Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

ESHAB-I KİRAM'DAN, EVLİYALARDAN, TARİHİMİZDEN HİKÂYELER

M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
HAZRETİ ÖMER VE AİLE ANLAYIŞI



Hazreti Ömer (r.a.)'ın hilâfeti zamanında, bir şahıs hanımının çok söylenmesi ve çekilmez bir hal alması karşısında Hazreti Ömer'e şikâyete karar verip Halifenin evine gelir. Kapıya geldiğinde içerden sert, sinirli sinirli gelen bir kadın sesi duyar. Bir ara kapıyı çalamaz ve mütereddit halde öyle beklemeye başlar... Biraz sonra hep kadının konuştuğunu ve halifenin sustuğunu anlayan adam, kapıyı çalmaktan vazgeçip geri dönmeye karar verir ve ayrılacağı zaman kapı açılır... Kapıyı açan Hazreti Ömer'dir.

— Ne var, neye geldin, birşey söylemeden geri dönüyorsun, diye sorar.

Adam:

— Ya Ömer! Ben karımdan şikâyet etmeye gelmiştim... Baktım ki nice insanları karşısında dize getiren Ömer bile karısının karşısında konuşmuyor. Onun bütün sözlerini büyük bir sabırla dinliyor... Ben neye şikâyet edeyim, dedim ve geri dönmeye karar verdim, dedi.

Adamı dinleyen Hazreti Ömer şu karşılığı verdi:

— O benim evimin hanımıdır, çocuklarımın annesidir, evimin aşçısıdır, çamaşırcısıdır... Biraz fazla yorulmuş da bana çatmışsa ne olur. Elbette karşısında susmam gerek, dedi... Şahıs utançla geri dönüp gitti.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
HAZRETİ PEYGAMBERİMİZİN ANNESİ AMİNE VALİDEMİZİN SON SÖZLERİ



Annelerin en şereflisi, Kâinatın Efendisi Hazreti Resulü Ekrem (s.a.v.)'in mübarek validesi, bütün müslümanların annesi Hazreti Amine validemiz, Muhammed'ül - Emîn (a.s.) Efendimiz henüz altı yaşında iken vefat etmişlerdir. O bahtiyar anne, Peygamberimizin babası Abdullah'la izdivaç şerefine nail olup, Server-i Kâinat, Anne rahmine düştükten sonra babasını, dünyaya gelip altı sene yaşadıktan sonra da annesini kaybetmiştir. Evladının anne ve babadan yetim kalacağını gören anneler Sultanı Amine validemiz, evlâdına ölüm döşeğinde iken şu sözleri söylemiştir: .

Ma'sum çocuk!
Seni vedia-i İlâhî olarak bırakıp gidiyorum,
Rabbım seni mes'ut ve mebrûk buyursun!
Validenin yokluğundan me'yüs olma!
Ey bir ru'yanın kurbanı olacakken,
Lütfü İlâhi sayesinde, fidye-i necat ile
Pençe-i cellad-ı ezelden yakayı kurtaran
Abdullah'ın o ma'sûm yavrusu!
Eğer ru'yalarım doğru çıkarsa,
Sen ins ü cinne gönderilecek bir peygambersin!
Helâl ve haram bildirmeğe,
Ve ceddin İbrahim Aleyhisselâmm dini
İslâmiyeti ihyaya memursun!
Çünkü Allah, İbrahim Aleyhisselâm gibi seni de,
Putlardan ve puta tapanlardan korumuştur!
Her yaşayan ölür,
Her yeni eskir,
Her yaşlı göçer,
Ben de öleceğim
Fakat, Senin gibi temiz
Bir vekil bırakacağım için
Adım asla ölmeyecek, dünya durdukça duracaktır!..

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
HAZRETİ HALİME'NİN PEYGAMBERİMİZİ ANLATAN SÖZLERİ


Peygamberimizin süt annesi Hazreti Halime, Mekke-i Mükerreme'ye gelerek Peygamberimizle karşılaşmasını şöyle anlatmaktadır:

— Zevcimle şehre inmiştik, bir süt çocuğu bulup bakacak ve hiç olmazsa bir miktar dünyalık elde etmiş olacaktık... Bizimle beraber şehre çocuk almaya gidenler, birer tane bulup döndüler. Biz bulamamıştık. En sonunda bir öksüz çocuk olduğunu ve öksüz olduğu için kimsenin onu bakmak için almadığını duyduk. Boş geri dönmektense, Amine'nin oğlu, öksüz çocuğu alalım da dönelim, bizimki de öksüz olsun, de-mekki nasibimiz bu imiş dedik ve çocuğa bakmak için almaya karar verdik...

Zevcim beni, Amine Hatun'un evine götürdü. Amine Hatun beni kapıda karşılayıp, içerde mışıl mışıl uyumakta olan çocuğun yanına götürdü. Çocuk, altında yeşil ipekten bir şilte,'beyaz yünden bir sargıya sarılmış yatıyordu. Çocuğun olduğu odaya girince, öyle güzel bir koku ile karşılaştım ki, cazibesinden sanki büyülenmiştim. Elimle göğsünü okşamak istedim uyandı. Gözlerinden öyle bir nur fışkırıyordu ki, sanki gökleri deliyordu. Bebeği iki kaşının arasından öptüm... Sonra, emzirmek istemiştim, sol mememi verdim, emmiyordu... Bu sefer sağ mememi verdim, emmeye başladı. Doyuncaya kadarda emdi. O andan itibaren de sağ memede bol süt birikmeye başladı. Ben ondan sonra onu hep sağ mememle emzirdim. Çünkü sol göğsümde hiç süt olmuyordu.

Kabilemizin olduğu yere geldik... Çocuğa elimden geldiğince ihtimam gösteriyordum. Onu yeni evinde en rahat bir köşeye yatırdım. Bu zamana kadar olan hallerden dolayı kocam sevinç içinde idi. Devemizi sağmaya gitti... Devemiz zayıf ve cılız bir şeydi. Hiç yok denecek kadar az süt verirdi. Hatta oğlum Abdullah'a bile yetmiyordu. Biraz sonra deveyi sağıp gelen kocam, bana:

— Ya Halime, aldığın öksüz çocuk uğurlu geldi. Bak şu süte! Her zaman süt çıkmayan deveden işte gördüğün şu sütü sağdım. Şu bolluğa bak! Halbuki bu sütü kaç günde bile biriktirmezdi, dedi.

Devenin sütü o kadar bol" olmuştu ki hepimiz bol bol içtik ve doyduk... Çocuk evimize gelir gelmez, evimize bir bolluk bereket gelmişti. Bütün sıkıntılardan kurtulmuştuk. Kimsenin öksüz diye almak istemediği yavruyu bizim almamız, Allah'ın bir lütfü idi.

Muhammed, oğlum Abdullah'la beraber büyüdü, ben onu kendi çocuğumdan çok severdim. Hatta annesi gelir de alır diye korkuyordum. Altı yaşına kadar bizim yanımızda kaldı. Abdullah'la beraber dışarı çıktıkları zaman ben:

— Oğlum kardeşini güneşin altına fazla götürme, derdim de oğlum bana:

— Anneciğim, biz güneş görmüyoruz! Kardeşim Muhammed nereye gitse onunla beraber bir bulut tepemizin üstünde gidiyor, böylelikle güneşten hiç rahatsız olmuyoruz, derdi...

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
YASİN SÜTÜ İLE BÜYÜYEN ÇOCUK

İmanlı bir kadın, çocuğunu emzirirken daima «Yasin» Sûresini baştan sona kadar okurmuş. Kadın Yasin'i bitirinceye kadar da çocuk emmeyi bitirir ve bu âdetini muntazaman devam ettirirmiş. Çocuk büyümüş, hayırlı, alim, fâzıl bir zat olmuş. Kadın oğluna ara - sıra dermiş:

—- Oğlum! Sakın bu fazileti hep kendinden bilme, ben seni Yasin sütü ile büyüttüm!..

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
ANNE ŞEFKATİ


Hazreti Davud aleyhisselâm zamanında iki kadın, çocuklarını bir ağacın altına bırakmışlar, kendileri de beraber tarlada iş yapıyorlardı. Biraz sonra ağacın altındaki çocuklardan birini, kurt kaptığını gördüler. Koşarak ağacın dibine varan kadınlardan her ikisi de orada kalan çocuğa sahip çıkıyor, ikisi de birbirine, senin çocuğunu kurt kaptı bu kalan çocuk benim diyorlardı.

Aralarında anlaşamayıp, meseleyi halletmesi için Hazreti Davud'un (a.s.) huzuruna çıkmaya karar verdiler. Kadınlardan birisi çocuğu kucağına almış, öbürü de onun yanında Hazreti Davud'un huzuruna çıkıp meselelerini anlattılar... Davud aleyhisselâm, çocuksuz kadına:

— Bu kadının kucağındaki çocuk benim diyorsun. Bana bir şahid bulabilirmisin ? diye sordu.

Kadıncağız:

— Bulamam, Ya Davud!.. Çünkü orada yanımızda kimsecikler yoktu. Fakat ben iyi biliyorum ki çocuk benimdir. Bu benden evvel varıp benim çocuğumu aldı, dedi.

Davud aleyhisselâm, kadına:

— Şahid bulamayacağına göre, ben bu kadından çocuğu alıp da sana veremem... Çünkü o da, senin kadar çocuğun kendisinin olduğunu iddia ediyor, diye kadınları salıverdi.

Kadınlardan biri mahzun, birisi mesrur olduğu halde Süleyman aleyhisselâm'a rastladılar. Süleyman aleyhisselâm kadınlara, dertlerinin ne olduğunu sordu: Kadınlar, vaziyeti bir de Süleyman aleyhisselâma anlattılar. Süleyman aleyhisselâm her iki kadın arasında çocuğu taksim etmekten başka çare bulamamıştı. Hemen, «Cellât! Bu kadınların her ikisi de çocuk benim diyor. Çocuğu ortadan kes de taksim edelim.» dedi.

Çocuk kucağında olan kadın, buna razı olmuştu.

— Kabul, kesin ortasından benim hakkımı bana verin, dedi.

Fakat çocuğun esas sahibi olan kadın, evlâdının gözleri önünde kesilmesine tahammül edemedi. Süleyman aleyhisselâm'a yalvarmaya başladı: . -

— Aman yavrumu kesmeyin. Ben razıyım çocuk onda kalsın. Yeter ki sağ kalsın, diyordu.

Böylece Süleyman aleyhisselâm, çocuğun asıl anasının kim olduğunu anlamıştı... Çocuğu anasına teslim etti.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
ANA HAKKI ÖDENEMEZ


Devri Nebevî'de bir sabah, bir sahabi Resulü Ekrem Efendimizin huzuruna varıp:

— Ya Resûlallah! Annem ihtiyarladı... Ben onun ekmeğini kendi elimle hazırlayıp yediriyorum. Abdestini kendim aldırıyor, namaz kılması için seccadesinin üzerine sırtımda götürüyorum. Hatta her istediği yere sırtımda götürüyorum, hiçbir yere yürümeye takati kalmadı. Acaba evlâtlık hakkını yerine getirebildim mi? diye sordu.

Sevgili Peygamberimiz, ona: .

— Sen analık hakkının yüzde birini bile ödemiş değilsin, buyurdu. Sahabi hayret etmişti... «Niçin ey Allah'ın Resulü!» diye sormaktan kendini alamadı...

Serveri Kâinat Efendimiz, şöyle anlattılar:

— Annen seni karnında taşıdıktan sonra, bir de sen büyüsün diye elinden gelen hizmeti eksiksiz yapıyordu. Nitekim, senin altını temizleyerek, sırtını yıkayarak, her türlü meşakkata katlanarak seni büyüttü. Yani sen büyüsün diye sana bakıyordu. Sense annenin ölmesini bekleyerek ona hizmet ediyorsun... Böylece hakkını tam ödemiş sayılmazsın!.. Lâkin bu kadar hizmet etmekle de büyük mükâfat kazanırsın, buyurdular.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
HZ. FATMA'DA ZUHUR EDEN HAL


Nübüvvetin sekizinci yılı idi. Sallallahu Teâlâ aleyhi ve sellem Efendimiz, sırtını dayamış oturmakta idi.

Arap kadınlarından süslü elbiseler giyinmiş bir kadın ve kız topluluğu yanlarına gelerek :

— Ya Muhammed! Her ne kadar kabilelerimiz ayrı ise de aynı şehirde oturuyoruz, aynı yerdeyiz... Bugün bir toplantı tertip ettik... Arap kadın ve kızları bir araya gelecekler. Sizden ricamız, Kızınız Fâtıma'ya müsaade ediniz de, toplantımızı şereflendirsin. Böylece kopmak üzere olan ülfet bağlarımız da yenilenmiş olur, dediler.

Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz Arap kadınlarının bu isteklerini reddetmeyi uygun bulmadı :

— Siz gidin, ben Fâtıma'yı gönderirim, buyurdu.

Bir müddet sonra, Hazreti Fâtıma Validemiz gelmişti.

Hazreti Peygamberimiz :

— Ya Kızım Fâtıma! Cefa gördükçe vefalı davranmamız, yabancılık gördükçe aşinalık etmemiz, kötülük görünce iyilik etmemiz için bize emir vardır. Ey gözümün nuru! Arap kadınları tertipledikleri bir topluluğa şeref vermenizi benden istediler. Ben de onların isteklerini reddetmedim. Şimdi ahde vefayı yerine getirmek senin rızana kaldı. Ne dersin? buyurunca, Ummül Mü'minin Fâtımat'üz - Zehra (r.a.)

— Ey sevgili babacığım, senin verdiğin sözün yerine getirilmesini, ben de isterim. Lâkin ben onların yanına hangi kıyafetle gideceğim. Şimdi oraya, Utbe'nin, Şeybe'nin, Ebû Leheb'in ve Ebu Cehl'in kızları da gelecek. Onlar rengâ - renk elbiselerle gelmişler, en yüksek yerlere oturmuşlardır. Ben böyle dört peşli elbise ile onların yanına varırsam, bana aşağılayıcı sözler söyleyeceklerdir, dedi.

Hazreti Peygamberimizin gözleri yaşardı:

— Ey kıymetli kızım, onların basiretleri kısadır. Sadece dış âlemi görürler, mânâ âlemini görmezler... Onların zahiri libasları varsa senin de mânevi zinetlerin vardır, îlim ve takva libasımız olduğu müddetçe f.uii libasa itibar nedir, buyurdular.

Tam bu konuşma cereyan ederken, Cebrail aleyhisselâm nazil olup, şu hükmü tebliğ etti :

— Ya Resûlallah!.. Fâtıma o topluluğa gidecek ve onun toplantıya iştiraki anında bazı gizli sırlar açığa çıkacaktır. Bunun üzerine Hazreti Peygamberimiz :

— Ey iki gözümün nuru kızım!.. Şu anda Cebrail geldi, senin gitmekliğini bildirdi, buyurunca, Fâtımâ't-üz Zehra validemiz:

— Canım sana feda olsun ey Allah'ın Resulü, Ben sana muhalefet etmedim, oraya gitmeyeceğim de demedim... Ancak düşünüyorum ki, dünya ahiretin matem sarayıdır. Bu matem sarayında düğün ve derneklerde hazır bulunmak münasip düşmez demek istedim. Madem ki ferman nazil olmuştur gideceğim, dedi ve örtüsünü başına alıp, o toplantıya gitmek üzere, evden ayrıldı.

Bu arada, arap kadınları, toplantı yerine erkenden gelmiş ve süslü, allı yeşilli elbiselerinden ne varsa giyinmişler, hazreti Fâtıma'nın, nasıl bir eski elbise ile toplantı yerine geleceğini konuşuyorlar ve:

— Şimdi o bizim aramıza nasıl girecek... Çünkü mutlaka eski ve yamalı bir libas giymiş olacaktır. Mutlaka üzülecek, belki de bizim debdebeli halimizi görünce ağlayacaktır, diyerek birbirlerine takılırlardı. Bir de ne görsünler... Cenabı Allah, Fâtıma'ya öyle cariyeler, cennet elbiseleri ve öyle hizmetçiler göndermişti ki görenlerin hayran kalmaması imkânsızdı. Hazreti Fâtıma'nın mübarek başında öyle mücevherler, zarif vücuduna öyle güzellik veriyordu ki; sanki hazreti Fatıma, gök yüzündeki ay, onun yanındakiler ise birer yıldız gibi parlıyorlar, bu manzarayı görenlerin gözleri kamaşıyordu... Cariyelerin kimi eteğini tutmuş, kimi üzerinde bir şey dokunmasın diye önünü temizliyor, kimisi de önüne geçmiş, ışık saçıyordu.

Bu hali gören Kureyş kadınları, hayrette kalmışlar:

— Bu gelen kimin kızı!.. Hangi şahsın kızıdır, bu kız... Biz dünyada böyle güzellik ve böyle ihtişam görmedik, dediler ve en yüksek sedirleri hazreti Fâtıma'ya' bırakıp buyur ettiler.

Sonradan öğrendiler ki; O, Hazreti Muhammed'in, (s.a.v.) kızı Fâtıma'dır. îmana istidadı olanlar, yanına sokulup nasiplendi, nasibi olmayan muannitler ise, kin ve hasetlerinden orada durmayıp toplantı yerini terkedip gittiler.

Hazreti Fâtıma validemiz, şöyle diyordu :

— Ey Kureyş'in sevgilileri!.. Bizim manevî gıdamız, tesbih ve cehlildir. Babamın getirdikleri, dünya ve ahiret saadetini sağlar... Eğer siz de bize yakın olmak isterseniz, kalbinizde îman ışığını yakın!.. Şehadet kelimesi getirip İslâmiyeti kabul edin!., buyurdu.

Ve orada bulunan kadınların tamamı îslâmiyeti kabul edip, îmana geldiler. Böylece de Hazreti Fâtıma'nın oraya gitmesindeki hikmet zuhur etmiş oldu.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
İLK YILLARDA İSLAMİYET


Hazreti Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ve Ebu Bekir Sıddık (r.a.) hazretleri, bir gün, Mekke sokaklarından giderken; müşrikler mahallesinde kafirlerin saldırısına uğradılar. Mütecavizlerden bilhassa, Utbe bin Rabia, Hazreti Ebu Bekr'e, öyle bir tokat attı ki, yüzü tanınmayacak hale geldi. Bu hale şahit olan Beni Temim kabilesinden bir grup; Hazreti Ebu Bekir'i, evine götürdüler. Hazreti Ebu Bekir bayılmıştı... Biraz sonra kendine gelir gibi olunca ilk sözü :

— Muhammed nasıl acaba? diye sormak oldu.

Orada bulunanlardan bazıları Ebu Bekir (r.a.)'in bu halini ayıplamak istediler... Onlara göre, onun yüzünün gözünün şişmesine Muhammed (s.a.v.) sebeb olmuştu. Fakat Hazreti Ebu Bekir, arzusunda ısrar ediyordu. Biraz sonra annesi Ümmü Hayr, bir miktar yiyecek getirdi, Oğluna şunları ye!.. Bir miktar kendine gelirsin... Ondan sonra Muhammed'in durumunu öğreniriz» dedi.

Hazreti Ebu Bekir ısrar ediyor:

— Peygamber hakkında bir malûmat almadıkça ağzıma bir şey koymayacağım diyordu...

Annesi:

— Emin ol ki, hiçbir malûmatım olmadı, deyince de :

— Öyleyse Hatab'ın kızı Ümmü Cemil'e (Hazreti Ömer'in kardeşi) gidip haber getir, dedi.

ümmü Cemil (r.a.) hadiseyi duyunca o kadar korkmuş ki, hazreti Ebu Bekir'in annesi gelip de Resûlüllah'ı sorunca, tanıdığını belli etmek istemedi :

— Ben ne Muhammedi, ne de Ebu Bekir'i tanırım... Fakat isterseniz evinize kadar sizinle gidebilirim, dedi.

