Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Ebu Sufyan bin Harb (Sahr bin Harb)

Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Ebu Sufyan bin Harb (r.anh)
أبو سفيان بن حرب (Asıl adı : Sahr bin Harb'dır ; Kunyesi, Ebu Sufyan Sahr bin Harb bin Umeyye'dir)
Muaviye (radıyallahu anh)'ın ve Yezid'in babasıdır. Peygamber efendimizin mubârak zevceleri olan Ummu Habîbenin (r.anhâ) (Ramle) babası olduğu için aynı zamanda Rasulullah (s.a.v.)in kayınbabasıdır.

hakkında pek çok muslumanın yanlış kanaat sahibi olduğu bilinmektedir. Bilhassa, “Muslumanların Mekke’yi feth etmeleri sırasında, kalben iman etmediği halde, musluman olmuş gibi görünmüştür” iftiralarını ortaya atmışlardır.
Müslümanların Mekke'nin fethi öncesinde Cuhfe'de karargâh kurmalarından sonra, çocukluk arkadaşı olan Abbas'ın tavsiyesiyle Peygamberin huzuruna çıktı. Peygamber'in İslâm'a davetini kabul ederek Müslüman oldu.

İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Müslümanlar Ebu Sufyan'a yüz vermez ve yanında da oturmazlardı.
Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e: 'Senden üç dileğim var, kabul eder misin?'
'Evet.'
'Ummu Habîbe adında Arab'ın en iyi ve güzeli olan bir kızım var, onu sana vermek istiyorum, kabul eder misin?'
'Evet.'
'Muâviye'yi kendine katib yapar mısın?'
'Evet.'
'Beni kumandan yap da eskiden müslümanlara karşı savaştığım gibi, kâfirlere karşı da kıyasıya savaşayım, olur mu?'
'Evet' buyurdu.
(Râvi) Ebu Zumeyl der ki: 'Eğer, o Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'den bunları istemeseydi O, bunları ona vermezdi. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, kendisinden bir şey istenildiğinde 'Hayır' demez daima 'Evet, olur' derdi."
(Muslim; Cem'ul-Fevaid , 5. Cilt, Menkibeler, Hadis No: 8899)

Ebu Sufyan, Abbas'ın dostu idi. Huneyn seferine katıldı. Aleyhissalâtu vesselâm, ganimetten ona 100 deve ve 40 okiyye verdi. Oğulları Muâviye ve Yezid'e, her birine bir mislini verdi. Ebu Sufyan, Rasulullah'ın bol miktardaki bağışını görünce: "Vallahi sen kerimsin, annem babam sana feda olun, vallahi seninle savaştım, sen ne iyi hasım idin; seninle sulh da yaptım, en iyi sulh yapılan kimse idin; Allah sana hayırlı mukâafât versin" der.
Taif seferine Rasûlullah'la katılan Ebu Sufyân'ın bir gözü isabet aldı ve çıktı.
Ebu Sufyan, gözünü eline alıp Rasulullah (s.a.v.)'in yanına gelip Allah'ın izniyle yerine koymasını ve iyileştirmesini istedi.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): "Ya Eba Sufyan! Hangisini istersin? Eğer dilersen, dua edeyim, gözün yerine gelsin. Eğer dilersen Allahu teâlâ, Cennette sana bir göz versin" buyurdu.
Ebu Sufyan; Ya Rasulullah! Cennette göz verilmesini isterim dedi ve avucundaki çıkmış gözünü yere attı ve üstüne basıp çiğnedi.
Yermuk savaşında da diğer gözü isabet aldı. Yermuk seferinde İslâm ordusunun kâss'ı
(teşvikci) olduğu ve askerleri şu sözleriyle teşcî ettiği belirtilir: "ey Allah'ın nusret ve yardımı, yaklaş! "Allah! Allah! Sizler Arab'ın hâmileri ve İslâm'ın yardımcılarısınız, karşınızdakiler ise Rum'un hamileri ve müşriklerin yardımcılarıdır. Allahım, bu gün senin günlerinden biridir. Allahım kullarına yardım ve nusretini indir."
Her iki gözünü de kaybedince, onu bir azadlısı yedmiştir.

Mekke'nin fethinden hemen sonra yapılan Huneyn Gazâsına katılan Ebu Sufyân, kahramanca çarpıştı. Tâif Muhârebesinde bir gözünü kaybetti.
Rasûl-u Ekram efendimiz, daha sonra onu Necrâna vâli gönderdi.
Peygamber (sav), Taif'li Sakif oğulları Kabilesi'nin putu olan Lat heykelini yıkmak için Ebu Sufyan ile Muğıra Bin Şube'yi görevlendirip gönderdi. Onlar da gidip bu putu yıktılar, yerle bir ettiler. (İbn-ul Esir, El-Kamil tere, c. 2, s. 268-269 ; Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 2/247-248.)

Ömer (r.anh) zamânına kadar orada vâlilik yapan Ebu Sufyân, halîfeden izin alarak Suriye'deki gazâlara katıldı. Yaptığı ateşli konuşmalarla askerleri harbe teşvik ederdi. 636 yılında da (tek gözüyle) Yermuk Muhârebesine katıldı, diğer gözünü de orada kaybetti.

Rasûlullah (s.a.v) onu Necrân'a vali tayin etti. Aleyhissalâtu vesselâm vefat ettiğinde o burada vali idi. Bilahare Mekke'ye dönmüş, oradan Medine'ye geçerek orada ölmüştür. Bazı tarihçiler, Rasûlullah'ın vefatı sırasında Ebu Sufyan'ın Mekke'de olduğunu, Necran'da vali olarak Amr İbnu Haym'ın bulunduğunu söylemiştir.
Ebu Sufyan hicrî 31 yılında 88 yaşında olduğu halde vefat etmiş, Cennet-ul-Bakî Kabristanına defnedilmiştir. Hicrî 32, hatta 34 yılında vefat ettiği, yaşının 93 olduğu da söylenmiştir.

Boyunun kısa, başının iri olduğu söylenir. Cenaze namazını Osman (r.anh) kıldırmıştır. İslam'a sonradan da girmiş olsa, muellefe-i kulûb arasında da yer alsa, müslümanlığı samimi olmuş, İslâm için ciddi çalışmıştır. Yermuk'te gözünden isabet alması, bizzat savaştığına delil kabul edilmiştir, (radıyallahu anh).

******


Ebu Sufyan İle Heraklius Karşı Karşıya

Araştırıp soruşturma kararı veren Heraklius, etrafına, "Peygamber olduğunu söyleyen şu kişinin kavminden buralarda kimse yok mudur?" diye sordu.
O sırada ticâret munasebetleriyle Ebu Sufyan Kurayş`ten bazı adamlarla Şam`da bulunuyordu. Onu arkadaşlarıyla alıp yine o sırada Şam`da bulunan Kayserin huzuruna getirdiler.
Hâdisenin geri kalan kısmını Ebu Sufyan şöyle anlatmıştır:

"Hirakl`in huzuruna girdik. Bizleri önüne oturttu ve tercüman vasıtasıyla, `Peygamber olduğunu söyleyen bu zâta neseben en yakın hanginizdir?` diye sordu.
"`Neseben en yakınları benim` dedim.
"Beni önüne oturttular. Arkadaşlarımı da arkama. Sonra Hirakl, tercümanını çağırdı ve dedi ki:
"`Bunlara söyle, ben peygamber olduğunu söyleyen o zât hakkında bu adamdan bazı şeyler soracağım. Bu bana yalan söylerse siz onu tekzib ediniz.`
"Vallahi, arkadaşlarım tarafından yalanımın öteye beriye yayılmasından korkmasaydım, Peygamber hakkında o zaman muhakkak yalan uydururdum.
"Sonra da hükümdarla, Ebu Sufyan arasında sorulu cevablı şu konuşma geçti:
"Sizin içinizde, onun nesebi nasıldır?"
"İçimizde onun nesebi pek büyüktür."
"Ecdadı içinde bir melik var mıdır?"
"Hayır."
"Peygamberlikten evvel, onu hiçbir yalan ile ittiham ettiniz mi?"
"Hayır."
"Ona kimler tâbi oluyor? Halkın ileri gelenleri mi, yoksa fakir kimseler mi?"
"Daha çok halkın zaif ve fakirleri tâbi oluyor."
"Ona uyanlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu?"
"Eksilmiyor, bilâkis artıyorlar."
"Onlardan, onun dinine girdikten sonra, beğenmeyip dininden dönen var mı?"
"Hayır, yoktur."
"Kendisinin hiç sözünde durmadığı, ahdini bozduğu vâki midir?"
"Hayır, vâki değildir. Fakat biz şimdi onunla bir müddet için çarpışmayı bırakarak muâhede yapmış bulunuyoruz. Bu müddet içinde ne yapacağını bilmiyoruz. Bu yoldaki ahdini bozmasından korkuyoruz.
"Ebu Sufyan sonraları, "Vallahi, verdiğim cevablara bu sözden başka birşey ilâve etmek imkânını bulamadım" diyecektir.
"Onunla hiç harb ettiniz mi?"
"Evet, ettik."
"Yaptığınız savaşlar nasıl neticelendi?"
"Harb hali aramızda nöbet nöbet olur. Bazen o bize zarar verir, bazen biz ona."
"Sizden, ondan önce peygamberlik iddiâsında bulunmuş bir kimse var mıdır?"
"Hayır, yoktur."
"O, size neler emrediyor?"
"Yalnız bir Allah`a ibâdet etmeyi ve Ona hiç bir şeyi ortak koşmamayı emrediyor. Atalarımızın tapmış bulundukları şeylerden de bizi nehyediyor. Namaz kılmayı, doğru olmayı, kimsesiz ve fakirlere sadaka vermeyi, haram olan şeylerden sakınmayı, ahdinde durmayı, emâneti sahibine vermeyi, akrabalarla ilgilenmeyi ve onları görüb gözetmeyi emrediyor."
Bütün bunlardan sonra, Heraklius, tercümanı vasıtasıyla Ebu Sufyan`a şöyle dedi:
"Nesebini sordum, içinizde yüksek neseb sahibi olduğunu beyân ettin. Peygamberler de zaten böyle kavimlerinin en soyluları içinden seçilip gönderilirler.
"Ben babaları ve dedeleri içinde bir melik gelip gelmediğini sordum. Sen, `Hayır yok` dedin. Eğer babalarından, dedelerinden bir melik olsaydı, `Bu da babalarının mülkünü geri isteyen bir kimsedir` diye hükmederdim.
"Ben peygamberlik iddiâsında, ondan önce içinizde bulunanın olup olmadığını sordum. `Hayır, yoktur` diye cevap verdin. Eğer, ondan önce bu sözü söyleyen biri olsaydı, `Bu da belki kendisinden önce söylenmiş bulunan bir söze ittibâ etmek istemiş bir kimsedir` diye düşünürdüm.
"Ben, ona kimlerin tâbi olduklarını sordum. Sen, `Ona tâbi olanlar halkın zaifleridir` dedin. Peygamberlere tâbi olanlar da hep zaten öyle olurlar.
"Ben peygamberlik davasında bulunmadan evvel, onun bir yalan söylemiş olup olmadığını sordum. Sen, `Hayır` dedin. Ben ise, kat`i olarak bilmekteyim ki, insanlara karşı yalan söylemeyi irtikâb etmemiş bir kimse, Allah`a karşı da yalan söylemez.
"Ben, `Onun dinine girdikten sonra, beğenmeyip dininden geri dönenler var mıdır?` diye sordum. Buna da, `Hayır` cevabını verdin. Îmân da böyledir. Îmânın icabı olan iç ferahlık ve neşe kalbe karışıp kökleşince böyle olur.
"Benim, `Onlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu?` soruma sen; `Artıyorlar` cevabını verdin. İmân keyfiyeti tamamlanıncaya kadar hep bu minval üzere gider.
"Ben, `Onunla hiç savaştınız mı?` diye sordum. Sen, savaştığınızı, savaş neticesinin nöbet nöbet değiştiğini, bazen onun size, bazen sizin ona zarar verdiğinizi söyledin. Zaten diğer peygamberler de hep böyledir. Onlar belâlara uğratılırlar. Ama, sonra da güzel ve makbul âkıbet onların olur.
"Ben, `O zât ahdini bozar mı?` diye sordum. Sen, `Sözünde durmamazlık etmez` dedin. Peygamberlerin hâli budur. Hiç bir zaman verdikleri sözde durmamazlık etmezler.
"Ben, `O size neler emrediyor?` diye sordum."Sen, `Onun Allahu Teâlâya ibadet etmeyi, Ona hiç bir şeyi eş ve ortak koşmamayı size emrettiğini` söyledin. Bütün bu anlattıkların peygamberlerin vasıflarıdır.
"Eğer o zat hakkında bu söylediklerinin hepsi doğru ise, şubhesiz o bir peygamberdir. Zaten ben, bir peygamberin çıkacağını biliyordum. Fakat sizden çıkacağını tahmin etmezdim. (Musned, 1:262-263; Buharî, 4:3-4; Muslim, 3:1395)

Bu karşılıklı konuşmadan sonra da, Heraklius açıkça şöyle dedi:
"Eğer, onun yanına gidebileceğim mümkün olsaydı, kendisiyle buluşmak üzere her türlü zahmete katlanırdım. Yanında olsaydım, hizmet ederek, ayaklarını yıkardım. Yemin ederek söylüyorum ki, onun mülkü, iktidarı şu ayaklarımın altında bulunan yerlere muhakkak gelip ulaşacaktır."

(Musned, 1:263; Buharî, 4:4; Muslim, 3:1395.
Ebû Kebşe, putlara tapmaktan yüz çevirip Şi'ra'l-Ubur adındaki yıldıza tapan Huzaâ Kabilesinden Ebu Kayle Vecz b. Galib’in (ki Peygamberimizin anne tarafından dedesinin dedesi olur.) bir adamdı. Peygamberimiz de putlardan yüz çevirdiği için bu adama benzetilerek ve ona nisbet ederek İbn-i Ebu Kebşe` adını vermişlerdi.
Bir başka rivayete göre ise, Peygamberimizin annesi tarafından dedesi olan Vehb. B. Abd-i Menaf’ın bu kunyeyi taşımasından veya Peygamberimizin sütannesi Halime’nin kocası Haris’in künyesinin Ebu Kebşe oluşundan veya AbdulMuttalib’in annesi tarafından dedesi olup Ebu Kebşe künyesini taşıyan Amr b. Zeyd’den
Muşrikler `İbn-i Ebu Kebşe` demekle güya Peygamberimizin bu dedesine çektiğini ifâde etmek istiyorlardı.)

Bu sözlere muhatab olan Ebu Sufyan`ı bir korku ve telaş sardı. Dışarı çıkıp arkadaşlarına, "İbni Ebu Kebşe'nin işi gerçekten gittikçe büyüyor. Şu muhakkak ki, Benu Asfar Hükümdarı bile ondan korkmaktadır" dedi. (Musned, 1:263)
(Fethu'l Bâ'ri ; C. 1, S. 43 - 50)

Peygamber’in süt annesi Halîme’nin kocası ile anne tarafından dedesi olan ve kendisine çok benzediği rivayet edilen Vehb b. Abdumenâf’ın künyeleri de Ebû Kebşe idi. Kurayşli muşrikler Rasûl-u Ekram’e, bu kişilerle onun arasında ilgi kurmaları veya putperest Arablar’dan farklı bir inanışa sahib olan ve yıldıza tapan Ebû Kebşe el-Huzâî’ye benzetmeleri sebebiyle İbn Ebû Kebşe derlerdi
 
Üst Ana Sayfa Alt