Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Hallac-ı Mansur'un küfür sözleri

K Çevrimdışı

Kumeyl

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Şunu da belirtmek isteriz ki, tasavvuf ehlinden bir grup ta¬ savvufta aşın gitmiş ve «her şeyde mevcut olan sadece Allah'tır» demişlerdir. Buradan, müslümanların görüşüne aykırı olan «Vahdet-i vücut» görüşü doğmuştur. Vahdet-i vücut, kainatı hayal olarak kabul eder ve Allah'ın zatıyla insanın zatini birleştirir. Kelâmcılar, Zat-ı ilahî'nin birliğini savunurlarken, tasavvufçular her şeye şamil bir vahdeti savunurlar. Kelâm alimle¬rinin «her şey Allah'ın yaratmasıyla olur» ilkesi, bu grup nazarın¬ da «Allah'ın vücudu her şevdedir» şekline geldi." Ehl-i Sünnet'in bu aşırı tasavvuf ehli hakkındaki görüşü, Allah'ı insana benzeten «Müşe l bbihe»,Allah'ı bir cisme sahip kabul eden «Mücessime» ve Allah'ın bedenlere hulul ettiğini kabul eden «Hululiyye» hakkın¬ daki görüşünün aynıdır.
Bu gruptan gösterilen mutasavvıflardan biri, Abbasî Halifesi Muktedir (295-320/908-032) zamanında uluhiyyet iddiasında bu lunan Hüseyin b.. Mansur Hallaç'dır. «ebu Mugıs» künyesiyle anılır. Faris bölgesinin Beyzâ şehrinden olup, Mecüsî asıllıdır. Va¬sıfta yetişmiş, sonra da Bağdat'a gelerek orada yerleşmiştir. Bu-rada sûfiler arasına girip onların büyüklerinden Cüneyd-i Bağdadi ve diğerlerinin sohbetlerinde bulunmuştur. Kalplerin sırrına vakıf olduğu için «Hallaç» ismini almıştır. Hallac'ın, pamuğu ata¬rak özünü çıkardığı gibi o da kalblerde gizlenen sırları meydana çıkarırdı. Bir başka rivayete, göre o,bir vakit hallaç dükkanında oturuyordu. Hallaç herhangi bir işi için gitmişti. Bilahere dükkâna döndüğünde, çok olmasına.rağmen dükkanındaki pamukların atılmış olduğunu gördü. Bundan dolayı ona «Hallaç» ismini verdi.
Hallaç, ilk olarak tasavvufla meşgul oldu; İki manaya gelebilecek ölçüsüz sözler söylerdi. Yani onun sözleri, birisi güzel ve övülen, diğeri çirkin ve yerilen olmak üzere iki manaya gelirdi Alimler ve halk, onun hakkında ihtilaf ettiler, bîr kısmı ona aşırı derecede ta'zîm gösterirken bir kısmı onu tekfir ediyordu.
Dış görünüşüyle zahit bir sufî olan Hallaç, bulunduğu yöre halkının Mutezile mezhebine bağlı olduğunu görünce Mu'tezilî oluyordu. İmamiyye mezhebine mensup olanlar gördüğünde ise onlardan oluyor, ve onlara imamları hakkında bilgi sahibi oldu¬ğunu göstermeye çalışıyordu. Ehl-i sünnet mensupları arasında da sünnî oluyordu.
Hallaç, çok değişik tarzlarda giyinirdi; Bazen yün elbise ve aba, bazen renkli kumaşlardan elbiseler giyer, bazen de büyük sarık ve ferace takardı. Bazı günlerde ise askerî bir kıyafet içinde dolaşırdı, Çeşitli ülkeleri dolaştı, Hindistan, Horasan, Maveraünnehir, Türkistan ve diğer ülkeleri gezdi. Taraftarlarından biri, şöy¬le demiştir: «Ona, bir sene Mekke seyahatinde arkadaşlık etmiş¬tim. Hacıların Irak'a dönmesinden sonra, Mekke'de kaldı ve ba¬na: Dönmek istersen dön, ben burdan Hindistan'a gitmeye karar verdim, dedi. O, çok seyahat ederdi. Hindistan'a gitmek üzere denize indi; ben de Hindistan'a kadar ona arkacı aşlık ettim. Oraya 'vardığımızda bir kadını sordu, onun yanına gitti ve onunla ko¬nuştu. Kadın, ertesi gün buluşmak üzere ona söz verdi. Ertesi gün Hallaç'la beraber deniz kenarına çıktı, o sırada elinde üzerin¬de düğümler bulunan merdivene benzer bir bükülmüş ip vardı. Kadın bazı sözler söyledi ve bu ipte yükselmeye başladı. Ayakla¬rını bu ipe basarak yukarı çıkıyordu; nihayet gözümüzden kay¬bolup gitti. Hallaç geri döndü ve bana: «Hindistan'a bu kadın için gelmiştim.» dedi
Hallac'ın özellikle Hindistan'da öğrenmiş olduğu hokkabazlık ve anlaşılması güç bazı şeyleri yapma sanatı, etrafında toplanan ve onun aşırılığa boğulan görüşlerini kabul eden cahil halkı son derece etkilemiştir. Hatta bazıları Hallac'ı, o dönemde Ebu Tahir el-Cennâbî sayesinde güçlenmiş Karmatîlik mezhebinin propagandistlerinden olmakla itham etmişlerdir. Rivayete göre Hallaç, işlin başlangıcında halkı Muhammed (s.a.)'in soyundan olanların etrafında toplanmaya davet ediyordu. Üstün maharetiyle, avam tabakasını kendine çekmeyi başardı. Bazı yol kenarlarında çukurlar kazdırır ve buralara su tulumları yerleştirirdi. Bunların biraz ilerisinde başka çukurlar kazdırır, buralara da yemek kor¬du. Sonra taraftarlarıyla suların bulunduğu yere giderdi. Abdest almak ve içmek için suya ihtiyaç hisettiklerin de, bastonuyla yeri açar, suyu çıkarır, ondan içer ve abdest alırlardı. Sonra yemek¬lerin bulunduğu yere gider, oradan da yemek çıkarır ve taraftar!-lanna bunların evliyanın kerametinden olduğu vehmini verirdi! Halkı kendine çekmek için, sadece bu üslûbu kullanmakla iktifa; etmeyip mevsimlik meyveleri saklayarak diğer mevsimlerde çıkar¬ma usulünü de kullanıldı.
Bazı kimseler, Hallac'ın, Hafife Muktedir'in oğluna ait ölen bir kuşu dirilttiğini iddia etmişlerdir. Bu olayı Arib b. Sa'd şöy¬le anlatır: «Muktedir, hizmetçisiyle Hallac'a ölü bir kuş gönderdi ve ona şöyle demesini emretti: «Bu papağan oğlum Ebu'l-Abbas' indir; onu çok severdi, şimdi gördüğün gibi öldü. Eğer iddia etti¬ğin doğru ise bu papağanı dirilt.» Halifenin talimatını dinleyen Hallaç kalkıp içinde bulunduğu evin bir köşesine giderek işedi ve şöyle dedi: «Durumu böyle olan kimse, ölüyü diriltemez. Halifeye dön, gördüklerini ve işettiklerini ona anlat. Sonra şöyle dedi: , «Evet! Benim öyle dostlarım var ki, onlara hafif bir işaret eder¬sem, kuşu ilik haline getirirler.» Hizmetçi Muktedir'e döndü gör¬düklerini ve işittiklerini anlattı. Halife: «Mühim olan kuşun ha, yata döndürülmesidir. Kime işaret ederse etsîn, kimden yardım isterse istesin, yeter ki kuşu diriltsin.» diyerek hizmetçiyi tekrar Hallac'a gönderdi. Hallaç «O kuşu bana getir» dedi. Hizmetçi öl-müş kuşu getirince, onu alıp dizlerinin üstüne koydu ve üzerine cübbesinin yenini örttü, bir şeyler söyledikten sonra üzerini açtı. Kuş canlı hale gelmişti. Hizmetçi kuşu Muktedir'e götürdü ve gördüklerini ona anlattı.»
Hallaç, bazı kitaplar telif etmiş, bu kitaplarda İslâm ilkele¬rine ters düşen bazı prensipler vazetmiştir. Söylendiğine göre, bu görüşlerden bazıları şöyledir: Mekke'ye gitmeden de hac ibadeti yapılabilir. Kim evinde Kalbe şeklinde dört köşe 'bir yapı yapar da, hac zamanında bunun etrafını tavaf eder, hac ahkâmını tatbik ederek otuz yetimi doyurur, bunlardan her birine bir gömlek giy¬dirir ve yedi dirhem para verirse hac yapmış olur. Hallaç aynı zamanda üç gün geceleriyle beraber iftar etmeden oruç tutup, dördüncü günü Hindeb yapraklarıyla iftar eden kimsenin Ra¬mazanda oruç tutmamasına izin vermiştir. Zina böyle bir. oruç onu Ramazan orucundan müstağni kılar. Bir gece boyunca ak¬şamdan sabaha kadar İki rekat namaz kılan kimsenin namazı terk etmesine de izin vermiştir. Çünkü onun nazarında böyle bir namaz, ömür boyu kılınacak namazların yerine geçebilir. Mülkü¬nün tümünü bir günde sadaka olarak veren kimseyi de zekâttan muaf tutmuştur. Aynı zamanda Kureyş mezarlıklarında şehitle¬rin kabirlerini ziyaret edip, orada on gün ikâmet eden ve bu müd¬deti namaz ve oruçla geçirerek az bir arpa ekmeğt^ve tuzla, iftar eden kimseleri de ibadetten muaf tuttuğu söylenir.
Bununla beraber Hallaç, hafif ve hareketli biriydi. Tıp alanın¬da uğraştı, kimyevî deneyler yaptı. Hokkabazlıkla sihirimsi, fakat sihir olmayan bazı entresan işler yapıyordu. Bu sayede tahsilsiz, cahil kimseleri hayrete düşürüyordu. Sonra hulul prensi¬bini savunarak Rabb'lık iddia etti. Allah (C.C) ve peygamberlere karşı büyük bir iftirada bulundu. Arib'in dediği gibi, onun ah¬maklıklar, ters çevrilmiş ifadeler ve küfrü icabettiren sözler dolu Hitapları bulunmuştur. Nitekim bir kitabında şöyle der: «Nuh kavmini suda boğan, Ad ve Semud kavmini helak eden benim.» Bazı arkadaşlarına «Sen Nuh'sun, sen Musa'sın, sen de Muhammed'sin,Ben onların ruhlarını sizin bedenlerinize geçirdim» der¬di. Kendisine tabi olan bazı cahiller, onun yanlarından kaybolup gittiğine sonra havadan tekrar yanlarına geldiğine inanıyorlar¬dı.
Hallâc'ın daveti, özellikle fitneye düşmelerine sebep olduğu Bağdat ve Horasan'da Talekan halkı arasında revaç buldu. Hat¬ta Ehl-i sünnet, onun büyük bir tehlike haline gelmesinden kork¬tu. Hakkı, batılla karıştırdı ve hulul akidesine inandı. Onun şöy¬le dediği rivayet olunmuştur: «Kim itaatle huyunu güzelleştirir, lezzet ve şehevi arzulara karşı sabrederse Mukarreblerin (Allah'a yakın olanlar) makamına yükselir. Sonra saflaşmaya devam eder ve arınmışların derecelerine yükselir, nihayet beşeriyet özellikle¬rinden arınır. Kendisinde beşeriyyet özelliklerinden bir şey kal¬mayınca, Meryem oğlu isa'ya hulul eden Allah'ın ruhu ona da hulul eder. işte o zaman, o ne isterse o şey istediği gibi olur. Bü¬tün fiilleri Allahu Teâlâ'nm fiilleri olur.» Kendisinin bu merte¬beye erdiğini iddia ettiği söylenmiştir. Söylendiğine göre onun, taraftarlarına gönderdiği mektuplar ele geçirilmişti. Bu mektup¬lar şöyle başlıyordu: «Her surette tasavvur edilen rabblerin rabbi olan ilahtan kulu falan'a» Taraftarlarının ona gönderdiği mek¬tuplar da ele geçirildi. Onlarda ise şu ibare yer alıyordu. “Ey zat¬lar zatı ve gayeler gayesinin sonu. Şehadet ederiz ki, sen her za¬man başka bîr suretle tecelli edersin. Bizim zamanımızda da Hü¬seyin b. Mansur suretinde tecelli ettin. Biz sana sığınır ve sen-den yardım dileriz, senin rahmetini isteriz, ey gaybı bilen.”
Hallâc'ın propagandası, sadece halk tabakalarına tesirle kal¬madı, bilakis, saray erkanından bir çoğu, kâtipler ve Haşimî ilen gelenlerinden bazıları da ondan etkilenmişlerdi. Muktedir'in ha cibi Nasr ve avanesi, Hallac'ın ilkelerine inanmakla itham edil¬diler. Taraftarları, onun ölüleri dirilteceğine, cinlerin ona hizmet' ettiğine ve istediğini getirdiklerine, peygamber ve nebilerin gös¬ terdiği mucizeleri onun da gösterebileceğine itikat ettiler. Hatta onun ulûhiyyetine ve taraftarlarından birinin nübüvvetine inan¬ dılar.
Hallâc'ın daveteçileri, onun mezhebini yaymak için bir çok İslâm şehrine yayıldılar ve bu hususta îsmaîlîlerîn ileri gelen propagandistlerinin yolunu izlediler. Nitekim Miskeveyh şöyle riva¬ yet etmiştir: «Onun mevcut kitaplarında, çeşitli merkezlere gön¬ derdiği nüfuzlu davetçilerîyle yaptığı bazı acaip yazışmalar yer almaktadır. Adamlarına yazdığı mektuplarında, nasıl bir yol iz¬ leyeceklerini açıklıyor, halkı yavaş yavaş işleyerek, mertebe mer- tebe yükselterek istediikleri son duruma getirmelerini tavsiye edi¬yordu. Onlara her topluluğa, meyilleri ve anlayışlarına göre, ka¬bullenme ve boyun eğebilme durumlarını dikkate alarak konuş¬malarını söylüyordu. Kendisine mektup gönderenlere verdiği şif¬reli cevaplar vardı ki, bu mektupları ancak yazan ile mektubun gönderildiği şahıs anlayabilirdi
Hallaç, uluhiyyet iddia etmiştir. Uluhiyyetin insana hulul et- tiğine inanıyordu. Arkadaşlarına «intişar eden nurdan» diye mek¬ tup yazardı.114 Kendi cübbesini kastederek «Cübbenin içindeki Allahdan 'başkası değildir.» dediği rivayet olunur.115 Aynca «Ene'1-Hakk = Ben hakk'ım» dediği rivayet edilmiştir. Aşağıdaki
beyitleri terennüm ettiği söylenir:
.

Seven de sevilen de benîm.
Biz iki ruh'uz, bir bedene hulul ettik.
Beni gördüğünde onu görmüş,
Onu gördüğünde de beni görmüş olursun
O Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim ki,
Onun ulûhiyyetini aydınlatan sır, insaniyetini de izhar etti.
Sonra o, mahrukatında, yiyen ve içen suretinde göründü.
Halk onu, gözün gözü gördüğü gibi açıkça, gördü.
Aynı şekilde Hallac'ın taraftarları, onun sırları, hatta sırların sırlarını bildiğine ve ehl-i keşfin sırlarına vakıf olduğuna inanır¬ lardı. Nitekim onun aşağıdaki sözü de bunu göstermektedir:
Vecd ehlinin sevgileri benim vecdimi tasdik eder. Ehl-i sırrın sırları benim nezdtmde apaçıktır.
Hicri dördüncü asrın başlarından itibaren, Hallac'ın tehlike¬si büyüdü. 301/913 yılında Bağdat'ta yakalandı, Rabblık iddiası ve hulul (ilahi ruhun kendi bedenine girmesi) akidesini benim sediği davasıyla teşhir edildi. Muktedir'in veziri Âli b. Isa, onun Kur'an ve dini ilimleri hiç bilmediğini, tamamen cahil olduğunu savunurken, Hallac'ı küfürle itham eden ve onun dinden, çıktığı¬ nı söyleyenlerin Rafiziler olabileceği endişesine kapılan Hacip Nasr onu savundu. Hallac'ın harikulade güce sahip olduğuna ve kendisine eziyet edebileceğine inanan Ali b. Isa da bu durumda onu öldürmekten sakınmıstır.
Muktedir'in veziri Hamid b. Abbas, Hallaç'tan hoşlanmıyor ve ondan kurtulmaya çalışıyordu. Hallac'ın oğlunun hanımını casus olacak kullandı ve aleyhine şahitliğini talep etti. Bu yolla Hallac'ın kitaplarını elde edip, onları okudu ve içindeki hokka-b azlık ve küfürle ilgili meselelere vakıf oldu. Sonra yazdıkları hu¬ susunda Hallaç ile münazara etmeleri, tuttuğu yolun batıl oldu¬ ğunu ve islâm dinine karşı bir isyan olduğunu açıklamaları için Kadıların ileri gelenleriyle bir toplantı yaptı. Toplantıda kadılar 'onu kâfirlikle itham ettiler ve ittifakla küfrüne fetva verip kani¬nı helal .saydılar. Bunun üzerine Halife, Hallac'a bin kırbaç vu¬ rulmasını, cesedinin yakılmasını ve küllerinin Dicle nehrine atıl¬masını emretti.
Hallac'ın taraftarlan, onu öldürmediklerini ve asmadıklarını fakat ona benzetilen bir başkasını öldürdüklerini, dövülen şahsın Hallac'ın düşmanı olup ona benzetildiğind iddia etmişlerdir. Diğer bazıları da, bu olaydan sonra onu gördüklerini, onunla konuştuk¬ larını söylemişlerdir. Arkadaşlarından bir grup ta, onu eşeğe bi¬ nerken gördüklerini ve onun: «Ben hayvan şekline çevrildim, bu sığırların sandığı gibi öldürülen ben değilim,» dediğini söylemiş¬ lerdir. Dicle'nin suyu artınca taraftarlan onun cesedinin külle¬ rinin atılmasından ileri geldiğine inandılar. Ebû Amr b. Haye veyh şöyle demiştir: «Hallaç öldürülmek için çıkarıldığı zaman, orada toplanmış olan halkın içindeydim. Onu görebilmek için ; zor da olsa ilerledim ve onu gördüm. Arkadaşlarına şöyle sesleni- / yordu: «Bu olay sizi korkutmasın! otuz gün sonra size dönece¬ ğim.» 116 1
Hallaç tehlikesi onun ölümüyle sona ermedi. Onun sihre ben¬zer davranışlarım, hokkabazlığını ve olağanüstü hallerini gören¬ lerden bir çoğu bu fitneye düştü, hatta onu ilah edindiler ve onun ru bubiyyetine inandılar.
Her nekadar Hallaç için bu anlatılanlar nakledilmişse de, bü¬yük alim Hucetu'l-lslâm. imanı Gazzali onu savunmuş, taşkınlığa varan sözlerini iyiliğe yormuştur, Ne olursa olsun Hallaç'ın fikirleri, Abbasî hilafetini oldukça korkutmuştur. Bunun için kitapçı¬lar çağırılmış, onun kitaplarını satmaları ve satın almaları yasak¬lanmıştır. Hallaç yakalanmış sonra hicrî 309/922 yılının Zilkade ayında öldürülmüştür.
Şelmağani'nin küfür sözleri
b. Şelmeğanî:
llahlaştırma fikri, Hallaç için olduğu gibi sadece aşırı tasav¬ vuf ehline mahsus değildir. Nitekim Sebeiyye'nin Ali b. Ebi Ta¬libi, Ravendiyye'nin halife Mansur'u ve Hattabiyye'nin Cafer-i Sadık'ı ilahlaştırdıklarını görmüştük. Tasavvuf ehli aşırılarından bazıları, Hallac'ı ilahlaştınrken, Âzakire de Ebu Ca'fer Muham- med b. Ali eş-Şelmağanî'yi ilahlaştırmışlardır. Şelmegan Vasıt köylerinden birinin adıdır. Şelmağanî, lakabım bu köyden almış¬ tır. Allah'ın ruhunun kendisine hulul ettiğini iddia etmiş ve ken dine «Ruhu'l-Kudüs» ismini vermiştir. Taraftarlan için, İslâm'a k arşı isyanlarla dolu bir kitap te'lif etmiştir.117
İbnu'1-Esîr şöyle der: «Onun mezhebine göre, o ilahlar ilaha¬ dır, hakkı hak olarak gerçekleştirir. O evveldir, kadimdir, zahir- , dir, batındır, rızık verendir, tamdır, her mana ile îma edilendir. O şöyle derdi: Allahu Teâlâ, her şeye tahammülü ölçüsünde hu¬ lul eder. O zıtları, karşıtlarını tanıtmak için yaratmıştır. Ademi yarattığında, ona ve aynı zamanda îblîs'e hulul etmesi bu kabil¬ dendir, ikisinden her biri, manasında da diğerinin zıttı olduğu gi¬bi, karşıtları olarak birbirinin zıtlarıdır. Hakkı gösteren delil, hak¬ tan daha üstündür. Bir şeyin zıttı, ona benzerinden daha yakın- dır. Allah (C.C) nasutî bir cesede girdiği zaman, kudret ve muci zesinden o cesedin Allah olduğu anlaşılır.»118 Bu görüş, büyük Ölçüde Imamiyye, özellikle bunlardan İsmailiyye kolunun imamet hususundaki zıddiyet ve hulul akidesi hakkındaki görüşlerine! benzemektedir.
Bu asırda, Abbasî devlet ricalinin bazıları, Şelmağanî'nîn fi- kirlerinden! etkilenmiştir. Nitekim Muhsin b. Ebî Hasan b. Fural babasının Üçüncü vezirliği dönemlinde onun etkisi altında kalmış tır. Şelmeğanî, Nasıruddevle Hasan b. Abdulah b. Hamdan tara tından da çok iyi karşılanmıştır. Nasıruddevle, iyi karşılamakla kalmamış, hem de onu gizlemişti. Şelmağanî, Bağdat'a gelinceye kadar Musul'da onun yanında kaldı. Bağdat'ta ileri gelen devlet adamlarından bazıları da onun görüşlerini benimsediler. Onun fi kirlerinden etkilenenlerden biri, halife Mukteddir'e vezirlik "etmiş olan Hüseyin b. Kasım b. Abdullah b. Süleyman b. Vehb'dir. Bun¬ ların dışında Ebu Ali b. Bestam, İbrahim b. Ebî Avn ve İbni Şebî'b ez-Zeyyat onun görüşlerini benimseyenlerdendir. Fakat bunlar çok geçmeden Muktedîr'in hilafeti zamanında İbn Mukle'nin ve zirliğinde durumları öğrenilince kaçıp gizlendiler.
Razî zamanında (322-329/934-940) Şelmeğanî tehlikesi iyice artmıştı. Halife, onu ve taraftarlarından bir çoğunu tevkif ettirdi. Yanında, uluhiyyetini ve taraftarlarını ulûhiyyeti çerçevesine al- aığı iddiasını ortaya koyan vesikalar bulundu. Bu vesikalar için- de, Hüseyin b. Kasım tarafından yazılmış olanlar da vardı. Yazı halka gösterilince, halk yazıyı tanıdı. Yazı Şelmeğanî'ye göste¬ rildi, o da yazının ona ait olduğunu itiraf etti... İbn Ebî Avn ve İbn Abdus da yakalanarak onunla beraber halifenin huzuruna getirildiler. Bunlara, Şelmeğanî'ye tokat atmaları emredildi, fakat onlar reddettiler. Zorlanmaları üzerine İbn Abdus elini uzatarak onu tokatlarken, İbn Ebî Avn elini uzatıp onun sakalını ve başı¬ nı okşadı. Bu sırada eli titredi, Şelmağanî'nin sakalını ve başını öptü, sonra: «Ey tanrım, ey efendim, ey rızkımı veren!» dedi. Bu sözleri duyan halife Razî, Şelmeğanî'ye dönerek. «Sen ilahlık iddiasında bulunmadığını savunuyorsun, peki bu ne?» diye sordu. Şelmağam şu karşılığı verdi: «İbn Ebî Avn'ın sözünden bana ne! Allah biliyor ki, ben ona asla ilah olduğumu söylemedim» Bu arada söze karışan İbn Abdus dedi ki: «O ilahlık iddia etmedi; ancak beklenen imamın bâb'ı olduğunu iddia etti... Ben sanıyor¬ dum ki, o bunu takiyye olarak söylüyordu...» Daha sonra Şelme-ğanî'yi birkaç defa fakihler, kadılar, katipler ve komutanların ya¬nında huzura çıkardılar. Nihayet faihler Şelmeğanî'nin kanının dökülmesinin mubah olduğuna fetva verdiler. Hicrî 322 yılında Zilkade ayında (934 M.) Şelmeğanî ve İbn Ebî Avn asılıp ateşte yakıldılar.
 
M Çevrimdışı

mhmet87

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Daha sonra dili ve başı da kesildi, cesedi yakıldı, külleri Dicle'ye atıldı. Atılan küller dökülür dökülmez, nehir hemen kabarmaya başladı. Kabaran Dicle'nin suları Bağdat'ı basmak üzereydi. O zaman bir dostu hırkasını Dicle'ye attı ve Dicle bir müddet sonra eski normal hâlini aldı. Hallac bu kimseye, şehid edilmeden önce: "Benim kollarımı, bacaklarımı, başımı kestikten sonra, cesedimi yakıp, külünü Dicle'ye atarlar. Korkarım ki, nehir taşıp Bağdat'ı basar. O zaman hırkamı nehre götürüp at" buyurmuştu.
bir sitede bunlar yazıyor..h.mansur diclenin taşacağını önceden bilmiş..geleceği görebiliyordu niye kendini idama götürdü o zaman..
Gaybın anahtarları O'nun katındadır. O'ndan başka kimse bilmez. Karada ve denizde olanı da O bilir. Bir yaprak düşmez ki; onu bilmesin. Yerin karanlıkları içindeki tek bir tane, yaş ve kuru müstesna olmamak üzere her şey apaçık bir kitabtadır(enam 59)
Kıyamet saatının bilgisi şüphesiz ki Allah katındadır, yağmuru O indirir, rahimlerde bulunanı O bilir. Kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Ve hiç bir nefis nerede öleceğini de bilmez. Muhakkak ki Allah; Alim'dir, Habir'dir.(lokman 34)
ayetler bunu söylüyor..h.mansuru savunanların yaptıkları müşriklik değil mi..bir adamı ilahlaştırıyorlar
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
U Çevrimdışı

ukht88

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Belki biraz konu disinda ama, bu zati idam edenler musluman degilmiydiler.
Yani onlara gore o cezanin infazi bu kadar gaddar'mi olsa gerek?
Allahim, tuylerim diken ,diken oldu.
Rabbim Hak yolundan ayirmasin.
 
M Çevrimdışı

mhmet87

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
ölürken bile küfrüne devam eden birine üzülmeniz yersiz..onun insanları cehennem ateşine sürüklemesi gaddarlık değil mi..
 
U Çevrimdışı

ukht88

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
ölürken bile küfrüne devam eden birine üzülmeniz yersiz..onun insanları cehennem ateşine sürüklemesi gaddarlık değil mi..

Oyle degil, kardes, mensubu oldugumuz yuce din Islam, elhamdulillah, ayni zamanda adalet, merhamet, ve selamet dinidir.
Idamini hak ettiyse seriatin kanunlarina gore yargilanir, geregi yapilir.
Rabbim hak ettiyse eger muhakkak ondan hesap soracaktir, amenna.
Infaz sekli beni sadece urpertti.
Allaha emanet olun insh.
 
H Çevrimdışı

hazerhun

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
hallacı mansuru yargılamak için hallaç olmak gerek ne küfrü hallacın sviyesine erişememiş bir cemeaat hallacın dedigini anlayamadıysa anlatamayan mı suclu anlayamayan mı anlamak için bilmek gerek,en iyisini rabbim bilir samimi cahil olmayan alim müslümanlardan ve onları destekleyen her müslümandan allah cc.razı olsun
 
M Çevrimdışı

mhmet8

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Kıyamet saatının bilgisi şüphesiz ki Allah katındadır, yağmuru O indirir, rahimlerde bulunanı O bilir. Kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Ve hiç bir nefis nerede öleceğini de bilmez. Muhakkak ki Allah; Alim'dir, Habir'dir.(lokman 34)

Gaybın anahtarları O'nun katındadır. O'ndan başka kimse bilmez. Karada ve denizde olanı da O bilir. Bir yaprak düşmez ki; onu bilmesin. Yerin karanlıkları içindeki tek bir tane, yaş ve kuru müstesna olmamak üzere her şey apaçık bir kitabtadır(enam 59)


"Benim kollarımı, bacaklarımı, başımı kestikten sonra, cesedimi yakıp, külünü Dicle'ye atarlar. Korkarım ki, nehir taşıp Bağdat'ı basar. O zaman hırkamı nehre götürüp at" diye buyurmuş hallacı mansur.."eğer sen beni görürsen O'nu görmüş olursun"buda hallac sapığının diğer lafı....sapık herif geldin burda hallacı savunuyorsun...madem böyle bir durum vardı vahye ne gerek vardı...hz.muhammed niye kıblenin değişmesi için vahiy gelmesini bekledi...din tamamlanmamış mıydı..hangi peygamberden sahabeden duyulmuş böyle laflar...
 
Üst Ana Sayfa Alt