232. Kadınlarınızı boşadınız da iddetlerini bitirdiler mi aralarında meşru bir şekilde anlaştıkları takdirde artık kendilerini kocalarına nikâh etmelerine engel olmayın...
Ebu Davud et-Tayâlisî'nin kendi isnadıyla Ma'kıl ibn Yesâr'dan rivayetinde o şöyle anlatıyor. Bir kız kardeşim vardı. Birçok kişi onunla evlenmek üzere bana dünür geldiler, ama hiç birine vermedim. Bir gün bir amca oğlum geldi ve kız kardeşimle evlenmek istedi, kız kardeşimi onunla evlendirdim. Allah'ın dilediği kadar birlikte oldular (evli kaldılar), bir gün bu amcam oğlu kız kardeşimi bir ric'î talâk ile boşadı ve iddeti bitip bâin oluncaya kadar da nikâhına tekrar talip olmadı. Kız kardeşim talâk-ı bâin ile ondan boşanmış olduktan sonra talipleri gelmeye başladı. Bunu gören amca oğlum da gelip kızkardeşimle yeniden evlenmek istedi. Ben: "Alçak herif, kız kardeşimi birçok kişi istedi, vermedim, sen gelip istedin seni herkese tercih ettim ve kardeşimi sana nikahladım. Ama sen onu boşadın, üstelik iddeti bitinceye kadar da nikâh yenileme talebinde bulunmadın. Ne zaman ki başkaları onu istemeye geldiler (herhalde kıskançlığından) gelip yeniden istedin. Yegâne ilâh olan Allah'a yemin ederim ki sonsuza kadar asla kardeşimi sana nikâhlamayacağım." dedim. Kızkardeşime de: "O seni boşadı, sen ona varmak istiyorsun. Eğer sen ona varırsan yüzüm yüzüne haram olsun." diye kızdım.
Ma'kıl şöyle devam eder: İşte bunun üzerine benim hakkımda "Kadınlarınızı boşadınız da iddetlerini bitirdiler mi aralarında meşru bir şekilde anlaştıkları takdirde artık kendilerini (eski) kocalarına nikâh etmelerine engel olmayın..." âyeti nazil oldu. Elbette ki Allah, kız kardeşimin eski kocasına, eski kocasının da kız kardeşime ihtiyacını bildi de bu âyeti indirdi. Allah'ın Rasûlü (sa) beni çağırıp bu âyet-i kerimeyi okuyunca Ben: "Rabbımın emriyle burnum sürtüldü. İşittim, itaat ettim." dedim ve kız kardeşimi eski kocasıyla nikahladım, ettiğim yeminin de keffâretini verdim."[291] Bu rivayet kısa olarak Buhârî ve Tirmizî tarafından da tahric olunmuştur.[292]
İbn Cerîr, yukardaki rivayete ilâve olarak Ma'kıl ibn Yesâr'ın Müzeyne kabilesinden olduğunu, kız kardeşini, eski kocasına geri döner korkusuyla bir çeşit göz hapsinde bulundurduğunu, Ma'kıl'in kız kardeşinin adının Cumeyl bint Yesâr veya Fâtıma bint Yesâr olduğunu kaydetmektedir.[293] Taberî'de Ma'kıl ibn Yesâr olarak geçen sahâbinin isminin Ma'kıl ibn Sinan olduğu, kız kardeşi ile evlenen amca oğlunun Ebu'l-Beddâh ibn Asım ibn Adiyy olduğu rivayetleri de vardır. Ancak doğrusu Ma'kıl ibn Yesâr'dır.[294]
Râzî'de ise Ma'kıl’ın kız kardeşinin kocasının ismi Cemîl ibn Abdullah ibn A'sim olarak kaydedilmiştir.[295]
Suddi'den gelen bir rivayette de bu âyet-i kerime Câbir ibn Abdillâh hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki: Câbir ibn Abdillâh el-Ansârî'nin bir amca kızı varmış. Kocası onu bir talâk ile boşamış. İddeti bittikten sonra kocası tekrar onunla evlenmek üzere müracaat etmiş de Câbir kabul etmeyerek: Amca kızımı boşadın, sonra da nikahlamak istiyorsun, hayır olmaz." demiş. Meğer kadın, eski kocasını istiyormuş, onunla evlenmeye razı olmuş imiş. İşte bunun üzerine bu âyet nazil olmuş[296]
Suyûtî, bu âyetin Ma'kıl ibn Yesâr hakkında nazil olduğunu ifade eden rivayetin daha sahih ve kuvvetli olduğunu kaydeder.[297]
236. Kendileriyle zifafa girmediğiniz yahut kendilerine bir mehir kesmediğiniz kadınları boşamışsanız bunda üzerinize bir vebal yoktur. Onları zengin olan kudretince, darda bulunan da halince maruf bir fayda ile faydalandırın. Bu muhsinler üzerine bir borçtur.
Sa'lebî Tefsir'inde zikrediyor: "Kendileriyle zifafa girmediğiniz yahut kendilerine bir mehir kesmediğiniz kadınları boşamışsanız bunda üzerinize bir vebal yoktur." âyet-i kerimesi Ansar'dan birisi hakkında nazil oldu. O, Hanîfe oğullarından bir kadınla evlenmiş, ona mehir kesmemiş, sonra da zifafa girmeden onu boşamıştı. Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu da Efendimiz "Başındaki şapkanla olsun onu faydalandır." buyurmuşlar [298]
238. Namazlara ve orta namaza devam edin, Allah'ın divanına tam bir huşu ve tâatle durun.
Zeberkan'dan rivayet ediliyor: Zeyd ibn Sabit Kureyş'ten bir topluluğa uğramıştı. Ona "Salât-ı vustâ'nın hangi namaz olduğunu sordular. O da "Öğle namazıdır." dedi. İçlerinden iki kişi kalkıp Üsâme ibn Zeyd'e vardılar ve ona da "salât-ı vustâ"nın hangi namaz olduğunu sordular. Üsâme: "O öğle namazıdır." diye cevap verip şöyle devam etti: "Allah'ın Rasûlü (sa) öğle namazını günün ortasında sıcağın şiddetli olduğu zamanda kıldırırken arkasında ya bir, ya iki saf olur; insanlar ya kaylûle uykusunda ya da ticaretlerinde olurlardı. Allah'ın Rasûlü (sa): "Düşündüm ki bu namaza gelmeyenlerin evlerini üstlerine yakayım." buyurdu. Bunun üzerine "Namazlara ve orta namazına devam edin..." âyeti nâzîl oldu.[299]
Müslim tarafından Zeyd ibn Erkam'dan rivayetle tahric olunan bir haberde o şöyle demiştir: Biz Hz. Peygamber'in arkasında namaz kılarken konuşurduk. Kişi namazda, yanındaki arkadaşı ile konuşurdu. Ne zaman ki "Allah'ın divanına tam bir huşu ve tâatle durun." âyeti nazil oldu, namazda susmakla emrolunduk, konuşmamız da yasaklandı.[300]
İbn Mes'ûd ve Zeyd ibn Erkam'dan rivayete göre ise şöyle demişlerdir: Biz, aynen kitab ehlinin yaptığı gibi namazda iken konuşur, selâm verir, selâm alır, kaç rek'at kıldınız diye sorardık. Allah Tealâ "Allah'ın divanına tam bir huşu ve tâatle durun." âyetini indirdi de susmakla emrolunduk, konuşmamız yasaklandı.[301]
240. Sizden zevceler bırakıp ölecek olanlar eşlerinin çıkarılmayarak yılına kadar faydalanmasını vasıyyet etsinler. Bunun üzerine onlar kendiliklerinden çıkarlarsa artık onların bizzat yaptıkları meşru işlerden dolayı size sorumluluk yoktur. Allah Aziz'dir, Hakîm'dir.
Mucâhid'den rivayet ediliyor: (Bakara, 2/34) âyeti nazil olduğunda bu âyete göre kocası ölen kadının dört ay on gün iddetini ölen kocası evinde beklemesi vâcib idi. Bundan sonra Allah Tealâ "Sizden zevceler bırakıp ölecek olanlar eşlerinin çıkarılmayarak yılına kadar faydalanmasını vasıyyet etsinler." âyetini indirdi de Allah Tealâ bu iddeti, kadının, ölen kocanın ailesince faydalandırılmasıyla seneye tamamlamayı (yedi ay 20 gün daha ölen koca evinde kalabilmeyi) vasıyyete bağladı. Kadın, bu vasıyyetten sonra da dilerse ölen kocası evinde kalacak, dilerse çıkabilecekti.[302]
Mukâtil ibn Hayyân'dan: Tâif ten Hakîm ibnu'l-Hâris adında bir adam Medine-i Münevvere'ye geldi. Yanında çocukları, kadınlar, erkekler ve ana-babası vardı. Medine-i Münevvere'de vefatında mirası mes'elesi Hz. Peygamber (sa)'e ref olundu da Efendimiz (sa) mirasını ana-babasına ve çocuklarına verdi, hanımına bir şey vermedi. Şu kadar var ki onlar ölenin hanımına da mirasından bir sene müddetle infakta bulunmakla emrolundular. İşte bu âyet bunun üzerine nazil oldu.[303]
241. Boşanan kadınların da meşru şekilde faydalanmaları haklarıdır ki bu, Allah'tan takva üzere olanlara bir vazifedir.
"Kendileriyle temas etmediğiniz, yahut kendilerine bir mehir kesmediğiniz kadınları boşamışsanız bunda üzerinize bir vebal yoktur. Onları, zengin olan kudretince, darda olanınız da halince olmak üzere ma'rûf bir fayda ile faydalandırınız. Bu, muhsinler üzerine bir borçtur." (Bakara, 2/236) âyeti nazil olunca birileri: "Eğer ihsanda bulunmak istersem yaparım, boşadığım hanımıma infakta bulunurum, yok bunu istemezsem yapmam." çünkü Allah bu âyet-i kerime ile ona infakta bulunmayı benim istememe bıraktı dediler de bunun üzerine Allah Tealâ "Boşanan kadınların da meşru şekilde faydalanmaları haklarıdır ki bu, Allah'tan takva üzere olanlara bir vazifedir." âyetini indirdi.[304]
243. Sayıları binlerce olduğu halde ölüm korkusuyla yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allah onlara: "Ölün!" dedi, sonra da kendilerini diriltti. Şurası muhakkak ki Allah insanlara karşı lütuf sahibidir, fakat insanların pek çoğu şükretmezler.
İbn Cerîr'in Eş'as ibn Eşlem el-Basrî'den rivayetle tahricinde o şöyle anlatıyor: Hz. Ömer bir gün namaz kılıyorken arkasında iki yahudiden birinin diğerine: "Bu o mu?" diye sorduğunu duymuş. Namazı bitirince onlara dönüp: "Neden aranızda bu o mu? diye konuşuyordunuz?" diye sormuş da "Biz, kitabımızda demirden bir boynuzun Allah'ın izniyle ölüleri diriltmiş olan Hazkıyel'in verdiğini vereceğini" buluyoruz." demişler. Hz. Ömer: "Biz Allah'ın kitabında Hazkıyel'i bulmuyoruz. Ölüleri dirilten de ancak İsa'dır," demiş. Onların: "Peki, Allah'ın kitabında "Ve daha başka rasuller de gönderdik ki kıssalarını sana anlatmadık" denildiğini bulmuyor musunuz?" sorularına Ömer: "Evet, buluyoruz." deyince yahudiler: "Hazkıyel’in ölüleri diriltmesini sana anlatalım: İsrail oğullarında veba olmuştu. Onlardan bir kavim veba olan yerden çıktılar, ancak daha bir mil gitmişlerdi ki Allah onları öldürdü. Geride kalanlar onların üzerine bir duvar inşa ettiler (çevrelerini duvarla çevirdiler) ve o kadar zaman geçti ki kemikleri bile çürüdü. Sonra Allah Hazkıyel'i peygamber olarak gönderdi, Hazkıyel oraya geldi, başlarında dikildi ve: "Allah'ın dediği olur." dedi. Allah da onları Hazkıyel için diriltti." Yahudilerin bu kıssayı anlatmaları üzerine Allah Tealâ "Sayıları binlerce olduğu halde ölüm korkusuyla yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allah onlara: "Ölün!" dedi, sonra da kendilerini diriltti..." âyetlerini İndirdi.[305]
245. Kimdir o ki Allah'a güzel bir ödünç versin de Allah onu kat kat, birçok katlar artırsın, Allah daraltır da genişletir de. Siz ancak O 'na döndürüleceksiniz.
İbnu'l-Munzir, îbn Ebî Hatim, Sahîh'inde İbn Hıbbân, İbn Merdûye, Şuabu'l-İman'da Beyhakî'nin İbn Ömer'den rivayetle tahriclerinde o şöyle demiştir: "Mallarını Allah yolunda harcayanların misali bir dâne gibidir ki o dâne yedi başak bitirir..." (Bakara, 2/261) âyeti nazil olunca Hz. Peygamber (sa): "Rabbim ümmetime artır dedi de "Kimdir o ki Allah'a güzel bir ödünç versin de Allah onu kat kat , birçok katlar artırsın." âyeti nazil oldu. Efendimiz (sa): "Rabbim ümmetime daha artır." dedi de bu sefer "Sabredenlere ecirleri elbette hesapsız olarak verilecektir." (Zümer, 10) âyeti nazil oldu.
İbnu'l-Munzir'in Sufyân'dan rivayetinde Hz. Peygamber (sa)'in ümmetine artırmayı ifade eden âyetlerin sırası biraz değişik olup şöyledir: "Her kim bir hasene işlerse ona on misli var." (En'âm, 6/İ60) âyeti nazil olunca Hz. Peygamber (sa: "Rabbim, ümmetime artır." dedi, "Kimdir o ki Allah'a güzel bir borç verir..." âyeti nazil oldu. Hz. Peygamber (sa) yine: "Rabbim, ümmetime artır." dedi de "Mallarını Allah yolunda harcayanların misali bir dâne gibidir ki o dâne yedi başak bitirir..." (Bakara, 2/261) âyeti nazil oldu. Hz. Peygamber (sa) tekrar: "Rabbim ümmetime artır." dedi de "Sabredenlere ecirleri elbette hesapsız olarak verilecektir." (Zümer, 10) âyeti nazil oldu.[306]
Fahreddin Râzî, İbn Abbâs'tan onun şöyle dediğini nakleder: Bu âyet Ebu'd-Dahdâh hakkında nazil olmuştur. Demişti ki: "Ey Allah'ın elçisi, benim iki bahçem var. Birini tasadduk etsem onun bir benzeri bana cennette var mı? Cennette bana bir benzeri verilecek mi?" Hz. Peygamber (sa): "Evet." buyurdular. O: "Ummu'd-Dahdâh da benimle beraber olacak mı?" diye sordu, Efendimiz: "Evet." buyurdular. Onun: "Çocuğumuz da benimle beraber olacak mı?" sorusuna Efendimiz (sa)'in: "Evet." cevabı vermesi üzerine "Hanîne" adındaki en güzel bahçesini tasadduk etti. Ebu'd-Dahdâh, tasadduk ettiği bahçede olan ailesine varıp bahçenin kapısında durdu ve hanımına yaptığını haber verdi. Hanımı: "Yaptığın alış verişi Allah mübarek kılsın." dedi ve bahçeden çıktı da bahçeyi Allah'ın Rasûlü (sa)'ne teslim ettiler.[307]
Ancak diğer rivayetler Ebu'd-Dahdâh'ın bu tasadduku üzerine âyetin indiği şeklinde değil de bu âyetin nüzulü üzerine Ebu'd-Dahdâh'ın bahçesini tasadduk ettiğinde açık ve kesin ifadeler taşımaktadır.
İlerde (Alu İmrân, 3/181 âyet-i kerimesinin nüzul sebebinde) geleceği üzere bu âyet-i kerime nazil olunca bazıları: "Muhammed'in Rabbı fakir, bizler zenginiz. Görmüyor musunuz bizden borç istiyor!?" dediler de bunun üzerine "Allah fakirdir, biz zenginiz." diyenlerin sözünü Allah mutlaka işitmiştir. Söylediklerini, haksız yere peygamberleri öldürmeleriyle beraber yazacağız ve diyeceğiz ki: Tadın o yangın azabını!" (Alu İmrân, 3/181) âyeti nazil oldu.[308] Bu âyetten de anlaşılıyor ki bu sözü söyleyenler yahudilerdir. Çünkü peygamberlerini öldürenlerin yahudiler oldukları Kur'ân-ı Kerim'de açıkça belirtilmiştir. Nitekim tafsilâtı yerinde gelecektir.[309]
255. Allah O'dur ki O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Hayy'dir, Kayyûm'dur. O'nu ne bir uyuklama tutabilir ne bir uyku. Göklerde ne var, yerde ne var hepsi O'nundur. O'nun izni olmadıkça katında şefaat edecek kimmiş?... O'nun kürsüsü gökleri ve yeri kucaklamış, o kadar geniştir. Bunların hıfzı elbette O'na ağır gelmez. O Aliyy'dir, Azîm'dir.
Ammâr kanalıyla Rebî'den rivayet edildiğine göre "O'nun kürsüsü gökleri ve yeri kucaklamış, o kadar geniştir." âyeti nazil olduğunda Hz. Peygamber (sa)'in ashabı: "Ey Allah'ın elçisi, bu Kürsî gökleri ve yeri kuşatacak kadar geniş. Peki Arş nasıldır?" diye sordular da bunun üzerine Allah Tealâ: "Allah'ı hakkıyla takdir edemediler... O, müşriklerin koşmakta oldukları ortaklardan münezzehtir, çok yücedir." (Hacc, 39/67) âyetini indirdi.[310]
256. Dinde zorlama yoktur. Gerçekten iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır. Artık kim tâğûtu tanımayıp da Allah'a iman ederse o, muhakkak ki kopması olmayan en sağlam kulpa yapışmıştır. Allah Semî'dir, Alîm'dir.
İbn Abbâs'tan rivayet ediliyor: Câhiliye devrinde bazı ansar kadınlarının çocukları yaşamadığı takdirde "Eğer çocuğum yaşarsa onu yahudi yapacağım." diye adakta bulunurlardı. Bu şekilde yahudilere verilen ve onların yanında terbiye ve eğitim görmekte olan çocuklardan bazıları Nadîr oğulları sürgün edilirken halâ onlarla beraberdi. Ansardan bu çocukların aileleri: Çocuklarımızı onlara bırakmayalım." dediler de bu âyet nazil oldu.[311]
İbn Abbâs'tan gelen bu rivayet el-Musennâ kanalıyla Ebu Bişr'den şöyle rivayet edilmektedir: Saîd ibn Cubeyr'e: "Dinde zorlama yoktur..." âyetini sormuştum. "Ayet Ansar hakkında nazil oldu." dedi. Ben: "Onlara mı mahsus?" diye sordum, "Evet, onlara mahsus" deyip şöyle anlattı: Câhiliye devrinde bazı kadınlar çocuklarının uzun ömürlü olmasını dileyerek: "Eğer bir çocuğum olursa onu yahudiler içinde bırakacağım" diye adakta bulunurlardı. İslâm geldikten sonra da yahudiler içinde ansardan bazılarının çocukları bu şekilde yahudiler arasında idiler. Nadîr oğulları sürgün edilirken bu çocukların aileleri Hz. Peygamber (sa)' geldiler ve: "Ey Allah'ın elçisi, onları çıkarıyorsun ama onlar içinde bizim çocuklarımız ve kardeşlerimiz var. Onlar ne olacak?" diye sordular. Hz. Peygamber (sa) cevap vermedi de "Dinde zorlama yoktur Gerçekten iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır. Artık kim tâğûtu tanımayıp da Allah'a iman ederse o, muhakkak ki kopması olmayan en sağlam kulpa yapışmıştır." âyeti nazil oldu da Efendimiz (sa): "Arkadaşlarınız muhayyer bırakıldılar: Eğer sizi seçerlerse sizdendirler, Yok onları (yahudileri) seçerlerse o zaman da onlardandırlar." buyurdu ve yahudilerle kalmayı tercih edenleri yahudilerle birlikte sürgün etti.[312] Bu âyet-i kerimenin mensuh olduğunu söyleyenlerin delillerinden birisi de bu rivayettir.
İbn Abbâs'tan gelen bu rivayete benzer, ancak sürgün ayrıntısına yer vermeyen Şa'bî rivayeti ise şöyledir: Ansar'dan bazı kadınlar: "Çocuğum yaşarsa onu kitab ehlinin içine bırakacağım." diye adakta bulunur ve doğduktan sonra da götürüp onların arasına bırakırdı. İslâm gelince Ansar dediler ki: "Ey Allah'ın elçisi, yahudiler içinde kalan çocukları İslâm'a zorlamayalım mı? Biz onları yahudiler arasına, o zamanda yahudiliği dinlerin en hayırlısı olarak gördüğümüz için bırakmıştık. Madem ki Allah artık dinlerin en hayırlısı olarak şimdi İslâm'ı gönderdi, o halde onları İslâm'a zorlamayalım mı?" İşte bunun üzerine Allah Tealâ: "Dinde zorlama yoktur. Gerçekten iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır. Artık kim tâğûtu tanımayıp da Allah'a iman ederse o, muhakkak ki kopması olmayan en sağlam kulpa yapışmıştır." âyetini indirdi.[313]
Yine İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette bu âyetin nüzulü üzerine o çocuklardan dileyenlerin yahudilikte kalarak Nadîr oğulları ile birlikte gittikleri, dileyenlerin de müslüman olarak Medine'de ailelerine döndükleri fazlalığı vardır.[314]
Mücâhid ise Ansar'dan birisinin Sabîh adında zenci bir kölesi olduğunu ve onun bu köleyi müslüman olmaya zorlaması üzerine bu âyetin indiğini söylemiştir.
Musa ibn Harun kanalıyla Suddî'den gelen rivayette de o şöyle anlatmış: Künyesi Ebu'l-Husayn (başka bir rivayette Husayn) olan Ansar'dan birisi hakkında nazil oldu. İki oğlu vardı. Şam'dan yağ ticareti yapan bazı tüccarlar gelmiş, mallarını satıp bitirerek döneceklerinde bu Ebu'l-Husayn'in iki oğlu bu tüccarların yanına gelmişler. Tüccarlar bu çocukları hristiyan olmaya davet etmişler, onların propagandası ile bu iki çocuk hristiyanlığı kabul etmişler ve tüccarlarla birlikte onlar da Şam'a gitmişler. Ebu'l-Husayn Hz. Peygamber (sa)'e gelip: Ey Allah'ın elçisi geri getirmek üzere peşlerinden gideyim mi? diye sormuş da bu âyet nazil olmuş ve Efendimiz: "Allah onları rahmetinden uzak kılsın, o ikisi müslüman olduktan sonra küfre dönenlerin ilkidir." buyurmuşlar. Suddî, bu hadisenin, Hz. Peygamber (sa), ehl-i kitab ile savaşmakla emrolunmazdan önce olduğunu kaydeder. Ayrıca Ebu'l-Husayn, Hz. Peygamber (sa)'in kendisini çocuklarının peşinden onları geri çevirmek üzere göndermemesinden pek memnun olmamıştı. İşte bunun üzerine de: "Rabbına yemin olsun ki aralarında ortaya çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hüküm yüzünden içlerinde bir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça gerçekten iman etmiş olmazlar." Nisa, 4/65) âyeti nazil oldu. Sonra Allah Tealâ bu muhayyerliği nesihle Berâe Sûresinde ehl-i kitab ile savaşı emretti.[315]
Suddî'den gelen bu rivayete Mesrûk biraz daha açıklık getiriyor ve diyor ki: Ansar'ın Salim ibn Avf oğulları kolundan bir adamın iki oğlu vardı ve Şam'dan gelen tüccarlar tarafından Hz. Peygamber'e henüz peygamberlik verilmezden önce hristiyan yapılmışlar ve onlarla birlikte ailelerini terkederek Şam'a gitmişlerdi. Hz. Peygamber'in İslâm'ı getirmesi ve Efendimiz (sa)'in Medine:i Münevvere'yi teşrifinden sonra bir gün bu ansarînin daha önce hristiyan olan iki oğlu yine bir tüccar kafilesiyle Medine-i Münevvere'ye geldiler. Onları pazarda gören babaları yanlarına giderek onları müslüman olmaya iknaya çalışıp "Vallahi müslüman olmadıkça sizi bırakmayacağım." diye ısrar ettiyse de iki oğlu da hristiyanlıkta kalmakta direndiler ve sonunda haklarında hüküm vermesi için Hz. Peygamber (sa)'in huzuruna çıktılar. Çocukların babaları: "Ey Allah'ın elçisi, gözlerimin önünde bir parçam cehenneme mi girsin?" diye sızlandı, da bunun üzerine Allah Tealâ "Dinde zorlama yoktur..." âyetini indirdi.
Mücâhid'den gelen başka bir rivayette daha farklı bir nüzul sebebi veriliyor: Câhiliye devrinde ansardan bazıları çocuklarını Nadîr ve Kurayza oğulları kabilelerinden süt analara verirlerdi. Nadîr oğulları sürgün edilirken onlardaki süt analardan süt emerek yetişmiş bazı çocuklar süt analarından ayrılmak istemeyerek: "Biz de onlarla birlikte gidelim ve onların dinlerine girelim." dediler. Bu çocukların aileleri çocuklarının süt anaları ile birlikte gitmelerini engelleyerek onları İslâm üzere kalmaya zorladılar da bunun üzerine "Dinde zorlama yoktur..." âyeti nâzîl oldu.[316]
Bu nüzul sebepleri birbirlerinden farklı gibi görünseler de aslında hepsi bir tek şeye delâlet ediyorlar: "Dinde zorlama yoktur..," âyetinden çıkarılacak hüküm bir gayr-ı müslim'in İslâm'a girmeye mecbur edilmemesi gerektiği hükmüdür. Ki zaten tarih boyunca, bu âyetin mensûh olmadığını söyleyen İslâm âlimleri bu âyet-i kerimeyi bu şekilde anlamış ve uygulamışlardır. Mensûh olduğunu söyleyenlerse hiç nazar-ı itibara almamışlar "ya kılıç, ya cizye" demişlerdir.[317]
257. Allah iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan nura çıkarır. Küfredenlerin dostları ise tâğûttur. O da kendilerini nurdan karanlıklara çıkarır. Onlar cehennem ashabıdır. Onlar orada ebedîlerdir.
Mucâhid ve Abde ibn Ebî Lubâbe der ki: Bu âyet-i kerime Hz. İsa'ya iman etmiş, daha sonra Hz. Muhammed peygamber olarak gönderilince onu inkâr etmiş olanlar hakkında nazil olmuştur.[318]
261. Mallarını Allah yolunda harcayanların misali bir dâne gibidir ki o dâne yedi başak bitirir. Her başakta da 100 dâne vardır. Allah dilediğine kat kat artırır. Allah Vâsi 'dir, Alîm 'dir.
Kelbî anlatıyor: Bu âyet-i kerime Osman ibn Affân ve Abdurrahman ibn Avf hakkında nazil olmuştur. Hz. Peygamber (sa) Tebuk gazvesi hazırlıkları sürerken ashab-ı kiramı Allah yolunda infakta bulunmaya çağırmıştı. Abdurrahman ibn Avf Hz. Peygamber (sa)'e dört bin dirhem getirdi ve: "Ey Allah'ın elçisi, sekiz bin dirhemim vardı. Dört bin dirhemi kendim ve ailem için bıraktım, dört bin dirhemi de Rabbıma borç olarak verdim." dedi. Hz. Peygamber (sa): "Allah bıraktığını da verdiğini de bereketli kılsın." diye dua buyurdu. Osman'a gelince; o da: "Tebuk gazvesine katılmak isteyip de cihazı (yol hazırlığı ve cihad için gerekli olan levazımatı) olmayanların cihazı benden." dedi. Ebu Saîd el-Hudrî der ki: Hz. Peygamber (sa)'in ellerini kaldırmış Osman için şöyle dua ettiğini gördüm: "Ey Rabbım, Ben Osman'dan hoşnudum, Sen de ondan hoşnut ol." Gördüm ki şafak sökünceye kadar böyle ellerini kaldırmış dua etmeye devam ettiler de Allah Tealâ: "Mallarını Allah yolunda harcayanların misali bir dâne gibidir ki..." âyetini indirdi.[319]
Kelbî tarafından bu âyetin nüzul sebebi olarak Tebuk Gazvesine çıkacak ordunun hazırlanması için külliyetli miktarda infakta bulunan Hz. Osman ve Abdurrahman ibn Avf in bu infakları zikredilirken bu iki sahabînin infaklarının bundan sonraki âyetin nüzul sebebi olduğu da rivayet edilmektedir. Nitekim birazdan verilecektir.
Biraz önce (Bakara, 2/245 ve 261) âyetlerinin nüzul sebebinde geçtiği üzere İbnu'l-Munzir, İbn Ebî Hatim, Sahîh'inde İbn Hıbbân, İbn Merdûye, Şuabu'l-İman'da Beyhakî'nin ve Musned'inde Ebu Hatim el-Busti'nin İbn Ömer'den rivayetle tahriclerinde o şöyle demiştir: "Mallarını Allah yolunda harcayanlarm misali bir dâne gibidir ki o dâne yedi başak bitirir..." âyeti nazil olunca Hz. Peygamber (sa): "Rabbim ümmetime artır dedi de "Kimdir o ki Allah'a güzel bir ödünç versin de Allah onu kat kat, birçok katlar artırsın." (Bakara, 2/245) âyeti nazil oldu. Efendimiz (sa): "Rabbım ümmetime daha artır." dedi de bu sefer "Sabredenlere ecirleri elbette hesapsız olarak verilecektir." (Zümer, 39/10) âyeti nazil oldu.
İbnu'l-Munzir'in Sufyân'dan rivayetinde Hz. Peygamber (sa)'in ümmetine artırmayı ifade eden âyetlerin sırası biraz değişik olup şöyledir: "Her kim bir hasene işlerse ona on misli var." (En'âm, 6/160) âyeti nazil olunca Hz. Peygamber (sa): "Rabbim, ümmetime artır." dedi, "Kimdir o ki Allah'a güzel bir borç verir..." âyeti nazil oldu. Hz. Peygamber (sa) yine: "Rabbim, ümmetime artır." dedi de "Mallarını Allah yolunda harcayanlarm misali bir dâne gibidir ki o dâne yedi başak bitirir..." (Bakara, 2/261) âyeti nazil oldu. Hz. Peygamber (sa) tekrar: "Rabbim ümmetime artır." dedi de "Sabredenlere ecirleri elbette hesapsız olarak verilecektir." (Zümer, 39/10) âyeti nazil oldu.[320]
Bu âyetin nafile sadakalar ve nafile Allah yolunda infakta bulunma hakkında nazil olduğu; zekâtı farz kılan âyetten önce nazil olup zekât âyeti ile neshedilmiş olduğu da söylenmiştir. Aslında nafile olarak sadaka vermek zekâtın farz kılınmasından sonra da devam ettiği için mensûh olduğunu söylemeye gerek de yoktur.[321]
262. Onlar ki mallarını Allah yolunda infak ederler, infak etmelerinin peşinden başa kakmaz ve eziyet de etmezler, işte onlaradır Rableri katında ecirleri ve onlara korku da yoktur, onlar mahzun olacak da değillerdir.
İbnu's-Sâib ve Mukâtil'den: Medine-i Münevvere'deki en kıymetli sulardan birisi olan Rûme kuyusunu satın alarak umumun istifadesine arzedilmek üzere vakfetmesi ve Tebuk gazilerini teçhiz etmesi üzerine Hz. Osman ve malının yarısı olan dört bin dirhemi yine aynı gazveye hazırlık sırasında infak eden Abdurrahman ibn Avf hakkında nazil olmuştur.[322]
Hz. Osman'ın Tebuk gazvesi ile ilgili ve bu âyetin nüzulüne sebep olan infakı hakkındaki rivayetler Tirmizî tarafından tahric olunmuştur. Şöyle kî: Muhammed ibn Beşşâr kanalıyla Abdurrahman ibn Hbâb'dan rivayette o şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber (sa) Tebuk seferine çıkacak orduya yardım için ashabını teşvik ederken oradaydım. Osman ibn Affân kalktı ve: "Ey Allah'ın elçisi, Allah yolunda koşumlarıyla, örtüleriyle yüz deve benim üzerimedir." dedi. Hz. Peygamber orduya yardıma teşvik etmeye devam etti de yine Osman ibn Affân kalktı ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, Allah yolunda koşumlarıyla, örtüleriyle iki yüz deve benim üzerimedir." dedi. Sonra Hz. Peygamber (sa) orduya yardıma yine teşvikte bulundu ve yine Osman İbn Affân kalktı ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, Allah yolunda koşumları ve örtüleriyle beraber üç yüz deve benim üzerimedir." dedi. Allah'ın Rasûlü (sa)'ne bakıyordum; minberden indi, inerken de şöyle diyordu: "Bundan sonra Osman hiçbir amel işlemese de ona bir zararı yoktur, bundan sonra Osman hiçbir amel işlemese de Osman'a bir zararı yoktur."[323]
Muhammed ibn İsmail kanalıyla Abdurrahman ibn Semüre'nin kölesi Kuseyyir'den rivayet ediliyor ki o şöyle anlatmıştır: Hz. Peygamber Tebuk'e gidecek orduyu hazırlarken Osman ibn Aftan eteğinde O'na bin dinar getirdi ve Efendimiz (sa)'in kucağına bıraktı. Abdurrahman der ki: Allah'ın Rasûlü (sa)'nü gördüm; altınları elinde evirip çeviriyor ve iki kere: "Osman bundan sonra bir amel işlemese de bu ona zarar vermez." duyuruyordu.[324]
267. Ey iman edenler, kazandıklarınızın en güzelinden ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan infak edin. Kendinizin de gözünüzü yummadan alıcısı olmadığınız bayağı şeyleri infak etmeye, vermeye kalkmayın. Bilin ki Allah Ğani'dir, Hamîd'dir.
Berâ ibn Azib'den, o şöyle anlatıyor: Ansar hakkında nazil oldu. Ansar hurma kesimi mevsiminde herkes kestiği hurmalardan bir şeyler Mescid-i nebeviye getirir ve mescid-i nebevide iki direk arasına bağlanmış bir ipe asarlar, fakir muhacirler de onlardan yerlerdi. Bazıları, oraya konan hurma hevenklerinin çokluğuna bakarak bir beis yoktur diye düşüncesiyle iyi hurma hevenkleri arasına kötü hurmaları da katıp buraya koydular da Allah Tealâ bunlar hakkında "Ey iman edenler, kazandıklarınızın en güzelinden ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan infak edin. Kendinizin de gözünüzü yummadan alıcısı olmadığınız bayağı şeyleri infak etmeye, vermeye kalkmayın." âyetini indirdi.
Ubeyde es-Selmânî'den biraz daha farklı bir nüzul sebebi rivayet ediliyor. Şöyle ki: Hz. Ali'ye "Ey iman edenler, kazandıklarınızın en güzelinden ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan infak edin. Kendinizin de gözünüzü yummadan alıcısı olmadığınız bayağı şeyleri infak etmeye, vermeye kalkmayın." âyetini sordum. Ali dedi ki: Bu, farz olan zekât hakkında nazil oldu. Bazıları hurma kesimi vaktinde hurma bahçesine gider iyi hurma hevenklerini keser, bir kıyıya ayırır. Zekât toplama görevlisi gelince de ona o iyi hevenklerden değil kötü olanlarından verirdi. Allah Tealâ bunun üzerine "Kendinizin de gözünüzü yummadan alıcısı olmadığınız bayağı şeyleri infak etmeye, vermeye kalkmayın." buyurdu. Atâ rivayetinde mescid-i nebevide o iki direk arasında bulunan ipe asmak üzere kötü hurma getiren birisini Hz. Peygamber (sa)'in gördüğü ve: "Nedir bu? Ne kötü hurma astın." buyurduğu ve akabinde bu âyetin nazil olduğu kaydı vardır.[325]
Bunlardan Berâ rivayetine göre âyet-i kerime nafile sadakalar hakkında, Ubeyde rivayetine göre ise farz olan zekât hakkında nazil olmuştur.
İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan rivayetine göre ise Hz. Peygamber (sa)'in ashabından bazıları ucuz yiyecekler satın alıp onları sadaka olarak verirlerdi ve âyet-i kerime bunun üzerine nazil oldu. [326]
271. Eğer sadakaları açıktan verirseniz o ne güzeldir. Eğer onları gizler ve bu şekilde fakirlere verirseniz işte bu, sizin için en hayırlıdır, Allah, günahlarınızdan bir kısmını bağışlar, Allah yapmakta olduklarınıza Habîr'dir.
İbnu's-Sâib der ki: "Nafakadan ne harcadınız, yahut adaktan ne adadınızsa muhakkak Allah onu bilir. Zâlimlerin hiç yardımcıları yoktur." (Bakara, 2/270) âyet-i kerimesi nazil olunca ashab-ı kiram: "Ey Allah'ın elçisi, hangisi daha faziletli; gizli verilen sadaka mı, yoksa açıktan verilen mi?" diye sordular da bu âyet-i kerime nazil oldu.[327]
İbn Ebî Hâtim'in babası kanalıyla Amir eş-Şa'bî'den rivayetine göre o, "Eğer sadakaları açıktan verirseniz o ne güzeldir. Eğer onları gizler ve bu şekilde fakirlere verirseniz işte bu, sizin için en hayırlıdır," âyeti hakkında şöyle demiştir: Ebu Bekr ve Ömer hakkında nazil oldu. Ömer, malının yarısını getirmiş ve (Allah yolunda infak olunmak üzere) Hz. Peygamber (sa)'e vermişti. Hz. Peygamber (sa) ona: "Arkanda ailen için ne bıraktın ey Ömer?" diye sordu. "Malımın yarısını bıraktım." dedi. Ebu Bekr ise malının tamamını getirip neredeyse kendinden bile gizleyerek (Allah yolunda infak edilmek üzere) Hz. Peygamber (sa)'e verdi. Hz. Peygamber (sa) ona da: "Ey Ebu Bekr, ailen için arkanda ne bıraktın?" diye sordu. Ebu Bekr: "Allah'ın ve Rasûlü'nün va'dettiklerini bıraktım." dedi de Ömer ağladı ve: "Ey Ebu Bekr, babam sana feda olsun. Ne zaman seninle hayır konusunda yarıştıysam sen beni geçtin." Dedi.[328]
Abdurrahman ibnu'ş-Şureyh'den rivayete göre o, Yezîd ibn Ebî Hubeyb'i şöyle derken işitmiş: "Eğer sadakaları açıktan verirseniz o ne güzeldir." âyeti yahudi ve hristiyanlara sadaka verme hakkında nazil olmuştur. [329]
272. Onları hidayete erdirmek senin üzerine borç değil. Ancak Allah hidayeti kime dilerse ona verir.İnfak edeceğiniz hayır, kendi yararınızadır. Zaten siz, Allah'ın hoşnutluğunu aramaktan başka bir şekilde infakta bulunmazsınız. İnfak edeceğiniz hayrın mükâfatı size tam olarak verilecek ve siz asla haksızlığa uğratılmayacaksınız.
Hz. Ebu Bekr'in kızı Esma'ya bir gün annesi Netîle ve nenesi gelip ondan, yardım olarak kendilerine bir şeyler vermesini istemişlerdi. İkisi de müşrik idiler. Bu yüzden Esma, onlara bir şey vermeyip: "Allah'ın Rasûlü'ne sormadan size bir şey vermeyeceğim. Çünkü siz benim dinim üzere değilsiniz." dedi. Gelip Hz. Peygamber (sa)'e, onlara yardım olarak bir şey verip veremeyeceğini sordu da Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi ve Hz. Peygamber (sa) Esma'ya, onlara tasaddukta bulunmasını emretti.[330]
Şu'be'den rivayet ediliyor: Hz. Peygamber (sa) müşriklere sadaka vermezdi. Bunun üzerine "Siz, Allah'ın hoşnutluğunu aramaktan başka bir şekilde infakta bulunmazsınız." âyeti nazil oldu da Efendimiz onlara da sadaka verdi.[331]
Şu'be'den gelen bu rivayette Hz. Peygamber (sa)'in müslüman olmayanlara sadaka vermediği bilgisi İbn Ebî Hatim'in ve îbn Ebî Şeybe'nin Sa'îd ibn Cubeyr'den tahric ettiği bir haberde "Müslüman olmayanlara sadaka verilmemesini emrederdi." şeklindedir. Şöyle ki: İbn Ebî Hâtim'in babası kanalıyla İbn Abbâs'tan, onun da Hz. Peygamber (sa)'den rivayetine göre O, sadece müslüman olanlara sadaka verilmesini emrederdi. Ta ki "Onları hidayete erdirmek senin üzerine borç değil. Ancak Allah hidayeti kime dilerse ona verir. İnfak edeceğiniz hayır, kendi yararınızadır." âyet-i kerimesi nazil oluncaya kadar. Bu âyet indikten sonra, hangi dinden olursa olsun, yardım ve sadaka isteyen herkese sadaka verilmesini emretti.[332] Nakkaş'in verdiği haberde konu biraz daha sarihtir: Bir gün Hz. Peygamber (sa)'e, dağıtması için sadaka getirilmişti.. Bir yahudi geldi ve: "Bana da ver." dedi. Efendimiz (sa): "Müslümanların sadakasından sana bir şey düşmez." buyurdu. Yahudi çok uzaklaşmadan "Onları hidayete erdirmek senin üzerine borç değil...." âyeti nazil oldu da Hz. Peygamber (sa) o yahudiyi çağırdı ve ona verdi. Daha sonra Allah Tealâ zekâtın sarf yerlerini bildirdiği âyetle bunu da neshetmiştir.[333]
İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette ise müşriklerden akrabalarına sadaka vermeyen veya sadaka vermeye çekinen sahabe hakkında nazil olduğu, bu âyetin nüzulü ile onların da müşrik bile olsalar akrabalarına sadaka vermeye başladıkları bildirilmektedir.
Müsennâ kanalıyla Rebî'den gelen bir rivayette o şöyle diyor: Müslümanlardan birisinin müşriklerden bir akrabası olur da o müşrik yakını sadakaya muhtaç durumda olursa ona sadaka vermez, buna gerekçe olarak da: "Benim dinimden değil." derdi. Allah Tealâ bunun üzerine "Onları hidayete erdirmek senin üzerine borç değil." âyetini indirdi.
İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayette ise o şöyle anlatıyor: Ansar'dan bazılarının Kurayza ve Nadîr oğullarından akrabaları vardı ve onlara sadaka vermek istemezler, onlara sadaka vermek için müslüman olmalarını isterlerdi. İşte bunun üzerine "Onları hidayete erdirmek senin üzerine borç değil. Ancak Allah hidayeti kime dilerse ona verir." âyeti nazil oldu.[334]
Bu âyet-i kerimenin, ister müşrik, ister ehl-i kitabdan olsun aralarında din ihtilâfı olan akrabalara, ihtiyaç içinde olmaları halinde, müslüman ve fakir yakınlar ihmal edilmeksizin onlara da sadaka vermekte bîr beis olmadığı hakkında genel bir hüküm getirdiği açıklıkla anlaşılmaktadır. Öte yandan herhalde ashabın muhtaç durumdaki müşrik akrabalarına tasaddukta bulunmamaları onların ihtiyaçlarının kendilerini İslâm'a, müslüman olmaya sevkedebileceğine dair zanları idi. Başka bir ifadeyle onlara sadaka verilmemesi onların müslüman olmaları hususundaki hırslarından, bu şekilde de olsa İslâm'a bir çeşit mecbur etme gayesine yönelikti.[335]
274. Mallarını gece, gündüz, gizli ve açıktan infâk edenler; işte onlarındır Rabları katında mükâfatları. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun olacak da değillerdir.
Abdurrezzâk, İbn Abbâs'tan rivayet ediyor: Bu âyet-i kerime Ali ibn Ebî Tâlib hakkında nazil olmuştur. Dört dirhemi varmış da bunun birini gece, birini gündüz, birisini gizli ve birisini de açıktan infak etmiş. İbn Cureyc ise isim vermeden böyle yapan yani elindeki dört dirhemi gece, gündüz, gizlide ve açıktan olmak üzere birer birer sadaka olarak dağıtan birisi hakkında nazil olduğunu söylemiştir.[336] Dahhâk'in İbn Abbâs'tan rivayetinde ise Hz. Ali ve Abdurrahmân ibn Avf haklarında nazil olmuştur. Hz. Ali geceleyin bir vesak hurmayı ehl-i suffaya göndermiş, Abdurrahmân da bir miktar dinarı onlara gündüz göndermişti de onların bu davranışları üzerine bu âyet indi.[337]
İbn Abbâs'tan gelen ikinci bir rivayette de âyet-i kerimenin "Allah yolunda cihad için hazırlanan atlara yem veren, onları yenileyenler hakkında nazil olmuştur.[338] Kırk bin dinar sadaka dağıtan; bunun on binini gündüz, on binini gece, on binini gizli ve on binini de açıktan veren Hz. Ebu Bekr hakkında nazil olduğu kavlini Alûsî zayıf görmektedir.[339] Zaten Hz. Ali veya Abdurrahmân ibn Avf veya Hz. Ebu Bekr hakkında nâzil olmuş olsa bile âyette belirli bir kimsenin adı verilmediğine göre hükmü umumî olup böyle yapan herkes âyetteki müjdenin kapsamı içine girecektir.[340]
278. Ey iman edenler, mü'minler iseniz Allah'tan takva üzere olun ve faizden kalanı bırakın, almayın.
Atâ ve İkrime şöyle anlatıyorlar: Bu âyet-i kerime Abbâs, İbn Abdulmuttalib ve Osman ibn Affân hakkında nâzil oldu. Onlar insanlara borç olarak hurma verirlerdi. Bir keresinde borç verdikleri birisi hurma kesim vakti bunlara gelip: "Sizin alacağınız hurmanın tamamını size versem ailemin yemesine yetecek hurmam kalmayacak. Size olan hurma borcumun yarısını şimdi versem de kalan yarısını ikiye katlayarak gelecek sene versem." dedi. Onlar da kabul ettiler. Bir sonraki sene borcun ödenme vakti gelip de o adamdan alacaklarını istediler. Bundan haberi olan Hz. Peygamber (sa) ikisini bundan men etti de Allah Tealâ bu âyeti indirdi. Abbâs ve Osman: "İşittik ve itaat ettik." dediler, sadece ona verdikleri borcu, yani ana malı aldılar.[341]
Suddî'den rivayette ise Hz. Osman olmadığı gibi faize konu olan mal hurma olmayıp paradır. Şöyle ki: Bu âyet-i kerime Abbâs ibn Abdulmuttalib ve Muğîra oğullarından bir adam hakkında nazil oldu. Câhiliye devrinde ikisi ortak olarak Sakîf in Amr ibn Umeyr oğulları koluna mensup bazı kimselere faizle borç vermişler. İslâm geldiğinde de onlar üzerinde külliyetli miktarda anapara ve faiz alacakları varmış. Allah Tealâ, onlar üzerinde henüz almadığınız faizleri almayın diye bu âyet-i kerimeyi indirmiş.
İbn Cureyc'den rivayette de o şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber (sa), gerek Sakîflilerin diğer insanlar üzerinde, gerekse diğer insanların Sakifliler üzerinde olan faiz borçları kaldırılmak üzere Sakiflilerle antlaşma yapmıştı. Mekke'nin fethinden sonra Attâb ibn Esîd'in Mekke emirliği zamanında Sakîf'ten Amr ibn Umeyr ibn Avf oğulları, Mahzûm oğullarının Muğîra oğulları kolundan faiz almakta devam ediyorlarmış. Muğîra oğulları câhiliye devrinde onlara faiz vermekteler iken İslâm gelince Amr ibn Umeyr oğulları yine alacaklar olan faizleri istemeye gelince Muğîra oğulları İslâm'da bu faizi vermek istememişler ve dava Hz. Peygamber (sa)'in Mekke valisi Attâb ibn Esîd'e gelmiş. Attâb da Hz. Peygamber (sa)'e durumu yazarak nasıl hükmedeceğini sormuş. İşte bunun üzerine "Ey iman edenler, mü'minler iseniz Allah'tan takva üzere olun ve faizden kalanı bırakın, almayın. Böyle yapmazsanız Allah'a ve peygamberine karşı savaşa girmiş olduğunuzu bilin. Eğer tevbe ederseniz ana mallarınız (ana paranız) yine sizindir. Ne haksızlık yapmış, ne de haksızlığa uğratılmış olursunuz." âyeti nazil olmuş. Efendimiz de Attâb'a: "Razı olurlarsa ne alâ, değilse onlara savaş ilân et." diye yazmış. İkrime'den rivayete göre Muğîra oğullarından faiz alacağı olanlar Amr ibn Umeyr oğullarından Mes'ûd ibn Amr ibn Abdi Yâleyl, Rabîa ibn Amr, Hubeyb ibn Umeyr imiş. Bunlardan ibn Abdi Yâleyl, Hubeyb, Rabîa ve Hilâl müslüman olmuşlar.[342] Bir rivayette onlar alacakları faizden vazgeçerek: "Tevbe ederiz. Bizim ne Allah'a ne de Peygamberine savaş açacak gücümüz yok." demişler.[343] Bu nüzul sebebi Zeyd ibn Eşlem, Mukatil ibn Hayyân ve Suddî'den de rivayet edilmiştir.[344] Başka bir rivayette Hz. Peygamber ile Sakîf arasında yapılan anlaşma farklı verilmekte. Buna göre Hz. Peygamber onlarla: "Onların başkaları üzerinde olup da alacakları faizleri onlar alacaklar ve fakat başkalarının onlardan alacağı olan faizler kaldırılacak ve Sakîfliler bu antlaşmadan sonra kimseye faiz ödemeyecekler." şeklinde antlaşma yapmıştı.[345] Zayıf bir ihtimal olmakla birlikte şayet böyle tek taraflı bir indirimi ihtiva eden bir antlaşma yapılmışsa dahi herhalde Sakîflileri İslâm'a ısındırmak için yapılmış olmalıdır.[346]
280. Eğer darlık içinde ise ona genişlikte olacağı zamana kadar süre verin. Almayıp sadaka olarak bağışlamanız ise sizin için en hayırlıdır. Eğer bilirseniz.
Bu âyet-i kerimenin de bir önceki âyet-i kerime gibi Sakîflilerin faiz alacağı hakkında nazil olduğu söylenir. Sakîfliler, Muğîra oğullarına gelip de faiz alacaklarını isteyince mali yönden sıkıntı içinde olan Muğîra oğulları: "Elimizde size verecek bir şeyimiz yok. Hasat zamanına kadar bize mühlet verseniz." demişler de "Eğer darlık içinde ise ona genişlikte olacağı zamana kadar süre verin." âyeti nazil olmuş.[347]
Ya'kûb kanalıyla Hz. Ömer'den rivayete göre o şöyle demiştir: "Kur'ân'dan son nazil olan faiz âyetidir. Hz. Peygamber (sa) onu bize tefsir etmeden vefat etti. Siz faizi de faiz şüphesi olanı da bırakın."
Hz. Ömer'den Humeyd ibn Mes'ade kanalıyla gelen rivayet biraz daha ayrıntılı. Şöyle ki: Ömer kalktı, Allah'a hamdü senadan sonra şöyle dedi: "Tam olarak bilmiyorum, faiz konusunda belki biz, size uygun olmayan bir şey emreder, yine tam olarak bilmiyorum belki size uygun olan bir şeyi yasaklarız. Zira Kur'ân'dan son nazil olan âyetler faiz âyetleri idi ve Allah'ın Rasûlü onları bize beyan etmeden önce vefat eyledi. Faiz konusunda sizi şüphelendireni bırakın, şüphelendirmeyeni alın."[348]
281. Öyle bir günden sakının ki o gün Allah'a döndürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı tastamam verilecek, onlara hiç haksızlık edilmeyecektir.
İbn Abbâs'tan muhtelif kanallardan gelen rivayetlere göre Kur'ân'dan en son nazil olan âyet budur.[349] İbn Cureyc, Efendimiz (sa)'in bu âyetin nüzulünden sonra sadece dokuz gün yaşadığını kaydederken bu âyetin bir cumartesi günü nazil olduğunu, Peygamber Efendimiz (sa)'in de bir pazartesi günü vefat ettiğini söyler.[350] Bu rivayet yanında Hz. Peygamber (sa)'in bu âyetin nüzulünden sonra yedi gün, sadece üç saat, 21 gün, 81 gün yaşadığı rivayetleri de vardır.[351]
Hz. Ömer'den gelen rivayetle İbn Abbâs'tan gelen rivayet arasını te'lif etmek mümkün. Bu sûrede "Ey iman edenler..." (âyet: 278) ile başlayan âyetten bu 281. âyete kadar olan âyetler hep faiz hakkında olup bu sonuncu da sanki o âyetlerin bir müeyyidesi konumunda olarak onların bir tamamlayıcısı gibidir ve hepsinin birlikte nazil olmaları hiç de uzak bir ihtimal değildir.[352]
282. Ey iman edenler, belirlenmiş bir zamana kadar birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın...
Sufyân es-Sevrî'nin, İbn Abbâs'tan rivayetine göre bu "Ey iman edenler, belirlenmiş bir zamana kadar birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın." âyeti vadesi belirlenmiş vadeli alış veriş (selem yani parayı peşin verip karşılığı olan malı ilerde belirlenmiş bir vakitte almak üzere yapılan alış veriş akitleri) hakkında nazil olmuştur.[353]
Taberî'nin Rebî'den rivayetle tahricine göre bu müdâyene âyetinin "Kâtib, Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin (yüz çevirmesin), yazsın." kısmı nazil olduğunda birisi bir kâtibe gelir ve kendisi için yazmasını ister, kâtibin "Ben şu anda meşgulüm, bir başkasına yazdır," demesine bakmaz, onu yazması için sıkıştırır dururdu da bunun üzerine aynı âyet-i kerimenin "Yazana da şahidlik edene de asla zarar verilmesin." kısmı nazil oldu.[354]
284. Göklerdekiler de yerdekiler de. Siz, içinizdekileri açıklasanız da gizleseniz de Allah onlarla sizi hesaba çeker. Sonra da kimi dilerse bağışlar, kimi de dilerse azâb eder. Allah her şeye Kadir'dir.
285. Peygamber de, mü 'minler de O 'na indirilene inandı. Hepsi de Allah'a, meleklerine, kitablarına ve peygamberlerine iman ettiler. O'nun peygamberlerinden hiçbirinin arasını ayırmayız. "İşittik ve itaat ettik, affını dileriz, ey Rabbımız dönüş ve varış sanadır. " dediler.
286. Allah bir nefse (kişiye) ancak gücünün yeteceğini yükler. O nefsin kazandığı lehine, kazanıp yüklendiği de aleyhinedir. Ey Rabbımız, unuttuk veya yanıldıysak bizi bundan muâhaze etme. Ey Rabbımız, bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme. Ey Rabbımız, bize gücümüzün yetmeyeceğini taşıtma, affet bizi, bağışla bizi, rahmet eyle bize, Sen Mevlâ'mızsin. Kâfirler güruhuna karşı yardım et bizlere.
Ebu Kureyb kanalıyla Ebu Hureyre'den rivayete göre o şöyle anlatıyor: "Allah'ındır göklerdekiler de yerdekiler de. Siz, içinizdekileri açıklasanız da gizleseniz de Allah onlarla sizi hesaba çeker." âyet-i kerimesi nazil olunca bu müslümanlara ağır geldi (zor geldi) de Hz. Peygamber (sa)'e gelip diz çökerek: "Ey Allah'ın elçisi, biz şimdiye kadar gücümüzün yettiği amellerle; namaz, oruç, cihad, sadaka ile mükellef kılınmıştık. Şimdi ise sana şu âyet nazil oldu ki bizim buna gücümüz yetmez. Biz içimizden geçirdiklerimiz sebebiyle de cezalandırılacaksak mahvolduk." dediler. Hz. Peygamber: "Siz de Sizden önceki yahudi ve hristiyanların: "İşittik, isyan ettik." dedikleri gibi mi demek istiyorsunuz? Siz onların yaptıklarının aksine: "İşittik, itaat ettik. Bizi bağışla Rabbımız, varış Sana'dır." deyin." buyurdu. Onlar: "İşittik, itaat ettik, bağışla bizi Rabbımız, varış Sana'dır." dediler ve dilleri de böyle söylemeye alıştı. Bunun hemen peşinden Allah Tealâ "O peygamber de kendisine Rabbından indirilene iman etti, mü'minler de... Allah bir nefse ancak gücünün yeteceğini yükler. Kazandığı kendi lehine, kazandığı şer de kendi aleyhinedir. Ey Rabbımız unuttuk, yahut yanıldıysak bizi tutup muâhaze etme."ye kadar olan âyetleri indirdi. Ebu Hureyre der ki: Allah'ın Rasûlü (sa) buyurdu ki: Allah Tealâ: "Evet." buyurdu. "Ey Rabbımız, bizden evvelkilere yüklediğin gibi üstümüze ağır bir yük yükleme." kısmı nazil olunca Hz. Peygamber, Allah Tealâ'nın yine "Evet." buyurduğunu haber verdi. "Ey Rabbımız, güç yetiremeyeceğimizi bize taşıtma, Bizi affet, bizi bağışla, bize merhamet eyle. Sen Mevlâmızsın bizim. Kâfirler güruhuna karşı da bize yardım eyle." kısmı nazil olunca Hz. Peygamber (sa) yine Allah Tealâ'nin "Evet." buyurduğunu haber vermiştir.[355]
Bu konuda İbn Abbâs'tan gelen rivayet de aynı olmakla birlikte küçük farklar vardır. Bu farkları görmek için bu rivayeti de zikredelim: "Siz, içinizdekileri açıklasanız da gizleseniz de Allah onlarla sizi hesaba çeker." âyeti nazil olunca ashabın kalbine o zamana kadar hissetmedikleri bir duygu ve korku girdi de Hz. Peygamber (sa)'e gelip bu âyetin ağırlığından bahsettiler. Hz. Peygamber (sa): "İşittik, itaat ettik, teslim olduk." deyin buyurdu. Allah Tealâ da onların kalblerine iman bıraktı ve "O peygamber de kendisine Rabbından indirilene iman etti, mü'minler de..." âyetini indirdi.[356]
Ravi Ebu Kureyb der ki: "Ey Rabbımız unuttuk, yahut yanıldıysak bizi tutup muâhaze etme." yi okudu ve dedi ki: (Allah Tealâ): "Öylece yaptım." buyurdu. Hz. Peygamber: "Ey Rabbımız, bizden evvelkilere yüklediğin gibi üstümüze ağır bir yük yükleme." kısmını okuyup Allah Tealâ'nın yine "Öylece yaptım." buyurduğunu, "Ey Rabbımız, güç yetiremeyeceğimizi bize taşıtma" kısmını okuyup Allah Tealâ'nın "Öyle yaptım." buyurduğunu, "Bizi affet, bizi bağışla, bize merhamet eyle. Sen Mevlâmızsın bizim. Kâfirler güruhuna karşı da bize yardım eyle." kısmını okuyup Allah Tealâ'nın: "Öyle yaptım." buyurduğunu haber verdi.[357]
Saîd ibn Cubeyr'den gelen rivayetin sonunda "Bu ümmete Bakara suresinin son âyetleri verilmiştir ki onlardan önceki ümmetlere verilmemişti." fazlalığı vardır.[358]
Rivayetlerden öyle anlaşılıyor ki ashabın bazılarının "Siz, içinizdekileri açıklasanız da gizleseniz de Allah onlarla sizi hesaba çeker." âyeti ile "Allah bir nefse ancak gücünün yeteceğini yükler." âyeti arasındaki ilişkiden haberi yoktu.
Taberî'nin Ebu'r-Radâd el-Mısrî Abdullah ibn Abdusselâm kanalıyla Saîd ibn Mercâne'den rivayet ettiği şu haber bunu gösteriyor: İbn Mercâne şöyle anlatıyor: Bir gün İbn Ömer'e gelmiştim. "Siz, içinizdekileri açıklasanız da gizleseniz de Allah onlarla sizi hesaba çeker. O, dilediğini bağışlar, dilediğine de azab eder" âyetini okudu ve "Eğer bizi bu âyetle muâhaze edecek olursa mahvolduk!" dedi ve ağladı, o kadar ki gözlerinden yaşlar aktı. İbn Mercâne anlatmaya şöyle devam eder: Sonra İbn Abbâs'ın yanına geldim ve: "Ey Ebu'l-Abbâs, İbn Ömer'e vardım "Siz, içinizdekileri açıklasanız da gizleseniz de Allah onlarla sizi hesaba çeker." âyetini okudu ve "Eğer bizi bu âyetle muâhaze edecek olursa mahvolduk!" dedi ve ağladı, o kadar ki gözlerinden yaşlar aktı." dedim, İbn Abbâs: "Allah Ebu Abdurrahmân (İbn Ömer)'i bağışlasın! Rasûlullâh (sa)'ın ashabı da aynen îbn Ömer'in korktuğu gibi bu âyetten korkmuşlardı da Allah Tealâ "Allah bir nefse ancak gücünün yeteceğini yükler." âyetini indirdi. Vesveseyi neshedip sadece kavil ve fiili bıraktı" dedi.[359]
Yine îbn Abbâs'tan gelen bir rivayette o şöyle demiş: "Siz, içinizdekileri açıklasanız da gizleseniz de Allah onlarla sizi hesaba çeker." âyeti nazil olunca Hz. Peygamber (sa)'in ashabı feryad ettiler ve: "Ey Allah'ın elçisi, elimizle, ayağımızla, dilimizle yaptıklarımızdan tevbe edelim. Fakat vesveseden nasıl tevbe edeceğiz, ondan nasıl sakınacağız? Bu mümkün değil" dediler de Cibril Rasûlullah (sa)'a şu âyeti, "Allah bir nefse ancak gücünün yeteceğini yükler." âyetini indirdi. [360]
"Siz, içinizdekileri açıklasanız da gizleseniz de Allah onlarla sizi hesaba çeker." âyetinin bir yıl kadar yürürlükte kaldıktan sonra "Allah bir nefse ancak gücünün yeteceğini yükler." âyetinin indiği ve ashabın bu sıkıntısının giderildiği, yani nesholunduğu; kâfirlere içlerinden dostluk besleyen mü'minler hakkında indiği (siz kâfirlere karşı sevginizi ve dostluğunuzu açıktan yapsanız da gizleseniz de Allah bunu bilir ve sizi bundan dolayı cezalandırır anlamına) ve neshedilmediği görüşleri de vardır.[361]
Bu arada yine İbn Abbâs'tan gelen bir rivayete göre de âyet şâhidlik hakkındadır ve buna göre âyet neshedilmiş de değildir. Yani "Ey inananlar siz herhangi bir hadiseye şahid olur, o hadiseye karışanlar sizin şâhidliğinize muhtaç olurlar da "Biz şâhid olduk ama hâkim önünde şâhidlik etmeyiz." derseniz, ya da "Biz bir şey görmedik, bilmiyoruz." derseniz Allah bununla sizi hesaba çeker." demektir.[362]
[1] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/14.
[2] Celâluddin Abdurrahman ibn Ebî Bekr es-Suyûtî, Lubabu'n-Nukûl fî Esbâbi'n-Nuzûl, (Tefsîru'l-Celâleyn hamişinde), Kahire tarihsiz, 1/8; Taberî, Câmiu'I-Beyân, İ,80.
[3] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 1,79.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/14.
[4] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 1,84.
[5] Suyûti Lubâbu'n-Nukûl, 18-9.
[6] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1/9.
[7] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/14-15.
[8] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 1,90.
[9] el-Fahru'r-Râzî, et-Tefsîru'l-Kebîr, Tahran tarihsiz (Dâru'l-Kutubi'l-İlmiyye), 11,61.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/15.
[10] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 1,97.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/16.
[11] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1/9-10.
[12] Ebu Abdullah Muhammed ibn Ahmed el-Kurtubî, el-Câmiu Ii-Ahkâmi'l-Kur'ân, Beyrut 1408/1988,.1,143.
[13] Fahreddin er-Râzî, Mefâtfhu'l-Ğayb, 11,61.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/16-17.
[14] Suyûtî, Lubâbun-Nukûl, 1,10-11; Taberî, Câmiu'l-Beyân, 1,119.
[15] el-Fahru'r-Râzî, et-Tefsîru'l-Kebîr, 11,74.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/17-18.
[16] Ebu Abdullah Muhammed ibn Ahmed el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, Beyrut 1408/1988. 1.161.
[17] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/18.
[18] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 1,138.
[19] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,11-12.
[20] el-vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, Beyrut 1985 (İkinci baskı), s. 21-22.
[21] Ebu Abdullah Muhammed ibn Ahmed el-Kurtubî, el-Câraiuli-Ahkâmi'l-Kur'ân, Beyrut 1408/1988» 1,168; Abdullah ibn Ahmed en-Nesefî, Medâriku't-Tenzîl ve Hakâiku't-Te'vîl, tahkik: Mervan Muhammed eş-Şe'âr, Beyrut 1416/1996,1,73.
[22] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,13.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/19-20.
[23] Taberî, Camiu’l-Beyân, 142-143.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/20.
[24] Ebu Abdullah Muhammed ibn Ahmed el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, 1,228-229.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/21.
[25] Ebu Abdullah Muhammed ibn Ahmed el-Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur'ân, 1,233.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/21.
[26] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,13; el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzul, Beyrut 1985 (İkinci baskı), s. 22.
[27] Ebu Abdullah Muhammed ibn Ahmed ei-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, 1,248.
[28] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/21-22.
[29] Ebu Abdullah Muhammed ibn Ahmed d-Kurtubî, el-Câmiu Ii-Ahkâmi'l-Kur'ân, 1,259.
[30] H. Tahsin Emiroğlu, Esbab-ı Nüzul, Konya, 1965. 1,43.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/22.
[31] Abdulfettâh ei-Kâdî, Esbâbu'n-Nuzûl ani's-Sahâbe ve'l-Mufessirîn, Kahire tarihsiz (Birinci baskı), s. 13.
[32] el-vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl Beyrut 1985 (İkinci baskı), s. 22.
[33] Suyûtî, Lübabu'n-Nukul, 1,13-14.
[34] el-vahidî, Esbâbun-Nuzûl, s. 22-23.
[35] Bak: el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 23.
[36] Taberî, Câmiu'i-Beyân, 1,254-257 ibn Hişâm da Selman el-Fârisî'yi ihtidaya götüren hâdiseleri bundan daha tafsilâtlı olarak İbn İshâk'tan naklen zikreder. Bak: es-Siretu'n-Nebeviyye, Tahkik: Mustafa es-Sakâ, İbrahi el-İbyârî, Abdulhafîz Şelebî, Kahire 1375/1955, 1,214-220.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/22-26.
[37] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, Beyrut 1985 (İkinci baskı), s. 24.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/26.
[38] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 1,293.
[39] İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, tahkik: Muhammed İbrahim el-Bennâ, Muhammedi Ahmed Aşûr, Abdulaziz Cuneym, İstanbul (Kahraman Yayınları), 1984,1,166.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/26-27.
[40] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, Beyrut 1985 (ikinci baskı), s. 23.
[41] Abdulfettâh el-Kâdî, Esbâbu'n-Nuzûl ani's-Sahâbe ve'l-Müfessirîn, Kahire tarihsiz (Birinci baskı), s. 14.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/27.
[42] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 23.
[43] Ebu Abdullah Muhammed ibn Ahmed el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmı'l-Kur'ân, 11,9-10.
[44] el-Kurtubî, age. 11,7, 9.
[45] el-Kurtubî, age., 11,9-10.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/28.
[46] el-Kurtubî, age., II,16.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/29.
[47] İbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, Tahkik: Mustafa es-Sakâ, İbrahim el-îbyân, Abdulhafîz Şelebî, Kahire 1375/1955, 1,211; Taberî, Câmiu'l-Beyân, 1,325.
[48] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 1,325.
[49] el-Vahidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 24.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/29-30.
[50] Ebu'l-Ferec Cemaleddin Abdurrahman ibn Ali İbnu’l-Cevzi, Za’du’l-Mesir fi ilmi’t-Tefsir, Beyrut, 1384/1964, 1, 116.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/30.
[51] el-vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 24-25.
[52] e1-Kurtubî, age. II,26. Ayrıca bak: Ahmed ibn Hanbel, Musned, 1-274.
[53] Taberi. câmiu'l-Beyân, 1,342
[54] Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fi Tertîbi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, el-Mektebetu'l-IsIâmiyye, (İkinci baskı) Beyrut 1400,11,11-12.
[55] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 1,343-345. Ayrıca bak: el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 25.
[56] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 26; Abdullah ibn Ahmed en-Nesefî, Medâriku't-Tenzîl ve Hakâiku't-Te'vîl, 1,112.
[57] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 26.
[58] Taberî, age. XV,105.
[59] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/31-35.
[60] el-Kurtubî, age. 11,28; Taberî, Câmiu'l-Beyân, 1,351.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/35.
[61] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 1,353; Ebu'l-Ferec Cemaleddin Abdurrahman ibn Ali ibnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr fî İlmi't-Tefsîr, 1.120.
[62] el-Kurtubî, age. II,30.
[63] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 1,354, 357, 358.
[64] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 2-28.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/35-38.
[65] Ebu Abdullah Muhammed ibn Ahmed el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'i-Kur'ân, II,40.
[66] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 28.
[67] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 1, 374-375.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/38.
[68] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 28.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/38-39.
[69] Abdullah ibn Ahmed en-Nesefî, Medâriku't-Tenzîl ve Hakâiku't-Te'vîl, 1,116.
[70] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 28.
[71] el-Kurtubî, age. 1,451.
[72] Ebu'l-Ferec Cemaleddin Abdurrahman ibn Ali ibnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr fî İlmi't-Tefsîr, r, 127; el-Kurtubî, age. Beyrut 1408/1988.11,43.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/39.
[73] Abdullah ibn Ahmed en-Nesefi, Medâriku't-Tenzîl ve Hakâiku't-Te'vîl, 1,117.
[74] el-Kurtubî, age. 11,49; Abdu'l-Fettâh el-Kâdî, Esbâbu'n-Nuzûl ani's-Sahâbe ve'l-Mufessirin, Kahire tarihsiz, s. 17-18.
[75] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 1,385-386; Abdu'l-Fettâh el-Kâdî, Esbâbu'n-Nuzûl ani's-Sahâbe ve'l-Mufessirîn, Kahire tarihsiz, s. 18.
[76] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 28. Ayrıca bak: Taberî, Câmiu'l-Beyân, 1,385.
[77] Taberî, câmiu'l-Beyân, 1,385.
[78] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/39-41.
[79] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 29; Abdullah ibn Ahmed en-Nesefî, Medâriku't-Tenzîi ve Hakâiku't-Te'vîi, 1,117.
[80] H. Tahsin Emiroglu, Esbâb-ı Nüzul, Konya 1965,1,77.
[81] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 1,388-389.
[82] Ebu'l-Ferec Cemaleddin Abdurrahman ibn Ali ibnu'l-Cevzî, Zâdu'3-Mesîr fî İlmi't-Tefsîr, 1,131.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/41-42.
[83] el-Vahidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 29; el-Kurtubî, age., 11,53.
[84] Abdulfettâh ei-Kâdî, Esbâbu'n-Nuzûl ani’s-Sahâbe ve'l-Mufessirîn, s. 18.
[85] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 1,394.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/42.
[86] el-Vahidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 30.
[87] el-Kurtubî, age. II,53.
[88] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/43.
[89] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 2/3, hadis no: 2957. Tirmizî hadisin "ğarîb" olduğunu, ravilerinden Eş'as'in ise zayıf görüldü*ğünü kaydetmiştir.
[90] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 2/4, hadîs no: 2958.
[91] Müslim, Müsâfirin, 33, 37.
[92] Abdullah ibn Ahmed en-Nesefî, Medâriku't-Tenzîl ve Hakâiku't-Te'vîl, 1,120.
[93] el-Kurtubi age. II,56.
[94] el-vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 31
[95] el-Kurtubî, age. II,57.
[96] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 1,402; 11,93.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/43-44.
[97] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl. s. 31.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/44.
[98] Taberî, câmiu'l-Beyân, 1,407.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/45.
[99] el-vâhidî, Esbâbun-Nüzût, s. 31;el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'1-Kur'ân, 11,64; Abdullah ibn Ahmed en-Nesefî, Medâriku't-Tenzîl ve Hakâiku't-Te'vîl 1,122.
[100] Taberî, Câmiu’l-Beyân, I,409.
[101] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 32; el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, 11,64.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/45.
[102] el-Kurtubî, ei-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, I,481.
[103] Ebu'l-Ferec Cemaleddin Abdurrahman ibn Ali ibnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr fî İlmi't-Tefsir, 1,138.
[104] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 32.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/46.
[105] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 32.
[106] Ebu'l-Ferec Cemaleddin Abdurrahman ibn Ali ibnu'l-Cevzî. Zâdu'l-Mesîr fî İlmi't-Tefsîr, 1,139.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/47.
[107] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 1,422.
[108] Abdullah ibn Ahmed en-Nesefî, Medâriku't-Tenzîl ve Hakâiku't-Te'vîl, 1,124.
[109] Tirmizî, Tefsîru't-Kur'ân, 2/6-7, hadis no: 2959, 2960.
[110] el-Kurtubî, eî-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, 11,77. Ayrıca bak; Buhârî, Salât, 32.
[111] el-vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 32; Ferec Cemaleddin Abdurrahman ibn Ali ibnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr fî İlmi't-Tefsîr, 1,149.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/48.
[112] el-vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 32-33.
[113] Bak: Taberî, Câmiu'l-Beyân, I, 440.
[114] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/48-49.
[115] el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, 11,96.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/49.
[116] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 33; Ebu'l-Ferec Cemaleddin Abdurrahman ibn Ali İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr fî İlmi't-Tefsîr, 1,151.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/49.
[117] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 33; Ebu Abduüah Muhammed ibn Ahmed el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, 11,101, 106; Abdullah ibn Ahmed en-Nesefî, Medâriku't-Tenzîl ve Hakâiku't-Te'vîl, 1,134.
[118] Bak: Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fî Tertibi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, el-Mektebetu'l-İsİâmiyye, (İkinci baskı) Beyrut 1400,11,12.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/49-50.
[119] Alâuddîn Ali ibn Muhammed el-Bağdâdî el-Hâzin, Lubâbu't-Te'vîl fî Maâni't-Tenzîl, Beyrut tarihsiz, 1,93.
[120] Esbâbu'n-Nuzûl ani's-Sahâbe ve'1-Mufessirîn, s. 21-22.
[121] el-Kurtubî, el-Câmiu Ii-Ahkâmi'l-Kur'ân, 11,100-101.
[122] Taberî, Câmiul-Beyân, 1,400.
[123] Taberî, Câmiu'l-Beyân, II,4.
[124] Taberî, Câmiu'l-Beyân, II,13.
[125] Muvatta', el-Kıble, 4, hadis no: 6. Ayrıca bak: Buhârî, Salât, 32; Müslim, Mesâcid, 13.
[126] Müslim, Mesâcid, 15.
[127] Muvatta, el-Kıble, 4, hadis no: 7.
[128] Muslim, Mesâcid, 11.
[129] Müslim, Mesâcid, 12.
[130] Buhârî, Salât, 31.
[131] Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fî Tertibi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, el-Mektebetu'l-İslâmiyye, (ikinci baskı) Beyrut 1400, 11,12.
[132] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 11,4.
[133] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/51-54.
[134] Taberî, Câmiu'i-Beyân. 11,20.
[135] Ebu'l-Fercc Cemaleddin Abdurrahman ibn Ali ibnu'İ-Cevzî. Zadu'l-Mesîr fi Ilmi't-Tefsîr, 1,161.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/54-55.
[136] Bak: Hâzin, Lubâbu't-Te'vîl, 1,97.
[137] el-Vahidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 34.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/55.
[138] Müşellel Medine'ye yedi mil mesafede, deniz yönünden Kadîd'e inilen bir dağdır. Buradaki Menâfi oraya ilk diken Huzâa kabilesinden Amr ibn Luhayy imiş. Ezd ve Gassân bu putu ziyarete gelip haccederlermiş.
[139] Ebu Bekr Abdullah ibn ez-Zubeyr el-Humeydî, el-Musned, tah: Habîbu'r-Rahmân el-A'zamî, Beyrut tarihsiz, 1,107; el-Kurtubî, el-Câmiu H-Ahkâmi'1-Kur'ân, 11,120.
[140] Müslim, Hacc, 259.
[141] Müslim, Hacc, 260.
[142] Müslim, Hacc, 261; Buharı, Hacc, 79.
[143] Müslim, Hacc, 262.
[144] el-vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 35.
[145] Aynı gerekçe ibn Abbâs'tan da rivayet edilmiştir. Bak: Taberî, Câmiu'l-Beyân, 11,28.
[146] el-vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 35-36.
[147] Buhârî, Hacc, 8.
[148] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/55-58.
[149] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 36.
[150] Taberî, Câmiu'i-Beyân, 11,32.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/58.
[151] Ebu'l-Ferec Cemaleddin Abdurrahman ibn Ali ibnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr fi İlmi't-Tefsîr, 1,167; el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, 11,128.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/58-59.
[152] El-Vâhidî, Esbâbun-Nuzûl, s. 36; el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, 11,129.
[153] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 1137-38.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/59-60.
[154] el-Kurtubî, el-Câmiu H-Ahkâmi'l-Kur'ân, 11,139-140.
[155] el-vahidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 36.
[156] Fahreddin er-Râzî, Mefatîhu’l-Ğayb, Tahran tarihsiz, V,2.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/60.
[157] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 11,47; el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, II,141.
[158] Ebu'i-Ferec Cemaleddin Abdurrahman ibn Ali ibnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr fî İlmi't-Tefsîr, 1,183.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/60-61.
[159] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 37; Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, v,25
[160] Taberi, Câmiu'l-Beyân, 11,53.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/61.
[161] el-Vâhidî, Esbâbu'n-nüzûi, s. 37.
[162] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 11,55-56; el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, 11,160.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/62.
[163] Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, v,46.
[164] Taberî, camiul-Beyân, II,6I.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/63.
[165] el-Kurtubî, el-Câmîu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, 11,173.
[166] Ebu'l-Berekât Abdullah ibn Ahmed en-Nesefî, Medâriku't-Tenzîl ve Hakâiku't Te'vîl, Beyrut 1416/1996,1,150.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/63-64.
[167] el-Kurtubi el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, II,206.
[168] Taberî, Câmiul-Beyân, 11,92-93.
[169] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/64-65.
[170] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 37-38.
[171] Bak: İbnu'l-Esîr, Usdu'i-Ğâbe. VI, 256.
[172] İbnu'l-Esîr, age. 111,59.
[173] el-Vâhidî, age. s. 39.
[174] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 11,96-98.
[175] el-Vâhidî, Esbâbu'n Nüzul, s. 39; Taberî, Câmıu'l-Beyân, 11,100.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/65-67.
[176] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl s. 39. Vahidî rivayetindeki eksikler Müslim'den ve İbnu'l-Esîr'in Usdu'l-Ğâbe'sinden tamamlanmıştır. Bak: Usdu'1-Ğâbe, 1,137.
[177] Müslim, İman, 223-224.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/67-68.
[178] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl s. 39.
[179] Bak: İbnu'-Esîr, Usdul-Ğâbe, ı,29i-292.
[180] el-vâhidî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 39.
[181] Ebu’l-Ferec Cemaleddin Abdurrahman ibn Ali ibnu'l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr fî İlmi't-Tefsîr, 1,195.
[182] Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, V,124.
[183] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 40.
[184] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 11,108-109.
[185] el-vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 40.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/68-70.
[186] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 40-41.
[187] Taberî, Câmiu’l-Beyân, 11,110.
[188] el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, 11,232.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/70-71.
[189] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl. s. 41.
[190] Abdulfettâh el-Kâdî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 29.
[191] Taberî, Câmiu'i-Beyân, II,116.
[192] el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmı'l-Kur'ân, 11,236.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/71-72.
[193] el-Vahidî, Esbâbu'n-Nüzûl. s. 41.
[194] Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fî Tertîbi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, el-Mektebetu'I-İslâmiyye, (İkinci baskı) Beyrut 1400,11,13; el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 42; Taberî, Câmiu'l-Beyân, 11,119.
[195] el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, 11,241.
[196] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 42.
[197] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/72-73.
[198] Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fî Tertibi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, el-Mektebetu'I-İsIâmiyye, (İkinci baskı) Beyrut 1400, M, 13.
[199] Buhârî, Tefsiru'l-Kur'ân, 2/32; Muhsar, 7.
[200] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 43-44; Taberî, Câmiu'l-Beyân, II,134-135
[201] Müslim, Hacc, 81-84,85-86.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/74.
[202] Buhârî, Hacc, 6; el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 44; Ebu'l-Ferec Cemaleddin Abdurrahman ibn Ali İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr fî İlmi't-Tefsîr, 1,212.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/75.
[203] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 44-45.
[204] Taberî, Camîu'l-Beyân, II,164.
[205] İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, İstanbul 1984, 1,349-350; el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'i-Kur'ân, 11,274-275.
[206] Ebu'l-Berekât en-Nesefi, Medâriku't-Tenzîl, 1,162; Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, V, l71.
[207] Buhârî, Tefsîru'I-Kur'an, 2/34; Buyu', 36; Hacc, 150; el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 45; Taberî, Câmiu'l-Beyân, II,164.
[208] Râzî, Mefâtîhu'l-ğayb, V,171.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/75-76.
[209] Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fî Tertibi Müsnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, 11,13.
[210] el-Vâhidî, Esbâbu'n-nüzûl, s. 45.
[211] Müslim, Hacc, 153.
[212] Müslim, Hacc, 152.
[213] İbn Hişâm, es-siret'n-Nebeviyye, I,199.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/76-77.
[214] Ebu'l-Ferec Cemaleddin Abdurrahman ibn Ali ibnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr fî İlmi't-Tefsîr, 1,215.
[215] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzul, s. 46.
[216] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 11,173.
[217] Taberî, Câmiu'i-Beyân, II,174.
[218] Abdulfettâh ei-Kâdî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 32.
[219] el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmu’l-Kur'ân, 11,288.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/78-79.
[220] Ebu'l-Berekât en-Nesefî, Medâriku't-Tenzîl, 1,165.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/79.
[221] Taberî, Câmiu'l-Beyân, İL 181 -182.
[222] H. Tahsin Emiroğlu, Esbab-ı Nüzul Konya. 1965,1,186-187.
[223] bak: îbnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe, Kahire tarihsiz, Dâru'ş-Şa'b neşri, n,287.
[224] Olayın buraya kadarki kısmı Buhârî'de de yer almaktadır. Bak: Buhârî, Meğâzî, 28.
[225] Taberî, Câmiu'l Beyân, 11,182; İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr fi İlmi't-Tefsîr, Beyrut 1384/1964, 1,219-220. Hubeyb ibn Adiy) hakkında bilgi için bak: İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe, 11,120-122; Zeyd ibnu'd-Desine hakkında bilgi için bak İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe, 11,286-287.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/80-82.
[226] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 11,187.
[227] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr fi İlmi't-Tefsîr 1,223. Suheyb'in hal tercümesi için bak: İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe, 111,36-38; Ebu Zerr'in hal tercümesi için bak: İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe, VI.99-101.
[228] Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, 204.
[229] ibnu'l-Cevzî,Zâdu'l-Mesîr fi ilmi't-Tefsîr, 1,223; İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, İstanbul 1984 (Kahraman Yayınlan), 1,260-261).
[230] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, Beyrut tarihsiz, II,97.
[231] Alûsî, Rûhu'l-Maânı, 11,97.
[232] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/82-83.
[233] Taberi, Câmiu'l-Beyân, II, 189.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/84.
[234] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, Beyrut tarihsiz,11,100.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/84.
[235] Taberi, Câmiu'l-Beyân, II,198-199.
[236] İbnu’l-Cevzî, Zâdu'i-Mesîr, I,231-232; Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, VI, 19.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/85.
[237] Taberî, Câmiu'l-Beyân. 11,200.
[238] Amr İbnu'i-Camûh Uhud'da şehid olmuştur. Hal tercümesi için bak: İbnu’l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe, IV,206-208.
[239] Alûsî, Rûhu’l-Maânî, Beyrut, tarihsiz, 11,105.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/85-86.
[240] Hal tercümesi için bak: İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe, 111,194-196.
[241] Ebu Muhammed Abdulmelik ibn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, tahkik: Mustafa es-Saka, İbrahim el-İbyârî, Abdulhafîz Şelebî, Kahire 1375/1955, 1,601-604; Taberî, Câmiu'l-Beyân, 11,202-203.
[242] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 11,203.
[243] İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, 1,371.
[244] el-Vâhidî en-Nisabûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, Beyrut 1985, s. 50-51.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/86-89.
[245] İbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, 1,605; Taberî, Câmiu'l-Beyân, 11,207; İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, 1,371.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/89.
[246] Alusî, Rûhu'l-Maânî, Beyrut tarihsiz, 11,111.
[247] Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fî Tertibi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, 11,14.
[248] Celâleddin Abdurrahman es-Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl fî Esbâbi'n-Nuzûl, (Tefsîru'l-Celâleyn hamişinde), Kahire tarihsiz, s. 1,54.
[249] Alûsî, Rûhu'l-Meânî, Beyrut tarihsiz, II,115.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/89-90.
[250] Ebu Davud, Vasâyâ, 7, hadis no: 2871; Neseî, Vasâyâ, 11, hadis no: 3667,3668.
[251] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 11,216-218.
[252] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesir fi İlmi't-Tefsîr, Beyrut 1384/1964,1,244.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/91-92.
[253] İbnu't-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr fî İlmi’t-Tefsîr, 1,245.
[254] Taberî, Câmiu'i-Beyân, 11,223.
[255] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'an, Beyrut 1408/1988,111,47.
[256] Îbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, 1,246.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/92-93.
[257] Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fi Tertibi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, 11,14; Ebu Davud, Nikâh, 45-46, hadis no: 2165.
[258] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 11,224; Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, s. 1,56.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/93-94.
[259] Taberî, Câmiu'l-Beyân, II,232.
[260] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 11,234.
[261] Ebu Davud, Nikâh, 44-45, hadis no: 2164; Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,57-58.
[262] Ebu Bekr Abdullah ibn ez-Zubeyr el-Humeydî, el-Musned, tah: Habîbu'r-Rahman el-A'zamî, Beyrut tarihsiz, II, 532, hadis no: 1263. Ayrıca bak: Buhârî, Tefsîru'i-Kur'ân, 2/39 ; Müslim, Talâk, 117, 118; Tibb, 50; Ebu Davud, Nikâh, 44,45; Tirmizi, Tefsîru'l-Kur'ân, 2/25; İbn Mâce, Tahâre, 122; Nikâh, 29; Dârimî, Vudû\ 114; Ahmed ibn Hanbel, Musned, 11/182, 210, 272, 344, 408, 444, 476, 479; Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,4.
[263] Suyûtî, Lübabun-Nukûl, 1/6.
[264] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, s. 1,56-57.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/94-96.
[265] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, Beyrut tarihsiz, II,126.
[266] Taberî, Câmiu'l-Beyân, II,239; Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,59.
[267] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, 1,253.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/96.
[268] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, 111,66.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/97.
[269] el-Vâhidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 56; H. Tahsin Emiroğlu, Esbab-ı Nüzul, 1,231.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/97.
[270] İbn Kesîr, Tefsîru'i-Kur'âni'l-Azîm, 1,296.
[271] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, I,59.
[272] İbnu'i-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, 1258.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/97-98.
[273] Taberi, Câmiu'l-Beyân, 11.276; Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,59-60.
[274] Tirmizî, Talâk, 16, hadis no: 1192.
[275] Ebu Davud, Talâk, 9-10, hadis no: 2195.
[276] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 11,281.
[277] Bak: Esbâbu'n-Nuzûl, s. 37; el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, 111,92-93.
[278] Bak: Ebu Davud, Talâk, 17, hadis no: 2227-2229; Tirmizî, Talâk, 10, hadis no: 1185
[279] Celâluddm Abdurrahmân es-Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr frt-Tefsîri'l-Me'sûr, Beyrut 1403/1983,1,670.
[280] İbnu'i-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr {Dip not), I,264.
[281] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/98-101.
[282] Bak: İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe, 11,233; VII,43-44.
[283] Bak: Buhâri, Talâk. 7.3".libâs, 23; Müslim, Nikâh, 111.112; Neseî, Nikâh, 43, hadis no: 3281
[284] Buhâri, Libâs, 23.
[285] Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, VI,105; Suyûtî, ed-Durru'l Mensur fı't-Tefsîri'l-Me'sûr, 1,677-678.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/101-102.
[286] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 11,295.
[287] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 11,295.
[288] Mısır 1328, 1,197.
[289] I,61.
[290] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 11,296.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/103.
[291] Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fi Tertibi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, 11,14-15; Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmil-Kur'ân, 111,104-105.
[292] Buhâri, Tefsîru'l-Kur'ân, 2/40; Tirmizî, Tefsîru'I-Kur'ân, 2/28, hadis no: 2981.
[293] Taberî, Câmiu'i-Beyân, n.297-298.
[294] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, 111,104-105: Ibnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe, V.232-233; VI.27,
[295] Râzî, Mefâtîhu'i-Ğayb, vi,ıı i.
[296] el-Vahidî en-Neysâburî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 58.
[297] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukul,63.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/104-105.
[298] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, 111,133.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/105.
[299] Ahmed ibn Hanbel, Musned, V.206; Taberî, Câmiu'l-Beyân, 11,348.
[300] Müslim, Mesâcid, 35. Ayrıca bak: Buharı, el-Amel fi's-Salât, 2; Tefsîru'l-Kur'ân, 2/43; Tirmizî, Salât, 180, hadis no: 405; Tefsîru'l-Kur'ân, 2/33, hadis no: 2986.
[301] Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, VI,153.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/105-106.
[302] Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, I,692.
[303] İbnul-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, 1,285; Abdulfettâh el-Kâd, Esbâbu'n-Nuzûl ani's-Sahâbe ve'-Mufessirîn, s. 39-40.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/106-107.
[304] Taberî, Câmiu'l-Beyân, II,364.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/107.
[305] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 11,366; Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, 1,742.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/107-108.
[306] Suyûtî, zâdu'l-Mesîr, 1,747.
[307] Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, VU66.
[308] el-Kurtubî, el-câmiu li-Ahkâmi'i-Kur'ân, IH.156.
[309] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/108-109.
[310] Taberi, Câmiul-Beyân, nı,7.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/109.
[311] Ebu Davud, Cihad, 116, hadis no: 2682; el-Vâhidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 59.
[312] Taberî, Câmiu'l-Beyân, ni,ıo.
[313] Taberî, câmiu'l-Beyân, 111,11.
[314] el-Vâhidî en-Nisâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 59.
[315] Taberî, Câmiu'l-Beyân, III, 10-11; el-Vahidî en-Nisâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 59.
[316] el-Vâhıdî en-Nisâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 60.
[317] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/110-112.
[318] el-Kurtubî, ei-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, II,184.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/112.
[319] el-Vâhıdî en-Nisâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 62.
[320] el-Kurtubî, ei-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, HI, 197; Suyutî, ed-Durru'l-Mensur fi't-Tefsîri'l-Me'sur, 1,747.
[321] el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, II,197.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/112-114.
[322] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, 1,316.
[323] Tirmizî, Menâkıb, 18, hadis no: 3700.
[324] Tirmizî, Menâkıb, 18, hadis no: 3701.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/114.
[325] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 111,55-56.
[326] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, I,67.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/115.
[327] İbnu'l-Cevzî, zâdu'l-Mesîr, i,325.
[328] İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azim, 1,477-478.
[329] Taberi, câmiu'l-Beyân, II,62.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/116.
[330] Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, vn,76.
[331] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 111,63.
[332] îbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, 1,478-479.
[333] el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur'ân, 111,218-219.
[334] Taberi, Câmiu'l-Beyân, II,63.
[335] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/117-118.
[336] el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, 111,225.
[337] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, 1,330.
[338] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,68.
[339] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, m,48.
[340] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/118-119.
[341] Abdulfettâh el-Kâdî, Esbâbu'n-Nuzûl, s.42.
[342] Taberi, Câmiu'l-Beyân, m,7i.
[343] Abdulfettâh el-Kâdî, Esbâbu'n-Nuzûi, s. 43.
[344] ibn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'ânil-Azîm, 1,489-490.
[345] el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmil-Kur'ân, hı.234-235
[346] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/119-120.
[347] el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, 111,239.
[348] Taberî, Câmiu'l-Beyân, m,75.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/120.
[349] Yalnız Buhârî, İbn Abbâs'ın "Hz. Peygamber (sa)'e son nazil olan âyet faiz âyetidir." sözünü Tefsîru'l-Kur'ân kitabının "Öyle bir günden sakının ki o gün Allah'a döndürüleceksiniz." âyetine ait olan 53. bâb'da vermektedir.
[350] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 111,76.
[351] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, m,55.
[352] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/121.
[353] îbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, 1,495.
[354] Alûsî, Rûhu'l-Maânî,
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/121.
[355] Müslim, İman, 199; Ahmed ibn Hanbel, Musned, 11,412; Taberî, Câmiu'l-Beyân, 111,96.
[356] Ahmed ibn Hanbel, Musned, 1,233.
[357] Müslim, İman, 200; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 2/40, hadis no: 2992; Taberî, Câmiu'l-Beyân, 111,95.
[358] Taberî, Câmiu'l-Beyân, HI,96.
[359] Taberî, câmiu'l-Beyân, m,95.
[360] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 111,102.
[361] el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, III,281, 283.
[362] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, 111,65.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/122-124.