Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Ahzab Sûresi 50,51,52 Ayetler Neyi Ifade Etmektedir?

Melhame-i kübra Çevrimdışı

Melhame-i kübra

Erkek
İslam-TR Üyesi
Ahzab sûresi 50-52 arasındaki ayetler neyi ifade etmektedir? Bu ayetlerde bahsi geçen ve Peygamberimiz (asm)'in evlenmek istediği her kadın ona helal mi olmuş oluyor?

Sayın hocam bir çok forumda ve islami sitelerde bu soru çok soruluyor. Bunun cevabını sitemizde bulamadım.
Cevaplarsanız kıvanç duyarım.JezakAllahu hayr...
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
- "Ey Peygamber, mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah'ın sana ganimet olarak verdiği cariyeleri, seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını halalarının kızlarını, dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını sana helal kıldık. Eğer mûmin bir kadın, kendisini peygambere bağışlar ve peygamber de Onu nikahlamak isterse, bunu da sana helal kıldık. Bu hüküm mûminlerden ayrı olarak sadece sana mahsusdur. Biz, mûminlere, eşleri ve sahib oldukları cariyeleri hakkında neleri farz kıldığımızı bilmekteyiz. Sana da bunları helal kıldık ki sıkıntıya düşmeyesin. Allah, çok afvedendir, çok merhamet edendir.
- Hanımlarından kimi dilersen geri bırakabilir, kimi dilersen yanına alabilirsin. Geri bıraktıklarından kimi yanına almak istersen
(yine de) sana vebal yoktur. Bu gözlerinin aydınlığına, üzülmemelerine ve kendilerine verdiğinle hepsinin radı olmalarına daha uygundur. Allah, kalblerinizde olanı bilir, Allah, her şeyi bilendir. Cezalandırmakta acele etmeyendir.
Artık bundan sonra senin için başka kadınlar helal değildir. Güzellikleri hoşuna gitse de onları başkalarıyla değiştirmen câiz değildir. Ancak, sahib olduğun cariyeler hariç. Allah her şeyi murakabe edendir.
" (Ahzab 50 - 51 - 52)

Âyetlerin İcmali Manaları
Allah-u taala sevgili peygamberine çeşitli sınıflardan kadınları mubah kılmıştır. Bunlar, mehrini vermek suretiyle aldığı kadınlar, kendilerini mehirsiz olarak Rasulullah (s.a.v.)'a hibe eden kadınlar, cariyeleri ve kendi akrabaları olan Kurayş ve Beni Zuhre kabilesinden hicret eden kadınlardır. Allahu teala hiç kimseye tanımadığı bazı hususi hak ve hükümleri Rasulullah (s.a.v.)'a tanımıştır. Bunlar vasıtasıyla da tebliğ ve risaletin yayılmasını kolaylaştırmıştır.

Rasulullah (s.a.v.)'a has olan bu hükümlerden bazıları, onun dört kadından fazla evlenmesi, kendilerini mehirsiz olarak hibe eden kadınlarla evlenebilmesi, Rasulullah (s.a.v.)'a kadınlar arasındaki taksimatın farz olmamasıdır. Bunlar Rasulullah (s.a.v.)'ı şereflendirmek ve Allah (cc) katındaki makamının yüksekliğini göstermek için verilmiştir.

Muslim, sahihinde Ayşe'den şöyle rivayet etmiştir:

«Ben kendilerini Rasulullah (s.a.v.)'a hibe eden kadınları kıskanır ve ayıplayarak, «Bir kadın kendini bir erkeğe hibe etmekten haya etmez mi?» derdim, Taki, «...Kimi de dilersen yanına alabilirsin.» âyeti nâzil oluncaya kadar. Âyet nazil olunca Rasulullah (s.a.v.)'a, «Görüyorum ki Rabbin yalnız senin arzunu yerine getiriyor,» dedim.» (Muslim, Cemu'l-Fevaid. C.2, Sf: 253)

Âyeti kerimelerin manaları icmalen şöyle:
Ey Nebi, biz sana mehirlerini verdiğin zevcelerini, sağ elinin mâlik olduğu harb esiri cariyelerini, amca, hala, dayı ve teyze kızlarından Seninle hicret eden kadınları Sana helal kıldık. Ayrıca sana, sırf Allah (cc) ve Rasul (s.a.v.) sevgisi için kendilerini hibe eden saliha kadınları da mubah kıldık. Kendilerini hibe eden kadınlardan dilediğinle mehirsiz olarak evlenebilirsin. Bu evlilik mûminlere değil, yalnız sana mubah kılınmıştır. Mûminlere nikah akidlerinde nikah şartlarını farz kıldık. Onların sağ ellerinin malik bulunduğu cariyelerin dışında mehir vermelerini de farz kıldık. Fakat Sana kolaylık olması bakımından birçok hususiyetler tanıdık. Bunları sana bir zorluk, bir darlık olmaması için tahsis ettik.
Ey Rasul, dilediğinin nöbetini erteler, dilediğini de yanına alabilirsin. Boşandıktan sonra da dilediğini ricat ederek geri alabilirsin. Sana verilen bu haklar, onların kalblerinin rahatı için en uygun yoldur. Çünkü onlar, bu durumda yaptıklarını Allah (cc)'ın emir ve ruhsatıyla yaptığını bilirler. Bu yüzden yaptıklarına radı olurlar, gönül hoşluğu ile kabul ederler. Allah-u teala kalblerin gizlediklerini en iyi bilen, emirlerine muhalefet ederek isyan edenleri de cezalandırmakta acele etmeyendir.

Âyetlerin Nuzul Sebebi


«Ey peygamber, zevcelerine de ki: Eğer siz dünya hayatını ve onun ziynet (ve ihtişam)'ını arzu ediyorsanız gelin size boşanma bedellerini vereyim de hepinizi güzellikle salıvereyim.» (Ahzab: 28) âyeti nazil olunca. Rasulullah (s.a.v.)'ın zevceleri boşanacaklarından korkarak, «Ya Rasulullah, bize malından ve nefsinden dilediğini ver, yalnız bizi nikahında bırak.» dediler. Bunun üzerine, «Onlardan kimi dilersen (nöbetinden) geri bırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin...» âyeti nazil oldu. (İbni Ebi Şeybe, Rezin'den rivayet etmiştir. İbni Cevzi, Zadu'l-Mesir, C. 6, Sf: 407, 274)

****

Ey Peygamber, mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah'ın sana ganimet olarak verdiği cariyeleri, seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını halalarının kızlarını, dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını Sana helal kıldık. Eğer mûmin bir kadın, kendisini peygambere bağışlar ve peygamber de Onu nikahlamak isterse, bunu da sana helal kıldık. Bu hüküm mûminlerden ayrı olarak sadece sana mahsustur. Biz, mûminlere, eşleri ve sahib olduklan cariyeleri hakkında neleri farz kıldığımızı bilmekteyiz. Sana da bunları helal kıldık ki sıkıntıya düşmeyesin. Allah, çok afvedendir, çok merhamet edendir. (Ahzab 50)

Ey Peygamber, Biz Sana, mehirlerini vererek evlendiğin hanımlarını ve Allah'ın Sana ganimet olarak verdiği cariyeleri, Seninle birlikte hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını helal kıldık. Bir de mûmin bir kadın kendisini peygambere hediye eder peygamber de onunla evlenmek isterse, sadece Sana mahsus olmak üzere o kadını da sana-helal kıldık. Biz, mûminlere, eşleri ve cariyeleri ile evlenmeleri hususunda neleri farz kıldığımızı bilmekte ve sizlere de bildirmekteyiz. Onlar, dörtten fazla kadınla evlenemezler, evlenirken mehir vermek zorundadırlar, evlenme akdini şâhidler huzurunda yaparlar, gerektiğinde kadının velisinin iznini alırlar. Ey peygamber, biz Sana bu şekilde evlenmeyi helal kıldık ve mûminleri evlenme hususunda sorumlu tuttuğumuz birçok yükümlülüklerden Seni beri kıldık ki Senin için bir zorluk olmasın. Allah, çok afveden ve çok merhamet edendir.

Âyet-i kerimede: "Ey Peygamber, hanımlarından dilediğini geri bırakır dilediğini yanına alabilirsin." (Ahzab 51) buyurulmaktadır.
Bu ifadeden kasdedilen mana hakkında şu görüşler zikredilmektedir:


Abdullah b. Abbas, Katade, Mucahid, Dehhak ve Ebu Rez'in bunun manasının: "Ey Peygamber, hanımlarından dilediğinin sırasını erteleyib dilediğinin sırasını öne alabilisin. Onlar arasında günleri taksim etme mecburiyetin yoktur." demek olduğunu söylemişlerdir.
Şöyle ki: Rasulullahın, hanımlarını, boşanmaları veya kendi istekleriyle yanında kalmaları hususunda onları serbest bırakınca hanımları boşanmak istememişler ve Rasulullaha: "Ey Allanın Rasulu, malından dilediğini ver, kendin de dilediğin zaman bize gel" demişlerdir. Rasulullah, hanımlarından, Şevde, Cuveyriye, Safiye, ummu Habibe ve Meymune'nin sıralarını ertelemiş, Aişe, Ummu Seleme, Hafsa ve Zeyneb'in sıralarını geçirmemiştir, âyetin bu ifadesi işte bu hususu beyan etmektedir.

Abdullah b. Abbas'dan nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu âyetin bu ifadesinin manası şöyledir: "Ey Muhammed, hanımlarından dilediğini boşayıp dilediğini tutabilirsin."

Hasan-ı Basrîden nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu ifadenin manası şöyledir: "Ey Muhammed, mûmin kadınlardan dilediğinle evlenip dilemediğinle evlenmeyebilirsin. Bir kadınla evlenmek istediğinde sen kararını vermeden mûminlerden kimse onunla evlenemez."

Taberi ise âyetin bu bölümünü şu şekilde izah etmektedir:
"Ey Peygamber, Sana kendilerini hibe eden kadınlardan ve benim sana, evlenmeyi helal kıldığım kadınlardan dilediğini erteleyip kabul etmeyebilir, onlarla evlenmeyebilirsin ve nikahın altında bulunan kadınlardan dilediğine yaklaşmayabilirsin. Kendilerini Sana hibe eden kadınlardan dilediğini kabul edip onlarla evlenebilirsin ve nikahın altında bulunan kadınlardan dilediğinin yanma varabilirsin dilediğinin de yanına varmayabilir, günleri taksim etmeyebilirsin."

Âyet-i kerimenin devamında: "Kendilerinden uzaklaştıklarından birini istemende sana bir günah yoktur." buyurulmuştur.

Katade ve İbn-i Zeyd bu ifadeyi şu şekilde izah etmişlerdir:
Hanımlarından, kendilerinden uzaklaştıklarına tekrar yaklaşmanda senin için bir mahzur yoktur. Dilediğine yaklaşmakta dilediğinden uzaklaşmakta serbestsin. Taberi bu izah şeklini kabul etmiştir.

Abdullah b. Abbas (r.anhuma)'dan nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu ifadeden maksad şudur:
"Hanımlarından boşadıklarının veya ölenlerin yerine, sana helal kıldığımız kadınlardan almanda senin için bir mahzur yoktur. Ancak, halen nikahın altında bulunan kadınların sayısından fazla kadınla evlenemezsin."

Bütün bu rivayetleri naklettikten sonra âyet-i kerimeyi şöyle açıklamak mümkündür:
"Ey Muhammed, hanımlarından dilediğini yanına alıp dilediğini geriye bırakman hususunda seni serbest bırakmamız, O hanımların sevinmeleri, üzülmemeleri ve hepsinin, Senin verdiğin şeylere radı olmaları için en elverişli yoldur. Zira bu hükümlerin Allah tarafından olduğunu bilerek ona uymuş olacaklardır. Allah, erkeklerin, hanımlarından bir kısmına kalbinin daha fazla meylettiğini bilir. Bu sebeble Seni hanımlarından dilediğini erteleyip dilediğini yanına almakta serbest bıraktı. Allah, her şeyi çok iyi bilendir, yarattıklarına karşı çok yumuşak davranandır."

Aişe (r.anha) diyor ki:

"Rasulullah (s.a.v.) hanımları arasında taksimat yapar ve adaletli davranırdı. Sonra şöyle derdi: "Ey Allah'ım, bu benim gücümün yettiği kadarıyla yaptığımdır. Sen Beni, benim gücümün yetmediği ve Senin gücünün yettiği şeylerden dolayı kınama. (Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an, Sure: 33, bab: 19, Hadis No: 3216)

"Artık bundan sonra Senin için başka kadınlar helal değildir. Güzellikleri hoşuna gitse de Onları başkalarıyla değiştirmen câiz değildir. Ancak, sahib olduğun cariyeler hariç. Allah herşeyi murakabe edendir." (Ahzab 52)

Abdullah b. Abbas ve Katade'den nakledilen bir görüşe göre bu âyetin izahı şöyledir:

"Ey Peygamber, serbest bıraktığın hanımların, Alllahu, Rasulunü ve âhirat yurdunu seçtikten sonra artık bunların üzerine Senin evlenmen veya bunlardan biriyle başka bir hanımı değiştirmen Sana helal değildir."

Bu hanımlar, Rasulullah vefat ettiği zaman geride kalan dokuz hanımdır.

Ubey b. Kâ'b, İkrime, Dehhak ve Ebu Salih bu âyeti şöyle izah etmişlerdir:

"Ey Muhammed, sana helal olduğunu zikrettiğimiz hanımlar dışındaki hanımlarla evlenmen helal değildir."
Bu izah tarzına göre, Rasulullahın, bu surenin ellinci âyetinde zikredilen hanımlar dışındaki kadınlarla evlenmesi yasaklanmış fakat bu zikredilen hanımlar gibi kadınlarla evlenmesi serbest bırakılmıştır. Taberi bu görüşü tercih etmiştir.

Mucahid ise bu ayeti şu şekilde izah etmiştir:
Müslüman olmayan kadınlar sana helal değildir.
Yani Yahudi, Hıristiyan ve muşrik kadınlar sana haramdır.

Âyet-î kerimede: "Güzellikleri hoşuna gitse de onları başkalarıyla değiştirmen câiz değildir." buyurulmaktadır.

Mucahid ve Ebu Rezin âyetin bu bölümünü şöyle izah etmişlerdir:
"Ey Muhammed, sen, müsluman olan hanımlarını, Hıristiyan, Yahudi ve muşrik olan kadınlarla değiştiremezsin. Onların güzelliği senin hoşuna gitse dahi bu böyledir."

Dehhak ise şöyle izah etmiştir: "Ey Muhammed, halen Senin nikahın altında bulunan hanımlarını, güzellikleri hoşuna gitse dahi başka hanımlarla değiştirmen helal değildir. Yani hanımlarından birini boşayıp yerine başkasını alamazsın." Taberi de bu görüşü tercih etmiştir.
Bu izah şekline göre Rasulullah, kendisiyle beraber kalmayı tercih eden hanımlarım boşayıp yerlerine başka hanımlar alamayacaktır. Ancak bu hanımlarının üzerine başka hanımlarla evlenmesi mümkündür. Nitekim Aişe (r.anha) şöyle demektedir:
"
Rasulullah (s.a.v.) vefat etmeden önce kadınlar Ona helal kılınmıştı. (Yani kadınlardan dilediği ile evlenebilirdi.) (Buhari, K. Tefsir el- Kur'an sure: 33, bab: 8)

Taberi bu âyet-i kerimenin, bundan önce geçen ellinci ve elli birinci ayetlerle izahını bağdaştırabildiği için bu son âyetin neshedildiğini iddia etmenin doğru olmayacağını söylemiştir. Fakat bir kısım âlimler, bundan önce geçen âyeti bu âyeti neshettiğini, dolayısıyla Rasulullahın, dilediği kadınla evlenmesinin serbest bırakıldığını söylemişlerdir.

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler


Birinci incelik: «İhlal'in manası helalliktir. Âyetteki, «Senin için helal kıldık» ifadesi, bir şeyi haram veya helal kılmanın, teşriinin yalnız Allah (c.c.)'a mahsus olduğuna delalet eder. Rasul ise hükümleri kullara tebliğ edicidir. Hiç kimse kanun yapma veya helal yada haram kılma hakkına sahib değildir. Çünkü Allahu taala, «Hüküm Allah'dan başkasının değildir.» (Yusuf: 40) buyurmuştur.

İkinci incelik: «...Mehirlerini verdiğin zevceler...» âyeti, Allahu tealanın peygamberine en efdal ve ekmel olanı ihtiyar ettiğine işaret etmektedir. Zira mehri vermek, ertelemekten daha hayırlıdır.

Bazı sahabiler, evlenmeye güç yetiremediklerinden şikayet edince » Rasulullah (s.a.v.) Onlara, «Sizin zırhınız yok mu? Onu mehir edin » buyurmuştur. Mehrin bir kısmını ertelemek veya yansını vererek diğer yarısını borca bırakmak sonradan örf haline gelmiştir. Bu da genç kızların geleceklerini teminat altına almak düşüncesiyle mehrin çok yükseltilmesinin bir sonucudur.

Üçüncü incelik: Âyetteki, «Allah'ın sana ganimet (olarak nasib) ettiklerinden sağ elinin malik olduğu kadınları...» ifadesindeki tahsis, satın alınan cariyelerden daha efdal ve hayırlı olduklarına işaret etmektedir. Çünkü Daru'l-Harb'den alınan cariyelere «temiz cariye» ve anlaşma yoluyla alınan cariyelere de «pis cariye» denilir. Allah-u teala bu âyette de bildirdiği gibi peygamberine ancak temiz olanları nasib etmiştir.

Dördüncü İncelik: Rasulullah (s.a.v.)'ın âyette üç defa peş peşe «peygamber» unvanıyla anılması, Rasulullah'a has olan hükümlerin Allah (cc) tarafından verildiğini ve Onun peygamberliğinden dolayı olduğunu göstermektedir. Ayrıca peygamberin şanının büyüklüğünü ve Onun bu şerefe layık olduğunu beyan etmektedir.

Âyetlerdeki Şer'î Hükümler

Birinci Hüküm: «Ücret» ve «Hibe» Kelimeleriyle Nikah Yapılabilir mi?


Fakihler, nikah akdinin ancak «nikah» ve «evlenmek» gibi sarih lafızlarla yapılacağında ittifak etmişlerdir. Zira Allahu taala, «...Onları sahiblerinin izniyle kendinize nikahlayın.» (Nisa: 25) buyurmuştur. Şu halde «nikah» ve «evlenme» kelimeleri kitab ve sünnette varid olmuştur.

Fakihler, mubah kılma, helal kılma, emanet verme veya alma, rehin ve temettu kelimeleriyle nikah akdinin câiz olmadığında da ittifak etmişlerdir. Fukahanın cumhuruna göre «Ucret» kelimesiyle de nikah akdi câiz değildir.

Ebu Hasan-ı Kerhî (rahimehullah) ise, «icare» kelimesiyle nikah akdinin câiz olacağı görüşündedir. Zira Allah-u teala, «Ucretlerini (mehir) verdiğin kadınları» buyurmuştur. Görüldüğü gibi Allah-u taala «mehir» kelimesini «ucret» olarak isimlendirmiştir. Öyleyse «ücret» ve «icare» lafızlarıyla tahakkuk eden nikah akdinde mehir verilmesi vâcibdir. Şu halde «ucret» kelimesiyle nikah akdi yapılması sahihtir.

Kerhî'nin görüşünün reddi:
Şubhesiz «ucretsin manası nikah akdine muhaliftir. Zira nikah akdi ebedî olarak yapılır. Nikahta belirli bir vakit tayin edilmesi, nikahı ibtal eder. İcare akdi ise muvakkat bir zaman için yapılır. Hatta bir zaman tayin edilmeden yapılsa bile yine muvakkat olur. An be an yenilenir. Nasıl olurda ebedi bir akid olan nikah, böyle geçici bir akidle tahakkuk eder?

İcare, bir şeyin menfaatinin karşılığında yapılan akiddir. Mehir ise bir şeyin karşığı değildir. Allahu taalanın evliliğin ve kadının temizliğini ortaya koymak için vacib ettiği bir hediyedir. İşte bunun için mehir zikredilmeksizin yapılan nikah akdi sahih olur. Mehirsiz yapılan nikah akdinden sonra karı koca arasında munasebet olursa erkeğin karısına «mehr-i misil» (kadının annesinin, teyzesinin, kız kardeşinin mehri kadar mehir) vermesi icab eder. Öyleyse «icare» lafzıyla nikah sahih olmaz. Zira batıl olan Mut'a nikahı ile sahih nikah birbirinden seçilemez. Bundan dolayı Hanefi fakihlerinden hiçbirisi bu hususta Ebu Hasan-ı Kerhî (ra)'ye muvafakat etmemiştir.

«Hibe» lafzıyla nikah, cumhura göre caiz değil. Hanefilere göre ise caizdir.

Hanefi'lerin delilleri:

Hanefiler aşağıdaki delillere dayanarak nikah akdinin «hibe» kelimesi ile yapılmasının caiz olduğuna hükmetmişlerdir


1- «...Eğer mûmin bir kadın kendisini peygambere bağışlayıp (hibe) de eğer peygamber de nikahta almak isterse...» âyetinde Allahu taala «hibe» lafzı ile yapılan akde «nikah» ismi vermiştir. Bu isimlendirme nikahın «hibe» lafzıyla yapılmasının câiz olduğuna delalet eder. «Hibe» lafzıyla yapılan nikah peygambere câiz olunca bizim için de câiz olması lazımdır. Zira peygambere uymakla emrolunmuşuz.

2- Peygamber ve ummeti nikah akdinin «hibe» lafzıyla yapılmasında eşittirler. «...Diğer mûminlere değil, yalnız Sana has olmak üzere...» ayetinin işaret ettiği hususiyet ise Peygamberin mehirsiz olarak evlenebilmesidir. Çünkü bu âyet Rasulullah (s.a.v.)'a tanınan hususiyetin bir darlığı giderdiğine işaret etmektedir. Buradaki sıkıntı ise mehrin lüzumundadır. Mehri temin için çalışmak lazımdır. Rasulullah (s.a.v.) ise daima risalet vazifesiyle meşguldur. Yoksa nikah akdinin «nikah» veya «evlenmek» lafızlarıyla yapılmasında bir zorluk yoktur ki, «hibe» lafzı Rasulullah (s.a.v.)'a hasredilsin. Buna göre mehirsiz nikahlamak yalnız Rasulullaha has bir hükümdür.

3- Ayşe'den şöyle rivayet edilmiştir: «Ben kendilerini Rasulullah'a hibe eden kadınları kıskanır ve ayıplayarak, «Bir kadın kendini bir erkeğe hibe etmekten haya etmez mi?» derdim. Tâ ki, «...Kimi de dilersen yanına alabilirsin...» âyeti nâzil oluncaya kadar. Âyet nâzil olunca Rasulullah (s.a.v.)'a, «Görüyorum ki Rabb'in yalnız Senin arzunu yerine getiriyor.» dedim.»


4- Sehi bin Saad'dan şöyle rivayet edilmiştir: «Bir kadın, Rasulullah (s.a.v.)'a gelerek, «Ya Rasulullah, Ben kendimi Sana hibe etmek icin geldim.» dedi. Rasulullah (s.a.v.), kadına bakarak tasvib etti. Sonra başını eğdi. Sahabilerden bir kişi, «Ya Rasulullah, eğer bu kadına ihtiyacın yoksa benimle evlendir.» dedi. Rasulullah (s.a.v.) Ona, «Maldan neyin var?» diye sordu. Adam. «Hiçbir şeyim yok.» dedi. Rasulullah (s.a.v.), «Kur'andan ne biliyorsun?» diye sordu. O'da, «Kur'andan şu ve şu sureleri biliyorum dedi. Rasulullah (s.a.v.), «Kur'andan ezberlemiş olduğunla bu kadını sana temlik ettim.» buyurdu.» Gördüldüğü gibi Rasulullah (s.a.v.), nikah akdini «temlik» kelimesiyle yapmıştır. «Hibe» lafzı da temlik lafızlarından olduğundan, nikah akdinin «hibe» lafzıyla yapılması da câizdir, öyleyse temlike, delalet eden her lafızla nikah akdi yapmak câizdir. (Ebubekir el-Cessas. Tefsiru'l-Ahkamul-Kuran, C. 3, Sf: 366)

Cumhurun delilleri:

Maliki, Şafii ve Hanbeli'ler, aşağıdaki delillere dayanarak «hibe» lafzıyla nikah ekdinin câiz olmadığına hükmetmişlerdir:


1- Allahu taala, mehirsiz olarak ve «hibe» lafzıyla nikahlanmayı Rasulullah (s.a.v.)'a has kılmıştır. Zira Allahu taala, «...Eğer mûmin bir kadın kendini peygambere bağışlayıp (hibe) da eğer peygamber de onu nikahta almak isterse onu (fakat bu sonuncusunu) diğer mûminlere değil yalnız sana has kılmak üzere Senin için helal kıldık.» buyurmuştur. Âyetteki. «...Mûmin bir kadın kendini peygambere bağışlayıp (hibe) da...» ifadesi ile, «Diğer mûminlere değil, yalnız Sana has olmak üzere» ifadesi, bir kadının hibe yoluyla helal olmasının yalnız peygambere has olduğuna delalet eder. Öyleyse «hibe» lafzıyla evlenmek yalnız peygambere mahsustur.

2- Cumhura göre, peygambere mahsus olan bir şeyde başkasının Ona ortak olması câiz değildir. Âyet de bunun (mehirsiz olarak, hibe yoluyla evlenmenin) peygambere has olduğuna delalet etmektedir. Siz, «hibl»e lafzıyla evlenmenin Rasulullah (s.a.v.)'ın dışındakilere mubah olduğunu nereden çıkarıyorsunuz?

3- Sehl bin Saad'dan rivayet edilen hadiste Rasulullah (s.a.v.)'ın, Kur'andan ezberlemiş olduğunla bu kadını Sana temlik ettim.» demesi, Hanefilerin iddia ettiği gibi «hibe» lafzıyla nikah akdi yapılabileceğine delalet etmez. Çünkü bu hadisin diğer rivayetinde, «Sen git, Seni O kadınla evlendirdim.» ifadesi vardır, öyleyse temlike delalet eden her lafızla nikah akdi yapılamaz. Çünkü icare lafzı da temlike delalet ettiği halde, bütün fakihlerin ittifakı ile Onunla nikah akdi yapılamaz.

Tercih edilen görüş, cumhurun görüşüdür, imam Cessas'ın da uzun uzun bahsettiği gibi, Hanefilerin delilleri her ne kadar kuvvetli ise de, «hibe» lafzıyla nikahın peygambere mahsus olduğuna dair açık nas varid olmuştur. Zahir olan, hükümdeki ifadelerde lafız ile mananın ortak olmasıdır. Yoksa lafız değil, yalnız manaya hamletmek ondan gelecek bir delile muhtaçtır. Nikahta kullanılacak kelimelerde kıyas carî değildir. Buna göre cumhurun görüşü daha tercihlidir. İmam Malik'in de dediği gibi, ehibe» nikah kabul edilse bile bu, peygamberden başkasına helal değildir. Allah (cc) en doğrusunu bilir.


İkinci Hüküm : Rasulullah'a Nikahla Helal Olmak İçin Hicret Etmek Şart mıdır?


Âyetin zahirine göre, kendisiyle hicret etmeyen kadınları Rasulullahın nikahlaması helal değildir. Zira âyetin devamında, «...Seninle beraber (Medineye) hicret eden...» buyurulmuştur. Alimlerden bazıları âyetin bu zahiri manasını aynen kabul etmişlerdir. Kadı Ebu Ya'la, «Âyetin zahiri, hicret etmeyen kadınların Rasulullah (s.a.v.)'a helal olmadığına delalet ediyor demiştir. (İbni Cevzi. Zadu'l-Mesir, C. 4, Sf: 404; Ebu Hayyan. Bahru'l-Muhid, C. 7, Sf: 241)

Ummuhani binti Ebu Talib; «Rasulullah (s.a.v.), bana düğür oldu. Ben ona özür beyan ettim. Özrümü kabul etti. Sonra «Ey peygamber, mehirlerini verdiğin zevceleri ve Allahın sana ganimet (olarak nasib) eniklerinden sağ elinin malik olduğu kadınları, seninle beraber (Medineye) hicret eden amcanın kızlarını, dayının kızlarını, teyzenin kızlarını...» âyeti nazil olunca ben Rasulullah (s.a.v.)'a haram oldum. Çünkü Ben, onunla Medine'ye hicret edenlerden değildim. Ben Mekke'nin fethinde esir edildikten sonra serbest bırakılan (tulekâ) kadınlardandım.»

Mufessirlerin cumhuru ise, hicret her ne kadar âyette geçiyorsa da Rasulullah (s.a.v.) ile evlenmenin helal olma şartlarından olmadığı görüşündedir. Âyette «hicretin zikredilmesi, onun faziletini beyan etmek içindir. Âyet Rasulullah (s.a.v.)'ın evleneceği kadınların sınıflarını beyan etmektedir. Bunlardan hangi sınıfın daha faziletli olduğunu beyan etmektedir.


Ebu Hayyan şöyle der: «Âyetteki «...Seninle beraber (medineye) hicret eden...» tahsisi ise, Rasulullah (s.a.v.) ile hicret eden akraba kadınlarının hicret etmeyenlerden daha faziletli olduğunu beyan etmektedir. Yoksa diğer kadınları haram kılmak manasında değildir» (Ebu Hayyan, Bahru'l-Muhid, C. 7, Sf: 241)

Bu hususta Maverdî de iki görüş nakletmiştir: Birincisi. Rasulullah (s.a.v.) ile evlenen kadının helal olması için mutlaka Onunla hicret etmesi lazımdır. İkinci görüş ise, Rasulullah (s.a.v.) ile hicret etme şartı, âyette yakınlık dereceleri belirtilen akraba kadınlarına mahsustur. Yabancı bir kadının hicret edip etmemesi mevzu-ı bahis değildir.

Bu hususta sahih olan görüş, cumhurun görüşüdür. Yani Rasulullah (s.a.v.)'ın evlenmesinde, hicret eden akraba kadınları diğerlerinden daha efdaidir.

Üçüncü Hüküm: Rasulullah'ın İndinde Kendisini Hibe Eden Kadın Var mıydı?

Alimlerin ekserisine göre birçok kadın kendilerini Rasulullah (s.a.v.)'a hibe etmişlerdi. Kendilerini hibe eden kadınların isimleri hususunda kuvvetli veya zayıf birçok rivayet vardır. Bunlardan bazılarının isimleri şöyledir: Ummi Şerik, Havlete binti Hakim, Leyla binti el-Hatim. Şu var ki. bunlardan hiçbirisi Rasulullah (s.a.v.) ile evli değildi. Zayıf bir rivayete göre de, Meymune binti el-Haris ile Zeyneb binti Huzeyme de kendilerini hibe eden kadınlardandı. Fakat sahih olan birinci rivayettir. Yani bu iki kadın kendilerini hibe eden kadınlardan değildirler.


İbnu'l-Arabi'nin İbni Abbas (r.anhuma) ve Mucahid (r.anh)'den yaptığı rivayete göre Rasulullah (s.a.v.)'ın nikahında, kendini hibe eden kadınların hiçbirisi yoktu. (İbnu'l Arabi, age; Taberi,Tefsiri. C. 22. Sf: 23)

İbni Kesir: «Rasulullaha kendilerini hibe eden kadınlar çoktu. Nitekim Buhari de Ayşe'den bu hususta, «Ben kendilerini Rasulullah (s.a.v.)' hibe eden kadınları kıskanır ve ayıplayarak, «Bir kadın kendini bir erkeğe hibe etmekten haya etmez mi?» derdim. Tâ ki, «...Kimi de dilersen yanına alabilirsin...» âyeti nâzil oluncaya kadar. Âyet nazil olunca Rasulullah (s.a.v.)'a, «Görüyorum ki Rabb'in yalnız Senin arzunu yerine getiriyor.» dedim.» hadisini rivayet etmiştir.» (İbni Kesir, Tefsiri. C. 3)

Dördüncü Hüküm: Zevceleri Arasında Taksimat Yapmak Rasulullah'a da Farz mıydı?

Bâzı alimlere göre, zevceleri arasında taksimat yaparak buna riayet etmek Rasulullah (s.a.v.)'a da farzdı. Üstelik Rasulullah (s.a.v.) bu taksimatı çok adil bir şekilde yapardı. Zira O, akşam hangi hanımının yanında kalacaksa, «Allah'ım, bu Benim gücümün yettiği kadar yaptığım taksimattır. Eiimde olmayan ve gücümün yetmediği bir şeyle beni cezalandırma.» diye dua ederdi. Buradaki «gücümün yetmediğinden maksad kalbî sevgidir. Bu âlimlere göre, eğer taksimat Rasulullah (s.a.v.)'a farz olmasaydı, bir başkasının yanında kalmak için sırası olandan izin almazdı. Bu hususta birçok sahih hadis de varid olmuştur.

Alimlerin çoğu ise, «Onlardan kimi dilersen geri bırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin.» âyeti, Rasulullah (s.a.v.)'a zevcelerinden dilediğinin yanında kalmasını mubah kılmıştır, taksimat Ona farz değildir görüşündedirler. Bununla beraber Rasulullah (s.a.v.), adil bir şekilde taksimat yapardı.


Cessas bu hususta şöyle der: «Âyet, Rasulullah (s.a.v.)'a zevceleri arasında taksimat yapmasının farz olmadığına delalet eder. Buna göre Rasulullah (s.a.v.) dilediğini terkeder, dilediğinin yanında kalabilir.» (Ebubekir el-Cessas. Tefsiru'l-Ahkamul-Kuran, C. 3, Sf: 368)

İbni Kesir de şöyle der: «Şafii alimlerinin bir kısmı bu âyete dayanarak Rasulullaha zevceleri arasında taksimat yapmanın farz olmadığını söylerler. Buhari Muaz'dan, O da Ayşe'den şöyle rivayet etmiştir: «Rasulullah (s.a.v.), zevcelerinin birinin gününde diğerinin yanında kalmak isterse, «Onlardan kimi dilersen geri bırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin.» âyetinin nuzûlunden sonra da izin isterdi. Bana bir gün «Ne dersin, Bana izin verir misin?» dedi. Ben de, «Eğer benim elimde olsa idi Seni kimseye bırakmazdım.» dedim.» (İbni Kesir, Tefsiri, C. 3)

Sahih olan, Rasulullah (s.a.v.)'a zevceleri arasında taksimat yapmanın farz olmadığı görüşüdür. Cumhurun tercihi de budur.

İslâm düşmanları asırlardan beri birtakım yalanlar uydurarak İslâm Peygamberinin peygamberliğine gölge düşürmek, lekelemek istemektedirler. Gayeleri, bu yolla mûminleri dinde şubheye düşürmek, halkın Rasulullah (s.a.v.)'a olan inançlarını sarsmaktır.


Peygamber ve rasuller hakkında düşmanları tarafında iftira ve buhtanlar uydurulmasında şaşılacak birşey yoktur. Çünkü bu Allah (cc)'ın sünnetidir. Allah (cc)'ın sünnetini de hiçbir şey değiştiremez. Zira Allah-u taala, «Biz her peygambere günahkarlardan böyle düşman(lar) peyda ettik.» (Furkan: 31) buyurmuştur.

Mûminlerin temiz zevceleri olan Rasulullah (s.a.v.)'ın zevcelerinden bahsetmeden önce, kindar İslâm düşmanları tarafından ortaya atılan bir şubheyi reddetmek istiyoruz. Çünkü bu İslâm düşmanları, en büyük peygamber olan Muhammed'i lekeleyerek halkın itikadını bozmak ve birçok hakikatleri gizlemek için birçok şubheler ortaya atmışlardır.

İslâm düşmanları şöyle derler:
Muhammed, şehvetperest bir erkek, arzularıyla şehvetinin peşinde koşan bir kimsedir. Bu sebeble, ummetini dört kadınla sınırladığı halde kendisi bir veya dört kadınla yetinmeyerek 10 veya daha fazla kadınla evlenmiştir. İşte bu, onun nefsanî arzularına uyarak şehvetinin peşinde gittiğini göstermektedir. Muhammed ile İsa arasında çok büyük bir fark vardır. Birisi nefsini yenmiş, arzularına galebe çalmıştır. Diğeri ise, şehvetinin peşinde yürüyen bir kimsedir. Bunlar nasıl bir olabilir?


Allahu taala böyleleri için şöyle buyurmaktadır: «Ağızlarından çıkan söz ne büyük! Onlar yalandan başkasını söylemezler.» (Kehf: 5)

İslâm düşmanlarının böyle söylemeleri, kindar ve yalancı olduklarından tabiidir. Fakat Muhammed hiçbir zaman bir şehvetperest değildir. Ancak O, insanlar arasından çıkarılmış bir peygamberdi. İnsanların evlendiği gibi o da evlenmiştir. Evlenme hususunda da ummetine önder olmuştur. O, hıristiyanların inandıkları gibi ne ilahtır, ne de Allah'ın oğludur. O da ummeti gibi bir beşerdir. Ancak onu Allah (cc), vahiy ve risaletle şereflendirmiştir: «
De ki: «Ben ancak sizin gibi bir beşerim. (Şu kadar ki) bana yalnız ilahınızın bir tek ilah olduğu vahyediliyor.» (Kehf: 110)

Rasulullah (s.a.v.), diğer peygamberlerden, Onların izinden çıkan ve sünnetlerine muhalefet eden ayrı bir yol getirmemiştir. Zira Kur'an-ı Kerim büyük peygamberlerden örnekler vermektedir. Mesela, «
Andolsun ki Biz Senden önce de peygamberler göndermişiz, Onlara da zevceler ve evladlar vermişizdir.» (Ra'd: 38) buyurulmuştur.

İslâm düşmanları son Peygamber hakkında uydurmuş oldukları iftiraları nereden çıkarıyorlar? Şairin de dediği gibi, gözü ağrıyan kişi güneşin ışığını inkâr eder. Hasta bir kişinin ağzı tatları nasıl inkar ederse bunlar da Rasulullah (s.a.v.) öyle inkar ederek iftiralarda bulunuyorlar. Zira Allahu taala «
(Hiç de) yer (yüzün)de dolaşmadılar mı ki, (bari) bu sebebim düşünecek kalblere, bu suretle işitecek kulaklara malik olsun(lar). Fakat hakikat şudur ki, (yalnız maddi) gözler kör olmaz, fakat (asıl) sinelerin içindeki kalbler kör olur.» (Hac: 46) buyurmaktadır.

Şubhenin reddi:
Burada iki temel nokta vardır. Bunlar Rasul-u Ekram'e atılan şubheleri defettikleri gibi mufterilerin ağızlarını da bağlamak, tadır. Bu İki mühim noktayı, ileride Rasulullah (s.a.v.)'ın zevcelerinden bahsederken de gözden uzak tutmamak lazımdır. Bu iki nokta şunlardır:

1- Rasulullah (s.a.v.)'ın çok evlenmesi :
İhtiyarlık vaktinde vaki olmuştur. Rasulullah (s.a.v.), bu evliliklerinin hepsini 53 yaşından sonra yapmıştır.

2- Ayşe'nin dışındaki bütün temiz, zevceleri; dul ve yaşlıdırlar. Gene ve bakire olarak aldığı tek zevceleri Ayşe'dir.

İşte bu iki noktayı göz önünde bulundurduğumuz takdirde musteşriklerin ortaya atmış oldukları itham ve iftiraların yalan olduğunu kolayca anlarız. Çünkü eğer evlenmekten maksad, şehvanî arzuları tatmin veya şehvanî arzuların peşinde koşmak olsaydı, Rasulullah (s.a.v.), ihtiyarlığında değil, gençliğinde evlenirdi. Dul've yaşlı kadınlarla değil, genç ve bakire kızlarla evlenirdi.

Bir gün Cabir bin Abdullah, (r.anh) güzel bir elbise giyinmiş ve kokular sürünmüş olarak Rasulullah (s.a.v.)'in yanına geldi. Resulullah (s.a.v.) Rasulullah (s.a.v.) Ona, «Sen evlendin mi?» diye sordu.. O da «Evet, evlendim.» dedi. «Evlendiğin kadın genç ve bakire midir, yoksa dul mudur?» diye sordu. Cabir «Dul» cevabını verince Rasulullah (s.a.v.), «Gülüşüp oynaşacağınız bir bakire yok muydu?» buyurdu.

Bu hadise Rasulullah (s.a.v.)'ın evlenmeyi herkesten daha iyi bildiğini göstermektedir. Böyle bir kişi nasıl olur da bakirelerle değil, yaşlı dullarla evlenir? Eğer onun maksadı kadınlardan faydalanmak ve şehvanî arzularını tatmin etmek olsaydı, gençliğinde tek kadınla yetinir miydi?


Sahabe-i kiram Rasulullah (s.a.v.)'a karşı, can ve mallarını feda edecek kadar cömerttiler. Eğer Rasulullah (s.a.v.) gençliğinde evlenmek isteseydi, hiçbir sahabe, Onu güzel bakire kızlarla evlendirmekten çekinmezdi. Neden Rasulullah (s.a.v.) gençliğinde, hayatının baharında bir kadınla evlendiği halde sonradan birçok kadınla evlenmiş ve bunları da yaşlı ve dul kadınlar arasından almıştır? Şubhesiz bu, Rasulullah (s.a.v.) hakkında atılan iftiraları reddetmeye kafidir. Demek ki Rasulullah (s.a.v.)'ın evlenmesi beşeri arzularını tatmin için değil, tersine beşerin akıl erdiremeyeceği yüce hikmet ve hedefler için evlenmiştir. Eğer onun düşmanları kor taassublannı bırakarak bu gerçeği kabul etseler, Rasulullah (s.a.v.)'ın evlenmelerindeki yüce hikmetleri görürlerdi. Çünkü Rasulullah (s.a.v.), başkasının maslahatı tein kendi rahatını feda edecek kadar rahimdi. İslâm daveti yolunda akla gelmedik işkencelere maruz kaldığı halde bir an dâhi rahatını düşünmemiştir. (Ahkâm Tefsiri)

 
Üst Ana Sayfa Alt