Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Hidayet Ve Delalet

halit bin velit Çevrimdışı

halit bin velit

Üyeliği İptal Edildi
Banned
HİDÂYET

İrşat etmek, doğru yolu göstermek, rehberlik yapmak. Zıddı; Saptırmak, yanıltmak, dalâlete düşürmektir. Hidâyet kelimesi (HDY) kökünden bir mastar olup terim olarak; küfür, şirk ve sapıklıklardan kurtularak, İslâm'ın aydınlık yoluna girmektir.
Kişinin bâtıl yolu bırakıp, hidâyete yönelmesi Cenab-ı Hakk'ın dilemesi ve yardımı ile olur. Kur'ân-ı Kerîm'in çeşitli âyetlerinde hidâyet ve dalâletten söz edilmiştir!
"Ey Muhammed de ki: Ey insanlar, size Rabbiniz tarafından bir hak geldi. Kim doğru yola giderse, kendi lehine doğru yola gitmiş olur. Kim de saparsa, kendi aleyhine sapmış olur. Ben üzerinize vekil değilim." (Yûnus, 10/108).
"Allah kimi saptırırsa, artık onu doğru yola sevk edecek, hiç bir kimse bulunmaz." (er-Ra'd: 13/33).
"Biz, her Peygamberin karşısına, böylece mücrimlerden bir düşman çıkarmışızdır. Yol gösterici ve yardımcı olarak sana Rabbin yeter." (el-Furkân: 25/31).
İslâm'ın hidâyet yolunu gizleyip açıklamayanlar âyette şöyle uyarılır:
"İndirdiğimiz delilleri ve hidâyeti, biz insanlara kitapta açıkladıktan sonra onları gizleyenlere, işte onlara, Allah lânet eder. Hem de bütün lânet edebilenler lânetler. Ancak tevbe edip kendilerini düzelten ve Allah'ın indirdiğini açıklayanlar müstesna. İşte onların tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri çokça kabul eden ve çok merhamet edenim." (el-Bakara: 2/159, 160).
Cenab-ı Hakk'ın bazı kimselere hidayeti nasip etmemesinin sebepleri âyetlerde şöyle açıklanır: "Yalancılık ve küfürde ısrar etme"[1] "Âşırı yalancılık"[2] "Zâlim ve fâsık olma"[3]
Bir kimsenin, Allah dilemedikçe, Peygamber'in istemesiyle hidayete kavuşamayacağı ayetlerde şöyle ifade edilir:
"Ey Muhammed şüphesiz sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin. Fakat Allah, dilediğini hidâyete erdirir. O, hidayete erecekleri çok iyi bilir" (el-Kasas: 28/56).
"Onları hidâyete erdirmek sana düşmez. Allah dilediğini hidâyete erdirir" (el-Bakara: 2/272),
"Sen ne kadar hırs göstersen de yine insanların çoğu inanmazlar." (Yûsuf: 12/103).
Buhârî ve Müslim'in naklettiği bir hadise göre, yukarıdaki ilk ayet Allah Rasûlünün amcası Ebû Talib, Rasûlullah (s.a.s)'i korur, ona yardım eder, bu yüzden Hz. Peygamber onu tabiî bir sevgi ile severdi. Vefatına yakın, yanına gelerek şöyle demişti: "Ey amca, Allah katında kendisiyle senin lehinde şehadette bulunabileceğim bir kelimeyi; Allah'tan başka ilâh yoktur kelimesini söyle" Ancak, Ebû Talib, bu kelimeleri söyleyemedi.[4] Vefatından sonra, Hz. Peygamber'in, onun hakkında istiğfarda bulunması üzerine hidayete ermeyenler için yapılacak duanın geri çevrileceği şu âyetle bildirilmiştir:
"Ne Peygamberin ne de Mü'minlerin, cehennemlik oldukları belli olduktan sonra, yakın hısımları da olsa, müşrikler için af dilemeleri asla doğru olmaz." (et-Tevbe: 9/113).
Sonuç olarak, bir kimse hidâyeti yüce Allah'tan istemeli ve bu hali ömür boyu korumak için, salih amel işlemelidir. Allahu Teâlâ, irade-i cüz'iyesini hak yola dönmek için kullanan ve iyi hal gösteren kimselere aydınlık yolu gösterir.[5]
