Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Bakara 269. Ayeti Cûz-i İradeyi İnkâr Etmeye Delil Olabilir mi?

Abdullah el Hanbeli Çevrimdışı

Abdullah el Hanbeli

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Es selamu aleykum,

Kendine ehli sünnet'im diyen muasır cebriyye bunun gibi ayet ve hadisleri kendilerine delil alıyorlar, özgür iradenin olmadığına, Allah'ın keyfi bir şekilde hikmet verdiğine inanıyorlar, bu ayet ve hadisi açıklar mısın hocam, eğer mümkünse nuzul sebebiyle birlikte:

Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse gerçekten ona pek çok hayır verilmiştir. Özlü akıl sahiplerinden başkası da iyice düşünemez. (Bakara 269)

“Allah kimin için hayır dilerse onu dinde anlayış sahibi kılar. Ben yalnızca taksim eden bir kişiyim, veren Allah'tır. Allah'ın emri gelinceye (kıyamet kopuncaya) kadar bu ümmet Allah'ın emri üzere kalacak, muhalefet edenler onlara zarar veremeyeceklerdir.” (Buhari, Farzu'l-Humus 7, İlm 13, İ'tisam 10; Müslim, İmaret 98, Zekat 98.100)
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Âleykum selam we rahmetullahi we berakatuh ;

"Allah hikmeti dilediğine verir. Kime de hikmet verilirse, Ona çok hayır verilmiş demektir. Ancak saf akıl sahibleri düşünürler. "Hikmeti dilediğine verir”

Hikmetten ne kastedildiği hususunda da 11 görüş vardır:
Birincisi: O Kur’an’dır, bunu İbn Mes’ud, Mucâhid, Dahhak, Mukâtil ve diğerleri, demiştir.
İkincisi: Kur’an'ın nasih ve mensuhunu, muhkem ve muteşabihini, önce ve sonra inenini vb. şeyleri bilmektir. Bunu da Ali bin Ebu Talha, İbn Abbas’tan rivâyet etmiştir.
Üçüncüsü: Peygamberliktir, bunu da Ebu Salih, İbn Abbas’tan rivâyet etmiştir.
Dördüncüsü: Kur’an’ anlamaktır, bunu da Ebu’l - Aliye, Katâde ve İbrahim, demişlerdir.
Beşincisi: İlim ve fıkıhtır, bunu da Leys, Mucâhid’den rivâyet etmiştir.
Altıncısı: İsabetli sözdür, bunu da İbn Ebi Necih, Mucâhid'den rivâyet etmiştir.
Yedincisi: Allah’ın dininde takva sahibi olmaktır, bunu da Hasen, demiştir.
Sekizincisi: Allah korkusudur, bunu da Rebi bin Enes, demiştir.
Dokuzuncusu: Dinde aklı çalıştırmaktır, bunu da İbn Zeyd, demiştir.
Onuncusu: Anlayıştır, bunu da Şerik, demiştir.
On Birincisi: İlim ile amel etmektir. Bir adam kendinde bu ikisini bulundurmadıkça Ona hekim, denmez, bunu da İbn Kuteybe, demiştir.
“Ve men yû’tel hikmete”: Yâkub ta'nın kesri ile "yû'ti” okumuş ve üzerinde he ile durmuştur, manas da: Allah kime hikmet verirse, demektir, İbn Mes’ud’un te'den sonra he ile okuması da böyledir.
(Ebu'l Ferec İbnu'l Cevzi, Zâdu'l Mesir fi İlmu't Tefsir, C.1, Sf: 317, Bakara 269 tefsiri)

İbn Cerîr, İbnu'l-Munzir, ibn Ebî Hâtim ve Nehhâs’ın, Nâsih'te bildirdiğine göre ibn Abbâs: "Allah, hikmeti dilediğine verir.. " (Bakara 269) âyeti hakkında şöyle dedi:
“Kur’ân' bilmek (anlamak), neshedeni, neshedileni, muhkemini, muteşâbihini, öncesini, sonrasını, helalini, haramını ve misallerini bilmektir.” (İbn Cerir, 5/8. 9, İbn Ebî Hâtim 2/531 (2822) ve Nehhâs, sf: 50)
İbn Merdûye'nin Cuveybir vasıtasıyla Dahhâk ve ibn Abbâs'tan bildirdiğine göre Rasûlullah (s.a.v.): “Allah, hikmeti dilediğine verir..." (Bakara 269) âyetini okudu ve: "Burada hikmetten kasıt, Kur'ân'dır" buyurdu.
Yani Kur'ân'ın tefsiridir. İbn Abbâs: "Kur'ân' iyiler de, kötüler de okumuştur" dedi.
bn Kesîr, Tefsir'de (1/476) geçtiği üzere ibn Merdûye)

