Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Makale ALLAH’IN SINIRLARINI KORUMAK

A Çevrimdışı

abdulwahid-musab

Üye
İslam-TR Üyesi
ALLAH’IN SINIRLARINI KORUMAK

“Andolsun ki, içinizden size öyle bir Rasul gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O’na pek ağır gelir. Size çok düşkündür. (Bütün) mü’minlere oldukça şefkatli ve merhametlidir.”[1]
Muvahhid mü’minlerin yegâne önderi ve hayat örneği Rasulullah (s.a.s.), Allah Teâlâ tarafından, insan kullarına en son mesajını, hüküm, emir ve nehiylerini tebliğ edip, onları İslâm’a davet ederek, icabet edenleri eğitmek üzere gönderilmiştir... Âlemlere rahmet olarak gönderilen[2] Rasulullah (s.a.s.)’in nübüvvet ve Risalet vazifesini hakkıyla yerine getirdiğine, Rabbi Allah’dan kendisine vahyolunan hakikatı tam tebliğ ettiğine vasat ümmetin bütünü şahid olmuştur... Ve tebliğ olunana iman edip kabul etmiştir...


Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in, “merhamet olunmuş ümmet”ine yaptığı tavsiye ve nasihatlarından birisine dikkat edelim! Yegâne hayat nizamı İslâm’ı özetleyen bu hadis-i şerif, muvahhid mü’minler tarafından iyice idrak edilmelidir...


Ebu Sa’lebe el-Huşenî Cürsüm b. Naşir (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.):
“Allah Teâlâ, bazı şeyleri farz kıldı, onları ihmal etmeyin. Bazı günahlara yaklaşılmaması için sınır koydu, o sınırları aşmayın. Bazı şeyleri haram kıldı, o haramları çiğnemeyin. Bazı şeyleri de unuttuğu için değil, size olan merhamet sebebiyle dile getirmedi (sükût) etti, onları da araştırıp kurcalamayın.”[3]


Muvahhidlerin ve muttakîlerin önderi Rasulullah (s.a.s.)’in bu emrine itaat edenler, dünya ve ahiret saadetini elde edenlerdir... Dünyada izzet, ahirette cennet onlarındır... onlar, muvahhid mü’minler ve muttakî müslümanlardır... İman etmiş ve teslim olmuş olan şahsiyetler, önderleri Rasulullah (s.a.s.)’ın izini takib etmiş ve O’nun yüce ahlâkıyla ahlâklanmışlardır...



Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, mü’min müslüman kulları için nimetini tamamlamış, dinlerini kemâle erdirmiş ve din olarak İslâm’ı seçip beğenmiştir...[4] Allah katında din, yalnızca İslâm’dır....[5] Ve Allah, İslâm’dan başka din, yani hayat nizamı arayandan asla kabul etmeyecek, İslâm’dan başka ideolojilere ve düzenlere tabi olanlar, ahirette de kayba uğrayanlardır..[6]



Rabbimiz Allah, kemale erdirip tamamladığı İslâm Dini’nde bazı şeyleri farz kılmıştır... Mü’min müslümanlar, bu farzları asla ihmal etmemeli, onları delilleriyle öğrenim, amel etmelidirler..
Bu farzların başında, İslâm’ın beş ruknü gelir...
Abdullah İbn Ömer (r.anhuma)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“İslâm, beş şey üzerine kurulmuştur:
Allah’dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasulü olduğuna şehadet etmek.
Namaz kılmak,
Zekat vermek,
Hacc etmek,
Ramazan orucu tutmak.”[7]



Rasulullah (s.a.s.)’in bu hadislerinde beyan edilen rukünlere dikkat edilirse, önce “Kelime-i Tevhid” gündeme gelmiştir.. Kelime-i Tevhid, yani Allah’dan başka hüküm koyan ve hükmüne itaat edilen hiç bir ilâhın olmayıcı ve Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’in Allah’ın son Rasulü, son Nebisi oluşuna katıksız iman etmek... Allah Teâlâ’nın yeğane Rabb ve yegâne ilâh olduğuna iman edenler, O’nun Zâtına ve sıfatlarına asla şirk koşmamalıdır.. Tevhid, Allah’a şirk koşmadan iman etmektir.. Şirk koşmak, Allah’dan başka hüküm koyucu v egemen olduğu bölgedeki insanlara hükmünü kabul ettirici birilerinin hükümlerini isteyerek kabul etmektir... Böyle bir durum, Allah’dan başka rab ve ilâh kabul etme durumu olup, imana şirk karıştırılarak imanın ifsad edilmesi ve sakatlanmasıdır..



