Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

El Kaide'nin Kuruluş Beyanatı - (1996)

T Çevrimdışı

Tarık Yıldız

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Usame Bin Ladin / 1996

İki kutsal şehrin topraklarını işgal eden Amerikalılara savaş ilanı.

Usame Bin Ladin’den genelde tüm dünya, özelde ise Arap Yarım Adasındaki Müslüman kardeşlerine bir mesaj:

Tüm övgüler Allah’adır. Ondan yardım ister ve yine ondan mağfiret dileriz. Kötü ve yanlış işlerimizden Allah’ın affına sığınırız. Allah’ın hidayete erdirdiğini kimse saptıramaz ve yine onun saptırdığını da kimseler hidayete erdiremez. Ben şahadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed de onun kulu ve elçisidir.

Ali imran 102, Nisa 1, Azhab 70-71,

Yüce Allah Şuayib peygamber’in “Hud:88”dediğini buyuruyor. Allah-u Teâlâ yüce Kur’an’ında “Ali imran 110” buyuruyor.

-Allah’ın selamı ve duası üzerine olsun- Hz. Muhammed şöyle buyuruyor: Eğer insanlar bir zalim görüyor da, onu bu işten alıkoymuyorsa; Cenab-ı Allah’ın herkesi kuşatan bir cezasının gelmesi yakındır.

Müslümanların, Siyonist Haçlı ittifakı ve onların işbirlikçilerinin saldırılarına, haksızlıklarına ve adaletsizliklerine maruz bırakıldıkları sizlerin de gözlerinden kaçmamış olmalı. Daha da fazlası onların kanları en ucuz bir şey oldu ve servetleri de düşmanları tarafından yağmalandı. Kanları Filistin ve Irak’ta döküldü. Lübnan, Kana’daki katliamın ürkütücü resimleri hala hafızamızda tazedir. Tacikistan, Burma, Keşmir, Assam, Filipinler, Patani, Ogadin, Somali, Eritre, Çeçenya ve Bosna Hersek’teki katliamlar, hem bedeni hem de vicdanı sarsıcı katliamlardı. Bütün dünya bunları gördü ve işitti. İnsanlar bu gaddarlıklara tepkisiz kalmak istemedi ancak, mağdur insanlar kendilerini savunmaları için silah edinmekten, Eşkıya Birleşmiş Milletler perdesi arkasında Amerika ve onun işbirlikçileri ile yaptıkları gizli anlaşmalarla (komplolarla), alıkoyuldular.

İslam milleti uyandı ve Siyonist Haçlı seferlerinin ana hedefleri olduklarını anladılar. “insan hakları” adı altında gerçekleştirilen yalan propagandalarla dünyanın dört bir yanında Müslümanlara karşı katliamlar gerçekleştirildi. Amerikan Haçlı ordularının, İslamiyet’in İki kutsal şehrini, vahyin topraklarını ve mübarek Kâbe’yi işgal etmesi Hazreti Peygamber’in (Allah’ın selamı ve duası üzerine olsun) vefatından beri Müslümanların maruz kaldıkları en son ve en büyük saldırı oldu. (Bu durumu şikâyet ediyor ve diyoruz ki “Allah’ın izni olmaksızın edinilecek güç yoktur/Güç Ancak Allah’tandır.)

Uzun süreden sonra artık bizler, ABD liderliğindeki acımasız haçlı hareketlerine karşı kendilerine dayandığımız Ulema ve dailer (islam davetçileri)‘e sahibiz. O haçlılar ki bu âlimler ve dailerimizden, İslam Ümmetini, ataları ve hocaları olan İbni Teymiyye ve El İz İbni Abdüsselam (Allah onlardan razı olsun)’ın yaptıkları gibi ayağa kaldıracaklarından korkuyorlar. Bundan dolayı Siyonist Haçlı ittifakı bu güvenilir âlim ve çalışkan daileri öldürme ve hapsetme yoluna gittiler(Biz kimseyi yüceltmiyor veya temize çıkarmıyoruz; razı olduklarını temize çıkaracak olan Allah’tır). Onlar Mücahit Şeyh Abdullah Azzam’ı öldürdüler, Filistin’de Şeyh Ahmet Yasin’i ve Amerika’da da Şeyh Ömer Abdurrahman’ı tutukladılar. (Bu durumu şikâyet ediyor ve sadece “Allah’ın izni olmaksızın edinilecek güç yoktur /Güç Ancak Allah’tandır.” diyoruz.)

Aralarında Şeyh Selman El Ud’a ve Şeyh Sefer El Havali ve onların kardeşlerinin de olduğu İki kutsal mekanın topraklarının çok sayıda âlimini, daisini, ve genç insanını ABD’nin emri ile tutukladılar. (Bu durumu şikâyet ediyor ve sadece “Allah’ın izni olmaksızın edinilecek güç yoktur /Güç Ancak Allah’tandır diyoruz.) Bizler de, ben ve benim grubum, bu adaletsizlerin bazılarından mustarip olduk, bizler Müslümanlara hitap etmekten alıkoyulduk. Bizler Afganistan, Pakistan ve Sudan’da takip edildik ki benim uzun süredir yokluğumun sebebi de bu yüzdendir. Ancak, Allah’ın lütfu ile dünyanın en büyük kâfir ordularının bozguna uğradıkları ve Mücahitlerin “Allah’u Ekber” nidaları ile süper güç efsanesinin söndüğü, Horasan’ın yüksek Hindikuş Dağlarında güvenli bir üssümüz var.

Bugün bizler aynı dağlardan, Siyonist Haçlı birliğinin, özellikle Peygamberin (Allah’ın selamı ve duası üzerine olsun) kutlu yolculuğunun güzergâhı olan Kudüs’ün etrafını ve iki mübarek mekânın topraklarını işgal etmelerinden sonra, Ümmete yüklemeye başladıkları marufu ortadan kaldırmak için çalışıyoruz. Cenab-ı Allah’tan bizleri zaferle onurlandırmasını diliyoruz, O bizim sahibimizdir ve O her şeye kadirdir. Bu noktadan hareketle, şimdi bizler genelde İslam dünyasında, özelde ise iki kutsal mekânın topraklarında olanları düzeltmenin yollarını araştırmaya, düşünmeye ve konuşmaya başladık. Bizler bu işleri normal yoluna koymak, insanların özellikle hayatlarına ve inançlarına yapılan büyük saldırılar ve verilen hasarlardan sonra, insanları kendi hakları olan şeylere geri döndürmek için izlememiz, kullanmamız gereken yolların üzerinde çalışmak istiyoruz. Öyle bir haksızlık ki her grup ve kesimden insanı etkilemiş; sivilleri, askerleri, güvenlik görevlilerini, hükümet memurlarını, tüccarları, gençleri ve yaşlıları ve hatta okul ve üniversite öğrencilerini bile… Hatta toplumun en geniş kesimini oluşturan yüz binlerce kişilik okumuş işsiz insanlar da bundan etkilenmiştir.

Adaletsizlik endüstri ve tarım sektörlerinden geçimlerini sağlayan insanları da etkilemiştir. Yapılanlar taşradaki ve kentteki insanları da etkilemiştir ve nerede ise herkes aynı şeyden dert yanmaktadır. İki kutsal mekânın topraklarındaki durum patlamak üzere olan ve bu patlaması ile Küfrü ve yozlaşmayı ve de onların kaynaklarını yok edecek büyük bir volkana benzemektedir. Riyad ve El Hobar’daki patlamalar; zulmün, ıstırabın, haksızlığın, küçük düşürmenin ve sefaletin sebep olduğu bir volkanik patlamanın uyarılarıdır. İnsanlar tamamen gündelik işlerine konsantre olmuşlar, herkes ekonomideki kötüye gidişi, enflasyonu, artan borçları ve mahkumlarla dolu olan hapishaneleri konuşmakta. Kısıtlı maaşları olan devlet memurları on bin hatta yüz bin liralık borçlardan bahsetmekte, Suudi riyalinin yaygın olan birçok döviz kuru karşısında sürekli ve ciddi ölçüde değer yitirdiğinden dert yanmaktalar. Büyük tüccar ve müteahhitler hükümetin kendilerine olan yüzlerce hatta binlerce milyon Riyallik borçlarından bahsetmekteler. Dış borçlar bir yana, devletin kendi halkına olan borcu günlük olarak işlemekte olan faiz hariç 340 milyar Riyali geçmekte. İnsanlar gerçekten de en fazla petrol ihraç eden ülke olduğumuz konusunda şüpheliler! İnsanlar bütün bunların yönetimin zulüm ve baskı düzenini eleştirmeyişlerinden dolayı Allah Azze ve Celle tarafından başlarına bir ceza olarak geldiğini düşünmekteler:

Şeriatın ilahi kanunlarını görmezden gelmek, insanları meşru haklarından mahrum bırakmak, Amerikalıların iki mübarek mekânın topraklarını işgal etmelerine izin vermek, samimi olan âlimlerimizi haksız yere hapsetmeleri. Saygın âlimler ve hocalar kadar tüccarlar, ekonomistler ve ülkedeki seçkin kimseler de bu feci durumdan dolayı harekete geçmişlerdir.

Her kesim mevcut durumu kontrol altına almak ve düzeltmek için hızlı bir şekilde girişimlerde bulunmuşlardır. Bu kimselerin hepsi ülkenin bir felakete, Allah’tan başka kimsenin bilmediği bir çukura doğru gittiği konusunda hemfikirler. Büyük bir tüccar “kral ülkeyi çok büyük bir felakete sürüklüyor” diye yorum yapıyor. (Bu durumu şikâyet ediyor ve sadece “Allah’ın izni olmaksızın edinilecek güç yoktur /Güç Ancak Allah’tandır diyoruz.) Birçok prens özel ortamlarda halk ile kaygılarını paylaşıyorlar ve ülke genelindeki yozlaşma, baskı ve tehditleri eleştiriyorlar. Yaptıklarının neticesi olarak rejim meşruiyetini kaybetmiş durumda:

1) İslam şeriatının askıya alınması ve yerlerine insan yapımı sivil kanunların getirilmesi. Rejim hakkı konuşan ulema ve hakkı arayan gençler ile kanlı bir yüzleşmenin eşiğine gelmiştir. (Biz kimseleri günahlardan temize çıkarıcı değiliz, ancak Allah razı olduklarını temize çıkarır.)

2) Rejimin ülkeyi korumaktaki beceriksizliği ve topraklarını Ümmetin düşmanı olan Amerikan haçlılarının uzun yıllardır işgal etmelerine izin vermesi. Haçlı güçleri, özellikle bu güçlere haksız yere yapılan ödemelerden dolayı ekonomik yönüyle, korkunç durumumuzun ana sebebi haline gelmiştir. Ülkeye dayatılan politikalar nedeniyle; özellikle, üretimin kısılıp çoğaltılmasında kendi ekonomimizin değil de Amerikan ekonomisinin dengelerinin gözetildiği aşikârdır. Petrol endüstrisinde, silah satın alımlarında halkın sırtına pahalı faturalar yüklendi. İnsanlar “Öyle ise rejim ne işe yarıyor?” diye soruyorlar.

Bireyler ve toplumun farklı gurupları, gidişatı durdurmak ve tehlikeyi önlemek amacı ile hızlı tedbirler almaya çalıştılar. Hem özel olarak hem de açıkça yönetime tavsiyeler verdiler; mektuplar, şiirler, rapor üstüne raporlar, hatırlatma mektubu üzerine hatırlatma mektubu gönderdiler, her bir caddeyi dolaştılar ve karşılaştıkları her nüfuz sahibi adamı da reform ve düzeltme hareketlerine kaydettiler. Dinin en temel esaslarını ve insanların meşru haklarını görmezden gelen yanlış yapanların ve yozlaşmaya sebep olanların en büyüğünden (Kral ve ailesinden) ıslah edici ölçüleri uygulamalarını ve tövbe etmelerini talep ederken bilgelik, diplomasi ve tutku dolu bir üslup kullandılar.

Ne yazık ki rejim onları aptallıkla ve gülünç olmakla suçladı, bu talep ve önerileri dinlemeyi reddetti. Aynı yanlışlar bu yüce kişilerin! haylazları (evlatları) tarafından devam ettirilince işler daha da kötüye gitti. Ve bütün bunlar İki Mübarek mekânın topraklarında cereyan etti. Sessiz kalmak, daha fazla mümkün değil. Bu olaya kör kalmak, onu görmezden gelmek kabul edilemez.

Hak ihlallerinin en yüksek seviyelere çıkması ve yıkıcı güçlerin mevcut her İslami prensibi tehdit eder hale gelmeleri, yüzlerce emekli memurun, tüccarın, nüfuz sahibi ve eğitimli insanın daha fazla desteğini alamayacak bir gurup ulema Kral’a ıslah edici önlemlerin alınmasını isteyen bir mektup yazdılar. Hicri 1411’de (Mayıs 1991), Körfez savaşı esnasında, Şevval ayında 400’den fazla imza taşıyan, baskıyı kaldırarak ıslah edici önlemlerin uygulanmasını talep eden meşhur mektubu Kral’a gönderdi. Kral bu mektubu kaleme alanları aşağıladı ve içeriğini de görmezden geldi ve zaten kötü olan memleketin durumu daha da kötüleşti. Dahası, insanlar tekrar denedi ve daha fazla mektup ve dilekçeler gönderdiler. Önemli bir rapor olan, hastalığı teşhis eden ve tedaviyi de dosdoğru, orijinal ve bilimsel bir tarz ile açıklayan, muhteşem “öğüt bildirisi” 1992 yılının temmuzunda Krala teslim edildi. Bu şanlı mektup, rejimin dünya görüşündeki boşluk ve eksikleri açıklıyor ve gerekli olan hareket tarzı ve tedaviyi de içeriyordu. Rapor şunların açıklamasını yapıyordu:

1) Toplumun liderlerinin, âlimlerin, kabile reislerinin, tüccarların, akademisyenlerin ve diğer muteber kimselerin maruz kaldıkları tehditler ve baskılar.

2) Ülkedeki kanunların durumu ve neyin helal ve neyin de haram olduğunun sorumsuzca ve Allah’ın şeriatı göz önünde bulundurmadan ilan edilmesi.

3) Hakikati saklamanın ve yanlış bilgilendirmenin aleti haline gelen medyanın ve basının durumu: medyanın, düşmanın belirli kimseleri putlaştırmak ve insanları dinlerinden döndürmek için inananların arasında skandallar çıkarmak gibi planlarını uyguluyor oluşu. Yüce Allah şöyle buyuruyor: Nur Suresi 19

4) Kul hakkının suiistimal edilmesi ve çiğnenmesi.

5) Ülkenin finansal ve ekonomik durumu ve yönetimin bilinmeyen miktarda borç ve faiz yükünün görüntüsü altındaki gelecekten korkma ki; bu durum belirli kişilerin şahsi zevklerini tatmin etmek için Ümmetin servetinin israf edildiği bir ortamda olmakta. Bunları karşılamak için de halka yeni vergiler ve daha fazla görev yüklenmekte.

6) Hayatın en temel ihtiyaçlarından olan Sosyal hizmetler ve altyapının, özellikle de su kaynak ve hizmetinin içler acısı hali.

7) Eğitimsiz ve hazırlıksız ordunun durumu ve komutanların aldıkları yüksek miktardaki maaşlara rağmen ordularını idare etmekten aciz oluşları. Körfez savaşı bu durumu açıkça gözler önüne sermiştir.

8) Şer’i kanunların askıya alınarak yerlerine beşeri kanunların kullanılması.

9) Uluslararası ilişkiler konusunda rapor sadece İslami konuların nasıl ihmal edildiği ve Müslümanların nasıl görmezden gelindiği ile ilgilenmekle kalmadı; Gazze, Eriha ve Güney Yemen’deki komünistlere verilen destekler ve daha fazla örneklerin gösterilebileceği, Müslümanların düşmanlarına verilen yardım ve destekleri de gözler önüne serdi.



Âlimlerimizin belirttiği gibi, Şeriat yerine insanların yaptıkları kanunları kullanmak ve Müslümanlara karşı kâfirlere destek vermek bir kimseyi dinden çıkaran 10 amelden biridir. Allah’u Teâlâ (Maide suresi 44) ve (nisa 65) buyuruyor.

Raporun diplomatik ve yumuşak bir dille, Allah’ı hatırlatan bir üslup ile içten bir şekilde sahih öğütler vererek, insanları yönetenler için öğüdün son derece önemli olmasını hatırlatarak kaleme alınmış olmasına ve bu bildiride imzası bulunan ve onlara destek olanların sayıca çokluğu bu raporu rejim nazarında muteber kılmaya yetmedi. İçeriği reddedildi, onu imzalayanlar ve onları sevenler alaya alındı, seyahatleri yasaklandı, cezalandırıldı ve hatta hapsedildi. Bundan ötürü, ihya gayretleri ve reform hareketinin ülke birliğini korumak ve kan dökülmesini önlemek adına barışçıl bir dil kullanmada ısrarcı olduğu gayet açık. Peki, o zaman neden rejim bütün barışçıl yolları tıkadı ve onlara hakkı ve adaleti tahsis etmeleri için alternatifi kalmayan silahlı harekete zorladı. Prens Sultan ve Prens Nayif ülkeyi her şeyi harap edecek bir iç savaşa kimin çıkarları için sürüklemekte? İç çatışmaları körüklemeye, insanları birbirine düşürmeye, halkın evlatları olan polisi kışkırtmaya ve reform hareketini durdurmaya kalkanlara bu yardım neden? Ümmetin finansal ve insani kaynaklarını kaybetmesi için düşmanın politikalarını uygulayan bu gibi hainleri barış ve güven içerisinde bırakırken esas düşman olan Amerikan Siyonist birliğinin İslam’ın barışının ve kutsal değerlerinin tadını çıkarmalarını da sağlıyoruz. Madde sevgisi ile kandırılanlar ve yönetim tarafından terörize edilenler bu en büyük ihanet olan İki mübarek yerin topraklarının işgalini meşrulaştırmayı tercih ettiler. (Bu durumu kabul etmiyor ve “Kuvvet ancak Allah’ındır” diyoruz.) Gençlerin bu hareketlerine şaşırmadık. Gençler Hazreti Muhammed’in (Salât ve selam ona olsun) dostlarıdırlar; Ebu Cehil’i öldürenler gençler değiller miydi? Gençlerimiz en iyi ataların en iyi torunlarıdırlar.



Abdurrahman Bin Avf (Allah ondan razı olsun) dedi ki: Bedirde biri sağımda diğeri de solumda iki genç gördüm. Biri bana diğerinin duyamayacağı şekilde “amca bana Ebu Cehil’i göster.” Dedi. Ben de “ondan ne istiyorsun, ne yapacaksın onu?” dedim. Çocuk “onun Hazreti Muhammed’e (Allah’ın salât ve selamı üzerine olsun) küfrettiğini duydum. Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki eğer Ebu Cehil’i görürsem ikimizden biri ölene kadar gölgemin gölgesinden ayrılmasına izin vermeyeceğim!” dedi. Ben de çok etkilendim. Sonra diğer çocuk da ilkinin söylediği şeyleri söyledi. Derken insanların arasında Ebu Cehil’i gördüm ve çocuklara “işte bu bana sorduğunuz adam.” dedim. İki çocuk Ebu Cehil’i öldürene kadar kılıçlarıyla vurdular. Allah en büyüktür ve bütün övgüler de onadır. Onlar küçük yaştaki iki gençtiler, fakat Allah’ın dininin büyük sebat, arzu, cesaret ve onurunu taşıyorlar ve her biri düşmana en çok tesir edecek olan en önemli işi yapmak istiyorlar. O iş, Bedir savaşında müşriklerin lideri olan, Ümmetin baş düşmanı Ebu Cehil’i öldürmek. Abdurrahman Bin Avf’ın (Allah ondan razı olsun) rolü gençleri Ebu Cehil’e yönlendirmekti. İşte bu o zamanın gençlerinin azim ve arzusuydu; bu onların babalarının da azim ve arzusuydu. Bu bizim savaş konusunda uzmanlaşmış kişilerden oynamalarını istediğimiz roldür. Onlar kardeşlerini ve evlatlarını bu konuda yönlendirmeli, onlara rehberlik etmeliler; bunu bir kez sağlarsak gençlerimiz atalarının dediklerini tekrarlayacak ve “Allah Şahidimdir ki eğer onu görürsem ikimizden biri ölene kadar gölgem onun gölgesinden ayrılmayacak.” diyeceklerdir.



Abdurrahman Bin Avf’ın Bilal’in (Allah ondan razı olsun) Ümeyye Bin Halef olayında küfrün başını öldürmekteki ısrarımı anlatması göstermektedir ki Bilal: ”Küfrün başı Ümeyye Bin Halef’tir; O hayatta kalır ise ben öleyim!” demişti.

Birkaç gün önce haber ajansları Haçlı Amerika’sının Savunma bakanlığı sekreterinin “ Riyad ve El Hobar patlamaları bana, korkak teröristler saldırıyorsa geri çekilmememiz gerektiğini öğretti.” dediğini aktardı.

Biz, bu savunma bakanlığı sekreterine diyoruz ki: senin bu açıklamana eşekler bile güler ve sizin ne kadar da korktuğunuzu göstermekte. 1983 yılında Beyrut’ta ki patlama meydana gelince bu sahte cesaretiniz neredeydi? 241 donanma askeriniz öldüğü vakit korkunuzdan ne yapacağınızı şaşırmıştınız. O iki patlama sizi 24 saatten daha kısa bir sürede Aden körfezini terk etmek zorunda bıraktığında bu cesaretiniz neredeydi.

Fakat sizin için en utanç verici durum; Amerika’nın gücü ve soğuk savaş sonrasında Yeni Dünya düzeninin lideri olduğu yönündeki propagandaları ile 28 bin Amerikan askerinin de içinde olduğu on binlerce askerden oluşan uluslararası gücü Somali’ye gönderdikten sonra yaşandı. Onlarca askeriniz küçük çaplı çatışmalarda öldükten ve bir pilotunuz Mogadişu sokaklarında sürüklendikten sonra hayal kırıklığı, aşağılanma, yenilgi ve ölülerinizi de yanınıza alarak bölgeyi terk ettiniz. Clinton bütün dünyanın karşısına çıkarak tehditler ve intikam sözleri savurdu fakat bu tehditler bir geri çekilmeye hazırlık mahiyetindeydi. Allah tarafından aşağılandınız ve geri çekildiniz ve böylece de sizin acziyetiniz ve zayıflığınız iyice ortaya çıkmış oldu. Üç İslam şehri olan Beyrut, Aden ve Mogadişu’dan çekildiğinizi görmek her Müslüman’ın gönlüne huzur ve göğsüne de şifa verdi.

Savunma sekreterine diyorum ki: İki mübarek kentin topraklarının çocukları memleketlerinden ayrılarak Rusya ile savaşmak için Afganistan’a, Sırplar ile savaşmak için Bosna’ya ve bugün de devam ettiği üzere Çeçenya’ya gittiler ki orada Allah’ın izni ile sizin ortağınız Rusya’ya karşı galip geldiler. Allah’ın emri ile Tacikistan’da da savaşmaktalar.

Diyorum ki; İki kutsal şehrin topraklarının çocukları! Dünyanın her yerinde küffara karşı savaşmanın zorunluluk olduğunu düşündüğü ve buna kuvvetle inandığı için; doğdukları toprakları ve en kutsal şeyleri olan mübarek Kâbe’yi daha istekli, daha güçlü ve sayıca da daha fazla savunuyor olacaklardır. Onlar bütün dünyadaki Müslümanların zafer için kendilerine yardımda bulunup destek vereceklerini biliyorlar. Kutsal mekânlarını özgürleştirmek bütün Müslümanları ilgilendiren mevzuların en mühimidir ve bütün Müslümanların da görevidir. William (savunma sekreteri) sana diyorum ki: Bu gençler ölümü senin hayatı sevdiğin kadar seviyor ve arzuluyorlar. Onlar şerefi, gururu, cesareti, cömertliği, inancı ve fedakârlığı babadan oğula miras olarak almışlardır. Onlar, cahiliye döneminde bile, savaş alanında en atılgan ve sebatkâr kimseler idi. Bu değerler Hazreti Peygamberin (Allah’ın salât ve selamı üzerine olsun) şu hadis-i şerifi ile onaylanmış ve tamamlanmıştır: Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere göderildim. (sahih El Cami’ Eş-Şakir)

Putperest Kral Amr İbni Hint putperest Amr İbni Kultum’u aşağılamak isteyince, İbni Kultum onun saldırısını, aşağılamasını ve kızgınlığını reddederek kafasını kılıcı ile kesti.

Eğer Kral halkına aşırı baskı uygularsa, aşağılanmaya boyun eğmeyi reddederiz.

Ey Amr İbni Hint, hangi hakla bizim aşağılanmamızı istiyorsun?

Ey Amr İbni Hint, hangi hakla bizim düşmanlarımızı dinliyor ancak bize saygı göstermiyorsun?

Ey Amr, bizim teslim olmamaktaki kararlılığımız senden önce düşmanlarımızı yorgun düşürdü. Onlar savaşta yer almanın ömürlerini kısaltacağını veya savaştan geri kalmanın da ecellerini erteleyeceğini düşünmüyorlar. Şanı yüce olan Allah buyuruyor ki. (Ali İmran 145) Bizim gençlerimiz Allah Resul’ünün (Allah’ın salât ve selamı üzerine olsun) şu sözüne inanıyorlar: “Ey çocuk, sana birkaç söz öğreteyim. Allah’a (O’nun sebeplerine ve emirlerine tutunarak) sığın, sığın ki Allah seni korusun, Allah’ın sebeplerine sığın ki, Allah seninle olsun; bir şey istersen Allah’tan iste, yardım istersen Allah’tan iste. Eğer bütün dünya sana yarar sağlamak için bir araya gelse, Allah’ın sana yazdığı yarardan fazlasını sağlayamazlar, yine tüm dünya sana zarar vermek için bir araya gelse, yine sana Allah’ın yazdığından başka bir zarar veremezler. Kalem çekilmiş, kağıt kurumuştur. Bu hakikatlerdeki hiçbir şeyin değişmeyeceği sabittir.” Sahih, El Cami Eş Şakir

Bizim gençlerimiz şu mısraları hatırlarından çıkarmıyorlar:

“Madem ölüm önceden belirlenmiş bir zorunluluk, o zaman korkakça ölmek utanç vericidir.”

Bir başka şair de şöyle diyor:

“kılıçla ölmeyen başka bir şeyle ölür; birçok sebep vardır ancak tek bir ölüm!”

Bu gençler Allah’ın ve Peygamberinin (Allah’ın salâtı ve selamı üzerine olsun) Mücahitliğin ve Şahadetin yüceliği ve mükafatları ile ilgili bildirdiklerine inanıyorlar. Şanı yüce olan Allah buyuruyor ki: (Muhammed, 47) (Bakara 154) Allah Rasulü (Allh’ın salât ve selamı üzerine olsun) şöyle buyurdu: “Allah kendi yolunda cihat edenlere cennette 100 derece hazırlamıştır ki iki derecenin arası cennet ile dünyanın arası kadardır.” Sahih El Cami Eş Şakir. Yine O (Allah’ın salât ve selamı üzerine olsun) dedi ki: “Şehitlerin en yücesi ölene kadar yüzünü savaştan çevirmeyendir. Onlar cennetin yüksek makamlarındadırlar. Onlara Rableri memnuniyetle gülümser ve Rabbiniz kölesine gülümsediğinde, onun hakkında herhangi bir hesap tutmaz.” Hadisi güvenilebilir ve doğru bir senetle Ahmed rivayet etmiştir. Ve “Şehit için ölüm acısı sizin çimdiklendiğinizde duyduğunuz acıdan daha fazla değildir. Sahih El Cami Eş Şakir. O “Şehidin, Allah katında altı özelliği vardır; şehit olur olmaz günahları affedilir, Cennetteki gidip kavuşacağı yer kendisine gösterilir. Kabir azabından korunur kıyametteki en büyük korkudan güven içindedir. Başına vakar tâcı giydirilir o taç üzerindeki tek bir yakut taşı dünyadan ve içindekilerden daha değerli ve kıymetlidir. Cennetteki iri gözlü yetmiş iki huri ile evlendirilir. Akrabalarından yetmiş kişiye şefaat edebilmesine izin verilir.” buyurmuştur. (İmam Ahmed ve İmam Tirmizi Sahih senetle)

Bu gençler siz Amerikalılarla savaşmanın mükâfatının kitap ehli olmayanlarla savaşmanın mükâfatından iki katı fazla olduğunu biliyorlar. Onların sizin öldürmekte cennete girmekten başka bir kasıtları yoktur. Bir kâfir, sizin gibi Allah’ın düşmanı olan biri, dosdoğru olan celladı ile ahirette aynı yerde olamaz. Bizim gençlerimiz Yüce Allah’ın şu kelamını: Tevbe 14 ve Peygamber’inin (Allah’ın Salât ve selamı üzerine olsun) Nefsim elinde olana yemin ederim ki bugün savaşanlardan sabırla saldıran ve yerinden geri adım atmadan ölen birini Allah mutlaka cennetine alacaktır.” ve “Gök ve yer kadar geniş olan cennet için ayağa kalkın.” sözlerini söylüyorlar.

Gençler Yüce Rabbin şu kelimelerini de söylüyorlar: (Muhammed 19)

Bu gençler senden (William Perry) izah istemiyorlar, aramızda açıklanması gereken bir şeylerin olmadığını, sadece öldürme ve boyun vurmanın olduğunu da anlatacaklar.

Onlar sana dedeleri olan Emirül Müminin Harun Reşid’in senin deden olan Bizans imparatoru Negfur’a Müminleri tehdit ettiğinde söylediği “Müminlerin Emiri Harun Reşit’ten Roma köpeği Negfur’a; göreceğin cevap duydukların olmayacak” sözünü söyleyecekler. Harun Reşit İslam ordularını savaşa gönderdi ve Negfur yıkıcı bir mağlubiyet aldı.

Senin korkaklar dediğin gençler seninle savaşmak ve seni öldürmek için birbirleri ile yarışıyorlar. Sana onlardan birinin ne dediğini anlatayım:

“Biz Al Hubar’ı islam’ın hiçbir tehlikeden korkmayan gençleri ile patlattığımızda Haçlı ordusu havada uçuşan toza dönüştü.

“Eğer sizleri zalim hükümdarın öldürmesi ile tehdit eder ve benim ölümümün bir zaferi olduğunu söylerlerse,

“Ben Kral’a ihanet etmedim, O bizim Kıblemize ihanet etti. Ve O insanların en aşağılıklarının mübarek topraklara girmelerine izin verdi. Ben Yüce Allah ile dini reddedenlerle savaşmak üzere bir anlaşma yaptım.”

On yıldan fazladır, onlar Afganistan’da omuzlarında silah taşıyorlar ve onlar Allah’a, sizler topraklarımızdan çıkarılana, yenilene ve aşağılanana kadar hayatta oldukları sürece silahlarını taşımaya devam etmeye söz verdiler. Onlar hayatta kaldıkları müddetçe şunu söylemeye devam edecekler:

Ey William, yarın hangi gencin senin sapkın inancını savunduğunu göreceksin!

Gülümseyerek savaşan bir genç, elinde kırmızıya boyanmış mızrağı ile geri döner.

Allah, beni şövalyelere yakın, insanları barış içinde ve zalimleri de savaşta tutsun

Dişleri mızrak ve Hindistan kılıcı olan orman aslanları

At onu savaşın ateşi üstüne nasıl şiddetle sürdüğümün şahididir

Savaşın tozu bana şahadet eder, kitap ve kalem bile savaşırlar



Sahabelerin (Allah onlardan razı olsun) torunlarını korkaklar olarak isimlendirerek ve onları İki mübarek şehrin topraklarını terk etmeyişinizle harekete geçirerek aşağılamaya kalkman sizlerin kaçıklığınızı ve dengesizliğinizi göstermekte. Şairin de dediği gibi uygun ilaç İslam gençliğinin ellerinde:

“Kendimi ve varlığımı, savaşın gidişatı kötüleşmeye başladığında bile ölümden korkup vazgeçmeyerek beni asla hayal kırıklığına uğratmayan, İslam’ın silahşorlarına adamaya hazırım.

“Savaşın sıcak meydanında düşmanın çılgınca cesareti ile ilgilenmezler. “

Bizim topraklarımızda silah taşıyan sizleri terörize etmek meşru ve ahlaki olarak ihtiyaç duyulan bir görevidir. Bu bütün insanların ve diğer yaratıkların iyi bildikleri meşru bir haktır. Sizin ve bizim örneğimiz bir adamın evine girip, sonra da bu adam tarafından öldürülen bir yılanın hikâyesine benzer. Korkak sizlerin elinizde silahlarla özgürce ülkemize girmenize izin veren ve size huzur ve güvenlik sağlayanlardır.

Bizim gençlerimiz sizin askerleriniz gibi değillerdir. Sizin probleminiz askerlerinizi savaşmaya nasıl ikna edeceğiniz iken bizimkisi gençlerimizi savaşmak ve operasyon yapmak için sıralarını beklemeye ve sabırlı olmaya ikna etmek olacaktır. Bu gençler övgüye ve takdire layıktırlar.

Onlar, âlimlerin önde gelenlerinin, yönetim tarafından iki mübarek şehrin topraklarını Haçlılara açan ve El Aksa Camii’ni de Siyonistlere veren fetvalar (ne Allah’ın kitabında ne de Peygamber’inin (Allah’ın salât ve selamı onun üzerine olsun)sünnetinde bunların dayanağı yoktur) yayınlamak için yanlış yönlendirilip kandırıldıkları bir zamanda dinlerini savunmak için ayağa kalktılar.

Kutsal metinlerin manalarını çarpıtmak bile bu gerçeği değiştiremez.

(Şiir)

Gençler sizleri, silah ve para yardımları ile destek verdiğiniz kardeşleriniz Siyonistlerin, Lübnan’da Müslümanların öldürülmesi ve yurtlarından çıkarılmalarından ve kutsal değerlere saldırılarından ötürü sorumlu tutuyorlar. Irak’a ve halkına koyulan haksız ambargo sonucunda 600,000 den fazla Iraklı çocuk gıda ve ilaç yolluğundan öldü.

Irak’ın çocukları bizim çocuklarımız. Ve sen ABD; Suudi rejimi ile birlikte, bu masum çocukların kanlarının dökülmesinden mesulsün. Bütün bunlardan dolayı senin bizim ülkemiz ile yaptığın bütün anlaşmalar geçersiz ve kıymetsizdir.

Kureyş’in, peygamberin (Allah’ın salât ve selamı üzerine olsun) müttefiki olan Kusay kabilesine karşı Beni Bekirlere yardım etmesi sonucu Hazreti peygamber (Allah’ın salat ve selamı üzerine olsun) Hudeybiye anlaşmasının bozulduğunu ilan etti. Allah Rasulü (Allah’ın salât ve selamı üzerine olsun) Kureyş ile savaştı ve Mekke’yi fethetti. O (Allah’ın salât ve selamı üzerine olsun) kendilerinden birinin Müslüman bir bayanı, sadece bir bayanı, Pazar yerinde alenen incittiği için Beni Kaynuka kabilesi ile olan anlaşmayı feshetti. Öyle ise yüz binlerce Müslüman’ın ölümüne sebep olan ve kutsallarını ihlal eden sizlerin durumunu bir düşünün. Amerikan askerlerinin (Müslüman topraklarını işgal edenler) kanlarının korunması gerektiğini iddia edenlerin, baskılardan korkarak ve kendilerini kurtarmak amacıyla, bu fikirlerinin rejimin dayatmaları olduğu gayet açık. Toprakları işgalcilerden temizlenene kadar Allah rızası için cihat etmek Arap Yarımadasındaki her kabile için bir görevdir. Allah biliyor ki onları helaldir, malları da onları öldürenlere ganimettir. Yüce Allah kılıç ayetinde buyuruyor ki: (Tevbe 5) Gençlerimiz biliyorlar ki Müslümanların kutsallarına tecavüz edilmesi neticesinde maruz kaldıkları eziyetler; patlamalar ve Cihat olmadan geri püskürtülemez ve kaldırılamaz.

(Şiir)

Afganistan’da ve Bosna’da servetleri, kalemleri, dilleri ile ve bizzat kendileri savaşan İslam dünyasının gençlerine diyorum ki; savaşımız henüz bitmedi. Sizlere Cebrail ile Hazreti Peygamber (Allah’ın salât ve selamı üzerine olsun) efendimizin Ahzab savaşından Medine’ye dönüp de tam kılıcını bırakırken aralarında geçen konuşmayı hatırlatırım. Hani Cebrail (Allah’ın salât ve selamı üzerine olsun) ”Kılıcıını bırakıyor musun? Allah ve melekleri (Allah’ın salat ve selamı üzerlerine olsun) henüz silahlarını bırakmadılar. Ashabınla Beni Kureyde’ye sefere çık, ben onların kalbine korkuyu salmak ve kalelerini sarmak için senin önünden gideceğim” diyerek inmişti. Cebrail (Allah’ın salât ve selamı üzerine olsun) melekleri (Allah’ın salat ve selamı üzerlerine olsun) ile Peygamber (Allah’ın salat ve selamı üzerine olsun) ise ensar ve muhacir ile sefere çıkmıştı. (Buhari)

Bu gençler bir kimsenin öldürülmeseler bile yaşamlarının bir şekilde sona ereceğini ve en onurlu ölümün Allah yolunda öldürülmek olduğunu biliyorlar. Onlar Amerikalıları Riyad’da bombalayan 4 kardeşlerinin şehadetinden donra daha da kararlı hale geldiler. Bu gençler, Riyad’da düzenledikleri operasyonlar ile Ümmetin başını dik tutmasını ve işgalci Amerikalıların aşağılanmasını sağlayan gençlerdir. Onlar bu operasyonda, Müslümanların Mute savaşında yüz bin askerden fazla bir güce sahip Romalılara üç bin askerlik bir kuvvetle karşı koyan ordunun ikinci komutanı Cafer’in şiirini hatırlardılar:

Ne kadar da güzel, cennet, onun yakınlığı, serin suları

Fakat Romalılara ceza vermek üzere söz verildi, eğer onlarla karşılaşırsam, onlarla savaşacağım,



Mute savaşında ordunun üçüncü komutanı olan Abdullah Bin Revaha, Cafer’in şahadetinden sonra tereddüt yaşayınca şöyle dedi;

Ey nefsim, eğer şimdi öldürülmezsen, bil ki mutlaka öleceksin. Şu senin önündeki ölüm havuzudur!



Daha evvel arzuladığınız şeye (şahadeti) ulaşıyorsunuz ve size hak üzere rehberlik eden iki komutanınızın izinden gidiyorsunuz.

Kızlarımız, eşlerimiz, kız kardeşlerimiz ve annelerimiz de Allah Rasulünün (Allah’ın salât ve selamı üzerine olsun) ailesinin dindar olan bayan üyelerini (Allah onlardan razı olsun) kendilerine yegâne örnek bilmeli; Allah’ın adının yücelmesi için cesaret, özveri ve cömertlik gösteren bayan sahabelerin yaşam tarzı olan şeriatı kendilerine mal etmelidirler. Onlar Hattab’ın kızı Fatıma’nın İslam’ı kabul ettiğinde kardeşi Ömer İbni Hattab’ın karşısına dikilerek, “Ey Ömer, eğer doğru olan senin dinin değilse ne yaparsın!?” deyişindeki cesaret ve kişiliğini hatırlamalılar. Hazreti Ebu Bekir’in kızı Esma’nın hicrette Peygamber ve sahabesine katılarak kuşağını ikiye bölüşünü hatırlamalılar. Ve Nesibe Binti Ka’b’ın Uhud gününde kendisinin on iki yarası olmasına rağmen ki birisi ömür boyu iz bırakacak şekilde derindi, Hazreti Peygamberi (Allah’ın salât ve selamı üzerine olsun) savunmaya ne kadar istekli oluşunu hatırlamalılar. İslam ordusunu ziynet eşyalarını satarak donatan Müslüman kadını hatırlamalılar. Kadınlarımız Allah rızası için muazzam bir cömertlik örneği göstermişlerdir; onlar Afganistan’da, Bosna’da, Çeçenistan’da ve diğer ülkelerde oğullarını, kardeşlerini ve eşlerini Allah rızası için cihat etmeye teşvik etmiş ve onlara destek olmuşlardır. Allah’tan onların bu amellerini kabul etmesini; onların babalarına, kardeşlerine ve oğullarına yardım etmesini isteriz. Onların Allah’ın adını yüceltmek için cömertlik ve fedakârlıkta bulunan kadınlarımızın imanını sağlamlaştırmasını yüce Allah’tan niyaz ederiz. Kadınlarımız Allah rızası için savaşan erkeklerden başkası için ağlamazlar; kadınlarımız kardeşlerini Allah rızası için savaşmaya teşvik ederler.

Kadınlarımız yalnızca Allah rızası için savaşanlara sızlanırlar ve şöyle derler;

(Şiir)



Dünyadaki Müslüman kardeşlerim:

Filistin ve iki kutsal kentin topraklarının insanları olan kardeşleriniz sizleri, sizin de onların da düşmanı olan Amerikalılara ve İsraillilere karşı olan savaşta yer almanızı ve yardımda bulunmanızı istiyorlar. İslam’ın kutsal yerlerinden düşmanı küçük düşürerek, sürmek ve yenmek için elinizden gelen çabayı göstermenizi istiyorlar. Azim olan Allah Kur’an’ında şöyle buyuruyor: Enfal 72

Ey Allah’ın askerleri, sefere çıkın ve taarruz edin. Bugün bize anlatılan o zorlu gündür. Bilin ki İslam’ın kutsal beldelerini özgürleştirmek için sizlerin bir araya gelmesi ve yardımlaşması, ümmeti La ilahe İllallah sancağı altında toplamak için atılacak dosdoğru adımdır.

Bizler bulunduğumuz yerde avucumuzu açmış Allah’tan bizlere bu mevzunun her alanında rehberliğini bağışlamasını diliyoruz.

Ey efendimiz, senden İslam’ın hak üzere bulunan hocalarını ve ulemasını ve de dindar gençlerimizi esaretten kurtarmanı istiyoruz. Ya Rabbi, onları ve ailelerini güçlendir.

Ey efendimiz, haçlılar askerleri ile geldiler ve iki kutsal mekânı işgal ettiler. Siyonist Yahudiler Hazreti Peygamber’in miraca çıktığı, Mescid-i Aksa Camii ile istedikleri gibi oynuyorlar. Ey efendimiz, onların birlikteliğini parçala, onları kendilerine böldür, dünyayı ayaklarının altından kaydır, bizleri onlara hâkim kıl. Ey efendimiz, onların yaptıklarından sana sığınır, bizler ile onların arasına kalkan olmanı dileriz.

Ey efendimiz, bizlere onların kara gününü göster!

Ey efendimiz, onların üzerinde bize mucizelerini göster!

Ey efendimiz, sen Kitabın ilham vericisi, bulutların idarecisisin.

Müttefikleri sen yendin, onları yen ve bizi onlar üzerinde muzaffer kıl.

Ey efendimiz, bize yardım eden yalnız sensin ve bize destek olan da yalnız sensin. Senin gücünle biz ilerleriz ve savaşırız. Sana inanır sana güveniriz. Ey efendimiz, o gençler senin dinini galip kılmak ve senin sancağını yüceltmek için bir araya geldiler. Ey efendimiz, onlara yardımını gönder ve onların kalplerini güçlendir.

Ey efendimiz, İslam’ın gençlerini kararlı kıl, onlara sabır ver ve atışlarını yönlendir.

Ey efendimiz, Müslümanları birleştir ve kalplerini sevgi ile bağla.

Ey efendimiz, bizi sabrın ile kuşat, adımlarımızı sağlam kıl, inanmayanlara karşı bize destek ol.

Ey efendimiz, bizden öncekilere yüklediğin yükü bizlere yükleme; ey efendimiz, kaldıramayacağımız yükleri bizlere yükleme; bizi affet; bizi koru; bize merhamet et. Şeytanlar velilerimiz oldu, bize kâfirler karşısında yardım et.

Ey efendimiz, bu Ümmete yol göster. Sana itaat edenlerin şerefli oldukları ve sana itaatsiz olanların aşağılandıkları; iyiliğin emredildiği ve kötülüğün yasaklandığı durumu sağla.

Ey efendimiz, kulun ve elçin Muhammed’i, ailesi, onun soyundan gelenleri ve ashabını mübarek eyle ve onu güzel bir selamla selamla.

Son duamız: Tüm övgüler Allah’adır.

Usame Bin Ladin

Hicri 9.4.1417 Cuma (9 Nisan 1996)

Hindikuş Dağları, Horasan, Afganistan.

http://www.incanews.com/manset/13733/amerikalilara-savas-ilani-el-kaidenin-kurulus-ilani
 
farkındayız Çevrimdışı

farkındayız

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Videosu var mi ?
 
metin öztürk Çevrimdışı

metin öztürk

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Sizin probleminiz askerlerinizi savaşmaya nasıl ikna edeceğiniz iken bizimkisi gençlerimizi savaşmak ve operasyon yapmak için sıralarını beklemeye ve sabırlı olmaya ikna etmek olacaktır. şeyh usame bin ladin

bu sözün üzerine roman yazılır.
işin uzmanı kardeşlere tavsiyem bu sözü değerlendirmeleridir.
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt