Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Şiilerin Ömer(r.a.) Hakkında Uydurdukları Iftiralar ( Delilleri Ile Şia'ya Cevap )

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Şiilerin Ömer(r.a.) Hakkında Uydurdukları İftiralar
İlgili Linkler: linklerdeki ve buradaki konuları ve yazıları okumadan yapılan cahilane yorumlar ve konular silinecektir

https://www.islam-tr.org/tevhid/13233-sia-rafizi-itikadinden-ornekler.html

https://www.islam-tr.org/tevhid/17091-sirk-bidat-ve-hurafeler-vcd.html

https://www.islam-tr.org/tevhid/11550-cevsen-sia-bid-at-idir-uyduruldugu-kat-idir.html

https://www.islam-tr.org/tevhid/12288-islama-gore-hicri-yilbasi-muharrem-ve-asura.html

https://www.islam-tr.org/dogru-bild...muslumanlarin-katline-dair-verdigi-fetva.html



Râfizî şöyle diyor:
“Fatıma, Fedek (arazisi) ile ilgili olarak Ebubekir'e hitabta bulununca, Ebubekir de bir yazı ile cevabını verdi Fatıma yanından ayrılıp dışarıya çıkınca Ömer'le karşılaştı. Ömer, Fatıma'nın elindeki yazıyı alıp yakması üzerine, Fatma Ona beddua etti ve Ebu Lu'lue'nin belâsına duçar oldu.”

Ey Râfizî!
Vallahi bu iddian râfizîlerin uydurdukları hayasızca yalanlardandır.
Fatıma'nın (r.a.) vefatından onüç sene sonra, kâfir Ebu Lu'lue'nin eliyle şehid edilerek Allah (c.c.)'ın lutfuna nail olan Ömer (r.a.) bu şehadetinden dolayı ayıplanabilir mi?
Ömer (r.a.) gibi Ali (r.a.) de şehid edilerek Allah (c.c.)'ın keremine nail olmuştur.


Râfizî diyor, ki:
“Ömer Allah (c.c.)'ın hududunu (kanunlarını) ihmal etmiştir. Muğire b. Şubeyi cezaya çarptırmamıştır.”
Ey Râfizî!
Cumhuru ulema, Ömer'in (r.a.) Muğire b. Şu'be kıssasında takib ettiği yolun doğruluğunda ittifak etmişlerdir. Çünkü Muğire'ye yapılan zina iftirasında şahidlerin sayısı dörde tamamlanmamıştı. Kaldı ki Ömer'in (r.a.), Muğire kıssasındaki uygulamayı, aralarında Ali'nin (r.a.) de bulunduğu ashab-ı Kiramdan müteşekkil bir cemaat huzurunda yapmıştır. Ashab da Ömer'in (r.a.) yaptığını uygun görmüşlerdir. Delilimiz de şudur:
Ömer (r.a.), Muğire'nin zina ettiğini iddia eden üç kişiyi kırbaçlayınca, Ebubekir'e (r.a.). Muğire'rin zina ettiğini bir daha tekrarladı. Bunun üzerine Ömer (r.a.) Onu bir daha kırbaçlamak isteyince Ali (r.a.):
“Ey Ömer onu kırbaçlayacaksan Muğireyi de recmetmen gerekecektir,” dedi. Yani Ebubekir (r.a.)'in ikinci şehadeti bir şahit mesabesinde kabul edilerek, böylece şahidler dörde tamamlanmış olacak ve Muğire de recmedilecekti. İşte bu hadise mezkûr üç kişiyi kırbaçlamasından dolayı Ali'nin (r.a.), Ömer'e (r.a.) muvafakat ettiğini açıkça göstermektedir.
Ömer (r.a.), kendi oğlunu da Mısır'da içtiği içkiden dolayı had cezasına çarptırmıştır. Şöyle ki:
Mısır valisi Amr b. As cezayı evinde ve gizli olarak tatbik ettiği için Ömer (r.a.) buna rıza göstermemiştir. Çünkü diğer suçlulara cezalar açıkça tatbik ediliyordu. Bunun üzerine Ömer (r.a.), Amr b. As'a mektup göndererek oğlunu koruduğu için tehdit etmiş ve oğlunun kendisine gönderilmesini emretmiştir. Oğlu geldikten sonra onu ikinci defa ve alenen cezalandırmıştır.
Ömer (r.a.) öyle bir zat idi ki, Allah için başkasının kınamasından çekinmiyordu. Onun adaleti mutevatir olup ancak rafizi olanlar adaletini inkâr edebilir. Aynı şekilde Osman'ın (r.a.) katillerine cezayı tatbik etmediği için Ali (r.a.) de kınanamaz. Çünkü müctehid idi.

Râfizî şöyle diyor:
“Ömer, Beytülmâlden Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) zevcelerine gerektiğinden fazla mal veriyordu. Ayşe ve Hafsa'ya da her sene onbin ödüyordu.”
Ey Râfizî!
Ömer'in (r.a.) ödemedeki prensibi tercih esasına dayanıyordu. Hâşim oğullarına diğerlerine nazaran daha fazla maaş vermesi gibi. Önce onlara vermeye başlar ve bu malı ilk hak eden sizsiniz derdi. Ayrıca, kişinin maddi ihtiyaçlarına bakılarak ödeme yapılır, sözlerini de eklerdi. Hatta oğlu Abdullah'a Usame b. Zeyd'e verdiğinden daha az verirdi. Vallahi Ömer (r.a.), bazılarını sevdiği, için onlara fazla ödemede bulunurdu gibi sözlerle itham edilemez.
Râfizî:
“Ömer sürgün edilenler hakkındaki Allah (c.c.)'ın hükmünü değiştirmiştir” diyor.
Ey Râfizî!
İçki içenleri sürgün etmek İmamın (Devlet reisi) yetkisinde ve içtihadına mebnî bir şeydir. Bir kısım ashab içki içenlere kırk, bir kısmı da seksen sopa vurmuşlardır.
Ali (r.a.) de “Her iki; durum sünnettir” buyurmuştur.
Âlimler de kırk sopadan fazla had'detmek vaciptir, demişlerdir. Ebu Hanife, Malik ve Ahmed'den nakledilen bir rivayetle hüküm böyledir.
İmam-ı Şafiî “Fazlalık ta'zir olup, imam dilerse uygular.” demiştir.
Ömer (r.a.) de içki içenleri sürgün ederdi. Hatta dört defa içki içenlerin Rasulullah tarafından öldürülmeleri için emir verildiği sahihtir. Ancak neshinde ihtilaf vardır. Ali (r.a.) de, kırk sopadan fazla ceza tatbik eder ve şöyle derdi:
“Kendilerine had tatbik edildiğinden ölenler için üzülmezdim. Ancak içki içenlere üzülür ve onlara diyetlerini vermek isterdim. Çünkü bu işi içtihadımıza binaen yapardık.”
İmam-ı Şafiî, Ali'nin (r.a.) bu sözünü delil getirerek, kırktan fazlasının ta'zîr olduğunu ve içtihada binaen yapıldığını, söylemiştir.
Râfizî şöyle diyor:
“Ömer hükümlerin, mânâlarını anlamıyordu. Hatta hâmile bir kadının recmedilmesi için emir vermiş, Ali onu bu hareketinden alıkoymuştur.”
Ey Râfizî!
Gerçekten böyle bir hadise vukubulmuşsa, muhtemelen Ömer (r.a.) kadının hâmile olduğunu bilmemiştir. Çünkü esas olan hâmile olmamaktır. Veyahutta Ömer (r.a.) bu hükmü hatırlamamış bilahare Ali (r.a.) O'na bu hükmü hatırlatmıştır.
Kaldı ki, Ali'ye (r.a.) deSünnetle ilgili bir çok hususlar kapalı kalmıştır. Bilindiği gibi ictihadına binaen sıffînde, Cemel vakasında doksanbin kişi öldürülmüştür. Elbette bu daha büyük bir şeydir.

Râfizi şöyle diyor:
“Ömer, deli bir kadının recmedilmesi için emretmiş, Ali, ayılıncaya kadar delinin hüküm dışında olduğunu kendisine hatırlatmıştır. Bunun üzerine Ömer emrini durdurmuş ve “Ali olmasaydı Ömer helak olurdu.” demiştir.
Ey Râfizî!
Bu fazlalık da bilinmemektedir. (Yani; Ali olmasaydı Ömer helak olurdu sözü).
Böyle bir şey vuku bulmuştur. Fakat Ömer (r.a.) kadının durumunu bilmediği için bunda hiçbir beis yoktur. Yok bilmiş de unutmuş veya içtihadına mebnî olarak bunu yapmışsa başka müctehidlerde de bunun misali vardır. Ömer (r.a.) masum da değildir.
Râfizî şöyle diyor:
“Ömer bir hutbesinde: “Kim kadınlara verdiği mehirde aşırı giderse onu beytülmala katarım,” demesi üzerine kadınlardan biri:
“Allah (c.c.)'ın kitabında:
“Eğer bir zevceyi bırakıp da yerine başka bir zevce almak isterseniz, evvelkine yüklerle mehir vermiş de bulunsanız, o verdiğinizden bir şey almayınız.” (Nisa: 4/20) ayet-i kerimesi ile bize verdiğini nasıl bizden alabilirsiniz?” diye karşı gelmiştir. Bunun üzerine Ömer:
“Herkes Ömer'den âlimdir,” demiştir.
Ey Râfizî!
Bu hadise Ömer'in (r.a.) kemal ve faziletine delalet eder. Durum meydana çıkınca Allah (c.c.)'ın kitabına müracaat etmiştir. Kadından da gelse hakkı kabul edip, tevazu ile onu itiraf ettiğini görüyoruz. Üstün olana, ondan aşağı olanların kendisini ikaz etmemeleri üstünlük şartlarından değildir.
- İbibik kuşu Süleyman'a (a.s.): “Ben senin bilmediğin bir şeyi bildim” demiştir.
- Kendisinden aşağı olmasına rağmen ondan bazı şeyleri öğrenmesi için Hz. Musa (a.s.), Hızır ile yolculuk etmiştir.
- Ömer'i (r.a.) mehir ile ilgili görüşü faziletli bir müctehidden sadır olabilen bir görüştür. Çünkü mehirde Allah (c.c.)'ın hakkı vardır. Mehir mücerred bir ücret değildir.

Râfizî şöyle diyor:
“Kudame b. Maz'un içki içmiş ve haddedilmesi gerekirken Ömer'e:
“İman edip salih ameller işleyenler üzerine, bundan böyle sakındıkları ve güzel işlere devam ettikleri, sonra takva ile imanlarında kökleştikleri, daha sonra bu takva ile beraber güzel işlerle meşgul oldukları takdirde, önceden (haram kılınmazdan evvel) taktıkları şeylerde, üzerlerine bir günah yoktur. Allah, iyilik yapanları sever!” (Maide: 5/93) ayetini okumuş, Ömer de onu haddetmemiştir.
Bunun üzerine Ali, Kudamenin bu ayetin ehlinden olmadığını hatırlatmıştır. Yine de Ömer, Kudâme'nin ne kadar haddedileceğini bilemediği için Ali, Ona seksen değnek vur, demiştir.”

