Ebu Bekir b. el-Enbarî'nin rivayetine göre Ali'nin ve Fatı-ma'nın kızı, aynı zamanda Abdullah b. Cafer'in zevcesi Zeyneb, Huseyin'in Kerbela'da şehid edildiği gün çadırının perdesini aralamış ve bu beyitleri okumuştu. Doğrusunu Allah bilir.
Hişam b. el-Kelbî, Ömer b. İkrime'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Huseyin'in öldürüldüğü gün Medine'de sabahladığımızda bir cariyemiz bize şöyle dedi: Dün bir ünleyicinin şu şiiri yüksek sesle okuduğunu işittim:
"Ey haksız yere Huseyin'i öldürenler! Azabı ve cezayı müjdelerim size. Gökteki herkes size beddua ediyor. Ne kadar melek ve peygamber varsa, Süleyman da, Musa da, İncil'in sahibi îsa da, Bunlar hep size lanet okuyorlar."
îbn Hişam dedi ki: Amr b. Hayzum el-Kelbî de annesinin bu sesi
duyduğunu bana söyledi
Leys ile Ebu Naim de bu sesin cumartesi günü duyulduğunu söylenişlerdir.
Hakim Ebu Abdillah en-Nisaburî ile diğerleri, bazı mütekaddimin tarihçilerin Huseyin hakkında şöyle dediklerini rivayet etmiştir:
"Ey Muhammed'in kızının oğlu! Senin kesik başını,
Kana bulanmış, âdeta kanla perdelenmiş vaziyette getirdiler.
Ey Muhammed'in kızının oğlu! Seni öldürmekle onlar,
Apaçık bir vaziyette kasıtlı olarak peygamberi öldürmüş gibi oldu.
Seni susuz halde öldürdüler,
Seni öldürmekle onlar Kur'ân'ı düşünmediler.
Sen öldürüldün diye tekbir getirdiler.
Aslında seni Öldürmekle onlar tekbir ve tehlili öldürmüş oldular."
Fasıl
Huseyin, hicri altmışbirinci senenin muharrem ayının onuncu günü olan aşura gününde -ki o gün cumaya rastlamakta idi- öldürüldü. Allah, ondan razı olsun. Hişam b. Kelbî'nin ifadesine göre Huseyin, hicri altmışikinci senede öldürülmüştür. Ali b. el-Medinî de böyle demiştir, îbn Luhey'a ise hicri altmışikinci veya altmışüçünçü senede öldürülmüş olduğunu ifade etmiştir. Başkaları ise, hicri altmışıncı senede öldürüldüğünü söylemişlerdir, ama sahih olan rivayete göre Huseyin, hicri altmışbirinci senede öldürülmüştür. Irak'ın Kerbela beldesinde Taf denen yerde şehid olmuş olup, şehadeti esnasında elli sekiz yaşındaydı. İbn Nuaym, onun şehid edilirken altmış beş veya altmış altı yaşında olduğunu söylemekle hata etmiştir.
İmanı Ahmed b. Hanbel, Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Yağmur meleği, Peygamber (s.a.v.)'m yanma girmek için izin istedi. Kendisine izin verildi, melek içeri girince Peygamber (s.a.v.), Ummu Seleme'ye: "Kapıya kapa, kapıda dur ki kimse yanımıza gelmesin." dedi. Ancak Ali'nin oğlu Huseyin geldi. Koşarak içeri girdi ve Peygamber (s.a.v.)'m omuzuna tırmandı. Melek, peygamber'e sordu: .
- Sen bunu seviyor musun?
- Evet.
- Senin ümmetin bunu öldürecektir. İstersen öldürüleceği yeri de sana göstereyim.
Böyle dedikten sonra melek elini çırptı ve peygambere kızıl bir toprak gösterdi. Ummu Seleme de o toprağı alıp elbisesinin bir ucuna sak-ayıp düğümledi. Biz, Huseyin'in Kerbela'da öldürüleceğini daha önceleri işitirdik."
Ebu Kasım el-Beğavî, Enes b. Haris'ten rivayet etti ki, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Şu oğlum (Huseyin) Kerbela denen bir yerde öldürülecektir. Sızden bu durumu gören olursa ona yardım etsin."
Enes b. Haris de Kerbela'ya gitti ve Huseyin'le beraber öldürüldü
İmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah'ın babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ben, Ali ile beraber yolda gidiyordum. Onun ibriğini taşıyordum Ninova'ya vardığımızda o Siffin'e doğru giderken şöyle seslendi: "Sabret ey Ebu Abdillah, sabret ey Ebu Abdillah, Fırat kıyısına vardığında sab ret."
Ben kendisine böyle demekle neyi kasdettiğini sordum. O da şu cevabı verdi: Bir gün Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma gitmiştim, gözlerinden yaşlar akmaktaydı. Kendisine sordum:
"Ya Rasûlallah, niçin ağlıyorsun?
- Az önce Cebrail yanımdaydı, kalkıp gitti. Bana, Huseyin'in Fırat kıyısında öldürüleceğim söyledi ve istersem, öldürüleceği yerin toprağını bana koklatabileceğini de söyledi. Elini uzattı, bir avuç toprak getirip bana verdi. Ben de o toprağı görünce gözlerime hakim olamadım, yaşlar akmaya başladı."
Muhammed b. Sa'd ile diğerleri dediler ki: Ali, Siffin'e giderken Ker-bela'da hanzel ağaçlarının bulunduğu yere uğradı. O mıntıkanın adını sorduğunda Kerbela olduğunu söylediler. O da "Kerb ve bela" (sıkıntı ve bela) dedi. İnip o ağacın yanında namaz kıldı. Sonra şöyle dedi: "Burada bazı kimseler şehid edilecektir. Onlar sahabelerden başka, şehitlerin en hayırlılarıdırlar, hesapsız olarak Cennet'e gireceklerdir." Böyle derken oradaki bir yere işaret etti, orayı bellediler ve Huseyin de orada öldürüldü.
Kabu'l-Ahbar'dan Kerbela ile ilgili olarak birçok rivayetler varid olmuştur. Ebu'l-Cenab el-Kelbî ile diğerlerinin anlattıklarına göre Kerbela halkı, Huseyin'in öldürülmesinden sonra cinlerin ona ağıt yaktıklarım hep işitirlermiş ve cinler ağıt yakarken de şöyle derlermiş:
"Rasûl, onun alnındaki kanlan sildi, Onun yanaklarında parlaklık vardır. Ebeveyni, Kureyş'in en yüksek soyundandır. Dedesi de dedelerin en hayırhsıdır."
Adamın biri, bu ağıta şu cevabı vermişti:
"Heyet olarak onu karşılamaya gittiler, ama onlar,
Heyetlerin en kötüleri ve şerlileri idiler.
Peygamberlerinin kızının oğlunu öldürdüler.
Onu hendeklere düşürüp durdurdular."
İbn Asakir'in rivayetine göre bir grup Müslüman, Bizans'a gazayali derlerken bir kilisede şöyle bir yazıya rastlamışlardı:
"Huseyin'i öldüren bir ümmet,
Hesap gününde onun dedesinin şefaatini umar mı?"
Gaziler, kilisedeki bu yazıyı kimin yazdığını sorduklarında ilgililer: "Bu yazı, sizin peygamberinizin bisetinden 300 sene önce buraya yazılmıştır." demişlerdi.
Başka bir rivayette anlatıldığına göre Huseyin'i öldürenler dönüp gecelediklerinde onun kesik başı yanlarında olduğu halde içki içme-ve başlamışlardı. O esnada demirden bir kalem ortaya çıkarak o evdeki duvara şu satırı kanla yazmıştı:
"Huseyin'i öldüren bir ümmet,
Hesap gününde onun dedesinin şefaatini umarlar mı?"
İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.)'ı günün ortasında rüya halinde tozlu ve saçı başı dağınık vaziyette gördüm. Elinde içi kan dolu bir şişe vardı. Kendisine dedim ki:
- Anam babam sana feda olsun ya Rasûlallah, bu nedir? Buyurdu ki:
- Bu, Huseyin'in ve arkadaşlarının kanıdır.
Ben o günden itibaren bu olayın ne zaman olacağını hep beklemeye başladım."
Ammar dedi İd: Biz o güriü tesbit ettik ve sonradan anladığımıza göre Huseyin, o günde öldürülmüştü.»
İbn Ebi'd-Dünya, Ali b. Zeyd b. Cüda'nm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«İbn Abbas, uykusundan uyandı ve: "Doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz." mealindeki ayet-i kerimeyi okudu. Sonra da: "Vallahi Huseyin öldürüldü." dedi. Arkadaşları: "Niçin ey İbn Abbas?" diye sorunca o şöyle cevap verdi: Rasûlullah (s.a.v.)'ı rüyada gördüm, elinde kan dolu bir şişe vardı. Bana dedi ki: "Biliyor musun, benden sonra ümmetim ne yaptı? Huseyin'i öldürdüler. İşte bu, onun ve arkadaşlarının kanıdır. Bu kanları Allah'a arz edeceğim." Arkadaşları, İbn Abbas'm bu konuşmayı yaptığı günü ve o saati bir kenara yazdılar. Yirmi dört gün geçtikten sonra Huseyin'in o günde ve o saatte öldürüldüğüne dair haber Medine'ye geldi.»
Tirmizî, Selma'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ummu Seleme'nin yanma gittim, ağlıyordu, kendisine sordum:
- Niçin ağlıyorsun?
- Rasûlullah (s.a.v.)'ı gördüm. Saçında ve sakalında toprak vardı. Kendisine: "Neyin var ya Rasûlallah, bu ne haldir?" diye sorduğumda bana şu cevabı verdi: Az önce Huseyin'in öldürüldüğünü gördüm:»
Muhammed b. Sa'd, Şehr b. Havşeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Biz, Peygamber (s.a.v.)'m eşi Ummu Seleme'nin yanındaydık. Bir imdat sesi duyduk. Ummu Seleme'ye bir kadın geldi. Yanımda durup-"Huseyin öldürüldü." dedi. Ummu Seleme de şu karşılığı verdi: "Demek böyle yaptılar. Allah onların mezarlarını (veya evlerini) ateşle doldursun." Böyle dedikten sonra Ummu Seleme bayılıp yere düştü. Biz de kalkıp gittik."
İmam Ahmed b. Hanbel, Ummu Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cinlerin, Huseyin için ağladıklarını ve ona ağıt yaktıklarını işittim."
Huseyin b. İdris, Ummu Seleme'nin şöyle dediğim rivayet etmiştir: Cinlerin Huseyin'e şu şiirle mersiye okuduklarını işittim;
"Ey cahilce Huseyin'i Öldürenleri Azabı ve cezayı müjdelerim size! Gökteki herkes size beddua ediyor, Ne kadar melek ve peygamber varsa, Süleyman da, Musa da, İncil sahibi İsa da, Bütün bunlar size lanet okuyorlar."
Hatib, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cenâb-ı Allah, Muhammed (s.a.v.)'e şöyle vahyetti: Ben, Zekekiya oğlu Yahya'nın öldürülmesine karşılık 70.000 kişiyi öldürdüm. Senin kızının oğlu (Huseyin'in) öldürülmesine karşılık da 70000.000 kişiyi öldüreceğim." Bu, cidden garib bir hadistir. Hakim, bunu "el-Müstedrek" adlı eserinde rivayet etmiştir. Taberanî de bununla ilgili çok garib rivayetlerde bulunmuştur.
Şiîler, aşura günü ile ilgili olarak abartılı rivayetlerde bulunmuş ve bu konuda yalan ve asılsız birçok hadisler uydurmuşlardır. Mesela, Huseyin'in öldürüldüğü aşura gününde güneşin tutulduğu ve yıldızların ortaya çıktığını, o gün hangi taş kaldırılsa altında mutlaka kan göründüğünü, göğün kenarlarının kızardığım, güneşin doğarken kan gibi ışınlar saçtığını, semanın kan emen bir kuztçuk gibi olduğunu, yıldızların birbirlerine çarpıldığım, semanın kırmızı renkli yağmur yağdırdığını, o güne kadar daha önce o şekilde semada bir kırmızılık görülmediğini ifade etmişler. Buna benzer birçok yalanlar uydurmuşlardır.
İbn Luhey'a, Ebu Kubeyl el-Meafirî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Huseyin'in öldürüldüğü gün güneş tutuldu, yıldızlar göründü. Vakit de öğle vaktiydi. Huseyin'in kesik başını hükümet konağına götürdüklerinde konağın duvarlarından kanlar sızmaya başladı. Yeryüzü üçgün süreyle karardı. Safran ve alaçehre bitkilerine elini süren kimsenin eü yanıyordu. Kudüs'te hangi taş kaldırılırsa, altında mutlaka taze kan görülüyordu. Huseyin'e ait develeri ganimet eden düşmanlar bu develeri kesip pişirdiklerinde etleri çok acı olup Ebu Cehil karpuzunu andıran bir tad veriyordu..."
Şiîler, buna benzer daha birçok yalan ve uydurma hadisler ortaya sürmüşlerdi ki, bunlardan hiçbiri doğru değildir.
Huseyin'i öldürenlere isabet eden bela ve musibetlerle ilgili olarak rivayet edilen hadislere gelince bunların çoğu sahihtir, onu öldürenlerden olup da dünyada bela ve musibetlerden kurtulan çok az kimse olmuştur. Bunlar bir hastalığa yakalanmadan dünyadan çıkıp gitmiş değildirler. Çoğu delirmiştir. Huseyin'in öldürülmesiyle ilgili olarak Şiîler ve Rafıziler, çok yalan ve asılsız haberler nakletmişlerdir. Burada bu haberlere Örnek olarak yeteri kadar nakilde bulunduk. Bazı nakillerimizde de şüphe vardır. İbn Cerir ve diğer hadis hafız ve imamları, eğer bunları anmış olmasalardı, bu haberleri buraya almazdım. Naklettiğim haberlerin çoğu, Şiî olan Ebu Mihnef Lut b. Yahya'ya aittir ki o da hadis imamları nezdinde rivayet bakımından zayıf bir kimsedir. O, sadece haber hıfzeden bir kimse olup bu gibi haberler başkasının nezdinde mevcut olmayıp onun nezdinde mevcuttur. Bu sebepledir ki konuyla ilgili eser tasnif eden müelliflerin çoğu ona dil uzatmışlardır. Doğrusunu Allah bilir.
Hicri dördüncü asır da Büveyhîler devleti zamanında Rafiziler, aşırı giderek aşura gününde Bağdat'ta ve benzeri beldelerde def çalıp yollara ve çarşılara kül ve saman savurup dükkanlara mendil asıp hüzünlerini açığa vurur ve ağlarlardı. Çokları da susuz olarak öldürüldüğü hatırasına saygı göstermek maksadıyla aşura gecesinde su içmezlerdi. Sonra kadınlar, yüzlerini açıp ağlayarak yüzlerini ve göğüslerini tokatlayarak yalın ayak sokaklara dökülürlerdi. Buna benzer daha birçok çirkin bid'at ve rezilane âdetler icad ettiler. Böyle yapmakla da Emevi devletini protesto etmek istiyorlardı. Çünkü Huseyin, Emevi devletinin hakim olduğu zamanda öldürülmüştü.
Şam'daki Rafızi ve Şii düşmanlarına gelince, onlar da aşura gününde tam tersi bir âdet ortaya çıkardılar. Bunlar da aşura gününde bazı hububat çeşitlerini bir araya katıp pişirirler, yıkanır, koku sürünür, en güzel elbiselerini giyinir ve aşura gününü âdeta bayram gibi kutlarlardı- Bu günde çeşitli yemekler yapar, sevinç ve ferahlarını açığa vururlardı. Böyle yapmakla da Rafîzilere ters bir hava meydana getirmek ve °nlara karşı olduklarını göstermek isterlerdi.
Hz, Huseyin'i öldürenler, güya onun Müslümanların -bir araya gelip ittifak etmelerinden sonra- birliklerini bozmak, onları parçalamak ve insanların ittifakla kendisine bey'at ettiği kimseyi hilafetten halletmek maksadıyla Kûfe'ye geldiğini söyleyip tevilde bulunarak onu öldürmüşlerdi. Sahih-i Müslim'de insanların böyle bir duruma girmekten sakınmaları gerektiğini bildiren bir hadis varid olmuştur. Bazı cahillerin hakları olmadığı halde böyle bir tevilde bulunarak Huseyin'i öldürdükleri ifade edilmiştir. Ancak onların, Huseyin tarafından ileri sürülen üç tekliften birini kabul etmeleri gerektiği anlatılmıştır. Bunlar ümmetten zorba bir grubu yermekle bütün ümmeti yeriyorlar ve dolayısıyla peygamberini itham ediyorlardı. Aslında hakikat onların iddia ettikleri gibi değildi, tuttukları yol doğru değildi. Aksine imamların öteden beri hepsi, Huseyin'in ve arkadaşlarının öldürülmesine razı olmamışlardır. Bundan hoşlanmamışlardır. Sadece Kûfelilerden az bir grup buna razı olmuşlardır. Allah onlara lanet etsin. Çokları da fasit maksat ve amaçlarına ulaşmakta onu vasıta etmek için Kûfe'ye gelmesi gerektiğine dair Huseyin'e mektup yazmışlardı.
İbn Ziyad, Kûfelilerin dünyalık peşinde olduklarım anlayınca onları Huseyin'e karşı -gerek teşvik ederek gerek korkutarak- yönlendirdi. Onlar da bu yüzden Huseyin'den el çektiler. Onu yardımsız bıraktılar, sonra da öldürdüler. Aslında Irak ordusundaki askerlerin hepsi, Huseyin'in öldürülmesine razı değildi. Muaviye oğlu Yezid de -doğrusunu Allah bilir ya- buna memnun olmadığı gibi bundan hoşlanmadığını da belirtmiş değildi. Akla gelen kuvvetli ihtimale göre Yezid -eğer öldürülmesinden önce- Huseyin'in yanma gidebilseydi onu affederdi. Nitekim babası Muaviye de ona bu şekilde vasiyette bulunmuştu. Zaten bunu da kendisi açıkça ifade etmişti. Huseyin'i öldürmesinden dolayı İbn Ziyad'ı kınamış, ona sövmüştü, zahiri ifadelerinden anlaşılan budur. Ancak yine de onu görevden azletmemiş ve cezalandırmamıştı. Onu kmayıcı bir haber de göndermemişti, doğrusunu Allah bilir.
Her Müslünıanın, Huseyin'in öldürülmesi sebebiyle üzülmesi gerekir. Çünkü o, Müslümanların efendilerinden, sahabelerin âlimlerinden olup Rasûlullah'ın en faziletli kızı Fatıma'mn oğluydu. İbadet eden yürekli ve cömert bir kimseydi. Ama belki de çoğu riyakarlık ve yapmacık hareketlerden ibaret olan -Şiilerin yaptığı gibi- aşırı derecede vücuda işkence etmek ve matem tutmak, güzel bir davranış değildir. Huseyin'in babası Ali, daha faziletli bir kimse olup şehid edildiği halde Şiiler, onun öldürülüş gününü Huseyin'in öldürülüş günü gibi matemle geçirmemektedirler. Babası Ali, sabah namazına gitmekte iken hicri kırkbirinci senenin ramazan ayının on yedisinde, cuma günü öldürülmüştü. Osman da aynı şekilde öldürülmüş ve o, Ali'den daha faziletli bir kimse idi. Ehl-i sünnet ve'1-cemaat bu görüştedir. Osman, hicri otuzaltıncı senenin zilhicce ayında teşrik günlerinde evinde mahsur halde iken öldürülmüştü. Boğazının damarlarına kadar koparılmıştı, ama insanlar onun öldürülüş gününü matemle geçirmemektedirler. Aynı şekilde Hattab oğlu Ömer de hem Osman'dan, hem Ali'den daha faziletli idi. Mihrapta sabah namazını kılarken ve Kur'ân okurken Öldürülmüştü. Ama insanlar, onun öldürülüş gününü matemle geçirmemektedirler. Ebu Bekir es-Sıddık da Ömer'den daha faziletli bir kimse olduğu halde onun vefat gününü hiç kimse matemle geçirmemektedir. Rasûlullah (s.a.v.), dünya ve ahirette ademoğlu-nun efendisidir. Allah, onun ruhunu kendisinden Önceki peygamberler gibi teslim aldı, vefat ettirdi. Ama hiç kimse, ne onun ne de diğer peygamberlerin vefat günlerini şu bilgisiz Rafizilerin Huseyin'in ölüm gününü matemle geçirişleri gibi matemle geçirmemektedir. Ve hiç kimse bütün bu yüksek şahsiyetlerin vefat günlerinde Huseyin'in öldürüldüğü günde güneşin tutulması ve semada kızarıklığın belirmesi gibi harika hallerden birinin zuhur ettiğini iddia etmemiştir.
Bu gibi durumlarda ve musibetlerde söylenecek en güzel söz, Huseyin'in oğlu Ali'nin, dedesi Rasûlullah (s.a.v.)'dan rivayet ettiği şu
sözdür:
«Bir Müslüman, başına gelen bir musibeti -aradan ne kadar zaman geçsede- andığı zaman istirca eder, (Doğrusu biz Allah'a aidiz ve biz O'na dönücüleriz." derse, Allah ona o musibete uğradığı gündeki kadar sevap verir.» Bu hadisi, İmam Ahmed b, Hanbel ile İbn Mace rivayet etmişlerdir.
Huseyin'in Mezarı
Müteahhirin ulemasının çoğuna göre Huseyin'in mezarı, Ali'nin şehid edildiği Kerbela nehri yanındaki Taftadır. Anlatıldığına göre bu şehitlik abidesi, Huseyin'in mezarı üzerine inşa edilmiştir. Doğrusunu Allah bilir. îbn Cerir ile diğerlerinin anlattıklarına göre Huseyin'in öldürüldüğü yer, belirsiz hale gelmiştir ki, Amse orayı belirleyecek durumda değildir. Ebu Nuaym Sebil b. Dekkin, Huseyin'in mezarını bildiklerini iddia edenleri reddetmiştir.
Hişam b. Kelbî'nin anlattığına göre mezarının yerini belirsiz kılmak amacıyla Huseyin'in mezarına su akıtıldığı zaman o su kırk gün sonra çekilip kurudu. Beni Esed kabilesinden bir bedevi oraya gelip avuç avuç toprağı alıp koklamaya başladı. Nihayet gelip Huseyin'in mezarı başında durdu. Düşüp ağladı ve şöyle dedi: "Anam babam sana feda olsun, ne kadar da hoş kokuyorsun, toprağın da çok hoş kokuyor." Böyle dedikten sonra da şu beyti okudu.
"Mezarını düşmanından gizlemek istediler,
Mezar toprağının hoş kokması, onun mezarının bulunduğu yeri gösterdi."
Huseyin'in Başı
Tarihçi ve siyercilerce meşhur olan kavle göre İbn Ziyad, Huseyin'in kesik başını Muaviye oğlu Yezid'e göndermiştir. Bazıları bunu reddederler. Böyle bir şeyin olmadığını söylerler. Bence meşhur olan görüşe göre îbn Ziyad, onun kesik başını Muaviye oğlu Yezid'e göndermiştir. Doğrusunu Allah bilir.
Bilginler, Huseyin'in kesik başının nereye defnedildiği hususunda da ihtilaf etmişlerdir. Muhammed b. Sa'd'm rivayetine göre Yezid, Huseyin'in kesik başını Medine valisi Amr b. Said'e göndermiş, o da Huseyin'in başını Fatıma'nın Baki'de bulunan mezarının yanına defnetmiştir.
İbn Ebi'd-Dünya'nm -ikisi de zayıf ravi olan- Osman b. Abdurrah-man ile Muhammed b. Amr b. Salih'ten yaptığı bir rivayette anlatıldığına göre Huseyin'in kesik başı, Muaviye oğiu Yezid'in hazinesinde kalmış ve Yezid'in vefatına kadar o hazineden çıkarılmamıştır. Daha sonra hazinesinden çıkarılıp kefenlenmiş ve Şam'daki Babu'l-Feradis'e defnedilmiş tir.
Ben derim ki: Defnedildiği yer, bugün ikinci Babü'l-Feradis dahilinde Mescidü'r-Re's (baş mescidi) diye bilinir, tbn Asakir, "Tarih" adlı eserinde Yezid b. Muaviye'nin dadısı Reyya'nın biyografisinden bahsederken Huseyin'in kesik başı Yezid'in Önüne konulduğunda Yezid'in şu şiiri okuduğunu söylemiştir (Şiir, İbn Zibara'ya aittir):
"Ah nerede, Bedir'de şehid olan atalarım,
Hazreçliler, onların mızrak darbeleri karşısında paniğe kapılmışlardı."
Yezid, daha sonra Huseyin'in kesik başını üç gün süreyle değneğin ucuna takılı bıraktı. Bundan sonra silah anbanna koydu. Orada Süleyman b. Abdülmelik'in zamanına dek kaldı. Süleyman b. Abdühnelik, tahta geçtikten sonra bu kesik başı anbardan çıkardı. Baş, bembeyaz bir kemik olarak kalmıştı. Onu kefenleyip koku sürdükten, üzerine cenaze namazı kıldıktan sonra Müslüman mezarlığına defnetti. Abbasiler, iktidara geçtiklerinde kesik başı mezardan çıkarıp yanlarına aldılar. İbn Asakir'in anlattığına göre Yezid'in dadısı Reyya, Emevi devleti sonrasına kadar yaşamış olup 100 yaşını geçtikten sonra vefat etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. Hicri 400 senesinden Önce başlayıp 660 senesine kadar
Mısır'da hüküm süren Fatimiler, Huseyin'in kesik başının Mısır'a ulaştığını, başı oraya defnettiklerini ve Mısır'da meşhur olan şehitliği, onun defnedildiği yere inşa ettiklerini iddia etmişlerdir ki, o şehitliğe Tacü'l-Huseyin denilmektedir. Bu şehitliği, hicri 500. seneden sonra inşa etmişlerdi. İlim ehlinden birçok imam, bunun asılsız bir iddiadan ibaret olduğunu ve Fatimilerin böyle demekle Rasûlullah'ın kızı Fatıma'nın soyundan gelmekte olduklarına dair ileri sürdükleri batıl iddiayı revaçlandırmak istediklerini söylemişlerdir. Fatimilerin bu iddiası asılsız olup kendileri de hain ve yalancıdırlar. Kadı el-Bakülanî ile birçok önde gelen ulema da bunun kesinlikle yalan olduğunu ifade etmişlerdir. Yeri geldiğinde bunu inşallah detaylı olarak açıklayacağız.
Ben derim ki: İnsanların çoğu, Fatimilerin bu iddialarına aldanmış-lardır. Güya onlar kesik başı Mısır'a getirip Tacü'l-Huseyin şehitliğinde defnetmişler ve: "Burası Huseyin'in kesik başının bulunduğu yerdir." demişlerdir, İnsanlar da onların bu yalanlarına inanmış ve bunun gerçek olduğuna kanaat getirmişlerdir, doğrusunu Allah bilir.
Huseyin'in Faziletleri
Buharı, İbn Ebi Nuaym'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Iraklı bir adamın muharrem ayında kara sineğin öldürülmesinin hükmünü kendisine sorduğunda Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini işittim: "Iraklılar, Rasûlullah (s.a.v.)'m kızının oğlunu öldürmüş oldukları halde karasineğin öldürülmesinin hükmünü soruyorlar! Oysa Rasûlullah (s.a.v.), Hasan ile Huseyin hakkında: "Bu ikisi benim dünyadaki reyhanlarım-dır." demiştir.»
Tirmizî, Muhammed b. Ebi Yakub'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: Iraklılardan biri, sivri sineğin kanının elbiseye bulaşmasının hükmünü İbn Ömer'e sordu. O da şöyle karşılık verdi: ''Iraklılara bakın hele! Muhammed (s.a.v.)'m kızının oğlunu öldürdükleri halde sivri sineğin kanının hükmünü soruyorlar."
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hurayra'den rivayet etti ki, Rasûluîlah (s.a.v.), Hasan ile Huseyin hakkında şöyle demiştir: "Bunları seven, beni de sevmiş olur. Bunlara öfke duyan, bana da öfke duymuş olur."
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hurayra'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Peygamber (s.a.v.), Ali, Hasan, Huseyin ve Fatima'ya bakıp: "Sizinle savaşanla ben savaşırım, sizinle barışanla da barışırım." dedi.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hurayra'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.), Hasan ve Huseyin'i yanma alarak bize geldi.
Bunlardan biri onun bir omuzunda, diğeri de öbür omuzunda idi. Kah şunu öpüyor, kah diğerini öpüyordu. Bu halde yanımıza geldi. Adamın biri kendisine: "Ya Rasûlallah, vallahi sen bu ikisini seviyorsun." deyince Rasûlullah (s.a.v.) şu cevabı verdi: Bunları seven, beni de sevmiş olur Bunlara öfke duyan, bana da öfke duymuş olur.»
Ebu Ya'lâ el-Musilî, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ehl-i beytinden en çok kimi seversin?" diye sorulunca Rasûlullah (s.a.v.): "Hasan ile Huseyin'i..." diye cevap verdi. Rasûlullah (s.a.v.) dedi ki: "Bana oğullarıim çağırın. Hasan ile Huseyin yanma geldiklerinde onları koklar ve bağrına basardı."
îmam Ahmed b.Hanbel, Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah (s.a.v.), sabah namazına çıkarken altı ay süreyle Fatıma'mn evine uğruyor ve şöyle diyordu: "Ey hane halkı, haydi namaza! Şüphesiz Allah, sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister."
Tirmizî, Berra'dan rivayet ederek şöyle dedi:
«Rasûlullah (s.a.v.), Hasan ile Huseyin'e bakıp:ftAllah'ım, ben bu ikisini seviyorum, sen de bunlan sev." dedi.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Büreyde'nin babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah (s.a.v.), bize hutbe irad ediyordu. Aniden Hasan ile Huseyin çıkageldiler. Üzerlerinde kırmızı renkli gömlekler vardı. Yürüyorlar, bazen de tökezleyip, düşe kalka geliyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.), minberden inip onları kucakladı ve önüne oturttu. Sonra da şöyle dedi: Yüce Allah doğru söylemiş: "Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız bir imtihandır." Ben şu iki çocuğun düşe kalka geldiklerini gördüm, dayanamadım, sözümü kesip bunlan yanıma aldım."
Tirmizî, Ya'lâ b. Mürre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Huseyin bendendir, ben de Huseyin'denim. Allah, Huseyin'i seveni sevsin. Huseyin, ümmetlerden bir ümmettir."
Taberanî, Ya'lâ b. Mürre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Hasan ile Huseyin, ümmetlerden iki ümmettir." .
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Said el-Hudrî'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Hasan ile Huseyin cennetliklerin gençlerinin efendileridirler."
Ebu'l-Kasım el-Beğavî, Ebu Said'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Hasan ile Huseyin, teyze oğulları Yahya ile İsa dışındaki cennetliklerin gençlerinin efendisidirler."
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Sabit'in şöyle dediğim rivayet etmiştir:
"Ali oğlu Huseyin mescide girdi. Cabir b. Abdullah da şöyle dedi: "Cennet ehlinin gençlerinin efendisine bakmak isteyen kimse şuna baksın. Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ın böyle dediğini işittim."
Tirmizî ile Neseî, Zer b. Hubeyş'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
"Hüzeyfe'nin annesi, Hüzeyfe'yi Rasûlullah'a gönderdi ki, Rasûlullah hem kendisi, hem de oğlu Hüzeyfe için mağfiret dilesin. Hüzeyfe de bu olayla ilgili olarak şöyle dedi: Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma gittim, onunla beraber akşam namazını kıldım. Sonra yatsı vaktinde de namazı onunla beraber kıldım. Rasûlullah, namazdan sonra gitti. Ben de peşine takıldım, sesimi işitince arkasına dönüp bakmadan: "Kim o, yoksa Hüzeyfe mi?" diye sordu. Ben de "Evet" diye cevap verince o şöyle dedi: "Ne ihtiyacın var, Allah seni ve ananı bağışlasın. İşte şurada bir melek var, bu geceden önce yeryüzüne inmiş değildi. Bana selam vermek ve Fatıma'mn cennetlik kadınların hanımı olduğunu, Hasan ile Huseyin'in de cennetlik gençlerin efendileri olduklarım bana müjdelemek için Rabbinden izin istemiş."
Sonra Tirmizî, bu hadisin hasen ve garib olduğunu söylemiştir. Ali, Huseyin, Ömer, îbn Ömer, İbn Abbas, îbn Mesud ve diğerleri tarafından da bunun gibi hadisler rivayet edilmiştir. Ancak bütün bunların se-nedlerinde zayıflık vardır. Doğrusunu Allah bilir.
Ebu Davud et-Teyalisî, Ebu Hurayra'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.)'m Hasan ile Huseyin hakkında şöyle buyurduğunu işittim: Beni seven şu ikisini de sevsin."
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hurayra'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah (s.a.v.)'la beraber yatsı namazını kılıyorduk. Secdeye vardığında Hasan ile Huseyin onun sırtına atladılar. Başını secdeden kaldırdığında onları yumuşakça tutup yere indirdi. Tekrar secdeye vardığında onlar yine sırtına atladılar. Nihayet namazım tamamladı, sonra onları dizlerinin üzerine oturttu. Ben kalkıp yanma gittim ve: "Ya Rasûlallah, bunları annelerine götüreyim mi?" diye sorduğumda bir şimşek çaktı. Rasûlullah da onlara: "Haydi annenize gidin" dedi ve ikisi annelerinin yanma varıncaya kadar şimşeğin aydınlığı devam etti."
İmam Ahmed b. Hanbel, Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah (s.a.v.), ben uykudayken yanıma geldi. Hasan veya Huseyin, içecek birşeyler istediler. Rasûlullah (s.a.v.), kalkıp bir koyunumuzu sağdı. Sütü, içmek isteyen çocuğa içirirken diğeri geldi. Rasûlullah, onu uzaklaştırdı. Fatıma da: "Ya Rasûlallah, öyle sanıyorum kî, bunu diğerinden daha çok seviyorsun, öyle değil mi?" diye sorunca Rasûlullah (s.a.v.): "Hayır, ama bu ondan önce istemişti." diye cevap verdi. Sonra da şöyle dedi: "Ey Fatıma, doğrusu ben, sen, şu iki çocuk ve Şurada yatmakta olan (Ali), kıyamet gününde aynı yerde olacağız."
Rivayetlerde sabit olduğuna göre Ömer, Hasan ile Huseyin e ıkramda bulunur, onları sırtına alır, babalarına m'al verdiği gibi onlara da verirdi. Bir defasında Yemen'den elbiseler getirilmiş idi. Ömer, bu elbiseleri sahabelerin çocuklarına paylaştırdı, ama Hasan ile Huseyin'e birşey vermedi ve: "Bu elbiseler arasında Hasan ile Huseyin'e layık olan yok." dedi. Sonra Yemen valisine emir gönderdi. Onlara münasip iki elbise diktirdi.
Muhammed b. Sa'd, Ayzar b. Hinisin şöyle dediğini rivayet etmiş. tir:
"Bir ara Amr b. As, Ka'be'nin gölgesinde oturmakta iken Huseyin'in gelmekte olduğunu gördü ve şöyle dedi: "Bu, yeryüzü sakinleri arasında göktekilerin ençok sevdiği insandır."
Zübeyr b. Bekkar, Cafer'in babası Muhammed'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah (s.a.v.), Hasan, Huseyin, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Cafer ile bey'atlastı. Bunlar henüz buluğa ermemiş küçük çocuklardı. Rasûlullah (s.a.v.), bizden başka küçüklerle bey'atlaşmış değildir." Bu, mürsel ve garib bir rivayettir.
Muhammed b. Sa'd, Abdullah b. Ubeydullah b. Umeyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ali'nin oğlu Huseyin yirmibeş kez yaya olarak hac etti. Develeri Önü sıra yürümekteydiler, onlara binmiyordu."
Doğrusu şu ki; develere binmeksizin yaya olarak hacca giden zat, Huseyin'in kardeşi Hasan'dır. Nitekim Buharı de böyle rivayet etmiştir.
Medainî dedi ki: "Hasan ile Huseyin arasında bir tartışma oldu. Birbirlerine darıldılar. Bir süre sonra Hasan, Huseyin'e gidip üzerine yumuldu ve başını öpmeye başladı. Huseyin de kalkıp onu öptü ve şöyle dedi: "Aslında önce benim gelmem ve seninle barışmam gerekirdi, ama fazilete senin benden daha layık olduğunu gördüğümden senin hak ettiğin fazileti senden almak istemedim. Önce gelip barışman sebebiyle fazileti senin kazanmanı istedim."
Asmaî, İbn Avn'm şöyle dediğini anlatır;Hasan, şairlere armağan verdiği için Hüseyn'e kmayıcı ve ayıplayıcı bir mektup gönderdi. Huseyin de bu mektuba cevaben şöyle dedi: "Malın en güzeli, insanın ırzını ve onurunu koruyan maldır."
Taberanî, Süleyman b. Heysem'in şöyle dediğim rivayet etmiştir: " Huseyin, Kabe'yi tavaf ediyordu. Hacer-i Esvedi istilam etmek istedi, ancak kalabalıktan ötürü buna imkan bulamadı. Adamın biri orada bulunan Ferezdaka Huseyin'i göstererek: "Şu kimdir ey Ebu Fi-raz!" diye sorunca Ferezdak şöyle cevap verdi:
"Bu, öyle bir kimsedir ki Batha vadisi onun adım atışını tanır,
Beyt onu tanır, Hil ve Harem onu tanır.
Bu, Allah'ın kullarının en hayırlısının oğludur.
Bu, takva sahibi, seçkin, teiniz ve özel bir kimsedir.
Hatim'in duvarları, elini sürdüğünde onun avucunu tanıdığından neredeyse yakalamak üzeredir.
Kureyşliler, onu gördüklerinde sözcüleri şöyle der: Bunun ahlakî üstünlüğü, üstünlüklerin son noktasıdır.
Bazen utandığından susar, bazan heybetinden ötürü susar.
Ancak gülümserken konuşur.
Elinde bir hayzuran vardır. Kokusu zarif ve güzeldir
Öyle bir el ki, takva sahibidir. Onun burnundan da kokular gelir,
Nesebi öz be öz Rasûlullah'tandır.
Unsurları hoştur, ahlak ve karakteri güzeldir.
Rahvan at bile onun ahlaki üstünlüklerinin son noktasına koşarak ulaşamaz.
Ne kadar da gayret gösterip kerem sahibi olsalar, hiçbir kavim onun ahlaki üstünlüğüne ulaşamaz.
Allah'ı tanıyan, Huseyin'in evveliyatım da tanır, bilir.
İslâmiyet, onun ailesinden ümmetlere ulaşmıştır.
Onlar hangi aşirettirler, onların boyunları ne şuna, ne de ona eğilip büküldü. Onların evveli de nimettir."
Taberanî, "el-Mu'cemu'l-Kebir" adlı eserinde Huseyin'in biyografisinden bahsederken Ferezdak'a ait olan bu şiirin Huseyin hakkında söylendiğini nakietmiştir ki, bu tuhaftır. Meşhur rivayete göre Ferezdak, bu şiiri, Huseyin için değil de onun oğlu Ali için söylemiştir. Bu, akla daha uygundur. Zira Ferezdak, Huseyin'i hac dönüşünde Irak'a giderken görmüştü. Huseyin, Ferezdak'tan Iraklıların durumunu sormuş, o da önceki kısımlarda naklettiğimiz şekilde anlatmıştı ve Huseyin, Ferezdak'tan ayrıldıktan birkaç gün sonra öldürülmüştü. Onun Beyt'i tavaf ettiğini ne zaman görmüştü? Doğrusunu Allah bilir.
Hişam, Avane'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ubeydullah b. Ziyad, Ömer b. Sa'd'a şöyle bir soru sordu:
- Huseyin'i öldürme hususunda sana gönderdiğim mektup nerede?
- Ben senin emrini yerine getirdim, ama mektup kayboldu.
- Mektubu getireceksin.
- Kayboldu.
(Vallahi getireceksin. Mektup bir yere bırakılmıştır herhalde. Allah'a yemin ederim ki, Kurayş'in acuze kadınlarına bu mektup okunacaktır. Ben de Medine'ye gidip onlardan özür dileyeceğim. Allah'a yemin ederim ki, Huseyin'in öldürülmemesi için sana çok nasihat ettim.
Eğer bu nasihatları Sa'd b. Ebi Vakkas'a yapmış olsaydım daha iyi olurdu. Ben onun için gerekeni yaptım.
Orada bulunan Ubeydullah'm kardeşi Osman b. Ziyad da şöyle dedi:
- Vallahi Ömer doğru söylüyor. Allah'a yemin ederini ki keşke Huseyin öldürülmeseydi de kıyamete kadar Ziyad oğullarının burnunda hızma takılı olsaydı, ben buna da razı olurdum. Keşke Huseyin öldürülmeseydi.
Allah'a yemin ederim ki Osman'ın bu sözlerini Ubeydullah b. Ziyad reddetmedi."
(İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/286-340)