Ümmü Hayr; «Çok memnun olurum!» deyince de beraber yola düşüp Hazreti Ebu Bekir'in evine geldiler. Ümmü Cemil, Hazreti Ebu Bekir'in o halini görünce çok üzüldü. «Bunu ancak hayasız putperestler yapmışlardır» diyerek haykırdı.

Hazreti Ebu Bekir, Ümmü Cemil'in sözlerini keserek:

— Söyle bana, Peygamber ne halde? diye sordu. Ümmü Cemil, Annenin yanında söylemem olur mu diye işaret edince, hazreti Ebu Bekir (r.a.) :

— Annemin yanında sır saklamaya lüzum yoktur. Sen bana Resûlüllah'tan haber ver! Ne haldedir Peygamber, dedi.

Ümmü Cemil cevap verdi :

— Peygamber, sağ salim Ibn Arkam'm evindeler.

Hazreti Ebu Bekir, hala bir şey yemiyor, «Resûlüllah'a kavuşuncaya kadar bir şey yemeyeceğim» diye ısrar ediyordu.

Gecenin olmasını beklediler... Ortalık iyice karanlıklaşıp sokakta gidenin kim olduğu belli olmayacak hale kadar beklediler ve Resûlüllah'ın huzuruna varan Ebu Bekir (r.a.) ancak ondan sonra yemek yemeye razı oldu.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
PEYGAMBERİMİZİN MEKTUBUNU YIRTAN IRAN HÜKÜMDARI


İran kumandanlarından Finiz Deylemî ve Şehr bin Bâzan, İran hükümdarı tarafından Yemeni istilâ eden Habeşlileri, oradan çıkarmak için vazifelendirilmişlerdi. Muzaffer olduktan sonra orada Vali olarak kalmışlar ve asil bir soy olarak Asrî Saadete kadar orada yaşamışlardı.

Hazreti Peygamberimiz, civar devletlere mektup yazarak İslâmiyete davet ediyordu. Aynı mektuptan bir tane de İran Hükümdarına yazmıştı. İran hükümdarı Kisra, gelen mektubu yırttı ve Yemen Valisi Bâzan'a; Hazreti Muhammedi yakalayıp, huzuruna getirmesi için emir verdi. Bâzan, Peygamberimize adamlar gönderip, hükümdarın; kendisini huzuruna çağırdığını bildirdi.

Peygamberimiz gelenlere :

— Bâzan'a selâm söyleyin, îmana gelsin, hükümdar öldü... Pek yakında, İran ve havalisi de müslüman olacak! Siz de îslâmiyeti kabul edin, dedi ve elçileri geri gönderdi.

Birkaç gün sonra da Bâzan'a, îran hükümdarının öldüğü ve yerine oğlunun geçtiği haberi geldi. Komutan, Peygamberimizin bu mu'cizesi karşısında îslâmiyeti kabul etti. Bâzan'ın hidayetinden sonra bir çok kimse, toptan îslâmiyetle müşerref oldular.

Daha sonra; Peygamberlik iddiasında bulunan sahtekâr Esveddi Ansı, Yemen'i istilâ etmişti. Bâzan'ı şehit ettikten sonra, Azad isimli hanımını zorla nikahı altına almak istedi. Kadıncağız, beyini öldüren bu yalancıya eş olmak istemiyordu. Resûlüllah'a (s.a.v.) şikâyette bulundu. Peygamberimiz de, yalancı Peygamber'in öldürülmesi için emir verdi. Yalancı peygamber Esveddi Ânsî öldürülmüş ve bunu Bâzan'ın hanımı Azat hatun hazırlamıştır. Yalancı peygamberin ölümü, Peygamberimizin irtihalinden birgün öncedir...

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
ABİDE BİR KADINLA HİBAL'İN KONUŞMASI


Büyüklerden Hayyan b. Hibal'in bulunduğu meclise; arif-i billah hatunlardan bir kimse gelerek:

— Benim soracağım suallere içinizde cevap verecek kimse var mı? diye sordu.

Oradakiler, Hibal'i göstererek:

— İstediğinizi bu zata sorabilirsiniz, dediler.

Kadın:

— Size göre cömertlik nedir? diye sordu.

Hibal:

— Bol bol ihsan etmektir, diye cevap verdi.

Hanım bu sefer:

— Bu anlattıklarınız dünya ile ilgili cömertliktir. Ben sana dindeki sahadan soruyorum, onu bana söyle? dedi.

Hibal:

— Gönül arzusu ile Allah'a (c.c.) ibadet etmektir, diye cevap verdi.

Kadın:

— Bu ibâdetinizde Allah'tan karşılık bekler, birşey ister misiniz? diye sorunca, Hibal:

— Tabii bekleriz,.. Allahü Teâlâ bize en azından bire on sevap vaadediyor. Niçin beklemeyelim, diye cevap verdi.

Kadın:

— Ne acaip şey! Hem bire on bekliyor, hem de kendinizi ibadette cömertlerden sayıyorsunuz, diye karşılık verdi. Hibal, cevapsız kalmıştı...

— Ya size göre ibadette cömertlik nasıl olur? diye sorunca, abide hanımın cevabı şöyle oldu:

— Dinde cömertlik, ibadetten zevk alarak hiç bir karşılık beklemeden, sadece Allah rızası için kulluk etmektir. Sen Allah'a ibadet edeceksin, Allah nasıl isterse öyle yapar!.. Siz Allahü Teâlâ'nın içinizden geçirdiğinizi bildiğini bildiğiniz halde ona ibadet etmekten utanmaz mısınız?

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
CÜNEYD-İ BAĞDADÎ HAZRETLERİ VE GIYBET


Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri, bir gün bir camide iken, bir genç gelip:

— Allah rızası için bana yardım edin. Ben yardıma muhtaç bir kimseyim, der.

Cüneyd-i Bağdadî hazretleri bakar ki genç sapa - sağlam bir insan, bu genç bu haliyle dilencilik yapmaya utanmaz mı ? Niye çalışıp kazanmaz da dilencilikle kendini küçük duruma düşürür,, diye düşünür.

O gece Cüneyd-i Bağdadî hazretleri bir rüya görür... Rüyasında; camide gördüğü gencin vücûdu bir kebap yapılıp bir tepsiye konmuş, önüne getirilir. Cüneyd-i Bağdadî hazretlerine :

— Bunu yiyeceksin, derler. Hazret, «o insan etidir, yenir mi?» diye karşılık verdiğinde :

— Ya dün camide nasıl yiyordun... Yine öyle yiyeceksin!., derler. Daha sonrasını Cüneyd-i Bağdadî hazretleri şöyle anlatıyor:

— Meğer gıybet etmişim! Hemen korku ile uyandım. Abdest alıp iki rek'at namaz kıldım... Tevbe istiğfar ettim... Sabah olunca, hakkkında konuştuğum genci aramak için dışarı çıktım... Aradım, aradım, nihayet genci, Dicle nehri kıyılarında buldum ki, önüne tere koymuş, onları yiyor.

Genç benim geldiğimi görünce, başını kaldırarak:

— Ey Cüneyd! Camide benim hakkımda kötü düşündüğün için, tevbe edip pişmanlık duydun mu? diye sordu... Ben:

— Evet! dedim... Hakkında konuştuğum genç, bana:

— O halde üzülme git! dedi ve şu Âyeti Kerimeyi okuyarak kayboldu: «Ve O Zattır ki kullarının tövbelerini kabul eder, günahlarını afv eder ve ne yaptıklarını bilir.»

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
EVLAT ACISINA SABIR

Bir kadın, Risalet peygamberinin huzuruna gelerek:

— Ya Resûlallah! Benim üç çocuğum vefat etti. Dua et de cennete gireyim, dedi.

Kadının bu sözlerini dinleyen Resulü Ekrem Efendimiz:

— Sen zaten cennette yerini hazırladın, buyurdular.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
HAZRETİ ÖMER'İN BİR ÖRNEK HAREKETİ

Hazreti Ömer (r.a.) hilâfeti zamanında, 400 dirhem paraya muhtaç olmuş ve bu parayı da Abdurrahman b. Avf hazretlerinden istemişti. Abdurrahman b. Avf hazretleri, Hazreti Ömer'e, para yerine şu telkinde bulundu:

— Ya Ömer! Parayı benden mi istiyorsun? Halbuki Beyt'ül Mal senin elindedir... Parayı oradan al, sonra iade edersin...

Hayatı, adalet timsali olan hazreti Ömer, Abdurrahman b. Avf hazretlerine şu cevabı verdi:

— Ya Abdurrahman! Parayı senden istiyorum... Zira bir emri ilahî vukuunda veya borcu ödeyememe gibi bir durumda seninle helâllaşmak kolay olur. Ya mirasımdan bir miktar ayırtırım, yahut helâllaşırız. Ama ben, bu borçlanmayı devlet hazinesine yaparsam, bütün Müslümanlarla helâllaşmak lâzım gelir ki, bu da mümkün değildir. O takdirde, ne benim malım onu ödemeye kafi gelir, ne de sevabım, ahirette beni kurtarır. Bu kadar ağır bir yükün altına girmeye edemedim, ya Abdurrahman!

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
ASALETLİ BİR KADIN SAHABİ

Ebû Süfyan'ın kızı Ümmü Habibe, babası iman etmediği halde, kendisi îmanı kuvvetli bir sahabi olmuşta. îmanı hususunda hiç fedakârlık etmez, hatta babası bile olsa müsamaha göstermezdi. Nitekim, bir gün babası Ebû Süfyan, Peygamberimizle yaptığı sulh anlaşmasını yenilemek ve bir neticeye bağlamak üzere Medine'ye gelmişti. Bu arada, kızı Ümmü Habibe'yi de ziyaret etmek istedi. Kızının evine gittiğinde, orada hazır bulunan bir şiltenin üzerine oturmak istemişti. Fakat kızı ümmü Habibe, hemen babasının altından şilteyi alıp kaldırdı ve oturmasına müsaade etmedi. Ebu Süfyan, kızının bu hareketine son derece sinirlenmişti

— Kızım, senin bu şilten ne kadar da kıymetli imiş... Beni, ney üzerine oturtmak istemiyorsun. Nedir bunun kıymeti? diye sordu. Hazreti Ümmü Habibe (r.a.):

— Evet! O şilte çok kıymetlidir. Zira bu şiltenin üzerine, Server-i Kâinat oturmaktadır. Sense müşrik oldun ve dolayısıyla onun üzerine oturamazsın, dedi.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
KOMŞU HAKKINA DİKKAT

Ashaptan Hazreti Mücahid (R.A.) Abdullah b. Ömer (R.A.) ile alâkalı şahit olduğu bir hâdiseyi şöyle nakleder :

— Ben, Hattab oğlu Ömer'in oğlu Abdullah'ın yaninda idim. Ömer b. Abdullah (R.A.) oğluna bir koyun kestiriyordu. Koyunun kesilmesi için emir verdikten sonra oğluna:

— «Oğlum yahûdi komşumuzu da unutmayasın!» diye emir verdi ve bu emri koyun kesilip hazırlanıncaya kadar üç defa tekrarladı. Babasının aynı sözü tekrarlayıp durmasından sıkılan oğul:

— «Baba, anladım. Yahûdi komşumuza da pay ayır diyorsun. Bunu tekrarlayıp durmanın ne mânâsı var! Ben bu zamana kadar senin hiçbir emrine itaatsizlik ettim mi? Bütün mesele, koyun kesildikten sonra komşu yahûdiye bir parça 'et verilmesi değil mi?...» deyince, Hazreti Ömer, oğlu Abdullah'ın elinden tutup; yüzünü kendisine doğru çevirdikten sonra şöyle dedi :

— «Oğlum, komşu hakkı hususunda Peygamberimiz öyle çok tekrarda bulunurdu ki, biz nerde ise komşumuzu malımıza ortak kılacak sanırdık. Sen neden bahsediyorsun!.»

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
TİMURLENK'İ YÜKSELTEN

Meşhur Türk Hükümdarı Timurlenk'e:

— «Seni erlikten başbuğluğa yükselten nedir?..» diye sordular. Timurlenk şu cevabı verdi :

— Asla ümitsizliğe düşmedim... O kadar zorlukla karşılaştığım halde hiç birisinden yılmadım ve bir maksadıma erişmek için bir karınca bana örnek oldu: Birgün düşmanlarımdan kaçmış bir harabeye sığınmıştım. Her yerden ümidi kesmek üzere olduğum bir anda gözüm bir karıncaya ilişti. Karınca kendinden büyük bir buğday danesini almış bir yıkıntının üzerinden aşırmak için uğraşıyor, fakat taşıdığı şey kendisinden büyük olduğu için sonuna kadar götüremiyor, düşürüyordu. Dane yuvarlanarak duvarın dibine düşüyor, karınca tekrar inip rızıkını alıp götürmeye uğraşıyordu. Bu hal elliden fazla oldu ama, karınca da nihayet maksadına erişti. Karıncanın bu azmini gördükten sonra bende bir ümid peyda oldu. Kendi kendime : «Ben bu karınca kadar da mı olamayacağım.» dedim ve maksadıma erinceye kadar hiç bir zorluktan yılmadım.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
HAZRETİ AIŞE (R.A.)'NİN CÖMERTLİĞİ

Zamanın halifesi Hazreti Muaviye, Hazreti Aişe'ye binsekizyüz seksen dirhem kıymetinde erzak hediye etmiş ve bu malı Hazreti Aişe validemize göndermişti. Hazreti Aişe, bu erzakın tamamını kendisini hiç aklına getirmeden dağıttı. Akşam olunca da hizmetçisi Ümmü Dürre'ye:

— Git biraz ekmek - zeytin al da iftar edelim, dedi. Ümmü Dürre (r.a.) hazreti Âişe'nin emrini yerine getirdikten sonra:

— Bugün bu kadar erzak dağıttın! Ne olurdu, onların tamamını dağıtmasaydın da, biraz et alsaydık, bu akşam iftarımızı etli yemekle yapsaydık, dedi.

Hazreti Aişe validemiz, kendisinin aklına- gelmediğini imâ ederek :

— Vaktiyle davransaydın, bu iş belki olurdu, dedi.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
İKRAMININ MÜKAFATINI GÖREN KADIN

Hazreti Hasan, Hazreti Hüseyn ve Abdullah b. Cafer (radıyallahu anhüm) hazeratı hac için Medine-i Münevvere'den yola çıkmışlardı. Yolda eşyalarını kaybettiler. Aç ve susuz kalmışlardı. Çölde bir çadır görüp yanına yaklaştılar. Çadırda sadece yaşlı bir kadıncağız vardı. Kadına içecek bir şeyi olup olmadığını sordular.

Kadın:

— Bir koyunum var, sağın da sütünü için, dedi. Sağıp sütü içtikten sonra, aç olduklarını, yiyecek bir şeyin olup olmadığını sordular. Kadın:

— Bir koyundan başka bir şey yok. Kesin" de size pişireyim, yer karnınızı doyurursunuz, dedi.

Koyunu kesip hazırlattılar ve yedikten sonra oradan ayrılacakları zaman:

— Biz Kureyşdeniz. Hacca gidiyoruz. Sağ - salim Medine'ye dönersek, bizi bulmayı ihmal etme! Sana bir iyilik yapmak isteriz, deyip gittiler.

Akşam kadının kocası eve gelip durumu öğrenince kızarak:

— Bilmediğin kimselere koyunu nasıl yedirdin! Kureyşten birkaç kişi diyorsun. Böyle insan bulunur mu? diye söylendi.

Bir zaman sonra Medine'ye göç etmek durumunda kaldılar. Etraftan tezek toplayıp satarak geçimlerini temin ederlerdi. Bir gün Medine sokaklarından geçerken, Hazreti Hasan'ın evinin önüne tesadüf ettiler. Kapının Önünde oturmakta olan Hazreti Hasan, kadını tanımış, fakat kadın Hazreti Hasan'ı tanımamıştı. Hazreti Hasan hemen yanlarına yaklaşıp, yaptıkları iyiliklerini hatırlatarak kadına bin altın ve bin kovun vererek Hazreti Hüseyn'e gönderdi. O da aynı hediyelerde bulunduktan sonra Hazreti Cafer'e gönderdi. Hazreti Cafer, Hazreti Hasan ve Hüseyn'in verdiklerinin iki mislini vererek:

— önce onlara uğradığınız iyi olmuş... Çünkü önce bana gelmiş olsaydınız onlar zor durumda kalırlardı, dedi.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
MİSAFİR İSTEMEYEN KADINI İKAZ

Misafirperver bir sahabi vardı. Hanımı ise hergün kocasının yanında birkaç misafirle gelmesine artık tahammül edemez olmuştu. Birkaç defa kocasına:

— Sen hergün birkaç misafirle geliyorsun, gelen misafirler, çocuklarımızın rızıklarını yiyorlar, dediyse de kocası, hergün yanında birkaç misafir getirmekte İsrar ediyordu.

Kadın sahabi dayanamayıp, Resûlullah'a şikâyete karar verdi:

— Ya Resûlallah! Kocam her akşam eve birkaç misafir getiriyor, böylece de kocamın kazandıkları hep misafirlere gidiyor. Birgün hastalanıverse, açlıktan ölmekten korkarım, dedi.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kadının kocasını, huzuruna çağırttı.

Adam:

— Ben misafirsiz edemem! Soframda misafir olması, bana neş'e ve bereket veriyor, diyor ve diretiyordu.

Bu sefer Peygamberimiz (s.a.v.) kadına, bundan sonra fazla değil, bir misafire razı olup olmadığını sordu. Kadın buna da razı değildi:

— Ben çocuklarımın rızkını başkalarının yemesine rıza gösteremem, diyordu.

Adam hiç olmazsa bir misafirde İsrar edince; kadın boşanmaktansa, bir misafire razı oldu. Fakat, o akşam üzeri beyinin, yine eve iki misafirle geldiğini gördü. Kadın sinirlenmişti, içi rahat değildi. Yemek hazırlamak için mutfağa girdi, üç kişilik yemek hazırlayıp tepsiyi kocasına verdi. Biraz sonra da, misafirlerden birinin çıkıp gittiğini gördü. Hazırlanan yemeklerden biri yenmemişti.

Kadın kocasına:

— Misafirin biri niçin yemek yemeden çıkıp gitti? diye sordu. Adam, ikinci misafirin farkında değildi:

— Sen hangi misafirden bahsediyorsun. Ben bir misafirle geldim, o da içerde işte, diye cevap verdi.

Kadın, çok iyi görmüştü. Misafirin birisi yemek yemeden çıkmıştı.

Bu münakaşanın içinden çıkamayacaklarını anlayan karı - koca, hemen Efendimiz Hazretlerine müracaata gittiler ve durumu anlattılar...

Onları dinleyen Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:

— Evet! Eve iki misafir gelmişti. Fakat bunlardan birisi hakiki insan değil, insan suretine giren rızıktı. Allah (c.c.) hanımını akıllandırmak için rızkı insan kılığına sokmuştu. Hanımın ise, yine misafirler için bir miktar rızkı çıkarıp hazırladı, ama o rızık, eksilmedi.

Şunu iyi bilesiniz ki, her misafir kendi rızkı ile gelir. Ve kimse, kimsenin rızkını yiyemez, eksiltemez... Hatta misafir, bir evin bereketini artırır ve o evin rızkında artma olur, buyurdular. Tabii ki kadın, bu hadiseden sonra itiraz edecek durumda değildi.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
HAZRETI SEVDE'NİN CÖMERTLİĞİ

Hazreti Ömer, Ezvac-ı Tahirattan Sevde hazretlerine, bir kese içerisinde para göndermişti.

Hazreti Sevde:

— Bu da nedir? diye sordu.

Para olduğunu ve Hazreti Ömer'in gönderdiğini söylediler. Hazreti Sevde, para ile hiç alâkadar bile olmadı:

— Para da hurma gibi keseye mi girmiş?., diyerek tamamını orada bulunanlara dağıttı.

* * *
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt