Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Ariflerin Menkıbeleri Cilt 3 - Murat Tarık Yüksel,

S Çevrimdışı

selefi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
1. “Bahauddin Veled Konya’da mezarlıkta vaaz ederken ölülerin dirilmesi yalanı (S.19-20)

Sultânü'l-Ulema herkesin yüzemediği fazilet denizinde yüz-rnüş ve herkesin dalamadığı keramet denizine dalmış mübarek ağzından inci daneleri dökerek bütün avam ve havasa va'z u nasihatler etmiştir.
Şöyle haber verilmiştir ki:
Katur Kardeş derler yüz on yaşında aziz bir zat anlatıyor: «— Pâdişâh Sultan Alâeddin Sultânü'l-Ulema'dan va'z u (nasihat etmesi için rica etmiş o da kabul ederek Kaniî dedikleri mezaristana kürsü çıkarmışlar. O zaman musalla orada imiş. Musallanın ortasından etraftaki kabirler hep görünür imiş. Halk oraya toplanıp güzel sesli ve kırâeti düzgün hafızlar Yâsin-i Şerif suresini okumuşlar, sonra Sultânü'l-Ulema tef-sire başlayıp kıyametin ahvalinden,, akvalinden, haşir ve neşirden, insanların ameline göre orada olacak cezadan ve mükâfattan bahsederek haşr ü neşrin sıhhatine taallûk eden kelimeler sarf ederek, haşri inkâr edenleri zem ve tenkid, inanıp ikrar edenleri medh ü sena ederek o aziz ve mükerrem meclis-i şerifi Cenâb-ı Allah'ın vermiş olduğu feyz ü berekâtla ihya etmişlerdir. Meclisde ağlamadık ve göz yaşlarıyla mendillerini ıslatmadık kimse kalmamıştır.
Münkirlerden yanı inkâr edici olarak ölenlerden o kabristanda-.medfun bulunan bazı kimseler Allahü teâla'nın emriyle kefenleri boynunda olduğu halde kabirlerinden çıkarak :
«— Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne muhamme-den abdühû ve resûlüh» diyerek ya veliyyallah senin buyurduğun mânaya bizler şahidiz, deyip tekrar mezarlarına girmişlerdir. Şimdi hâlâ o mezara şâhidler diye söylerler. Meclisde va'z u nasihat tamam olup dua edilirken her kabirden iki el çıkarak âmin demişler ve bunu meclisde bulunanlar aşikâre görmüşlerdir.

2. “Sultan’ül Ulema’nın meclisine muhalif iş işleyerek gelenlerin durumunu bilmesi.” Şirki (S.20)

Sultânü'l-Ulema tasarruf atta yüce mertebelere erişmiş idi ki bir kimse tarikata muhalif bir iş işledikten sonra tevbe ve istiğfar etmeden meclise girerse hemen Sultânü'l-Ulema'ya keşf olunur ve o da ona :
«— Böyle nâpâk yâni temiz olmayan göz ile ehlullah meclisine gelirsiniz; böyle hareketleri bırakın, tevbe ederek gözyaşları ile günah kirlerini yıkayın, ondan sonra böyle ehlullah meclislerine tertemiz olarak girin ve meclisde olanların yüzle-ı inde olan nurları müşahede ederek Cenâb-ı Allah'ın ihsan etmiş olduğu feyz ü berekâttan hissedar olun, yoksa hâliniz müş-kil olur», diye nasihat eder imiş. Sultânü'l-Ulema'nın böyle nasihatları keramet izhar etmek ya da bir kimsenin aybını başına kakmak gayesiyle olmayıp ancak insanları uyarıp îka/ etmek gayesiyle olur imiş.


3. Seyyid Burhaneddin Şeyhi adına yalan söylüyor. (S.20)

Sultânü'l-Ulema'nın kerametine dair şöyle haber verilmiştir ki Seyyid Bürhaneddin anlatıyor:
«— Ben rü'yamda gördüm, bir yeşil nur Sultânü'l-Ulema hazretlerinin türbesinden çıkıp açıldı, genişledi, tâ benim bulunduğum yere kadar yetişti. Hiç önüne perde olacak bir şey bulunmadı. Ben ihtiyarım elimde olmayarak yerimden sıçradım ve (La ilahe illallah muhammedün resûlüllah) dedim ve gördüm, nur hâlâ genişlemekteydi. Tamamen şehri kuşattı. Bu sırada ben bayılıp kendimden geçmişim, kendime geldiğimde rü'yayı tâbir ettirdim, aziz ve muhterem bir hanedanın zuhur edeceğini söylediler» demiştir.

4. “Meydanda şeyhin öldürdüğü adam köpek şekline dönüşüyor.” Yalanı (S.21)

Şöyle Haber verilmiştir ki, bir gün Sultânü'l-Ulema hazretleri bir zâlim kimseye asa ile hücum edince o şahıs tahammül edemeyip saldırının heybetinden düşüp ölmüş. Bu hâdiseyi gö- renler hemen pâdişâha giderek:
«— Şeyhin bir adam öldürdü», diye haber vermişler. Pâdi-şah bir adam gönderip Sultânü'l-Ulemâ'dan bu işin aslını ve hikmetini öğrenmek istemiş. Sultânü'l-Ulema :
«— Hâşâ, ben adam öldürmedim, benim öldürdüğüm bir köpektir. Eğer inanmazlarsa adamlar gönderip baksınlar ve görsünler», demiş. Pâdişâh da adamlar göndermiş. Giden kim- seler orada bir siyah kelb ölüsü görmüşler, o kelb ölüsünden başka hiç bir şey orada yok imiş. Gelip pâdişâha haber verdik lerinde pâdişâh bu hâdisenin hikmetini Sultânü'l-Ulema'dan sormuş. O da:
«— Pâdişâhım bu herkes için bir ibret olsun da bu gibi zül lümkâr olmasınlar ve mahşerde bu sıfatla haşr olmaktan kork şunlar, çekinsinler», dedikten sonra şu hadîs-i şerifi kırâet ey lemislerdir: (Temûtûne kemâ teğıyşûne ve tuhşerûne kemâ te| mûtûne) Sadeka resûlüllah ve sadaka habîbullah.


5. Seyyid Burhaneddin alay eden adamın ağzının eğilmesi yalanı (S.25)

Seyyid Bürhaneddin bir gün yolda giderken ferecesinin eteği bir tarafa eğri olmuş idi. Bir insan da istihza tankıyla yâni alay edercesine :
«— Hey derviş, ne biçim ferecedir bu?» der. Seyyid Bürhaneddin cevap verir :
«— Ne var, ne olmuş fereceye?» «— Ne olacak eğrilmiş». Seyyid ona cevaben : «—Ne fark eder, sen benim ferecenin eğrildiğini göreceğine kendi ağzının eğri olduğunu, kendi ağzının eğriliğini gür», demesiyle hemen adamın ağzı eğrilmiş ve hâli perişan olmuş. Bu hâlin sebebinin dervişden olduğunu ferasetiyle anlayan genç, derhal Seyyid Bürhaneddin'in ayağına düşerek özür dilemiş ve Seyyid Bürhaneddin de bir kere gencin ağzına bakmasıyla hemen eski hâline gelip iyi olmuştur.

6. Ateşle oynayan veli (S.26)

Seyyid Bürhaneddin'in bâzı kere ne yaptığını bilmeyerek yanmakta olan ateşe ayaklarını soktuğu ve elleriyle de kızgın ateşi söndürdüğü haber verilmiştir. Şöyle ki üstadı Sultânü'l-Ulemâ va'z u nasihat ederken Seyyid Bürhaneddin aşka gelip ne yaptığını bilmeyecek hale geldikde yanan ateşin içine ayaklarını sokup ve elleriyle de ateşi mahvettiği sık sık vâki ölmuş-'tur. Hattâ mcclisde bulunanların bu sebebden huzursuz oldukları ve Seyyid Bürhaneddin'in bazan meclisden dışarı çıkarıldığı ve bazan da baygın olarak kaldığı görülmüştür.
Seyyid Bürhaneddin'in kırk günde üstadı Sultânü'1-Ule-manın kemâlâtını kazandığı Sultan Veled tarafından haber verilmiştir.

7. Seyyid Burhaneddin’e gaibten gelen ses hurafesi (S.26-27)

Seyyîd Burhaneddin olkadar riyâzât ehli olmuş idi ki Sul-tânü'l-Ulema'ya mürid olduktan sonra on iki sene cezbe makamında olup dağlara düştüğü ve on günde falan bir ölmeyecek kadar yemek yediği söylenen sözlerin ve verilen haberlerin içindedir.
Seyyid Bürhaneddin'in riyâzât sebebiyle açlığından mübarek ağzında diş kalmadığı ve kendisine gaibden nida gelerek :
«— Riyâzattan muradın her ne ise hâsıl oldu, yeter artık bırak riyâzâtı», diye defalarca söylendiği halde bırakmayıp ömrünün nihayetine kadar riyâzâta devam ettiği de haber verilmiştir.

8. Seyyid Burhaneddin ‘nin öleceği günü bilmesi şirki (S.27)

Seyyid Bürhaneddin'in hizmetçisi anlatıyor :
«— Efendim Seyyid Bürhaneddin bir gün beni yanına çağırıp :
«— Ecel şerbeti kadehe doldurulmuş bana sunulmak üzeredir, sen sıcak su hazır eyle, hem de sala eyle ki cenazeme hâzır olsunlar, benim vaktim tamamdır», dedi ve içeri girdi. Ben kapıda durdum ve kendine gizli olarak dikkat ettim, hücrenin kapısını bağladı ve temiz gusül ettikten sonra kapının bağını çözdü, sonra namaza durdu, iki rek'at namaz kıldıktan sonra Cenâb-ı Allah'a münâcâta başladı. Bir müddet nâz ve niyaz ettikten sonra şöyle dediğini işittim:
«— Ey hâzır ve nazır! Bir emânet bana verdin, lûtf u ihsan edip yine al (Setecidünî inşâallahü minessâbiriyn», deyip şu rubâî'yi orada okudu :
Şemsi, oğlu Alâeddin'in şehîd ettiği anlaşılmıştır. Hattâ Mesnevî'nin şu anlamda olan bir beyti de bu kanâati vermektedir. Beytin anlamı şöyle :
«— Ey kerîm olan Allah! Eğer sen dergâh-ı izzetine sadece iyileri kabul edersen, günahkâr olan kimseler nereye ağlayıp sığınacaklar?» Cenâb-ı Allah Mevlânâ hazretlerinin oğlu hakkındaki böyle niyazını dergâh-ı izzetinde kabul buyurup oğlunun suçunu bağışladığını Mevlânâ şöyle haber vermiştir:
«— Murakabe esnasında gayb âleminde oğlum Alâeddin ile üstadım Şemseddin hazretlerinin sulh olduklarını müşahede ettim, oğlumun suçunu Cenâb-ı Allah bağışladı ve rahmetine nail eyledi», demiştir.

9. Şemsi Tebrizi öldüren Mevlana’nın oğlu Aleaddin ile Şemsin gayb aleminde barışmaları yalanı (S.45)

«— Biz aba ü ecdadımızdan böyle işitmişizdir ki, Habib-i Ekrem sallâllahü aleyhi ve sellem mi'rac gecesi arş altında bir suret müşahede etmiş, cennet hülleleri giyinmiş ve başına sarık sarınmış, sarığın da ucunu bir karış kadar aşağı bırakmış. Nazar-ı dikkatini çeken bu suret Efendimiz sallâllahü aleyhi ve sellem'in çok hoşuna gittiği için Cebrail'e sormuş :
«— Ya kardeşim Cebrail, bu suret benim çok ilgimi çekti, enbiya veyahut evliya ruhu mudur?» deyince Cebrail haber verip bu suret Ebu Bekrini's-Sıddîk radıyallahü anlı evlâdından Hazret-i Mevlânâ Celâleddin-i Rumî'nin ruhudur. Her hususta senin yolunda olup şeriat, tarikat, zühd ü takva ve ahlâk yönünden seni örnek edinip, dîn-i mübîn-i İslâmda bütün olgunlukları kendinde toplayıp (Mâ min nebiyyin illâ ve lehü na-ziyrün fiy ümmetini) fehvasınca senin sünnetin üzere hareket etse gerektir» demiştir. Peygamber Efendimiz sallâllahü aleyhi ve sellem de hoşuna gittiğini beyan ederek sarığını o şekilde sarınıp mi'racdan geri dönmüştür. Ve bir karış kadar aşağı bıraky mistir. Biz de el'an onu icra ederiz» dedi.

10. Allah Resulu’nun miraçta Mevlana’nın ruhu ile karşılaşması yalanı (S.46)

«— Sanki yanımızda idin, sanki üçüncümüz sen idin» diyordu. Ben anladım ki Hızır aleyhisselâmdır. Hemen yanma sokularak kendisine :
«—Anladım, sen Hızır'sın, ne olur bana ihsan eyle» dedim, O da bana cevaben : .
«— Burada Hazret-i Mevlânâ var iken benim sana ihsanda bulunmam, deniz yanında teyemmüm eder gibi olur. Senin bütün müşküllerini o halleder», deyip gözümden kayboldu. Ben de bu hâli Mevlânâ hazretlerine anlatmak için yanına gittiğimde ben hiç söze başlamadan o bana :
«— Ya Attâr! Hızır aleyhisselâmın sözleri doğrudur» diyerek durumu açıkladı ve Hızır ile aramızda geçen karşılıklı konuşmalardan haberdar olduğunu bildirdi» demiştir.

11. Hızır’ın Mevlana’nın vaazını dinleme yalanı (S.48-49)

Şemseddin Attar anlatıyor :
Hazret-i Mevlânâ bir gün bir camide va'z u nasihat ederlerken mevzuları Hızır ile Musa aleyhimesselâmın hikâyesine gelmiş idi. Mevlânâ bu kaziyeyi öylesine fesahat ve belagatla anlatıyordu ki dinleyenler nefeslerini kesip can kulağı ile dinliyorlardı. Bu sırada caminin bir köşesinde oturmuş, başım aşağı eğmiş vaiz dinlemekte olan bir şahıs kendi kendine mırıldıyordu. Bana çok yakın olduğu için söylediklerini anladım. Şöyle diyordu:
Sanki yanımızda idin, sanki üçüncümüz sen idin» di yordu. Ben anladım ki Hızır aıeyhısselamdır. Hemen yanına sokularak kendisine :
«—Anladım, sen Hızır'sın, ne olur bana ihsan eyle» dedim, O da bana cevaben : .
«— Burada Hazret-i Mevlânâ var iken benim sana ihsanda bulunmam, deniz yanında teyemmüm eder gibi olur. Senin bütün müşküllerini o halleder», deyip gözümden kayboldu. Ben de bu hâli Mevlânâ hazretlerine anlatmak için yanına gittiğimde ben hiç söze başlamadan o bana :
«— Ya Attâr! Hızır aleyhisselâmın sözleri doğrudur» diye rek durumu açıkladı ve Hızır ile aramızda geçen karşılıklı ko: nuşmalardan haberdar olduğunu bildirdi» demiştir.

12. “Mevlana’nın emriyle saka kırklara karışıyor.” Yalanı (S.49)

Şöyle rivayet olunmuştur ki: Sultan Veled bildiriyor :
«— Ben Hazret-i Mevlânâ'nın meclisinde bulunuyordum, tepeden tırnağa kadar yeşiller giyinmiş üç kişi meclise girdiler. Bunlar oldukça zarif, oldukça nazîf ve nuranî kimseler idi. Bir kenara oturdular. Bir müddet hiç konuşmadan, hiç bir şey demeden oturdular. Hazret-i Mevlânâ onlara hitaben :
«— Peki öyle olsun, hay hay öyle olsun», dedi ve o üç şa-Jııs da yine hiçbir şey söylemeden meclisden bir anda kayboldular. Ben bu hâlin sebeb ve hikmetini Mevlânâ hazretlerinden sordum. Bana :
«— Kırklardan bir zât âhirete irtihal eylemiş, yerine bedel olmak üzere bir zat istediler. Biz de bizim sakayı tâyin eyledik», buyurdular. Bundan sonra sakayı bir daha aramızda görmedik», dedi.

13. Murad Tarık Yüksel Mevlana’nın şahsında Allah’a iftira ediyor ediyor. (S.51)

«— Ben bir zamanlar cevahir almak için sefere çıkmıştım. Tâ Bahr-i Muhite kadar erittim, orada bana bir bezirgan tavsiye ettiler. Ben de varıp o bezirganı buldum ve cevahir istedim. Ba-na oldukça çok cevahir gösterdi ve değeri o kadar fazla idi ki benim param çok olmasına rağmen ancak bir cevherin bedelini verebilecektim, yâni bende bulunan yekûn para ancak bir cevahir almağa kâfi geliyordu, ben bezirgana sordum :
«— Kardeşim, siz bu kadar çok ve kıymetli cevahiri nasıl elde edebildiniz?» Bana cevaben :
«— Biz dört birader idik, bir de pederimiz vardı. Biz hep beraber balık avlardık. Bir gün denize ağımızı saldık ve çektiğimizde elimize ağ ağırca dokundu. Biz zor ve zahmetle ağı çıkardık. Ağın içinde bir yaratık vardı ki acaip bir yaratık. Yüzü adam yüzüne biraz benzer, diğer tarafları ise hiç görülmedik bir şekil, bir kıyafette idi. Biz dört birader konuştuk, şansımız, tâliimiz yok imiş diye müteessir olduk ve bu yaratığı geri denize bırakmaya karar verdik, pederimiz buna razı olmayarak mâni oldu ve bize :
— Siz delirdiniz mi? O kadar zahmet çektik, o kadar vakit kaybettik, bu zahmetler, bu meşakkatler boşa mı gitsin?» dedi biz de pederimize :
«— Peki ama bu neye yarar, biz bunu ne yaparız?» dedik, ı pederimiz de neş'eli neş'eli bize cevab verdi :
« —Bunu bir yere hapis ederiz ve seyredenlerden ücret alırız. Bu kâr bize balık avlamaktan daha kârlı olur», dedi. Söylediklerini biz de münasib gördük. Bu hususta biz de karar verip nasıl bir yere kapayacağımızı, nasıl bir yer temin edeceğimizi müşavere ederken o canavar nutka gelip, konuşmaya başladı ve gayet anlaşılır bir lisanla :
«— Ne olur, beni âleme rüsvay etmeyin, siz her ne murad ederseniz yerine getiririm ve ümid ettiğinizden çok daha fazla menfaat temin edersiniz ki, sizden sonra gelecek olan neslinize de kifayet eder», dedi. Biz bu canavarın fesahat ve belâgatine hayran olup dururken pedejimiz hemen söze başladı ve :
«— Biz seni bırakacak olursak bir daha nasıl ele geçirebiliriz?» dedi. O yaratık tekrar söze başlayıp :
«— Hazret-i Mevlânâ'nın ayağının tozu hürmetine beni hapsetmeyin, biz verdiğimiz sözde asla hilaf eylemeyiz», deyince biz ona :
«— Sen Mevlânâ hazretlerini ne biliyorsun?» dedik. O da tekrar cevap verdi ve :
«— Biz oniki bin müslümanız, derya içerisinde Hazret-i Mevlânâ'mn âyinlerim, erkânım icra ederiz» deyince bizler büyük hayret içerisinde duraklarken pederimiz düşüp bayıldı. Bir müddet sonra kendine geldi ve hürmet ve tazim ederek o yaracığı denize bıraktı. Biz deniz kenarında bekledik. Bir .saat, iki saat, üç saat, beş saat derken tam iki gün bekledik. İki günden sonra deniz üzerinde bir şa'şaa, bir parlaklık peyda oldu, hemen o yaratık başında bir tas içerisinde dolu cevahir ve elmas getirip bize teslim eyledi ve :
«— Geç kaldığım için özür dilerim. Ben çok tez gelirdim fakat Hazret-i Mevlânâ'nm sema' safasında bulunduk, ancak gelebildim», deyip bize veda ederek deryaya daldı», dedi ve bezirgan sözüne devam etti:
«— Bu cevahir işte o derya mahlûkunun getirdiği cevahirlerdendir», diye haber verdi demiştir. Hattâ mezkûr tas o bezirganın Sultan Veled'e getirdiği armağanlardan biri olduğu, (hâlâ Konya'da Mevlânâ dergâhında durmakta olduğu ve zamanla âyinlerde içinden şeker şerbeti içildiği, cevahir tas diye de tanınmış olduğu rivayet edilmektedir.

14. Mevlana Allah adına yalan söylüyor (S.54)

Hazret-i Mevlânâ buyurmuşlardır ki: Ben yedi yaşlarımda iken bir gün sabah namazında (İnnâ a'taynâ kel kevser) sûresini okur ve ağlar idim. Ansızın bana tecellî vâki olup bayılmışım. Kendime geldiğimde bir ses gelerek şöyle denildi :
«— Ey Celâleddin! Şimdiden sonra mücahede ile ben seni müşahede mahalli eyledim.» Bu sesi işitince ben secde-i şükr edip, bu lütfün, bu inayetin şükrânesi olarak Cenâb-ı Vâcibü'I-Vücud hazretlerine daha fazla ubûdiyyet, lâyıkıyla kulluk etmeye çalıştım ve bana tâbi olanlara, bana uyanlara Cenâb-ı Al-lah'dan kemal mertebeler, olgunluklar rica ve temenni, niyaz ve tazarru eyledim», demiştir.

15. Mevlana’nın bir anda Mekke’ye gidip gelme yalanı (S.101)

Hazret-i Mevlânâ'nın harem-i muhteremeleri anlatıyor :
«— Bir zaman Mevlânâ hazretleri ortadan kaybolup görünmedi. Her ne kadar aramış, sormuş isek de bir türlü bulunmamıştır. Bu arada gözlerime uyku gelip bir miktar uyumuştum. Uykudan uyandığımda Hazret-i Mevlânâ yi namaz kılar gördüm, amma mübarek ayakları tozlu idi. Sonra ayakkabılarını çevirmek istedim, onlarda kırmızı kumlar dolu idi. Sonra Mevlânâ hazretlerinden sordum, bana cevap verip buyurdular ki: Mekke hareminde velîlerden birisi vardır. Varıp birazcık onun sohbetinde bulundum. Ayakkabılarımdaki gördüğün o kum Hicaz memleketinin kumudur dedi. Benim gönlüme geldi ki bu nasıl olur. Birazcık zaman içinde bu kadar bri1 mesafeye gidip gelmek derken derhal malûmatı olup, merdâıı-k ilâhî yâni bizim gibi kimseler gönül gibi bir anda her yeri dolaşabilir deyip tayy-i mekânda olan tariflerini beyan ettiler», demiştir.

16. Şemseddin Tebrizi Mevlana adına yalan söylüyor (S.101-102)

Şöyle rivayet olunmuştur ki: Şemseddin hazretleri anlatıyor :
«— Bir gün biz Hazret-i Mevlânâ ile halvet bir yerde, tenha bir odada oturuyorduk. Tenha olan odanın duvarı yarılıp oradan altı nefer kimse çıkageldi. Bunlar çok güzel, çok nur anî idiler, ellerinde bulunan bir deste gülü Hazret-i Mevlânâ'nın olup da unutulduğu zannedilerek o kırk meclisden gelen birer tek ayakkabıların kırkını da mübarek ve meymenetli sayarak aralarında taksim eylediler. Hattâ bir tanesi de Arif Çelebi'nin hissesine isabet etti. O, Kastamonu'da Süleyman Paşa'ya armağan olmak üzere gönderdi. Bu Süleyman Paşa Arif Çelebi hazretlerinin çok samimî ahbabı idi. Bu armağan edilen bir tek ayakkabı o kadar mübarek idi ki, her kimin bir illeti olsa o ayakkabının içinden su içirilse hiç illeti kalmaz şifa bulurdu. Nice hastalar şifa bulmuşlardır ve nice hâmile hatunlar doğum omlarında o ayakkabıdan su içmek sebebiyle kolayca hamlini vaz' etmişlerdir. Hâsılı o sultandan, Mevlânâ Celâleddin-i Rumî hazretlerinden buna benzer daha çok haller, ahvaller sâdır olmuştur. Fakat nâs arasında meşhur olanları yazılmıştır. Zira hepsini yazmağa imkân yoktur.
 
A Çevrimdışı

Aswadain

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
“Kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş” demek şirktir. Kullara yardım eden, rızık veren, hastalıklarına şifa veren Allâh'dır. Hızır’da her insan gibi doğmuş, yaşamış ve ölmüştür. Hızır’ın yaşadığına dair rivayet edilen bütün sözler uydurmadır, asılsızdır! Hızır’ın hayatta olduğuna dair tek bir sahih hadis yoktur.
 
Üst Ana Sayfa Alt