İbnu'd-Durays'n bildirdiğine göre İbn Abbâs: 'Allah, hikmeti dilediğine verir...' (Bakara 269) âyetini açıklarken: "Burada hikmetten kasıt Kur'ân’dır" dedi. bnu'd-Duraysi , 62)
İbnu'l-Munzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: 'Allah, hikmeti dilediğine verir...' (Bakara 269) âyeti hakkında: “Burada hikmetten kasıt, peygamberliktir" dedi.
Abd b. Humeyd ve İbn Cer'in bildirdiğine göre Mucâhid; 'Allah, hikmeti dilediğine verir...'(Bakara 269) âyeti hakkında şöyle dedi: "Burada hikmetten kasıt, peygamberlik değildir. Kur'ân'ı, ilmi ve fıkhı bilmek demektir.” (ibn Cerir, 5/9)
İbn Cerir ve İbnu'l-Munzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: 'Allah, hikmeti dilediğine verir ...' (Bakara 269) âyetini açıklarken: “Burada hikmetten kasıt, Kur'ân'ı hükümleriyle anlamaktır'' dedi. (İbn Cerir, 5/10)
İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ: 'Allah, hikmeti dilediğine verir..." (Bakara 269) âyetini açıklarken: “Kur'ân’ okumak ve onu düşünmektir" dedi. (İbn Ebî Hatim, 2/533 (2831)
İbn Cerir'in bildirdiğine göre Ebû'l-Âliye; "Allah, hikmeti dilediğine verir..." (Bakara 269) âyetini açıklarken: "Burada hikmetten kasıt, Kur'ân’ okumak ve Onu anlamaktır" dedi.”
Abd b. Humeyd ve İbn Cer'ir'in bildirdiğine göre Mucâhid: 'Allah, hikmeti dilediğine verir ...' (Bakara 269) âyetini açıklarken: “Burada hikmetten kasıt, Kur'ân'dır ve Yüce Allah Kur'ân hakkında doğru düşünmeyi dilediğine verir" dedi.
İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî): "Allah, hikmeti dilediğine verir..." (Bakara 269) âyetini açıklarken: "Burada hikmetten kasıt, Kur'ân'ı anlamaktır" dedi. (İbn Cerîr, 5/11)
Abd b. Humeyd’in bildirdiğine göre Mucâhid: "Allah, hikmeti dilediğine verir..." (Bakara 269) âyetini açıklarken: "Burada hikmetten kasıt, doğru konuşmaktır" dedi.
Abd b. Humeyd’in bildirdiğine göre Katâde: "Allah, hikmeti dilediğine verir..." (Bakara 269) âyetini açıklarken: "Burada hikmetten kasıt, Kur’ân’da derin bilgi sahibi olmak demektir"' dedi.
Abd b. Humeyd’in bildirdiğine göre Dahhâk: "Allah, hikmeti dilediğine verir..." (Bakara 269) âyetini açıklarken: “Burada hikmetten kasıt, Kur’ân’dır" dedi.
İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: "Allah, hikmeti dilediğine verir..." (Bakara 269) âyetini açıklarken: "Burada hikmetten kasıt, Allah korkusudur. Çünkü Allah korkusu her hikmetin başıdır" dedi ve: "...Allah’ın kulları arasında O’ndan korkan, ancak bilginlerdir..." (Fâtır 28) âyetini okudu. (İbn Ebî Hâtim, 2/531 (2824)
Ahmed, Zuhd'de Hâlid b. Sâbit er-Rabî'den bildiriyor Dâvud’a (aleyhisselam) inen Zebur'da, giriş olarak: "Hikmetin başı, Allah korkusudur" yazılı olduğunu gördüm. (Ahmed, Sf: 73)
İbn Ebî Hâtim, Matar el-Varrâk’tan bildiriyor. “Bize hikmetin Allah'tan korkmak ve Allah’ bilmek olduğu söylendi." (İbn Ebî Hâtim 2/533, 2836)
İbnu’l-Munzir, Saîd b. Cubeyr'den bildiriyor: "Korkmak, hikmet demektir. Allah'tan korkan kişi de hikmetin en güzeline ermiş olur.

İbn Ebî Hâtim'in, Mâlik b. Enes'ten bildirdiğine göre Zeyd b. Eslem şöyle dedi: "Hikmet, akıl demektir. Bana göre hikmet Allah'ın dininde fakih olmak demektir. Hikmet, Yüce Allah'ın kalblere rahmetinden ve faziletinden koyduğu bir şeydir. Bir kişiyi dünya işlerine baktığı zaman onun çok akıllı olduğunu görüyoruz. Diğer bir kişiyi de dünya ilerinde zayıf, dininde ise âlim ve doğru görüşlü olduğunu görüyoruz. Yüce Allah Ona din bilgisi verip dünya bilgisinden de mahrum bırakmaktadır. Ama esas hikmet, Allah'ın dininde derin bilgi sahibi olmaktır." (İbn Ebî Hâtim 2/532 , 2829)
İbn Ebî Hâtim, Mekhûl'dan bildiriyor: Kur'ân, peygamberliğin yetmiş iki bölümünden bir bölümdür. Bu da Yüce Allah’ın: "Kime hikmet verilmişse, şubhesiz Ona çokça hayır verilmiş demektir' (Bakara 269) buyurmuş olduğu hikmettir. (İbn Ebî Hâtim 2/534 , 2829)
(Celâleddin es Suyûti, Durru'l Mensur, C. 3, Sf: 269, Bakara 269 tefsiri)

**

“Allah hikmeti dilediğine verir. Kendisine hikmet verilen kimse pek çok iyiliğe mahzar kılınmış demektir. Sadece derin kavrayışlı insanlar düşünüp sonuç çıkarabilirler.”
Allah hikmeti dilediğine verir. Burada yer alan hikmet kelimesinin, Kur’ân’ı bilip tefsir etme anlamına geldiği söylenmiştir. İbn Abbâs’a (r.a.) nisbet edilen bu görüş, hadis olarak da rivâyet edilmiştir. (
Firûzâbâdî, Tenvîru’l-mikbâs, Sf: 50; Taberî, Câmi‘u’l-beyân, III, 330; İbn Kesîr, Tefsîru’l -Kur’ân, I, 323) Ayrıca hikmete, Kur’ân’ı anlamak, dinî konular husûsunda tam anlayış sahibi olmak ve nübüvvet anlamları da verilmiştir. Bir de şöyle denilmiştir: Hikmet, doğruya isabet demektir. Bu sonuncu mâna da göz önünde bulundurularak tefsirini yapmakta olduğumuz âyet-i kerîmede, bilinmeyen meselelerin hükümlerini ortaya koymak için içtihatta bulunmanın meşruiyeti ve muçtehidin içtihadında isabet ettiğinin delili bulunmaktadır.
{İmam [Mâturîdî] (r.h.) şöyle dedi:} Allah hikmeti dilediğine verir. Buradaki hikmetin tevili husûsunda bazı âlimler, hikmet Kur’ân demektir, yorumunu benimsemişlerdir; çünkü Cenâb-ı Hak, çeşitli âyetlerde nitelendirdiğine göre Kur’ân nurdur (Nisa 174), hidâyet kaynağıdır (Bakara 2), ruhtur (Şûrâ 52) şifadır (Yunus 57).
Kişi nurla eşyanın mahiyetlerini (hakâik) görür, hidâyetle bütün hayırları idrak edip helak olma yerlerinden korunur, ruhla bütün canlılar hayat bulur, şifa ile de her hasta sağlığa kavuşur ve her türlü âfet yok olup gider. Niteliği bundan ibaret bulunan bir şey, elbette [âyette de işaret edildiği üzere] iyiliğin ta kendisidir. Yardım Allah’tandır. Diğer bir grup âlim ise hikmet, her şeyin gerçekliğine isabet demek olup, onun sayesinde her kötülükten korunma ve her hayra ulaşma imkânı elde edilir, pek çok iyilik de bundan ibarettir, yorumunu yapmıştır.
Hatalardan korunma ancak Allah’ın yardımıyla mümkündür. Bazıları da hikmet, Peygamber’in din anlayışı (Sünnet) mânasına gelir demiştir. Buna göre Cenâb-ı Hak, Rasûl’une (s.a.v.), üzerinden gidenin kurtuluşa ereceği, ayrılanın ise sapacağı bir hak yol lütfetmiştir.
Temel anlamı çerçevesinde hikmetin tarifi için şöyle denilmiştir: O, her şeyi yerli yerine koymak ve hakkı sahibine vermekten ibarettir. Bu noktadan hareket eden bazı filozoflar hikmeti şöyle tanımlamıştır: O, her şeyden önce bilmek, bilginin ışığı altında her şeyi kendi yerine koymak ve her türlü hakkı sahibine ulaştırma eylemini gerçekleştirmektir.
Şöyle de denilmiştir: Hikmet, bütün işleri isabetli, dikkatli ve sağlam bir şekilde yerine getirmek esasından doğar. İleri sürülen bu son görüşler birbirine yakın mahiyettedir, çünkü hikmet sefehin karşıtıdır, sefeh ise gerçekleştirilen fiillerde tutarsızlık ve karşılaşılan çeşitli olaylarda, farklı tepkiler sergilemekten ibarettir. Nihaî gerçeği bilen Allah’tır.
Bir grup alim şöyle demiştir: Kur’ân’da yer alan hikmet, dini konuların sınırlarını ve iç yüzlerini anlamaktan ibaret olup, dış görünüş itibariyle değil de hakikat ve mahiyet açısından hangisinin isabetli, hangisinin hatalı olduğu, sayesinde anlaşılabilen şeydir, bu, hakîmler ile dini bilip koruyanların işidir.
Bütün güç ve kudret Allah’a aittir. Diğer bir âlimler zümresi de hikmet, anlamak demektir demiş, anlamayı (fıkıh) da bir şeyi, benzeri ve dengine işaret eden anlam ve muhtevasıyla bilmektir, diye tarif etmişlerdir. Buna göre sözü edilen anlayış sayesinde, duyular ötesinde bulunanı duyu yoluyla, anlam ve muhtevası kapalı olanı açık olan yoluyla ve ikinci derecedeki meseleyi (fer’) birinci derecedeki mesele (asıl) yoluyla bilmek imkân dâhiline girer.
Bütün güç ve kudret Allah’a aittir.
İleri sürülen bu görüşlerin hangisinden ibaret olursa olsun, ortaya konan bakış açısı göz önünde bulundurulduğu takdirde, hikmet dünya ve âhiret iyiliğini kendisinde toplamış bulunur. Niteliği bundan ibaret olan bir şey ise şubhe yok ki muhtevasında fazlasıyla hayır bulundurmuş olur. Yardım ancak Allah sayesinde mümkündür.
Tefsirini yapmakta olduğumuz âyet-i kerîmede, Allah Teâlâ’nın hikmeti herkese vermediğinin, hikmet her ne kadar hakîm olan birinin fiili ise de ona Allah’ın lütfu sayesinde nail olduğunun ve ayrıca Cenâb-ı Hakk’ın, hikmeti birine verdiği halde, o kişinin ona sahib olmayışının imkân dâhiline girmediğine dair işaret vardır. Bütün bunlar, Mûtezile mensublarının görüşüne aykırı düşmektedir. (“Sıralanan şıkların birincisi Mûtezile’ye ait, ‘din açısından en elverişli olanı kuluna vermesi Allah’a vâcibtir’ görüşünü reddeder, aksi takdirde Cenâb-ı Hakk’ın bütün insanlara
hikmet vermesi, kendisine vacip olur ve dolayısıyla hikmete mazhar kılınanın üstünlüğü ortadan kalkmış bulunurdu. İkinci ve üçüncü şık ise sözü edilen mezheb mensublarının, kişi Allah’ın vermesine ihtiyaç kalmaksızın hikmeti kendi şahsında yaratabilir’ biçiminde
ki sözlerini geçersiz kılar (Semerkandî, Şerhu’t-Te’vîlât, vr. 93b)
(Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd el-Mâturîdî, Te'vilatu'l Kuran, C. 2, Sf: 215 -216, Bakara 269 tefsiri)

**


وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكَ وَرَحْمَتُهُ لَهَمَّتْ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ اَنْ يُضِلُّوكَؕ وَمَا يُضِلُّونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَضُرُّونَكَ مِنْ شَيْءٍؕ وَاَنْزَلَ اللّٰهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُؕ وَكَانَ فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكَ عَظٖيماً
"Allah’ın Sana lütfu ve esirgemesi olmasaydı onlardan bir guruh seni yanıltmaya yeltenmişti; hâlbuki onlar ancak kendilerini saptırırlar, Sana hiçbir zarar veremezler. Allah Sana kitabı ve hikmeti indirmiş, bilmediğini sana öğretmiştir. Sana Allah’ın lutfu gerçekten büyük olmuştur." (Nisa 113)

Allah'ın kitabında hikmet iki türlüdür. Birincisi mufred olarak kullanılır, ikincisi ise Allah'ın kitabıyla birlikte kullanılan hikmettir. Mufred olarak kullanılan hikmet nubuvvet yâni peygamberlik ile açıklanmıştır ve bu da Kur'an-ı Kerim'in muhteviyatını ve ihtiva ettiği bilgileri içermekle açıklanmaktadır.

İbni Abbas hikmetle ilgili olarak şöyle der: Hikmet Kur'an-ı Kerim ilimleridir. Kur' an-ı Kerim'in nasıh ve mensuhunu, muhkem ve muteşabihini, mukaddem ve muahharını bilmek demektir. Onun helalini ve haramını, misallerini, uslubunu bilmek hikmettir.

Ed-Dahhak ise şöyle der: Hikmet, Kur'an-ı Kerim'in kendisidir ve onu anlamaktır.
Mucahid ise şöyle demektedir: Hikmet, Kur'an-ı Kerim'dir, ilim ve fıkıhtır ve bir başka rivayetle Mucahid'in tarifi ise hikmet sözde ve amelde
isabet etmektir.

en-Nehai ise şöyle der: Hikmet, eşyanın manaları ve muhtevi yatının kavranması demektir. Hasan el-Basri ise hikmet dinde vera ve takvadır. Sanki Hasan el-Basri onu bizzat hikmeti kendi ürünüyle ve gerek muktezasıyla açıklamaktadır. Kitabla birlikte zikredilen ve kitaba bitişik olan hikmete gelince, o da sünnettir. İmam Şafii bu konuda başka imamlarla birlikte aynı görüşü paylaşmaktadır ve bir başka görüşe göre ise hikmet vahiy ile hüküm vermektir, demektedir.
Vahyin çerçevesinde hüküm belirtmektir ama hikmeti doğrudan doğruya sünnet ile izah etmek ve hikmetin sünnet olduğunu ifade etmek ise daha geniş bir anlam olup, daha meşhur ve yaygın bir kanaattir. Hikmetle ilgili olarak en iyi ifade edilen görüş ise İmam Mucâhid ile İmam Mâlik'in görüşüdür. Hikmet onlara göre hakkı bilmek ve hak ile amel etmektir ve yine söylenecek sözde ve yapılacak amelde isabet etmek, doğru olanı yapmak demektir hikmet! Bu da ancak Kur'an-ı Kerim'in kavranılması, anlaşılması, iyice idrak edilmesiyle birlikte fıkhın ve İslam şeriatının bütün hususiyetlerinin imanın gerçekleriyle birlikte bilinmesi demektir.

Hikmet iki türlüdür: Birincisi ilmi, ikincisi ise ameli hikmet demektir.
İlmi bilimsel hikmet ise şudur: "Eşyanın Bâtıni taraflarına muttali olmak demektir ve sebeb ve sonuçları da yaratılış ve emir olarak bütün irtibatlarını bilmek demektir.
Sebeb ve sonuç arasındaki ilişkilerin tümünü kavramak demektir. Ameli olan hikmete gelince ise el-Menazil adlı eserin sahibinin ifade ettiği gibi "hikmet her şeyi yerli yerine koymak" demektir. Bu da üç kısma ayrılır.
1-Her şeyin hakkını tam olarak vermek olup, asla onun için çizilen sınırları aşmamak,
2-Vaktinden önce bir şeyi yapmamak
3-Vaktinde yapılması gereken bir şeyi de geciktirmemektir.

Eşyanın mertebeleri ve hukuku olduğuna göre bunlar bu eşyanın şer' i ve takdiri olarak bir gereğinin sonucudur. Eşyanın sınırları ve sonuçları vardır. Ona ulaşılır ve sonuçlar da aşılmaz. Vakitleri vardır, o vakitler hiçbir zaman öne alınmaz ve te'hir de edilmez. Hikmet bu üç yönüne riayet etmekle gerçekleşir ve bu mertebelerin her birisinin de hakkını şer'i ve takdiri olarak vermek suretiyle yerine getirilmiş olur. Bunlar da asla eşyanın sınırlarının aşılmaması ve hikmetin gereği olarak ona uyulup, gereğinin dışına çıkılmaması, her şeyin vakti olduğuna göre onun acele yapılmaması ve vaktinden sonraya da bırakılmamasıyla hikmet ortaya çıkar. Hikmet bir işi zamanında yapıp, onun zamanını geçirmemek hikmettir.
Bu da eşyanın sebeb ve sonuçlarına bağlı olarak dini ve takdiri açıdan genel bir hükümdür. Eşyanın mertebeleri ve hukuku olduğu gibi dini ve takdiri yönden de, şer'i ve kaderi yönden de bir çok muktezaları ve gerekleri vardır. Eşyanın sınırları ve nihayetleri olup, bu sınırlara ulaşılır ve son noktaları da aşılmaz. Öyle vakitleri vardır ki bunların da ne öne alınması, ne de geciktirilmesi mümkündür.
İşte hikmet de bu üç yönden uyulması gereken özelliklere sahib olup, her bir mertebesine gerektiği hakkını vermek ve Cenab-ı Allah'ın hikmet için belirlemiş olduğu hakkını şer' i ve kaderi açıdan da teslim etmektir. Hikmetin sınırları aşılmaz, eğer bu sınırlar aşılacak olursa o zaman hikmete haksızlık edilip, onun gereklerine muhalefet edilmiş olur. Aynı şekilde vakti gelmeden öne alınamaz.
Vaktini zorlamak olur ki bu da hikmete muhalif olduğu gibi, onu zamanından sonraya bırakmak da ve zamanını geçirmek de yine hikmete aykırı olup yanlışlığa düşürülmeye sebeb olur. Bu da bütün sebeb ve sonuç ilişkilerine genel bir hüküm olarak kabul edilir.
Bu gerek şer' i yönden, gerekse takdiri açıdan uyulması gereken bir genel kuraldır. Bu kuralın kaybedilmesi hikmetin gereğine de aykırı olup, aynen tohumsuz bir araziyi sulamaya benzer. Tohum ekilmediği halde araziyi sulamak hikmete muhalefet etmek demektir. Hakkının sınırlarını aşmak ise böyle bir araziyi gerektiğinden fazla suya boğmak suretiyle toprağın altındaki tohumu ve toprağın üzerindeki ekini fazla su ile yok etmeye benzer bu da ekinin bozulmasına sebeb olur.
Hikmeti zamanından evvel yapmaya kalkışıp, vaktini öne almak ise aynen bir ekini tam olgunlaşmadan ve kemal noktasına gelmeden biçmeye benzemektedir. Aynı şekilde yemeyi, içmeyi ve giyinmeyi terk etmek de hikmeti ihlal etmek ve gereken ihtiyacı karşılamaktan uzak kalmak demektir. İnsanın ihtiyaç duyduğu bir sının aşmak da hikmetin dışına çıkmak anlamına gelir ve bunun vaktini öne almak da aynı şekilde yine hikmeti ihlaldir. Vaktini geciktirmek aynen öne almak gibi nasıl bir ihlal söz konusu ise geciktirmek de hikmeti ihlal etmek demektir. O halde hikmet zamanında, gerektiği şekilde ve gerektiği sınırlar içerisinde yapılması gereken bir fiildir. Cenab-ı Allah hikmeti kullarına ta Adem'den beri Adem'in çocuklarına miras olarak bırakmıştır. Kamil olan bir insan aynen babasından kamil bir miras alan kimse gibidir. Kadın gibi de erkeğin yarısının sahib olduğu mirası alan bir yarım kişi de hikmeti tam olarak idrak etmemiş kimse gibidir. Bunun sınırlarını aşma noktasını ise ancak Cenab-ı Allah bilebilir.
Hikmetin gereklerini yerine getirme noktasında en mükemmel insanlar -hepsine salat ve selam olsun bütün peygamberlerdir- bunların da en mükemmelleri ise ulu'l-azm olan peygamberlerdir. Bu peygamberler içerisinde en mükemmeli ve hikmeti en gerektiği şekilde fevkalade yerine getiren Peygamber de Muhammed -sallallahu aleyhi vesellem-'dir. Bundan dolayı Cenab-ı Allah, Muhammed -sallallahu aleyhi vesellem-'e ve ummetine bu konuda hikmeti vermek suretiyle onlara büyük bir lütufta bulunmuştur.
İşte bunun için de Cenab-ı Allah şöyle buyurur:
"Allah sana kitabı ve hikmeti Kur'an-ı Kerim'i ve hükümlerini açıklayıcı olan sünneti indirmiş ve sana bilmediklerini öğretmiştir. Allah'ın üzerinizdeki lütfu ne büyüktür" şeklinde bu ayette buyurduğu gibi Cenab-ı Allah bir başka ayette de şöyle buyurur:
"Nitekim aranızda içinizden size âyetlerimizi okuyan. sizi (şirk
ten ve günahlardan) arındıran, size Kitabı ve hikmeti (helal ve haramı) öğreten, bilmediğiniz şeyleri (Şeriatı ve ahkamını) size bildiren sizden sizin içinizden bir Peygamber gönderdik. " (Bakara, 151)
Varlık âleminin nizamı ve bütün sistemi işte bu hikmete bağlıdır. Varlık dünyasında meydana gelebilecek her türlü eksiklik kuldaki eksiklik gibi olup, bunun sebebi hikmetin ihlal edilmesidir. İnsanların en mükemmeli ise hikmetten en çok nasibini alan kimselerdir. İnsanların bir çok yönden eksikliği olan kimseler ise hikmetten ve kemalden uzak olan kimselerdir. İşte bu gibi eksikliklere sahib olan kimseler de hikmet mirasından en az yararlanan kimselerdir. Hikmetin temelleri üçtür. İlim, hilm, yumuşaklık ve vakarlıktır. Hikmetin afetleri ve zıtları ise cehalet, acelecilik, taşkınlık, akılsızlık ve hafif meşrebliktir. Cahil olanın aceleci, hafif meşreb ve temkinsiz olanın hikmeti yoktur. Doğrusunu da Allah daha iyi bilir.
(İbn Kayyım el Cevziyye, Bedai't Tefsir, C. 1, Sf: 611 - 613, Nisa 113 tefsiri)


***

"Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime de hikmet verilirse ona çok hayır verilmiş olur. Bundan ancak akıl sahibleri ibret alır." (Bakara 269)

Allah, hikmeti yani anlayışı, sözünde isabetli olmayı, işi yerli yerince yapmayı kullarından dilediğine verir. Kime de hikmet verirse, yani kime de anlayışı, söz ve davranışlarında isabetli olma kabiliyetini verirse şubhesiz ki o kimseye çokça hayır verilmiş olur. Bunları ancak akıl sahibleri düşünüp öğüt alırlar

Mufessirler, âyette zikredilen hikmetten neyin kastedildiği hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir: .

a- Abdullah b. Abbas, Katade, Abul Âliye ve Mucahidden nakledilen bir görüşe göre bu âyette zikredilen "Hikmet'ten maksat, Kur'andır ve Kur'anı anlamaktır. Bu hususta Abdullah b. Abbas'ın şunları söylediği rivayet edilmektedir. Âyetteki "Hikmet'ten maksad, Kur'anın nâsihini, mensuhunu muhkemini, muteşabihini, mukaddemini, muahharını, helalini, haramını ve misallerini anlamak ve bilmektir.
b- Mucâhid'den nakledilen diğer bir görüşe göre burada zikredilen Hikmetten maksad, sözde ve işte isabetli olmaktır.
c- İbn-i Zeyde göre, burada zikredilen hikmetten maksad, dini anlamak ve ona uymaktır.
d- İbrahim en-Nehaiye göre hikmet'ten maksad, anlayışlı olmaktır.
e- Reb'î b. Enese göre bundan maksad, Allah'tan korkmadır. Çünkü her şeyin başı Allah'tan korkmaktır. Ve Allah teala: "Kulları içinde Allah'tan hakkıyla korkanlar ancak âlim kullardır." (Fâtır 28) buyurmuştur.
f- Suddi'ye göre ise buradaki "Hikmet'ten maksad, Peygamberliktir.

Taberi diyor ki: "Aslında hikmetten maksad, davranışlarda isabetli olmaktır. Davranışlarında isabetli olan, bilinmesi icab edeni bilendir, Allah'tan korkandır. Fakihtir, âlimdir. Peygamberler de böyledir. Bu itibarla hikmeti, isabetli olma anlamında almak, bu görüşlerin hepsini kapsamaktadır. (İbn Cerir et Taberi, Tefsiri, Bakara 269)


-----------------------------------
İstediğinizi yapın; ancak bilin ki Allah yaptıklarınızı görmektedir(Fussılet 40)

Ve de ki: Gerçek, Rabb'inizden gelendir. Artık dileyen iman etsin dileyen inkâr etsin. Biz, zalimler için alevleri kendilerini çepeçevre kuşatan bir ateş hazırladık. (Susuzluktan) imdat dileyecek olsalar buna, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevab verilir. Ne fena bir içecek ve ne kötü bir barınak!” (Kehf 29)

"
Hiçbir kimse Allah’ın yazılıp bir süreye bağlanmış izni olmadan ölmez. Kim dünya nimetini isterse ondan kendisine veririz; kim âhiret nimetini isterse ona da ondan veririz; ve şükredenleri ödüllendireceğiz." (Âl-i İmran 145)

"
Kim bu geçici dünyayı isterse burada istediğimiz kimseye dilediğimiz şeyleri veririz; sonra da onu cehenneme göndeririz; oraya kınanmış ve kovulmuş olarak girer. Kim de âhireti ister ve bir mûmin olarak âhiret için ona yaraşır bir çabayla çalışırsa işte böylelerinin çabaları karşılık görecektir." (İra 18 - 19)

"Ey peygamber! Eşlerine şöyle de: “Dünya hayatını ve güzelliklerini istiyorsanız gelin size bir şeyler vereyim sonra da güzellikle sizi serbest bırakayım. Yok eğer Allah’ı, rasulunü ve âhiret yurdunu istiyorsanız şunu bilin ki Allah, içinizden güzel davrananlara büyük bir ödül hazırlamıştır.” (Ahzab 28 - 29)


**

"
Seni oyuna getirmeye kalkışırlarsa kuşkusuz Allah Sana yeter; yardımıyla ve Mûminlerle Seni destekleyen O’dur." (Enfal 62)

"
Eğer sana hıyanet etmek istiyorlarsa bilin ki onlar, daha önce de Allah’a hainlik ettiler, Allah da onları elinize düşürdü; O yaptığını, bilerek ve yerinde yapmaktadır." (Enfal 71)

"
Allah esenlik yurduna çağırıyor ve dilediğini doğru yola iletiyor." (Yunus 25)

"
İnkâr edenlere, insanları Allah yolundan ve -yerli olsun dışarıdan gelmiş olsun bütün insanlar için (ibadet yeri) yaptığımız- Mescid-i Harâm’dan alıkoyanlara ve her kim orada zulmederek haktan saparsa ona elem veren bir azab tattırırız." (Hacc 25)

İnsan (kişi) farkında olsun veya olmasın kendi (cûz-i) iradesiyle bir şey yapınca veya isteyince, Bunu (Allah'ın dilemesi) Kulli irade olmadan yapamaz. Kulii irade (Allah'ın meişeti) olmadan salt kulun (cûz-i) iradesinin o işi veya isteğin meydana gelmesi noktasında bir kuvveti veya halk etmek özelliği olmamasından dolayı bâzı insanlar meseleyi ayrıştırma noktasında ifrata düşüp kulun mukâfat veya ceza kazanmasına sebeb olacak olan iradesini inkâr etme noktasında aşırıya kaçmaktadırlar.
 
Üst Ana Sayfa Alt