Hidayet, doğru yolu bulma, açıklama, ilham etme, muvaffak kılma anlamlarına gelmektedir. Terim olarak hidayet; küfür, şirk ve sapıklıklardan kurtularak, İslam'ın aydınlık yoluna girmektir. Hidayette istenen, hayra ulaştırmaktır. Mesela, hırsıza yol göstermeye hidayet denmez. Hidayeti buldurmaya "ihtida" veya "hüda" denmektedir. Allah'ın güzel isimlerinden biri de Hâdî, yani hidayet veren, hidayete erdirendir.
Allah, hâdîdir; yani kendisini tanıma yollarını kullarına gösterip tanıtan, onları Rububiyetini ikrar edici kılan, necat (kurtuluş) yolunu gösterip açıklayan, her yaratığın bekası ve varlığını sürdürmesi için gerekli olan cihetlere yönelten zattır. Bundan fazla olarak, kullarından dilediğini tevhid nuruyla müşerref kılar, istediğini dosdoğru yola hidayet eder. Ayrıca bütün diğer yaratıkları faydalarına olan yöne sevkeder, rızık arama yollarını ve zararlardan sakınmalarını ilham eder. Yeni doğan yavruya memeyi tutmasını, civcive çıkar çıkmaz daneleri toplamasını, arıya yuvasını altıgen şeklinde yapmasını vb. gibi her canlı için en uygun şartı ilham eder. Hidayetin zıddı dalalettir. Dalalet; sapmak, şaşmak, karanlıkta kalmak, bocalamak ve kaosa yenik düşmek anlamlarına gelir. Dalalet, doğru yoldan bile bile veya iğfale kapılarak sapmaktır.
"De ki: Hidayet/doğru yola kılavuzluk; ancak Allah'ın hidayetidir." (En'am, 71) “Yolun doğrusunu göstermek Allah'a aittir. Yolun eğri olanı da vardır. Allah dileseydi hepinizi hidayete iletirdi." (Nahl, 9)
Hidayet, bir yolu göstermek ve o yolda sebatı sağlamada yardımcı olmaktır. Yalnız göstermek, dinin anladığı manada hidayeti ifade etmez. Gösterilen yolda sebata yardım etmek de vahyin hidayetinin bir parçasıdır. O yüzden daha çok hidayete ermiş insanların okuduğu Fatiha suresi 5. ayetindeki "ihdina" kelimesine, bazı müfessirler; "bize verdiğin hidayette sebatımızı nasip et" anlamı vermişlerdir.
Hâdî, hidayet eden, hidayet yaratan, istediğini hayırlı ve kârlı yollara muvaffak kılan anlamına gelir. Kur'an'a göre mutlak Hâdî, Allah'tır. Mutlak Hâdî olan Allah'ın insanlara olan hidayetinin ise dört şekilde olacağı beyan edilmektedir:
1- Hidayetin bütün mahlukata şamil olması. Bu, Allah'ın onlara akıl, zeka ve zaruri bazı bilgiler ihsan etmesidir. Taha, 50 ve A'la, 3 ayetlerinde bu tür hidayetten bahsedilir.
2- Peygamber ve kitaplarla insanları çağırdığı hidayet. "Onları, buyruğumuz ile, insanları doğru yola götüren (yehdûne) önderler yaptık." (Enbiya, 73) ayetinde olduğu gibi.
3- Bu hidayeti kabul eden ve doğru yolda olanlara tevfik hidayeti, onları bu hidayete muvaffak kılması. "Hidayeti kabul edenlerin (ihtedev), Allah hidayetlerini artırır." (Muhammed, 17) "Allah, iman edenleri hidayet etti." (Bakara, 213) ayetlerinde olduğu gibi.
4- Ahirette cennete hidayet edip iletmesi. "Hamd Allah'a olsun ki, bizi buna hidayet etti." (A'raf, 43) ayetinde olduğu gibi.
İnsan, bir başkasını, bu dört hidayet çeşidinden sadece davet ve yolu tanıtmak suretiyle hidayete sevkedebilir. Hz. Peygamber'e hitaben: "Muhakkak ki sen, dosdoğru yola hidayet edersin." (Şura, 52) "Her millet için hidayet eden (yani, davet eden) vardır." (Ra'd, 7) gibi ayetlerde kasdolunan hidayet, bu nevidendir. Gerekli istidatları, tevfik ve ahirette mükafatı vermek şeklinde olan öbür hidayet çeşitlerine ise: "Sen istediğini hidayete erdiremezsin" (Kasas, 56) (Hitap özellikle Hz. Peygamber'edir.) gibi ayetler işaret eder. Allah'ın; zalimler, kafirler, fasıklar hakkında menettiğini bildirdiği her ayette, üçüncü nevi, yani "hidayeti kabul edenlere mahsus olan tevfik hidayeti" söz konusudur. Cennete koymak ve ahirette mükafat vermekten ibaret olan dördüncü kısma giren hidayet ise şu gibi ayetlerdedir: "İman ettikten, Peygamber'in hak olduğuna şehadet ettikten, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra inkar eden bir topluluğu, Allah nasıl hidayet eder?" (Al-i İmran, 86) "Allah, zalimler topluluğuna hidayet etmez." (Bakara, 258) "Onların hidayetleri sana düşmez, fakat Allah dilediğini hidayet eder." (Bakara, 272)
Kur'an, salih amelle hidayet arasında yakın bir münasebet olduğunu açıklar. Tevbe-iman-salih amel üçlüsünün neticesinde hidayete ulaşılmaktadır. (Taha, 82) Başka bir ifadeyle hidayet, tevbe-iman-salih amelin doğal neticesidir. Hidayete ermenin, iman ve salih amellerle olacağını şu ayette de görmekteyiz: "İman edenler ve salih ameller işleyenleri imanlarına karşılık Rabbleri onları hidayete erdirir, doğru yola eriştirir
Hidayetin neticesi iman; dalaletin neticesi imansızlıktır. İnsanın kalbi, hem imana, hem de küfre doğru eğilmeğe elverişlidir. Kalbin imanla küfürden birini tercih etmesi için mutlaka çekici bir sebep icabeder. Hidayeti de dalaleti de ancak Allah yaratır. Yani gönüllere imanı sevdiren sebepleri Allah yarattığı gibi, küfür tarafını tutturan sebepleri yaratan da O'dur. Kullarından istediğine hidayet; istediğine dalalet verir. Allah'tan başka insanları hidayet ve bahtiyarlığa eriştirecek, yahut dalalet ve hüsrana düşürecek hakiki bir fâil yoktur. Allah'ın hidayet ettiğini kimse saptıramaz. Allah'ın sapıttığını kimse doğru yola getiremez. Yalnız, burada şu noktayı iyi bilmek lazımdır ki, Allahu Teala'nın bir kulunda dalalet yaratması, o kulun, kendi arzusu ile sapıklık yolunu tutmuş olmasındandır. Yoksa, kul iradesini, yeteneklerini dalalete yöneltmedikçe Allah onu cebren dalalete sevk etmez. Yani, halk tabiriyle "bela isteyen belasını; Mevla isteyen Mevla'sını bulur." Nitekim, insanlarda hidayet ve iman asıldır. Dalalet ve küfür sonradan ârız olmuştur. Cüz'î iradenin su-i isti'malinden doğmuştur. Dalalet ve küfür fıtrata muhalefettir. Hastalıktır. (Bakara, 10). Sağırlıktır, dilsizlik ve körlüktür. Bakara, 18) Küfür ve dalalet, zarara asla uğramayacak bir ticareti / kazancı (Fâtır, 29; Saff, 10-11) istememek ve müflis tüccar olmaktır. "Onlar hidayete karşılık dalaleti satın alanlardır. Ancak, onların bu ticareti kazançlı olmamış ve kendileri de hidayete erememiş, doğru yola girememişlerdir." (Bakara, 16)
Hidayet, bizi hakka götüren her türlü meziyet, araç, akl-ı selim, Peygamber ve Kitaptır. Müstakim yolda kalabilmemiz, kesintisiz olarak bunlara sahip olmakla mümkündür. Sürekli akl-ı selim sahibi olmak, vahiyle irtibatlı bulunmak, Peygambere bağlı kalmak; dosdoğru yolu bulmak kadar, o yolda kalmak için de önemlidir.[6]

DALÂLET

Yolunu şaşırma; kaybolma; azma; sapkınlık ve batıla yönelme. Ayrıca, helâk olmak, batıl şey ve unutmak mânâlarına geldiği gibi bilerek veya bilmeyerek, az veya çok doğru yoldan sapmak anlamlarına da gelir. Nitekim "dâll" ve "dalâl" hem peygamberler hem de kâfirler için kullanılmıştır:
"(Kardeşleri) dediler ki: Yusuf'la kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir. halbuki bizler birbirine bağlı bir toplumuz. Herhalde babamız apaçık bir hata (dalâl) içindedir" (Yusuf, 12/8).
Âyette görüldüğü gibi, hata kelimesi "dalâl" ile ifade edilmiştir.
Duhâ sûresinde de peygambere hitaben; "Seni şaşırmış bulup da yol göstermedi mi?" (ed-Duhâ, 93/7) buyurulmaktadır. Buradaki şaşırma kelimesi de Kur'ân'da "dâll", yani yolunu kaybetmiş, şaşırmış demektir.
Dilimizde dalâlete, sapmak, sapıklık ve sapkınlık denir. Dalâl, bazen gafletten ve şaşkınlıktan doğar. Bu münasebetle dalâl; gaflet, şaşkınlık, kaybolma ve helâk olma manalarına da kullanılır.
Aslında dalâl, yoldan sapmak demek olduğu gibi, aklî sapma anlamlarında da kullanılmıştır. Biz de dalâlet ve sapkınlığı batıla düşmeyi sadece dinde; dalâl ve sapıklığı da akıl ve sözde kullanırız. Dâll kelimesinin çoğulu olan "dâllîn", tam manasıyla, sapkınlar demektir.
"Kim imanı küfürle değiştirirse şüphesiz dosdoğru yoldan sapmış olur" (el-Bakara, 2/108)
"Allah'a ortak koşan kimse şüphesiz derin bir sapıklığa düşmüştür" (en-Nisâ, 4/116)
"Allah ve Rasülü bir işe hüküm verdiği zaman, mümin kadın ve erkeğin o işlerinde seçme hakkı yoktur. Kim Allah ve-Rasülü'ne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur" (el-Ahzâb, 33/36)
Yukardaki âyetler, ister mümin olsun ister kâfir, Allah'ın ve Rasûlü'nün emir ve teklifleri karşısında inat edip ondan deliller ve harikulâde şeyler istemek suretiyle Peygamber'i müşkül durumda bırakmaya çalışmalarının onları doğru yoldan sapmış kimseler olarak nitelendirmeye götüreceğini ihtar etmektedir.
"İbrahim, babası Âzer'e: Sen bir takım putları ilâhlar mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve milletini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum demişti." (el-En'am, 6/74).
Halbuki Hz. İbrahim Kur'ân ifadesiyle yumuşak, müsamahakâr, temiz huylu ve halîm birisidir. Fakat akîde söz konusu olunca, ne babalık kalır ne de evlâtlık... Dalâleti seçenlere karşı tavır budur.
"...Allah, müminlere lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce apaçık bir (dalâl) sapıklık içindeydiler." (Âli İmrân, 3/164).
Daha önce, tasavvurda, itikatta, hayatî mefhumlarda, gaye ve yönelişlerde, âdet ve gidişatta, nizam ve prensiplerde dalâlet; sosyal ve ahlâkî yaşayışta da sapıklık içindeydiler. Allah, lütufta bulunarak onları, sapıklıktan doğru yola çıkarmıştır:
"Ey Muhammed! Sana indirilen Kur'ân'a ve senden önce indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tâğutun önünde muhakeme olunmalarını isterler. Oysa onu reddetmekle emr olunmuşlardı. Şeytan onları derin bir sapıklıkla saptırmak ister." (en-Nisâ, 4/60)
İşte iman ettiğini söyleyip; Hakk'ın önünde muhakeme edilmeye çağrılınca, tâğutun hükmünü Hakk'ın hükmüne tercih edenler, gerçekte şirk ve apaçık bir sapıklık içindedirler. Şeytan da, onların, bu sapıklıklarında daha da derinleşmelerini ister ve nitekim çoğu zaman başarır.
Dalâlet kelimesinden geçişli olarak türetilen "idlâl" da saptırmak anlamına gelir. Şöyle ki:
"Onlardan bir güruh seni saptırmaya yeltenmişti. Onlar yalnızca kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler." (en-Nisâ, 4/113)
Rivayete göre Medine yerlilerinden Ta'me, bir komşusunun zırhını çalmış, bir un dağarcığına saklayarak getirip, bir Yahudi'nin evine gizlemişti. Ta'me'yi sıkıştırdılar. O, müslüman olmasına rağmen yemin etti. Yahudiyi sorguya çektiler. O da: Bunu bana Ta'me verdi dedi. Bazı Yahudiler de şahitlik ettiler. Zaferoğulları Rasûlullah'a gelip Ta'me'yi beraat ettirmesini söylediler. Ta'me'nin yemini karşısında düşündü; arkasından yukardaki âyet indi.
Dalâletin unutma ve yanılma anlamına geldiği de olur. Aşağıdaki âyet buna bir örnektir: Borç verirken yazılmasını ve şahit getirilmesini isteyen âyet, devamla;
"Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden olmak üzere bir erkekle iki kadın gösterin ki, onlardan biri yanılırsa diğeri onu düzeltsin." (el-Bakara, 2/282).
Görüldüğü gibi burada yanılma olarak tercüme edilen kelime Kur'ân'da "dalâlet "ten türeyen, "dallet" sözcüğüdür.
Peygamber (s.a.s.)'in hadislerinde de, sapıklığın dalâlet olarak geçtiğini görmek mümkündür. Bir örnek olmak üzere aşağıdaki hadisle yetinelim:
"Sonradan uydurulan şeylerden sakınınız. Çünkü sonradan uydurulan her şey bid'attır. Ve her bid'at sapıklık (dalâlet)tır."[7]




[1] ez-Zümer: 39/3.
[2] el-Mü'min: 40/28.
[3] el-Âhkâf, 46/10, es-Saf, 61/5,7; el-Cum'a, 62/5; el-Münâfıkûn, 63/6.
[4] bkz. İbn Kesîr, el-Kasas: 28/56. âyet tefsîrî.
[5] Şâmil İslam Ansiklopedisi:
[6] Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 259-262.
[7] Ebû Dâvûd, es-Sünne, 5. Halid Erboğa, Şamil İslam Ansiklopedisi:
 
La Yezal Çevrimdışı

La Yezal

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
"Ey Muhammed de ki: Ey insanlar, size Rabbiniz tarafından bir hak geldi. Kim doğru yola giderse, kendi lehine doğru yola gitmiş olur. Kim de saparsa, kendi aleyhine sapmış olur. Ben üzerinize vekil değilim." (Yûnus, 10/108).
"Allah kimi saptırırsa, artık onu doğru yola sevk edecek, hiç bir kimse bulunmaz." (er-Ra'd: 13/33).
Allah anlamayı nasip etsin,razı olsun!
 
halit bin velit Çevrimdışı

halit bin velit

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Allah cümle muslümanlardan razi olsun
ümmet´i Muhammed (s.a) birlik ve beraberlik nasib eylesin Amin
 
Üst Ana Sayfa Alt