Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Makale Selahaddin Eyyubi Nasıl Tanıyoruz !?

KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Selahaddin Eyyubi
[Selahaddin Yusuf bin Eyyub.]


"ŞARK'IN EN SEVGİLİ SULTANI" İÇİN ERKEN BİR DERKENAR

Tarihin en zorlu dönemlerinden birinde, Müslümanların dilini çözen, omuzlarındaki inanılmaz yükü hafifleten ve onurlarını iade eden adamdır Selahaddin.

Nureddin Zengi'nin açtığı yolda suyu tersine akıtmayı başararak, Müslüman doğuyu içine saplanıp kaldığı teslimiyet ve utanç girdabından çıkarıp alan bir komutandır.

Aynı zamanda bir alçak gönüllülük, merhamet ve iyilik âbidesidir. Büyük bir sabır ve dikkatle savaşan bu adam, yeri geldiğinde düşmanına bile cömertçe ve centilmence davranmaktan çekinmemiş, İslamın hem celadetini hem de güler yüzünü ve iç zenginliğini bütün dünyaya göstermiştir. Haçlıların belki en büyük kazançlarından biri onun gibi bir insanla tanışmaları, onunla savaşmış olma onuruna sahip olmalarıdır. Ki Batı dünyası, bu hakkı teslim edecek; onun adını Müslümanım diyenlerden daha çok yaşatacaktır.

Kudüs'te namaz kılabilmeyi dünyanın bütün hazinelerinden daha değerli bulan Selahaddin'e ve onun Arap, Kürt ve Türk kardeşleriyle can verdiği örneklik ve tanıklığa, sosyalleşmeyi bekleyen küçük öbeklenmeleri de görmezden gelerek, bunca zillet ve düşkünlük içinde yeni saldırıların ve emperyalizmlerin boğucu atmosferinde çırpınan İslâm dünyasının bugün de ne kadar çok ihtiyacı vardır!

DÜŞMANLARINI HEM KORKUTAN HEM DE HAYRAN BIRAKAN BİR SİMA

Tam adı, Selahaddin Yusuf bin Eyyub.

1137'de Irak'ın Tikrit şehrinde doğmuş, 1193'te 56 yaşındayken Şam'da ölmüş. Mısır, Suriye, Yemen ve Filistin sultanı ve Eyyubiler hanedanının ilk hükümdarı. 2 Ekim 1187'de Kudüs'ü Haçlılardan alarak kentte yaklaşık 90 yıl süren Frenk işgaline son veren, Hıristiyanların misilleme olarak düzenledikleri III. Haçlı Seferi'ni de etkisiz hâle getiren, Müslüman Doğuya yeniden onur ve itibar kazandıran büyük Kürt komutan.

Kürt asıllı olmakla birlikte Türk ve Arap karışımı unsurlar da içeren Eyyubi ailesinin kökeni tam olarak bilinmemektedir. En güçlü rivayete göre Eyyubiler, Hezbâniye Kürtlerinin Revvâdiyye aşiretindendir. Revvâdilerin atası Revvâd b. Müsennâ el-Ezdî, 758'de Abbasi sultanı Ebu Cafer el-Mansur tarafından Basra'dan alınarak aşiretiyle birlikte Âzerbaycan'a yerleştirilmiş.

Selahaddin'in ataları bu bölgedeki Hezbâniyye Kürtleri ile karışıp XI. yüzyılın ikinci yarısında Selçukluların hizmetine girmişler.
Eyyubiler, kalburüstü kaynaklarda ilk kez 1131 yılında, Musul atabeyi İmadüddin Zengi'nin Tikrit yakınlarında Abbasi sultanı Müsterşid-Billah ile Karaca Sâkî'nin kuvvetlerine yenilmesi dolayısıyla zikredilir. Bu mağlubiyetten sonra Tikrit valisi Necmeddin Eyyub'un, Zengi'ye yardım ederek Fırat'ı geçmesini sağlaması Zengi ile Eyyubiler arasındaki dostluğun gelişmesini sağlar. Çok geçmeden Eyyubiler, Selahaddin'in doğduğu yıl, Tikrit'ten Musul'a giderek Zengi'nin hizmetine girmişlerdir.

Eyyubiler, İmadüddin Zengi ile birlikte Haçlılara karşı düzenlenen seferlere katıldılar. İmadüddin Zengi, 1140'ta ele geçirdiği Baalbek şehrini Necmeddin Eyyub'a iktâ etti. Bu arada Eyyub'un kardeşi Esedüddin Şirkuh da Zengi'nin önemli emirleri arasına girdi ve Urfa'nın fethine katıldı (1144).

Bu iki kardeş, daha sonra, Nureddin'in devletinin güçlenmesine ve Dımaşk'ın onun idaresi altına girmesine her yönden yardımcı oldular. Dımaşk'ın zaptından sonra Eyyub buranın valisi oldu. Eyyub'un oğlu Selahaddin de, Nureddin'in yardımcılarından ve emirlerinden biri hâline geldi.

Baalbek ve Şam'da büyüyen Selahaddin iyi bir eğitim aldı. Askerî hayatı Zengi'nin oğlu ve ardılı Nureddin'in komutanlarından biri ve amcası olan Şirkuh'un hizmetine girmesiyle başladı.

Eyyubilerin ve Selahaddin'in tarih sahnesindeki önemli rolü, 1164 – 1169 yıllarında yapılan Mısır seferleriyle başladı. Bu sırada Mısır'da vezirlikten uzaklaştırılan Fatımî veziri Şâver b. Mücir, Nureddin Zengi'den yardım istemek için Şam'a geldi. Yapılan görüşmelerde, Zengi'nin Şâver'e yardım etmesi karşılığında Mısır'da söz sahibi olması kararlaştırıldı. Nureddin 1164'te Şirkuh'u bir birliğin başında Mısır'a gönderirken yanına Selahaddin'i de kattı.

"Amcam bana döndü ve 'Yusuf, eşyalarını topla, gidiyoruz.' dedi. Bu emri alınca kalbime bıçak saplanmış gibi oldu ve şöyle cevap verdim: 'Vallahi, bana tüm Mısır'ı verselerdi bile gitmezdim.'
Selahaddin, yıllar sonra vakanüvislerine Mısır yolculuğunu böyle anlatmaktadır. Utangaç ve alçak gönüllü davranmakta; Mısır destanının başarısını kendine mal etmekten kaçınmaktadır. "Sonunda amcama eşlik ettim." diye devam etmektedir. "Mısır'ı fethetti, sonra öldü. Yüce Allah, hiç beklemediğim bir iktidarı benim ellerime verdi."

MISIR'IN GENÇ EFENDİSİ

Batılı şövalyelerin Filistin'deki sonuncu Fatımî karakolu olan Askalan'ı ele geçirdikleri 1153'ten beri, Mısır yolu Haçlılara açılmış durumdadır. Birbirleriyle didişen Mısırlı yöneticiler, Haçlılara haraç ödemeyi âdet hâline getirmişlerdir.

Nureddin, Mısır'ın zenginlikleriyle birlikte Frenklerin eline geçmesini istememektedir. Çünkü böyle bir durum, Doğunun en büyük gücünü yaratacaktır. Frenklerin kralı Amaury'nin bu konudaki hırsı ve kararlılığı bilinmektedir.

Mısır'a gitmekte Şirkuh çok isteklidir. Kimseye eyvallahı olmayan, dünyada bir tek Nureddin'den çekinen Şirkuh, büyük bir cesarete ve öz güvene sahiptir. Kapsamlı bir hazırlığı bile gereksiz görmektedir. Askerleri; hep aralarında yaşayan, onların karavanasından yiyen ve onlarla şakalaşan bu adama hayrandırlar.

Şirkuh, Suriye'de katıldığı çok sayıdaki çarpışmada, muazzam bir çeviklik ve atılganlığa sahip olduğunu göstermiştir. Mısır seferi ise strateji alanındaki müthiş yeteneklerini ortaya çıkaracaktır.
Girişmek istediği şey, gerçekten de tam anlamıyla bir çılgınlıktır. Suriye'den Mısır'a gitmek için Filistin'i geçmek ve çok sayıda yerleşim birimine hakim olan Frenklerin saldırılarını göze almak gerekmektedir. Nureddin, Şirkuh'u kırmaz, sefere onay verir.

Kendi ordusuyla, Amaury ve şövalyelerini Filistin'in kuzeyine çekmek için bir yanıltma harekâtı düzenler. Bu arada, yanında Şâver'in de bulunduğu Şirkuh, yaklaşık iki bin süvariyle (evet sadece iki bin kişi) doğuya yönelmiş, Şeria nehrini doğu kıyısı boyunca izlemiş, sonra Ölü Deniz'in güneyinden batıya dönerek nehri aşmış ve hızla Sina yönünde at koşturmuştur. Koşusunu burada da sürdürerek, nerede olduğunun anlaşılmasını önlemek için sahil yolundan uzaklaşmıştır.

Şirkuh, 24 Nisan'da Mısır'ın doğudaki limanı Bilbays'ı ele geçirir ve 1 Mayıs'ta Kahire surlarının karşısında kamp kurar. Şâver'i kovarak yerine geçen Vezir Dirgâm, direnemez. Adamları tarafından terk edilir, kaçmaya çalışırken öldürülür ve cesedi sokak köpeklerine atılır. Şâver, on üç yaşındaki bir yeniyetme olan Fatımî halifesi el-Aziz tarafından göreve yeniden atanır.

Şirkuh'un yıldırım harekâtı, askerî bir etkinlik modeli oluşturmaktadır. Selahaddin'in amcası, Mısır'ı 2 bin süvariyle ve hemen hemen hiç kayıp vermeden bu kadar kısa bir sürede fethetmekten gurur duymaktadır. Fakat ikiyüzlü Şâver, iktidarı ele geçirince çark etmiştir. Nureddin'e verdiği sözleri unutarak, Şirkuh'a Mısır'ı derhal terk etmesini söyler. Şaşıran ve çok sinirlenen Şirkuh, vezirin anlayacağı dilden konuşmakta gecikmeyecektir: "Utanmaz dönek! Sıkıysa, gel bizi Mısır'dan çıkar!"

Afallama sırası Şâver'dedir. Sayıca çok fazla olmasına rağmen ordusuna güvenemediği için, yardım istemek amacıyla bölgedeki Haçlılara yönelir. Kudüs'teki Frenk kralı da kendisine yalvartmaz. Mısır vezirinin bu isteği, sonuçta bulunmaz bir fırsattır. Ordusuyla Sina'ya girer.

Adamlarıyla hemen bir değerlendirme toplantısı yapan Şirkuh, Kahire'den çıkarak Bilbays surlarına çekilir. Düşman saldırılarını haftalarca püskürtür. İnanılmaz bir direniş gerçekleştirir. Fakat zaman geçtikçe çaresizlik artar. Durum sonuçta hiç de ümit verici görünmemektedir. Üstelik Şâver de ordusuyla Frenklere yardıma gelmiştir. Kürt komutan, her şeyin bittiğini düşünmeye başlamıştır.

Bundan sonraki gelişmeleri İbnü'l Esir'den okuyalım:

"Nureddin, Bilbays'taki durumun kötüye gittiğini öğrenince, onları Mısır'dan ayrılmaya zorlamak üzere Frenklere yönelik büyük bir saldırı başlatmaya karar verdi. Bütün Müslüman emirlere, cihada katılmaları için mektup yazdı ve Antakya yakınlarındaki güçlü Harim kalesine saldırdı. Suriye'de kalan bütün Frenkler ona karşı koymak için toplandılar, aralarında Antakya prensi Bohemond ve Trablus kontu da vardı. Frenkler çarpışmada ezildiler. On bin ölü verdiler, prens ve kont da dahil bütün önderleri esir edildi."

Büyük bir zafer kazanan Nureddin, zekâsını olayın gelişimi için kullanmaya devam etmiştir. Hemen Haçlıların sancaklarını toplatmış, öldürülen bazı Frenklerin kafalarını ya da sarı saçlarını kendine getirtmiştir. Hepsini çuvallara doldurtup en uyanık adamlarına verecek ve şöyle diyecektir: "Hızla Bilbays'a gideceksiniz, içeri girecek ve bunları Şirkuh'a verecek ve ona Yüce Allah'ın bizlere büyük bir zafer ihsan ettiğini söyleyeceksiniz. O da kâfirlere korku salması için bunları surların üzerine sersin."

Bu anekdotun doğru olup olmadığı bir yana Harim zaferi, verileri tersine çevirmiştir kuşkusuz. Bu büyük yıkımı duyan ve kendi dertlerine düşen Frenkler, sonuçta kuşatmayı kaldırarak Filistin'e geri dönmek zorunda kalmıştır. Şirkuh da başı dik bir şekilde, yine iki hafta içinde Suriye'ye dönmüştür.

Şâver, kazançlı çıkmış, iki rakibini de bertaraf etmiş görünmektedir. Fakat Şirkuh, aylar boyunca onun ihanetini asla unutmamıştır. Yeni bir sefer için Nureddin'i ikna etmeye çalışmıştır. Korkan Şâver, bu arada Frenklerle yardım antlaşmaları imzalamaktadır. Frenklerin devreye girdiğini öğrenince Nureddin, Selahaddin amcası Şirkuh'a, en iyi adamlarından oluşacak bir birlik hazırlamasını emreder.

Şirkuh, yola çıkar çıkmaz, Şâver Frenk birliklerini resmi bir çağrıyla ülkesine davet eder. Şirkuh, bildiği yoldan tam o sıralarda Mısır'a ulaşır. Herkes onu doğudan Kahire'ye girecek diye beklerken, o şehri güneyinden aşarak ters yönden, kuzeybatıdan yaklaşmıştır. Şâver'e elçi göndermiş, Frenklere karşı birleşmeyi önermiş; fakat gönderdiği adamı Şâver tarafından öldürülmüştür. Şirkuh'un gönderdiği mektubu da Frenklere bizzat kendisi okumuştur.

Çarpışma, 18 Mart 1167'de olur. Şirkuh, hilâl taktiğini uygular. Frenkleri peşinden koşturup yorarak kanatlardan üzerlerine çullanır. Frenk şövalyeleri ağır kayıplar verirler. Kral Amaury, kaçmayı başarır. Şirkuh, bu arada İskenderiye'yi ele geçirir. Halk onu bir kurtarıcı olarak karşılar.

Şâver, kendi ordusuyla birlikte geri kalan Frenkleri toplayarak İskenderiye'yi kuşatır. Kentte erzak biter. Açlıkla birlikte salgın hastalıklar da başlar. Mancınıkların gündelik bombardımanı kent halkını iyice bezdirir. Kalenin yönetimini Selahaddin'e bırakan Şirkuh, bir gece, en iyi süvarilerinden birkaç yüz kişiyle birlikte kale dışına çıkarak, çılgınca ve ölümcül bir gece hurucu yapar. Düşman hatlarını atları çatlatırcasına geçer, gece gündüz at koşturarak Yukarı Mısır'a varır.

Durumu değerlendiren ve yanında çok az sayıda asker olduğunun bilincinde olan Kürt komutan, burada Şâver'e karşı gerçek bir halk ayaklanması örgütler. Çok sayıda silahlı köylüyü saflarına katar. Onları kısa sürede eğitip yüreklendirir. Birlikleri yeterli sayıya ulaşınca, İskenderiye yerine Kahire'ye yönelir. Frenk kralına da bir mektup yazar: "Bu Şâver, ikimizi de kullanıyor." der. Yorulan ve amacına ulaşamayan kral etkilenir ve ikna olur. Antlaşma yapılır. İskenderiye kuşatması kaldırılır. Her iki ordu da kendi ülkesine doğru yola çıkar. Nureddin, arkadaşlarına kavuştuğu için çok mutludur.

Fakat kader onları Nil ülkesine çekmektedir âdeta. Bir yıl sonra bölgeye "Müslüman kafası kırmak" için yeni gelen çok sayıda şövalye, Kudüs kralını Mısır'a saldırmak için cesaretlendirir. Amaury yönetimindeki Haçlı ordusu, dördüncü kez yola çıkar. Sefer, korkunç ve nedensiz bir katliamla başlar. Haçlılar Bilbays'ı ele geçirip hiçbir neden olmadığı halde kadın erkek, çoluk çocuk demeden kentin hem Müslüman hem de Kopt mezhebinden Hıristiyan halkını katlederler. Şirkuh'un bu kalede yıllar önceki destansı direnişine böyle bir alçaklıkla cevap vermiş olurlar.


Haçlı ordusu ilerlerken, onların yaptıklarını duyan Mısır halkı ürker. Vezir Şâver, bu kez kahramanlığa soyunarak halkı güvenli bir bölgeye toplayıp Kahire'nin girişindeki bütün mahalleleri kırk dört gün sürecek şekilde ateşe verir. Şâver'den bıkan ve ipleri eline almak isteyen halife el-Aziz, Nureddin'e bir mektup gönderir ve Mısır'a yardım etmesini ister. Nureddin'i duygulandırmak için, mektubuna kesik saç telleri ekler ve "Bunlar karımın saçları. Sana, onu Frenk mezaliminden kurtarmaya gelmen için yalvarıyorlar." der.

Şirkuh, birliğini hazırlar. Gelmek istemeyen Selahaddin, Şirkuh ve Nureddin tarafından ikna edilir. Selahaddin yıllar sonra, o gün "ölüme götürülen biri gibi yola çıkmak zorunda kaldığını" söyleyecektir.

Şehir halkının direnişinden etkilenen ve askerî dehasına çılgınlığını da eklediğini artık çok iyi bildiği Şirkuh'un yola çıktığını öğrenen Frenk kralı Kudüs'e geri döner. Altı gün sonra Kahire'ye varan Şirkuh, halk ve Fatımî ileri gelenleri tarafından büyük bir saygı ve coşkuyla karşılanır. Şâver de görünüşte ona iltifat etmektedir. Fakat hesap bitmemiştir. Muhtemelen Şirkuh'un planladığı bir pusuda Şâver ele geçirilir, bir çadıra kapatılır. Bizzat halifenin de onayıyla Selahaddin tarafından öldürülür. Aynı gün Şirkuh, onun yerine vezir olur.

Şirkuh, konumunu pekiştirmek için çalışır, birkaç sefer düzenleyerek, Frenkleri ve diğer düşmanlarını bozguna uğratır. Fakat bu zafer şölenlerinden birinde yemeği fazla kaçırarak fenalaşır ve bir süre sonra da ölür. Bir destan sona ermiştir, fakat yankıları daha büyük olacak bir başkası başlamaktadır. İbnü'l Esir şöyle anlatacaktır:

"Şirkuh ölünce, el-Aziz'in danışmanları ona yeni vezir olarak Selahaddin Yusuf'u seçmesini önerdiler; çünkü daha gençti ve ordudaki emirlerin en tecrübesizi ve en isteksizi olarak gözüküyordu."

Saraya çağrılan Selahaddin, vezir ilan edilir. Umulanın aksine, birkaç hafta içinde kendini kabul ettirmeyi başarır. Kuşkulandığı Fatımî memurlarını tasfiye edip yerine yakınlarını yerleştirir. Mısır birlikleri arasında çıkan bir ayaklanmayı dirayetli ve sert bir şekilde bastırır. 1169'da Bizans kralı tarafından donanmayla desteklenen Amaury'nin beşinci saldırısını da başarıyla püskürtür.

Son yıllardaki bütün bu planlamaların ve başarıların ardındaki asıl sima olarak hâlâ Nureddin Zengi gösterilmektedir. Selahaddin de önceleri onun adına hareket etmiş, onun adına Mısır'da hutbe okutmuş, ona bağlılığını bildirmiştir. Ancak o, Mısır'ın Halep veya Şam'dan yönetilemeyeceğini zamanla daha iyi görmeye ve dillendirmeye başlamıştır.

Nureddin, 1171 yazında, genç vezirden, İslâm dünyasında ikilik yaratan ve Frenklere zamanında direnmeyen, dahası iyice sembolik bir konuma düşen Fatımî hilafetini ilga etmesini ister. Selahaddin zor durumda kalır. Çoğu şii olan halkı rencide etmekten ve Fatımî önde gelenlerinin tepkisinden çekinmektedir. Ayrıca bazı arkadaşları böyle bir durumda, kendisinin, Nureddin'in basit bir temsilcisi hâline geleceğini söylemektedirler.

Birkaç ay sonra Nureddin, Selahaddin'i bu konuda sıkıştırmaya başlar. Selahaddin bir duyuru hazırlar; fakat yirmi yaşında olmasına rağmen çok ağır bir hastalığa yakalanan el-Aziz'e ihanet etmek istemediğinden okuyamaz. Fakat bu sırada, 10 Eylül 1171 günü, Cuma namazında bir Musullu camiye girer, vaizle birlikte minbere çıkar ve Abbasi halifesi adına hutbe okur. İlginçtir ki buna kimse tepki göstermez. Selahaddin, sonraki hafta, artık dualarda Fatımilerin zikredilmesini yasaklar. Bu sırada el-Aziz, hanedanının hüzünlü sonunu duyup öğrenemeden ölür. Şii hilafetinin, bazen şanlı dönemler de içeren iki asırlık saltanatı sona ermiştir.

Selahaddin, korkulanın aksine Mısır'ın tek efendisi hâline gelecektir. Nureddin'le araları süreç içerisinde biraz bozulacak; fakat ikisi de savaşmaktan kaçınacaklardır. Nureddin, kendisiyle buluşmaktan kaçınan Selahaddin'e kızacak ve Selahaddin'in kimi adamları da gerekirse savaşabileceklerini söyleyeceklerdir. Fakat babası Eyyub, ustaca bir konuşma yapıp öğütte bulanarak Selahaddin'in parlak geleceğini koruyacaktır. Bu sırada Yemen, Selahaddin'in kardeşi Turanşah tarafından ele geçirilecek ve siyaseti de iyice öğrenen Selahaddin burada "Melik Nureddin" adına hutbe okutturacaktır.

15 Mayıs 1174'te, aziz melik, mücahid ve muttaki hükümdar, Müslüman Orta doğuyu birleştiren ve Haçlılara karşı son darbeyi vurma olanağı sağlayan, Kudüs'ün fetih hazırlıklarını tamamlayan ve minberini bile yaptıran, yırtık pırtık elbiseler içinde, savaşırken bile dini hassasiyetlerini yitirmeyen, dindarlıkta Frenk krallarına bile örnek olan Nureddin Mahmud Zengi, boğaz anjininden ölür.
Selahaddin, 36 yaşındadır. Ondaki cevheri keşfeden amcası Şirkuh'tan, ona siyaseti ve ileri görüşlülüğü öğreten babası Eyyub'dan sonra "Efendimiz Nureddin" dediği büyük hükümdar da ölmüştür. Son yıllarda aralarındaki gerilime rağmen, birçok konuda açıkça örnek aldığı ve hedeflerine bağlı kaldığı Nureddin'in ölüm haberi geldiğinde Selahaddin günlerce gözyaşlarına boğulacaktır.

"İSLÂM'I KUŞATMIŞ BOĞUYORKEN HÜSRAN"

Başlangıçta hırstan uzak, alçakgönüllü hatta Amin Maalouf'un deyişiyle "silik bir insan" olan Selahaddin Yusuf'a, tarih çok önemli roller biçmeye devam etmekte, gelişmeler de onun önünü açmaktadır.

Nureddin ölünce, yerine henüz on bir yaşında bir çocuk olan oğlu Salih geçirilmiştir. Mısır'ın başına bela olan ve buraya saldırmayı bir takıntı haline getiren Kudüs kralı Amaury de dizanteriye kurban giderek ölmüştür. Yerine geçen on üç yaşındaki oğlu da "lânetlerin en dehşetlisi" cüzama yakalanmıştır. Doğu âleminde Selahaddin'in karşısına çıkabilecek tek kişi Bizans imparatoru Manuel'dir. Fakat onu da II. Kılıçarslan 1176'daki Miryakefalon savaşında ezmiştir. Manuel kısa bir süre sonra ölmüş ve Bizans anarşiye yuvarlanmıştır.

Selahaddin'in tevazusu, yufka yürekliliği ve iyilikseverliği de gönülleri fethetmesinde etkili olmaktadır. Melankolik denebilecek derecede duygusal bir insan olan genç melik, gözyaşlarını yalnızca yakınları öldüğünde akıtmamakta; Frenk annelerin ve çocukların trajedilerini gördüğünde ya da duyduğunda da gözyaşlarını tutamamaktadır.

Cömertliği de dillere destandır. Mala mülke önem vermemiş; hatta Fatımî halifesinin şatafat içindeki sarayına emirlerini yerleştirmiş, kendisi mütevazı bir konağa yerleşmiştir. Kimileri, onun Nureddin'i taklit ettiğini söyleseler de bu özellikler onun üstünde asla sırıtmamaktadır.

Bu sırada genç Salih'in etrafında toplanan kimi Selahaddin karşıtları, kışkırtıcı ayak oyunları içine girmişlerdir. Bilgeliğine deneyimi de eklenen Selahaddin, Şam'a etkili bir mektup göndermiş ve herkesi uyarmıştır. Mektupta Nureddin'e sevgisini ve hayranlığını dile getiren Selahaddin, onun oğluna da güzel sözler söyleyerek oyuna gelmemesini istemiştir.

Güzel bir sabır örneği sergileyen Selahaddin, süreç içerisinde pek savaşmak zorunda da kalmadan Suriye şehirlerini bir bir kendisine bağlamayı başarmıştır. Salih'i koruyup kollamayı da göz ardı etmemiş; hatta Kahire ve Şam camilerinde Salih adına da hutbe okutmuş, para bastırmıştır.

Salih'in yaşadığı Halep surları önüne de birkaç gelen Selahaddin, asla çatışmaya girmez. Fakat dışarıya ve Frenklere karşı bir bütünlük mesajı vermeyi de gözeterek, bu arada kendini "Mısır ve Suriye Meliği" ilan eder.

Rivayetler doğruysa üzücüdür ki Salih'in etrafındaki açgözlü bazı adamlar, Sabbahilerden yardım isterler. Nitekim Halep'teyken Selahaddin'e iki ciddi suikast düzenlenir. Birinde ağır yaralanır. Diğerinde uyurken kafasına ağır darbeler alır. Selahaddin artık sürekli teyakkuz hâlinde olacaktır. Onun yanında yıllarını geçiren ünlü vakanüvisti Bahaeddin, başına bile örme zırhtan bir başlık giyerek uyuduğunu aktarmaktadır. Batınilerin bazı kalelerini kuşatan Selahaddin, kendisini asıl hedeflerinden uzaklaştıran ve yorucu olan bu çabalarda ısrarcı olmayacaktır.

Nureddin'in ölümüyle başlayan bu sıkıntılı ve karışık dönem, 1181'de Salih'in on sekiz yaşındayken ölmesiyle son bulur. Selahaddin, kısa bir süre sonra Halep'e resmen girer. Birlik sağlanmış ve Frenklerle topyekun mücadelenin zamanı gelmiştir.
Bu arada, 1180'de Şam ile Kudüs arasında, bölgede mal ve insanların serbest dolaşımını güvence altına alan bir antlaşma akdedilmiştir. Ancak Kont Renaud bir kervana saldırıp mallarına el koymuştur. 1182'de daha vahim bir gelişme olur. Prens Arnat, bizzat Mekke'yi yağmalamaya karar verir. Mekke ve Medine yakınlarındaki limanlara ve bazı yerleşim birimlerine saldırır. Bu sırada Cidde'ye giden bir Müslüman hacı gemisi batırılır. Bölge insanları Frenk şövalyelerini ilk kez görmüş, vahşilikleri karşısında dehşete düşmüşlerdir.

Selahaddin, kardeşi el-Âdil'e bir filo hazırlatmış, Arabistan bölgesinde zafer sarhoşluğu içinde dolaşan yağmacı Frenkler tek tek yakalanmış, bazıları Mekke'ye götürülerek kafaları halkın huzurunda kesilmiştir. Bütün bunlara rağmen, Selahaddin sabırlıdır ve barış koşullarına sadık kalmaktadır.

Bu arada Mısır'ın ticari, iktisadi durumunu düzeltir. Donanmayı güçlendirir. Mısır'da az bulunan demir, kereste, zift gibi stratejik maddeleri temin etmeye çalışır. Artuklular, Âzerbaycan Atabeyliği ve Anadolu Selçuklularıyla yakın ilişkiler kurup antlaşmalar imzalar.

Haçlıların kervanlara ve Arabistan'a saldırılarının devam etmesi üzerine Selahaddin'in sabrının da taştığı anlaşılmaktadır. Müslüman dünyanın parlayan yıldızı, Nureddin gibi, bütün Müslüman emirlere çağrıda bulunarak asker toplar. Haçlılar da güçlerini birleştirirler. 3 – 4 Temmuz 1187'de cereyan eden ünlü Hıttîn Savaşı'nda Haçlıları büyük bir yenilgiye uğratır. Şövalyeleri ezip geçer. Bir kısmı da esir alınır.

Selahaddin artık hiç durmamaktadır. "Şark'ın sevgili sultanı" ve "Ortadoğu'nun aslanı" kesintisiz bir cihad başlatır. Buna, bugünden bakarak "Büyük Ortadoğu Yürüyüşü" demek de mümkündür. Arap, Kürt ve Türk savaşçılar; o dönemde yaşayan tarihçilerin bile takip etmekte zorlandıkları bir hızla farklı bölgelere dalga dalga akmaktadırlar. Selahaddin camide Arapça, kendi adamları ve yakınları arasında Kürtçe, ordunun önemli bir bölümünü oluşturan Türkler arasında da Türkçe konuşmaktadır.

Frenklerin elindeki kaleler ve şehirler tek tek kuşatılır. Önce, müstahkem bir yerleşim birimi olan Taberiye fethedilir. Birkaç gün sonra, ordu Akkâ üzerine yürür. Şehir teslim olur. Selahaddin, ele geçirdiği onlarca yörede, halka ve tüccarlara iyi davranmayı da asla ihmal etmemektedir.

KUDÜS'ÜN YENİDEN FETHİ

Direncin büyük ölçüde kırıldığını fark eden Selahaddin, ordusunu dört beş parçaya bölerek, emirlerine Filistin bölgesindeki mevkileri almalarını emreder. Celile ve Samara'daki Frenk kaleleri birkaç gün içinde fethedilir. Nablus, Hayfa, Nazaret alınır. Bir yıl içinde, Sûr dışındaki bütün Kudüs Haçlı Krallığı toprakları ele geçirilir. Askalan, Gazze, Beytlahim gibi önemli şehirler Selahaddin'e teslim olur.

Bu arada Antakya Prinkepsliği topraklarının çoğu ve Trablus Kontluğu topraklarının bir kısmı da zaptedilir. Sıra, Kudüs'e gelmiştir.

Selahaddin, Kudüs'e, Halife Ömer gibi, fazla kan dökmeden girmek istemektedir. Kudüs halkına mektuplar gönderir. Şehrin ileri gelenlerinden bir heyet onunla Askalan'da görüşür. Selahaddin güvenceler verir ve koşullarını iletir. Fakat Frenkler, Sultan'ı şaşırtırlar. Küstahça cevap verirler. "İsa'nın öldüğü bu kutsal şehri ölürüz de vermeyiz!" derler.

Selahaddin, dört bir tarafa dağıttığı ordusuna Kudüs etrafında toplanma emri vermekte gecikmez. Haçlılar da savunma hazırlıklarına başlarlar. Selahaddin'in iyilikseverliği ve cömertliği böyle bir ortamda bile devam etmektedir. Kaleleri düştüğü için Kudüs'e sığınmak zorunda kalan yöneticilere ve şövalyelere; eşleriyle, aileleriyle buluşmaları için yardımcı olmaktadır. Düğün yapanlara hediyeler, hastalananlara hekim göndermektedir.

Kendisine başvuran Batılı ticaret kervanlarını korumak için birlikler görevlendirir. Askerlerinin, tarım ve hayvancılıkla uğraşanlara zarar vermelerini yasaklar. Suların, ırmakların zehirlenmesi tekliflerine şiddetle karşı çıkar. Hatta çocuklarını ya da kocalarını arayan kadınlara yardımcı olur, mutlu olduklarında kendisi de gözyaşlarını tutamaz.

Kudüs'te yaşayan Ortodoks ve Yakubi Hıristiyanları, Latin din adamları tarafından sürekli alaya alındıkları için Selahaddin'in mektuplarından ve iyi niyetinden etkilenmeye başlamışlardır. Hıristiyan ve Yahudiler arasından, Selahaddin'e gönüllü danışmanlık yapanlar bile çıkmıştır.

Frenklerin direnmesi cesurca; fakat kısa ve gerçekçi olacaktır. Surlar çökecek, tekbir sesleri nerdeyse bir asır süren bir hasretten sonra kentin mahallerini inletmeye başlayacaktır. Kudüs'ün Haçlıların elinden çıkmasını anlatan filmlerin en görkemlisi olarak kabul edilen Cennetin Krallığı'nda da öne çıkarılan ve kenti başarıyla savunan Balian, direnmenin yarar vermeyeceğini görmüş ve teslim olma koşullarını görüşmeyi kabul etmiştir.

Balian'la yapılan pazarlıkta, Selahaddin merhameti ve alicenaplığı elden bırakmayacaktır. Onun bu tutumuna kendi adamları bile tepki gösterecek ve dönemin tarihçileri de Selahaddin'e kaşlarını çatarak bakacaklardır.

2 Ekim 1187'de Selahaddin Kudüs'e girer. Hiç kimse rahatsız edilmez. Kutsal kabul edilen mekânlar korunur. Hatta Selahaddin, Frenklerin istedikleri zaman hacca gelebileceklerini duyurur. Kiliseye çevrilen el-Aksa, her yeri gülsuyuyla yıkandıktan sonra Müslüman mabedi haline getirilir. Selahaddin dua edip ağlar.

Hapsedilenleri serbest bırakır. Fidye ödemekte zorlananları mazur görür. Hatta dul kadın ve yetimlere armağanlar verir. Hazinedarlar, bu yüce gönüllü adama ateş püskürmektedirler. Savaş masrafları yüzünden elde avuçta bir şey kalmadığını hatırlatmakta; hiç değilse patrik ve prens sıfatlı önemli adamlardan yüklü bir fidye alınmasını ya da onların kendi hazinelerini götürmelerine izin verilmemesini istemektedirler.

Oralı bile olmayan Selahaddin'in cevabını, İmadüddin el-İsfehanî şöyle aktarmaktadır: "Yaptığımız anlaşmalara harfiyen uymalıyız. Böylece kimse Müslümanları anlaşmalara ihanetle suçlayamaz. Bunun tamamen tersine, Hıristiyanlar her yerde bizim iyiliklerimizi anlatacaklardır."

Selahaddin Kudüs'ü altın yığmak veya intikam almak için fethetmemiş; bu şehirde namaz kılmaktan daha büyük bir mutluluk olamayacağını söylemiştir. Cuma günü hutbe ve merasim olur. Nureddin'in yaptırdığı minber getirtilip yerine konur. Israrlara rağmen kendisi çıkıp konuşmaz. Sesi açık ve gür olmasına rağmen heyecanını ve mutluluğunu gizleyemeyen ünlü Şam kadısı Muhyiddin bin Zeki, saflar arasında gözleriyle Selahaddin'i arayarak konuşmasına şu cümlelerle başlayacaktır: "İslâm'a bu zaferi veren ve Kudüs'ü bir asırlık bir yoldan çıkıştan sonra hak yoluna döndüren Allah'a hamdolsun. Fethi gerçekleştirmek için seçtiği bu ordunun şanı yücelsin. Ve alay edilen bu ümmete saygınlığını iade eden Eyyub oğlu Selahaddin Yusuf, Allah'ın selamı senin üzerine olsun."


ÜÇÜNCÜ HAÇLI SEFERİ VE ARSLAN YÜREKLİ RİCHARD

Selahaddin, Kudüs'ün fethinden birkaç hafta sonra, Sûr şehrini kuşatmıştır. Ancak şehrin alınmasında çok istekli davranmamış, kış geldiği için askerlerin yarısını terhis etmiştir. Kalan askerlerle kuzeye yönelen Selahaddin, yeni bir zafer yürüyüşü gerçekleştirmiştir: Lazkiye, Tartus, Bagras, Safed, Kefertâb… şeklinde, alınan yerlerin listesi uzayıp gitmektedir.

Bu esnada, Kudüs'ün düşmesi Avrupa'da şok etkisi yaratmış, yeni bir Haçlı seferi başlatılmıştır. Gemiler, her gün, sahile dalgalar hâlinde Batılı savaşçı dökmektedir. Ekim 1189'da Akkâ'da şiddetli bir çarpışma olurken, Selahaddin bir mesaj alır. Almanların kralı Friedrich Barbarossa 250 binden fazla adamıyla Suriye'ye yürümek üzere Konstantinopolis'e yaklaşmıştır. Selahaddin durumun vahametini anlayıp Müslümanları cihada çağırmanın ve halifeyi haberdar etmenin gerektiğine inanır. Dört bir yana ulak göndererek yardım ister. Tarihçiler, bu haberlerin Endülüs'e bile ulaştığını söylemektedirler.

Herkes, Frenklerin intikamının müthiş olacağından söz etmektedir. Kudüs'ün elden çıkacağına, ortalığın kan gölüne döneceğine, Suriye ve Mısır'ın talan edileceğine kesin gözüyle bakılmaktadır. Haçlı yürüyüşü bütün Doğu'yu ürpertmektedir.
Alman imparatoru, Anadolu'dan muzaffer bir şekilde geçtikten sonra, 1190'da Konya önlerine gelmiş, Antakya'ya da haber yollamıştır. Güneyde yaşayan Ermeniler korkmuş, Selahaddin'den yardım istemişlerdir. 10 Haziran'da, Alman imparatoru Toros eteklerindeki bir akarsuda yıkanırken, muhtemelen kalp krizi geçirerek boğulur.


İbnü'l Esir bu olay üzerine şunları yazacaktır: "Ordusu dağıldı ve Allah Müslümanları, Frenkler arasında özellikle kalabalık ve inatçı bir tür olan Almanların kötülüğünden esirgedi."
Ancak Batılı savaşçı akını tavsamak yerine giderek güçlenmektedir. Nisan 1191'de birlikleriyle birlikte karaya çıkan kişi, Fransa kralı Philippe August'tür. Haziran başında da büyük bir ordu ve tantanayla İngiltere kralı Arslan Yürekli Richard karaya çıkacaktır.

İngiltere tacını taşıyan 33 yaşındaki bu kızıl saçlı dev, Amin Maalouf'a göre, savaşçı ve uçarı şövalyenin prototipidir. Kaba ve çılgın olmasına rağmen, soylu idealler taşımaktadır. Karizmatiktir. Batılılar ona hayrandır. O ise, Selahaddin'in karizmasının etkisindedir. Onunla buluşmak için can atmaktadır. Selahaddin'in kardeşi Âdil'le birkaç kez bir araya gelip sohbet ederler.

Bu arada, Haçlı saldırılarına dayanamayan Akkâ düşer. Richard 3 binden fazla Müslümanı acımadan katlettirir. Kral, sahil boyunca güneye ilerler. Donanması da denizden aynı yolu izlemektedir. Selahaddin de biraz daha içeriden onları takip eder. Ara sıra küçük çarpışmalar olur. Haçlı ordusu yok edilebilecek gibi değildir. Selahaddin zor durumdadır. Üzülmekte, sürekli dua etmektedir. Kudüs'ün düşmesinden korkmaktadır.

Bu arada Fransa kralı, yüz gün Doğu'da kaldıktan sonra ülkesine döner. Richard da yavaş yavaş sıkılmaktadır. Nihayet Âdil'e bir mesaj göndererek onu etkilemeye, ağabeyine karşı onu kışkırtmaya çalışır. Selahaddin'in tahmin ettiği gibi, Richard hile yapmaya uğraşmaktadır. Âdil'e "Kardeşim!" diye hitap etmekte, onun ihtiraslarını gıdıklamaktadır. Selahaddin de benzer şekilde, Sûr'un efendisi Conrad'la görüşmektedir. Conrad, bir süre sonra, Selahaddin'e ittifak bile önerecektir. Bunu öğrenince Richard çok kızacak, çok değerli bir yönetici ve komutan olan Conrad'ı öldürtecektir.

Tuzağı başarısız olan İngiltere kralı, Âdil'den Selahaddin'le bir görüşme ayarlamasını istemiştir. Ama sultan, çekilme sözü alamadığı için bunlara olumsuz yanıt verecektir. Böylece, çekişme ve müzakereler bir yıl daha sürüncemede kalacaktır. Kudüs'te mevzilenen Selahaddin, zamanın geçmesine aldırmamaktadır. Ülkesine dönme arzusuyla yanıp tutuşan Richard ise, bu psikolojik savaşta iyice yıpranacak, iki kere Kudüs üzerine yürüyecek fakat saldırıya geçmeyecektir.

1192 Ağustosunda Richard'ın sinirleri artık son haddine kadar gerilmiştir. Üstelik ağır hastadır. Kudüs'e saldırmadığı için bazı şövalyeleri onu terk edip gitmiştir. Conrad'ı öldürttüğü için ona diş bileyenler vardır. Prestijini iyice yitirmeden bölgeden ayrılmak isteyen kral, hiç değilse Askalan'ı kendisine bırakması için Selahaddin'e âdeta yalvarır.

Richard, bir süre sonra Askalan'dan da vazgeçer. 1192 Eylülünde beş yıllık bir barış antlaşması imzalanır. Kral, güya ülkesine dönüp daha da güçlenerek Ortadoğu'ya gelecek ve Kudüs'ü bu kez kesinlikle alacaktır. Verilmek istenen mesaj budur. Richard bir iki ay sonra Kudüs'ü ve her şeye rağmen büyük bir hayranlık duyduğu Selahaddin'in yüzünü bile göremeden ülkesine döner.
Selahaddin, bu uzun ve yıpratıcı mücadeleden sonunda galip çıkmıştır. Sağlığı da iyice bozulmuştur. Hekimleri, birçok hastalığın yanı sıra, zamanından önce yaşlanmaya maruz kaldığını söylemektedirler. 55 yaşındadır fakat bin yıldan fazla yaşamış gibidir.

Şam'a dönen Selahaddin, burada akrabalarıyla buluşur. Vaktinin çoğunu çocuklarıyla geçirmeye başlar. Bahaeddin artık onun yanından hiç ayrılmamakta, her hareketini sevgiyle kaydetmektedir: "Bir seneden beri kendini iyice yorgun ve bitkin hissediyor ve ağzına neredeyse doğru dürüst bir şey koymuyordu. Zor yürüyor ve insanlardan bundan ötürü özür diliyordu."

Bahaeddin, 2 Mart akşamı sultanın iyice ağırlaştığını ve Kur'an dinlemek istediğini söylemektedir. Durumdan sessizce haberdar edilen kardeşleri ve çocukları, heybetli ve gururlu emirleri, düşmana kök söktüren komutanları odasının dışında beklemekte ve hıçkırıklarını tutmaya çalışmaktadırlar.

Arapça Kur'an âyetlerine, Kürtçe ve Türkçe dualar eşlik etmektedir. Kimse düzgün cümleler kurarak konuşamamaktadır. Yıllarca at sırtından inmedikleri halde yorgunluk nedir bilmeyen, her biri bir askeri birliğe bedel Batılı şövalyelere dünyayı dar eden komutanlar ve cesur savaşçılar kadınların ve çocukların arasında hüngür hüngür ağlamamak için dudaklarını ısırmakta, gözlerinden süzülen yaşlar sert ve nasırlı ellerini küçük bir göle çevirmektedir. Başucunda Kur'an okuyan âlim, "Allahtan başka ilah yoktur ve ben ona teslim olanlardanım." âyetini okuduğu sırada Selahaddin'in kendisine bakıp gülümsediğini, bir süre sonra da gözlerini tamamen kapattığını söyleyecektir.

Bahaeddin gerisini şu cümlelerle anlatmaktadır:

"Öğleye doğru sultanı yıkadılar ve kefene sardılar. Bu iş için gereken her şey borca alındı; çünkü sultanın kendine ait hiç parası yoktu. El-Dehlevî tarafından yürütülen yıkama törenine davet edilmeme rağmen, buna katlanacak cesareti bulamadım. Öğle namazından sonra, cenazeyi kumaş kaplı bir tabutun içinde dışarı çıkardılar. Cenaze alayını gören kalabalık, birden ağlaşıp bağrışmaya başladı. Sonra grup grup dua edildi. Onu ikindi namazında toprağa verdiler. Allah ruhunu şad etsin ve nur içinde yatsın."



Kaynak: HAKSÖZ HABER [ Selahaddin Eyyubi ]
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt