Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

ESHAB-I KİRAM'DAN, EVLİYALARDAN, TARİHİMİZDEN HİKÂYELER

M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
RAZZAK-I ALEMİN DOYURMASI



İbrahim Edhem Hazretleri bir gün sahraya çıkmıştı. Bir suyun başına orada yemek yemek için sofrasını yaymıştı. Bir karga gelip sofrasından bir ekmek alıp dağa doğru uçup gitti, İbrahim Edhem onu takip etmeye başladı. Dağda karganın indiği yeri bulup oraya vardı Baktı ki, elleri kolları ve ayakları bağlı bir adam... Karga getirdiği ekmeği adama bölüp bölüp veriyor.

İbrahim Edhem gelip adamın ellerini ayaklarını çözdü. Adam başından geçenleri şöyle anlattı:

— Ben tüccardım, eşkiyalar beni bağladılar ve bütün mallarımı alıp gittiler, yedi gündür buradayım. Yedi günden beri bir karga bana ekmek getiriyor, ben de onunla karnımı doyuruyorum. Yedi günden bu yana ise bir an aç kalmadım.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
RAMAZAN VE ŞEVVAL ORUCU



Süfyan-ı Sevrî anlatıyor:

— Ben Mekke-i Mükerreme'de üç sene oturdum. Mekkelilerden bir kimse her gün Haremi Şerife gelir, tavaf eder, namaz kılar ve sonra bana selâm verip giderdi. Ben bu kimse ile tanıştım. Bir gün o kimse beni yanına çağırdı. Bana dedi ki:

— Ben öldüğüm vakitte kendi elinle beni yıka, namazımı kıl ve defneyle. O gece de beni terk etmeyip kabrimde gecele. Münkireynin suali anında bana Tevhîd'i telkin et!, dedi.

Ben de o kimsenin istediklerini yapmayı kabul ettim. Bana emrettiğinin aynını yaptım: Kabrinde geceledim. O gece uyku ile uyanık arasında iken:

— Ya Süfyan! Beni korumaya ve senin telkinine ihtiyaç kalmadı, diye bir ses işittim.

O zaman:

— Ne sebeple bu lütfa eriştin, diye sordum. Bana cevap olarak:

— Ramazan-ı Şerifin orucunu tutup Şevval'den altı gün daha eklemem sebebiyle, dedi.

O zaman ben uyandım. Yanımda kimseyi göremedim. Abdest aldım, namaz kıldım, uyudum; böylece üç kerre gördüm. Bildim ki bu Rahmanidir; şeytandan değildir. O zaman da kabrin yanından ayrıldım ve: «Ya Rabbi! Beni Ramazanın orucuna ve Şevval'den altı gün orucuna muvaffak kıl» diye dua ettim. Allahü Teâlâ Hazretleri beni de muvaffak kıldı.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
YETİM ÇOCUKLARI GÖZETMEK



Enes bin Malik (radıyallahü anh) Hazretlerinden rivayet olundu.

Aleyhissalâtü vesselam Efendimiz bayram namazını kılmak için hâne-i saadetlerinden çıktılar. Hemen gördüler ki, bir çok çocuk toplanmışlar oynuyorlar. Onlarla beraber olup da oyuna katılmayan ve ağlayan bir çocuk gördü. Elbisesi eski idi. Aleyhissalâtü vesselam Efendimiz:

— «Ey oğul! Sen niçin onlarla beraber oynamazsın?» diye sual buyurdular.

Sabi, Resûlüllah Efendimizi tanımadığından:

—- Babam falan gazada Resûlüllah ile beraberken şehîd oldu. Annem başka biri ile evlendi. Annemin kocası benim malımı yedi ve evimden de çıkardı. Şu anda yiyecek, içecek ve kalacak bir şeyim olmadığından babamın yokluğunu hatırladım, babası olan şu çocuklara bakarken ağladım, dedi.

Aleyhisselâtü vesselam Efendimiz o sabinin elinden tutup: __ Razı olur musun ben sana peder olsam ve (Hazreti) Aişe validen olsa, (Hazreti) Ali amcan olsa Hasan'la Hüseyin sana kardeş olsalar, Fatıma sana kız kardeş olsa? buyurdu.

Sabi o zaman bu tesadüf ettiği kimsenin Âlemlerin Efendisi Muhammed Aleyhisselâm olduğunu anladı:

— Niçin razı olmam ya Resûlallah!, dedi.

Bunun üzerine Nebî aleyhisselâm o çocuğu alıp hanei saadetlerine götürdüler. Güzel elbiseler giydirip karnını doyurdular. Güzel kokular sürdüler. Çocuk dışarı sevinçle çıktığında, diğerleri:

— Biraz önce ağlıyordun, şimdi ise sevinçlisin. Buna sebep nedir acaba? dediler.

Sabî:

— Ben biraz önce açtım şimdi doydum. Biraz önce çıplaktım, şimdi giyindim. Biraz önce benim babam yoktu, şimdi ise benim babam Nebî aleyhissalâtü vesselâm'dır. Hazreti Aişe validem, Hazreti Hasan ve Hüseyin kardeşlerim, Hazreti Fatıma benim kız kardeşimdir. Hiç ben sevinmez miyim? dedi.

O zaman o çocuklar:

— Keşke bizim babalarımız da gazada şehîd olaydılar ve biz de bu çocuk gibi olaydık, dediler.

Sonra Nebî aleyhisselâmm vefatında o sabî dışarı çıkarak:

— İşte ben şimdi yetimim, dedi.

Bunu duyan Hazreti Ebû Bekir, onu kendi hanesine getirip evlât edindi.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
HAKLA BÂTIL GİBİ



Bir gün Sultan Süleyman'ın huzuruna bir sivrisinek gelip zıvıldamaya başlar. Süleyman Peygamber iyice dinler ki, bazı şikâyetleri var.

Padişahın parmağının başında dertlerini sayan sivrisinek:

— Ey ins-ü cin peygamberi ve sultanı, ey bütün yaratıklara, suya, rüzgâra, yağmura, kurda, kuşa velhâsıl bütün mahlûkata hükmeden hükümdar! Sen her dertlinin derdini dinler, her hakimin hakkını haksızdan alır, haklıya verirsin. Bizim de senden bir dileğimiz var, ne olur buna da bir çare! Bize ne bağda, ne bahçede, ne ağaçların, taşların başında velhâsıl hiçbir yerde rahat yüzü yok. Eğer bizim bu derdimize çare bulursan ömrümüz boyu, hatta kıyamete kadar sana dua edeceğiz, diye dertlerini saymaya başlar.

Sultan Süleyman bütün dertlerini ortaya döken sivrisineğe:

— Evet! Anladık ama, bu derdiniz ve şikayetiniz kimden sizin?, diye sorar.

Sivrisinek melül - mahzun cevap verir:

— Sultanım, bizim bu şikâyetimiz rüzgârdandır. O sanki bize düş-manmış gibi nereye gitsek kovalıyor ve rahat yüzü göstermiyor.

Süleyman Aleyhisselâm:

— Haklı olabilirsin... Fakat Allah tarafından bana emir var; «Hem şikâyet eden, hem de hakkında şikâyet olunan mecliste hazır bulunmazsa, sakın hüküm verme» buyurdu. Bu sebepten hasmını da buraya getirmezsen dâvana bakamam. Git hasmını çağır, gelsin. Ancak ondan sonra hükmedebilirim, der.

Sivrisinek:

— Sultanım haklısınız. Nasıl olsa herşey senin emrinde; emredin gelsin, der.

Sinek kabul ettiği için Sultan Süleyman rüzgâra:

— Ey seher yeli, es bakalım bu tarafa!, diye emreder.

Rüzgâr itiraz edecek değildir tabii... Esmeye başlar. Esmeye başlar ama, sivrisinek de gitmeye başlar. Sineğin parmağının başından kaybolduğunu gören Sultan Süleyman:

— Dur! Nereye gidiyorsun, der.

— Padişahım, derdimiz zaten onun gelmesinden değil mi? Onun olduğu yerde ben nasıl durabilirim. Onun yokluğu benim varlığım, onun varlığı ise benim yokluğum demektir, sözlerini ancak Süleyman Aleyhisselâm'a duyurabildi.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
ZEKAT, MALI KORUR



Hazreti Peygamber Efendimiz, bir gün ashabına zekâtın faydalarından bahsediyor:

— Zekât malınızı manevî bir kal'a ile kal'alar ve muhafaza altına alır, buyuruyordu.

Yoldan geçmekte olan bir Nasranî, bu sözleri duydu ve denemeye karar verdi; eve gitti nesi varsa zekâtını ve sadakasını ayırdı; fakir-fukaraya taksim etti. Bu sıralarda onun bir ortağı ticaret maksadıyla sefere çıkmıştı. Hristiyan:

— Eğer diyordu, Muhammed'in dediği doğru çıkarsa onun hak peygamber olduğuna karar verir dinini kabul ederim, yok eğer bu kadar malı taksim ettiğim halde bir aidesi olmazsa, kılıcımı alır onunla har-bederim, diyordu.

Hristiyan, verdiği sadakanın neticesini beklerken ortağından bir mektup aldı. Mektupta:

— Maalesef yolumuzu eşkiyalar kesti ve kervanda ne varsa herşeyi aldılar, deniyordu.

Hristiyan beyninden vurulmuşa döndü. Kılıcı aldığı gibi Hazreti Muhammed'i öldürmek üzere yola çıktı. Pür - hiddet yoluna devam ederken ikinci bir mektup daha geldi ortağından. Orda ise şöyle yazıyordu:

— Daha evvel size yazdığım mektup tamamen ters çıktı. Bizim devenin biri sakatlanmış ve ben kervandan birkaç yüz metre geride kalmıştım, önümdeki kervanın tamamen yağma edildiğini görünce mutlaka beni de yakalarlar diye sana birinci mektubu yazmıştım. Fakat ne hikmetse beni görmeden çekip gittiler ve bizim malımız eşkiyalardan böylece kurtuldu. Hiç müteessir olmayınız sağ-salim yolumuza devam ediyoruz.

Adam ortağından bu haberi alınca, doğru Resûlüllah'ın huzuruna varıp:

— Ya Resûlallah! Bana İslâmiyeti tarif et. Senin söylediklerini denedim ve faidesini gözlerimle gördüm. Artık Müslüman olmak istiyorum, der ve şehadet getirip Müslüman olur.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
SAĞIRIN HASTA ZİYARETİ



İyi kalbli sağır bir adam, komşusunun hasta olduğunu duyup ziyaretine gitmek istemiş ve kendi kendine:

— Ben sağırım, o ise hasta... Adamın sesi zaten zor çıktığı için fazla zorlamaya gerek yok. Hastaya sorulan şeyler ve alınan cevaplar zaten bellidir. Ben nasılsınız derim, o iyiyim, der. Ben de ne yiyorsunuz derim, o bir yemek ismi söyler, ben de afiyet olsun, derim... Doktorlardan tedaviye kim geliyor, derim, o bir doktor ismi söyler. Ben de iyi bir doktor derim, olur biter, diye düşünür ve hastayı ziyarete varıp baş ucuna oturur.

— Nasılsınız?

Dîye hâl-hatır sormaya başlar. Hasta inleyerek:

— ölüyorum, diye cevap verince, sağır hazırlandığı gibi:

— Oh, oh çok güzel çok güzel... Memnun oldum, diye mukabele eder.

Hasta sinirlenir:

— Bu ne demek, adam ölmemi istiyor galiba?, der.

Adam tekrar sorar:

— Ne yiyebiliyorsunuz?

Hasta sinirli sinirli:

— Zehir yiyorum!, der.

Sağır onun bir yemek ismi söylediğini sanıp:

— Afiyet olsun çok güzel, inşallah daha iştahınız açılır, der. Hasta büsbütün çileden çıkar.

Sağır adam sormaya devam eder:

— Tedavi için hangi doktor geliyor?

Hasta:

— Hadi be defol şurdan, Azrail geliyor, Azrail!... diye cevap verir.

Sağır:

— Çok iyi, bilgin tecrübeli bir doktor. İnşallah iyi gelir, deyince, hasta artık dayanamaz.

— Kahrol!!!

Diye bağırır. Sağır ise komşusunun hakkinı yerine getirmiş bir insanın sevinci içinde ayrılır.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
HASAN BASRİ HAZRETLERİ VE PAPAZ



Hasan-ı Basrî Hazretleri ile bir papaz münazaraya tutuşurlar. Hasan-ı Basrî Hazretleri hak dinin ancak İslâmiyet olduğunu ve o gelmekle diğer dinlerin hükümlerinin Allah tarafından iptal edildiğini, her ne kadar delilleri ile ortaya koydu ise de papaz bir türlü kabul etmez.

En sonunda Hasan-ı Basrî Hazretleri, papaza:

— İkimiz de elimizi ateşe sokalım, hangisi yanmazsa onun dediği doğrudur, der.

Tabii papaz korkar ve elini ateşe sokmağa yanaşmak istemez. Bu sefer Hasan-ı Basrî Hazretleri ateşin başında münakaşa yaparlarken tutar papazın elini zorla ateşe sokar. Fakat hayret! Bu sefer papazın eli de yanmaz. Papaz hayretler içinde Hasan-ı Basrî Hazretlerinin yüzüne bakarken içine:

— Senin elin Kur'an okuyan bir ele değdi. Ondan dolayı ateş onu yakmaz oldu, diye ilham gelir.

Hasan-ı Basrî'nin açık kerametini ve îslâmın mucizesini gözleriyle gören papaz «Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Abdühü ve Resûlüh» deyip îslâmiyeti kabul eder.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
BİR MÜHTEDİ



Bütün dinleri ve bu arada îslâmiyeti de tetkik eden, Kur'an-ı Kerîm'i inceleyerek, Hak din olduğuna kanaat getirdiği için Müslüman olan bir Alman, İslâm dininin doğuş yeri olan Suudi Arabistan'a gitmişti. Orada insanların Îslâmiyeti yaşayış biçimlerine ve itikadlarına muttali olup Kral Faysalla da görüşünce:

— Allah'a şükürler olsun ki, sizi ve ülkenizi görmeden müslüman oldum. Benim okuduğum kitaplar ve Kur'an-ı Kerim hatalı olmadığına göre, sizin İslâmla bir alâkanız olmasa gerek, diyor.
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
AĞAÇLARIN KORKUSU



Ormanlar arasında bir gürültü, bir bağırıp çağırmadır başladı. Büyük ağaçlar:

— Ne oluyor yahu? Ne bağırıyorsunuz!?, diye sorduklarında, küçükler:

— Kenarlardan başlamışlar kesmeye... Adamın biri elinde bir demirle kesip geliyor, derler.

Büyük ağaçlar:

— Korkmayın çocuklar, korkmayın... İyi baktınız mı? Bizden bir şey var mı adamın elinde? diye sorduklarında, onlar:

— Var efendim var! Adamın elindeki kesici şeyin (balta) sapı bizden, diye cevap verirler.

O zaman büyük ağaçları bir korku kaplar:

— Şimdi korkun işte... Eğer bizden birisi ise, hepimizi de kesebilir, derler.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
PADİŞAHIN DEVESİ



Bir padişahın canından çok sevdiği bir devesi vardı. Padişah sadece bu deveye bakmaları için birkaç kişi vazifelendirmişti. Padişahın deveye olan sevgisi o kadar fazla idi ki:

— Kim bana bu devenin öldüğünü söylerse onun kellesini keserim, diyordu.

Fakat deve de nihayet bir hayvandı... Bir gün beş gün derken kaç sene yaşadıysa her hayvan gibi o da öldü. Şimdi kim gidip de padişaha:

— Deve öldü!, diyebilecekti.

Bir - iki gün sonra içlerinden biri:

__ Ben bunu gider padişaha söylerim, dedi ve padişahın huzuruna çıkıp saymaya başladı:

__ Sultanım kıymetli deveniz yattı kalkmıyor, yumdu gözlerini açmıyor, uzattı ayaklarını toplamıyor...

Adamı sonuna kadar dinleyen padişah:

— Desene deve öldü, demiş.

Adam:

— Padişahım onu da siz söyleyin, çünkü işin içinde kelle var, diyor.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
icon14.gif
Kanuni ve karınca
KANUNİ VE KARINCA



Kanunî Sultan Süleyman'ın, bahçede kıymetli bir ağacı vardı. Bu ağacı karıncalar sardı. Kanunî karıncalar için Şeyhu'l İslâm Ebussuûd Efendiye bir tezkere yazdı:

— Ağacımı bürüdü karınca, Günahı varmıdır (onu) karınca?... Şeyhu'l İslâm Kanuniye cevap veriyor:

— Yarın mahşer yerine varınca, Hakkını alır Süleyman'dan karınca...

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
icon14.gif
Zembilli Ali Efendinin dirayeti
ZEMBİLLİ ALİ EFENDİNİN DİRAYETİ



Bilindiği gibi Yavuz Sultan Selim, şiddetiyle ve hiddetiyle meşhur bir Osmanlı Padişahıdır. Yavuz zamanında, İranla İmparatorluğun arası son derece açılmıştı. Yavuz, Şah İsmail'i bozguna uğrattıktan sonra bütün alevileri kılıçtan geçirmiş ve İstanbul'a dönerek, aynı şeyi hristiyanlar için de plânlamaya başlamıştı. Bu mesele hakkında, yani hristiyanların da kılıçtan geçirilmesi hakkında, Şeyhu'l Islâmı Zenbili Ali Efendiden fetva istedi.

Şeyhu'l İslâm ise, gizlice patriğe haber gönderip meseleyi bildirdi ve padişahın huzuruna bir heyet göndermelerini tavsiye etti. Rum patriğinin padişahın huzuruna çıkmasını ise, Sadrazam Piri Mehmed Paşa ile görüşen Şeyhu'l İslâm Zenbili Ali Efendi temin etmişti yine.. Rum Patriği padişahın huzuruna çıkmak üzere Edirne'ye geldiği zaman, Piri Mehmet Paşa sözünde durdu ve heyet huzura kabul edildi. Yavuz:

— İsteğiniz nedir?

Diye sorduğunda, onlar Şeyhu'l Islâmın verdiği talimat üzere şunları söylediler:

— Sultanım, dedeniz Fatih, İstanbul'u aldığı zaman hiçbir şekilde İslâm dinine girilmesi için icbar etmedi. Hatta hristiyan din adamları Fatih'ten büyük yakınlık gördüler ve kiliselerde ibadetlerine devam ettiler. Eğer yanmamış olsaydı, size Fatih'in fermanını bile ibraz edebilirdik. Hem Kur'an-ı Kerîmde de: «Dinde icbar yok» buyurularak bir serbesti ve hürriyet tanımıştır, dediler.

Rum heyetinin bu sözleri, huzurda bulunan bazı yaşlı yeniçerilerin de tasvibiyle Yavuz «Kılıçtan Geçirme» kararından vazgeçiyor ve bütün kiliseleri camiye tebdil etmekle yetiniyor.

Hristiyanlara ise dilerlerse ahşap olmak şartıyla kilise yapmalarına müsaade ediyor.

Bu mes'elede görüldüğü gibi, Zenbili Ali Efendi, İslâmî hükümlerin tatbikinde hiçbir zaman hissî hareket etmemiş ve daima İslâmî çerçeve içinde kalmayı tercih etmiştir.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
icon14.gif
Yavuz ve Zenbilli
YAVUZ VE ZENBİLLİ



Zenbilli Ali Efendi hakkında anlatılan ikinci mes'ele ise şöyledir:

Yavuz Sultan Selim, İran'la bütün ticarî münasebetlerini kesmiş ve bilhassa ipek ticaretini kat'î surette yasak etmişti. Bu yasağı unutan dörtyüz kadar tüccar ise, İran'la ticarî münasebet kurmuş ve ipek satışında bulunmuşlardı. Yavuz Sultan Selim' Han, bunların idam edilmesini istiyordu. Zenbilli Ali Efendi ise, idamlarına fetva vermiyordu. Aynı zamanda bu tüccarlar, Zenbilli'yi kurtulmaları için Padişaha aracı kılmışlardı. Zenbilli Ali Efendi, bu mes'eleyi Padişahla konuşurken bir ara padişah:

— Sen devlet işlerine karışma!., dedi.

Bu ağır konuşma üzerine Zenbilli Ali Efendi, padişahın huzurundan selamlamada bile bulunmadan çıkıp gidiyor.

Daha sonra Zenbilli'nin haklı olduğuna kanaat getiren Yavuz, dörtyüz tüccarı affettiği gibi Şeyhu'l İslâm'dan özür diliyor ve gönlünü almak için ona Rumeli ve Anadolu Kazaskerliklerini teklif ediyor.

Fakat bu teklifi:

— Allahla yeminim vardır, hiçbir siyasî vazife kabul etmeyeceğim, diyerek reddeden büyük ilim adamı, orada da İslâm dinine ne kadar bağlı olduğunu gösteriyor.

Bunun üzerine Yavuz, Zenbilli'ye beşyüz duka altın hediye ederek kusurunun bağışlanmasını istiyor.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
icon14.gif
Osmanlı Devletî ve Kanunî
OSMANLI DEVLETÎ VE KANUNÎ



Bugün memleketin her yerinde, hattâ İslâm dünyasının ve dünyanın her yerinde bir medeniyet alâmeti olarak kabul edilen ve genç -ihtiyar herkes tarafından icra edilen dans denen melanet, ilk defa Kanunî zamanında Fransa'da yapılmaya başlanmıştı. O zaman Osmanlı İmparatorluğunun sınırları Avrupanın ortalarında idi ve Fransa'ya dayanıyordu. Bu dans denen melanetin ilk yapılmaya başlandığını duyan Kanunî, zamanın Fransa Kralına bir mektup yazdı.

Kanunî'nin Fransa Kralına yazdığı tarihî mektup aynen şöyledir:

— Ben ki; kırksekiz krallığın hakanı, Kanunî Sultan Süleyman Han'ım. Sefirimden aldığım rapora göre, memleketinizde dans namı altında kadın - erkek birbirine sarılmak suretiyle, alâmeleinnas icra-i luğbiyat yapılmakta olduğu mesmu-u şahanem olmuştur.

Hem hudud olmaklığımız dolayısiyle, işbu rezaletin memleketime de sirayeti ihtimali muvacehesinde Name-i Hümayunum yedinize vusulünden itibaren, derhal son verilmediği takdirde, bizzat Orduyu Hümayunumla gelip men'e muktedirim!..

Rivayete göre, Kanunî'nin bu mektubundan sonra, Fransa'da yüz sene dans yapılmamıştır.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
icon14.gif
Hakkın ilacı
HAKKIN İLACI



Cüneyd-i Bağdadî Hazretlerinin gözü ağrıdı. Doktor ona:

— Sakın gözüne su dokundurma!.. Eğer aksini yaparsan gözün kör olur, dedi.

Hazreti Cüneyd:

— Ya abdest almak... Doktor ısrar etti:

— Gözün sana gerekse böyle. Yoksa sen bilirsin...

Tabipten ayrılıp eve gelen Cüneyd-i Bağdadî, abdest aldı iki rek'at namaz kılıp yattı. Uyandığında gözlerindeki bütün ağrılar geçmiş, hatta eskisinden daha iyi görür olmuştu. O sırada hafiften bir ses geldi:

— Cüneyd, bizim için gözünden geçti. Eğer o bizi andığı vakit, bütün cehennem ehlinin affını istese idi, tamamı affolunurdu.

Doktor hastasını ziyarete gittiğinde, hastanın gözlerindeki ağrının tamamen gittiğini ve hastalığın eserinin bile kalmadığını görüp:

— Bu hakkın ilâcıdır. Buna bizim aklımız ermez. Asıl bizim gözümüz hasta imiş de haberimiz yokmuş, deyip imana geldi

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
FATİH, MEDRESESİNE İMTİHANLA GİRDİ



Hazreti Fatih, İstanbul'u fethettikten sonra, hemen kendi ismiyle anılan bir cami ve etrafına da büyük bir medrese yaptırdı. Bugünün üniversitesi sayılan medresede, Fatih de, bir oda almak istiyordu. Fakat Fatih'in bu isteğini medresenin ilim neyeti:

— Siz ne talebesiniz, ne de hacegân sınıfındansınız. Bu durumda medresede bir odaya sahip olmanız mümkün değil, dediler.

Hazreti Fatih, aldığı bu cevaba kızmadığı gibi: ,

— Medresede bir odaya sahip olabilmem için, ne yapmam lâzım? dedi.

— İmtihan olmanız lâzım, dediler.

Fatih, aynı talebe imiş gibi imtihana girdi ve imtihanı kazanarak kendi yaptırdığı medresede bir odaya sahip oldu.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
icon14.gif
Fatih'in hediyesi
FATİH'İN HEDİYESİ



Hazreti Fatih'in dervişlere karşı çok zaafı vardı. Bir gün onun bu zayıf tarafından istifade etmek isteyen, pejmürde kılıklı bir adam huzura girip:

— Devletlû Sultanım, ben senin kardeşinim. Malının yarısını bana vermen gerek, dedi.

Fatih, kesedarına:

— Bu fakire bir mangır ver! dedi. Fakat miskin, parayı az bulup:

— Senin gibi şanlı bir hükümdara, kardeşine bu kadar az para vermek yakışır mı? dedi.

Hazreti Fatih:

— Seninle nerden kardeş oluyoruz? diye sorunca. Adam:

— Senin de, benim de ilk anamız Havva, ilk babamız Âdem Aleyhisselâm değil mi? dedi.

Bu sefer Hazreti Fatih'in cevabı şöyle oldu:

— Sen verdiğim parayı az görüyorsun, halbuki öteki kardeşlerin duyarsa hissene bu kadar düşmez. Şimdilik bu sana yeter!

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
icon14.gif
Kuyruğu yazılı balık
KUYRUĞU YAZILI BALIK



1985 yıllarında, Afrika ülkelerinden Tanzanya'nın başkenti Dar-es Selâm limanında kuyruğunda «Ya Malik-el Mülk» yazılı bir balık bulundu. Kuyruğunda yazı olan balığın bulunması, etrafta heyecan husule getirdi. Kuyruğunun öbür yüzünde ise «Sani Allah» yazılı olan balık, Londra İslâm Araştırma Enstitüsünde incelemeye tâbi tutulduğunda ilim adamları tarafından da yazının doğru olduğu tesbit edildi.

Balık, siyaha yakın bir renkte olup, kuyruğundaki yazılar ise beyazdır. Balığın alışılmışın dışında kelebeğe benzediği o zamanki gazetelerde yer almış, zamanında günün mevzuu haline gelmişti.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
icon14.gif
Yıkılamayan türbe
YIKILAMAYAN TÜRBE



Nevşehir - Göreme yolu üzerinde bir türbe vardı. Nevşehir Belediyesi, şehrin çıkışındaki yolu genişletme gayesiyle, bazı tadilâtlar yaptı. Bu arada yolun genişletilmesi ve gidiş - gelişli bir yolun yapılmasına da karar verilmişti. Yol yapımı türbenin bulunduğu yeri de' içine alıyor ve türbenin yıkılması icab ediyordu. Fakat bir gün Belediye Başkanına bir şikâyet geldi.

Bazı işçiler ellerinde kazma olduğu halde türbeyi yıkmak istiyorlar, fakat yıkamıyorlardı.

Bu hâdise üzerine halk ve belediye başkanı türbenin bulunduğu mevkie geldiler ve elleriyle türbeyi yıkmak istediler. Fakat Allah Teâlâ, onun yıkılmasına müsaade etmediği takdirde nasıl yıkacaklardı. Türbeyi yıkmak için kazmayı alıp da elini kaldıran işçilerin elleri, halkın bakışları arasında havadan inmiyor ve adam yıkmaktan vazgeçip geri çekildiği zaman ise, hiçbir şey yokmuş gibi eski haline avdet ediyordu.

Bu durum karşısında, Belediye türbeyi yıkmaktan vazgeçti ve gidiş - gelişli yol türbenin sağından ve solundan erilerek türbe iki yolun ortasında kaldı. Hasan Emmi türbesi olarak bilinen bu türbe yıkılamayan türbelerin içinden sadece bir tanesidir. Bunun gibi birçok türbe yol yapımlarında olsun, bazı tasfiye hareketlerinde olsun, olduğu yerleri muhafaza etmişler ve yıkımlarına müsaade etmemişlerdir. Bunlardan birisi de Balıkesir'deki Hasan Baba türbesidir.

Hasan Baba Türbesi de, Hasan Baba Çarşısının yapımı zamanında, bir türlü yıkılamamış ve olduğu yerde çarşının ortasında kalmıştır.

* * *


Nevşehir - Göreme yolu üzerinde bir türbe vardı. Nevşehir Belediyesi, şehrin çıkışındaki yolu genişletme gayesiyle, bazı tadilâtlar yaptı. Bu arada yolun genişletilmesi ve gidiş - gelişli bir yolun yapılmasına da karar verilmişti. Yol yapımı türbenin bulunduğu yeri de' içine alıyor ve türbenin yıkılması icab ediyordu. Fakat bir gün Belediye Başkanına bir şikâyet geldi.

Bazı işçiler ellerinde kazma olduğu halde türbeyi yıkmak istiyorlar, fakat yıkamıyorlardı.

Bu hâdise üzerine halk ve belediye başkanı türbenin bulunduğu mevkie geldiler ve elleriyle türbeyi yıkmak istediler. Fakat Allah Teâlâ, onun yıkılmasına müsaade etmediği takdirde nasıl yıkacaklardı. Türbeyi yıkmak için kazmayı alıp da elini kaldıran işçilerin elleri, halkın bakışları arasında havadan inmiyor ve adam yıkmaktan vazgeçip geri çekildiği zaman ise, hiçbir şey yokmuş gibi eski haline avdet ediyordu.

Bu durum karşısında, Belediye türbeyi yıkmaktan vazgeçti ve gidiş - gelişli yol türbenin sağından ve solundan erilerek türbe iki yolun ortasında kaldı. Hasan Emmi türbesi olarak bilinen bu türbe yıkılamayan türbelerin içinden sadece bir tanesidir. Bunun gibi birçok türbe yol yapımlarında olsun, bazı tasfiye hareketlerinde olsun, olduğu yerleri muhafaza etmişler ve yıkımlarına müsaade etmemişlerdir. Bunlardan birisi de Balıkesir'deki Hasan Baba türbesidir.

Hasan Baba Türbesi de, Hasan Baba Çarşısının yapımı zamanında, bir türlü yıkılamamış ve olduğu yerde çarşının ortasında kalmıştır.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
icon14.gif
Ilmi münakaşa usulü
İLMİ MÜNAKAŞA USULÜ



İmam-ı A'zam Hazretleri, oğlu Hammad'ı itikadî mevzularda münakaşa yaparken görüp, bundan men'etti. Münazara yapanlar:

— Biz seni münakaşa yaparken görüyoruz, bizi neden ilmî münazara yapmaktan men'ediyorsun ? dediler.

İmam-ı A'zam Hazretleri:

— Biz ilmî mevzularda münazara yaparken, arkadaşımız kayıp düşecek, yanılacak, diye başımızda kuş varmış gibi dururduk. Sizse münazara yapıyorsunuz, arkadaşınızın yenik düşmesini istiyorsunuz. Arkadaşının düşmesini isteyen, arkadaşını tekfir etmek istiyor, demektir. Arkadaşının küfrünü isteyen kimse ise, kendisi küfre gider, buyurdu.

* * *
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt