Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Islamin Temelleri

U Çevrimdışı

usamezeyd

Üye
İslam-TR Üyesi
İSLAMIN TEMELLERİ

İbn-i Ömer (radıyallahu anhuma) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"İslam beş temel üzerine bina edilmiştir. Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın kulu ve Rasulü olduğuna şahitlik etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve ramazan orucunu tutmak."

1- Rivayetlerdeki Lafız Farklılıkları

Hadisin lafzı Buhari'nin Kitabul İman'da geçen rivayetinin lafzıdır. Bununla beraber İmam Buhari hadisi Kitabut Tefsir'de de rivayet etmiştir. Bu rivayet aşağıda gelecektir.

İmam Müslim hadisi Sahihi'inde 4 farklı senetle getirmiştir. Bu rivayetlerin ikisinin lafzı "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın kulu ve Rasulü olduğuna şahitlik etmek" şeklinde yukarıda vermiş olduğumuz şekilde gelirken birinde "Allah'ı tevhid etmek" şeklinde diğerinde ise "Allah'a ibadet etmek ve O'ndan başkasını inkar etmek" şeklindedir.

Yine Sahihi Müslim'de iki rivayette önce oruc sonra hac zikredilmiş diğer iki rivayette de önce hac sonra oruc zikredilmiştir. Hatta rivayetlerden birinde bir adamın İbn-i Ömer'e "Önce hac sonra oruc olmayacak mı?" şeklinde itirazına karşılık İbn-i Ömer'in "Hayır önce oruc sonra hac. Ben Rasulullah'tan bu şekilde işittim" dediği kaydedilmiştir.

Yine bu rivayetlerin bir tanesinde İbn-i Ömer'e bir adamın "Sen gaza etmiyor musun" demesine karşılık İbn-i Ömer'in "Hayır. Çünkü Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu…" diyerek hadisi rivayet etmiştir. İmam Buhari bu hadisenin tamamını şu şekilde rivayet etmiştir:

Bir adam gelerek İbn-i Ömer'e şöyle der:

"Ey Ebu Abdurrahman! Seni Allah yolumda cihadı terk ederek bir sene haccetmeye ve bir sene de umre yapmaya sevkeden nedir? Halbuki sen Allah'ın cihada nasıl teşvik ettiğini biliyorsun."

İbn-i Ömer der ki: Ey Kardeşim'in oğlu! Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

"İslam beş temel üzerine bina edilmiştir. Allah'a ve Rasulüne iman etmek, beş vakit namaz kılmak, Ramazan'da oruc tutmak, zekat vermek ve haccetmek."

Bu sefer adam "Ey Ebu Abdurrahman! Sen Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın "Mü'minlerden iki gurup…" ve "Onlarla fitne kalkıncaya kadar" dediğini duymadın mı" deyince İbn-i Ömer şöyle cevap verir:

Biz bunu Rasulullah zamanında yaptık. İman ehli çok az idi. Kişi dini uğruna birçok sıkıntıya maruz kalırdı da ya öldürülür ya da kendisine azap edilirdi. Daha sonra Müslümanları sayısı çoğaldı ve hiçbir fitne kalmadı."

Aynı kişi bu sefer İbn-i Ömer'e şöyle dedi:

"O halde Osman ve Ali hakkında görüşün nedir?"

İbn-i Ömer der ki:

"Osman'ı sorarsan sanki Allah O'nu affetmiş gibidir. Ancak sizler Allah'ın onu affetmesinden hoşlanmadınız. Ali'ye gelince O Rasulullah'ın amcasının oğlu ve damadır. (Eliyle işaret ederek) şu gördüğünüz evde onun evidir."

İmam Nevevî Sahihi Müslim şerhinde oruc ve hac ibadetlerinin takdim ve tehiri hususunda "İbn-i Ömer'in hadisi Rasulullah'tan iki şekilde de işitmiş olması muhtemeldir" demiştir. Buna karşılık kendisine itiraz eden kişiyi "Hayır önce oruc sonra hac. Ben Rasulullah'tan bu şekilde işittim" reddetmesini ise iki ihtimale dayandırır. Birinci ihtimale göre İbn-i Ömer Rasulullah'tan hadisi işittiği gibi rivayet etmiş, ancak karşısındaki kişi itiraz edince ona "İlmin olmayan bir konu hakkında itirazda bulunma. Bilmediğin şeye itiraz etme. Tahkik etmedin bir şeye dil uzatma" demek istemiştir. Onun böyle demesi hadisi Rasulullah'tan iki kere işitmiş olmasına engel değildir. İkinci ihtimal ise İbn-i Ömer hadisi iki şekilde de işitmişken haccın önce zikredildiği rivayeti unutmuş olabilir.

İmam Nevevi'nin hadisin rivayetinde geçen lafız farklılıklarına dair sözleri bundan ibarettir. Buna karşılık İbn-i Salah şöyle demektedir:

İbn-i Ömer (Radıyallahu anhuma)'nın Rasulullah'tan işittiği şekilde muhafaza etmesi ve bunun aksini reddetmesi "vav" harfinin tertip ifade ettiği görüşünü savunan Şafi fakihlerinden bazılarının ve yine şaz kabul edilebilecek sayıda nahivcilerin mezhebidir. Ancak cumhura göre –ki tercih olunan görüş budur- "vav" harfi tertip ifade etmez. Buna göre İbn-i Ömer'in bu şekilde hareket etmesinin sebebi "vav" harfinin tertip ifade etmesi sebebiyle değil bilakis Ramazan orucunun hicretin ikinci senesinde farz kılınması, haccın ise hicretin altıncı ya da dokuzuncu yılda farz kılınmasındandır. Doğal olarakda önce farz kılınanın, sonra farz kılınandan evvel zikredilmesi daha uygundur. İbn-i Ömer'in hadisi Rasulullah'tan işittiği gibi muhafaza etmesinin sebebi budur.

Haccın önce geçtiği rivayete gelince, Arapça'da öncelikli ya da daha önemli olanın sonraya bırakılması çokça vaki olduğu için mana olarak rivayeti caiz gören ravilerden birisi tasarrufta bulunmuş, bununla beraber İbn-i Ömer'in bu şekilde bir tasarrufu yasakladığını duymamış olabilir. Meseleyi bu şekilde iyice anla. Zira bu sorun alimler tarafından açıklandığını görmediğim sorunlardan bir tanesidir."

İbn-i Salah'ın bu açıklamasını ise İmam Nevevi kabul etmemiş, rivayetlerin her ikisinin de sahih olduğunu, mana olarak aralarında bir muhalefetin olmadığını, bu tip yerlerde takdim ve tehir kapısını ravinin tasarrufuna bırakmanın hem ravilere hem de rivayetlere gölge düşüreceğini, bunun getireceği zararın ise zahir olduğunu belirtmiştir.

Hafız İbn-i Hacer el-Askalanî ise İmam Nevevî'nin açıklamalarını isabetli görmemiş, buna karşılık rivayetlerde ravilerden kaynaklanan bir takdim ve tehirin olduğu görüşünü savunmuştur. Bunu ise öncelikle sahabi dışında diğer ravilere unutkanlık isnat etmenin, sahabiye unutkanlık isnat etmekten daha evla olmasına bağlamıştır. Bununla beraber Hafız İbn-i Hacer (rahimehullah) bir başka rivayette zekatın oructan önce zikredildiğini belirterek "Acaba İbn-i Ömer hadisi Rasulullah'tan üç kere işitti denilebilir mi? Bu gerçekten uzak bir görüştür" demiş ve hadisin manen rivayetinden dolayı ravilerin takdim ve tehire gittiği görüşünü tercih etmiştir.

2- İslam Beş Temel Üzerine Bina Edilmiştir

Hadis İmam Nevevî (rahimehullah)'ın da belirttiği üzere İslam'ın bütün rukûnlarını bir arada toplaması açısından önemli bir asıldır Hadis İslam'ın beş rukûn üzerine bina edildiğine delalet etmektedir. Ki bu da İmam Buhari'nin İman ile İslam'ı eşanlamlı gördüğüne delalet eder.

İslam bir bina gibidir. Bu beş şeyde binayı ayakta tutan direkler ve rukûnlar mesabesindedir. Nitekim Muhammed bin Nasır el-Mervezî hadisi "İslam beş direk üzerine bina edilmiştir" şeklinde rivayet etmiştir.

Hadisi şerifteki temsil ile anlatılmak istenilen şudur: İslam bir bina ve bu beş esas da binayı ayakta tutan temel direklerdir. Bunlar olmadan bina ayakta duramaz. İslam'ın geriye kalan özellikleri ise binayı tamamlayıcı unsurlardır. Bunlardan birisi eksik olduğunda, bina ayakta durabilir ve bunların eksikliği ile bina çökmez. Fakat saydığımız bu temel esasların eksikliği ile bina ayakta kalamaz, bunların eksikliği ile İslam binasının çökmesi kuşku götürmez bir gerçektir. Sadece şehadetin yani Allah ve Rasulüne imanın yok olmasıyla da İslam binası yıkılır.

İslam'ın bu beş esasını gerekli şartlarına uyarak her kim yerine getirirse, bu kişi kabul ve övgüye nail olur. Ancak bazısını yerine getirip bazılarını terk edenlere gelince aynı şekilde övgü ve rızaya erişemezler. terk ettikleri amellerden dolayı ceza görürler. İşledikleri amellerin sorumluluklarından kurtulurlar, aynı zamanda işledikleri ameller sebebiyle sevap kazanırlar.

Burada şöyle bir soru sorulabilir: "Neden Cibril hadisinde olduğu gibi Nebilere, Meleklere ve diğer şeylere iman burada zikredilmemiştir?" Hafız İbn-i Hacer bu soruya "Zira hadiste geçen şehadet ile kastedilen Rasulullah'ın getirdiği her şeye iman etmektir. Bu da zikredilen her şeye inanmayı gerekli kılar" şeklinde cevap verir. Bu herhangi bir şeyin kendisinden bir parça ile isimlendirilmesi gibidir. Nitekim kişi "Ben Elhamdu'yu okudum" derse Fatiha Suresi'ni okuduğu anlaşılır. Aynı şekilde Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in risaletine şahitlik etmek O'nun getirdiği her şeye iman etmeyi gerekli kılar.

3- Şehadet

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) İslam binasının üzerine kurulduğu direklerden bir tanesinin "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın kulu ve Rasulü olduğuna şahitlik etmek" olduğunu buyurmuştur. Nitekim şehadet kelimelerinin "Ben şehadet ederim ki" şeklinde başlaması burada şehadetin anlamı üzerinde durmamızı gerekli kılmaktadır. Acaba bu şahitlik nasıl gerçekleşir. Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik edebilmek için gerekli şahitlik şartları nelerdir?

“Şahit bilen ve bildiğini söyleyen demektir. Müezzin’in Eşhedü En La İlahe İllallah demesi La İlahe İllallah’ı biliyorum ve bunu da insanlara açıklıyorum demektir.”

“Şehadet, şahitlik eden kişinin şahitlik ettiği şeyleri bilmesini, bu şehadeti açıklamasını ve şehadetinde doğruyu söylemesini gerektirmektedir. Bu şartlar tahakkuk etmezse o zaman bu şehadet şahitlik sayılmayacaktır.”

“Şehadetin dört mertebesi vardır:

1-) İlim, mağrifet (bilgi) ve itikad/iman mertebesidir. Bununla hakkında şahitlik yapılan şeyin sıhhat ve doğruluğu, sabitliği ortaya çıkmaktadır.

2-) Bunları konuşması dile getirmesi.

3-) Şahit olduğu şeyi bir başkasına bildirmesi, haber vermesi, onun için açıklamasıdır.

4-) Onun kapsamı ve içeriği ile ilzam etmesi, yapmayı gerekli kılması, o şeyi emretmesidir.”

Allahü Teala şöyle buyurmaktadır:

“Onların Allah'ı bırakıp da ibadet ettikleri şeyler şefaat hakkına sahip değillerdir. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler müstesna” (43, Zuhruf/86)

Allahü Teala, kıyamet gününde şefaat hakkına ancak bilerek şahidlik edenlerin sahip olduklarını bildirmektedir.

“-Ancak hakka bilerek şahitlik edenler müstesna.- Yani ilim ve basiretle gerçeğe şehadet edenler bunun dışındadırlar.”

“Yani La İlahe İllallah şehadetini ancak bilerek söyleyenler şefaat ederler. Allah’ın izniyle melekler, nebiler ve salih kimseler ancak La İlahe İllallah şehadetini bilerek, anlayarak, ve iman ederek söyleyenlere şefaatci olabilirler. Eğer Allah onlara şefaat izni verirse bu kimseler, La İlahe İllallah’ın manasını bilmeden, sadece babalarını ve şeyhlerini taklid ederek söyleyenlere asla şefaatci olmazlar.”

Kurtubi bu ayetin tefsirinde “bunlar ancak hak ile şehadet edenlere, ilim ve basiret üzere iman eden kimselere şefaat edebilirler. Bu açıklamayı Said İbn-i Cübeyr ve başkaları yapmıştır. Said İbn-i Cübeyr buradaki hak ile şehadetin La İlahe İllallah olduğunu söylemiştir” diyerek “şehadet ancak bilgiye dayanarak yapılmalıdır” başlığını atmış ve şöyle demiştir:

“Hak ile şehadet ancak bilgi ile birlikte olması halinde fayda verir. Bilerek lafzı şahidlik ettikleri hususun gerçeğini bilmeleri demektir.”

Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın kulu ve Rasulü olduğuna şahitlik etmek yakîni bir bilgiyi, bütün duyularla, reddedilmesi ve kabul edilmesi gereken hususlara vakıf olmayı, iç ve dış duyularla bu kelimenin gereklerini kapsamı altına almayı, bu bilinen şeyleri dile getirerek açıklamayı, hem söylemde hem de pratik hayatta şehadet edilen esaslara tam bir itaat ve teslimiyeti gerektirmektedir. Bu şartlar yerine getirilmeden Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik etmek yalancı bir şahitlikten başka bir şey olmayacaktır.

4- Namazın Terki

İslam binasının temel direği mesabesinde olan "şehadetin dışında diğer dördüne gelince… Acaba bunların tamamının ya da birisinin zevali ile İslam ismi de zail olur mu olmaz mı? Ya da namaz ile diğer (üç) amel arasında bir fark var mıdır? Yine İslam isminin zevali sadece namaz ve zekatin zail olmasına mı hastır? Ulema bu konularda ihtilaf etmiştir ki bu ihtilaf meşhudur.

İmam Ahmed bin Hanbel (rahimehullah) ve hadis ehli alimlerin çoğu namazı terk edeni tekfir etmişlerdir. Mürcie mezhebinin "Bu dört esası kabul etmekle beraber bunları terk eden kimseleri tekfir etmeyiz" demelerine karşılık İshak bin Rahaveyh (rahimehullah) namazın terkinin küfür olduğun hususunda hadis ehlinin icma ettiğini söylemiştir. Süfyan bin Uyeyne (rahimehullah) şöyle der:

Mürcie mezhebi, farzları terk etmeyi tıpkı haramları işlemek gibi bir günah olarak kabul eder. Oysa bir farzı terk etmekle bir haramı işlemek aynı değildir. Kasten bir haramı işlemek, onu helal saymadıkça bir masiyettir. Halbuki bilgisizlik ve özür dışında bir farzı terk etmek küfürdür. Burada küfürden maksat, nankörlük manasında küfürdür. Tıpkı İblis'in ve Yahudi alimlerinin küfrü gibi. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in bildiği gibi onlar, farzları bildikleri halde yerine getirmiyorlardı."

Namazı terk eden kimsenin küfrüne şu hadisler delildir:

“Kişi ile küfür ve şirk arasında namazı terk vardır.”

“Küfür ile iman arasında namazı terk vardır.”

“Bizimle onlar arasındaki ahid namazdır. Kim namazı terk ederse, kafir olur.”

Ömer bin Hattab (radıyallahu anh) şöyle der: “Namazı terk edenin, İslamdan bir payı yoktur.”

İbn-i Mes’ud (radıyallahu anh) şöyle der: “Namazı terk edenin dini yoktur.”

Ebu’d-Derda (radıyallahu anh) şöyle der: “Namazı olmayanın imanı yoktur, abdesti olmayanın da namazı yoktur.”

Ali bin Ebi Talib (radıyallahu anh) şöyle der: “Namaz kılmayan, kâfirdir.”

Cabir bin Abdullah (radıyallahu anh) şöyle der: “Namazı terk küfürdür, bunda ihtilaf yoktur.”

Abdullah b. Şakîk şöyle demiştir: "Rasulullah'ın ashabı namazdan başka herhangi bir amelin terkini küfür kabul etmezlerdi."

İbn-i Teymiyye (rahimehullah) şöyle der: “Selefin büyük bir çoğunluğu, farz olduğunu ikrar etmesine rağmen namazı terk edenin kâfir olarak öldürüleceği görüşündedir.”

İbn-i Hazm şöyle der: “Ömer, Abdurrahman bin Avf, Muaz bin Cebel, Ebu Hureyre ve diğer sahabenin görüşüne göre, kim farz bir namazı vakti çıkıncaya kadar kasıtlı olarak terk ederse, dinden çıkmış kâfir olur. Sahabenin bunun aksini söylediğini bilmiyoruz.”

Hafız el-Münziri şöyle der: “Sahabeden ve onlardan sonra gelenlerden bir topluluk vakti çıkıncaya kadar namazı kasıtlı olarak terk eden kimsenin tekfir edileceği görüşündedir. Bu görüşte olanlar şunlardır: Ömer bin El-Hattab, Abdullah bin Mes’ud, Abdullah bin Abbas, Muaz bin Cebel, Cabir bin Abdillah ve Ebu’d-Derda (radıyallahu anhum). Sahabenin dışında aynı görüşte olanlar ise Ahmed bin Hanbel, İshak bin Rahaveyh, Abdullah bin El-Mübarek, Nehai, Hakem bin Utbe, Eyyub es-Sahtiyani, Ebu Davud et-Tayalisi, Ebu Bekr bin Ebi Şeybe, Züheyr bin Harb ve diğerleridir.”

Namazın mutlak olarak terkinin küfür olduğu bu şekilde anlaşıldıktan sonra tembellik ve buna benzer sebeplerden dolayı bir veya birkaç namazı terk eden kimsenin kafir olup olmayacağı meselesi üzerinde de durulmasında fayda vardır. Bu konuda İbn-i Teymiye (rahimehullah)'ın şöyle demiştir:

“Kim namazı terk etme konusunda ısrar eder, asla namaz kılmaz ve bu durum üzere ölürse, o kimse Müslüman değildir. Ancak insanların çoğu bazen namaz kılar, bazen de kılmazlar. Namaza bu şekilde önem vermeyenler, tehdit altındadırlar. Ubade, Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Allah kullarına gece ve gündüz olmak üzere beş vakit namazı farz kılmıştır. Kim bunlara devam ederse, Allah’ın o kimseyi cennete koyacağına dair bir sözü vardır. Kim de bunlara devam etmezse, Allah’ın onun için bir taahhüdü yoktur. Dilerse ona azab eder, dilerse bağışlar.” —Yukarıdaki hadisi de zikrettikten sonra şöyle devam eder- Bununla namazı terk eden kimsenin küfre düşmediğini iddia etmek, zayıf bir delildir. Bu hadis, namaza önem vermeyen kişinin tekfir edilmeyeceğine delildir.”

İbn-i Teymiye’nin, namaz kılmayı terkeden kişi ile namaza gereken önemi vermeyen kişiyi ayırmasına dikkat edilmelidir. Birincisi tekfir edilirken, diğeri tekfir edilmez.

İbnu’l-Kayyim (rahimehullah), Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem), “Kim ikindi namazını terkederse, ameli boşa gitmiştir” sözünde geçen ‘boşa gitme’ ifadesi hakkında şöyle der: “Hadiste –ki Resulü’nün maksadını Allahu Tealâ daha iyi bilir- belirtilen terk iki çeşittir: Birincisi, tamamen terkedip hiç kılmamaktır ki bu, kişinin bütün amellerini yok eder, boşa çıkarır. İkincisi ise, belirli bir günde belirli bir vakti terketmektir ki bu, o günkü ameli boşa çıkarır.”

5- Diğer Amellerin Terki

Namaz dışında diğer amellere gelince bunlardan birini terk edenin tekfir edilip edilmeyeceği hususuna dair de selef alimlerinden farklı kaviller naklolmuştur. İbn-i Receb "İslam'ın bu beş esası birbiri ile bağlantılıdır" diyerek aslen meseleyi tek bir cümle ile özetlemiştir. Zira İslam'ın direkleri mesabesinde olan emirlerden birinin yok olması zaman içerisinde diğerinin de yok olmasını zaruri kılacaktır.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hadiste İslam'ı bir binaya benzetmiştir. İbn-i Hacer (rahimehullah)'ın da dediği gibi bu binanın ortasında temel direk şehadet kelimeleridir. Diğer dört direk ise binayı ayakta tutan sutunlar mesabesindedir. Şehadet direğinin yok olması ile bina tamamen çökecektir. Diğer dört sütundan birinin yok olmasıyla bina her ne kadar çökmeyecek olsa dahi büyük zarar görecektir. Zamanla geriye kalan sütünların binayı taşıyamayacağı aşikârdır. O halde burada kula düşen İslam binasının korunması, yıkılmaktan ve zarar görmekten uzak kalması adına bu beş direği sıkı sıkıya muhafaza etmesidir.

İbn-i Recep el-Hanbeli Buhari şerhinde namazın terki dışında diğer amellerin terkinin küfür olduğuna dair gelen görüşleri belirtmiş ve nakillerde geçen küfür kelimesinin aslen büyük küfür anlamında olmadığını bilakis sahibini dinden çıkarmayan ancak büyük günahlardan daha büyük günah olan "küfrun dune küfr" anlamında olduğunu söylemiştir. Namaz dışında diğer amellerin terkinin küfür olduğuna selef alimlerinden gelen nakiller şunlardır:

Selef alimlerinden bir kısmı İslam'ın bu beş ruknundan bir tanesini terk edenin kafir olacağını söylemişlerdir. Bu, Said b. Cübeyr, Nafi ve Hakem'den rivayet edilir. Yine bu görüş İmam Ahmed b. Hanbel ve ashabından da rivayet edilmiştir. Aynı zamanda bu Ebu Bekir el-Humeydi'nin de görüşüdür.

Lalekaî İbn-i Abbas (Radıyallahu anhuma)'dan merfu bir isnadla şunu rivayet etmiştir:

"İslam'ın kulpu ve dinin temelleri üçtür. İslam bu temeller üzerine kurulmuştur. (Bunlar) Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak ve ramazan orucunu tutmaktır. Kim bunlardan birisini terk ederse küfre girer ve onun kanı helal olur. Zengin olduğu halde haccetmeyen kimse de küfre girer ancak onun kanı helal değildir. Aynı şekilde zengin olduğu halde zekat vermeyen kimse de küfre girer. Onun da kanı helal değildir."

Burada İbn-i Abbas (Radıyallahu anhuma)'nın fıkhının inceliği görülmektedir. İbn-i Abbas bu rukûnların terkini küfür görmüş ancak bunlardan bazılarını terketmenin kişinin kanını helal kılacağını bazılarını terk etmenin ise kişinin kanını helal kılmayacağını söylemiştir. Bu ise küfrün sahibini İslam dininden çıkaran ve sahibini İslam dininden çıkarmayan küfür olmak üzere ikiye ayrıldığına delalet eder.

Hz. Ömer (Radıyallahu anh) hac yapmayanları cizyeye tabi tutmuş ve onların Müslüman olmadığını söylemiştir.

İbn-i Mes'ud (Radıyallahu anh) zekatı terk edenin Müslüman olmayacağını söylerken, Ahmed bin Hanbel'den gelen bir rivayette özellikle namazı ve zekatı terk edenin kafir olacağı ancak oruc ile haccın böyle olmadığı nakledilmiştir.

Bu bölümün başında da söylediğimiz gibi namaz dışında diğer amellerin terkenin küfür olacağına dair bir çok nakil mevcuttur. Ancak bu nakiller sahibini dinden çıkaran küfür şeklinde değil, aslen sahibini dinden çıkarmayan "küfrun dune küfür" şeklinde yorumlanmışlardır.

6- Amel Cinsinin Terki

Amel cinsini terk etmek, kişinin şeraite zahiri olarak bağlanmaktan uzak durması ve dinin farz ve vaciplerinden olan amelleri bütünüyle terk etmesidir. Böyle bir kimse iki şehadet kelimesini ikrar etse de küfre girmiştir. Allah (Subhanehu ve Tealâ) şöyle buyurur:

“De ki: “Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Ğafurdur, Rahimdir.” (3 Al-i İmran/31)

İbn-i Kesir (rahimehullah), Al-i İmran suresindeki ayetin tefsirinde şöyle der: “Bu ayet, Allah’ı sevdiğini iddia eden fakat Muhammed’in yolunda olmayan herkes için geçerlidir. Bütün söz ve fiillerinde nebevi dine ve Muhammed’in şeriatına uymadıkça o kimse davasında yalancıdır.”

İbn-i Teymiye (rahimehullah) şöyle der: “Allahu Tealâ’yı sevdiğini iddia eden, fakat Resulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) uymayan kimse, yalancıdır. Onun sevgisi tek olan Allah için değildir. Tam aksine, onun sevgisi şirk sevgisidir. O, Yahudi ve hristiyanların Allah’ı sevdiklerini iddia etmeleri gibi, bu konuda hevasına uymaktadır. Eğer onlar Allah’a olan sevgilerinde samimi olsalardı, Allah’ın sevdiğinden başkasını sevmez ve Resule uyarlardı. Allah’ı sevdiklerini iddia etmelerine rağmen, Allah’ın hoşuna gitmeyen şeyi sevdiler. Onların sevgisi, müşriklerin sevgisi gibiydi.”

İbnu’l-Kayyim (rahimehullah), Allahu Tealâ’nın “Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın” (3 Al-i İmran/31) ayeti hakkında şöyle der: “Allahu Tealâ, onların kendisini sevmeleri ve kendisinin de onları sevmesi için Resule uymalarını şart koşmuştur. Kendisi için şart koşulan şeyin varlığı, şartın varlığı ve gerçek anlamıyla uygulanması gerçekleşmedikçe imkânsızdır. Allah sevgisinin yok olması, Resule uymanın yok olması halinde olur. Resule uymamak, Allah’ın da onları sevmemesini gerektirir. Dolayısıyla Resule uymaksızın, Allah’ın sevilmesi ve Allah tarafından sevilme imkânsız olur.”

Allah (Subhanehu ve Tealâ) şöyle buyurur:

“Ben cinleri de, insanları da ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (51 Zariyat/56)

Allahu Tealâ’nın bizi ve bütün mahlûkatı yaratmasının, Resuller göndermesinin ve kitapları indirmesinin tek nedeni, tek olarak Allah’a ibadet edilmesidir. Dolayısıyla iman ettiğini söylemesine rağmen, hiçbir amel, itaat ya da zahiri bir ibadet işlemeyen kişi, Allah’ın bizi ve diğer mahlûkatı yaratmasındaki amaç ve hikmeti yok etmiş olur. İbn-i Teymiye (rahimehullah) şöyle der: “Hanbel şöyle demiştir: Humeydi bize, bazı insanlardan şunu işittiğini söyledi: ‘Kişi namaz, zekat, oruç ve haccı ikrar etse, fakat ölene dek bunlardan hiçbirisini yerine getirmese veya ölene dek kıbleye arkasını dönerek namaz kılsa, bu kimsenin terk ettiği bu şeylere iman ettiği biliniyorsa, farzları ve kıbleye yönelmenin gereğini ikrar ediyorsa, bu kişi inkâr etmediği müddetçe mü’mindir” Dedim ki; işte bu apaçık küfürdür. Allah’ın Kitab’ına, Resul’ünün Sünnet’ine ve Müslümanlar’ın âlimlerine muha-lelefettir. Allahu Tealâ şöyle buyurur:

“Dini yalnız kendine has kılarak ve hanifler olarak Allah'a kulluk etmeleri namaz kılmaları, zekât vermeleri için ancak onlara Müslüman olmaları emrolundu. İşte sağlam din odur.” (98 Beyine/5)

Hanbel şöyle dedi: Ebu Abdillah Ahmed ibn Hanbel’in şöyle dediğini işittim: Böyle bir şey söyleyen kimse kâfir olmuş, Allah’ın emrine ve Resul’ün Allah’tan getirdiği şeylere karşı çıkmıştır.”

Şevkani (rahimehullah) şöyle der: “Kim İslam’ın rükünlerini ve bütün farzlarını terk eder, bu kabilden olup üzerine vacip olan söz ve fiilleri yerine getirmekten kaçınır ve iki şehadeti ikrar etmekten başka bir şey yapmazsa, şiddetli bir küfür ile kâfir olur. Bu kişinin kanı da helaldir.”

İbn-i Teymiyye (rahimehullah) şöyle der: “Allahu Tealâ şöyle buyurur:

“Biz, Allah’a ve Resulüne iman ettik” derler. Bundan sonra da onlardan bir kısmı geri dönerler. Onlar mü’minler değildir.” (24 Nur/47)

Bu ayet, amelden yüz çeviren kişiden imanı nefyetmiştir. Kur’an ve sünnetin birçok yerinde, münafıktan imanın nefyolunduğu gibi, amel işlemeyenden de iman nefyolunmuştur.”

7- Hadiste Cihad Niçin zikredilmedi

"İbn-i Ömer'in vermiş olduğu cevabın zahiri cihadın farzı ayn olmadığına delalet eder. İslam ise bu beş rukûn üzerine bina edilmiş olup cihad onlardan değildir."

"Çünkü cihad aslen farzı kifaye olup bazı hallerde farzı ayndır. İbn-i Battal hadiste cihadın zikredilmemesini hadisin İslam'ın ilk yıllarında cihad farz kılınmadan önce varid olmasına bağlamıştır. Bu ise hatadır. Zira cihad Bedir savaşından önce farz kılınmıştır. Bedir savaşı ise hicretin ikinci senesinde Ramazan ayında vuku bulmuştu. Aynı yıl oruc, zekât ve daha sonra da hac farz kılınmıştır."

İbn-i Receb cihadın farzı kifaye olması şartını söyledikten sonra bir başka sebep daha ekler ve der ki:

"Cihad fiili sonsuza kadar sürüp gitmez. Aksine Hz. İsa (as) yeryüzüne indiğinde İslam milletinden başka millet kalmayacağı için savaş ve bunun zorlukları da ortadan kalkmış olacaktır. Ama diğer rukûnlar böyle değildir. Onlar kıyamet günü gelip çatıncaya kadar mü'minlerin yapması gereken zorunlu emirler olarak kalmaya devam edecektir. Allah (Subhanehu ve Tealâ) en doğrusunu bilir."
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt