarıdaki misalde nebîzin haram olmasıdır- bu kıyasın neticesidir, kıyasın bir rüknü değildir.

Bir başka misalle kıyası şöyle açıklayalım:

Hadis-i şerifte belirtildiği gibi altın, gümüş, buğday, arpa, hurma ve tuz dan ibaret olan altı sınıf mal kendi cinsleriyle takas edildiğinde birinin ölçek miktarı diğerinden fazla olursa faiz olur ve haramdır. Bunlar asıldır. Mısır, pirinç, bakla gibi bu altı sınıfa kıyas edilenler ise fer'dir. Hüküm ise bunlarda faizin haram olmasıdır. İllete gelince: Hanefî ve Hanbelîlere göre illet aynı cins olmasının yanında ölçü veya tartı ile satılır olmalarıdır. Şafiî ve Malikîlere göre ise illet altın ve gümüşte semeniyet (değer ölçüsü), geri kalan dört yenilir maddede ise illet Şafiîlere göre yenilir şey olmaları, Malikîlere göre de aynı cins olmanın yanında depolanıp bozulmadan bekletilebilir olmalarıdır.

Kıyasın Huccet Olması

Kıyasın hüccet olup olmadığında iki meşhur görüş vardır: Cumhura göre kıyas amelî hükümler çerçevesinde şer'î bir hüccettir ve Şeriatın asıllarından biridir. Şer'î deliller arasında dördüncü sırada yer alır. Bunlar kıyası hüccet olarak kabul edenlerdir.
Mu'tezileden Nazzam'a, Şia'dan İmamiyye'ye ve Zahirî mezhebine göre kıyas ahkam için şer'î bir hüccet değildir. Bunlar da kıyası kabul etmeyenlerdir.

Kıyası kabul eden Cumhurun delilleri:


Cumhur, kıyasın hüccet olduğuna dair Kur'an, Sünnet, İcmâ ve makul'-den olmak üzere dört delil getirdiler (Keşfu'l-Esrar. 2/995. el-İhkam, Âmidî: 3/76, İrşaduü'l-Fuhûl: s. 176.)

Kur'anda kıyasın hüccet olduğuna dair pek çok ayet-i kerime vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

1-Ey akıl sahipleri! İbret alın" (Haşr: 59/2), Allah (c.c.) Benî Nadîr ya-hudilerinin inkârlarından, Rasûlullah'a ve müminlere verdikleri sıkıntılardan dolayı başlarına gelenleri haber verdikten sonra "ibret alın" buyurmuştur. Yani "kendinizi onlarla kıyaslayın, onların başına gelen şeyin benzerinin, benzeri bir cezanın sizin başınıza da gelebileceğini unutmayın, çünkü siz de onların yaptıklarının benzerini yaptınız" demektir.
2-Bir şeyde, anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah'a ve Rasûlüne havale edin" (Nisa: 4/94). Hakkında nass bulunmayan meseleyi, hükmün illetinde eşit olmaları sebebiyle hakkında nass buluna meseleye ilhak etmek onu Allah'a ve Rasûlullah'a havale etmektir ki kıyasın manası da işte budur.
3-De ki, anları ilk defa yaratmış olan diriltir" (Yasin: 36/79). Allah (c.c.) bu manayı bizim daha iyi kavramamız için, mahlukatın tamamen yok olduktan sonra tekrar yaratılmasını onun ilk defa yaratılmasına kıyas etti. Çünkü onu yoktan yaratmaya kadir olan öldükten sonra diriltmeye elbette kadir olur, bilakis bu daha kolaydır. İşte bu bir kıyastır.


Sünnetten deliline gelince:

Sünnette hem kavlî hem amelî olarak kıyasa delâlet eden deliller vardır. Kavlî delili: Rasûlullah (s.a.) in kıyasla amel etmeyi tasvip etmesidir. Muaz'ı Yemen'e vali olarak gönderirken ona "Sana bir mesele arzolunduğu zaman nasıl hükmedersin" diye sormuştu. O da "Allah'ın kitabına göre hükmederim. Onda bulamazsam Rasûlullah'ın sünnetine göre hükmederim. Onda da bulamazsam ictihad eder re'yimle hükmederim, elimden gelen gayreti de esirgemem" diye cevap verince Rasûlullah (s.a.) mübarek elini Muaz'ın göğsüne vurarak: "Allah Rasûlünün razı olacağı şekilde muvaffak kılan Allah'a hamdederim" buyurmuştur. Görüşüyle ictihad etmek kıyası da şamildir.

Sahih olarak gelen amelî sünnete gelince: Rasûlullah (s.a.) pek çok meselede kıyas yapmıştır, bazıları şunlardır:

1-Has'am kabilesinden bir adam -bir rivayette kadın Rasûlullah'a gelip: "Babam çok ileri yaşlarında İslâmla müşerref oldu, binek üzerinde duramıyor, hac da üzerine farz oldu, onun yerine haccedeyim mi? Rasûlullah ona: "En büyük çocuğu sen misin?" buyurdular. O da "Evet" dedi. Rasûlullah da ona: "Ne dersin, babanın borcu olsaydı da onun adına sen ödeseydin ödenmiş olur muydu?" dedi. O da "evet" dedi. Rasûlullah ona "O halde onun yerine hac yap" buyurdular. Bu, borcun ödenmesinin vacip olduğu hususunda Rasûlullah'tan sadır olan Allah'a olan borcu kul borcuna benzeten bir kıyastır.

2- Hz. Ömer oruçlu kişinin inzal/boşalma olmadan hanımını öpmesinin hükmünü sordu. Rasûlullah (s.a.) ona "Ne dersin, oruçlu iken su ile ağzını çalkalasan" diye sordu. O da "Bir şey olmaz" dedi. Rasûlullah ona "O halde bu telaş niye" buyurdular. İşte bu, cinsî temasın başlangıcı olan öpmenin su içmenin bir başlangıcı olan ağıza su alma üzerine yapılan bir kıyastır. Zira bunlar herbiri asıl fiile götüren ve orucu bozmayan hareketler almaları bakımından aralarında benzerlik vardır.

3- Fezar kabilesinden bir adam hanımı siyahı bir çocuk doğurunca çocuğu reddetti. Rasûlullah onu ikna için şöyle buyurdu: "Senin develerin var mı?" adam "Evet" dedi. Rasûlullah "Renkleri nedir?" diye sordu. Adam "Kırmızı" dedi. Rasûlullah "İçlerinde boz renkli de var mı?" diye sordu. Adam "Evet" dedi. Rasûlullah "Peki bu nereden geldi?" deyince adam "Belki bir damar çekmiştir" diye cevap verdi. Rasûlullah o zaman "belki bu çocuk da çekmiştir" buyurdular.

İcmâya gelince:
Sahabe tarafından defalarca kıyasla amel edilmiş ve hiç kimseden itiraz gelmemiştir ki bu haber manevî tevatürle sabittir. Dolayısıyla onların bu fiili, kıyasın amel edilmesi vacib olan bir hüccet olduğu üzerinde icmâ ettiklerini gösterir.
Meselâ onlar Hz. Ebubekir'e biat etmek için hilâfeti namazdaki imamete kıyas ederek şöyle dediler: "Rasûlullah Hz. Ebubekir'den dinimiz için razı oldu, biz dünyamız için razı olmayacak mıyız?". Bir kişiyi öldüren bir gurubun hepsine kısas yapılır hükmünü verirken bunu, ortaklaşa bir hırsızlık yapanları hepsinin elinin kesilmesine kıyas ettiler.
Hz. Ebubekir "kelâle" yi çocuk ve babanın dışındaki mirasçılar diye tefsir etti. Çünkü "kelâle" lügatte "yan yol" manasınadır; "kelâle" de bunun gibidir.
Hz. Ömer Ebu Musa el-Eş'arî'ye Basra'ya vali olarak tayin ettiği zaman yargı konusunda ona yazdığı meşhur mektupda şöyle diyordu: "Benzerlikleri iyi bil ve olayları görüşünle (benzerlerine) kıyas et."
Hz. Osman ölen bir kişinin geride dedesi ve kardeşleri kalması halinde kardeşlere miras verilip verilmemesi konusunda Hz. Ömer'e şöyle demişti: "Kendi görüşünle amel eder, dede kardeşleri hacbeder" dersen doğrudur, kendinden öncekilerin görüşlerine tabi olur kardeşleri dedeye ortak edersen... bu ne güzel görüştür.
Hz. Ali: "Aklı başında insanlar nazarında hak mukayese ile bilinir." demiştir.
İbni Abbas, dedenin ölen kişinin kardeşlerini hacbedip mirastan mahrum etmesi meselesini oğlun oğlunun onları hacbetmesine kıyas etmiş ve şöyle demiştir: "Zeyd bin Sabit Allah'tan korkmaz mı? Oğlun oğlunu oğul kabul ediyor da babanın babasını baba kabul etmiyor. Yani dedenin ve kardeşlerin her ikisinin de ölene bir vasıta ile bağlı olmaları konusunda birbirlerine benzediklerini kabul etmediğini ifade ediyor.
Ashabın büyüklerinden sadır olan bu ve benzeri meseleler kıyasın amel edilmesi vacib olan bir delil olduğunu göstermektedir.


Makulden delillere gelence, bunlar çoktur, en mühimleri şunlardır:

1-Dinin bütün hükümleri, aklen anlaşılır, "maslahata riayet" esasına bina edilmiş hükümlerdir. Hükümlerin konulmasındaki nihâî gaye insanların maslahatlarının gerçekleşmesidir. Meselâ iki hâdise mazınne-i maslahat (maslahatı gerçekleştirmesi muhtemel) olan hükmün illetinde eşit olurlarsa Cenabı Hakkın hüküm koymadaki maksadı olan maslahatın hasıl olması için hükümde de eşit olurlar. Maslahatın hasıl olması konusunda müctehidin nazanndaki zannı galip yeterlidir ve o zanla amel etmek vacip olur. İnsan aklının ve sağlığının muhafazası isteniyorsa sadece sarhoş edici şarabı haram kılıp da yine sarhoş edici nebîzi mubah kılmak makul değildir. Aynı şekilde insanların yiyecekleri ve eşyanın bedeli (para) ile oynanmasına mani olmak maksadiyle haram kılman faizi sadece altı sınıf (altın; gümüş, buğday, arpa, hurma, tuz) mala hasredip
meselâ pirinç, darı ve bakla gibi benzerleri yiyeceklerde mubah kılmak makul değildir.


2- Vahiy sona erdiği için Kur'an-ı Kerîm ve Sünnet-i Nebeviyye'nin nas-ları mahduttur. Halbuki hadiseler sınırlı değildir. Sınırlı olan sınırsız olanı kuşatamaz. Hakkın da nass bulunan hükümlerin konulmasına sebep teşkil eden illetler anlaşılıp benzerlerine tatbik edilmedikçe sınırlı olan nasslar sınırsız hadiseleri kuşatamaz. İşte, ortaya çıkan yeni hadiselerin hükmünü öğreten, hüküm koymada bize kaynak olan kıyasın manası budur.

3- Fıtrat-ı selime, akıl ve mantık kıyasla amel edilmesini gerektirir. Zira insanların haksız yere malının yenmesine zulme ve hakka tecavüze sebep olduğu için bir fiili yasak eden insan, içinde zulüm ve haksızlık olan her şeyi o file kıyas eder.Meselâ kokmuş bir yiyeceğin yenmesi veya zehirli içeceğin içilmesi yasaklanmışsa, bundan zaruri olarak kokmuş olan her yiyeceği yemekten, her zehirli içeceği içmekten kaçınmak lazım geldiği anlaşılır.0 takdirde şeriatın her zaman ve mekâna uygun olduğuna ve ebediyete kadar insanların ihtiyacına ve maslahatına cevap vereceğine teminat verebiliriz.

Kıyası Kabul Etmeyenlerin Delilleri:

Şia, Nazzam ve Zahiriyyye mezhebi kıyasın meşru olmadığına şu dört şeyi delil göstermişlerdir. (el-lhkam, İbni Hazm: 2/929, Mulahhasu İbtali'l-Kıyas ve'r-Re'y: s. 43, Usûlus-Serahsî: 2/119, lrşadu'l-Fuhûi. s. 175.)


1- Kur'an-ı Kerîm: Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor: "Biz kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık" (En'am: 6/38) Yani Allah'ın kitabı her şeyi ihtiva etmektedir, dolayısıyle kıyasa ihtiyaç yoktur. Bunun cevabı şudur: Kur'an-ı Kerîm herşeyi ihtiva etmektedir, ancak tafsilatlı şekilde değil anahatlarıyle ihtiva etmektedir.Bunun da delili şudur: Pek çok şer'î hüküm hakkında nass bulunmamaktadır. Bu sebeple Kur'ın-ı Kerîm'in ahkama delâleti ya doğrudan doğruya nassla olur veya bir vasıta ile olur ki bu da kıyastır.
Kıyası kabul etmeyenler ikinci delil olarak şu ayet-i kerimeyi zikrederler: "Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme" (İsra: 17/36) Kıyas da sadece zan ifade ettiğine, kat'î ilim ve yakın ifade etmediğine göre onunla amel etmek nehyedilmiş olmaktadır, hüküm isbat etmek için uygun bir yol değildir, çünkü bu zanna tabi olmaktır.
Buna verilecek cevap şudur: Burada nehyedilen şey akaidde zanna tabi olmadır. Şer'î amelî hükümlere gelince: Alimlerin ittifakıyla burada zan kâfi-ider. Âhad haberlerle, iki kişinin şahitliğini kabul etmek gibi zandan öte bir şey ifade etmeyen şeylerle amel etmekle mükellef oluşumumz buna delildir.


2- Sünnet: Sünnette de kıyasla amel etmeyi nehyeden deliller vardır. Meselâ:
"Bu ümmet bir zaman kitapla bir zaman sünnetle bir zaman da kıyasla amel edecek, işte bunu yaptıkları zaman delâlete düşmüşlerdir." Buna verilecek cevap da şudur: Bu hadisin sahih olduğunu farzetsek dahi, bu muteber olmayan fasid kıyas manasınadır. ( Gerçekten de bu hadis sahih değildir ve delil alınması uygun değildir.)
Fasid kıyas, bir delile dayanmayan veya delile muarız kıyastır. Sahih kıyas ise makbuldür. Sahih kıyas kitap ve sünnete ters düşmeyen, dil kaidelerine uygun, farazî ve tahminî şeylere dayanmayıp bilakis şer'î naslardan istidlal edilen veya meselâ "Masâlih-i mürsele" esasına binaen yapılmış şeriatın ruhuna uygun olan kıyastır.


3- İcmâ: Ashabı kiramdan bazılarının kıyasla ameli zemmetmeleri, onların bu sözlerine karşı diğerlerinin sükût etmesi kıyasın aleyhine bir icmâdır. Meselâ: Hz. Ebubekir"e "Kelâle" nin manası sorulduğunda "Ben Allah'ın kitabı hakkında kıyas ve içtihadımla bir şey söylersem beni hangi yer taşır, hangi sema gölgeler." dedi. Hz. Ömer de: "Sakının kıyas ehlinden, zira onlar sünnet düşmanıdırlar. Hadis ezberlemek zor gelince görüşleriyle (kıyasla) hüküm vererek hem kendileri sapar hem başkalarını saptırırlar" Şu söz de ona aittir: "Sakının mukâyeleden". "Mukâyele nedir?" denildiğinde "mukayesedir" dedi.
Hz. Ali (r.a)'de şöyle demiştir: "Bu din re'y (kıyas) le olsaydı mesheder-ken altını meshetmek üstünü meshetmekten daha uygun olurdu." İbni Abbas da şöyle demiştir: İçinizdeki kurrâlannız ve sâlihleriniz gider, insanlar da cahilleri başa geçirirler, onlar da işleri kendi reyleriyle kıyas ederler."
İşte ashabı kiram, kıyasla ameli kabul etmediler, bunlara itiraz eden de olmadı. O halde bu kıyasla amelin caiz olmadığı üzerinde ashabın icmaldir.


Buna şöyle cevap verilir:
Bu rivayetler sahih değildir. Sahih olsa bile, daha önce zikrettiğimiz kıyasla amelin caiz olduğuna delâlet eden rivayetlere zıttır. Kıyas aleyhindeki bu sözlerin maksadı kıyası reddetmek değil belki nassa veya şeriatın ruhuna dayanmayan görüş ve kavilllere fırsat vermemek veya nassa muhalif olarak yapılmış, sıhhat şartlan bulunmayan fasid kıyas hakkında söylenmiştir. Veya ictihad ehli olmayanlar hakkında veya Kur'an-ı Kerîm'in tefsir edilmesi gibi kıyas cereyan etmeyen hususlarda re'yine göre konuşanlar hakkında söylenmiş sözlerdir. Şer'î nasslara uygun sıhhat şartlan tam olan sahih kıyas ise caizdir, yasak veya reddedilmiş değildir.


4- Ma'kul'den delilleri: Hükümlerin illetini tesbitte görüşler farklı olacağı için kıyas müctehidler arasında niza ve ihtilafa sebep olur. Nitekim ictihadla sabit olan meselelerde durum budur. Bu ise ihtilafın, taâruz ve tenakuzun kaynağıdır. Halbuki dinde taâruz ve tenakuz (çelişki) yoktur. Allah (c.c.) "Niza yapmayın sonra (harpten) korkarsınız da gücünüz gider" (Enfal: 8/46) buyurmaktadır. Buna da şöyle cevap verilir. Burada nehyedilen niza ve ihtilaf, zem edilen tearuz ve tenakuz, akide ve dinin esaslanna veya mesela devlet idaresi ve harp işleri gibi umuma ait işlerdeki niza ve ihtilaftır.
Şer'î amelî hükümlerdeki niza ve ihtilaf ise kaçınılmazdır. Çünkü bunda ne zarar vardır nede mefsedet vardır. Bilakis bu rahmet ve maslahattır ve ümmete genişliktir. Ayrıca şer'an matlub olan içtihadın neticesinde, vahyin kesilmiş olması, her meselede Allah'ın bizzat muradı olan hükmün bilinmesine imkan olmaması, peygamberin dışında hiç kimsenin masum olmaması gibi sebeplerle ihtilaflara düşülmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyle müctehidler ve onların içtihadını taklid eden herkes bu konuda mazurdur.

Kıyasın Şartları

Kıyas sahih olması için kıyasın rükünleri olan asıl, fer', aslın hükmü ve illetten her biri için muayyen şartların bulunması lazımdır.
Asılda aranan şartlar: Asıl, hakkında nas veya icmâ varid olan hükmün mahallidir. Usûlcüler bu asıl hakkında bir takım şartlar zikrederler ki bunlar gerçekte aslın hükmünün şartlandır. (el-ihkam, Âmidî: 3/8; Şerhu'l-Adûd: 2/209; Musellemu's-Subût: 2/200; el-Medhal ilâ Mezhebi Alımed: s. 144. )
Bir şart hariç, sadece asla mahsus her hangi bir şarta rastlamadım. O bir şart da aslın başka bir aslın fer'i olmamasıdır. Çünkü mantık, esas olan asla kıyas ederek hüküm verir, asıl kabul edilen fer'e kıyas ederek değil.
Bu sebebledir ki meselâ "riba'l-fadl"ın haram olması meselesinde her ikisi de yenilecek şeydir diye ayvayı elmaya kıyas etmek sahih olmaz. Çünkü zaten elma kendisi, altı sınıf eşyanın haram olduğuna delâlet eden hadis içinde zikredilen "hurma" ya kıyas edilen bir fer'dir.
Yine aynı şekilde, darının dan ile takas yapılacak satışında birinin fazla olması durumunda faiz olması meselesinde darıyı pirince kıyas etmek sahih olmaz. Çünkü zaten pirinç nassda zikredilen buğdaya kıyas edilerek "riba'l-fadl" câri olur hükmü verilmiş bir fer'dir. Bunun da illeti Şafiîlere göre buğdayın da pirincin de "yenilir" vasfının bulunması, Malikîlere göre "gıda ve (uzun müddet) saklanabilir" olması veya Hanefî ve Hanbelîlere göre "ölçekle satılır" olmasıdır. İkinci asıl olarak kabul edilen pirinç ile buğday arasında illet . birliği olmasına rağmen pirinç üzerine kıyas edilmez. Çünkü bu faydasız bir uzatmadır. Keza her ikisi de "taharet" tir diyerek her ikisinde de niyeti şart kılmak için abdestin teyemmüme kıyas edilmesi sahih olmaz. Çünkü teyemmümde niyetin şart olması hükmü her ikisi de ibadet olması hasebiyle namaza kıyas edilerek verilmiştir. Bu sebeple abdestin teyemmüme kıyası sahih olmaz. Çünkü abdestin teyemmüme kıyasındaki illet ile teyemmümün namaza kıyasındaki illet farklıdır: Birincisinde illet "taharet" ikincisinde "ibadet" tir. İlletin farklı olması birinci kıyası geçersiz kılar. Çünkü hakkında nas bulunan asıl -yani namaz- ile fer' -yani abdest- arasında ortak vasıf bulunmamaktadır. Bu sebeple kıyasın rükünlerinden biri olan illet bulunmadığı için kıyas batıl olur.
Namaz, teyemmüm ve abdest arasındaki ortak vasıf olan "ibadet olma" illet alınacak olsa, yukarıda geçen iki faiz misallerinde de gösterdiğimiz gibi faydasız bir şekilde kıyas uzamış olur. (Vehbe Zuhayli: Fıkıh Usulu)
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Ehli hadis kardeşim; bir şeyi hatalı algılıyorsun. Bu aşağı alıntıladığım yazılarından anlaşılıyor ; bir mesele hakkında Kuran ve sünnette hüküm var iken kıyas yapılır diyen oldu mu ki bunları aktarıyorsun? Cevabını bekliyorum

Ehli_Hadis;188707' Alıntı:
Naslarla amel etme Rey ve Kıyas’ın Zemmi

Ebû Seleme Basra’ya geldiginde el-Hasan el-Basrî’nin (ö. 110/728) yanına ugramış ve ona: Bana ulaştığına göre sen re’y ile fetvâ veriyormuşsun. Re’y ile fetvâ verme! Verdiğin hüküm ya bir ayet ya da bir hadîs olsun demiştir. ed-Dârimî, Mukaddime, 20 (I, 54, no:165); el-Hatîb, el-Fakîh, II, 163; İbn Hazm, el-İhkâm, VI, 54.

Bir başka rivâyette ise, Ebû Seleme b. Abdirrahman, el-Hasan el-Basrî’ye: “Ey Hasan! Allah’tan kork ve insanlara ya Kur’an’dan bildigin bir şeyle veya salihlerin ve halifelerin sünnet olarak uygulaya geldigi sünnet-i mâziye ile fetvâ ver. Kendi re’yini bir kenara at! demiştir. ed-Dârimî, el-Mukaddime, 20 (I, 54, no: 165); el-Hatîb (el-Fakîh, II, 163)

Ebû Seleme’den nakledilen bu sözü biraz daha ayrıntılı olarak şu şekilde aktarır: “…Bildigin bir Kur’ân ayeti yahut salihlerin ve halifelerin sünnet olarak belirledikleriyle fetva ver; kendi re’yini iyi düşün taşın ve onu at”. İbnu’l-Kayyim ise diğer bazı rivâyetlerde yer alan indirilmiş kitap kısmını nakletmemektedir. Bkz. İ’lâm, I, 74.

 
M Çevrimdışı

Mutedeyyin

Guest
selamun aleykum ahiler kıyas hakkında bir kaç sorum olacak.

Önce şunu sormak istiyorum Kuran ve Sünnette bulunmayan (öyle zannedenler) günümüz meselelerinde mesela trafik ışıkları, vergi kanunları, veya gündelik hayatta var olan kural ve kaideler neye göre koyulacak gibi itirazları var? (Bu durumun kıyasla alakalı durumu var mı)

kıyası delil kabul edenler Peygamberimizin ve sahabenin kıyas yaptığını söyleyerek aşağıdaki delilleri getiriyorlar.
1.Sünnet-i seniyyede de kıyasın işletildiği görülmektedir. Mesela, Has'am kabilesinden bir kadın, Hz. Peygambcr'e gelerek şunları söyledi: "Annem haccetmeyi adadı ve haccetmeden öldü. Onun yerine hac yapayım mı?" Hz. Peygamber: "Evet. Onun yerine hac yap. Annenin bir borcu olsaydı onu öder miydin?" buyurdu. Kadın: "Evet" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Alacaklının hakkını Öde. Çünkü hakkı ödenmeye Allah Teala daha lâyıktır"[14] buyurdu.
Burada haccetme, borçlara kıyaslanmıştır. Diğer bir hadis-i şerifte şunlar beyan edilmiştir.
arkadaş bu yazını neresinde kıyas var ben anlamadım Resulullah sav annenin yerine hac yap demiş burdan olsa olsa bir müminin çok isteyip yapamadığı bir ameli geride kalanının yapabileceği çıkar sonunda da resulun sav kadının anlaması için verdiği bir örnek

Sahabeler, Resulullah (sav)'a şunu sordular: "Nasıl olur da bizden birimiz meşru yolda şehvetini giderince hem şehvetini gidermiş olur, hem de sevap alır?" Hz. Peygamber de onlara şunu sordu: "Harama düşseydi günahkâr olur muydu?" Onlar "evet" dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Harama düştüğünde günahı olduğu gibi, helal yolla şehvetini giderdiğinde de sevabı vardır"[15] buyurmuştur. Burada Resulullah, iyi amelin sevaba sebep olacağını, kötü amelin günaha sebep olacağına kıyaskımıştır.
arkadaş burada da ne kıyası var Resulullah hükümleri kıyaslamı koyuyor konu anlaşılsın diye verilen örnek kıyas mı

2-)Sahabe-i Kiram, kıyası delil kabul etmişlerdir. Mesela: Hz. Ebu Bekir'i seçerken dünyevi imamlığını dini imamlığına kıyaslamış ve şöyle demişlerdir: "O'nu, Allah'ın Rasulü dinimiz için seçti de, biz dünyamız için nasıl seç-meyelim?"[19] Hz. Ömer, içki içen adam hakkında istişarede bulunduğu zaman Hz. Ali (r.a), içki içeni fuhuş İftirasında bulunana kıyaslayarak şöyle buyurmuştur: "Kişi içtiğinde sarhoş olur. Sarhoş olunca pervasızca konuşur. Pervasızca konuşunca iftirada bulunur. Dolayısıyla bu kişiye zina iftirasında bulunanın cezası gerekir."[20]

ya din eşittir dünya değilmidir
Hz. Ömer (r.a), Ebu Musa el-Eş'ari'yi Basra'ya vali tayin ettiğinde O'na şunları söylemiştir:

"Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın sünnetinden sana delili gelmeyen meseleler, içini tırmaladığında üzerinde iyice düşün ve anla! Birbirine benzeyen veya birbirinin aynı oian meseleleri İyi tanı. Aralarında kıyas yap."[21]

Ya arkadaş sen rusul dönemine ait kıyas var diyorsun Ortada vahyi var resul var kim ne diye kıyas yapsın

konu hakkında ki görüşüm ise;kıyası kabul etmeyenler olabilir, bir şekilde şeri delirlerde ( kuran sünnet hadis ) her meseleyi buluyorlarsa haklıdırlar ama zannımca bulmadıkları zaman bir şekilde kıyas adı altında olmasa da sonuca kıyasla vardıklarını düşünüyorum. düşünsenize biz eroyinin hükmünü nerden bulacağız

 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
ahi zaten kimse çıkıpta hakkında kesin nas olan bir konuda kıyas yapılır demiyor. kıyası kabul eden cumhurda yukarda konuda eklendi.kıyasın delil olduğuna dair büyük alimlerden sadece bu konu ile ilgili kitaplarda var.

günümüzde bazı hocalar, tefsir haram derler tefsir yok derler, soru sorarsın soruda tefsirin alasını yaparlar, kıyas asla yok derler soru sorarsın kıyasın alasını yaparlar. motomot kimseyi takip etmemek gerek.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
5 - KIYAS


Fıkıh usulü alimleri, iki türlü kıyasın söz konusu olduğunu beyan etmişlerdir.
1. Gerçek anlamda kıyas. Bu, Allah Teala'nın koyduğu kıyastır ve eşit olma anlamınadır. İster mucetehidin dikkatini çeksin, ister çekmesin bu şer'i bir delildir.
2. Mecazi anlamda kıyas. Bu, şer'î hükümler çıkarmak için müctehidlerin başvurdukları kıyastır. Manası, açıklamak ve ortaya çıkarmaktır.

Bunun tarifi şöyledir:
Hükmü belli olmayan bir meselenin hükmünü, hükmü belli olan bir meselenin hükmüne, zor anlaşılan hüküm illetinde ortak oldukları için benzetmektir.
Tariften de anlaşıldığı gibi kıyas, yeni bir hüküm koymak değil, kapalı olan bir hükmü ortaya çıkarmaktır. Ancak kıyasın "illeti" sadece kelimelerden anlaşılabilecek kadar kolay değildir. Çaba harcamaya, aklı kullanmaya ve delilleri incelemeye muhtaçtır. Bu itibarla kıyas, ictihad erbabının yapacağı bir iştir.
Kendisine vasiyet edeni öldüren kişiyi, mirasçısını öldürene benzeterek mirastan mahrum etmek, kıyasa bir misaldir.


Kıyasın Unsurları:


Kıyasın dört unsuru vardır. Bunlar:


1. Asıl Mesele:


Hakkında hüküm bulunan ve kendisine benzetilendir. Verilen misaldeki "mirasçısını öldüren kişi" gibi. Bunun hükmü bellidir, hadisle açıklanmıştır. O da mirastan mahrum edilmiştir.


2. Tâli Mesele:


Hakkında hüküm bulunmayan, hükmü bulunana benzetilmesi istenen meseledir. Misaldeki "kendisine vasiyet edeni öldüren" gibi. Bunun hükmü hakkında herhangi bir nas yoktur.


3. Aslın Hükmü:


Mevcut olan ve hükmü belü olmayan meseleye yansıtılması istenen hükümdür. "Mirastan mahrum olma hükmü" gibi.


4. Sabit İllet:


Bu da asıl meselenin hükmünün temel sebebi ve iki meselenin benzeşme yönüdür. Misalde, "kendisine mal bırakacak şahsı öldürüp yakınlık bağını koparma" hususu gibi.

Kıyasın Sahih Olmasının Şartları:
Kıyasın sahih olması için aslın hükmünde, tâli meselede ve sabit illette bazı şartların bulunması gereklidir.


Aslın Hükmünde Bulunması Gereken Şartlar:


1. Aslın hükmü ya Kitapla veya sünnetle, yahut icma ile sabit olmalıdır.
Kitapla sabit olana misal: "Ey iman edenler içki, kumar, putlar ve fal okları sadece şeytanın işinden birer pisliktirler. Bu pislikten kaçının ki, kurtuluşa eresiniz.[1]
Burada içki anlamına gelen (hanır) kelimesi Hanefİlere göre özellikle üzümden yapılan içkilere isim olarak kullanılmaktadır. Üzümden yapılan içkinin haram olma hükmü Kur'an'la sabittir. Burada kıyasa başvurulur ve üzümden değil de arpa, hurma ve benzeri şeylerden yapılan içkilerin, üzümden yapılana kıyaslanarak haram oldukları hükmüne varılır.[2]

Sünnetle sabit olana misal: "Mirasçısını öldüren katil, öldürdüğü kimseye mirasçı olamaz"[3] hadis-i şerifidir
. Kendisine vasiyet edeni öldüren kişi de kendisine miras bırakanı öldürene kıyaslanmış ve vasiyetten mahrum kalacağı hükmüne varılmıştır. Çünkü her iki meselede de hükme temel sebep olan illet aynıdır. O da, mal bırakacak olanın öldürülmesi ve nankörlük edilmesidir.

İcma ile sabit olan aslın hükmüne, kıyas yapılıp yapılmayacağı alimler arasında ihtilaflıdır:

A. Alimlerin çoğunluğu bunun caiz olduğunu söylemişler, misal olarak da şunu zikretmişlerdir:
Çocuğun malının velayet altına alınması İcma ile sabittir. İcma ile sabit olan bu hükme kıyas yapılarak, çocuğun bizzat kendisinin de velayet altına alınması gerektiği hükmüne varılmıştır. Çünkü, her İki meselede de hükme sebep olan "küçük olma" illeti vardır.
Keza, akıl-bâliğ olan bir insanın mallarında tasarruf hakkına sahip olduğu icma ile sabittir. Evlenme yetkisine sahip olması da malındaki tasarrufuna kıyaslanarak caiz görülmüştür.

B. Diğer bir kısım alimler, icma ile sabit olan bir hükme başka bir hükmün kıyaslanamayacağını beyan etmişler ve "icma yapan müetehidler, kendilerini delil zikretme mecburiyetinde görmemişlerdir. Bu itibarla asıl hükmün illetini bilmek mümkün değildir" demişlerdir.
Tercihe şayan olan ilk görüştür. Çünkü, hükmün illetini bilmek için nas-ların dışında başka yollar da vardır.

C. Asıl meselenin hükmü kıyasla tesbit edilirse, başka bir mesele ona kıyas edilebilir mi? Edilemez mi? Bu husus da ihtilaflıdır:

a. Cumhur ulema "kıyasa kıyas yapılmayacağını, çünkü bunun gereksiz bîr uzatma olacağını ve birinci kıyasın dayandığı hükme ikinci kıyasın da dayandırılabileceğini" söylemişlerdir. Mesela, (hamr) kelimesi üzüm suyundan yapılan içki anlamına alınır da, arpa suyundan yapılan içki ona kıyaslanarak haram olduğu söylenilirse, hurma suyundan yapılan İçkinin arpa suyuna değil, üzüm suyuna kıyaslanması gerekir.

b. Bir kısım Mutezililer, Hanbelî ve Maliki mezheplerine mensup olan bazı alimler, kıyasla tesbit edilen bir hükme başka bir meselenin kıyas edilebileceğini ileri sürmüşlerdir. Bu görüş zayıf görülmektedir.

