Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Teokratik Rejim Ile Islami Rejim Arasındaki Farklar Nelerdir?

H Çevrimdışı

hamdi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Selamu Aleykum
Teokratik Rejim ile İslami Rejim Arasındaki Farklar sormak istiyorum
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Aleykum selam we rahmetullah ;

Teokrasi ; Teokrasi teriminin kökeni Yunanca θεοκρατία (theokratia)'dan gelmektedir. Allah düzeni (Josephus) demektir. Kelime Yunanca Teos'dan dönüşmüştür. Theos kelimesinin kökeni Hint Avrupa dillerinde dinî kavramlar içinde yer alır.

Theos'un anlamı Allah (Tanrı), Kratos'un anlamı ise düzen demektir.

Teokrasi ile yönetilen ülkelerde hukuk sistemi dine dayandırılması gerekir, hukuki kararların en yüksek mercii bir tür ruhban sınıfıdır. Teokratik sistemin dayandırıldığı dine göre ağırlığı ve önemi çeşitli olsa da, bu sistemde doğma mantığı ve akli durum göz önünde tutulur; çoğu zaman mantıki, akli ve pratik durumlar kabul edilen dogmalara adapte edilmeye çalışılır


Siyasi iktidarın (yönetimin), Allah'ın temsilcileri olduklarına inanılan din adamlarının (papaz, rahip, haham vs) elinde bulunduğu toplumsal, siyasi düzen demektir.

Teokrasiyi, rönesans ve reform öncesi kilise otoritesi; şeriatı da peygamberimiz (s.a.v.) ve Râşid-i hilafet döneminde uygulanan yönetim (şerîat) şekli olarak algılanabilir.

Şerîat, Teokrasi'ye karşı olmakla beraber aralarındaki başlıca farklar şunlardır denilebilir:

1- Teokrasi'de kilise mevcuddur, şerîatte ise buna benzer bir kurum yoktur.

2- Teokrasi'de kilise; halkı hem maddi olarak sömürür, hem de onlara mutlak bir egemenlik kurar. Şerîatte ise yöneticiyi de halkı da bağlayan bir kural vardır ve herkes eşit olarak sorumludur.
Hem bu kural yani şerîat, halkın ezilmesine izin vermeyen bir kuraldır. Eğer yönetici, şerîate aykırı davranıyorsa uyarılabilir.

3- Teokrasi'de, kilise dini en doğru anlayandır; her türlü dini yorumu da ancak o yapabilir. Şerîatte ise ilim sahibi olan herkes dini doğru anlayabilir.
Misal verecek olursak :

"Onlar, hahamlarını, rahiblerini ve Meryem oğlu Mesih'i Allah'tan başka Rabbler edindiler. Oysa tek olan Allah'a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. O'ndan başka ibadete layık ilah yoktur. O, onların ortak koştuklarından münezzehtir." (Tevbe: 31)

Begavi bu ayetin tefsirinde şöyle dedi:
"Şayet: "Onlar din adamlarına, rahiplerine ruku ve secde ederek ibadet etmiyorlardı" diye söylenirse, buna şöyle cevab verilir:

"Ayette geçen itaat, onlara rüku ve secde etme konusunda değil, Allah-u teala'ya karşı gelerek Allah-u teala'nın helalini haram, haramını helal yapma konusunda onlara itaat etmektir. İşte böylece onları Rab edinmişlerdir.

Adiy b. Hatem (radiyallahu anh) dedi ki:
"Boynumda altından bir haç takılı olduğu halde Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in huzuruna girdim.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) beni görünce dedi ki: "Ey Adiy! Boynunda takılı olan şu putu at!"
Ben hemen onu attım ve sonra yanına geldim.
O (sallallahu aleyhi ve sellem): "Onlar, hahamlarını, rahiblerini ve Meryem oğlu Mesih'i Allah'tan başka rabler edindiler..."(Tevbe: 31) ayetini okuyordu.
Bu ayeti okumayı bitirince ona şöyle dedim: "Biz onlara tapmıyorduk ki."
O (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dedi: "Onlar Allah-u teala'nın helalini haram, haramını helal yaptıklarında, siz de onu haram veya helal yapmıyor muydunuz?"
Ben: "Evet" dedim.
Bunun üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dedi: "İşte onlara İbadet böyledir"
(Begavi Tefsiri c: 3 sf: 285)

Ebu'l Buhteri bu ayet hakkında şöyle dedi:
"Onlar din adamlarına, rahiplerine namaz kılmadılar. Şayet din adamları ve rahipleri, kendileri için rüku ve secde yapılmasını onlara emretseydiler elbette bu konuda onlara itaat etmezlerdi. Fakat Allah-u teala'nın haramını helal, helalini haram yapmalarını onlara emrettiklerinde bu emre itaat ettiler, işte onların, din adamlarını ve rahiplerini Allah-u teala'dan başka Rabler edinmeleri böyle olmuştur." (Şeyhu'l İslam İbni Teymiye rahimehullah, Fetvalar c: 7 s: 76)

4- Teokrasi'de yönetim kilisededir, kimseden biat almak zorunda değildir; şerîatte ise ilim, adalet, ahlak gibi konularda en öne çıkmış olan kişi yönetici olur, ve insanlardan biat alır. Yöneticiler de, halk da sadece ve sadece Allah'a karşı sorumludur. Kimse kimsenin kulu ve kölesi değildir.

5- Teokrasi'de; kilise ve halkı ilgilendiren kuralları sadece kilise bilir, halka "bu böyledir, sen bilmiyorsun" denir. Bu bilgi sadece kiliseye ait olduğu için, kilise istediği gibi kural koyup "bunu din istiyor" diyebilir, ki bunu bolca istismar etmiştir.
Şerîatte ise, Kur'an'ı ilim sahibi olan herkes anlayabilir, yöneticileri "şu konuda yanlış yapıyorsun" diyerek uyarabilir. Kur'anın bilgisi, yöneticilere has değil; herkese açık bir bilgidir.

Birkaç misal verecek olursak:
Bedir savaşında Kurayş'liler, Müslümanlardan evvel harb sahasına vardıkları için en hâkim noktaları işgal etmişlerdi. Müslümanların elinde bir su kuyusu bile yoktu. Zemin o kadar kumlu idi ki, develerin ayakları bile kuma batıyordu.

Hubab İbn-i Munzir, Peygamber'in yanına yaklaşarak savaş için seçilen yerin, ilahi vahiy ile mi tayin olunduğunu, stratejik düşüncelerin göz önünde bulundurulup bulundurulmadığını sordu.
Rasulullah (s.a.v.), hayır dedi. Bu konuda bi vahiy almadım.
Bundan sonra Hubab, ya RasûlAllah bu konuşlandırma doğru değil diyerek edeb ile durumu izah etti ve su kuyularından birini işgal ederek diğer kuyuların da tahribini teklif ve tavsiye etti.
Rasulu Ekram de bu görüşü kabul ederek onun projesini yürürlüğe koydu. (Ö. Rıza Doğrul, A. Saadet, I, 232)

Ömer (r.anh), yeni bir elbiseyle hutbe okurken, "Dinleyiniz ve itaat ediniz" deyince, Selman-ı Farisi, "Senin dinlememizi ve itaat etmemizi istemeye hakkın yok" diyerek herkese eşit biçimde dağıtılan kumaşın nasıl kendisine böyle bir elbise olabildiğini açıklamasını istemiştir.
Ömer (r.anh),
oğlunun payını kendisine verdiğini açıklayınca, "Şimdi emret, dinler ve itaat ederiz" cevabını almıştır.

Bir başka konuşmasında Ömer, "Bende bir eğrilik görürseniz beni doğrultunuz" demiş;

Müslümanlardan "Eğer sende bir eğrilik görürsek kılıçlarımızla düzeltiriz" cevabını alınca, "Halkı arasında Ömer'i kılıcıyla doğrultacak kimseler ihsan eden Allah'a hamd olsun" diyerek hamd etmiştir.
Mehir meselesinden dolayı Kurayşli bir kadın ile Ömer (r.anh) arasında geçen olay da İslam'da Hakk'a teslim olmak ve "Hâlıka isyanda Mahlukata itaat yoktur" hadis-i şerifinin kaidesine çok güzel bir örnek teşkil eder.
Ömer (r.anh) mehrin 400 dirhemden fazla olmasını yasaklamış ve bu hususta insanlara bir hutbe vererek şöyle demişti:
"Kadınların mehirlerinde aşırıya kaçmayın. Eğer bunu yapmak dünyada bir iyilik veya ahirette bir takva olsaydı hepinizden önce bunu Rasulullah yapardı. Ne hanımlarından herhangi birine, ne de kızlarına 12 ukiyye (40 dirhem) gümüşten fazla Mehir vermemiştir. Kim ki, 400 dirhemden fazla verirse, fazlasını beyt-ul mal için alırım…"

Minberden indikten sonra Kurayşli bir kadın ona şöyle dedi: "Buna hakkın yok ey Ömer!"
Ömer de ona "niyeymiş"? dedi.
Kadın şöyle cevap verdi: "Çünkü Allah Teala, "Evvelki (eşinize) yüklerle Mehir vermiş de olsanız, o verdiğinizden bir şey almayınız. O malı bir iftira ve açık bir günah isnadı yaparak geri alır mısınız?" (Nisa 20).
Bunun üzerine Ömer (r.anh) şöyle dedi: "Bir kadın isabet etti ve bir erkek yanıldı."
(Ebu Davud, Nikâh, 27, Hadis No: 2106)

Ebu Yala, el-Kebir'de şöyle rivayet etmiştir:
Bunun üzerine Ömer (r.anh) dedi ki, "Allah'ım beni affet! Bütün insanlar Ömer'den daha iyi biliyor.

Sonra minbere çıkarak şöyle ilan etti: "Ey insanlar! Kadınların mehirlerini 400 dirhemden fazla vermenizi yasaklamıştım. Artık kim isterse malından dilediği kadar versin."
(İbn Mace, Nikâh, 17, Hadis No: 1887)

6- Teokrasi'de, kutsal kitab sadece latince olabilir, diğer dillere çevrilemez, çoğaltılıp halka dağıtılamaz. Şerîatte ise Kur'an, ilk zamanlarda (Selman-ı Farisi isimli bir sahabi farsçaya çevirmişti) diğer dillere çevrilmeye başlanmıştı. Kur'an , dört halife döneminde çoğaltılmaya başlanmıştı. Batı'da, İncil, Martin Luther'e kadar yerel dillere çevrilmemişti.

7- Teokrasi'de kilise, Allah'ın temsilcisidir, kullarla aracısıdır:
- İnsanlar kilise olmadan dua edemez, etse bile tam bir dua olmaz.
- Rahipler, Allah ile arası en iyi kullar oldukları (!) için cennetten arazi satabilirler (endülüjans).
- Rahipler, doğan çocuğu vaftiz etmezse, o çocuk bir ömür yok hükmünde yaşar.
- Rahipler, doğan çocuğa ad koymazlarsa, o çocuk bir ömür adsız gezer. Adsız gezmek ise insanlardan soyutlanmak demektir.

Şerîatte ise:
- (Peygamber hariç) Kimse Allah'ın temsilcisi veya aracısı olamaz. Peygamber bile, bir insanı tek başına cennete götüremez. Peygamber dışındakilere de temsilci gözüyle bakılamaz. Onlar da, halk da, Allah'ın kuludur ve eşittir.
- Cennetten arsa satmak gibi bir şey söz konusu değildir, herkes ameline göre cennet'e ya da cehenneme gider. Bu hal, Kul ile Allah arasındaki bir iştir.

- Şerîatte ise vaftiz, ad koyma gibi bir durum yoktur. Bir baba, çocuğuna ad koymak isterse, bebeğin kulağına ezan okuyarak çocuğuna ad koyabilir.
 
Üst Ana Sayfa Alt