Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü İslam'da Arkadaşlık Nasıl ve Kimlerle Olmalıdır?

Ümmü Yasir Çevrimdışı

Ümmü Yasir

İşlerimizin hepsini düzelt Allah’ım...
İslam-TR Üyesi
Selamun aleykum hocam.
İslamda arkadaşlık nasıl ve kimlerle olmalıdır??
Sahih birçok hadiste iyi/salih arkadaş ortamlarını tercih etmemiz ve kötü arkadaşlıklardan uzak durmamız gerektiğini sav bildiriyor bizlere.

Peki şu anlayış doğru mudur:
Tebliğ yapmamız için her ortama girmeliyiz, kimseyi dışlamamalıyız, mesela gıybet edenlerin arasına da girmeli ve onlara bunun büyük günahı olduğunu söylemeliyiz anlayışı???

Dinini henüz kendisi öğrenme aşamasında olan birisinin böyle ortamlara girmesi doğru mudur??

Yani henüz kendi ilmi açıdan yetersiz kişi yanlış ortamlara girse bu tehlikeli midir??

Başkalarını kurtarıyım derken kendisi batabilir mi günahlara??
İnşaAllah doğru anlatabilmişimdir.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Âleykum selam we rahmetullah kardeşim;

Evvela şunu söyleyeyim ki çok geniş ve izahata muhtaç bir konu. Yorum ve teferruat olabilir çünkü oldukça geniş bir alanı ilgilendiriyor, hatta hayatın her alanını ilgilendiren bir durum. Ben şahsen kendimde bu konuya girecek zaman ve mec'al göremediğimden belli başlı meselelere değinib geçmeye çalışacağım. Hakkınızı helal ediniz.

İyi - Hayırlı Arkadaş :

Rabâh b. Rebî şöyle anlatıyor:
"Peygamber (s.a.v.) ile birlikte bir savaşa çıkmıştık. Rasulullah her üç kişiye bir deve vermişti. İki kişi deveye biniyor, üçüncüsü de deveyi çöllerde sürüyordu. Dağları inmekte iken Rasulullah yanıma geldi. Ben o sırada yürüyordum.
Bana: "Rabâh, yürüyorsun ha" dedi. "
"Ben deveden henüz indim. Şimdi sıra arkadaşlarımda", diye karşılık verdim.
Daha sonra Peygamber (s.a.v.) arkadaşlarımın yanına geldi. Onlar hemen deveyi çöktürerek indiler.
Yanlarına varınca bana: "Şu deveye bin ve geri dönünceye kadar da inme, biz seni takip ederiz," dediler."
"Niçin", diye sordum.
"Çünkü Rasulullah senin için; "Doğrusu salih bir arkadaşınız var. O'na iyi davranın," buyurdu" diye cevab verdiler." (Yusuf Kandehlevî, Hayatu's-Sahabe, III, 1086)

İslâm toplumu, mu'minlerin oluşturduğu ve esası iman üzerine kurulu bir kardeşlik ve arkadaşlık toplumudur. Bu arkadaşlıkta bağlar, akide bağıdır, Allah'a itaat ve rasulune itaat bağıdır. Bu cemiyette arkadaşlıklar ve dostluklar, dünya menfaati için kurulmaz. Arkadaşlıklar, ahiratte rasullerle, sıddîklarla, şehidlerle ve salihlerle beraber olmak ve Allah'ın ahiratteki nimetine nail olmak için kurulur. Bu ulvî gaye için kurulan arkadaşlıkları Allah'u Teâlâ "görülmeyen askerleriyle" desteklemektedir.
"Eğer siz ona (Peygamber'e) yardım etmezseniz, Allah ona yardım eder. Hani o kâfirler, onu Mekke'den çıkardıkları vakit sadece iki kişiden biri iken, ikisi de mağarada bulundukları sırada arkadaşına : "Üzülme, çünkü Allah bizimledir." diyordu. Allah onun kalbine sukûnet ve kuvvet indirmişti ve onu görmediğiniz bir orduyla desteklemişti. Kâfirlerin sözünü alçaltmıştı. Yüce olan Allah'ın kelimesidir. Ve Allah güçlüdür, hikmet sahibidir. (Tevbe 40)