2. Aslın hükmü, illeti akılla idrak edilebilecek bir hüküm olmalıdır. İçkinin haram oluşu gibi. Çünkü akıl, bu hükmün illetinin "sarhoş etme" olduğunu anlayabilir.
Şayet aslın hükmünün illeti akıl ile idrak edilebilecek bir nitelikte olmayıp, hikmetini ancak Allah'ın bilebileceği "taabbudî"[4] şeylerden ise, buna kıyas yapılması mümkün değildir. Mesela, namaz rekatlarının sayıları, tavafın sayısı, Haceru'l Esved'in öpülmesi ve benzeri şeyler taabbudî şeylerdir. Binaenaleyh, herhangi bir velinin kabrinde bulunan bir taşın Haceru'l Esved'e kıyaslanarak öpülmesi mümkün değildir. Bu hususta Hz. Ömer (r.a), Haceru'l Esved'e hitaben şöyle demiştir: "Ey taş, Allah'a yemin olsun ki, senin zarar ve menfaat veremeyen bir taş olduğunu çok iyi biliyorum. Eğer Rasulul-lah'm seni Öptüğünü görmeseydim ben seni öpmezdim."[5]

3. Aslın hükmü özel bir hüküm olmamalıdır. Aksi takdirde başka hükümler ona kıyaslanamaz. Mesela, "dörtten fazla hanımla evlenme" hükmü, sadece Resulullah (sav)'e mahsustur. Bu hükme kıyas yaparak mü'minlerin dörtten fazla kadınla evlenmelerinin caiz olduğunu söylemek mümkün değildir. Keza, "Peygamberimizin hanımlanyla evlenilmesinin haramhğı ve onların mü'minlerin anneleri olduğu" Peygamberimiz için özel bir hükümdür. Başkalarının hanımlarını Resulullah'ın hanımlarına kıyas ederek evlenilmeleri-nin haram olduğunu söylemek mümkün değildir.


Tali Meselede Bulunması Gereken Şartlar:


1. Tâli mesele hakkında nas bulunmamalıdır. Şayet tali mesele hakkında yapılacak kıyasa ters düşen bir nas veya İcma bulunursa orada kıyas yapıJ lamaz. Çünkü, nas ile beraber içtihada cevaz yoktur. Binaenaleyh, mirasta kızı oğula kıyaslayarak "eşit paylar almalarını" söylemek yersizdir. Zira, şu âyet-i kerimeye ters düşer:
"Allah size evlatlarınızın miras taksimi hususunda erkeklerin paylarının kızların iki katı olmasını emretmektedir."[6]

2. İllet her iki meselede de eşit olmalı. Hükme sebep olan illet asıl mesele İle tâli meselede tam eşit olmalıdır. Aralarında fark bulunmamalıdır. Aksi takdirde kabul edilmeyen "kıyas maal-fârik" (Aralarında fark bulunan meseleleri birbirine kıyas etme) olur. Bu tür kıyaslar avam halk tarafından çokça yapılmakta ve yanlış sonuçlara varılmaktadır. Kediyi arslana kıyaslama gibi.


Sabit illette Aranan Şartlar:



1. İllet Açık Bir Sıfat Olmalıdır.


İllet bulunup-bulunmadığı tesbit edilebilecek kadar "açık bir sıfat" olmalıdır. Sarhoş etme gibi. Binaenaleyh gizli olan sıfatlar, asıl hükmün İlleti kabul edilerek kıyas yapılamaz. Bu sebepledir ki, hükmün illeti, bilinemeyen gizli bir vasıf okluğu yerlerde şeriatın koyucusu yüce Mevlâ o gizli vasfı gösterecek açık bir sıfatı hükme illet göstermiştir. Mesela, bir malın mülkiyetinin intikal etmesinin asıl illeti "tarafların rızası" ve "muvafakatidir." Bunu bilmek mümkün olmadığından taraflardan birinin "satış teklifi ve diğerinin bu teklifi kabulü" razı olduklarını gösteren bir nişane olarak mülkiyetin İntikali İçin yeterli illet sayılmıştır. Keza, kasten bir kişiyi öldürenin cezası kısastır. Ancak, "kastın" bulunup bulunmadığını anlamak mümkün değildir. Bu sebeple "Öldürücü aletle katletme" kastın bulunduğuna bir delil sayılmıştır.

2. Değişmeyen ve Boyutları Belli Olan Bir Sıfat Olmalıdır.


İllet şahıs veya durumların değişmesiyle esaslı bir şekilde değişmeyen ve boyutları belli olan bir sıfat olmalıdır. Mesela, kendisine mal bırakacak şahsı Öldürerek yakınlık bağını koparıp nankörlük etmek, sınırları belli olan ve kişiden kişiye değişmeyen bir sıfattır. Dolayısıyla kıyasa illet sayılabilir. Buna mukabil bir şeyin "zorluğu" kişiden kişiye, durumdan duruma değişebilir. Bu sebeple zorluk sıfatı kıyasa illet olamaz. Mesela, "yolculuk" veya "hastalık" sebebiyle Ramazan orucunun bozulabiîdîği durumlarda asıl illetin "zorluk" olduğunu ileri sürmek ve insanın her zora düştüğünde orucunu bozabileceğini söylemek doğru bir kıyas değildir. Çünkü, zorluk kişiden kişiye, durumdan duruma değişir. Hükümlerin birbirine kıyaslanmasına illet olamaz.


3. İllet, Has Bir İllet Olmamalıdır.


İllet, yalnızca asıl meseleye özgü olmayan, benzeri meselelerde de bulunabilen bir sıfat olmalıdır. Mesela, sarhoş etme, sadece üzüm suyunda değil, diğer maddelerde de bulunabilen bir sıfattır. Buna mukabil yolculuk, sadece misafirde bulunan bir sıfattır. Mukîm bir insanda yolculuk sıfatını arayarak orucunu bozabilmesine hüküm vermek anlamsızdır.


4. İllet, Hükme Dayanak Olmaya Yaraşan ve İnsanlar İçin Fayda Temin Eden Bir Sıfat Olmalıdır:


Mesela, sarhoş etmek, kasden öldürmek ve hırsızlık etmek bu tür sıfatlardandır. Buna mukabil asıl meselede gelişi güzel bulunan faydasız sıfatlar kıyasta hükme sebep sayılamazlar. Mesela, içkinin haram oluşunu boğazı tırmalamasına veya insanlar arasında tartışmaya neden olduğuna yahut "sıvı" oluşuna veya belirli bir "renkte" oluşuna bağlamak mümkün değildir. Keza kısasta da katilin erkek veya kadın oluşunu illet göstermek, kolun kesilmesin de hırsızın zengin oluşunu veya malı çalanın fakir oluşunu illet göstermek doğru değildir.


Kıyasın Sahası:


1. Şafii dahil bir kısım alimler, kıyasın bütün şer'î hükümlerde hatta cezalarda, keffaretlerde, diyetlerde ve istisnai hükümlerde dahi geçerli olduğu görüşündedir. Bu alimler, kıyasın şer'î dayanak olduğunu ortaya koyan delillerin hükümler arasında fark belirtmediklerini söylemişlerdir. Bu itibarla, livata (eşcinsellik) yapanı zina yapana kıyaslayarak buna zina edenin cezasının uygulanacağını, kefen soyanları hırsızlara kıyaslayarak bunlara el kesme cezasının uygulanacağını, kasden birini öldüreni, hata ile birini öldürene kıyaslayarak, kısasın veli tarafından affedilmesi halinde, kasıtlı katile de keffare tin gerektiğini söylemişlerdir.
Yine hurma ağaçlarının üzerinde bulunan hurmaların miktarı tahmin edilerek ağaçlardan toplanıp elde edilen hurma karşılığında satılabileceği, nasla sabit olan istisnai bir hükümdür. Zira ağaçlar üzerinde bulunan hurmaların miktarı belli değildir. Fakat bu alimler, bütün ağaçların üzerinde bulunan meyvelerin, toplanmış olan aynı meyveler mukabilinde miktarı tahmin edilerek satılabileceğini, hurmalara kıyaslayarak caiz görmüşlerdir.[7]

2. Hanefiler ise şu hükümlerde kıyas yapılamayacağını söylemişlerdir:

a. Cezalarda kıyas yapılamaz. Çünkü cezalar, bekâr olarak zina edene yüz sopa, zina İftirasında bulunana seksen sopa vurulması gibi sayısal ölçüler İhtiva etmektedir ve bu ölçüleri sadece akıl İle idrak etmek mümkün değildir. Diğer yandan Hz. Aişe (r.anh) Peygamber efendimiz (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Gücünüzün yettiği ölçüde müslümantardan cezaları düşürün. Şayet bir çıkar yolu varsa suçluyu serbest bırkın. Çünkü, imamın affetmede hata etmesi, ceza vermesinde hata etmesinden daha hayırlıdır.”[8] Hadisten de anlaşıldığı gibi, şüpheli durumlarda cezalar düşürülür. Kıyasla sabit olan bir hükmün şüpheden uzak olmadığı muhakkaktır. Çünkü böyle bir hüküm zan yoluyla tesbit edilir. Binaenaleyh, kesin delillerle tesbit edilen cezaların kıyasa saha olmayacakları şüphesizdir. Buna mukabil "ta'zir" cezasında, asgarî ve azami sınırları belli olmasına rağmen, hakime miktarı takdirde geniş selahiyet tanındığı için, bu tür cezalarda kıyasa başvurulabilir.

b. İstisna sayılan ruhsatlarda da kıyas işlemez. Çünkü bunlar Allah tarafından verilmiş özel müsaadelerdir. Bu müsaadeler başka hükümlere yansıtılamaz. Ağaçlar üzerindeki yaş hurmaları tahmini bir takdirle, elde bulunan hurma karşılığında satma bu özel müsaadelerden biridir. Her ağacın üzerinde bulunan meyve, hurmaya kıyaslanamaz.

c. Keffaretlerde kıyas yapılmaz. Çünkü, kefiaretler de ceza gibidir.

d. Aklın, tek başına hüküm ve teferruat mı idrak edemeyeceği meselelerde de kıyas yapılmaz. Çünkü Allah Teala'nın belirtmediği bir husus, dine sokulmuş olabilir. Mesela, Hacerü'î Esved'e kıyaslanarak herhangi bir kabrin taşı öpülemez.

e. İbadetlerde de kıyasın çemberi genişletilemez. Mevcut olan bir ibadete kıyaslayarak yeni bir ibadet ortaya çıkarmak doğru değildir.

Kıyasın Delil Oluşu:


Kıyasın şer'î delil olup olmadığı hakkında tam bir ittifak yoktur.

1. Kıyası Kabul Eden Ulema:


Cumhur ulema, kıyasın delil olduğunu kabul etmiş ve şunları dayanak olarak göstermiştir:

a. İslâm şeriatının gayelerinden biri de, insanların hayatını düzenlemek, fertlerin ve cemiyetin birbirleriyle olan münasebetlerini tanzim etmek, meşru menfaatlerini gerçekleştirmek ve aralarına fitne-fesadın girmesine engel olmaktır. Bu sebeple İslâm şeriatının hükümleri bir takım hikmetlere dayanmaktadır. Bazen anlaşılması güç olan bu illet, müetehidler tarafından idrak edilir de benzeri meselelere çözüm getirilirse, yüce İslâm şeriatının gayesi gerçekleşmiş olur. Nitekim Allah Teala, Kur'an-ı Kerİm'in bazı yerlerinde gönderdiği hükümlerin hikmetini açıklamıştır. Mesela, kısas cezasının hikmetini açıklayarak şöyle buyurur: "Ey akıl sahipleri, kısasta sizin için hayat vardır.
Gerekir ki, Allah'tan korkasınız."[9] Saldırganlara karşı savaşmanın hikmetini beyan ederek şöyle buyurur: "Artık saldırıya uğrayan mü'minlere, zulmedildîlderi için cihad etme izni verildi. Şüphesiz ki, Allah onlara yardım etmeye elbette kadirdir. "[10]
Diğer bir kısım yerlerde ise, böyle bir açıklama yoktur. Müctelıid, bütün çabasını harcar da hükmün, illetine nüfuz ederse, bunun önünü tıkamanın hiçbir faydası yoktur. Aksine zararı vardır.

b. Kur'an'da kıyasın yapıldığı bir gerçektir. İnsanları ikna etme, verilen delilleri kabullendirme, hükümleri açıklama, birbirine benzeyen şeylerden birinin hükmünün diğeri için de geçerli olduğunu tesbit etme, birbirine benzemeyen şeylerin hükümlerinin ayrı olduğunu açıklama hususunda bizzat Kur'an-ı Kerim'de kıyas yapıldığını görmekteyiz. Mesela, Kur'an-ı Kerim, öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenlere dirilmenin muhakkak gerçekleşeceğini açıklayarak şöyle buyuruyor;
"... İnsan "çürümüş kemikleri kiın diriltecekmîş" der. Ey Muhammed şöyle de: Onları ilk defa yaratan diriltecektir."[11]
Burada Allah Teala, tekrar diriltmeyi ilk yaratılışa kıyaslamaktadır.
Benzerlerin hükmünün birbirleri için geçerli olduğunu tesbit sadedinde de şöyle buyurmaktadır:
"Onlar yeryüzünde dolaşıp kendilerinden önce geçmiş milletlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmazlar mı? Allah onları helak etmiştir. Kâfirler için de aynı akibet vardır."[12]
Âyetle, yaşamakta olan insanların daha önce yaşayan ümmetlere benzedikleri ve onların akibetinin bunlar İçin de geçerli olacağı beyan edilmiştir.
Birbirlerinden değişik oİan şeylerin hükümlerinin farklı olacağı hususunda da şöyie buyurmaktadır:
"Yoksa kötülükleri İşleyenler, hayat ve ölümlerinde tam eşit olarak, iman edip salih amel İşleyenlerle kendilerini bir tutacağımızı mı sanırlar? Ne kötü hüküm veriyorlar."[13]
Burada kötülük işleyenin, iyilik işleyene benzemediği, bu itibarla herbirinin farklı akıbeti olacağı beyan edilmektedir.

c. Sünnet-i seniyyede de kıyasın işletildiği görülmektedir. Mesela, Has'am kabilesinden bir kadın, Hz. Peygambcr'e gelerek şunları söyledi: "Annem haccetmeyi adadı ve haccetmeden öldü. Onun yerine hac yapayım mı?" Hz. Peygamber: "Evet. Onun yerine hac yap. Annenin bir borcu olsaydı onu öder miydin?" buyurdu. Kadın: "Evet" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Alacaklının hakkını Öde. Çünkü hakkı ödenmeye Allah Teala daha lâyıktır"[14] buyurdu.
Burada haccetme, borçlara kıyaslanmıştır. Diğer bir hadis-i şerifte şunlar beyan edilmiştir.
Sahabeler, Resulullah (sav)'a şunu sordular: "Nasıl olur da bizden birimiz meşru yolda şehvetini giderince hem şehvetini gidermiş olur, hem de sevap alır?" Hz. Peygamber de onlara şunu sordu: "Harama düşseydi günahkâr olur muydu?" Onlar "evet" dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Harama düştüğünde günahı olduğu gibi, helal yolla şehvetini giderdiğinde de sevabı vardır"[15] buyurmuştur.
Burada Resulullah, iyi amelin sevaba sebep olacağını, kötü amelin günaha sebep olacağına kıyaskımıştır.

d. Allah Teala bir âyeti celilede, ibret alınmasını emrederek şöyle buyuruyor:
"Kitab ehlinden İnkâr edenleri ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur. Oysa siz onların çıkacaklarını sanmıyordunuz. Onlar da kalelerinin kendilerini Allah'ın azabından koruyacağını sanmışlardı. Ama hiç beklemedikleri bir yerden Allah'ın azabı onları yakalayıverdi. Allah onların kalblerine bir korku saldı da, evlerini bizzat kendi elleriyle ve mü'min-lerin elleriyle yıkıyorlardı. Ey akıl sahipleri bundan ibret alın."[16]
Bu âyeti celilecie Allah, yaptıkları yüzünden Beni Nadir kabilesinin bir cezaya uğradıklarını beyan etmekte ve mü'minlerin bundan ibret almalarını emretinektedir. Böylece mü'minlerin Beni Nadir kabilesi gibi davrandıkları vakit, aynı cezaya uğrayacaklarını bildirmekle kıyasın şer'î delil kabul edileceğine işaret etmekledir.

e. Allah Teala, diğer bir âyet-i kerimede şöyle buyurur:
"Ey iman edenler, Allah'a itaat edin. Peygambere itaat edin ve sizden olan idarecilere de. Eğer Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız aranızda herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düştüğünüz zaman onun hükmünü Allah'a ve Peygambere havale edin. Bu daha hayırlıdır ve netice bakımından da daha güzeldir."[17]
Bu âyet-i kerimede Cenab-ı Hak, anlaşmazlık konusu olan meselenin hükmünün Allah'a ve Rasulü'ne havale edilmesini emretmektedir. Şüphesizki, hükmü belli olmayan bir meseleyi Allah ve Rasulü tarafından hükmü belirlenen benzeri bir meseleye kıyaslamak, işi Allah'a ve Rasulü'ne havale etmek demektir.

f. Hz. Peygamber (s.a.v), Muaz İbn. Cebel'i Yemen'e gönderirken aralarında şöyle bir konuşma geçmişti:
- "Sana bir mesele arzedildiğinde ne yaparsın?" Muaz:
- "'Allah'ın Kitabındakiyle hüküm veririm." Rasuiullah:
- "Ya Allah'ın Kitabında yoksa?" Muaz:
- "Resulullah'ın sünnetiyle hüküm veririm." Resulullah:
- "Resulullah'ın sünnetinde de yoksa?" Muaz:
- "Kendi görüşümle İctihad ederim. Elimden geleni yapmada geri durmam" demiştir. Muaz der ki: "Resulullah göğsüme vurdu ve şöyle buyurdu:
- "Allah'ın elçisinin elçisini Allah'ın ve Rasulu'nün razı olacağı hususa muvaffak kılan Allah'a hamd olsun."[18]
Bu hadis-i şerifte Hz. Peygamber, Muaz'ın görüşüne dayanarak ictihad etmesini kabu! ediyor. Kıyas İse, görüşe dayanılarak yapılan İçtihadın en belirginidir. Dolayısıyla kıyas şer'î bir hüccettir.

g. Sahabe-i Kiram, kıyası delil kabul etmişlerdir. Mesela: Hz. Ebu Bekir'i seçerken dünyevi imamlığını dini imamlığına kıyaslamış ve şöyle demişlerdir: "O'nu, Allah'ın Rasulü dinimiz için seçti de, biz dünyamız için nasıl seç-meyelim?"[19]
Hz. Ömer, içki içen adam hakkında istişarede bulunduğu zaman Hz. Ali (r.a), içki içeni fuhuş İftirasında bulunana kıyaslayarak şöyle buyurmuştur: "Kişi içtiğinde sarhoş olur. Sarhoş olunca pervasızca konuşur. Pervasızca konuşunca iftirada bulunur. Dolayısıyla bu kişiye zina iftirasında bulunanın cezası gerekir."[20]

Hz. Ömer (r.a), Ebu Musa el-Eş'ari'yi Basra'ya vali tayin ettiğinde O'na şunları söylemiştir:
"Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın sünnetinden sana delili gelmeyen meseleler, içini tırmaladığında üzerinde iyice düşün ve anla! Birbirine benzeyen veya birbirinin aynı oian meseleleri İyi tanı. Aralarında kıyas yap."[21]


2. Kıyası Reddeden Ulema:


Mu'tezile fırkasından Nazzam, Zahiriye mezhebi ve Şiiler'den bir fırka kıyasın şeri delil olmayacağını iddia etmişler ve şu fikirleri ortaya atmışlardır:

a. İslâm şeriatı kıyasa muhtaç değildir. Çünkü, naslar bazı şeylerin haram, mendup, mekruh, mubah veya farz olma hükümlerini açıkça beyan etmişlerdir. Açıkça hükümleri beyan edilmeyen şeylerin hükmü ise, Allah Teala'nın gönderdiği şu âyet-t kerimenin genel hükmüne tabi olarak mubahtır.
"Yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratan O'dur..."[22]
Ayrıca nasların bütün hükümleri getirmediklerini söylemek şu âyeti celileye ters düşer:
"... Bugün dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım. Ve din olarak size İslâm'ı seçtim..."[23]
Bu âyet, şeriatın tamamlanmış olduğunu ifade etmektedir. "Kıyasa ihtiyaç vardır" sözü ise şeriatın tamamlanmadığını ve kıyasa muhtaç olduğunu ifade eder.
Görüldüğü gibi kıyası inkâr edenlerin ortaya attığı şüphelerden birincisi budur. Hiçbir müstüman, şeriatın tamamlanmamış olduğunu iddia etmemektedir. Dinin tamamlanmış olması Zahirîlerin İddia ettikleri gibi, bütün teferruatlı hükümlerin naslar yoluyla açıklanmasını gerektirmez. Naslar genel hükümleri beyan ederler. Bunların illetlerini araştırarak ve delalet ettiği manaları İnceleyerek aynı illeti taşıyan çeşitli meselelere uygulamak şeriatın kemaline gölge düşürmez, bilakis kemal ve azametini ortaya koyar.
Buna mukabil, nasların illet ve hikmetini bilmeden sadece dış görünüşlerine bakarak hüküm çıkarmak, şeriatın ve aklın kabul etmeyeceği neticelere sürükleyebilir. Nitekim Zahiriye fırkası bu tür bir hataya düşerek, domuzun artığı ve sidiği, köpeğin sidiği hakkında nas bulunmadığı için, temiz olduklarını, insanın sidiği hakkında nas bulunduğu için necis olduğunu, yine köpeğin sidiğinin temiz olmasına mukabil artığının necis olduğunu, çünkü artığı hakkında delil bulunduğunu, sidiği hakkında İse nas bulunmadığını söy-lemişlerdir.[24]

b. Kıyas, hükmün illetini tayin bakımından tahmine dayanır. Dolayısİyle kıyasa dayanılarak verilen hüküm de tahminidir, kesinlik ifade etmez. Halbuki Allah Teala:
"Kuru zan ise hakdan hiçbir şeyi ifade etmez. "[25]
"Ey İnsanoğlu, bilmediğin bir şeyin ardına düşme..."[26]
"... Bilmediğiniz şeyi Allah'a karşı söylemenizi haram kıldı..."[27] buyurarak zannî şeylerle amel edilmesini yasaklamıştır.
Bu şüphe de tutarsızdır. Çünkü, zannî deliller, itikadı meselelerde yetersizdir. Fıkhı hükümlerde ise ağır basan zannın (Zann-ı Galibin) delil olduğu muhakkaktır. Zan İfade eden haber-i ahadların bu hususta delil sayıldığı malumdur. Kıyası, zanni bir delil olduğu gerekçesiyle reddedenler de bunları delil kabul etmektedir. Aksi takdirde bir çok şer'î hükümlerin tatbik edilmesi imkânsız olur. Yine herhangi bir hakkın isbatında iki erkeğin veya bir erkek İki kadının şahitliği kâfidir. Bunun zan ifade ettiği muhakkaktır. Çünkü şahitlerin yalan söyleme ihtimali her zaman muhtemeldir. Keza, kıble aranırken ağır basan zanna uyarak yön tayin edilir. Bu ve benzeri misaller çoktur. Zahiriye fırkası ve onlara katılanlar, bu zikredilen hususları kabul etmektedirler. Binaenaleyh kıyası, zanni olduğundan reddetmeleri bir çelişkidir.

c. Sahabe-i Kiram, şeriat hususunda kıyası reddetmişlerdir. Hz. Ebu Bekir'e, Nisa Sûresi'nin 12. âyetindeki "kelâte" kelimesinin manası sorulunca şu cevabı vermiştir: "Allah'ın Kitabı hakkında kendi görüşüme göre konuşursam hangi gök beni altında gölgelendirir ve hangi yer beni üzerinde taşır?"[28]
Hz. Ömer (r.a) ise şöyle buyurmuştur: "Görüş sahiplerinden kaçının. Çünkü onlar sünnetlerin düşmanlarıdır. Onlar hadis ezberlemekten acizdirler. Do-layısıyle kendi görüşlerine göre konuşurlar. Hem kendileri sapar, hem de başkalarını saptırırlar."
Abdullah b. Abbas şöyle buyurur: "Kurralarıniz ve salih olanlarınız gider, İnsanlar, hükümleri görüşlerine göre birbirine kıyas eden bir kısım cahilleri önder edinirler."
Bu şüpheler de tutarsızdır. Şayet bu rivayetler doğru ise, İfadelerde geçen "görüş"ten maksat hevâ ve hevesten kaynaklanan görüşlerdir. Din hakkında delilsiz konuşmalardır veya fasid kıyaslara dayanmaktır. Ya da nassın varlığıyla beraber kıyasa başvurmaktır. Heva ve hevesten kaynaklanan görüşü, kıyasa benzetmek kıyas meal tanktır ve isabetsizdir.

d. Birbirine benzeyen meseleleri aynı hükme, birbirinden değişik olan şeyleri değişik hükümlere bağlamaya çalışan kıyasa dayanılarak hüküm koymak mümkün değildir. Çünkü, şeriatın koyucusu, bazen birbirine benzeyen meseleleri farklı hükümlere tabi tutmuş, buna mukabil farklı meselelere de aynı hükmü koyduğu olmuştur. Mesela, "hırsızlık edenin elini kesme" hükmünü koyarken, gasbeden için böyle bir hüküm koymamıştır. '"Çeyrek dinar" çalanın elinin kesilmesi emredüirken, el kesmenin diyetinin "beşyüz dinar" olduğu beyan edilmiştir. Bir insana zina etti iftirasında bulunana, seksen sopa vurulması emredilirken, başkasını küfürle itham edene bu ceza koyulmamıştır. Erkeğin bir nikâh altında dört kadınla evlenmesine İzin verirken, kadına birden fazla evlenmesi yasaklanmıştır.
Diğer yandan, mâlen tazminat bakımından, hataen yapılan suçlarla kas-den yapılan suçları aynı hükme bağlayarak birbirine muhalif olan meseleleri aynı hükme tâbi tutmuştur.

Cumhur ulema, bu şüphelere şu cevapları vermişlerdir:

Hırsızla gasbedenin hükümlerinin değişik oluşu, şer'î bir hikmete dayanmaktadır. O da. hırsız malı gizli aldığı İçin kendisinden sakınmak mümkün değildir. Dolayısıyle ağır cezaya çarptırılmıştır. Buna mukabil, gasbeden malı İnsanların gözü önünde alır. Dolayısıyla, insanların kendisini yakalayarak mazlumun malını geri almaları veya hâkimin huzurunda şahitlik ederek malı ödettirmeleri mümkündür. Bu itibarla hırsızla gasbeden aynı değil farklı suçlulardır.
Çeyrek dinar çalanın elinin kesilmesine mukabil, el kesene beşyüz dinar diyet cezası verilmesi, malların ve organların muhafazası için alınan bir tedbirdir. Çeyrek dinar çalanın eli kesilir ki, kimse hırsızlığa cesaret edemesin. El kesene beş yüz dinar diyet cezası verilir ki, kendisinde başkalarının bedenine saldırma cesareti bulamasın, böylece İnsanların organları emniyet İçinde olsun. Şimdi siz, hırsızla el keseni nasıl aynı şeyler kabul ediyorsunuz?.
Başkasına zina iftirasında bulunana seksen sopa vurulup, kâfirlik iftirasında bulunana bu cezanın verilmemesi ise, şu hikmete dayanmaktadır: İnsanların, zina iftirasında bulunanın yalancı olduğunu bilmeleri güçtür. Çünkü zina gizlice yapılır. Böyle bir iftirada bulunan, iddiasını ispattan âciz kaldığı zaman İftira cezasına çarptırılır. Bu şekilde ırz ve namus korunmuş olur. Başkasını kâfirlikle itham edenin yalancı olduğunu tesbit ise, kolaydır. Çünkü küfür İle itham edilenin davranışları açık ve seçiktir. Öyleki, bir günde veya bir vakit namazda odaya çıkabilir.
Erkeğe dört kadınla evlenme İzni verilirken, kadına böyle bir hakkın tanınmaması son derece hikmetli bir hükümdür. Çünkü kadına böyle bir hak tanınacak olursa, soylar birbirine karıştırılacak, akrabalık bağlan kopacak, insanların birbiriyle boğuşmaları sürüp gidecektir.
Kasden yapılan suç ile hataen işlenen suçların ayrı şeyler olmalarına rağmen "mâlî tazminat" yönünden aynı hükme bağlanmaları hükmün illetinin aynı oluşundan kaynaklanmaktadır. O da, "mevcut olan bir şeyi telef etmektir." Fakat bunların günahlarının farklı olduğu muhakkaktır.


İlleti Bilme Yolları (Mesâlikul-İllet):


Kıyasta, asıl hüküm ile ona kıyaslanan hükümde temel sebep olan İlleti bilmenin çeşitli yollan vardır. Bunları, şu şekilde özetlemek mümkündür:

1. Kitap ve Sünnette Zikredilen Nasla Bilinir. Ancak nassın İlleti açıklama şekli farklıdır.

a. Nas açık ve kesin olarak illeti açıklar. Nitekim şu hadis-i şerifte durum böyledir. "Ben akın eden misafirlerden dolayı, sizlerin kurban etlerini bekletmenizi yasaklamıştım. Bundan böyleyeyin ve biriktirin.”[29]
Hadis-İ şerifte "akın eden misafirlerden dolayı" ifadesi, açık ve kesin olarak etleri depolamanın yasaklanma İlletini belirtmektedir.
Diğerbir hadis-i şerifte "Bir yere girerken izin istemek, nâmahremleri görme mahzurundan kaynaklanmaktadır”[30] buyrulmuştur.
Bu hadiste de "nâmahremleri görme sakıncasından kaynaklanmaktadır" ifadesinin İzin istemenin illeti olduğu açık ve kesin olarak beyan edilmektedir.

b. Nas açıkça fakat kesin olmayarak illeti açıklar. Bunun misali şu âyet-i kerimedir: "Güneş zeval yerine ulaştığı için namazı kıl.."[31]
"Güneş zeval yerine ulaştığı İçin" İfadesi zikredilen namazın farz oluş illetini beyan etmektedir.
Bununla beraber, bu âyet-i kerimenin şu şekilde mânâ ifade etmesi muhtemeldir: "Güneş zeval yerine ulaştığı zaman namazı kıl." Çünkü burada "Li-dulûki" kelimesinin başında bulunan "li" takısı hem -için- hem de, -vakit- manasına kullanılmaktadır. Bu itibarla illet kesin bir şekilde belirtilmemiştir.

c. Nas açıkça değil, işaret yoluyla illeti açıklar. Şu âyette durum budur. "Erkek ve kadın hırsızların... ellerini kesin."[32]
Âyette ellerin kesilme sebebi açıkça beyan edilmemiş, fakat -hırsız- ifadesi, ellerin kesilmesinin illetinin hırsızlık olduğuna işaret etmektedir. Görüldüğü gibi, bu misallerde illet, bizzat kitap ve sünnetin içinde ya açıkça veya İşaretle gösterilmektedir. Bu hükümlere kıyas yapılacak olursa, bu illetlerim gözönünde bulundurulmaları gerekir. Başka illet aranmaz.


2. İllet İcma ile Bilinir.


Hükmün illeti nas ile açıklanmadığı takdirde müctehidler belli bir sıfatın, hükmün illeti olduğu hususunda icma edebilirler. Mesela, çocuğun malının velayet altında bulundurulmasının illetinin, "yaşça küçük olma" meselesi olduğu hakkında müctehidler icma etmişlerdir. Bir kısım müctehidler aynı illetin evlenmede de bulunması sebebiyle yaşı küçük olanın evlendirilmesini, malını muhafazaya kıyaslamışlar ve velayet yoluyla yapılacağını izah etmişlerdir.


3. İllet Hükme Uygun Bir Vasıf Olması Niteliğiyle Bilinir.


Bu bölümde, hükmün illeti ne nas ile açıklanmış, ne de icma ile tayin edilmiştir. Müctehİdin, hükmün vasıflarını İnceleyerek en uygununu illet seçme-siyle belli olur. Mesela nas, "buluğa ermemiş bekâr kız çocuğunun evlendirilmesinin ancak babasının velayeti ile gerçekleşeceğini" beyan etmiştir.
Burada kız çocuğun babasının velayeti altında olması hükmünün İlleti nas ile beyan edilmemiştir. Ancak oıtada hükme illet olmaya müsait İki sıfat vardır. Birisi, "ya§Ça küçük olma," diğeri ise "bekârhk"tır. Hanefiler, -yaşça küçük olma- sıfatını İllet kabul etmiş ve küçük kız çocuğun menfaatlerini bilemeyeceğini, dolayısıyle velisi tarafından sevk ve idare edileceğini ve onun rızası ile evleneceğini söylemişlerdir.
Hanefilerin dışında olanlarsa, burada -bekârlığın- İllet olabileceğini, çünkü evlenmeyenin evlilikle ilgili hususları bilemeyeceğini beyan etmişlerdir ve bekâr kızların, ergenlik çağına erseler bile, ancak babalarının rızasıyla evlenebileceğini belirtmişlerdir Görüldüğü gibi, Hanefiler küçüklüğü, diğerleri İse bekarlığı hükme uygun bir vasıf görmüşlerdir ve her grup uygun gördüğünü illet saymıştır.


Hükmün İlletini Tesbit (Tahrîcu'l-Menât):


Hükmün illeti nass ile açıklanmaz veya İcma yoluyla tesbit edilmez de, bizzat müctehid tarafından hükme uygun bir sıfat seçilirse, bu durumda tahrîcu'1-menât söz konusudur.
Yukarıdaki misalde geçen -küçüklük veya bekârlık- sıfatlarından birini illet olarak kabul etme gibi. Burada müctehid, uygun olan sıfatlardan birini almaktadır. Görüldüğü gibi, müclehidin hükme uygun illet bulması işlemine tahricul menat da denilmektedir.

Hükmün illetini Seçme (Tenkîhu'l-Menât):


Nas, hükmün illetini işaretle ifade eder, orada işaret edilen çokça sıfat bulunur da, nas, belli bir sıfat olduğunu beyan etmezse, müctehid hükme illet olabilecek vasıflar arasından en müsaitini seçerek onun illet olduğunu belirlerse, bu seçme İşlemine -tenkîhu'l-menât- denir. Buna misal olarak şu hadisi zikretmek mümkündür: Sahr b. Hansa, Hz. Peygamber'e geldi:
- "Helak oldum," dedi. Rasululîah (sav):
- "Ne oldu?" dedi. Sahr:
- "Oruç iken hanımımla cinsi münasebette bulundum," dedi. Rasululîah:
- "Azad edeceğin bir kölen var mı?" dedi. Sahr:
- "Hayır," dedi. Rasululîah:
- "İki ay peşpeşe oruç tutabilir misin?" dedi. Sahr:
- "Hayır," dedi. Rasululîah:
- "Altmış fakiri doyurabilir misin?" dedi. Sahr:
- "Hayır," dedi. Resulullah'ın yanında bekledi. Sahabeler, "biz böyle dururken, Hz. Peygamber'e bir ölçekle hurma getirildi. Hz. Peygamber:
- "Soru soran nerede?" buyurdu. Sahr:
- "İşte benim," dedi. Rasululîah:
- "Al bunu (hurmayı), sadaka olarak dağıt," dedi. Sahr,
- "Ey Allah'ın Rasulü, benden daha fazla fakire mi? Allah'a yemin ederim ki, bu şehrin iki vadisi arasında benim ehl-i beytimden daha fakir elıl-i beyt yoktur," dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz güldü, öyle ki azı dişleri bile göründü ve adama:
- "Bunu aile efradına yedir," dedi.[33]

Görüldüğü gibi, burada keffaret cezası hükmüne illet olabilecek birkaç sıfat vardır:

1. Cinsi münasebette bulunanın "bedevî oluşu".
2. "Kendi hammıyla münasebette bulunması."
3."Ramazanda gündüz vakti bir kadınla kasıtlı olarak cima etmesi".
4. "Ramazanda gündüzleyin cima veya başka bir sebeple kasıtlı olarak orucu bozmak."

Burada, Şafii ve Hanbelî mezhebine mensup olanlar üçüncü sıfat olan -Ramazanda gündüzleyin kasıtlı olarak bir kadınla cima etmeyi keffaret hükmünün illeti olarak saymışlar, sadece böyle bir davranışta bulunana keffare-tin gerekli olduğunu söylemişlerdir. Bunlara göre, kasıtlı olarak yeme ve içme, keffareti gerektirmez, sadece kasıtlı cima gerektirir.
Buna mukabil Hanefiler, dördüncü sıfat olan kasıtlı olarak Ramazanda gündüzleyin cima veya başka bir sebeple orucu bozmayı hükmün illeti kabul etmişler, dolayısıyla, Ramazan günü gerek cima, gerekse yemek İçmek gibi kasıtlı bir sebeple orucunu bozana keffarelin gerekli olduğunu beyan etmişlerdir. İşte bu seçme işlemine tenkihu'l-menat denilmiştir.


İlletin Tali Hükümde Olup Olmadığını Araştırma (Tahkîku'l-Menât)


Müctehidin. asıl hükümde İlletin ne olduğunu bilmesinden sonra, o hükme kıyaslanılması istenilen tali hükümde de aynı illetin bulunup bulunmadığını araştırmasına "Tahkîku'l-Menât" denilmektedir. Meselâ adet görmüş bir hanımla ilişkide bulunmamanın illetinin (eziyet) olduğu tesbit edildikten sonra, doğum yapan bir kadında da aynı illetin (eziyet) bulunup bulunmadığını araştırmak tahkîkul menattır.


Sebeb, İllet ve Hikmet Arasındaki Fark


Fıkıh usulü alimleri, sebeb, illet ve hikmet kavramlarının birbirlerine yakın kavramlar olmalarına rağmen aynı şeyler olmayıp farklı şeyler olduklarını belirtmişlerdir.
Bunlar arasındaki farkları şu şekilde özetlemek mümkündür.


1. Sebeb ve İllet ile Hikmet Arasındaki Fark Şudur:


a. Sebeb ve illetten herbiri, şeriatın koyucusu tarafından, hükmün varlığını veya yokluğunu gösteren birer alâmet kılınmışlardır. Çünkü sebeb ve illet açık olan ve değişmeyen sabit sıfatlardır. Hükümlere alâmet olmaları halinde hükümler belli ve istikrarlı olur.
Mesela, Allah Teala şöyle buyuruyor: "... O, sayılı günlerde sizden kim hasta olur veya yolcu olur da orucu tutamazsa, başka günlerde iade eder...”[34]
Allah Teala burada hastalık ve yolculuk sıfatlarını, orucu yiyebilme ruhsatına birer alâmet kılmıştır. Çünkü yolculuk ve hastalık belli şeylerdir ve insandan İnsana değişmeyen sıfatlardır. Böylece her kim yolcu olursa, Ramazanda orucunu yiyebilir. Fakat yolcu olmayan, hasta olmadıkça orucunu yiyemez, velevki üçyüz derece sıcağın karşısında çalışır olsun.

b. Hikmet ise, gizli bir sıfattır ve değişkendir. Bu nedenle, şeriatın koyucusu, hikmeti, hükmün varlığını veya yokluğunu gösteren bir alâmet kılmamıştır. Aksi takdirde hükümler değişken ve istikrarsız olurlardı.
Mesela, Ramazanda orucu yiyebilmenin hikmeti, "zorluktur." Eğer zorluk hükme alâmet kılınsaydı, her iradesi zayıf olan "Ramazanda oruç tutma bana zor geliyor" derdi ve orucu tutmazdı. Böylece hükümlere uymada anarşi ve İstikrarsızlık olurdu.
Keza, ahş-verişin mubah oluşunun sebeb ve illeti, "taraflardan birinin satış teklifinde bulunması, diğerinin ele bunu kabul etmesidir." Bu hal, ahş-verişin geçerli olmasına bir alâmettir.
Alış-verişin mubah olmasının hikmeti ise, "İnsanların ihtiyaçlarını gidermektir."
İhtiyaç meselesi kişiden kişiye değişen ve bilinmesi zor olan bir meseledir. Bu nedenle ahş-verişin mübahlığına alâmet kılınmamıştır.
Yine şuf a (ön alım) hakkının sebeb ve illeti, satılan gayrimenkule komşu olmak veya oıtak olmaktır. Şeriatın koyucusu, komşuluğu ve ortaklığı, şuf a hakkı için birer alâmet kılmıştır. Böylece her kim satılan taşınmaz malın komşusu veya ortağı ise, öncelikle o kişinin onu alma hakkı vardır. Eğer o almazsa diğer insanlara satılabilir.
Şuf a hakkının hikmeti İse, "'zarar görmeyi önlemektir." Zarar görmek, kişiden kişiye değişir. Mesela bazı insanlar muhafazakâr komşu isterken, diğğer bazı İnsanlar liberal bir komşu arzularlar. Satın alanın kim için zararlı ve kim için faydalı olacağı bilinemez.


2. illet ile Sebeb Arasındaki Farka Gelince:


Şeriatın koyucusu, bunlardan herbirini hükmü gösteren bir alâmet kılmıştır. Fakat bunlar farklı şeylerdir. Bu farkın ne olduğu hakkında ise, iki görüş vardır:

A. Fıkıh usulü alimlerinden bir guruba göre, sebeb bir bütün, illet de onun bir parçasıdır. Böylece illetin bulunduğu her yerde sebeb de mevcuttur. Fakat sebebin bulunduğu her yerde İllet bulunmayabilir.
Bunun açıklanması şöyledir:

a. Şeriatın koyucusu'nun hükme alamet kıldığı husus, hükmü etkiliyor ise, (yani akıl o..alametle hüküm arasındaki ilişkiyi idrak edebiliyorsa), böyle bir alamet hem sebebtir, hem de illettir.
Mesela, Ramazanda orucu yeme hükmünün alameti olan "yolculuğun", içkinin haram olma hükmünün alameti sayılan "sarhoşluğun", çocuğun velayet altına alınması hükmünün alameti kabul edilen "küçüklüğün", hükümlerle münasebetleri, akılla idrak edilebilir.
Şöyleki; "yolculukta" zorluk ve meşakket (çile) olması büyük bir ihtimaldir. Bu itibarla orucu yiyebilme ruhsatı, yolcuya münasib olan hükümdür.
Sarhoşluk, aklı ifsad eder. Bu nedenle içkinin haram kılınması buna uygun olan bir hükümdür.
Küçüklük, çocuğun tasarruflarında faydalı ve zararlı olan şeyleri bilemeyeceğini icab ettirir. Bu İtibarla çocuğun velayet altına alınması, çok münasib bir hükümdür.
Görüldüğü gibi akıl, hükümle ona alamet kılınan hususlar arasındaki irtibatı idrak edebiliyor. Dolayısıyla bu türden alametler, hem sebeb hem de illettir.

b. Şayet akıl, hükmün alâmeti İle hüküm arasında bir münasebet bulamı-yorsa, işte böyle alametlere sadece sebeb denir, illet denilemez.
Mesela, Ramazan ayında bulunmak, orucun farz olması hükmünün bir alâmetidir. Burada akıl, Ramazanda bulunmakla orucun farz oluşu arasında herhangi bir münasebet bulamaz. Zira oruç başka aylarda da farz olabilirdi.
Keza, güneşin batması, akşam namazının farz olduğunu gösteren bir alamettir. Ancak akıl, güneşin batmasıyla akşam namazının arasında herhangi bir irtibat kuramaz.
O halde, Ramazanın girmesi ve güneşin batması, birer sebeptirler, fakat illet değildirler.

B. Başka bir kısım fıkıh usulü alimlerine göre ise, her ne kadar sebeb ve illetten herbiri, hükmün varlığını veya yokluğunu gösteren birer alamet İseler de, bunlar birbirinden tamamen ayrı şeylerdir.

a. Aklın hüküm ile alameti arasında İrtibat kurabildiği yerlerdeki alamet, sadece illettir. Yolculuk, sarhoşluk ve küçüklük gibi.

b- Aklın, hüküm ile alameti arasında herhangi bir münasebet bulamadığı yerlerdeki alamet ise, sadece sebebtir. Ramazan ayının gelmesi, güneşin batması v.s.


[1] Maide 90.

[2] Bu yorum Hanefi mezhebine göredir. Diğer nıezhebler lıamr kelimesinin bütün sarhoş edici maddeleri kapsadığı görüşündedir.

[3] Bkz. Ebû Dâuûd, Kit. Diyet, bab: 18, hn: 4564; Tirmizî, Kit. Feraiz, bab: 18, hn: 2109; İbn Mace, Kit. Feraiz, bab: 8, hn: 2735; Darimi, Kit. Feraiz, bab: 41; Müsned İmam Ahıııed c. 1, Sh: 49.

[4] Taabbudî: Hikmeti bilinmeyen ve bilinme imkânı olmayan ibadetler demektir. Ha-cerü'l-Esved'İn öpülmesi gibi.

[5] Buharı, Kit. Hacc, bab: 57; Müslim, Kir. Iiacr, bab: 248-251, hn: 1270; Ebû Dâ-vûd, Kit. Menasik, bab: 46, hn: 1873; Neşet, Kil. Hare, bab: 147-148, hn: 2940; îb-niMace, Kit. Menasik, bab: 27, hn: 2943; Darimi, Kit. Menasik, bab: 42; Muvat-ta, Kit. Hacc. bab: 115; Müsned, İmam Ahıned, c. 1, Sh: 21-26-34-39-46-51-53-54.

[6] Nisa 11.

[7] Bu hususta umumi kaide şudur: Aynı cinsten olan şeyler birbirleriyle bizzat ölçülüp tartılması neticesinde eşit olarak satılabilirler. Aksi takdirde Riba el fadl'a (fazlalık faize) gireceğinden yasaktır. Ancak, Hz. Peygamber, insanların ihtiyaçları sebebiyle ağaçlar üzerindeki yaş hurmaların miktarı tahmin edilerek mevcut olan hurma karşılığında satılabilıııesine izin vermiştir. Bu sebeple, istisnaî bir hükümdür. Haneliler, buna kıyasın caiz olmadığını belirtirken, Şafii ve diğer alimler buna kıyası caiz görmüşlerdir.

[8] Tirmizî,Kit. Hudud, bab: 2, hn: 1424.

[9] Bakara 179.

[10] Hacc 39.

[11] Yasin 78-79.

[12] Muhammed 10.

[13] Casiye 21.

[14] Buharı, Kit. İnsanı, bab: 12; Müslim, Kil. Siyam, bab: 157, lın: 1149; Tirmizî, Kit. Hacc, bab: 85, hn: 929; Nesaî, Kir. Hac, bab: 7; Darimî, Kil. Savnı, bab: 49; Müs-ned, İmam Ahıııed, c: 1, Sh: 239, 240.

[15] Müslim, Kit. Zekat, bab: 53, hn: 1006; Müsned, imanı Ahnıed, c: 5, Sh: 167.

[16] Haşr 2.

[17] Nisa 59

[18] Ebû Dâvûd, Kit. Akdiye, bab: 11. hn: 3592; Tirmizî, Kit. Ahkam, bab: 3, hn: 1327.

[19] Esnevî, c: 4, Sh: 16.

[20] Muvattâ, Kit. Eşribe, bab: 1, h: 2

[21] Mubernd, el-Kâmü c. 1, sh. 7; Suyutî, İcazu'l-Kur'an, sh. 117; İmam Ebu Yusuf, Kitabu'l-Harac Sh. 140.

[22] Bakara 29.

[23] Maide 3.

[24] Bkz. İbn Hazm. el thkam fi Usuli'l Ahkâm, c. 8, sh. 487 ve devamı.

[25] Necin 28.

[26] İsrâ, 36.

[27] A'raf 33.

[28] Bu hususta Darimî, Şa'bi'den şunu rivâyec eder: "Hz. Ebu Bekir'den keiale hakkında soruldu. O da şunları söyledi: Ben, o husus hakkında kendi görüşümü söyleyeceğim. Eğer doğru ise Allah'tan, yanlış İse benden ve şeytandandır. Bana göre keiale, çocuk ve babanın dışında kalandır. Hz. Ömer halife olunca: ben Ebu Bekir'in söylediği bir sözü reddetmeye utanırını, dedi. Darimî, Kit. Feraid. bab: 26.

[29] Neseî, Kit. Dahaya, bab: 37, hn. 4436; Müslim, Kit. Edahi, bab: 28, hn. 1971; Ebû Dâuâd, Kit. Edahi, bab: 10, hn. 2812; Muuatta, Kil. Dehaya, bab: 4, hn. 7.

[30] Buharı, Kit. İstizan, bab: 11; Müslim, Kit. Adab, bab: 41, hn. 2156; Tirmizî, Kit. İstİ'zan. bab: 17, hn. 2708; Müsned, İmanı Ahnıcd, c: 5, Sh: 330

[31] İsra 78.

[32] Maide 38.

[33] Bukârî, Kit. Savın, bab: 30, Kit. Hibe, bab: 11, Kit. Nafaka, bab: 13, Kit. Kefaret, bab: 2-3; Müslim. Kit. Siyam, bab: 81, hn. 1111; Ebû Dâuûd, Kit. Savm. bab: 37, hn: 2390; Tirmizl, Kit. Savm. bab: 28, hn. 724; îbn Mace, Kit. Siyanı, bab: 14, hn. 1671; Müsned, İmanı Alımed, c: II, Sh: 241.

[34] Bakara 184.

(Hasan Karakaya : Fıkıh usulu )
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Hep Zorlama Tevillerle Kıyasa Getirilen deliller Muaz Hadisi ise zayıftır.Biri bir ayet alıyor kendi kafasına göre diyor ki bu kıyasa delildir diğeri bir hadis alıyor diyor ki bu kıyasa delildir her kez farklı bir kulvarda at koşturuyor işine gelen Kur'andan kıyasın varlığına delil getiriyor güya ayet onun Rey'ine göre kıyasa delildir.Nass olmadığı konularda bilmiyorum demek varken yazımda da verdiğim örneklerde de görüldüğü gibi nas olmadığı konularda bilmiyorum demek kişilerin zoruna gidiyor her halde illa o konuda bir şeyler diyecek neden çünkü adı alim bir şey diyemez ise halk onu kınar ve gözden düşer unutmayalım ki her kezde bir nefis var Ey Ulama nas olmayan konuda bilmiyorum demek zorunuza mı gitti de kendi Rey ve Batıl Kıyaslarınızla hüküm verdiniz.Allah ın Kitabı Rasülullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sünneti yetmedimi sizlere Tabiin'den bu konuda kıyasın batıl oluşuna dair bir çok nass varken ve bunlar kıyası yererken sizi buna iten sebeb nedir.elinizde bir nas olmadığı zaman bilmiyorum deseydiniz şimdi insanlar bu kadar ihtilafa düşmezlerdi.Şu Kıyasın Hüccet oluşuna delil getirenlerede hayret ediyorum Bizlerin Yapması gereken Kur an ve Sahih sünneti öğrenmek değilmidir Akide ve Tevhidi konular varken ne diye bununla uğraşırsınız Bir Kendimize bakalım Kaç Ayet biliyoruz Kaç Hadis biliyoruz Bu din Kemale ermiştir Allah Rasülü Tam ve eksizsiz olarak Herşeyi beyan etmiştir.Sahabeye Yeten bizede yeterlidir.Kıyası inkar eden de Dinden çıkacak değildir Hangi Akide kitabında okudunuz Kıyası Red eden hakkında hüküm şudur madem bu kıyas dinden ise bunu red edenin bir hükmü olması lazım değilmidir eğer yoksa demek ki bu önemsiz değersiz batıl ve boş bir şeydir.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Ehli hadis Ehli sunnete uymuyorsun. Halbuku ehli sunnet ehli hadistir. Ve cumhurun görüşü de, delilleri de yukarıda belli iken; mubtela olduğu(!)n kişinin yazısını ehli sunnetin önune geçirebiliyorsun. Anlaşılıyor ki aynı ekoldensin. Bu konuda ısrar etmemen , en azından burada iyi olur.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Ehli_Hadis;188748' Alıntı:
Dinde Delil Kitap ve Sünnettir Cumhur Yada Çoğunluk değildir.

Kur'an'da kıyasın yapıldığı bir gerçektir.



İnsanları ikna etme, verilen delilleri kabullendirme, hükümleri açıklama, birbirine benzeyen şeylerden birinin hükmünün diğeri için de geçerli olduğunu tesbit etme, birbirine benzemeyen şeylerin hükümlerinin ayrı olduğunu açıklama hususunda bizzat Kur'an-ı Kerim'de kıyas yapıldığını görmekteyiz.
Mesela, Kur'an-ı Kerim, öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenlere dirilmenin muhakkak gerçekleşeceğini açıklayarak şöyle buyuruyor;
"... İnsan "çürümüş kemikleri kiın diriltecekmîş" der. Ey Muhammed şöyle de: Onları ilk defa yaratan diriltecektir." (Yasin 78-79)
Burada Allah Teala, tekrar diriltmeyi ilk yaratılışa kıyaslamaktadır.


Benzerlerin hükmünün birbirleri için geçerli olduğunu tesbit sadedinde de şöyle buyurmaktadır:
"Onlar yeryüzünde dolaşıp kendilerinden önce geçmiş milletlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmazlar mı? Allah onları helak etmiştir. Kâfirler için de aynı akibet vardır." (Muhammed 10)
Âyetle, yaşamakta olan insanların daha önce yaşayan ümmetlere benzedikleri ve onların akibetinin bunlar İçin de geçerli olacağı beyan edilmiştir.


Birbirlerinden değişik oİan şeylerin hükümlerinin farklı olacağı hususunda da şöyle buyurmaktadır:
"Yoksa kötülükleri İşleyenler, hayat ve ölümlerinde tam eşit olarak, iman edip salih amel İşleyenlerle kendilerini bir tutacağımızı mı sanırlar? Ne kötü hüküm veriyorlar." (Casiye 21)
Burada kötülük işleyenin, iyilik işleyene benzemediği, bu itibarla herbirinin farklı akıbeti olacağı beyan edilmektedir.




Sünnet-i seniyyede de kıyasın işletildiği görülmektedir.

Mesela, Has'am kabilesinden bir kadın, Hz. Peygamber'e gelerek şunları söyledi: "Annem haccetmeyi adadı ve haccetmeden öldü. Onun yerine hac yapayım mı?"
Hz. Peygamber: "Evet. Onun yerine hac yap. Annenin bir borcu olsaydı onu öder miydin?" buyurdu.
Kadın: "Evet" dedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Alacaklının hakkını Öde. Çünkü hakkı ödenmeye Allah Teala daha lâyıktır" buyurdu. (Buharı, Kit. İnsanı, bab: 12; Muslim, Kil. Siyam, bab: 157, lın: 1149; Tirmizî, Kit. Hacc, bab: 85, hn: 929; Nesaî, Kir. Hac, bab: 7; Darimî, Kil. Savnı, bab: 49; Müs-ned, İmam Ahıııed, c: 1, Sh: 239, 240)
Burada haccetme, borçlara kıyaslanmıştır. Diğer bir hadis-i şerifte şunlar beyan edilmiştir.


Sahabeler, Rasulullah (sav)'a şunu sordular: "Nasıl olur da bizden birimiz meşru yolda şehvetini giderince hem şehvetini gidermiş olur, hem de sevap alır?"
Hz. Peygamber de onlara şunu sordu: "Harama düşseydi günahkâr olur muydu?"
Onlar "evet" dediler.

Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Harama düştüğünde günahı olduğu gibi, helal yolla şehvetini giderdiğinde de sevabı vardır" buyurmuştur. (Muslim, Kit. Zekat, bab: 53, hn: 1006; Musned, imanı Ahmed, c: 5, Sh: 167)
Burada Resulullah, iyi amelin sevaba sebep olacağını, kötü amelin günaha sebep olacağına kıyaskımıştır.


Konu Ehli sunnet tarafından kapanmıştır.
 
Üst Ana Sayfa Alt