Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İslam'da Körü Körüne Taklidin hükmü nedir

E Çevrimdışı

Ehlitakwa

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
lailaheillallah5jx.gif

Taklit;


1-Kendisiyle hüküm ve fetva haram olan taklit,

2-Yapılması vacib olan taklit,

3-Yapılması vacib olmayıp mübah olan taklit şeklinde kısımlara ayrılır.

Kendisiyle hüküm ve fetva haram olan taklit, üç nevidir.

(Birincisi): Atalarını taklitle iktifa ederek, Allah'ın indirdiği vahyinden yüz çevirip, ona iltifat etmemektir.

(İkincisi): Sözüyle amel edilmeye ehil olup olmadığını mukallitin bilmediği kişiyi taklit etmektir.

(Üçüncüsü): Mukallitin amelinin hilafına hüccetin ikamesinden ve aleyhine delilin zahir olmasından sonra yaptığı taklittir.

Bunlardan, üçüncü ile birinci nevi arasındaki fark; birincisi ilim ve hüccete gücü ve imkanı olmadan önce taklit etti, üçüncüsü ise kendine hüccet'in zuhurundan sonra taklit etti. Dolayısıyla bu yerilmeye, Allah ve Rasûlü'ne asi olmaya birincisinden daha layıktır.

Allah, taklitinr bu üç nev'ini de kitabının bir çok yerinde yermiştir. Mesela: "Onlara, Allah'ın indirdiği (vahyi)ne uyun denilince, "Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey'e uyarız" derler. Ya ataları bir şey akledememiş ve doğru yolu bulamamışlarsa?" (1)

Ve "İşte böyle, senden önce de hangi memlekete uyarıcı bir rasûl gönderdiysek, mutlaka oranın ileri gelen refah içindeki şımarık zenginleri şöyle dediler: "Doğrusu biz atalarımızı bir inanç üzerine bulduk ve onların izlerine uyup gitmekteyiz." (1)

Ve "Onlara, "Allah'ın indirdiğine ve Rasûl' (e itaat)'e gelin!" dense, "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter! derler..." (2)

Atalarını taklitle ikna olarak, Allah'ın indirdiği vahiyden yüz çevirenleri yeren bu gibi âyetler Kur'ân'da çoktur.

Allah, kâfirleri, bir şeye akıl erdiremeyen ve doğru yolu bulamayan kimseleri taklit edenleri yermiş, doğru yolu bulmuş âlimleri taklit eden kimseyi yermemiştir. Aksine "... Bilmiyorsanız zikir ehli (din âlimleri)'ne sorun." (3) âyeti ile ehli zikre sormayı bile emretmiştir.

Ehli zikir, ehli ilimdir. Ehli ilime sormak ise onları taklittir. Bu âyet aynı zamanda bilmeyen kişiye, bilen kişiyi taklit etmesi için bir emirdir dense, şöyle cevab verilir:

Allah, indirdiği vahyinden yüz çevirip atalarını taklit edenleri yermiştir. Taklit'in bu kadarı dört imamla beraber bütün selefin haram ve yerilmesinde ittifak ettikleri şeydir.

Fakat, Allah'ın indirdiği vahye tabi olmak için bütün güç ve imkanı kullanmasına rağmen kendisine onun bir kısmı gizli kalan kimse o meselede kendinden daha âlim birini taklit etse, bu kişi de bu taklitten dolayı yerilmez övülür, ve aynı zamanda -ecir alır vebal de almaz. Bu hususun açıklaması taklit'in vacib ve mübah kumlarının izâhatında gelecek inşaAllah.

Allah'u Teâlâ "Bilmediğin bir şeyin ardına düşme" (4) buyuruyor.

İlerde geleceği üzere "taklit" alimlerin ittifakıyla ilim değildir. Allah'u Teâlâ "Deki: "Rahim, ancak kötülükleri, gerek açığını gerek gizlisini; günahı ve haksız yere saldırmayı; hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi Allah'a ortak koşmayı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyler söylemenizi haram etmiştir." (1)

Ve "(Ey insanlar!) Rabbinizden size indirilene uyun ve O'ndan başka dostlara uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!" (2) buyuruyor.

Allah, özellikle indirilen vahye ittibayı emrediyor.

Mukallit, taklit ettiği kişinin sözünün hilafına bir delil kendisine tebaruz etse, bu delilin o indirilen vahiy olduğunu dahi bilemez.

Dolayısıyla o kişinin vahye muhalif olarak yaptığı taklit, vahyin gayrına ittiba etmek olduğu malumdur.

Allah'u Teâlâ "... Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; -Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız- onu Allah'a ve Rasûle götürün. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir. (3) buyurarak ihtilaf ve anlaşmazlığı kendi ve Rasûlünün gayrına çevirmemizi menetmiştir, bu da taklit'i hükümsüz kılar.

Diğer bir yerde de Allah "Yoksa siz, Allah içinizden cihad eden ve Allah'dan, Rasûlü'nden ve mü'minlerden başkasını kendisine sırdaş edinmeyenleri bilmeden, bırakılacağınızı mı sandınız? Allah yaptıklarınızı haber almaktadır." (4) diye buyurmuştur. Hal böyle olunca, bir adamı Allah'ın, Rasûlü'nün ve diğer bütün imamların sözlerinin fevkinde tercih etmek ve o kişiyi bunların hepsinin önüne geçirmek. Allah'ın kitabını, Rasûlü'nün sünnetini ve ümmetin icmasını o adamın görüşüne arz etmek, eğer onun görüşüne uygun olan olursa onları kabul etmek, onlardan onun görüşüne uymayanları reddetmek için hile yönlerini araştırmaktan daha büyük bir sırdaşlık yoktur.

Diğer bir yerde Allah'u Teâlâ; "Yüzleri ateşin içinde çevrildiği günü "Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Rasûle itaat etseydik!" derler. "Ve dediler ki: "Rabbimiz, biz önderlerimize ve büyüklerimize uyduk da bizi yoldan saptırdılar" (1) diye buyuruyor. Bu âyette taklitin hükümsüz olurunda kesin nasdır.

Eğer bu âyetlerde Allah, yolunu sapıtmış kimseyi taklit eden kişiyi yermiştir, fakat hidayete ermiş birinin taklitini Allah'ın yermesi bu âyetlerde nerdedir? dense, şöyle denir:

Bu sorunun cevabı sorunun kendi içindedir. Çünkü kul, Allah'ın Rasûlü'ne indirdiği vahye tabi olana kadar muhtedi olamaz.

Bir kimse, Allah'ın Rasûlullah'a indirdiği vahyi bilirse muhtedi olur, mukallit olmaz. Fakat bir kimse, Allah'ın Resûlullah'a indirdiği vahyi bilemezse, onun kendi kendinre ıkrarı ile o, bilgisiz ve yolunu bulamamış, mukallittir. Dolayısıyla mukallit, birini taklit ederken hidayet üzere olduğunu nereden bilecek. Bu cevab, bu babda getirilecek herorunun cevabıdır. Eğer onlar, (istisnasız her meselede sadece ve) sadece hidayet ehlini taklit ediyor iseler, taklitlerinde onlarda hidayet üzeredir.

Eğer, taklit edilen imamların dinde hidayet üzere olduğunu siz de kabul ediyorsunuz. Buna göre o imamları taklit edenler de kesin hidayet üzeredir. Çünkü mukallitler onların peşinden gidiyorlar dense,

Şöyle denir: Onların, imamların peşinden gitmeleri onları taklit etmelerini iptal eder. Çünkü imamların yolu hüccete tabi olma ve takliti nehyetmekti. Bunu imamların kendi sözlerinden inşaAllah nakledeceğiz. Kim, hücceti terk ederek imamların nehyettiği ve onlardan önce Allah ve Rasûlü'nün nehyettiği takliti yaparsa, o kimse imamların yolu üzere değildir. Bilakis o kişi, imamlara muhalif kimselerdendir.

Hüccete tabi olan, delille kayıtlanan ve Rasûlullah (s.a.v.)'dan başka bir şahsı imam edinerek ona kitap ve sünnet üzerine mig'yar etmeyen, kitap ve sünneti onun görüşüne arz etmeyen kimseler ancak o imamların yolu üzeredir.

İşte bu ifadeyle taklit'i, "ittiba" etme yerine koyan kimsenin anlayışının sakatlığı ve taklitte ittiba gibidir şeklinde insanları vehme düşürmesi dolayısıyle hakkı batıla karıştırması ortaya çıkmıştır. Aksine taklit, tabi olup ittiba etmeye muhalif bir harakettir.

Allah, Rasûlü ve ilim ehli taklit etmekle tabi olmanın arasını birbirinden tefrik ettiği gibi hakikatlerde onların arasını tefrik etmiştir. Çünkü tabi olmak, tabi olunan kişinin yoluna suluk etmek ve onun yerine getirdiği şeylerin benzerini yerine getirmektir. (1)

TAKLİT RİSALESİ;Îbn Kayyım El-Cevziyye



Taklit ve Tabi Olmak

Ebu Abdullah b. Hovvâr Mundad el-Basrî el-Maliki, "Taklitin şeriattaki manası: Bir kişinin sözüne sahibinin hiç bir delili olmadığı halde başvurmak ve ona müracaat etmektir. Bu taklit şeriatte kesin menedilmiştir.

Şeriatte ittiba ise delille sabit olan şeye uymaktır" demiştir.

Ebu Abdullah, kitabının diğer bir yerinde ise şöyle demektedir: "Sözünü sana farz ettirici bir delil getirip onu sana gerekli kılmadan herhangi bir kimsenin sözüne uyman senin onu taklit etmendir. Taklitse Allah'ın dininde sahih değildir. Her kim ki delil onun sözlerine ittiba etmeni sana vacib kılıyorsa (ve sende ona tabi oluyorsan bu senin onu taklit etmen değildir. Aksine) bu senin ona tabi olman demektir. İttiba etmek ise Allah'ın dinin mübahdır, taklit ise (yukarda ifade edildiği gibi) men edilmiştir.

Ebu Abdillah devamla şöyle diyor: Muhammed b. Haris, Sahnûn b. Saîd'in naklettiği haberleri arasında onun şöyle dediğini zikrediyor: "İmam Mâlik, Abdülaziz b. Ebi Seleme, Muhammed b. İbrahim b. Dinâr ve benzeri diğer arkadaşları İbni Hurmuz'un yanına ilim için gidip geliyorlardı.

İbni Hurmuze İmamı Mâlik ve Abdülaziz bir şey sorduklarında cevab veriyor, İbni Dinar ve benzerleri bir şey sorduğunda onlara pek cevab vermiyordu. Bir gün İbni Dinar, İbni Hurmuze itiraz ederek, "Yâ Eba Bekir! Sana helal olmayan bir şeyi bana karşı ne diye helal sayıyorsun?" dedi. İbni Hürmüz, "Ey kardeşimin oğlu! O, kasdettiğin nedir?" dedi. İbni Dinar, "Mâlik ve Abdülaziz bir şey sorduklarında onlara cevab veriyorsun, ben ve arkadaşlarınm bir şey sorduğumuzda bize cevab vermiyorsun" dedi. İbni Hürmüz, "Ey kardeşimin oğlu! Bu durum kalbinde bir şey mi meydana getirdi?" dedi. İbni Dinar, "Evet" dedi.

İbni Hürmüz, "Benim yaşım büyüdü, kemiklerim zayıfladı ve ben cismimi böyle zayıflatanın aklımıda zayıflatmış olmasından korkuyorum. Mâlik ve Abdülaziz alim ve fakih kimselerdir, benden doğru bir şey işittiklerinde kabul ediyorlar, fakat doğru olmayan yanlış bir şey işittiklerinde ise onu terk ediyorlar. Sen ve arkadaşlarına gelince, cevab verdiğim herşeyi kabul ediyorsunuz" dedi.

İbnu'l-Haris, (İbnu'l-Hürmüz'ün bu sözünü beğenerek);

"VAllahi, kamil din ve racih akıl işte budur. Böyle bir kimse, kendi indinden getirdiği hezeyan ve görüşlerini insanların gönlünde Kur'ân'ın yerine koymak isteyen kimse gibi olacak değil ya" diyor.

Bununla ilgili İbnu Abdü'l-Ber de şöyle diyor:

— "Taklitin caiz olduğunu söyleyen kimseye, neden taklitin caiz olduğunu söyleyerek selefi salihine bunda muhalefet ediyorsun? Onlar, birbirlerini taklit etmiyorlardı, denir. Eğer,

— Taklit ediyorum, çünkü ben Allah'ın kitabının tefsirini bilmiyorum, Rasûlullah (s.a.v.)'ın sünnetinden de anlamıyorum, fakat taklit ettiğim alim bunları çok iyi bilmektedir. Dolayısıyla ben de kendimden daha alim birini taklit ediyorum derse, ona şöyle denir:

— Alimler, Kur'ân'ın tefsirinden ve Rasûlullah (s.a.v.)'ın sünnetinden haber verdikleri bir hususda icma ederlerse veya kendi görüşleri bir hususda icma ederse, şüphesiz o haktır ve kesin doğrudur.

Fakat, taklit ettiğiniz ve etmediğiniz alimler, herhangi bir meselede ihtilaf ettiklerinde (ki bu sayılmayacak kadar çoktur) alimlerden bir kısmını terkederek diğerlerini taklit ederken neye göre onları taklit ediyorsunuz, ve deliliniz nedir? Oysa onların hepsi de alim!

Sözünü almayıp reddettiğiniz alim, belki mezhebini taklit ettiğinizden daha bilgilidir, denir. Eğer,

— Onun doğru isabet ettiğini bildiğim için onu taklit ediyorum derse, ona,

— Taklit ettiğin kimsenin doğru isabet ettiğini, Allah'ın kitabı, Rasûlullah'ın sünneti veya icma ile sabit bir delille mi bildin denir. Eğer,

— Evet, derse,

— Taklit'i hükümsüz kılmış olur ve iddia ettiği delili getirmesi istenir. Eğer,

— Benden daha bilgili olduğu için onu taklit ediyorum derse, ona,

— Senden daha bilgili olan her alimi taklit et! O halde, madem ki senin taklit sebebin kişinin senden daha bilgili olması ve senden daha fazla bilmesi, o halde sen kendinden daha bilgili birçok kimseyi bulabilirsin. Dolayısıyla neden (her meselende falan alimi taklit ederek) onu hususileştiriyorsun denilir. Eğer,

— Taklit ettiğim alim insanların en bilgilisidir (onun için ben onu taklit ediyorum) derse, ona;

— O halde o alim sana göre sahabeden daha bilgili! denir. -Ve bu söz çok çirkin bir söz olarak sahibine yeterlidir.- Eğer.

— Ben, bazı sahabeleri taklit ediyorum derse, ona,

— Taklit etmediğin diğer sahabelerin taklitini terk etmeye delilin nedir? Sahabenin faziletli olması sözünün doğruluğunu gerektirmezlik ilsiyle beraber, sahabelerden sözünü almayıp terk ettiğin belki de sözünü aldığın kimseden daha faziletlidir. Dolayısıyla kişinin sözü bir delilin delaletiyle doğruluk kazanır denir.

Kasım, İmam Malik'in şöyle dediğini naklediyor; "Bir adam her ne kadar faziletli olsa da her sözüne ittiba edilmez!"

Allah'u Teâlâ bu hususta şöyle buyuruyor: «Onlar ki, sözü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah'ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir ve onlar aklı selim sahipleridir.» (1) Eğer,

— Taksiratım ve ilmimin azlığı beni alimleri taklit etmeye götürüyor derse ona,

— Dininin hükümlerinden -bir hükmü gerektiren- bir hadise bir kimseye arız olduğunda o kimse, o hadiseyi bildiğine dair lehine ittifak olunan bir alimi taklit etse ve o alimin o mesele ile ilgili haberini yerine getirse bu kimse mazurdur. Çünkü o, üzerine düşen görevini; kendisine arız olan meselesini bilmediği için bir alime sorarak getirmiştir.

Bunun o alimi bilmediği o hususta takliti zorunlu hale getirmiştir.

Gözleri görmeyen bir adamın kıble hususunda haberine güvendiği kimseyi taklit etmesi müslümanların icması ile sabittir. Çünkü gözleri görmeyen kimsenin kıbleyi sormaktan öteye gücü yetmez. Ancak hali böyle olan birinin kalkıb Allah'ın dininde sıhhatini bilmediği bir sözle insanlara evlenme ve kan dökmeyle ilgili davalarında, hür kişileri köleleştirme ve onların mülklerinin ellerinden çıkıb gayrının mülkü olması ile ilgili meselelerinde fetva vermesi, hem bu fetvayı o sözün sıhhatine dair bir delil olmaksızın vermesi caiz midir?

Sonra fetva verdiği sözün sahibinin isabetiyle birlikte hata da edebileceğini bildiği ve onun muhalifinin muhalefet ettiği şeyde daha doğru isabet edebileceğini itiraf ve ikrar ettiği halde.

Furuyu ezberlediğinden dolayı usul ve ona ait manayı bilmeyen bir kimseye fetva vermesi için izin veren kimsenin herkese fetva vermesi için izin vermesi gerekir. Bu ise cehalet ve Kur'ân'ı red bakımından sahibine yeterlidir. Bu hususda Allah, «Bilmediğin şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül bunların hepsi o (yaptığı)ndan sorumludur.» (1) Ve «Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?" (2) buyurmaktadır.

Âlimler, açık net ve yakine ulaşmayan bir şey ilim değildir. O, ancak zandır, zan ise hak adına hiç bir şey ifade etmez diye ittifak etmişlerdir. İbni Abbas (r.a.), «Kim bilmediği bir hususda fetva verirse, o fetvanın günahı fetvayı veren kimsenin üzerinedir» (3) hadisini merfu ve mevkuf olarak rivayet edmiştir.

Vehb, Rasûlullah (s.a.v.)'den şöyle rivayet ediyor: «Zandan sakınınız. Çünkü zan sözlerin en yalan olanıdır.» (4)

Sonra İbni Abdü'l-Ber, imamlar arasında taklitin fesad oluşunda ihtilaf yoktur, diyor. Ve İbni Vehb tariki ile bana, Yunus, İbni Şihab'dan (o'da) Ebu Osman'dan Rasûlullah (s.a.v.)'ın «İlim gerçekten garib başladı ve başladığı garib haline dönecektir, ne mutlu gariblere.» (5) dediğini haber verdi.

Kesir b. Abdullah, babası ve dedesi tariki ile rivayet ettiği hadis de Rasûlullah (s.a.v.), «Muhakkak ki İslâm garib olarak başlamıştır, başladığı gibi yine garibliğe dönecektir. İşte bahtiyarlık o garibler içindir. "Yâ RasûlAllah! Garibler kimlerdir? denildiğinde, "Onlar sünnetimi ihya eden ve onu Allah'ın kullarına öğretenlerdir.» (6) diye buyurmuştur.

Cahillerin çokluğunda alimlere garibler de deniyordu.

Sonra İmam Mâlik'ten (o'da) Zeyd b. Eslem'den Allah'ın «...Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz....» (1) âyeti hakkında derecelerden murad ilimdir, dediğini zikrediyor. İbni Abbas (a.a.) Allah'u Teâlâ'nın «... Allah, sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin...» (2) âyetinin tefsirinde şöyle diyor: "Allah, müminlerden kendilerine ilim verilen kimseleri verilmeyen kimselere nisbeten onların derecelerini" yükseltmiştir.

Hişam b. Sa'd, Zeyd b. Eslem'in Allah'ın «...Andolsun ki biz, nebilerin kimini kimine üstün kıldık...» (3) âyeti hakkında, buradaki üstünlük ve ilimledir dediği rivayet etmektedir. Alimlerin ittifakı ile mukallit alimler zümresinden olmayınca, bu naslardan hiç birinin hükmüne giremez


— Dört İmam Kendilerinin Taklit Edilmesini Yasaklamışlardır —


— Dört imam kendilerinin taklit edilmesini nehyetmiştir. Sözlerini delilsiz alan kimseleri de yermişlerdir.

İmam Beyhaki'nin naklettiğine göre, İmam Şafi' -bu hususda- şöyle demiştir:

"Delilsiz ilim taleb eden kimsenin misali gece -odun kesen- oduncunun misali gibidir. İçerisinde zehirli bir yılan olan odun destesini sırtlar, derken yılan onu sokmaya başlar fakat o kimse onun farkında bile değildir.

İsmail b. Yahya el-Müzeni, "El-Muhtasar"ının mukaddimesinin hemen başında şöyle diyor, "İşte bu "muhtasar" (istifade ve tedkik etmeyi) dileyen kimseye onu gereği gibi yaklaştırabilmek için Şafiî'nin ilminden ve görüşlerinden ihtisar ettiğim kılandır. Bununla beraber imam, kendisinin ve gayrının taklitini yasaklamıştır. (Dolayısıyla bu kitaba bakan) ona dini için baksın ve kendi nefsi için de ihtiyatlı olsun."

İmam Ebu Davud şöyle diyor: İmam Ahmed'e İmam Evzâi, İmam Mâlik'ten daha mı çok ittiba ediliyor? Dediğimde bana, "Dininde bunlardan hiç kimseyi taklit etme! Rasûlullah (s.a.v.) ve ashabından gelen şeyleri al, ama tabiinde kişi muhayyerdir" dedi. Ve, İmam ahmed taklitle ittibayı birbirinden tefrik etti.

Ebu Davud diyor ki, Ahmed'i şöyle derken işittim; "İttiba, kişinin Rasûlullah ve sahabeden gelen şeylere tabi olmasıdır. Sonra kişi tabiin arasında muhayyerdir." - Bir keresinde de - şöyle demiştir: Ne beni, ne Mâlik'i, ne Sevri'yi, ne de Evzâi'yi taklit etme! Dininde kişileri taklit etmesi kişinin fıkhının azlığındandır." Bişr b. el-Velîd'in naklettiğine göre, Ebu Yusuf şöyle demiştir: "Nereden aldığımızı bilene kadar hiç kimseye bizim görüşümüzle amel etmek helal olmaz."

İmam Mâlik'te açıkça "Her kim İbrahim en-Nahaî'nin sözünden dolayı Hz. Ömer'in sözünü terkederse, o kimse tövbeye davet edilir" demiştir.

İbrahim'in çok gerisinde veya onun emsali bir kimsenin sözü için Allah'ın ve Rasûlü'nün sözünü terkeden kimsenin hükmü ne olmalıdır?

Cafer el-Firyabî şöyle diyor: Bana, Ahmed b. İbrahim ed-Durkî rivayet etti (ve dediki) bana, el-Heysem b. Cemîl rivayet etti ve dediki İmam Mâlik'e "Yâ Eba Abdullah! Bizim orada bir kısım insanlar var kitabları önlerine koyuyorlar, sonra içlerinden biri, falan falandan o'da Ömer'den şöyle şöyle rivayet etti ve falan da İbrahim'den şöyle şöyle rivayet etti diyorlar. Ömer'in sözünü terkedip İbrahim'in sözünü alıyorlar, dediğimde Mâlik bana Ömer'in sözü onlara göre sahih midir? dedi. Ben de, İbrahim'in sözü onlara göre nasıl bir rivayet ise Ömer'in sözü de öylece bir rivayettir dedim. Mâlik, onlar tövbeye davet olunurlar dedi. Doğrusunu Allah bilir.



Cevap:İslam'da Körü Körüne Taklid Yoktur

Hak din üzerinde olup olmadığına bakmaksızın körü körüne babalarının ve dedelerinin dinine tabi olmak kafirlerin adetidir. Çünkü insanların babaları hata yapabilir, İslam’dan sapabilir.

İslam, babadan oğula geçen ırsi bir din değildir.

