Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Geçerken Hayattan

B Çevrimdışı

BamsıBeyrek

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Polisler, 10 saat bekleyişin ardından gelen tutuklama kararına binaen onu cezaevine teslim etmek üzere harekete geçmişti.
Cezaevine gitmeden önce ''Belki orda mevzuat uzar da aç kalırız!!'' korkusuyla beraber bir lokantaya gidip hep birlikte çorba içmeye karar verdiler.
Genç zanlıyı ekip otosuna kilitleyip kendi başlarına mis gibi işkembe çorbası içecek kadar da acımasız olmadıkları her hallerinden belli olan bu polis memurları araçlarını meşhur işkembecinin önünde durdurup inerken yeni tutuklu genç adama, yaptıkları kıyağın mahiyetini açıklamaktan da geri kalmadılar:
''Belki bir daha içemezsin!''.
MP5leri ceketlerinin içinde koltuk altlarına zulalalı vaziyette lokantaya ilerlediler. Aslında bu insanları alıkoymak yahut tutuklamak en azından gözaltına almak için silah gerekmiyordu, bunun farkındaydılar, hatta o polislerden birisi uzun yolculuk esnasında kendisi itiraf etmişti ''seni bıraksak gene kaçmazsın ibrahim!'' diye. Zira suçsuzken kaçmak isnadı kabul etmekten başka şeye dalalet etmezdi. Suçun olmadığından herkes emin olduğu gibi onun kaçmayacağından da herkes emindi ve bunun verdiği rahatlıkla birer işkembe söylediler. İşkembeler geldi.
Genç adam işkembe çorbasını içerken pek bir şuursuz görünüyordu. Doğranmış kıtır ekmek parçalarını ağızına attıktan sonra hiç çiğnemeden yuttuğu her halinden belliydi. Uzun süren gözaltı sürecinden kalma yorgunluğu ve bitkinliği zaten solgun olan yüzüne ölümcül bir hastalığın tezahürünü aksettirmişti. Saçları dağınıktı, bu dağınıklık buz gibi bir kodeste battaniyesiz uyuma çabalarından ileri geliyordu sanırım ya da aklındaki soru işaretlerinin şahsı manevisi onu bu hale koymuştu bilemiyorum. Fakat normal şartlarda yayıla yayıla içebileceği lezzetli ve dumanı üstünde tüten bu standart üstü mükemmel sıcak işkembeyi de kıtır ekmek parçalarında olduğu gibi gürp gürp içti. Tabağının dibini sünnetledikten sonra ''Haydi artık!'' der gibi geçici yol arkadaşlarının yüzlerine bakmaya başladı. Ağır ağır zevkle ve deruni bir haz alarak çorbalarını hüpürdeten bu taifenin kaç kişi olduklarını hiç saymamıştı, sayma gereği duymamıştı, zira saysa ne yapacaktı, böyle bir istatistik edinmenin lüzumsuzluğunun farkında olarak onları tek tek tahlil etmeye başladı. Kişiliklerini tahlil etmek, sayılarını saymaktan daha makul görünüyordu.
En gençleri tam karşısında oturuyordu, gözü tabağanına odaklanmış, bulunduğu ortamdan soyutlanmış ve belki de hatta karşısında bir suçlu olduğunu dahi unutmuş gibi görünen bu polis en başından beri onunla neredeyse bir kez dahi göz teması kurmamıştı. Birşey demek istediğinde ona yöneliyor fakat gözleri sağa sola ya da onun ayaklarına bakıyordu. Genç adam, aslında bir çok kez onun kendisine baktığını hissetmişti fakat kaç defa gözlerini yakalamaya çalışmışsa da başarılı olamamıştı.
Bu bakış kaçırma oyunu o an İbrahim'de ilkokul anılarını çağrıştırdı. Karşısında işkembe içen polisin bu çocuksu tavrında okuldaki ilk arkadaşı Tuncay'ı görür gibi oldu Genç Adam. Okulun ilk günlerinde İbrahim ne zaman Tuncayın bakışlarını üzerinde hissedip ona yönelse uzaklaşan kaçan bakışlar görürdü, iletişime geçmeleri ve samimiyet sağlamaları uzun zaman almıştı ama sonunda omuz omuza gezen iki dost olup çıkıvermişlerdi, hatta sınıfın ve okulun en hayta, en dinamik en sağlam ikilisini oluşturmuşlardı. Teneffüslerde mutlaka ama mutlaka sıraların üstünde Star Wars'ın ilkel versiyonlarını teşkil edebilecek nitelikte harpler yaparlardı. Bu savaşların ana malzemesi olarak da Hatice öğretmenin dolabın üzerine öğrenci dövmek için sakladığı cetvel ve sopayı kullanırlardı. Hatta bir keresinde bu savaşın tadına doyamamışlar öğretmen zili çalana kadar sıra üstünde savaşmışlar ardından da öğretmene yakalanarak sağlam bir dayak yemişlerdi. Hep beraber takılan bu çift, gün içerisinde yeteri dozajda şiddet alamadılarsa okul çıkışında ciddi bağlamda birbirlerine dalarlardı muhakkak. Şiddet onlar için bir zevkli gelenek olmuştu. Bu güzel günlerin ardından ikinci sınıfta Tuncay okuldan ayrıldı ve o günden sonra hiç görüşemediler. İbrahimin, çorbasını bitirmekte olan polisin yüzüne bakarken bu anıları hatırına getirip gayri ihtiyari gülümsemesi en yaşlı olan ihtiyar kurdun gözünden kaçmadı. Müftü diyorlardı ihtiyar polise. Görünümü çok mülayim, mütevazi ve hatta belki de pasif, yeteneksiz aciz olan bu şahıs yıllardır camilerde müezzinlik yapıyordu. İbrahim ''Sizi şu arabada beni tutuklarken görmesem polis olduğunuza hayatta inanmazdım!'' diyecek kadar şaşırmıştı müftüye.
 
B Çevrimdışı

BamsıBeyrek

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Başını öne eğdi.
İbrahim tam olarak neyini içerisinde olduğuna henüz bir anlam veremiyordu,işkembe çorbasına rağmen midesi yumuşamamıştı.
Midesinde sanki dikenli bir balon şiştikçe şişiyor bir o kadar da ağırlaşıyordu, içine düştüğü psikolojik buhranların etkisiyle yıkılmış bir insan profilinde olabileceği üzere kamburu da çıkmıştı.
Elleri birbirine bağlı iki bacağının arasında, çaresizce bakışları yerde, mazlum mazlum oturuyordu. Pek dinlemiyor olsa da saçma ve komik bir şekilde Neşet Ertaş'ın Mapusanelere Güneş Doğmuyor şarkısı diline dolanıyordu. Başka bir şey düşünüp içinden bir kaç ayet okuyup bu saçma takıntıyı kendinden uzaklaştırmaya çalışsa da başaramıyordu.
''Em hasibtum entedhulul cennete.... (Yoksa siz cennete gireceğinizi mi sandınız sizden öncekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden)''
''Mapusanelere güneş doğmuyor, geçiyor bu ömrümde günüm dolmuyor''
''Ya eyyuhellezine amenu in tensurulllahe yensurkum ve yusebbit akdamekum (Ey iman edenler Eğer siz Allahın dinine yardım ederseniz O da size yardım eder ayaklarınızı sabit kılar)
''Yok mu mapusane beni arıyan,bu zindanda ölem can gardiyan''
Bedeninin her bir cüzündeki muazzam savaşı hissedemiyordu İbrahim. Bu savaş Ademoğlu varolduğundan beri devam edegelen bir savaştı.
İçinde bir denge kurmaya çalışırken nefesini tutuyor,tutuyor tutuyordu. Bunu farkında olmadan yapıyordu zira bir an nefessiz kaldığını anladığında irkilir gibi olup nefesini bırakıyor belki de hala yaşadığının idrakine varıyordu. Sonra gözlerini kapattı. İçinden bir feryat ''Ben çocuğum hala, beş yaşımdayım'' diyordu.
''Beş yaşında bir çocuğa yapılır mı bu, hepinizin bir çoluğu çocuğu var..Öte yandan ben kimseye birşey yapmadım ki.. Hakim beni komşularımıza sorsun bir Allahın kuluna zararım dokunmuşsa beni atsın hapse ama ben kimseye birşey etmedim ki... Hem ben hapse atılınca annem çok üzülecek, o bana hiç dayanamaz..Çocuğum ben çocuk''
Henüz yirmisindeki bu çocuğun yüz ifadesinde öyle masumiyet vardı ki...
Kızıl sakalları,beyaz yüzü, dalgalı karışık saçları..
 
B Çevrimdışı

BamsıBeyrek

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
İbrahim tekrar başını yerden kaldırdığında polislerin kalkmak üzere olduklarını gördü. Kendisi de toparlandı. ''Ben hesabımı ödeyim'' derken eliyle kasayı işaret edip izin ister gibi bir hareket yaptı, polisler ''biz ısmarlayalım'' deseler de kabul etmedi kasaya gidip cebindeki tüm ikiyüz lirayı uzattı. Gözü hiçbirşey görmüyordu, hemen hemen vucudunun çoğu azasını hissetmiyordu. Paranın üstünü alırken bir mavi bir de sarı banknot gördü bu yüzden gerisini saymaya ihtiyaç dahi duymadı en azından bir yüzelli lirayı geri iade ettiklerini anlayabilecek kadar şuuru vardı.
Toplanıp arabaya bindiler.
Şimdiki istikamet hastaneydi. Sağlık kontolü edilip darp-işkence edilmediği rapoyuyla beraber cezaevine teslim edeceklerdi İbrahimi.
.........................
........................
Hastanede çok sessiz,ölü, donuk bir ortam vardı. Klasik hastane tablolarının dışında olarak kalabalık değildi, ilaç kokusu da yoktu ilginç şekilde.
Acilde bekleyen insanların bakışlarını üzerinde hissetti ibrahim.Bir hortlak yahut yaban görmüş gibi irileşmiş, korku dolu gözlerle bakıyorlardı ona.
Nereden bilebilirlerdi ki. Tecavüzcüsü var, katili var, gaspçısı var, hırsızı var.
Bunun farkındaydı ibrahim.
''Tahmin ettiğiniz gibi değil'' dedi içinden.
''İslami Dava benimki'' dedi.Bunu ordakilerin bilmesini öyle derinden arzu ediyordu ki. Hatta bir ara haykırmak geldi içinden
''Müslümanım ben Müslümaan!!!''
Şiştikçe sustu, içine kapandı, ''Başımı önüme eğmeyeyim,suçlu değilim ben'' diye düşünüyordu ama insanların bakışlarına maruz kalmak da istemiyordu.
Nefsine çok ağır geldi bu ithamkar bakışlar. Eğdi boynunu. Mahşer gününü telkin etti kendisine.
O günde Hakk teala herkesi huzurunda toplayacaktı. ''Bu dünyada olmazsa öbür dünyada bilsinler bizim suçlu olmadığımızı...'' diye geçirdi içinden.
Üzerine florasan ışığı düşmüş, çizik, hastane zemini fayanslarına bakarken doktor geldi nihayetinde.
Yalandan İbrahime bir baktı. Sonra uzattığı kağıdı imzalatıp raporu tamamladı.
Tekrar yola koyuldular. Bu sefer istikamet Türk Guantanamosu denilen yüksek güvenlikli hapisaneydi.
İbrahim takatinin son haddine gelmişti. Günler süren gözaltı süresinin yorgunluğu taşıdığı kaygı ve stresler...
Boynunda karıncalanmalar,uyuşmalar,ağrılar meydana geliyordu. Zorla yaşıyordu o anları.
Ne zaman zorda kalsa ışınlanma teknolojisi hakkında düşünürdü.
Yine öyle düşünmeye başladı.
''Gözlerimi kapatıp açsam da bütün bunlar geçmiş olsa''
Arabaya bindiklerinde başını arkaya yasladı. Bedeni elinde değildi. Ruhu çıkmıştı sanki.
Başında, beyninde sanki bir uyuşturucu madde vardı. Beyni uyuşuyordu.
Nefesleri zorla alıp veriyordu.
Altından geçtikleri sokak lambalarının iğrenç, boğucu, dumansı ışıkları her seferinde tokat gibi yüzünde beyninde patlıyordu.
Kusmak geldi birden içinden. Kafası sağa sola düşmeye başladı. Kusamadı....
Hastane ile hapisane arasındaki yolculuk sekiz dokuz saat sürdü ibrahime göre.
Nasılsa saatler geçiyor, yollar geçiyor ama hala sabah olmuyordu.
Gerçekte onbeş dakika süren yolculuğun ardından hapisanenin demir kapısının önünde durdular.
Bu manzarayı sadece filmlerde görmüştü ama detaylı olarak etrafı inceleyecek takati yoktu.
Sanki kendi evine girer gibi hiç yadırgamadan kapıdan ilerledi.
Öyle yorgundu ki içerde kendisini ne beklediğini bile düşünmüyordu, tek düşündüğü uykuydu...Uyandığında bu kabustan sıyrılabileceği kadar derin bir uyku.
 
B Çevrimdışı

BamsıBeyrek

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Demir kapıdan ilerleyip hapisanenin giriş kapısına geldiler.
Uzun zamandır az faaliyet gösteren kalbi, İbrahimi görünce harekete geçen gardiyanlarla göz göze gelince heyacanla çarpmaya başladı.
Otomatik kapı açılır açılmaz İbrahimin burnuna gelen koku içinde müthiş bir korkuyu uyandırdı.
Mayalanmış hamur gibi, paslı, insanda dondurucu bir yalnızlık duygusu uyandıran...
Belki biraz kefenlenmiş ölü gibi belki de biraz ölü suyu gibi...
Eski mobilya kokusuna benzer bir koku...
''Bu kokuya alışmak insanlık standartlarından hemen hemen düşüp yabani ve hayvani bir boyuta gelmek sınırındaki bir menzilde gerçekleşir Allahu alem'' diye düşündü.
İçeri girerken ne yapacağını bilemedi. Bu bir ev yahut mescid olsa bismillah der sağ ayakla girerdi, girerken de ''selam'' derdi.
Şimdi ne yapacaktı?
''Euzubillahissemi'il alim'' dedi ve adımını attı.
Kokunun etkisi beyninde kezzap görevi yapıyordu.
''Allahım'' dedi ''Allahım .... ''
X-raydan geçmeden önce kemerini ayakkabısını ve sair eşyalarını çıkarmasını söylediler.
Psikolojik baskıya maruz kalmamak ve zaafiyetini belli etmemek açısından onlarla göz teması kurmamaya çalışıyor, dediklerini seri bir şekilde yerine getiriyor bu esnada da yüzünde sinirli ve vukaat çıkarmaya hazır bir arızalı insan profili çizmeye çalışıyordu.
Bu adamların akbaba gibi leş yiyici olduğunun farkına daha kapıdan girmeden önce içeriye baktığında hükmetmişti.
Ağızlarında birer sakız, gömlekleri önden çıkmış, çocuk tecavüzcüsüne benzeyen, şişe dibi gözlük takan bu iki gardiyanın ikisi de İbrahimi görür görmez sanki onun ruhuna tecavüz edecek gibi ayağa kalkmışlardı. Hiç aceleci tipler olmadıkları belliydi, ağır ağır yerine getireceklerdi bu görevi.
Sakız çiğneyişleri esnasında suratları, dört nala koşan bir atın döbüründeki sarkık organlar gibi langır lingir sallanıyordu.
İbrahim bu manzarayı ilk müşahede edişinde sinirsel bir tetiklemeyle kusarcasına güldü ''hıh'' diye.
Cezaevine kabul sürecindeki bu hadisenin neticesinde bezgin ruh halinden gürlemeye hazır bir şimşek moduna geçti hiddetle.
Kulakları ve yüzü kızarıyor alnının tam ortasındaki damar şişiyordu.
Kazara ibrahime bir gıcık hareket dahi yapsalar kafayı gömmeyi aklına koymuştu.
''Ulan şöyle ters bi hareket yap da aklını alıyım senin, çocuk tecavüzcüsü kılıklı ..... ......'' dedi içinden.
Sonra X-raydan geçti, alet ötmemişti, buna sevindi. Eğer alet ötseydi psikolojik baskılara start vermek için bekleyen yan dallamalar düdük çalacaklardı hemen.
Elleriyle ibrahimin üstünü aradılar. Herhangi birşey çıkmadı. Zaten yanında kimlik niyetine taşıdığı ehliyeti, işkembecide bozdurduğu parası ve mahkemede eline tutuşturdukları içeriğine bir kez dahi bakma tenezzülü etmediği kağıttan başka birşey yoktu.
İçeriye bunların girmesi yasaktı. Bir tutanakla bunların hepsine el konuldu ve tutanağın nüshası İbrahimin eline verildi.
Gardiyanlar polislere artık gidebileceklerini, zanlıyı teslim aldıklarını gösteren imzalı bir evrak verirken söylediler.
Göz kaçırma oyununun kahramanı bu sefer İbrahimin gözünün içine içine bakıyordu.
İbrahim de onun gözlerine baktı.
Normal şartlarda olsa gerek güç gerek akıl bakımından her türlü alt edebileceği bu insanların elinde nasıl oyuncağa dönüştüğünü görünce gözlerini kaçırdı başka yöne.
Polisler arkalarını dönüp gittiler.
İbrahimin başı feci şekilde kaşınıyor gözleri acıyordu ayakta da durmakta zorlanıyordu. Yine de inadından ne kafasını kaşıdı ne bir yere yaslandı.
Gardiyanlardan gelecek yeni direktifi bekliyordu.
Çocuk tecavüzcüsüne en çok benzeyeni ilginç bir şekilde kibar bir uslupla ''Seni üç gün müşahadeye alacağız sonra koğuşa vereceğiz İbrahim'' dedi.
İbrahim hem onun bu kibar uslubuna hem de kendisine adıyla hitab etmesine şaşırdı.
''Sen önden yürü İbrahim'' dediler.
Hapisanede tutuklu önden yürür gardiyan arkadan yürür. Bir nevi güder tutukluyu.
İbrahim bunun bir aşağılama olduğunu anlayamadı ilerledi.
''Sağa dön''..Döndü.
''Sola dön''..Döndü.
''İlerle''..İlerledi.
Uzun,çöl gibi heryanı birbirine benzeyen, tavanı tabanıyla ikiz havasız basık koridorda bir yüz metre ilerlediler.
İbrahim pek bir umarsızdı, yine uykuyu düşünmeye başladı.
Koridorun tam ortasına denk gelen bir yerdeki demir kapının önünde durdular. Kapının üstünde müşahede odaları yazıyordu.
İbrahim müşahede odasından kastın hücre olduğuna birbiriyle dip dibe kutu gibi demir kapıları görünce ayıktı.
Gardiyan demir kapıları çatır çutur açarken ibrahim irkiliyordu.
Önünde uzanan yeni koridor sanki binyıllardır boştu.
Morgdaki çekmecelerin biraz daha farklı bir varyasyonuydu bu odalar.
Hapisane kokusu bu koridorda pek bir yoğundu.
İbrahim tekrar korkmaya başladı kokunun etkisiyle. Uzuvları büzüşüyordu. Kalbi sanki suda eriyen bir küp şeker gibi...
Çocuk tecavüzcüsü kılıklı, şişe dibi gözlüklü, sakız çiğneyen, gömleği dışarda gardiyan Sisi sağ taraftaki diriler kabrinden bir kapı açtı dışardaki düğmeyle de ışığı açtı. İçeriye bir baktı sonra kapıyı geri kapattı. İçinde ayna olan hücre pek bir ayrıcalıklı olurdu hoşgeldin partisi için İbrahime, bu yüzden burdan vazgeçti.
Onbir numaralı kapıyı açtı yine içeri girip baktı burda ayna yoktu. Burayı ibrahime layık görebildi neticede Sisi.
''Kemerini ve bot bağlarını çıkar'' dedi ağızında sakızıyla.
İbrahim onun suratına hiç bakmadı, baksaydı ya kusardı ya köserdi kafayı.
İçinden ''Senin ecdanını ....'' diyerekten ayak bağını çıkardı. Allahtan ki sakızı sesli çiğnemiyodu Sisi. Yoksa her ne pahasına olursa olsun ayak bağlarını Sisinin gırtlağına geçirirdi İbrahim.
Kemerini çıkartacağı esnada misilleme yapmak geldi aklına.
Bu sefer gözlerinin içine bakarak imalı imalı kemerini çıkardı.
Sisi sakız çiğnemeyi durdurdu mesajı almıştı zira. ''Hadi gir hücreye'' dedi gözleriyle.
İbrahim tam içeri girecekken, tualet deliğini işaret edip zaaf göstererek sordu:
''Buradan Fare gelir mi?''
İbrahimin İslami davadan geldiğini bilen Sisi:
''Yok gelmez... Gelirse de birşey olmaz o da Allahın bir kuludur!!'' dedi pis pis sırıtarak.
İbrahim sözün mahiyetindeki dalgayı idrak edene kadar içeriye adımını atmıştı bile.
Kapı büyük bir gürültüyle arkasından kapandı ve kilitlendi.
 
B Çevrimdışı

BamsıBeyrek

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Demir kapıdan kopan gürültü İbrahimin tüylerini diken diken etmeye yetti.
Genel hücre tasvir ve tahayyülündeki profillerden ziyade post-modern bu hücre soğuk ve karanlık değil sıcak ve aydınlıktı.
Şiddet aynı olunca zıt kutuplar da eşit şekilde tesir ederler. Nefret nasıl bir yıkıcılığa sahibse şefkat de aşırıya kaçıldığında yıkıcı olur.
Bayağı yorulmuş hırpalanmış olan bu genç adam hepi topu bir kaç metreküp hacmindeki bu hücrenin sair yerlerine göz atmaya başladı.
Gözüne ilk olarak tavana yakın bir yerde, önü bir sıra demir onun ardısıra dikenli telle örülü bir metreye otuz santim ebatlarındaki kırık pencere çarptı.
Muhtemelen cinnetin eşiğinde yahut içerisinde bulunan birisi bu kırma fiilini icraa etmişti. Anında bunun ne kadar lüzumsuz bir davranış olduğu hükmüne vardı.
Korkunun ecele faydası olmadığı gibi akacak kanın da damarda durmayacağının bir hayli idrakinde olan İbrahim bu melanet mekanda sukunet ve sabrın esas olması gerektiğine karar kıldı.
Pencerenin hemen dibinde tuvalet vardı, tuvaletin taşı pencerenin bulunduğu duvarla bir metreye seksen santim ebatındaki bir setin arasında bulunuyordu.
Tuvalet taşının karşısında ise bir duş vardı,bunun da önünde bir set bulunmaktaydı.
Duş setine bitişik yatak hücrenin bir duvarına yanaştırıldığında diğer duvarla arasında otuz kırk santim gibi bir mesafe kalmaktaydı.
Yatağın ölçüleri 180x80 olduğuna göre bu hücrenin eni 120-130 santim, uzunluğu da ikibuçuk metre kadardı.
İbrahimin gözü bu sefer yatağa ilişti.
Mavi bir nevresim takımıyla kaplı olan yatak ilk bakışta temiz gibi görünüyordu.
İbrahim daha yakından baktığında bunun da göründüğünden farklı olduğunu anladı.
Bir insanın vücudundan çıkabilecek hemen hemen bütün sıvı kalıntılarının yatağı kapladığını gördü.
Yatağın üzerine eğreti biçimde serilmiş battaniyeyi kaldırdığında burnuna çarpan koku, hapisaneye ilk girdiğinde burnuna çarpan kokunun hammadesi olmalıydı.
İbrahim sırtı üzre kepmemek için bir savaşçının ''can havli'' ile kendini sıktı.
Bu koku... İnsana intihar ettirebilecek bir koku...
Yatakta katledimiş bir ceset görmüşcesine kendini duvara doğru fırlattı.
Ellerini açıp sanki korkuyla bir şeyden duvara sinercesine duvarı sıvazlamaya ve yere doğru yavaş yavaş çökmeye başladı.
Yataktan çıkacak bir ucube onu yutmaya geliyordu, öylesine sindi...
Gözlerinin kapattı ve kafasını yukarı kaldırıp duvara yasladı.
Sanki dipszi bir kuyudan aşağı yuvarlana yuvarlana düşüyordu. Öyle çığlıklar bağırtlar atıyordu ki ülkenin öbür ucundaki annesi bile duyabilirdi bu sesleri.
Elleriyle kuyunun taşlarından bir parça yakalamak üzere ne zaman uzansa parmaklarının uçları kopuyor acısı ruhunda yangın çıkarıyordu.
Düştükçe bir parçası kopuyor parçalanıyor eriyor yok oluyordu.
''Yok oluyorum anneee... Yok oluyoruum...''
Gözlerini açtığında ilk gördüğü şey bir göktaşı gibi kafasına doğru inene florasan lamba ışıklarıydı.
Nefes almak pek zordu bu hücrede.
Yumruğunu sıktı.
Bildiği bir zikir vardı:
''Hasbiyallahu, La ilahe illallahu, aleyhi tevekkeltu ve huve Rabbul arşil azîm.''
Hısnul Müslimde geçtiği üzere yedi defa okudu.
''Bismillah'' deyip tekrar ayağa kalktı.
Ferahlık anında inmişti yüreğine.
Kalbi manasına uygun olarak dönüp dönüp duruyordu halden hale. Bir anda imanla dolarken bir anda irtidat çizgisine geliyordu.
Üstüne giydiğin Babasının kalın paltosunu çıkardı önce.
Evini basan Polisler onu evden çıkarırken ''Üstünü kalın giyin İbrahim seni soğuk bir yere götüreceğiz'' demişlerdi.
İbrahim de bu söze binaen kendi sportif montunun üstüne babasının klasik kalın paltosunu giymiş, ayağına üç kat kalın çorap başına da bere almıştı.
Paltoyu özenle yatağın başucuna koydu. İçerisi bir hayli sıcak olmuştu zaten.
Ardından kendi montunu çıkardı. Bu montu da içeri girmeden bir hafta evvel kardeşiyle beraber beğenip almışlar yüz lira vermişlerdi.
Sıra boğazlı yün kazağına gelmişti. Bunu da çıkardı. İçinde bir de termal özellikli eşofman vardı.
Kurşun sıksalar geçmezdi vesselam İbrahimin üstünden.
LCW marka kanvas pantolonunu da çıkarıp nizami bir şekilde yatağın üstüne koydu.
İçerisi çok sıcak olsa dahi çoraplarını çıkarmaya niyeti yoktu, Üşürdü İbrahim...
Yatağa oturdu. Boynunun ağrısı hücreymiş, hapismiş cinnetmiş dinlemiyor arttıkça artıyordu. Bu ağrı bir nebze de olsa İbrahimi salim düşünmeye itiyordu zira öbür türlü İbrahim hemen dalıyor tahayyülere, evhamlara kapılıyor psikolojiyi sıyırıyordu. Böyle giderse yalama olacaktı.
 
Üst Ana Sayfa Alt