Yegâne hayat kitabımız ve eşsiz dusturumuz Kur’ân-ı Kerim’de, egemen olduğu bölgede kendisini ilâh ve rab ilân eden Fir’avn örneği verilmekte ve ona itaat eden insan kitleleri de onu, o şekilde kabul ettikleri beyan olunmaktadır..[8]
Allah Teâlâ’nın farz kıldığı şeylerin başında Fir’avn gibi tipleri, hangi çağda ve nerede olursa olsun reddetmek gelmektedir.. Fir’avn, yani Allah’dan başka hüküm koyucular, Diğer bir deyişle tağutlar... yeryüzündeki tağutları reddetmek farzdır... Tağutlar reddedildikten sonra Allah’a iman gerçekleşir... Eğer tağutlar reddedilmeden Allah’a inanılacak olunursa bu, şirki imana, ya da imanı şirke karıştırmak olur..[9] Böyle bir iman, iman değil, bütünüyle şirk olur.. çünkü, şirk, imana karışınca, imanın tamamını yok eder... İman yok olunca, ortada şirk kalır...



Kelime-i Tevhid’i sağlam olan iman etmiş kişi, bu sapasağlam ilkeden sonra, bu muhkem farzdan sonra diğer ilkelere inanıp amel eder... Tevhid ya da iman farzını hakkıyla yerine getiren bir muvahhid mü’min kul, namaz, zekat, Hacc, Oruç, Cihad ve diğer farzları yerine getirir... Farzları, emrolunduğu gibi yerine getiren mü’min müslüman kul, yegâne Rabbi Allah’a yaklaşır... Allah’a itaat eden muvahhid şahsiyet, Allah’ın rızasını kazanır..


Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurur:
“Allah şöyle buyurdu: (.........)
Kulum Bana, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevgili olan bir şeyle yaklaşmaz.”[10]
Kula farz kılınan katıksız imandan sonra salih amellerin işlenmesi, yani namazı dosdoğru kılmak, zekatı tam ölçüsüne göre vermek, Haccı, menasiklerine dikkat ederek yapmak, orucu, rüyet-i helâle dikkat ederek tutmak, Allah yolunda ve Allah’ın ismini yüceltmek için cihada gitmek, emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münkeri gereği gibi yerine getirmek, kısaca Allah Teâlâ’nın her farz kıldığı ibadeti emrolunduğu gibi yerine getirmek yalnız Allah’a kul olmanın gereğidir... Bu ibadetler, asla ihmal edilmemeli, hepsi zamanında ve Allah’ın emrine uygun, Rasulullah (s.a.s.)’in gösterdiği şekilde işlenmelidir.. malumdur ki, insanın yaratılış gayesi de budur.. yalnızca ve şirk koşmadan Allah’a ibadet etmek, yani O’nun her emrine itaat eylemek!..



Allah Teâlâ bazı sınırlar koymuş ve kullarının o sınırlara yaklaşmamasını ve aşmamasını emretmiştir.. O sınırlara yaklaşmak, Allah’a karşı isyan etmeye adım atmak ve o sınırları aşmak ise, Allah’a karşı başkaldırıp isyan ederek günah işlemektir...
“Zinâya yaklaşmayın. Gerçekten o, çirkin bir hayasızlık ve kötü bir yoldur.”[11] Diye buyuran

Allah Teâlâ, beyan ettiği helâl-haram sınırına çok dikkat etmelerini ve bu sınırları iyi koruyup onları aşmamalarını mü’min müslüman kullarına emretmiştir... Allah Teâlâ, kullarına beyan buyurduğu sınırlara tecavüz edip aşanların zalimlerin tâ kendileri olduklarını apaçık bildirmiştir...
“Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır, (sakın) onlara yaklaşmayın. İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar, umulur ki sakınırlar.”[12]
“İşte bunlar, Allah’ın sınırlarıdır. Onlara tecavüz etmeyin. Kim Allah’ın sınırlarına tecavüz ederse onlar, zalimlerin tâ kendileridir.”[13]
Allah’ın indirdiği hükümler ile hükmetmeyenler, hevâlarını ilâhlaştırıp, onun isteklerini egemenlik silahını kullanarak, hüküm hâline getirip insanlara buyurmak zulmün en büyüğüdür... Böyle yapanlar, zalimlerin tâ kendileridir..[14]


Allah Teâlâ, iman eden muvahhid kulları için hudud tayin buyurmuştur... Mü’min müslümanların kulluk vazifeleri, bu hududa riâyet etmek, bu sınıra yaklaşmamak ve asla çiğnememektedir... Rabbimiz Allah’ın “yapın!” diye emrettiklerini, öğretildiği gibi yapmak, “yapmayın!” diye nehyettiklerini yapmamak, ondan uzak durmak ve yaklaşmamak gerekir.. Allah’ın buyurduğu emir yerine gelmeli ve hükmü ile hükmedilmelidir...


Allah’ın emri yerine getirilirken, asla engel olunmamalı ve Allah’ın hükmü saptırılmamalıdır...
“Emrolunduğum gibi dosdoğru ol.”[15]
“Aralarından Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve onların hevalarına uyma.”[16] Emirleri, bu konudaki hassasiyeti beyan buyurmakta ve Allah’ın sınırlarının çok iyi korunmasının ciddiyetini dile getirmektedir.
Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in uygulamaları, kıyamete kadar vasat ümmet için vazgeçilmez bir örnektir... Bu örnek gibi hareket etmek, yaratılış gayesi olan yalnızca Allah’a ibadet etmenin tâ kendisidir..
“Kim Rasule itaat ederse, gerçekte Allah’a itaat etmiş olur.”[17]
Mü’minlerin annesi Aişe (r.anha) anlatıyor:
Kureyş’in Mahzûm soyundan olup da hırsızlık yapmış bulunan bir kadının durumu, Kureyş’e haylî üzüntü vermişti.



Onlar:
-Bu kadını cezadan afv hususunda Rasulullah ile kim konuşabilir? Bu hususta kelâm etmeye Rasulullah’ın sevgilisi olan Usame’den başka kim cesaret edebilir ki? dediler.
Nihayet Usâme, bu hususta Rasulullah ile konuştu.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.):
“Allah’ın tayin ettiği cezalardan bir ceza hususunda şefaat mı ediyorsun?” buyurdu.


Sonra ayağa kalkıp bir hitabe yaparak şöyle buyurdu:
“Ey insanlar, sizden evvelki (ümmet)ler ancak şu sebebden sapmış (helâk olmuş) lardı. Onlar, aralarında şerefli bir kimse çaldığı zaman onu bırakmışlardı da, zayıf olan çaldığı zaman onu ceza uyguluyorlardı.
Allah’a yemin ediyorum ki, eğer Muhammed’in kızı Fatıma çalmış olsaydı, muhakkak O’nun elini de keserdim!”[18]



Abdullah b. Ömer (r.anhuma)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Aracılığı (şefaatı), Allah cezalarından (huddlerinden) bir cezanın yerine getirilmesine engel olan kimse, Allah’a savaş açmış olur.”[19]
Allah Teâlâ’nın çizdiği sınırlara bütün imkânlarıyla hareket edip yaklaşmayan muvahhid mü’minler, Allah’ın haram kıldığı şeylere de yaklaşmamalı ve bu haram sınırları da çiğnememelidir...


“De ki: ‘ Gelin size, Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anne-babaya iyilik edin, yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizin de, onların da rızıklarını Biz vermekteyiz. Çirkin kötülüklerinin (fuhşun) açığına ve gizli olanına yaklaşmayın. Hakka dayalı olma dışında Allah’ın (öldürülmesini) haram kıldığı kimseyi öldürmeyin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti. Umulur ki akıl erdirirsiniz.
Yetimin malına, O, erginlik çağına ulaşıncaya kadar- o en güzel (şeklin) dışında- yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapın. Hiç bir nefse, gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz. Söylediğin zaman- yakınımız dahi olsa- adil olun. Allah’ın ahdine vefa gösterin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti. Umulur ki, öğüt alıp düşünürsünüz.
Bu, Benim dosdoğru olan yolumdur. Şu hâlde ona uyun. Sizi, O’nun yolundan ayıracak (başka) yollara uymayın. Bununla size tavsiye etti. Umulur ki, korkup sakınırsınız.”[20]
“De ki: ‘Rabbim yalnızca çirkin hayasızlıkları – onlardan açıkta olanlarını ve gizli olanlarını günah işlemeyi, haklı nedeni olmadan isyan ve saldırıyı, kendisi hakkında isbatlayıcı bir delil indirmediği şeyi Allah’a şirk koşmanızı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.”[21]


“Ölü eti, kan, domuz eti, Allah’dan başkası adına kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yüksek bir yerden düşmüş, boynuzlanmış, yırtıcı hayvan tarafından yenmiş –(henüz canlıyken yetişip) kestikleriniz hariç-, dikili taşlar üzerine boğazlanan (hayvanlar) ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar, fısktır (günahla yoldan sapmadır).”[22]
Bu ayet-i kerimelerde ve benzeri ayetlerde Rabbimiz Allah’ın kulları için haram kıldığı şeyler beyan edilmiş, haram kılınanların sınırları çizilmiştir...


“Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Rasulüne itaat ederse onu, altından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.”[23]


Abdullah ibn Abbas (r.anhuma)’dan.
Rasulullah (s.a.s.), Nahr günü (Minâ’da) insanlara hitaben şöyle buyurdu:
“Şübhesiz kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız bu belde içinde, bu ayda, bu günün haramlığı kadar birbirinize haramdır.”[24]


Abdullah b. Ömer (r.anhuma)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Sarhoşluk veren her şey haramdır ve çoğu sarhoşluk veren şeyin azı (da) haramdır.”[25]


Mıkdâm b. Ma’diyekrib (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Rasulullah’ın haram kıldığı şey, Allah tarafından haram kılınan şey gibidir.”[26]
Katıksız iman eden mü’min müslümanlar, Allah’a ve Rasulü (s.a.s.)’e kesin itaat eder, üzerlerine düşen kulluk vazifelerini imkânları dahilinde yerine getirmeye çalışır, Allah’ın haramlarını asla helâlleştirmedikleri gibi, Allah’ın kendilerine helâl kıldığı şeyi de haram kılmazlar!..


Şöyle buyurur Rabbimiz Allah Teâlâ:
“ De ki: ‘Allah’ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?’ De ki: ‘Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır.’ Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız.”[27]
“Ey iman edenler, Allah’ın sizin için helâl kıldığı güzel şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın. Şübhesiz Allah, haddi aşanları sevmez.”[28]


Numan b. Beşir (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Helâl belli, haram da bellidir. İkisi arasında (helâl mı, haram mı belli olmayan bir takım) şübheli şeyler vardır ki, çoğu kimseler, bunları bilmezler. Her kim şübheli şeylerden sakınırsa, ırzını da, dinini de tertemiz tutmuş olur.”[29]
Dünyanın hangi bölgesinde ve hangi çağda olurlarsa olsunlar muvahhid mü’minler, Allah ve Rasulü (s.a.s.)’in koyduğu helâl ve haram sınırlarına itaat eder, Allah ile hudud yarışına girişen egemen zalim tağutların, Allah’ın helâl-haram sınırlarını çiğneyerek, kendilerince helâl ve haram sınırlar tayin etmesine asla itaat etmezler.. O zalim tağutların helâl-haram sınırlarını çiğner ve reddederler..


Mü’min müslüman kullarına çok merhametli olan yegâne Rabbimiz, Melikimiz ve ilâhımız Allah Teâlâ, “bazı şeyleri de unuttuğu için değil, bize olan merhametinden dolayı dile getirmemiş, sûkut etmiştir. Bunları, araştırmamak ve kurcalamamak gerekir!.”
Rabbimiz Allah’ın ve önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in haram kıldıkları şeyler bellidir... Haram kılınanların ve kendisinden haram olma şübhesi olanların dışındakiler, mü’min müslüman kullara helâl kılınmıştır.. Kesin “Nasslar” ile haram kılınmamış olan şeyleri, şübheler ileri sürerek kurcalamak, onu sorup soruşturmak muvahhid bir şahsiyetin vazifesi değildir!..


Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:
“Yerde ne varsa hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip de onları yedi gök hâlinde düzenleyen O’dur. O, her şeyi çok iyi bilendir.”[30]
Bu ayet-i Kerimenin tefsirini nakletmeden önce şu “fıkhî kaide”yi kaydedelim:
“Eşyada asıl olan ibahedir.
Binaenaleyh bir kimse, evine gittiği bir zat tarafından kendisine takdimedilen me’külât (yiyecekler) kabilinden bir şeyi yiyebilir.
‘Acaba bunu helâlinden kazanmış mıdır?


Acaba bunun semenini (parasını) sahibine vermiş midir? Yoksa bunu, gasb mı etmiştir?’ diye bunları araştırması, herhâlde icab etmez. Fakat o şeyin, gasbedilmiş, gayr-ı meşrû surette ele geçirilmiş olduğunu bilirse, o zaman ondan yiyilmesi helâl olmaz.”[31]
Elmalılı Muhammed Hamdî Yazır (rh.a.), meşhur tefsirinde, bu ayeti tefsir ederken şunları beyan ediyor:


“Bir de Allah Teâlâ’nın dünkü ve bu günkü lütuflarını dinleyiniz: O Allah, o şan sahibi yaratıcıdır ki, bakınız size neler ihsân etmiş. Önce şu altınızdaki yeri ve bu yerde bulunan şeylerin hepsini, unsurları, bileşiklerini, denizleri, karaları, dağları, dereleri, ovaları, çölleri, ormanları, ırmakları, pınarları, madenleri, otları, ağaçları, çiçekleri, meyveleri, hayvanları, kuşları, hasılı dünyada bulunan şeylerin hepsini sizin için, sizin hayatınız ve ölümünüzde faydalanmanız için yarattı.


Hep bunları, insanı yaratmak ve yarattıktan sonra mes’ud yaşatmak için yarattı. Hepsini insanlara itaatlı, çekici ve mübah kıldı. Şu hâlde esas itibariyle bunların hepsinden insanlar için bir faydalanma hakkı ve bir faydalanma şekli vardır. ve bu faydalanma şekli, bazısında müsbet ve bazısında menfi bir durumdadır. Hepsinin faydalı olması, her birinin bir şekilde ve herkes için faydalı olması demek olmaz. Bir kısmında zararlı olma durumu da vardır.


Bu yönden yine Allah’ın ikinci derecede ayrı tutacağı zararlı bazı haram kılınan şeyler ve kötülükler gibi hususlardan ve bir de birbirinize göre kazanılmış, hak olmuş mallar ve mülkler gibi şeylerin dışında faydalanma sizin için mübah kılınmıştır. Buna, fıkıh ilminde “İbahâ asliyye= Aslî ibâh olan” denir. Ve bu serbest kılmanın delili, yalnız akıl değil, bu nasstır. “Canlar, ırz ve namusun dışında eşyada aslolan mübah olmaktır. Özel bir haram olma delili bulunmadıkça, mübah ile amel olunur.” Şeklindeki fıkıh kaidesi, bu nassdan alınmıştır.
Yalnız akıllara kalsaydı, kimi hep mü’bah der, kimi hep haram der, kimi de şaşırır kalırdı. Nitekim öyle olmuş ve olmaktadır. Burada şunu dikkat etmek gerekir ki, bu serbestlik, insanların tümüne eşit olarak yapılmış, insanlar, insan için yaratılmamış ve birbirlerine mübah kılınmamıştır. Bunun için insanlardan canları, ırzları birbirlerine mübah değildir. Hatta bir insan, kendi canını, ırzını bile dilediği gibi kullanmaya izinli değildir. İnsanlar, kendileri için değil, Allah’a kulluk için yaratılmışlardır:


“Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.”(Zariyat, 51/56).
Şu hâlde insanların kendini öldürmeye kendini veya ırzını başkasına satmaya hakkı yoktur. Ancak Allah’ın emrine ve hükümlerine uygun meşru nikâha izinlidir. Tersinden günahkâr olurlar. İnsanların amelleri, malları, mülkleri de birbirine karşı kendilerine bağlanmıştır.

Bunlar da, diğerlerine yasaklanmıştır. Fakat kendileri için mübah olduğundan, kendi rızalarıyla diğerlerine de terk edebilir ve verebilirler. Akîdler (anlaşmalar) ve malî işlemler, bu esas üzerine yürür.
Hasılı hayat hakkına, hürriyet hakkına ve namus hakkına hiç bir kimsenin karışma hakkı yoktur. Bunlar, insanın doğrudan doğruya Allah hakkı olan esasa dair haklarıdır. Ve bunlara saldırma, tecavüz, büyük günahlardandır. Akıl ve dinde böyledir. Canlarda, ırz ve namuslarda, akılda, dinde aslolan, mübah olma değil, haram olmadır.”[32]
Bunu, böylece naklettikte sonra, katıksız iman ediyoruz ki, Rabbimiz Allah Teâlâ, asla bir şeyi unutmuş değil ve unutmaz da!..


“Senin Rabbin kesinlikle unutkan değildir.”[33]
“De ki: ‘Bunun bilgisi, Rabbinin katında bir kitabdadır. Benim Rabbim şaşırmaz ve unutmaz.”[34]
Rabbimiz Allah, mü’min müslüman kullarına merhametinden dolayı bazı şeyleri beyan etmemiştir.. Bu şeylerin mü’min müslümanlara herhangi bir faydasından da bahsedilemez.. Dünyada ve ahirette kendilerine faydalı ya da zararlı olacak şeylerin hepsi beyan edilmiş, faydalısı emrolunmuş ve zaruri olanları nehyedilmiştir...


Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:
“Ey iman edenler, size açıklandığında sizi üzecek şeyleri sormayın. Kur’ân indirildiği zaman sorarsanız, size açıklanır. Allah, onu affetti. Allah, bağışlayandır, (kullara) yumuşak olandır.”[35]


Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Ben, sizi bıraktığım müddetçe siz de beni bırakın. Sizden önce geçenler, ancak çok sual sormaları ve peygamberleri hakkında ihtilafa düşmeleri sebebiyle helâk olmuşlardır.
Ben size, bir şey emrettim mi, ondan gücünüz yettiği kadar yapın! Bir şeyden sizi men’ettim mi onu, derhâl bırakın!”[36]


Abdullah ibn Mes’ud (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Taşkınlar (haddini aşıp aşırı gidenler), helâk olmuştur!”
Bunu, üç defa söyledi.[37]


Abdullah ibn Abbas (r.anhuma)dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Dinde aşırılıktan sakının. Çünkü sizden öncekiler, dinde kendilerini zorlayarak aşırılığa gittikleri için helâk olmuşlardır.”[38]


Abdullah ibn Mes’ud (r.a.) şöyle demiştir:
-Dikkat edin! Aşırılığa kaçmaktan, didik didik etmekten, bid’atlardan sakının! “Eskî”ye (Ashab-ı Kiramın üzerinde bulunduğu Kur’ân ve Sünnet’e) yapışın![39]
Üzerimize, Rabbimiz Allah’a karşı kulluk vazifelerimizden olmayan ve mahiyeti bize bildirilmemiş şeylerin üzerinde durmak, sapmaya vesile olacağında, bunları kurcalamak mü’min müslümanların işi olmamalı!..


Şu ayetlerde bahsedilenler bunlardandır:
“Yedi gök, yer ve bunların içindekiler, O’nu tesbih eder. o’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ancak siz, onların tesbihini kavramıyorsunuz. Şübhesiz O, hâlim olandır, bağışlayandır.”[40]
“Taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır, ondan sular çıkar. Öyleleri vardır ki, Allah korkusuyla yuvarlanır. Allah, yaptıklarınızdan gafil (habersiz) değildir.”[41]


Muvahhid mü’minler, Rabbleri Allah’ın kendilerine bildirdiği gibi iman eder, hikmetini tefekkür beraber fazla soru sorup hakkında bilgisi olmayan şeyleri kurcalamazlar!.. Çünkü kulluk vazifelerimizden olmayan şeyler hakkında soru sormak, onları araştırmak, insanı çıkmaz sokaklara sürükler ve sapmasına sebeb olur..


Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“İnsanlar, birbirlerine soru sormaya devam edecekler. Hatta şu da söylenecek:
-Mahlukatı Allah yarattı, ya Allah’ı kim yarattı?
İşte kim böyle bir şeye rastlarsa hemen:
-Ben, Allah’a iman ettim! Desin.”[42]
Mü’min müslümanların, kendilerini ilgilendirmeyen olaylar karşısındaki tavrı, Rasulullah (s.a.s.)’in beyan buyurduğu gibi olmalıdır!.




[1] Tevbe, 9/128.

[2] Bkz. Enbiya, 21/107.

[3] İmam Nevevî, Riyazu’s-Sâlihin, Hds.1836. Dârekutnî, es-Sünen, C.4, Sh. 184’den.
İmam Nevevî, Hadis-i Erbaîn, Hds.30.
Taberânî, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, çev. İsmail Mutlu, İst.1997, C.2, Sh.469, Hds.767.
Not: İmam Taberânî (rh.a.)’in rivayetinde şu ziyade yer almıştır:
“Allah’dan bir rahmet olacak o ruhsatları kabul edin.”
Hatibi-i Tebrizî, Miskatu’l-Mesabih, Kitabu’l-İman, Hds.197.
İmam Muhammed b. Muhammed b. Süleyman er-Rûdânî, Cemu’l-Fevaid-Büyük Hadis Külliyatı, çev. Naim Erdoğan, İst.2003, C.2, Sh.310, Hds. 4532. Rezin’den.
Ayrıca bkz. Hakim, el-Müstedrek, C.4, Sh.115.

[4] Bkz. Mâide, 5/3.

[5] Bkz. Âl-i İmrân, 3/19.

[6] Bkz. Âl-i İmrân, 5/85.

[7] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-İman, B.1, Hds.1.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.5, Hds.19.
Sünen-i Neseî, Kitabu’l-İman, B.13, Hds.4968.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-İman, B.3, Hds.2736.

[8] Bkz. Şuara, 26/29. Kasas, 28/38. Nazi’at, 79/21-24. Hud, 11/97.

[9] Bkz. Yusuf, 12/106.

[10] Sahih-i Buhârî, Kitabu’r-Rikak, B.38, Hds.89.

[11] İsra, 17/32.

[12] Bakara, 2/187.

[13] Bakara, 2/229.

[14] Bkz. Mâide, 5/45. Casiye, 45/23.

[15] Hud, 11/112.

[16] Mâide, 5/49.

[17] Nisa, 4/80.

[18] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Hudud, B.13, Hds.17.
Kitabu Fedailu Ashabu’n-Nebî, B.18, Hds.77.
Sünen-i Neseî, Kitabu Katu’s-Sarik, B.6, Hds.4865-4873.
Not: İmam Neseî (rh.a.)’in rivayetinde şu ziyade yer alır:
“Daha sonra Rasulullah (s.a.s.), o kadının elinin kesilmesini emretti ve eli kesildi.
Bundan sonra kadın, güzelce tevbe etti, çok iyi bir hâl sahibi oldu.”

[19] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Akdiye, B.14, Hds.3597.

[20] En’âm, 6/151-153.

[21] A’raf, 7/33.

[22] Mâide, 5/3.

[23] Nisa, 4/13.

[24] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Hacc, B.133, Hds.212-215.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Kasame, B.9, Hds.29.

[25] Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Eşribe, B.10, Hds.3392-3394.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Eşribe, B.3, Hds.1927.
Sünen-i Neseî, Kitabu’l-Eşribe, B.25, Hds.5573-5575.
Sünen-i Dârimî, Kitabu’l-Eşribe, B.8, Hds.2105.

[26] Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-İlm, B.10, Hds.2801.
Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B.49, Hds.592.

[27] A’râf, 7/32.

[28] Mâide, 5/87.

[29] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-İman, B.39, Hds.45.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Musakat, B.20, Hds.107.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Buyu, B.3, Hds.3329-3330.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B.14, Hds.3984.
Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.4, Sh.270.

[30] Bakara, 2/29.

[31] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, İst. T.y. C.1, Sh.298, Md.16.

[32] Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İst. T.y. C.1, Sh.250-251. (yenda yayınları)
Not: Metin sadeleştirilmiştir. Bkz. Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, sadeleştirenler: Doç.Dr. İsmail Karaçam, vdğ. İst. T.y. C.1, Sh. 250-251. (Azim yayınları)

[33] Meryem, 19/64.

[34] Taha, 20/52.

[35] Mâide, 5/101.

[36] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Hacc, B.73, Hds.412.
Sünen-i Neseî, Kitabu Menasiku’l-Hacc, B.1, Hds.2609-2610.

[37] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İlm, B.4, Hds.7.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabü’s-Sünnet, B.6, Hds.4608.
Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.1, Sh.386.

[38] Sünen-i Neseî, Kitabu Menasiku’l-Hacc, B.217, Hds.3044.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Menasik, B.63, Hds.3029.
Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.1, Sh.215-347.

[39] Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B.19, Hbr.144-145.

[40] İsra, 17/44.

[41] Bakara, 2/74.

[42] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.60, Hds.212-213.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Sünnet, B.18, Hds.4721.
İmam Nesaî, Amelu’l-Yevmi ve’l-Leyle-Hadisler ışığında Günlük Hayat, çev. Mehmet Yolcu, İst.1996, C.2, Sh.112, Hds.662.
KUL SADİ
 
Üst Ana Sayfa Alt