Kişinin müslüman olabilmesi için sadece babasının veya dedesinin müslüman olması yeterli değildir.

Kişi Allah’ın inanılmasını, yapılmasını ve sakınılmasını emrettiği belli hususları gerçekleştirmedikçe, yedi ceddi de müslüman olsa, bu onun müslüman olması için yeterli değildir.

Bunun için kişinin aslını astarını araştırmadan sırf babasının dini olduğu için bir dine bağlanması doğru değildir.


İbrahim Aleyhisselam Müslüman idi. Onun çocukları da Müslüman idiler. Onların soylarından gelen insanlar belli bir müddet tevhid dini üzerine yaşadılar. Fakat sonra ne oldu?

Onların içinden çıkan ve salih bir kişi olarak gördükleri Amr b. Luhay bir takım putlar ve şirkler icad edip insanları buna davet etti. İnsanlar da İslam’ı asıl kaynaklarından öğrenmedikleri ve salih gördükleri kimselere bir rasul gibi masumiyet tanıdıkları için o kimseye tabi oldular ve bir zamanlar dedelerinin üzerinde bulunduğu tevhid dinini terkedip şirk ve küfür bataklığına saptılar.

Onlardan sonra gelen müşriklerin çocukları aslını araştırmayıp hak din üzere olup olmadıklarına bakmaksızın körü körüne babalarının dinine bağlandılar ve kendilerinin doğru yol üzerinde olduklarını zannettiler. Babalarının en doğru yol üzerinde olduğuna inanan bu kimseler yüzünden yeryüzünde şirk ve putperestlik yayıldı.


Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem rasul olarak gönderildiğinde onun kavmi de babalarının dinine olan körü körüne bağlılıktan dolayı koyu bir cehalet içinde bulunuyordu. Hatta babalarının dinine olan bağlılık, doğru ve hak olduğunu bilmelerine rağmen, bir çok müşriği İslam’a girmekten alıkoymuştur.

Bunun en açık örneği; Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in amcası olan Ebu Talib’dir.

Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in defalarca onu ebedi cehennem azabından kurtaracak tevhid kelimesi "La ilahe illAllah"ı söylemesi hususunda ısrarla durmasına rağmen, müşriklerin ona; "babalarının dinini terk mi edeceksin?" diyerek kışkırtmaları onu hak dini kabul etmekten ve tevhid kelimesini söylemekten alıkoymuş ve bu yüzden de Allah-u Teâlâ‘nın ebedi azabına düçar olmuştur.

Allah-u Teâlâ ayetlerinde defalarca bu adetin kafirlerin adeti olduğunu bildirmiş ve Müslümanları bu gibi tavırlar içinde bulunmaktan sakındırmıştır.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Onlara "Allah’ın indirdiğine uyun "denildiğinde: "Hayır. Biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" derler. Ya şeytan onları alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse?" (Lokman: 21)

"Senden önce de hangi memlekete uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın ileri gelenleri: "Biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların işlerine uyarız." dediler. "Ben size babalarınızın üzerinde bulunduğu (din)den daha doğrusunu getirmişsem "deyince, dediler ki:

"Doğrusu biz sizin gönderildiğiniz şeyi inkar ediyoruz." (Zuhruf: 23-24)

"Onlara: "Allah’ın indirdiğine uyun " denildiği zaman onlar: "Hayır. Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler." (Bakara: 170)


Şu halde, sırf babası veya dedesi yapıyordu diye doğru olup olmadığını araştırmadan onlara tabi olma, Müslümanlara yakışmayan, kafirlerin adeti olan bir alışkanlıktır.

Müslümanın tabi olması gereken babaları değil, Allah’ın kitabı Kur’an’ı Kerim ve O’nun Rasulünün sünnetidir.

Müslüman, baba ve dedelerinin üzerinde bulundukları din Kur’an ve sünnete uygun ise onlara tabi olur, şayet onlara zıt ise onların dinini reddedip Kur’an ve sünnete tabi olur. Bir Müslümanın bunun dışında bir tavır takınması düşünülemez.
 
Üst Ana Sayfa Alt