Bu ayet-i kerime Rasulullah (s.a.v.)'ın Mekke'den Medine'ye hicretindeki bir sahneden bahsetmektedir. Hatırlanacağı üzere, Ebû Bekr es-Sıddîk ile birlikte Medine'ye hicret eden Rasulullah (s.a.v.)'ı muşrikler yolda yakalamak için çok sıkıştırmışlar, her ikisi de bir mağaraya saklanmışlardı. Ebû Bekr (r.anh)'ın bu arkadaşlığına ve desteğine Allah Azze ve Celle de görünmez ordularla destek olmuştur. Allah sabredenlerle beraberdir. Salih ve sıddık arkadaş olan Ebu Bekr (r.anh), en yakın arkadaşının muşriklere yakalanma ihtimali karşısında endişeye kapılıyor ve üzülmesi üzerine Rasulullah (s.a.v.) tarafından teselli ediliyordu. Nitekim bu mağara yolculuğu öncesinde diğer arkadaşları Ali (r.anh) ise, Rasulullah (s.a.v.) için ölümü göze alarak yatağında yerine geçmekten sakınmıyordu!


Kötü - Şerli Arkadaş:

Yukarıdaki gördüğümüz olumlu ilişkilerde; arkadaşını, kendi nefsine tercih eden ve hakkında hayr için mucadele etmedeki sadâkatın tam tersi olan; isâbetli seçilemeyen arkadaşlıklarda ise, insanı hem dünyada hem ahiratte felâkete sürüklemeye götürür. Felâket gelib çatınca da hemen uzaklaşır giderler.
Onları çevrelerindeki insanlara bağlayan şey menfaatleridir. Menfaatlerinin bittiği yerde dostlukları yok olur gider. Halbuki hakiki arkadaş kişinin, "kara gününde", felâket anında yanında bulduğu arkadaş ve dostudur.

"Nihayet kıyamet günü bize gelince, arkadaşına: "Keşke seninle benim aramda doğu ile batı arasındaki kadar bir uzaklık olsaydı. Sen ne kötü arkadaşmışsın!" der." (Zuhruf 38)

"Orada putları ile çekişerek: "Vallahi biz apaçık bir sapıklıkta idik; çünkü biz sizi alemlerin Rabbına eşit tutmuştuk. Bizi saptıranlar ancak suçlulardır. Şimdi şefâatçımız, yakın bir dostumuz yoktur. Keşke geriye bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak, derler" (Şuarâ, 96-102)

'Onlardan bir sõzcü "Benim bir arkadaşım vardı. " dedi. "(Alayla) Der ki: "Sen doğrulayanlardan mısın?" "Biz ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman mı, biz mi (diriltilib) cezalandırılacağız?" "(Sonra yanındakilere): "Bakar mısınız" dedi. " "Sonra onu Cehennem'in ortasında gördü. " "Vallahi, dedi, sen az daha beni de alçaltacaktın." "Rabbimin nimeti olmasaydı ben de şimdi oraya getirilenlerden olurdum" (Saffât, 351-57)

Ayetlerde de gördüğümüz gibi; kötü arkadaşına uymuş olsaydı, onun eliyle Cehennem'in ateşini davet etmiş olacaktı. Şeytanın eliyle, ateşlerini yakmış olacaktı. Ama Allah'a hamdolsun ki kötü arkadaştan uzaklaşmış ve azabdan kurtulduğu gibi sonsuz nimetlere de kavuşmuştu. Muslumanların da kendisine hata yaptığında ikaz edib sakındıracak, hayra ve ibadete teşvik edecek, düşmanlarına karşı kendisiyle aynı safta durabilecek, hem dünyası hem ahirati için hayırlı / iyi arkadaşlar edinmesi olmazsa olmazıdır.

***

Diğer suallerinize değinecek olursak; müslüman aynı zamanda davetçidir. Fakat herkesin ilmi yapısı üst seviyede olmayabileceği gibi, mizacı, edebi, sabrı takvası ve fedakarlığı aynı değildir. Bunlar da tebliğde bulunan davetçide ise en üst seviyede bulunması gerekir. Aksi taktirde tebliğ esnasında sıkıntılarla karşılaşması olağandır. Fakat bu demek değildir ki zaman zaman ortam gereği tebliğde bulunmasın. Tabi ki hayır, musluman elinden geldiği kadar tebliğ ortamlarını gözetlemeli, bunun için fırsat kollamalı, bunun içinde kendini maddi ve manevi yeterliliğe kavuşturmaya çalışmalıdır.

Bir musluman, gerek akraba, gerek iş ortamında gelişen gıybet, dedikodu veya çeşitli haram işlenen kişilerin arasında ancak; onlara karşı kollarını bir makas gibi açarak yaptıkları işin haram olduğunu bildirerek azabla korkutub, cennetin nimetleriyle muştulayabilir. Yoksa ilmi az olsa da onların fısk-ı fucuru arasında sessizce oturub kalamaz.

Abdullah b. Abbas (r.anhuma)'nın azadlı kölesi İkrime Abdullah b. Abhas'dan özetle şöyle rivayet etmiştir:
"Allah teala sizlere Cumua gününde namaz kılmayı farz kıldığı ve o günde tatil yapmayı emrettiği gibi İsrailoğullarına da o gün de ibadet etmeyi farz kılmış o günü. haftanın bayram günü yapmıştır. Fakat İsrailoğulları Cumua gününü bırakıb Cumuartesi gününe saygı göstermişler, onu kutsallaştırmalar ve bunda ısrar etmişlerdir. Bunun üzerine Allah teala onları imtihan etti, kendileri için helal olan bazı şeyleri haram kıldı. Onlar "Eyle" ile "Tur" arasında bulunan Medyen kasabasında kalıyorlardı.
Allah onlara, Cumuartesi gününde balık avlamayı ve onu yemeyi haranı kılmıştı.
Cumuartesi gününde denizin kenarına akın akın balık geliyor Cumuartesi bitince de büyük küçük hiçbir balık kalmayıp gidiyorlardı. Daha sonraki Cumuartesi gününe kadar durum böyle devam ediyor, Cumuartesi olunca da yine balıklar akın akın geliyorlardı. Durum uzun bir müddet böyle devam etti. Yahudiler balık yemeyi çok özlemişlerdi.
Onlardan biri Cumuartesi günü bir balık yakalayıp ipe bağlayarak suya attı. İpin ucunu da sahile çaktığı bir kazığa bağladı. Onu bu vaziyette bırakarak ertesi gün geldi aldı ve götürüp yedi. Daha sonraki Cumuartesi'nde de aynı şeyi yaptı.
İnsanlar balık kokusunu aldılar. Kasaba halkı "Vallahi biz balık kokusunu alıyoruz" dediler. Ve balık tutan adamın ne yaptığını öğrendiler. Kendileri de onun yaptığı gibi yaptılar. Uzun zaman böyle gizli bir şekilde balık yediler. Allah onlan derhal cezalandırmamıştı. Nihayet onlar açıkça balık avlayıp çarşıda satmaya başladılar.

İçlerinden takva ehli olan bir gurub: "Vay halinize, Allah'tan korkun" diyor ve yapılan şeyin yasaklandığını söylüyorlardı.
Diğer gurub ise ne balık yiyor ne de balık yiyenlere mudahale ediyordu.
"Onlar şöyle diyorlardı: "Allah'ın helak edeceği yahut ta şiddetli bir azaba çarptıracağı kavme ne diye vaaz ediyorsunuz?"
Vaaz edenler ise "Rabbinize bir özür beyan edelim, ayrıca Allah'a karşı gelmekten de sakınırlar ümidiyle vaaz ediyoruz.
Onlar yapılan bunca nasihatı unuttukları zaman, o kötülükten sakındıranları kurtardık, o zalimleri de fena hareketlerinden dolayı şiddetli bir azaba uğrattık." (Â'raf 164 - 165)

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Onlar böyle devam ederken diğer gurub, meclislerinde ve mescidlerinde bulunuyorlardı. Allah'ın yasağını ihlal edenleri göremez oldular ve birbirlerine: "Galiba bu adamların başına bir şey geldi, bakınız ne oldu?" dediler. Gidib evlerine baktılar, kapılar arkasından kilitliydi. Onlar geceleyin evlerine girib herkesin yaptığı gibi kapıları arkasından kilitlemişlerdi. Onlar işte o evlerinde maymunlara dönüştürülmüşlerdi. Onları bakmaya gidenler, maymuna dönüşen erkekleri, kadınları ve çocukları tanıyorlardı.
Abdullah b. Abbas diyor ki: "İşte bu kasaba, Allah tealanın Muhammed (s.a.v.)'e: "Muhammed, onlara, deniz kenarındaki şehir halkının başına gelenleri sor." (Â'raf 163) buyurduğu kasabadır. (Taberi tfs)
Nitekim bu Cumuartesi balıkçıları Allahın azabına uğramış ve maymun ve domuza dönüştürülmüşlerdi.

Abdullah b. Abbas, sözlerine devamla diyor ki:
"İsrailoğulları üç kısma ayrılmışlardı. Bir kısmı, Cumuartesi günü balık avlamaya karşı çıkıyor, diğer bir kısmı, karşı çıkanlara "Niçin bunlara nasihat ediyorsunuz?" diyor üçüncü bir kısmı ise avlanma yasağını ihlal etmeye devam ediyordu.
Bu üç grub insandan, sadece avlanma yasağını ihlal edenlere karşı çıkan grub, cezalandırılmaktan kurtuldu. Diğer iki grub da cezalandırılmış oldular.

Avlanma yasağını ihlal edenlere karşı çıkanlar bir gün, diğer iki grubun insanlarını göremez oldular. Ve kendi aralarında dediler ki: "Hele bakın bu insanlara ne oldu. Başlarına bir şey mi geldi?"
O insanların evlerine baktılar. Bir de ne görsünler onlar evlerinin içinde maymuna döndürülmüşler. Onların kimler olduklarını gözlerinden tanıyorlardı. Allah Teâlâ, işte bunlar hakkında buyurmuştur ki: "Biz onların bu hallerini o zamanda bulunanlara ve sonradan gelecek olanlara bir ibret ve muttakiler için de bir nasihat yaptık. (Bakara 66)


Yine konumuz olan mesele hakkında İbni Mes’ûd (r. anh)’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
İsrailoğulları arasında dinden sapma, ilk defa şöyle başladı:
Bir adam bir başka adama rastlar ve: Bana baksana! Allah’dan kork ve yapmakta olduğun şeyi terket. Çünkü bu sana helâl değildir, derdi.
Ertesi gün, aynı işi yaparken o adamla tekrar karşılaşır ve kendisini yaptığı kötü işten nehyetmediği gibi, onunla yiyip içmekten ve birlikte olmaktan da çekinmezdi. Onlar böyle yapınca Allah Teâlâ kalblerini birbirine benzetti.
Sonra Rasûl–u Ekram şu âyeti okudu: İsrâiloğullarından kâfir olanlar Dâvud’un ve Meryem oğlu İsâ’nın diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi, baş kaldırmaları ve aşırı gitmeleriydi. Birbirlerinin yaptıkları fenalıklara mani olmuyorlardı. Yapmakta oldukları ne kötü idi! Onlardan çoğunun inkâr edenleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin onlara âhiret hayatı için hazırladığı şeyler ne kötüdür! Allah onlara gazab etmiştir, onlar azab içinde temelli kalacaklardır. Eğer Allah’a Peygamber’e ve ona indirilen Kur’an’a inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi, fakat onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir (Mâide: 77–81)
Peygamber bu âyetleri okuduktan sonra şöyle buyurdu: Hayır, Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, zâlimin elini tutup zulmune mani olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allah Teâlâ kalblerinizi birbirine benzetir, sonra da İsrâiloğullarına lânet ettiği gibi size de lânet eder.”
(Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Tefsîru sûre (5), 6, 7)
Tirmizî’nin metninin tercümesi ise şöyledir:
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
İsrâiloğulları günahlara daldıklarında, âlimleri onları nehyettiyse de onlar işledikleri günahları terketmediler. Bu defa âlimleri de onlarla birlikte oturdular, beraberce yediler, içtiler. Bunun üzerine Allah Teâlâ da onların kalblerini birbirine benzetti. Dâvûd ve Meryem oğlu İsâ’nın diliyle onlara lânet etti. Bu onların isyan etmeleri ve haddi aşmaları sebebiyle idi.
Rasûlullah (s.a.v.) yaslandığı yerden doğrulup oturarak: Hayır! Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, onları hakka boyun eğdirinceye kadar bu böyle devam edecektirbuyurdular.



 
Ümmü Yasir Çevrimdışı

Ümmü Yasir

İşlerimizin hepsini düzelt Allah’ım...
İslam-TR Üyesi
Âleykum selam we rahmetullah kardeşim;

Evvela şunu söyleyeyim ki çok geniş ve izahata muhtaç bir konu. Yorum ve teferruat olabilir çünkü oldukça geniş bir alanı ilgilendiriyor, hatta hayatın her alanını ilgilendiren bir durum. Ben şahsen kendimde bu konuya girecek zaman ve mec'al göremediğimden belli başlı meselelere değinib geçmeye çalışacağım. Hakkınızı helal ediniz.

İyi - Hayırlı Arkadaş :

Rabâh b. Rebî şöyle anlatıyor:
"Peygamber (s.a.v.) ile birlikte bir savaşa çıkmıştık. Rasulullah her üç kişiye bir deve vermişti. İki kişi deveye biniyor, üçüncüsü de deveyi çöllerde sürüyordu. Dağları inmekte iken Rasulullah yanıma geldi. Ben o sırada yürüyordum.
Bana: "Rabâh, yürüyorsun ha" dedi. "
"Ben deveden henüz indim. Şimdi sıra arkadaşlarımda", diye karşılık verdim.
Daha sonra Peygamber (s.a.v.) arkadaşlarımın yanına geldi. Onlar hemen deveyi çöktürerek indiler.
Yanlarına varınca bana: "Şu deveye bin ve geri dönünceye kadar da inme, biz seni takip ederiz," dediler."
"Niçin", diye sordum.
"Çünkü Rasulullah senin için; "Doğrusu salih bir arkadaşınız var. O'na iyi davranın," buyurdu" diye cevab verdiler." (Yusuf Kandehlevî, Hayatu's-Sahabe, III, 1086)

İslâm toplumu, mu'minlerin oluşturduğu ve esası iman üzerine kurulu bir kardeşlik ve arkadaşlık toplumudur. Bu arkadaşlıkta bağlar, akide bağıdır, Allah'a itaat ve rasulune itaat bağıdır. Bu cemiyette arkadaşlıklar ve dostluklar, dünya menfaati için kurulmaz. Arkadaşlıklar, ahiratte rasullerle, sıddîklarla, şehidlerle ve salihlerle beraber olmak ve Allah'ın ahiratteki nimetine nail olmak için kurulur. Bu ulvî gaye için kurulan arkadaşlıkları Allah'u Teâlâ "görülmeyen askerleriyle" desteklemektedir.
"Eğer siz ona (Peygamber'e) yardım etmezseniz, Allah ona yardım eder. Hani o kâfirler, onu Mekke'den çıkardıkları vakit sadece iki kişiden biri iken, ikisi de mağarada bulundukları sırada arkadaşına : "Üzülme, çünkü Allah bizimledir." diyordu. Allah onun kalbine sukûnet ve kuvvet indirmişti ve onu görmediğiniz bir orduyla desteklemişti. Kâfirlerin sözünü alçaltmıştı. Yüce olan Allah'ın kelimesidir. Ve Allah güçlüdür, hikmet sahibidir. (Tevbe 40)

Bu ayet-i kerime Rasulullah (s.a.v.)'ın Mekke'den Medine'ye hicretindeki bir sahneden bahsetmektedir. Hatırlanacağı üzere, Ebû Bekr es-Sıddîk ile birlikte Medine'ye hicret eden Rasulullah (s.a.v.)'ı muşrikler yolda yakalamak için çok sıkıştırmışlar, her ikisi de bir mağaraya saklanmışlardı. Ebû Bekr (r.anh)'ın bu arkadaşlığına ve desteğine Allah Azze ve Celle de görünmez ordularla destek olmuştur. Allah sabredenlerle beraberdir. Salih ve sıddık arkadaş olan Ebu Bekr (r.anh), en yakın arkadaşının muşriklere yakalanma ihtimali karşısında endişeye kapılıyor ve üzülmesi üzerine Rasulullah (s.a.v.) tarafından teselli ediliyordu. Nitekim bu mağara yolculuğu öncesinde diğer arkadaşları Ali (r.anh) ise, Rasulullah (s.a.v.) için ölümü göze alarak yatağında yerine geçmekten sakınmıyordu!


Kötü - Şerli Arkadaş:

Yukarıdaki gördüğümüz olumlu ilişkilerde; arkadaşını, kendi nefsine tercih eden ve hakkında hayr için mucadele etmedeki sadâkatın tam tersi olan; isâbetli seçilemeyen arkadaşlıklarda ise, insanı hem dünyada hem ahiratte felâkete sürüklemeye götürür. Felâket gelib çatınca da hemen uzaklaşır giderler.
Onları çevrelerindeki insanlara bağlayan şey menfaatleridir. Menfaatlerinin bittiği yerde dostlukları yok olur gider. Halbuki hakiki arkadaş kişinin, "kara gününde", felâket anında yanında bulduğu arkadaş ve dostudur.

"Nihayet kıyamet günü bize gelince, arkadaşına: "Keşke seninle benim aramda doğu ile batı arasındaki kadar bir uzaklık olsaydı. Sen ne kötü arkadaşmışsın!" der." (Zuhruf 38)

"Orada putları ile çekişerek: "Vallahi biz apaçık bir sapıklıkta idik; çünkü biz sizi alemlerin Rabbına eşit tutmuştuk. Bizi saptıranlar ancak suçlulardır. Şimdi şefâatçımız, yakın bir dostumuz yoktur. Keşke geriye bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak, derler" (Şuarâ, 96-102)

'Onlardan bir sõzcü "Benim bir arkadaşım vardı. " dedi. "(Alayla) Der ki: "Sen doğrulayanlardan mısın?" "Biz ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman mı, biz mi (diriltilib) cezalandırılacağız?" "(Sonra yanındakilere): "Bakar mısınız" dedi. " "Sonra onu Cehennem'in ortasında gördü. " "Vallahi, dedi, sen az daha beni de alçaltacaktın." "Rabbimin nimeti olmasaydı ben de şimdi oraya getirilenlerden olurdum" (Saffât, 351-57)

Ayetlerde de gördüğümüz gibi; kötü arkadaşına uymuş olsaydı, onun eliyle Cehennem'in ateşini davet etmiş olacaktı. Şeytanın eliyle, ateşlerini yakmış olacaktı. Ama Allah'a hamdolsun ki kötü arkadaştan uzaklaşmış ve azabdan kurtulduğu gibi sonsuz nimetlere de kavuşmuştu. Muslumanların da kendisine hata yaptığında ikaz edib sakındıracak, hayra ve ibadete teşvik edecek, düşmanlarına karşı kendisiyle aynı safta durabilecek, hem dünyası hem ahirati için hayırlı / iyi arkadaşlar edinmesi olmazsa olmazıdır.

***

Diğer suallerinize değinecek olursak; müslüman aynı zamanda davetçidir. Fakat herkesin ilmi yapısı üst seviyede olmayabileceği gibi, mizacı, edebi, sabrı takvası ve fedakarlığı aynı değildir. Bunlar da tebliğde bulunan davetçide ise en üst seviyede bulunması gerekir. Aksi taktirde tebliğ esnasında sıkıntılarla karşılaşması olağandır. Fakat bu demek değildir ki zaman zaman ortam gereği tebliğde bulunmasın. Tabi ki hayır, musluman elinden geldiği kadar tebliğ ortamlarını gözetlemeli, bunun için fırsat kollamalı, bunun içinde kendini maddi ve manevi yeterliliğe kavuşturmaya çalışmalıdır.

Bir musluman, gerek akraba, gerek iş ortamında gelişen gıybet, dedikodu veya çeşitli haram işlenen kişilerin arasında ancak; onlara karşı kollarını bir makas gibi açarak yaptıkları işin haram olduğunu bildirerek azabla korkutub, cennetin nimetleriyle muştulayabilir. Yoksa ilmi az olsa da onların fısk-ı fucuru arasında sessizce oturub kalamaz.

Abdullah b. Abbas (r.anhuma)'nın azadlı kölesi İkrime Abdullah b. Abhas'dan özetle şöyle rivayet etmiştir:
"Allah teala sizlere Cumua gününde namaz kılmayı farz kıldığı ve o günde tatil yapmayı emrettiği gibi İsrailoğullarına da o gün de ibadet etmeyi farz kılmış o günü. haftanın bayram günü yapmıştır. Fakat İsrailoğulları Cumua gününü bırakıb Cumuartesi gününe saygı göstermişler, onu kutsallaştırmalar ve bunda ısrar etmişlerdir. Bunun üzerine Allah teala onları imtihan etti, kendileri için helal olan bazı şeyleri haram kıldı. Onlar "Eyle" ile "Tur" arasında bulunan Medyen kasabasında kalıyorlardı.
Allah onlara, Cumuartesi gününde balık avlamayı ve onu yemeyi haranı kılmıştı.
Cumuartesi gününde denizin kenarına akın akın balık geliyor Cumuartesi bitince de büyük küçük hiçbir balık kalmayıp gidiyorlardı. Daha sonraki Cumuartesi gününe kadar durum böyle devam ediyor, Cumuartesi olunca da yine balıklar akın akın geliyorlardı. Durum uzun bir müddet böyle devam etti. Yahudiler balık yemeyi çok özlemişlerdi.
Onlardan biri Cumuartesi günü bir balık yakalayıp ipe bağlayarak suya attı. İpin ucunu da sahile çaktığı bir kazığa bağladı. Onu bu vaziyette bırakarak ertesi gün geldi aldı ve götürüp yedi. Daha sonraki Cumuartesi'nde de aynı şeyi yaptı.
İnsanlar balık kokusunu aldılar. Kasaba halkı "Vallahi biz balık kokusunu alıyoruz" dediler. Ve balık tutan adamın ne yaptığını öğrendiler. Kendileri de onun yaptığı gibi yaptılar. Uzun zaman böyle gizli bir şekilde balık yediler. Allah onlan derhal cezalandırmamıştı. Nihayet onlar açıkça balık avlayıp çarşıda satmaya başladılar.

İçlerinden takva ehli olan bir gurub: "Vay halinize, Allah'tan korkun" diyor ve yapılan şeyin yasaklandığını söylüyorlardı.
Diğer gurub ise ne balık yiyor ne de balık yiyenlere mudahale ediyordu.
"Onlar şöyle diyorlardı: "Allah'ın helak edeceği yahut ta şiddetli bir azaba çarptıracağı kavme ne diye vaaz ediyorsunuz?"
Vaaz edenler ise "Rabbinize bir özür beyan edelim, ayrıca Allah'a karşı gelmekten de sakınırlar ümidiyle vaaz ediyoruz.
Onlar yapılan bunca nasihatı unuttukları zaman, o kötülükten sakındıranları kurtardık, o zalimleri de fena hareketlerinden dolayı şiddetli bir azaba uğrattık." (Â'raf 164 - 165)

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Onlar böyle devam ederken diğer gurub, meclislerinde ve mescidlerinde bulunuyorlardı. Allah'ın yasağını ihlal edenleri göremez oldular ve birbirlerine: "Galiba bu adamların başına bir şey geldi, bakınız ne oldu?" dediler. Gidib evlerine baktılar, kapılar arkasından kilitliydi. Onlar geceleyin evlerine girib herkesin yaptığı gibi kapıları arkasından kilitlemişlerdi. Onlar işte o evlerinde maymunlara dönüştürülmüşlerdi. Onları bakmaya gidenler, maymuna dönüşen erkekleri, kadınları ve çocukları tanıyorlardı.
Abdullah b. Abbas diyor ki: "İşte bu kasaba, Allah tealanın Muhammed (s.a.v.)'e: "Muhammed, onlara, deniz kenarındaki şehir halkının başına gelenleri sor." (Â'raf 163) buyurduğu kasabadır. (Taberi tfs)
Nitekim bu Cumuartesi balıkçıları Allahın azabına uğramış ve maymun ve domuza dönüştürülmüşlerdi.

Abdullah b. Abbas, sözlerine devamla diyor ki:
"İsrailoğulları üç kısma ayrılmışlardı. Bir kısmı, Cumuartesi günü balık avlamaya karşı çıkıyor, diğer bir kısmı, karşı çıkanlara "Niçin bunlara nasihat ediyorsunuz?" diyor üçüncü bir kısmı ise avlanma yasağını ihlal etmeye devam ediyordu.
Bu üç grub insandan, sadece avlanma yasağını ihlal edenlere karşı çıkan grub, cezalandırılmaktan kurtuldu. Diğer iki grub da cezalandırılmış oldular.

Avlanma yasağını ihlal edenlere karşı çıkanlar bir gün, diğer iki grubun insanlarını göremez oldular. Ve kendi aralarında dediler ki: "Hele bakın bu insanlara ne oldu. Başlarına bir şey mi geldi?"
O insanların evlerine baktılar. Bir de ne görsünler onlar evlerinin içinde maymuna döndürülmüşler. Onların kimler olduklarını gözlerinden tanıyorlardı. Allah Teâlâ, işte bunlar hakkında buyurmuştur ki: "Biz onların bu hallerini o zamanda bulunanlara ve sonradan gelecek olanlara bir ibret ve muttakiler için de bir nasihat yaptık. (Bakara 66)


Yine konumuz olan mesele hakkında İbni Mes’ûd (r. anh)’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
İsrailoğulları arasında dinden sapma, ilk defa şöyle başladı:
Bir adam bir başka adama rastlar ve: Bana baksana! Allah’dan kork ve yapmakta olduğun şeyi terket. Çünkü bu sana helâl değildir, derdi.
Ertesi gün, aynı işi yaparken o adamla tekrar karşılaşır ve kendisini yaptığı kötü işten nehyetmediği gibi, onunla yiyip içmekten ve birlikte olmaktan da çekinmezdi. Onlar böyle yapınca Allah Teâlâ kalblerini birbirine benzetti.
Sonra Rasûl–u Ekram şu âyeti okudu: İsrâiloğullarından kâfir olanlar Dâvud’un ve Meryem oğlu İsâ’nın diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi, baş kaldırmaları ve aşırı gitmeleriydi. Birbirlerinin yaptıkları fenalıklara mani olmuyorlardı. Yapmakta oldukları ne kötü idi! Onlardan çoğunun inkâr edenleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin onlara âhiret hayatı için hazırladığı şeyler ne kötüdür! Allah onlara gazab etmiştir, onlar azab içinde temelli kalacaklardır. Eğer Allah’a Peygamber’e ve ona indirilen Kur’an’a inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi, fakat onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir (Mâide: 77–81)
Peygamber bu âyetleri okuduktan sonra şöyle buyurdu: Hayır, Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, zâlimin elini tutup zulmune mani olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allah Teâlâ kalblerinizi birbirine benzetir, sonra da İsrâiloğullarına lânet ettiği gibi size de lânet eder.”
(Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Tefsîru sûre (5), 6, 7)
Tirmizî’nin metninin tercümesi ise şöyledir:
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
İsrâiloğulları günahlara daldıklarında, âlimleri onları nehyettiyse de onlar işledikleri günahları terketmediler. Bu defa âlimleri de onlarla birlikte oturdular, beraberce yediler, içtiler. Bunun üzerine Allah Teâlâ da onların kalblerini birbirine benzetti. Dâvûd ve Meryem oğlu İsâ’nın diliyle onlara lânet etti. Bu onların isyan etmeleri ve haddi aşmaları sebebiyle idi.
Rasûlullah (s.a.v.) yaslandığı yerden doğrulup oturarak: Hayır! Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, onları hakka boyun eğdirinceye kadar bu böyle devam edecektirbuyurdular.


Allah svt razı olsun hocam, ilminizi artırsın..
 
Üst Ana Sayfa Alt