Ey Râfizî!
Ömer'in (r.a.) bu konudaki bilgisinin mevcudiyeti çok açıktır. Çünkü içki içenleri defalarca kırbaçlamıştır. Bu hadisenin doğrusu şöyledir:
Ebu İshak el-Cevzcânî, İbn-i Abbas'tan rivayet ettiğine göre Kudâme b. Maz'ûn içki içince Ömer (r.a.) Kudâme'ye:
Seni bu duruma sevkeden nedir? diye sorması üzerine Kudâme Allah (c.c.):
“İman edip salih ameller işleyenler üzerine, bundan böyle sakındıkları ve güzel işlere devam ettikleri, sonra takva ve imanlarında kökleştikleri, daha sonra bu takva ile beraber güzel işlerle meşgul oldukları takdirde, önceden (haram kılınmazdan evvel) tattıkları şeylerde, üzerlerine bir günah yoktur. Allah iyilik yapanları sever” (Maide: 5/93) buyuruyor.
Ben de ilkMuhacirlerdenim. Ömer (r.a.), cevab veriniz dedi. Fakat ashab susmuştu. Bunun üzerine İbn-i Abbas'a sen cevab ver dedi.
İbn-i Abbas şöyle cevab verdi :
“Allah (c.c.) bu ayet-i kerimeyi içki haram kılınmadan önce onu içenlere mazeret olarak indirmiştir.”
Daha sonra Ömer (r.a.), Kudame'nin haddedilip edilmiyeceğini sorması üzerine Ali (r.a.) şu cevabı verdi:
“İçki içen sarhoş olur, sarhoş olan, saçmalar, saçmalayınca da iftira eder. Şu halde ona seksen deynek vur.”
Ömer (r.a.) de Kudâme'yi seksen deynekle cezalandırmıştır.
Şâyân-i dikkat olan şu ki, sarhoşun seksen deynekle cezalandırılması için bu fikri Ömer'e (r.a.) veren Ali (r.a.) olmasına rağmen, Buhâri ve Müslim'de sahih olarak bilindiğine göre Ali (r.a.), Osman'ın yanında Velîd b. Ukbe'yi kırk deynekle cezalandırmıştır. Seksen deynek meselesini de Ömer'e (r.a.) mal etmiştir.
Yine Buhari'de sabit olduğuna göre İbn-i Avf da seksen deynek ile cezalandırılması için Ömer'e (r.a.) tenbih etmiştir. Dolayısıyla seksen deynek meselesinde Ömer (r.a.) yalnız Ali'den (r.a.) istifade etmiş değildir. Daha önce de Ali'nin (r.a.):
İçkiden dolayı kırbaçlanıp ölen kimsenin diyetini vermeyi arzuluyorum. Fakat Rasulullah bunu (diyet verme işini) bize sünnet kılmamıştır. Biz, bunu içtihadımızla yapardık dediğini nakletmiştik.

 
laylay Çevrimdışı

laylay

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
açıklamalar güzeldi...anlamayan yada anlamak istemeyene artık bişey denilemez
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Râfizî şöyle diyor:
“Ömer bir hamileyi çağırınca korkusundan çocuğunu düşürdü. Bunun üzerine ashab O'na:
“Seni sert bir terbiyeci olarak görüyoruz. Sana birşey gerekmez, dediler. Sonra durumu Ali'ye sorunca Ali, diyet vermesini gerekli gördü.”
Ey Râfizî!
Bu mesele ictihâdidir. Ömer (r.a.) her zaman Osman, Ali, İbn-i Mesud, Zeyd ve İbn-i Abbas ile istişare ediyordu. Yaptığı istişareler onun kemaline delalet eder.
Bir ara zina ettiğini bizzat ikrar eden bir kadını getirirler. Yukarıdaki zevat da kadının recmedilmesinde ittifak ediyorlar. O esnada Osman (r.a.), Kanaatimce kadın zinanın haram olduğunu bilmiyor, der. Bunun üzerine Ömer (r.a.) kadını recmetmiyor.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) da, “Lailahe illallah” diyenbirisini öldürdüğü için Usame'ye kısas tatbik etmemiştir. Çünkü Üsâme'nin kanaatine göre o kişi korkusundan kelime-i tevhid getirmişti. Onun için öldürülmesini caiz görmüştü.
Halid'in Malik b. Nüveyre'yi öldürmesi de bunun gibidir. (Yani ictihadidir.)

Râfizî şöyle diyor:
“İki kadın bir çocuk üzerine hak iddia ederek münakaşa ettiler, Durum Ömer'e aktarıldı. Ömer aralarında hükmedemedi.. Ömer meseleyi emirul mü'minine (Ali (r.a.)) havale etti. Ali her iki kadını da çağırdı. Onlara vaazetti. Kadınlardan her biri ısrarla çocuğa sahip çıkmak isteyince, Ali kendisine bir testere getirilmesini istedi. Ve kendilerine çocuğu böleceğini söyledi. İşte o zaman kadınlardan biri; Yâ emirel mü'minin müsaade edersen çocuğun hepsi öbür kadının olsun dedi. Ali de :
“Allahu Ekber! çocuk senindir. Eğer şu kadının olsaydı mutlaka çocuğa acırdı,” dedi
Ey Râfizî;
Bu anlattığın mesele Ömer'le (r.a.) ilgili değildir. Aksine hadise, Ebu Hüreyre'nin merfu olarak rivayet ettiği sahih bir hadis ile Süleyman'a (a.s.) ait olduğu bilinmektedir. Hadisenin anlatılmasındaki maksat da Allahu Taala'nın Süleyman'a (a.s.) bildirdiği hükümleri Davud'a (a.s.) bildirmediğini açıklamaktır.
Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“Biz, o meselenin hükmünü Süleyman'a bildirdik” (Enbiya: 21/79).
Süleyman (a.s.) Cenab-ı Allah'tan hükmüne uyacak bir hükmü kendisine vermesini isteyince Allah da Ona istediğini vermişti. Bununla birlikte Süleyman'ın (a.s.) Davud'dan (a.s.) daha üstün olduğunu bilmiyoruz. Davud'un (a.s.) bütün insanlardan daha âbid olduğu hakkında da rivayetler gelmiştir.

Râfizî şöyle diyor:
“Ömer doğumundan henüz altı ay geçmiş olan kadının recmedilmesi için emretmiştir. Bunun üzerine Ali O'na: Kadın isterse Allah (c.c.)'ın kitabıyla sana davacı olur, diyerek şu âyetleri okudu:
“Onun (ana karnında) taşınması ile sütten kesilme müddeti otuz aydır.” (Ahkâf: 46/15),
“Anneler çocuklarını tam iki yıl emzirsinler.”(Bakara: 2/233)
Ey Râfizî!
Herşeyden evvel Ömer (r.a.) ashab ile istişare ediyordu. Allah (c.c) da istişareden dolayı mü'minleri medhederek:
“İşleri de hep aralarında danışıklıdır.” (Şûra: 42/33) buyurmuştur.
Kocası, efendisi olmayan veya şüpheyle münasebette bulunduğunu iddia etmeyen hamile kadının recmedilip edilmeyeceğinde âlimler ihtilaf etmişlerdir.
İmam Malike göre recmedilir. Ahmed'den bir rivayet de böyledir.
Ebu Hanife ve Şafiî kadının zorla veya münasebet kurulmaksızın hamile kalabileceği ihtimalini nazar-i dikkate alarak recmedilmiyeceğini söylemişlerdir.
Birincilerin görüşü hulafaî râşidinden nakledilmiştir.
Buhari ve Müslim'de rivayet edildiğine göre Ömer (r.a.) ömrünün son günlerinde şöyle demiştir:
“Kesin olarak isbat edildikten, hâmilelik veya bizzat itiraf vuku bulduktan sonra zâniyi recmetmek haktır.”
İçki içenin kusması halinde haddelip edilmiyeceği hususunda da âlimler ihtilaf etmişlerdir.
Ömer (r.a.) nâdir olduğunu tahmin etmekle beraber kadının altı aydan önce doğurabileceğini zannetmiş olabilir. Dört yıl veya yedi yıl hâmile kalanların çok nadir olduğu gibi. Bu gibilerin haddedilmesi hususunda âlimlerin ihtilafı vardır.

Râfizî şöyle diyor:
“Ömer hükümlerde tereddüt ediyordu. Dedenin mirası hususunda yüz çeşit hüküm vermiştir.”
Ey Râfizî!
Ömer (r.a.) dedenin payı meselesinde ihtilâfa düşen sahabilerin en bahtiyarlarındandır. Ashâb-ı Kiram, dede kardeşlerle bulunduğu takdirde durumu nasıl olur meselesinde iki görüştedirler.
Birincisi:
Dedenin kardeşleri mirastan düşürmesidir. Bu görüş Ebubekir (r.a.), Ebu Musa, İbn-i Abbas ve daha bir kısım ashab ile Ebu Hanife, şâfiîlerin İbn-i Süreye ve Hanbelilerden Ebu Hafs el-Bermekkî'nin görüşüdür. Hak olanda budur. Alimler dedenin torunlarla bulunması halinde baba gibi mütâlâa edileceğinde ittifak etmişlerdir. Baba da elbette amcalardan mukaddemdir. Onun için babanın babası (dede) kardeşlerden önce olması gerekir.
İkincisi:
Dede kardeşlerle ortak olacağı fikridir. Bu da Osman, Ali, Zeyd ve İbn-i Mesud'un (r.a.) görüşüdür. Fakat tafsilata geçince aralarında çok açık bir ihtilaf vardır. Cumhur, Zeyd'in görüşündedirler. Mâlik Şafiî ve Ahmedgibi.
Ali'nin (r.a.) dedenin payı hususundaki görüşüne fakihlerden hiçbir imam katılmamıştır. Ancak İbn-i Ebi Leylâ'nın bu görüşe katıldığı söylenmektedir.
Ömer'in (r.a.) dede meselesinde yüz çeşit hüküm vermesi mümkün değildir. Kaldı ki on senelik halifeliği esnasında dede meselesinde az konuşmuş ve Buhari'de rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
“Üç şeyin Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından bize açıklanmasını istiyordum. Dedenin mirastaki payı, Kelâlenin durumu ve Ribanın bütün çeşitleri. ”
Bunları bilmeyenler onlar hakkında hüküm vermemişlerdir.

Râfizî şöyle diyor:
“Allah (c.c.) eşitliği emretmesine rağmen Ömer, ganimet mallarının dağıtımında bazılarına az, bazılarına fazla verirdi.”
Ey Râfizî!
Herşeyden önce ganimeti kendisi değil, Onun komutanları taksim ederlerdi. Onlar ganimetin dörtte birini dağıtırlar, beşte birini de Ömer'e (r.a.) gönderirlerdi.
Alimler ganimetlerin taksiminde maslahata binaen bazılarına ez, bazılarına çok verilmesi hususunda ihtilaf etmişlerdir. Ahmedb. Hanbel'den iki rivayet vardır ki, birisi caiz diğeri caiz olmadığı hususundadır.
Ebu Hanife maslahata binaen ganimetlerin şahıslara göre az veya çok taksim edilmesini caiz görmüştür. Çünkü Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) başlangıçta ganimetleri beşe böler ve beşte dördünü taksim etmesine rağmen, bilahare geri kalan beşte biri dörde bölmüş ve dörtte üçünü taksim etmiştir.
Müslimde rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) El-Gabe gazvesinde Seleme b. El-Ekve'e yaya olmasına rağmen bir süvari ve bir yaya hissesini vermiştir. Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Seleme'yi tercih etmesinin sebebi başkasına nazaran Onun savaşta kahramanca davranması, düşmanı yıldırması ve ganimeti elde etmesi olmuştur. Mâlik ve Şafiî, bu fazlalığın ancak beşte birden verilebileceğini söylemişlerdir.
Evet Ebu Bekir (r.a.) taksimde eşitliğe riayet ederken, Ömer (r.a.) bazılarına ve maslahata binaen biraz fazla veriyordu. Fakat bu durum onun adaletsizliğine delalet etmez. O Ömer ki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Onun hakkında:
“Allah hakkı Ömer'in kalbine ve lisânına damgalamıştır.” buyurmuşlardır.
Şüphesiz ki bu taksimler içtihadı bir meseledir.
Râfizînin “Allah, ganimetin taksiminde eşitliği vacip kılmıştır.” sözü delilsiz bir iddiadır. Bu hususta delil olsaydı, diğer ictihadi konularda konuştuğumuz gibi, bu konuda da konuşurduk.

Râfizî şöyle diyor:
“Ömer kendi görüş, istek ve zannına göre hükmederdi.”
Bu durum yalnız Ömer'e (r.a.) ait değildir.
Ali (r.a.) de kendi görüşüne göre hükmedenlerden idi. Buna delil olarak da Sıffîn muharebesine gitmesini gösterebiliriz. Ali (r.a.) bu hususta şöyle diyor:
“Rasulullah bu hususta bana bir şey söylememiştir. Ancak görüşüme göre bu savaşa gitmeliyim.”
Ama hâricilerle savaşması konusunda hadisten delili vardır. Cemel ve Sıffîn savaşıyla ilgili olarak her iki taraf da bir delil getirmemişlerdir. Ancak Kaidûn, (savaşa katılmayanlar) fitne çıkmaması için savaşın terkediimesine dair hadislerle delil getirmişlerdir.
Bilinen şu ki; görüş nasslara aykırı değilse onda hiçbir sakınca yoktur. Aykırı ise, bunun en uygun olmayanı binlerce müslümaran kanlarının akıtılmasına sebep olan ve o kişilerin öldürülmesinde ne dünya ve ne de âhiretlerine yararlı bir maslahatın bulunmadığı görüş olur.
Eğer Ali (r.a.), (Sıffîn ve Cemel Vak'ası) görüşü ile ayıplanmazsa -ki ayıplanamaz- Ömer (r.a.) ve başkalarının ferâiz, talak v.s. fiıkhî meselelerle ilgili görüşlerinden dolayı haliyle kınanamazlar.
Bununla birlikte Ali (r.a.) fıkhî meselelerde ashabın görüşlerine iştirak etmiş fakat kan akıtma davasındaki görüşüyle tek başınakalmıştır. Oğlu Hasan (r.a.) ve ilk müslümanların çoğu bu savaşlarda maslahat görmemişlerdir. Onların bu görüşleri, birçok şer'î delillere dayandığı için savaşı gerektiren görüşe nazaran maslahata daha uygun idi.
Ali'nin (r.a.) dedenin payı vesâir ffkhî meselelerdeki hükümleri de aklî görüşlerine dayanıyordu. O şöyle diyordu:
“Ben ve Ömer cariyenin çocukları olduktan sonra satılamıyacağı hususunda görüş; birliğine varmıştık. Fakat şimdi onların satılmasını caiz görüyorum.”
Bunun üzerine kadısı Ubeyde es-Selmâni:
“Sizin ve Ömer'in cemaatla beraber olan görüşleriniz, senin küçük fırkalarla beraber olan görüşünden bize daha güzel geliyor”, demiştir.
Buharide rivayet edildiğine göre:
Ubeyde es-Selmânî Ali (r.a.)'den naklettiğine göre Ali (r.a.) şöyle diyor:
“Daha önce hüküm verdiğiniz gibi hüküm veriniz. Ben ihtilaf istemiyorum. Müslümanların cemaat olmalarını ve arkadaşlarım olan üç halife gibi ölmek istiyorum.”
Bu sözü İbn-i Sîrin, Ubeydeden nakletmiş, ayrıca O, Ali (r.a.)'den nakledilen sözlerin bir çoğunun kendisine isnad edilen yalanlar olduklarını söylemiştir.
İbn-i Ömer (r.a.) şöyle diyor:
Babamın (Ömer (r.a.)) bir şey hususunda görüş beyan edip de onun öyle olmadığını görmüş değilim.
Nasslar, İcma ve muteber sözler, Ömer'in (r.a.) görüşü; Osman, Ali, Talha ve Zübeyr'in görüşlerinden daha isabetli olduğunu gösteriyorlar. Bunun içindir ki, görüşlerinin neticesi hayırla neticelenmiştir.
Zerre kadar insaf ve vicdanı olan kimse, Ömer'in (r.a.) ahlâk ve ilminin kemâlinde şüphe etmez.
Ebubekir ve Ömer'in (r.a.) sadakat ve kemalinde şüphe eden, mutlaka ve zır câhil veya münafık zındıktır.
Onların yüceliklerinde şüphe etmek Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ve İslâm’ın, kemalinden şüphe etmektir. Bu da râfizîlerin ve bâtınîlerin işidir.
Râfizî “Ali masumdur. Mücerred görüşüyle hükmetmez. Aksine onun söylediği herşey nass gibidir” derse, “Öte tarafta ve senin gibi aşırı giderek (haşa!) Ali'yi tekfir eden haricilerin var olduğu” kendisine hatırlatılır.

Râfizi şöyle diyor:
“Ömer yaptığı vasiyyette vefatından sonra halife seçimi işinin şûra ile halledilmesini icad ederek, Ebubekir'e muhalefet etmiştir. Ebu Huzeyfe'nin kölesi Sâlim'e hayıflanarak:
Sâlim hayatta olsaydı şüphesiz ki, Onu halife olarak tayin edecektim, demiştir. O sırada Ali de hazır duruyordu..”
Ey Râfizi!
Senin bu sözlerin iki şeyden hâli değildir. Ya yalan bir nakildir. Veya hakkı inkar etmektir. Yalan olan kısmı ya gerçekten yalan olduğu bilinmekte veya doğru olduğu bilinmemektedir. Doğru olan kısmında da Ömer'i tezyif edecek hiçbir şey yoktur.
Aksine Onun ahlâk ve faziletine delalet eden deliller vardır. Fakat bu câhil râfizîler aklî ve nakli bütün delillerde hakikatleri ters çeviriyorlar. Meydana gelmiş olayları olmamış, olmamış olayları da olmuş gibi gösteriyorlar. Doğru olanları yanlış, yanlış olanları da doğru diye iddia ediyorlar. Onun için râfizîlerin ne akli ve ne de nakli delillerine itibar edilmez. Gerçekten şu âyet-i kerimeden nasiblerini almışlardır.
“Bir de şöyle derler: Biz işitir veya akıl eder olsaydık, şu azgın ateşe atılanlar arasında bulunmazdık.”(Mülk: 67/10)
Râfizînin,
“Ömer kendisinden öncekine muhalefet ederek halifeyi seçme işini şûraya havale etmiştir” sözüne gelince şöyle deriz:
Ey Rafızî:
Muhalefet ikiye ayrılır.
Birincisi; tam zıdlık ifade eden muhalefettir. Bir kimsenin bir şeyi vacip kılarken diğerinin onu haram kılması gibi.
İkincisi; fer'î olan muhalefettir. Kıraat şekilleri gibi. Bazıları bir kıraati seçerken diğer başkaları başka kıraatları seçmelerine rağmen bütün bu kıraat şekilleri caizdir.
Buhari ve Müslim'de rivayet edildiğine göre Rasulullarr (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:
“Kur'an-ı Kerim yedi lehçe üzerine inmiştir. Hepsi de şâfi ve kâfidir (haktır).”
Ömer (r.a.) ile Hişam b. Hakîm b. Hizam “El-Furkan” sûresinin okunuşunda ihtilafa düşerek ayrı şekillerde okudular. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onlara “El-Furkan” suresi sizin ikinizin okuduğu şekilde inmiştir” buyurdu.
Halifenin tasarruf yetkisi de bu feri ihtilaflar arasındadır. Onun içindir ki, Rasulullah, Bedir muharebesinde esir edilenlerin durumu hususunda Ebubekir (r.a.) ve Ömer'i istişare ettiğinde Ebubekir (r.a.), Fidye karşısında esirlerin salınmalarını, Ömer (r.a.) de öldürülmelerini istediler. Bunun üzerine Rasulullah Ebubekir'i (r.a.) İbrahim ve İsa peygambere, Ömer'i (r.a.) de Nuh ve Musa peygambere benzetti. Bu fikirlerinden dolayı hiçbir zaman Ebubekir (r.a.) ve Ömer'i (r.a.) ayıplamamıştır. Aksine her ikisini peygamberlere benzeterek medhetmiştir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), bu iki fikirden birisiyle mükellef olsaydı onlarla istişare etmezdi.
Kaldı ki ictihadlar ayrı ayrı olmasına rağmen hepsi de hak olabilir. Mesela Ebubekir (r.a.) savaşlarda Halid b. Velid'i komutan olarak tayin etmek isterken, Ömer Onun azledilmesini istiyordu. Fakat Ebubekir (r.a.):
“O Allah (c.c.)'ın müşrikler üzerinde musallat ettiği bir kılıçtır,” diyerek Halid'i azletmiyordu, Ömer halife olunca Halid’i azlederek yerine Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı tayin etti. Buna rağmen her ikisinin icraatı, devirlerindeki maslahata binaen en münasib olanı idi. Ebubekir'in (r.a.) yumuşaklığı karşısında Ömer biraz sert olmasına rağmen Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) her ikisiyle istişare ederek:
“İkiniz bir hususta ittifak ettiğiniz takdirde size muhalefet etmem” buyurur.
Sahih hadiste rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Müslümanlar Ebubekir ve Ömer'e itaat ederlerse doğruyu bulurlar.” buyurmuşlardır. (Müslim Mesacid: 311, Ahmed: 5/298)
Bir başka rivayette de şöyle buyururlar:
“Ashabım! Mü'minler peygamberlerini kaybedip namazları da kendilerine ağır geldiğinde ne yapacaklarını biliyor musunuz?” Ashab:
“Allah ve Resulü bilir,” dediler. Rasulullah:
“Aralarında Ebubekir ve Ömer yok mu? (devamla) Mü'minler Ebubekir ve Ömer'e itaat ettikleri takdirde onlara itaat eden müslümanlarla beraber bütün ümmet hidâyete nail olur. Onlara isyan ederlerse kendilerine isyan eden bütün müslümanlarla birlikte bütün ümmet dalâlete duçar olur.” (Bu son iki cümleyi üç defa tekrar etti.)
Müslimin rivayet ettiğine göre İbn-i Abbas, Ömer'den (r.a.) rivayet ederek şöyle buyurur:
“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Bedir muharebesinde müşriklerin bin, kendilerinin de üçyüzondokuz kişiden müteşekkil olduklarını görünce, kıbleye dönerek ellerini yukarıya kaldırdı ve Allah (c.c.)'a şöyle dua etmeye başladı.
“Allah'ım! Bana va'dettiğini yerine getir. Allahım! Bana va'dettiğini ver. Allahım! Şu küçük İslâm topluluğunu yok edersen yeryüzünde sana ibadet edecek kimse kalmayacak”.
Cübbesi omuzlarından düşünceye kadar duaya devam etti. Ebubekir (r.a.), Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) gelerek düşen cübbesini kaldırdı ve Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) omuzuna koydu. Sonra arkasında durarak:
“Ey Allah’ın Peygamberi! Allah (c.c.)'a olan duanız yetti. Muhakkak iki, Allah sana vadettiğini verecektir,” dedi. Bunun üzerine Allah (c.c.):
“O vakit Rabbinizden yardım ve zafer istiyordunuz da O size: Gerçekten ben arka arkaya bin melek ile imdad ediyorum, diye duanızı kabul buyurmuştu” (Enfal: 8/9). ayetini indirdi.
Böylece Allah (c.c.) meleklerini Resulünün imdadına gönderdi.”
Ali'nin (r.a.) taraftarları ve istisnasız olarak Selef, Ebubekir ve Ömer'in (r.a.) fazilette olan üstünlüklerini kabul etmişlerdir. İbn-i Batte, Ebul Abbas b. Mesruk diye bilinen hocasının şöyle söylediğini naklediyor:
Muhammed b. Hümeyd, Cerir'den, O da Sufyan'dan, O da Abdullah b. Ziyad b. Hudeyr'den rivayet ettiğine göre Abbullah b. Ziyad b. Hudeyr şöyle diyor:
“Ebu İshak Es-Sübey'î Kûfe'ye geldi. Şemr b. Atiyye, birlikte yanına gitmemizi istedi. Yanına gittik ve sohbet ettik.” Ebu İshak şöyle dedi:
“Ben Kûfe'de iken istisnasız olarak bütün Küfe ehli Ebubekir ve Ömer'in (r.a.) faziletlerine inanıyor ve onları sair ashaba tercih ediyorlardı. Şimdi ise konuşabildikleri kadar konuşuyorlar. Vallahi ne dediklerine akıl erdiremiyorum.”
(Bu hadise şiî'liğin gelişmesini gösteren tarihi bir delildir. Ebu ishak Kûfe'nin büyük âlimlerinden idi. Osman'ın (r.a.) şehadetinden üç sene önce doğdu. Uzun bir ömürden sonra H. 127 de vefat etti. Ali'nin (r.a.) hilafeti esnasında çocuk olan Ebu İshak, Onun hakkında şöyle diyor:
Ali (r.a.) Kûfe'de mimberin üstünde hutbe irad ederken babam beni kaldırdı. Onu beyaz saç ve sakalıyla gördüm.
Ebu İshak'ın Kûfe'yi ilk defa ne zaman terkettiğini ve ondan sonra tekrar Kûfe'yi ne zaman ziyaret ettiğini bilseydik, Kûfe'deki alevîlerin Ebubekir ve Ömer'i (r.a.) ne zaman tercih ettiklerini ve ne zaman terkettiklerini bilecektik.
Ali (r.a.), Küfede Ebubekir ve Ömer'i (r.a.) medhederken aleviler de Tahkim (Hakem olayı) hadisesine kadar imamlarına muhalefet etmemişlerdir. Maalesef bu olaydan sonra haricîler ve onların bir fırkası olan İbâdiyye aynı istikamette kalmalarına rağmen alevîler imamlarına muhalefet ederek H. Birinci asırdan sonra Ebubekir ve Ömer (r.a.) hakkında ileri geri konuşmuşlardır. Bu durum Ebu İshak'ın son günlerine rastlamaktadır. )
Damure, Said b. Hasan’ın, Leys b. Ebi Selim'den aşağıdaki, sözleri işittiğini nakleder. Leys (Leys b. Ebi Selim el-Kureyşi el-Kûfi, âlim olup İkrime'den hadis nakletmiştir. Ma'mer, Şube ve Sevri'nin hocalarındandır. Kûfe'nin en iyi âlimlerindendir. H. 143 te vefat etmiştir. ) şöyle diyor:
“İlk şiîleri gördüm. Onlar Ebu Bekir ve Ömer'e hiç kimseyi tercih etmiyorlardı.”
Ahmed b. Hanbel, Sufyan b. Uyeyne'den O da Halid b. Seleme’den, O da Mesruk'tan rivayet ettiğine göre Mesruk şöyle dâyor : “
“Ebubekir ve Ömer'i sevmek ve onların faziletlerini bilmek sünnettendir.”
Mesruk, Kûfe'de bulunan en büyük tâbilerden idi. Tavus da aynı görüştedir. Aynı rivayet, İbn-i Mesud'dan da nakledilmiştir. İlk şiîler elbette Ebubekir ve Ömer'i (r.a.) tercih edecekler. Çünkü Emirulmü'minin Ali'nin (r.a.):
“Bu ümmetin peygamberlerinden sonra en hayırlıları Ebubekir ve Ömer'dir.” dediği sabit olmuştur.
Bu söz bir çok yollarla nakledilmiş hatta seksen ayrı yoldon geldiği ayrıca beyan edilmiştir.
Buhari yukarıdaki sözü El Hemdaniyyen (iki Hemedanlı) hadisiyle sahihinde nakletmiştir. Bu iki Hemedanlı da Ali'nin (r.a.) en samimi arkadaşlarından idi. Öyle ki Ali (r.a.) bir şiirinde onlar hakkında şöyle diyor:
Cennetin kapıcısı olsaydım,
İki Hemadaniye selametle girin, derdim.
Buhari'nin, Süfyan-i Sevri'den, O da Munzir'den (bu iki zat da hemedanlıdır) O da Muhammed b. El-Haneîiye'den rivayet ettiklerine göre, Muhammed b. El-Hanefiyye (Ali'nin (r.a.) oğlu) şöyle diyor:
“Babacığıma Rasulullah'dan sonra insanların en hayırlısı kimdir? diye sordum. Ebubekir'dir dedi. Ondan sonra kimdir? diye tekrar sorunca; Ömer'dir, dedi.”
Ali (r.a.), oğluna böyle söylediğine göre “Bu da takiyyedir” denilemez. Muhammed b. Hanefiyye'nin naklettiğibu sözler, bizzat babası tarafından ve açık olarak mimberde halka açıklanmıştır.
Yine Muhammed b. El-Hanefiyye'den rivayet edildiğine göre Ali (r.a.) şöyle diyordu:
“Beni Ebubekir ve Ömer'e (r.a.) tercih eden birisini bana getirirlerse, mutlaka Onu iftira cezasıyla cezalandırırım.”
Sünen'de rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Benden sonraki iki kişiye, yeni Ebubekir ve Ömer'e uyunuz” buyuruyorlar. (Tirmizi, Menakıb: 16, 37, İbni Mace Mukaddime: 311)
Onun için Ahmed b. Hanbel'den rivayet edilen ve âlimlerin iki görüşünden bir görüşe göre -ki en kuvvetli görüş budur- Ebubekir ve Ömer (r.a.) bir hükümde ittifak ettiklerinde, O hüküm hüccet olur ve ondan ayrılmak caiz değildir. Alimlerin kuvvetli olan bir başka görüşlerine göre; dört halifenin ittifakı hüccettir. Onların hilafına hareket etmek caiz değildir. Çünkü Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onların sünnetlerine uymayı emretmiştir. O Peygamberki, adil ve mükemmel emirlerle gönderilmiş, rahmet ve merhamet Peygamberidir. Ümmeti de bu güzel sıfatlarla tavsif edilmiştir.
Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“Muhammed Allah'ın elçisidir. O'nun beraberinde bulunanlar, inananlara karşı alçak gönüllü, inkarcılara karşı güçlü...”(Mâide: 5/54)
Rasulullah, şiddet ve merhameti birleştiriyor, adalete uygun olanı emrediyordu. Ebubekir ve Ömer'de (r.a.) O'na itaat ediyorlardı. Böylece Onların hareketleri kemâl-i istikametle gerçekleşiyordu.
Rasulullah vefat edince bu iki zat, ayrı ayrı Peygamberlerinin halifeleri oldular.
Ebubekir (r.a.), kemâlinin gereği olarak ve adaletin tecellisi için yumuşaklığı ve sertliği birbirine mezcetmiş ve tabiatında sert olanı tayin etmiştir.
(Halid b. Velid'i ordu komutanı olarak tayin etmesi gibi) çünkü yalnız yumuşaklık işi bozduğu gibi, yalnız sertlik de işi bozar.
Onun için Ebubekir (r.a.), Ömer'le (r.a.) istişare etmekle ve Halid'i komutanlığa getirmekle gerçekten Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) halifeliğine lâyık olmuştur. Bu da Ebubekir'in (r.a.) yüce faziletine delalet eder. Bunun içindir ki, Ömer'in şiddetini aşan bir şiddetle irtidad edenlere karşı savaşmıştır. Hatta Ömer (r.a.):
“Ey Ebâbekir! İnsanlara karşı yumuşak davranmakla kendini onlara sevdir”, demesi üzerine Ebubekir (r.a.):
“Neden kendimi onlara sevdireyim? (Suçun basit olmadığına işaret ederek) Yalan konuşmuş veya bir şiir mi söylemişlerdir?” Şeklinde Ona cevap verdiği rivayet edilmiştir.
Enes (r.a.) şöyle diyor:
“Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) vefatı ile tilkiler gibi (şaşkın) olduğumuz bir halde iken Ebubekir (r.a.) bize bir hutbe verdi. Bizi o kadar cesaretlendirdi ki, âdeta aslanlar gibi kesildik.”
Ömer (r.a.), gerçekten tabiatında sert idi. Kemaline delalet eden en açık delil, işlerinde mutedil olması için yumuşaklığa sarılmasıdır. Onun için Ebu übeyde b. Cerrah, Sa'd b. Ebi Vakkas,Ebu Ubeyde es-Sekafî, Nu'man b. Mukarrin, Said b. Âmir ve benzeri ashabtan yardım talep ediyordu. Bu zatlar zühd, takva ve ibadette Halid b. Velid ve emsalinden daha ileri idiler.
İşte bunun içindir ki Ömer (r.a.), Allah ve Resulünün açık olarak hükümlerini beyan etmedikleri meselelerde ashab ile istişare ediyordu. Çünkü Şâri'in kıyamete kadar herkes için ayrı ayrı hüküm koyması mümkün değildir. Hal böyle olunca, Genel hükümlerin kapsamına girip girmedikleri hususunda bazı muayyen meselelerde ictihad edilmesi gerekir. İşte bu ictihad şekline fakihlere göre “Tahkikül Menat denir.” Buhususta kıyası kabul eden ve etmeyen bütün âlimler ittifak etmişlerdir. Meselâ:
Allah (c.c); âdil olanların şâhid olmasını emrediyor. İctihad yapılmadan şahitlik yapacak âdil kimselerin kim olduklarını bilmek mümkün müdür?
Yine Allah (c.c.) emanetlerin sahiplerine verilmesini ve işlerin de ehline tevdi edilmesini emrediyor. Bunlara lâyık olanların veya başkasına tercih edilecek muayyen kimselerin nassla bilinmesi mümkün olmadığı için bunlar, ancak ictihadla tesbit edilebilir.
Râfizî,
İmamın nassla belirlenmiş ve ma'sum olması gerektiğini iddia ediyorsa:
Rasulullah'dan (sallallahu aleyhi ve sellem) daha mı büyüktür ki O'nun vekilleri ve tayin ettiği memurları bile masum değillerdi. Şâri'nin her muayyen şeye nassla hüküm koyması mümkün olmadığı gibi, Peygamber ve imamın da muayyen olan her hususta gaybı bilmeleri mümkün değildir. Kaldı ki, ferî meselelerin bir çoğu Ali'nin (r.a.) zannettiği gibi çıkmamıştır. Binaenaleyh ma'sum olan ve olmayan kimseler için fer'î konularda içtihadın gerekli olduğu böylece ortaya çıkmış oldu. Müslim'de rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyorlar:
“Muhakkak ki, siz ihtilaflı meselelerinizde bana geliyorsunuz. Bazılarınız delil getirme hususunda diğerinizden daha maharetli olabilir. Ben getirdiğiniz delillere göre hükmederim. (Hakkı olmadığı halde ve getirdiği delillere istinaden) kime kardeşinin hakkından bir şey verirsem onu almasın. Çünkü ona cehennemden bir parça vermiş olurum.” (Buhari Şehadet: 27, Ahkam: 30, Hilye: 10,Müslim Akdiye: 4, Ebu Davud Akdiye: 7, Tirmizi Ahkam: 11, Nesai Kudat: 13,33 İbn Mace Ahkam: 5)
Bu hadisten anlaşıldığı gibi hakkında kesin nass olmayan muayyen yerlerde ictihad yapılır. Onun için Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zahir delillerin hilafına da olsa davayı kazanan şahsa eğer gerçekten haklı değilse kardeşinin hakkını olmamasını istemişlerdir.
Evet Ömer (r.a.) Halife olduğu için Müslümanlara en faydalı olan şahsı kendi yerine tayin etmesi gerekirdi. Onun için bu hususta ictihad etti ve hilafete lâyık olan altı kişiyi tesbit etti. İçtihadı da doğru ve haktır. Çünkü hiç bir sahabi bu altı kişiden başkası hilafete layıktır, dememiştir. Halifeyi seçme işini bu altı kişiye bırakmasının sebebi tayin edeceği bir kişinin diğerlerine nazaran daha yararlı olmayabileceğinden korktuğu içindir. Bu durum da Ömer'in (r.a.) takvasına delâlet eder. Bu yüzden ictihad ederek hilafet için altı kişi tercih etmiş fakat, birisini tayin etmemiştir. O şöyle diyordu:
“Tayin işi alt: kişinin hakkıdır. Onlar kendi aralarında birini tayin etsinler.”
Âdil olup ve havaî arzusu olmayan bir imam için bu en güzel bir ictihaddır. Allah ondan razı olsun.
Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“... Onların işleri aralarında danışma iledir.”(Şûra: 42/38),
“... İş hakkında onlarla danış...”(Ali İmran: 3/159).
Binaenaleyh Ömer'in (r.a.) şûra ile yaptığı işler mutlaka yararlı idi. Ebubekir'in, Ömer'i (r.a.) tayini de müslümanların maslahatı için olmuştur. Ömer'in (r.a.) olgunluğunu ve yüceliğini gören Ebu Bekir (r.a.), bu tayin için Şûraya ihtiyaç duymamıştır. Tabii ki, Ebubekir'in bu güzel ve mübarek kararının eseri müslümanların hayatında açıkça görülmüştür. İnsafı olan her akıl sahibi Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Sa'd ve Abdurrahman b. Avf (Allah cümlesinden razı olsun)'ın Ömer'in (r.a.) yerine geçemiyeceklerini gayet iyi bilir.
Ömer'in (r.a.) hilafet için altı kişiyi tercih etmesi, Ebubekir'in (r.a.) Ömer'i hilafete tayin edip müslümanların da Ona bîat etmesi gibidir.
Hatta bu sebepledir ki, Abdullah İbn-i Mesud (r.a.) şöyle demiştir :
İnsanlarını en ferasetlisi -çok ileri zekâlı- üçtür.
Birincisi Şuayb (a.s.)'ın kızıdır ki, şöyle demiştir:
“Babacığım! Onu ücretli olarak tut; ücretli tuttuklarının en iyisi bu güçlü ve güvenilir adamdır.” (Kasas: 28/26),
İkincisi Mısır kralının hanımıdır ki, şöyle demiştir:
“... Belki bize faydalı olur yahut Onu oğul ediniriz.”(Kasas: 28/9),
Üçüncüsü Ömer'i halife olarak tayin ettiği için Ebubekir'dir.
Evet Ömer (r.a.) hilafet işini seçtiği altı kişiden birine lâyık görmüş ve bu hareket tarzını şöyle açıklıyordu:
“Ben halife tayin edeceksem benden hayırlı olan -Ebubekir (r.a.)- halife tayin etmiştir. Halife seçim işini başkasına bırakıp terkedeceksem yine benden hayırlı olan da -Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)- terketmiştir.”
Görülüyor ki, halifelerin tayin işinde ihtilaf olmamıştır. İhtilaf ancak kıraat şekilleri, fıkıh v.s. konularda olmuştur. Bu da normaldir. Çünkü bir tek âlimin de iki görüşü olduğu vâkidir. Hâlen de büyükler görüşlerde ihtilaf ediyorlar. Kaldı ki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in:
“Müslümanlar Ebubekir ve Ömer'e itaat ederlerse doğru yolu bulurlar.” dediği sabittir. (Tirmizi Mesacid: 311, Ahmed: 5/298)
Yine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ebu Bekir ve Ömer'e (r.a.):
“İkiniz bir hususta ittifak ederseniz size muhalefet etmem.” diyordu.
Başka bir hadislerinde de şöyle buyururlar:
“Benden sonraki iki kişiye, yani Ebubekir ve Ömer'e uyunuz.”(Tirmizi Menakıb: 16 37, İbn Mace, Mukaddime: 11)
Onun içindir ki, Ebubekir'in (r.a.), güzel meziyetlerinden dolayı Ömer'i halife olarak tayin etmesi uygun bir iş olup tesiri de müslümanların hayatında görülmüştür, diyebileceğimiz gibi, Ömer'in (r.a.) aynı işi faziletlerde birbirine yakın olan altı kişiye terkederek onlardan birini hilafete tercih etmemesi de maslahata binaendir diyebiliriz. İnsaf sahibi olan herkes de bunu böyle kabul eder.
Ondan sonra ashab-ı kiram Osman'ın (r.a.) hilafeti üzerine ittifak ettiler. Çünkü Onun halife olmasında başkasına nazaran çok fayda ve az zarar vardı. Gerekli olan da çok faydalı ve az zararlı olanın tercih edilmesidir. Halife'nin ölümünden sonrası için yerine birini tayin etmesi de vacip değildir. Onun için Ömer (r.a.):
“Halife seçme işi Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) kendilerinden razı olarak ayrıldığı altı kişinin Şûrasına bağlıdır,” diyordu.

 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Ey Râfizî!
Ebu Huzeyfe'nin kölesi Sâlim'den bahsederek bazı iddialarda bulunuyorsun.
Şu bilinen bir gerçektir ki, ashab hilafetin Kureyş'in hakkı olduğunu gayet iyi biliyorlardı. Hadis kitapları bununla ilgili haberlerle doludur. Muhacirlerin Sakife günü Ensar'a itiraz etmeleri bunun misalidir. Böyle olmasına rağmen Ömer'in (r.a.) bir köleyi halife olarak tayini düşünülebilir mi? Aklın nerededir?!
Ama Ömer'in (r.a.) cüzî bir iş için Salimi görevlendirmesi veya tayin edeceği kimseler hakkında ve buna benzer işlerde Salim ile istişare etmesi mümkündür. Çünkü Salim ashabın en seçkinlerinden bir zât idi.

Ey Râfizî!
“Ömer meziyetleri ayrı olan kişileri eşit tutmuştur.” diyorsun.
Bu iddia sence doğrudur. Ama Ömer'in (r.a.) tercih ettiği altı kişi, Onun nezdinde bunlar fazâilde birbirlerine yakın idiler. Hatta Şûra ehli dahi hangilerinin hilafete layık olduğu hususunda mütereddit idiler. Ama sen:
“Tercih edilenin Ali (r.a.), kendisine tercih edilen de Osman'dır.” diyecek olursan; o zaman, sana:
“Ensar ve muhacirler kendisine tercih edilen bir kimsenin hilafeti üzerine nasıl ittifak ettiler?” sorusunu soracağız.
Eyyüb Sahtiyan ve arkadaşları:
“Kim Ali'yi Osman'a tercih ederse muhacir ve ensara hakaret etmiştir,” demişledir. Sahihaynde rivayet edildiğine göre İbn-i Ömer (r.a.) şöyle diyor:
“Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) devrinde Onun ashabından hangisinin efdal olduğundan bahseder, önce Ebubekir sonra Ömer, sonra Osman'ı zikrederdik.”
Bir başka sözünde de:
Sonra Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) diğer ashabını bırakır, aralarında tercih yapmazdık, buyuruyor. Ashab-ı Kiram'ın Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanındaki hallerini işte böyle naklediyor. Aslında bunun eseri de ashabta açıkça görülmüştür. Onlar korkmadan ve bir mükafaat beklemeden Osman'ın (r.a.)' hilafetinde ittifak etmişler ve Ona bîât etmişlerdir. Onlar Allah (c.c.)'ın kendilerini tavsif ettiği gibi idiler. Allah (c.c.) onlar hakkında şöyle buyuruyor:
“... Allah onları sever onlar da O'nu severler. İnananlara karşı alçak gönüllü, inkarcılara karşı güçlüdürler. Allah yolunda cihad ederler, yerenin yermesinden korkmazlar...” (Maide: 5/54)
İbn-i Mesud da şöyle diyor:
“Hiç zorluk çekmeden bizden faziletli olanı tayin ettik.”
İbn-i Mesud, bu sözü söylerken Abbas, Ubade b. es-Sâmit ve Ebu Eyyub el-Ensari gibi zatlar vardı ki, bunların sözünü kabul etmeyecek hiçbir mazeret yoktu.
Bunlardan her biri Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) tayin ettiği kişiler hakkında fikir beyanında bulunabilen zatlardır. Halbuki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) mutlak olarak tayin etme hakkına sahib idi. Bu beyanlarından dolayı da kendilerine hiçbir zarar gelmezdi. Ebubekir (r.a.), Ömer'i tayin edince Talha ve başkası, Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında da Useyd b. Hudayr, Usame b. Zeyd'in tayini hususunda görüşlerini açıklamışlardır. Ömer'in (r.a.) yaptığı tayin ve azil işlerinde de görüşlerini açıklayabilen ashab, Umeyye oğullarından olması hasebi ile güçlü ve kuvvetli olmasına rağmen, Osman'ın (r.a.) tayin işlerinde de görüşlerini açıklayarak gerek Ümeyye oğullarından ve gerekse başkalarından olsun kendilerine yardım ettiği kimseler hususunda onunla münakaşa edebiliyorlardı. Bunun üzerine kendilerinden şikayetçi oldukları bazı görevlileri azletmiş, mali yardımda bulunduğu kişilerin yardımına da son vererek ashabın isteklerini yerine getirmiştir. Durum böyle olunca ashab Osman'ın (r.a.) hilafeti hakkında konuşsalardı -ki, onun zamanında birçok, fetihler ve hayırlı işler gerçekleşmiştir.
(Hasan el-Basri anlatıyor: Osman (r.a.) zamanında tellalın şu ilanlarda bulunduğunu işittim: “Ey insanlar! Paylarınızı almaya geliniz. Ey insanlar! Rızıklarınızı teslim alınız! Hatta ey insanlar! giyeceklerinizi almaya geliniz!” diyordu. Onlar da gelir, ihtiyaçlarını karşılayacak kadar mal ve erzak alıp giderlerdi.
Hasan El-Basri devamla şöyle diyor:
“Osman (r.a.) zamanında bereketli rızıklar ve bol bol hayırlı işler yanında insanlar arasında iyi ilişkiler vardı. Hatta yeryüzünde biri diğerinden korkan bir tek mümin yoktu. Aksine her mümin diğer mümin kardeşini sever ve onayardım etmek isterdi.”
Yukardaki rivayeti Hasan el-Basri'den El-Hâfız İbn-i Abdil Berr nakletmiştir.
Osman'ın (r.a.)' muasırı ve Hasan Basrinin de yakın arkadaşı olan İbn-i Sirîn de şöyle diyor:
“Osman (r.a.) zamanında o kadar mal bolluğu oldu ki, Cariye ağırlığı mukabilinde para ile, yüzbin, at, bir hurma ağacı da bir dirheme karşı satılıyordu.”
Abdullah b. Ömer'e Osman ve Ali'nin faziletleri hakkında bir soru sorunca:
“Allah seni iyilikten uzaklaştırsın! Her ikisi de benden hayırlı olan iki kişiyi mi soruyorsun? Onlardan birini yüceltip birini alçaltmamı mı istiyorsun?” şeklinde cevab verdi. )
Onların seslerine kulak vermemezIik mümkün olur muydu? Üstelik onlar güçlü kuvvetli ve muteber zatlar idi. Osman (r.a.) akrabalarını iş başına getirmiş ve onlara çeşitli hediyeler vermişse, ondan sonra gelenler de aynı şeyi yapmışlardır. Üstelik onların bu hareketleri fitneye de sebep olmuştur.
Evet ashab-ı kiram yanlış olan bir harekete karşı asla susmazlardı. Ebubekir (r.a.), Ömer'i (r.a.) halife olarak tayin ettiğinde onların kendisine:
“Bize sert tabiatlı olan Ömer'i halife tayin ettiğin için, Rabbinin huzuruna çıktığında Ona ne diyeceksin?”dediklerini görmedin mi? Bunun üzerine Ebubekir (r.a.) ashaba şöyle dedi:
“Allah (c.c.)'ın beni muahaze edeceğiyle mi korkutuyorsunuz? Dostlarına (müminlere) onların en hayırlı olanını halife olarak tayin ettim, diyeceğim.”
Râfizîler “bilahare kendilerine zulüm etmemesi için seçecekleri kimseye iltimasta bulunmaları insanların âdetlerindendir” diyorlar. Ama Osman'ın (r.a.) ehlinde ne vardı ki, ashab ona iltimas etsin?
Demek ki ashabın Osman'ı (r.a.) hilafete seçmeleri onun hakketmesindendir. Bu durum öyle açıktır iki, akıl sahibi olan biraz düşünecek olursa Onu daha da iyi kavrayacaktır. Câhil ve nefsî arzularına tabî olan kimsenin de elbette Allah kalbini köreltmiştir. Meseleyi delilleriyle bilen âlim de şüphesiz ki, meseleyi beyan ettiğimiz gibi kabul ediyor.

Râfizî şöyle diyor:
“Ömer seçtiği Şura heyetinin her ferdinde kusur görmüş, böylece kendisinden sonra hiç kimsenin müslümanların başına geçmesini istemediğini açığa vurmuştur. Sonra imameti altı kişiye münhasır kılmakla işi yine tekeline almıştır.”
Ey Râfizî!
Ömer (r.a.); bazı kimselerin Şûra ehlini ta'n ederek:
“Bu altı kişinin dışında hilafete daha lâyık olanlar vardır.” dedikleri gibi bir söz söylemeyip seçtiği altı kişiden hiç birisine karşı güvensizlik duygusunu da asla beslememiştir. Aksine o muayyen bir şahsı tayin edemediğinin sebebini ve özrünü beyan etmiştir.

Râfizî şöyle diyor:
“Ömer sonra kararında çelişkiye düştü. Hilafetin tayinini dört, sonra üç sonra bir kişiye havale etti. Zayıflıkla nitelendirmesine rağmen seçim işini Abdurrahman b. Avf'a bıraktı.”
Ey Râfizî!
Naklî delil getiren kimse her şeyden önce onu isbatlaması gerekir. Buhari'de de sabit olan ve buna benzer hiç bir naklin bulunmamasıdır. Aksine iddianın tam zıddı olan nakiller vardır. Halifeyi seçme işini üç kişiye havale eden Ömer (r.a.) değil aksine Ömer'in (r.a.) seçtiği altı kişi olmuştur. Bu üç kişiye havale eden Ömer (r.a.) değil aksine Ömer'in (r.a.) seçtiği altı kişi olmuştur. Bu üç kişi de, yetkiyi onlardan biri olan Abdurrahman b. Avf'a vermişlerdir.
Evet Ömer (r.a.) şöyle demiştir:
“Sa'd halife seçilirse seçilir. Seçilmezse seçilecek zat onun yardımını taleb etsin. Kesinlikle ben Sa'd'ı acizliğinden veya hıyanetinden azletmiş değilim. Ömer (r.a.) sözlerine devam ediyor:
“Benden sonra seçilecek olan halifeye AIlah'tan korkmasını, memleketlerinden çıkarılıp malları alınan ilk muhacirlerin hukukuna riâyet edip, onlara hürmet etmesini... tavsiye ediyorum.”
Ömer (r.a.), hayatında hiç kimseden korkmuyordu. Râfizîler ise O'na bu ümmetin firavunu diyorlar.
Allah onları gebertsin! Hayatında hiç kimseden korkmayan Ömer, Osman'ı (r.a.) halifeliğe takdim etmekten nasıl korkacaktı?
Vefat etmeden önce O'nun halifeliğini ilan etseydi, bütün ashab mutlaka O'na itaat edeceklerdi. O, Ali'yi (r.a.) değil de Osman (r.a.)'ı tercih etseydi bunda hiçbir menfaati da olmazdı. Hatta halife seçimi işinden kendi oğlunu çıkarmış ve cennetle müjdelenen on kişiden olan Sa'd b. Zeyd'i de Şûra heyetine sokmamıştır. İftira ettiğiniz gibi O nasıl olur da iltimas yapar?
Üstelik ömrünün son dakikalarında, ki; onlar, Fâcirin korktuğu ve kafirin iman etmek istediği anlardır. Ömer (r.a.), Ali'nin nass veya öncelikle hilafeti hak ettiğini gerektiren bir durumun mevcudiyetini bilseydi, Allah (c.c.)'a istiğfar kabilinden veya O'nun rızasını kazanmak için mutlaka Onu hilafete takdim edecekti. Çünkü kişinin vefatından önceki anlarda dinine ve dünyasına fayda vermiyecek aksine onun cezalandırılmasını gerektirecek bir harekette bulunması normal değildir. Ömer (r.a.) Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) nasıl düşman olabilir ki nail olduğu bütün nimetler Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) sayesinde kendisine ulaşmıştır.
Ayrıca Ömer (r.a.) Allah (c.c.)'ın en zekî kullarından idi. Peygamberliğin delilleri de en açık şekilde ortadaydı. Halifeliği nassla hakkettiği halde onu Ali'ye (r.a.) vermeyip, düşmanlığına devam ettiği takdirde ahirette cezalandırılacağını bilmesine ve buna ilâveten de vefatı anında Osman (r.a.)'dan bir fayda beklememesine rağmen nasıl olur da Ömer (r.a.), Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) amcası oğlu ve ehl-i beyti olan Ali'ye (r.a.) düşmanlık eder? Böyle bir şey mümkün olamaz. O Ömer ki, sâde bir hayat yaşamış, sâde giymiş ve adaleti tatbik için sabretmesini bilmiştir.
(Râfizî'ler Ömer'e (r.a.) (Hâşâ!) “Tâğut” dedikleri gibi Ebu Bekir'e (r.a.) de “Cibt” diyorlar. Bu şekildeki isimlendirme râfizilerin Cerh ve ta'dil kitaplarından biri ve El-Meekanî'nin eseri olan “Tenkihul Mekâl” adlı kitapta mevcutur. Halbuki Allahın Ebubekir'i medheden ve Tevbe sûresinde bulunan ayetini Ali (r.a.) Ona tebliğ etmiştir. O zaman Ebubekir (r.a.) Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) emri ile hacıların başında Mekke'ye doğru gidiyordu. Allah cümlesinden razı olsun. )

Ey Râfizî!
“Ali olmasaydı Ömer helak olurdu” şeklindeki iddiana gelince şöyle diyoruz:
Ebu'l-Meâlî El-Cüveynî:
“Dünya Ömer (r.a.) gibisini görmemiştir.” der. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) da Ömer'e (r.a.):
“Şeytan senin bir yolda yürüdüğünü görünce, mutlaka senin yolundan başka bir yola sapar” demiştir.
Binaenaleyh Emirulmümimîn Ömer'in (r.a.) müsbet durumu güneşten daha aşikârdır.
Hâşim ve Umeyye oğulları Rasulullah ile Ebubekir ve Ömer'in (r.a.) hilafetleri zamanında da müttefik idiler. Hatta Ebu Süfyan Mekke fethinde haber toplamak üzere Mekke'nin dışına çıktığında Abbas (r.a.) Onu gördü. Abbas (r.a.), Ebu Süfyan'ı bineğine bindirerek O'nu Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) götürdü. Rasulullah'a:
“Ebu Süfyân şerefi seviyor. Onu bir hediye ile şereflendir” dedi. Bütün bunlar Abbas'ın, Ebu Süfyân ve Ümeyye oğullarına karşı duyduğu sevgiden ileri geliyor. Çünkü her iki kabile de Abd-i Menaf oğullarındandır. Hatta Ali (r.a.) ile müslümanlardan bir zat arasında sınır ihtilafı vardı. Osman (r.a.), aralarında Muaviye'nin (r.a.) de bulunduğu bir toplulukta ihtilafı çözmek için sınıra gittiler. Muâviye hemen sınırın nişanelerinden birine sorarak:
“Bu Nişane Ömer'in (r.a.) zamanında da böyle miydi?” dedi.
“Evet” demeleri üzerine Muâviye (r.a.) şöyle buyurdu:
“Bu durum zulüm olsaydı -yani Ali (r.a.) (hâşâ) mütecaviz olsaydı- mutlaka Ömer Onu değiştirecekti.”
Böylece Muâviye (r.a.) bu meselede Ali'yi (r.a.) desteklemiştir. Ali (r.a.)'de o sırada hazır değildi. Ancak yerine İbn-i Ca'fer'i vekil olarak tayin etmişti. O, “Husumetin aşılması güç olan problemleri vardır. Şeytan orada hazır olur.” diyordu. Onun için bu davada Abdullah b. Ca'fer'i yerine vekil olarak tayin etmişti.
İşte bu tevkile binaen Şafiî ve bazı fakihler bu hadiseye dayanarak davalarda vekaletin caiz olduğunu söylemişlerdir. Şafiî mezhebi, Hanbeli mezhebinden bazı fakihler ve bir rivayete göre Ebu Hanife bu görüştedirler. Davayı halledip döndüklerinde meseleyi Ali'ye (r.a.) anlattılar. Ali (r.a.):
“Muâviyenin bunu niçin yaptığını biliyor musunuz? Hepimiz Menaf oğullarından olduğumuz için yapmıştır. (Yani aramızda ihtilaf yoktur)” dedi.
İbn-i Teymiye şöyle diyor:
Kâdilkuddât, bir mahkemenin durumunu benimle istişare etti ve bana bir kitap getirdi. Bu kitapta yukarda zikrettiğimiz hadise vardı. Hakimler “Menâfiyye = Menaf oğulları” lafzını bilmiyorlardı. Yukarıda açıkladığım şekilde onlara cevap verdim. Tabii ki, “Hepimiz Menaf oğullarındınız” cümlesinden maksat, hâşim ve Ümeyye oğullarının Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ebubekir (r.a.) ve Ömer'in devirlerinde ittifak halinde olduklarını açıklamaktır.
Râfizî şöyle diyor:
“Ömer, Abdurrahman'ın kardeşinden ve amcasının oğlundan vazgeçmeyeceğini bildi.”

Ey Râfizî!
Bu da açık bir yalan olup neseb ilmindeki cehaletini gösteriyor. Çünkü Abdurrahman ne Osman'ın kardeşi ne amcasının oğlu ve ne de kabilesindendir. Üstelik Zühre oğulları Haşim oğullarına daha yakındır. Çünkü Zühre oğulları Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) dayıları idi.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Sa'd için:
“Bu dayımdır” dediği rivayet edilmiştir.
Evet Sa'd, Zührî olup, Abdurrahman b. Avf'ın kabilesindendir. Neden Abdurrahman, Sa'd'ı tercih etmedi?

Râfizî şöyle diyor:
“Ömer, üç gün içinde aralarında bir halife seçip ona bîat etmedikleri taktirde boyunlarının vurulmasını emretti.”
Ey Râfizî!
Bu iddianı ispatlıyacak doğru nakil var mıdır?
Bilinen ve gerçek olan Ömer'in (r.a.), birisine bîat edinceye kadar şûra ehlinden ayrılmamaları için ashaba emir vermesidir. Ömer (r.a.) yeryüzünde yaşayanların en faziletlisi olan altı kişinin öldürülmesi için emir vermesi hiç mümkün müdür?
Böyle bir şeyin olduğunu farzetsek (hâşâ!) bile ashabın, Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) vefatından sonra Ömer'e (r.a.) itaat etmeleri tasavvur edilebilir mi?
Ömer onların katlini emretseydi, ölümünden sonra hilafete kimin lâyık olduğunu zikredecekti. Bütün bunlardan başka herbirisi bir aşiret reisi olan bu altı kişiyi kim öldürebilirdi?
Senin gördüğün şey, açıkça cereyan eden ve onlardan biri olan Osman'ın (r.a.) şehid edilmesidir. Altı kişiden hiçbiri halife olmasa da, onların katledilmeleri caiz olmadığı gibi, onlardan bir kişinin dahi öldürülmesi haramdır. Onlardan biri halife olmasaydı başka biri seçilirdi. Dünyada, hilafeti kabul etmediği için öldürülen hiç bir kimse de duymadık. Dolayısıyla senin bu iddianın yalan olduğu açıkça ortaya çıktı.
Râfizilerin acaib iddialarından biri de Ali'den başka diğer şûra ehlinin öldürülmeye müstahak olduklarını söylemeleridir. Yine acaib bir iddiaları daha var ki, o da Ömer'in hem onlara iltimas etmesi, hem de öldürülmeleri için emir vermiş olmasıdır. Böylece iki zıddı bir araya getiriyorlar!

Ey Râfizî!
Sa'd b. Ubâde, Ebubekir'in (r.a.)biatına muhalefet etmesine rağmen onu öldürmek şöyle dursun ne dövülmüş ve ne de hapsedilmiştir. Ali (r.a.) de biati geciktirmesine rağmen Ebu Bekir (r.a.) O'na bir şey dememiştir. Ebubekir'e (r.a.) biat edinceye kadar kimse O'na kıymamıştır. Hatta Ebubekir (r.a.) O'na ikramda bulunuyordu. Aynı şeyi Ömer (r.a.) de O'na uygulamıştır. Ebubekir (r.a.):
“Ey İnsanlar! Ehli beytine ikram ile Muhammed'i (sallallahu aleyhi ve sellem) ta'zim ediniz”, diyordu.
Ebubekir (r.a.) tek başına Ali'yi (r.a.) evinde ziyarete gittiğinde yanında Hâşim oğulları bulunuyordu; Onların faziletlerini anlatırken, Onlar da kendisinin (Ebubekir (r.a.)) hilafete lâyık olduğunu itiraf ediyorlardı. Ebubekir (r.a.) ve Ömer, hilafetleri esnasında Ali'ye eziyet etmek isteselerdi buna güçleri yeterdi. Fakat onlar Allah'tan korkuyorlardı.
Ama bu cahil râfizîler, Ebu Bekir (r.a.) ve Ömer'in:
Ali'nin (r.a.) kendisine yapılacak zulmü bertaraf edebilecek en güçlü olduğu ve bu iki zatın da ona zulmetmede en zayıf oldukları bir dönemde zulmettiklerini iddia ediyorlar. Acaba Ebubekir (r.a.) ve Ömer güçlü oldukları zaman kralların yaptığı gibi halkın onlardan korktukları birzamanda neden Ali'ye (r.a.) zulmetmediler? Bunu isteselerdi gayet kolay yapabilirlerdi. Aksine onlar her hususta Ali (r.a.) ile iyi muamelede bulunmuşlardır. Ali (r.a.) de bir tek kelime dahi olsa onlar hakkında çirkin bir şey söylememiştir. Aksine Onları sevdiğini, herhâlükârda onları yücelttiğini açıkça gösteren kendisinden gelmiş rivayetler vardır.

Meseleye vâkıf olanlar için bu durum çok açıktır.
 
E Çevrimdışı

Ebu Huzeyfe El Türki

Üye
İslam-TR Üyesi
Allah razı olsun akhi. şianın sapıklıklarını anlatmışın. şeyhülislamdanda Allah razı olsun şiileri fetrete sokan alim.
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Rabbim cümlemizden razi olsun huzeyfe kardeş. Son dönemde bu tayfa yine azmaya başladı. Bir başka başılkta Hz.Ömer ( R.a ) e iftiralar sıralanmış. Bu konuda yukarıda yazıyı ekleme ihtiyacı hissettim. Bir bir iftiralara cevap verilmiş.

Bu Şia öyle bir sapıklık içinde ki artık afedersiniz arkalarından delil uydurmaya başladı. Arapça ada farsca kaynaklarda ve lübnan baskılı kitaplarda açıkca Allah resulune bile iftiralar atıp tebliğde başarısız olddu derler. Ama burada şu an sahabelere laf etmekle yetiniyorlar. Allah için bir baksalar hz.Ömer e Allah2ın resulu 2 kızını vermiş. Acba bu ahlaksız iftiracılar ne verebilir. Ama lafa geldimi Allah resulune sevgi gösterisi yaparlar. İşte açıkca iftiraları ve cevapları. Adam olup hakka tabi olmak isteyene bu deliller yeterli.

Selametle...
 
E Çevrimdışı

erhans1987

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
EY EBUHASENEL MAKSADİ BUNA CEVAP VER


54- Sana ilim geldikten sonra, bu hususta seninle kim tartışacak olursa, de ki: «Gelin oğullarımızı, oğullarınızı; kadınlarımızı, kadınlarınızı; nefislerimizi ve nefislerinizi çağıralım, sonra lânetleşelim de Allah'ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim.»
(Bütün İslam mezhepleri (hatta Hariciler dahi) Peygamber'in Necran Hıristiyanları ile mübahale etmeye giderken kadınlardan Hz. Fatıma (a.s), evlatlarından Hasan ve Hüseyin (a.s), kendi nefislerinden ise Hz. Ali (a.s) dışında hiç kimseyi mübahale için götürmediği hususunda ittifak etmişlerdir. Fahri Râzi'nin Tefsir-i Kebir 'inde tasrih ettiği gibi o gün Peygamber, üzerinde siyah ve yünden dokulu bir parçayla, mübahale için şehirden dışarı çıktı. Hüseyin'i şefkat dolu kucağına almış ve Hasan'ın da ellerinden tutmuştu. Hz. Patıma (a.s) ardından, Ali'de (a.s) Fatıma'nın (a.s) ardından hareket ediyordu. Necran Hıristiyanlarının piskoposu bu durumu görünce Hıristiyan cemaate dönerek şöyle dedi: «Ben öyle çehreler görüyorum ki eğer Allah'tan bir dağın yok olmasını dahi isteseler Allah onların duasına icabet edecektir. Sakın bunlarla mübahaleye girişmeyin, zira kesinlikle helak olursunuz. Öyle ki kıyamete kadar yeryüzünde bir tek Hıristiyan bile kalmaz.» Necran heyeti bu manzara karşısında mübahale etmekten çekinmiş ve cizye vermek üzere anlaşma imzalamak zorunda kalmışlardı.)


38- Siz ona (peygambere)yardım etmezseniz, Allah ona yardım eder. Hani küfre sapanlar ikiden biri olarak onu (Mekke'den)çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında (Peygamber)arkadaşına şöyle diyordu: «Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir.» Böylece Allah ona (Peygamber'e)huzur ve güvenlik duygusunu indirmişti, onu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, küfre sapanların da kelimesini (şirk inançlarını) alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi (tevhit)ise, yüce olandır. Allah üstün ve güçlü olandır, hikmet sahibidir.

ŞİMBİ EY EBULHASAN MAKSADİ YUKARIDAKİ AYETLERDE BİRİNCİ AYETTE PEYGAMBERİMİZ (S.A.A) HZ ALİ’ DEN KENDİ NEFSİ OLARAK BAHSEDİYOR


İKİNCİ AYETTE EBUBEKİR DEN ARKADAŞI OLARAK BAHSEDİLİYOR.


PEYGAMBERİMİZİ TAKİPTE ONUN NEFSİM ( KENDİM) DİYE HİTAB ETTİĞİ VE TANITTIĞI HZ ALİ Yİ VE ONUN YANINDA ÇOÇUKLARIM DEDİĞİ HZ HASAN VE HZ HÜSEYİNİ İZLEMEK Mİ DAHA EVLADIR


YOKSA ARKADAŞI DİYE HİTAP EDİLEN EBUBEKİRİ Mİ?


ŞİMDİ KURAN’ I KERİMDE İLK ÜÇ HALİFEYİ HZ ALİ’ NİN ÜSTÜNDE TUTABİLECEĞİNİZ KURANI KERİM DEN BİR AYET GETİRİN BANA VEYA SUSUN


NOT: HADİS İSTEMİYORUM, ÇÜNKÜ YAZDIKLARINIZA İNANMIYORUM.


ALLAH’ IN LANETİ YALANCILARIN ÜZERİNE OLSUN
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
simdi yazdiklarimi kac tane gozun ve kafan varsa hepsini bir noktaya toparlayarak oku kardesim ALLAH celle celaluhu katinda peygamberler disinda(dunyada) kimsenin kimseye ustunlugu yoktur AMMA
takva sahipleri mallari ile cihat edenler davaya gonul verenler disinda gelelim HZ ali ile diger 3 halifeye HZ ali daha agzi sut kokarken (12 yasinda iken) hz.ebubekir hz.omer hz.hatice hz.osman gibilerin maddi katkilari manevi katkilari ile ISLAM yucelmistir(bu sahislarin simdiki degeri trilyonlari bulan develeri mallari olmasa idi ki tum bunlar ALLAH celle celaluhu izni ile olmustur.dolayisi ile hz ali nin ustunlugu diye bir sey soz konusu dahi olamaz).hz.ali buyuyene kadar bu sahislar zaten gerekeni yapmislardir.sadece bu kadar yaziyorum bunlari anlayamayan mantelite diger yazacaklarimi hic anlamaz bunlari anlamis kabul edersen digerlerine yazariz inseALLAH celle celaluhu....
 
E Çevrimdışı

erhans1987

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
BUNA YAZACAK CEVABIM ÇOK AMA SİZ KONUYU DEĞİŞTİRMEYE ÇALIŞIYORSUNUZ, BENİM YAZDIĞIMA DELİL GETİRİN KURANI KERİM DEN
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
PEYGAMBERİMİZİ TAKİPTE ONUN NEFSİM DİYE HİTAB ETTİĞİ VE TANITTIĞI HZ ALİ Yİ VE ONUN YANINDA ÇOÇUKLARIM DEDİĞİ HZ HASAN VE HZ HÜSEYİNİ İZLEMEK Mİ DAHA EVLADIR

nefsim derken HZ muhammmed sallallahu aleyhi ve sellem dualarinda beni nefsimle yanliz birakma diye bir cok yerde ve zamanda dua yaptigini umarim biliyorsundur ayrica yukaridaki ayeti kerimeler bu konu ile delil olamazlar.....ayrica hic bir hadise serife inanmayan insanin ISLAM i secereside bellidir...
 
E Çevrimdışı

erhans1987

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
SENİN BİRİNCİ HALİFEN EBUBEKİR HADİSLERİ TOPLATTIRIP YAKTIRIP KURAN BİZE YETER DEMEMİŞMİYDİ,
AÇ BİR KİTAP İSLAM TARİHİNİ OKU ARKADAŞ. BEN HADİSLERE İNANIRIM AMA SENİN BİRİNCİ HALİFENİNİN YAKTIRDIĞI HADİSLERE,

NİYE TÜKÜRDÜĞÜNÜZÜ YALIYORSUNUZ,
BİRİNCİ HALİFENİZİN DEDİĞİNİ KABUL EDİYORSUNUZ DA BEN YALNIZ KURANI KERİMDEN AYET GETİRİN DEYİNCE Mİ KABUL ETMİYORSUN

BÖYLECE BİRİNCİ HALİFENİN İSLAM SECERESİDE BELLİ OLDU
 
E Çevrimdışı

erhans1987

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
SEN BU İŞİ BIRAK BU GİTTİKÇE BATIYORSUN,

BEN BU YAZIYI YAZANDAN CEVAP İSTİYORUM
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
kardesim sizler tamamen cakma hikayeler cakma hadisleriniz cakma tarihleriniz uzerine adina ne denir bilmiyorum ISLAM olmadigi muhakkak bunun icerisinde iblis sizlerle oyuncak oynar gibi oynuyor kalkmis bana batmissin diyorsun sana buradan degil bir yuzdort kitapdan yazi yazyam hic bir seyifade etmez edemezde cunki sizlerin gozlerindeki perde ancak ve ancak ALLAH celle celaluhu tarafindan kaldirilabilir.cibril sasirdi diyenali 12 yasinda peygamber olmasi gerekiyordu diyen ali 12 yasinda iken ISLAM a herseylerini verip suphesiz iman eden ve onun geregini yapan insanlari bir tarafa cekip kotuleyen su anda bile su sarap icen zina yapan fakat dedikleri ne milimi milimine itaat edilen masum imamlariniz varken kalkmis bizlere ders vermeye nasil curet edersiniz bilemem bildigim iblisin sizlerle kiyamete kadar oyuncak gibi oynayacagi arti kendi tarihine bir bak ve bana ISLAM adina yapmis oldugunuz kafirlere,siyonistlere,musriklere
yapmis oldugunuz bir cihaddan ornek verin veremezsiniz sizler onlar bir kurusiki bile sikamamis atese tapanlarin soyundan gelen bir milletsiniz VESSELAM....
 
E Çevrimdışı

erhans1987

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
EY EBUHASENEL MAKSADİ BUNA CEVAP VER


54- Sana ilim geldikten sonra, bu hususta seninle kim tartışacak olursa, de ki: «Gelin oğullarımızı, oğullarınızı; kadınlarımızı, kadınlarınızı; nefislerimizi ve nefislerinizi çağıralım, sonra lânetleşelim de Allah'ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim.»
(Bütün İslam mezhepleri (hatta Hariciler dahi) Peygamber'in Necran Hıristiyanları ile mübahale etmeye giderken kadınlardan Hz. Fatıma (a.s), evlatlarından Hasan ve Hüseyin (a.s), kendi nefislerinden ise Hz. Ali (a.s) dışında hiç kimseyi mübahale için götürmediği hususunda ittifak etmişlerdir. Fahri Râzi'nin Tefsir-i Kebir 'inde tasrih ettiği gibi o gün Peygamber, üzerinde siyah ve yünden dokulu bir parçayla, mübahale için şehirden dışarı çıktı. Hüseyin'i şefkat dolu kucağına almış ve Hasan'ın da ellerinden tutmuştu. Hz. Patıma (a.s) ardından, Ali'de (a.s) Fatıma'nın (a.s) ardından hareket ediyordu. Necran Hıristiyanlarının piskoposu bu durumu görünce Hıristiyan cemaate dönerek şöyle dedi: «Ben öyle çehreler görüyorum ki eğer Allah'tan bir dağın yok olmasını dahi isteseler Allah onların duasına icabet edecektir. Sakın bunlarla mübahaleye girişmeyin, zira kesinlikle helak olursunuz. Öyle ki kıyamete kadar yeryüzünde bir tek Hıristiyan bile kalmaz.» Necran heyeti bu manzara karşısında mübahale etmekten çekinmiş ve cizye vermek üzere anlaşma imzalamak zorunda kalmışlardı.)


38- Siz ona (peygambere)yardım etmezseniz, Allah ona yardım eder. Hani küfre sapanlar ikiden biri olarak onu (Mekke'den)çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında (Peygamber)arkadaşına şöyle diyordu: «Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir.» Böylece Allah ona (Peygamber'e)huzur ve güvenlik duygusunu indirmişti, onu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, küfre sapanların da kelimesini (şirk inançlarını) alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi (tevhit)ise, yüce olandır. Allah üstün ve güçlü olandır, hikmet sahibidir.

ŞİMBİ EY EBULHASAN MAKSADİ YUKARIDAKİ AYETLERDE BİRİNCİ AYETTE PEYGAMBERİMİZ (S.A.A) HZ ALİ’ DEN KENDİ NEFSİ OLARAK BAHSEDİYOR


İKİNCİ AYETTE EBUBEKİR DEN ARKADAŞI OLARAK BAHSEDİLİYOR.


PEYGAMBERİMİZİ TAKİPTE ONUN NEFSİM ( KENDİM) DİYE HİTAB ETTİĞİ VE TANITTIĞI HZ ALİ Yİ VE ONUN YANINDA ÇOÇUKLARIM DEDİĞİ HZ HASAN VE HZ HÜSEYİNİ İZLEMEK Mİ DAHA EVLADIR


YOKSA ARKADAŞI DİYE HİTAP EDİLEN EBUBEKİRİ Mİ?


ŞİMDİ KURAN’ I KERİMDE İLK ÜÇ HALİFEYİ HZ ALİ’ NİN ÜSTÜNDE TUTABİLECEĞİNİZ KURANI KERİM DEN BİR AYET GETİRİN BANA VEYA SUSUN


NOT: HADİS İSTEMİYORUM, ÇÜNKÜ YAZDIKLARINIZA İNANMIYORUM.


ALLAH’ IN LANETİ YALANCILARIN ÜZERİNE OLSUN

LAF KALABALIĞI YAPMAYIN KURANI KERİMDEN BİR AYET GETİRİN.

BEN SİZEALLAHIN KİTABINDAN DELİL GETİRİYORUM SİZ DE BUYURUN ALLAHIN KİTABINDAN DELİL GETİRİN
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
59 — Gerçekten Allah katında îsâ'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir. Allah o'nu topraktan yarattı. Sonra o'na «Ol» dedi, o da oluverdi.

60 — Hak, Rabbındandır. Öyleyse şüphecilerden olma.

61 — Sana ilim geldikten sonra; kim seninle tartışırsa de ki: Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım. Sonra la'-netleşelün. Allah'ın la'netinin yalancıların üstüne olmasını dileyelim.

62 — Doğrusu işte budur, o kıssanın hak ifâdesi: Al-lah'dan başka ilâh yoktur. Şüphesiz ki Allah Azîz'dir, Ha-kîm'dir.

63 — Şayet yüz çevirirlerse şüphesiz ki Allah, bozguncuları bilir.

Hz. İsâ ile Hz. Adem'in Durumu Aynıdır
«Allah'ın kudreti konusunda hakikat, Allah katında babasız olarak yaratılan îsâ'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir.» Allah Adem'i de anasız-babasız topraktan yaratmış sonra o'na «Ol» demiş o da oluvermiştir.» Âdem'i yaratanın muhakkak ki îsâ'yı da yaratmaya gücü yeter.
Babasız yaratılmış olmakla îsâ'nın Allah'ın oğlu olduğu iddiası caiz olsaydı bu; Âdem hakkında evveliyetle caiz olması gerekirdi ki bilindiği gibi bu görüş, ittifakla bâtıldır. O halde îsâ'nın Allah'ın oğlu olduğu iddiası da bâtıl olup fesadı son derece açıktır. Allah (c.c.) gücünü yaratıklarına göstermek isteyip Âdem'i yarattığında erkeksiz ve kadınsız, anasız ve babasız, Havva'yı da kadın, (ana) olmaksızın erkekten, îsâ'yı erkeksiz (babasız) kadından, diğer insanları da bir erkekle bir dişiden yarattı. Meryem sûresinde Allah Teâlâ «Onu insanlara bir âyet kılmak için...» buyurur. Burada ise şöyle buyuruyor:
«Hak Rabbındandır. Öyleyse şüphecilerden olma.» îsâ hakkındaki bu söz, kaçılamıyacak gerçeklerden olup ondan başka doğru yoktur. Öyle ya Hak'tan başkası ancak sapıklıktır.
Sonra Allah Teâlâ elçisine; durum bütün açıklığıyla ortaya çıktığı halde Hz. îsâ hakkında gerçeğe karşı gelip zıtlaşanlarla karşılıklı la'-netleşmeyi emrederek buyuruyor ki; «Sana ilim geldikten sonra, kim seninle tartışırsa de ki: «gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım. Karşılıklı olarak la'net dilemek üzere hepsini hazır edelim. Sonra la'netleşelim. Gerek sizden, gerekse bizden Allah'ın la'netinin yalancıların üstüne olmasını dileyelim.»
«Mübâhele» âyeti karşılıklı lanetleşmenin ve sûrenin başından buraya kadar olan kısmının nüzul sebebi, Necrân Hey'eti'dir. Hıristiyanlar geldiklerinde îsâ (a.s.) konusunda tartışmaya başladılar. Hz. îsâ'nın Allah'ın oğlu ve ilâh olduğunu iddia ediyorlardı. Bunun üzerine Allah Teâlâ —Muhammed İbn İshâk İbn Yesâr ve başkalarının da zikrettiği gibi— bu sûrenin baş kısmını onlara bir reddiye sadedinde indirdi.
îbn îshâk meşhur es-Sîret'ün-Nebevî isimli eserinde ve başkaları şöyle diyorlar :
Necrân hıristiyanları hey'eti altmış binitli olarak Rasûlullah'a geldiler. Ulularından ondört kişi de içlerindeydi.

Bunlar:
1 — Âkıb —ki ismi Abd'ül-Mesîh idi—
2 — Seyyid —bu da Eyhem'dir—
3 — Bekir İbn Vâil kabilesinin kardeşi Ebu Harise İbn Alkame
4 — Üveys el-Hâris
5 — Zeyd
6 — Kays
7 — Yezîd
8 — Nebîh
9 — Hüveylid
10 — Amr
11 — Hâlid
12 — Abdullah
13 — Yuhannes idiler.

Bunların esâs söz sahibi olanları da şu üçüydü:
1 — Âkıb: Kavmin başkanı (emîri) görüşlerinin sahibi ve danışılan kişiydi. Ancak onun görüşüyle hareket ederlerdi.
2 — Seyyid: Âlimleri, binitlerinin ve toplantılarının sahibi idi.
3 —' Ebu Harise İbn Alkame: Râhibleri, imamları ve medreselerinin sahibi (hocası) idi. Bekr İbn Vâil oğullarından bir arap olup hı-ristiyan olmuş Rumlar ve krallarınca ta'zîm görmüş, kendisine kiliseler yapılmış, mal ve hizmetçiler verilmişti. Zîrâ O'nun dinindeki salâ-betini (sağlamlığını) biliyorlardı. Ebu Harise okumuş olduğu eski kitaplardan Rasûlullah (s.a.) in sıfatım ve durumunu çok iyi öğrenmişti. Fakat bulunduğu makam ve gördüğü muamele sebebiyle cahilliği onu hıristiyan olarak kalmaya itiyordu.
İbn İshâk diyor ki: Muhammed İbn Ca'fer İbn Zübeyr bana anlattı ve şöyle dedi:
İkindi namazı kılınırken geldiler ve Rasûlullah (s.a.) in yanına, mescidine girdiler, üzerlerinde Yemenli elbiseleri vardı. Cübbeler ve ridâlarla develere binmişlerdi.
Rasûlullah (s.a.) in ashabından onları gören bazdan diyorlar ki: «Onlardan sonra onların benzeri hiçbir hey'et görmedik.» Onların kendi ibâdet vakitleri gelince Rasûlullah (s.a.) in mescidinde ibâdet etmek üzere kalktılar. Rasûlullah (s.a.) «Bırakınız (kılsınlar)» buyurdu. Onlar da doğuya doğru ibâdet ettiler.
RasûluJlah (s.a.) onlardan Ebu Harise İbn Alkame ve Âkıb Abd'ül-Mesîh ile ya da Seyyid el-Eyhem ile konuştu. Onlar hıristiyanlıktan melik dini üzere (Melkânî) idiler —durumlanndaki farklılıklarla birlikte— dediler ki:
Hz. İsâ AHah'dır. Hz. îsâ Allah'ın oğludur. Hz. îsâ üçün tiçüncü-südür. Bunlar hıristiyanlığın inançlarıdır. Bu sözlerini şöyle delillen-dirdiler: O Allah'dır, sözü hakkında: O, ölüleri diriltir, hastaları iyileştirir, gâibden haber verir, çamurdan kuş şekli yapar ona üfürür o da kuş olurdu.
(Bilmiyorlardı ki) bunların hepsi Allah'ın emriyle olmuştur ve bunları Allah, insanlara, o'nun peygamberliğine delâlet edecek birer (mucize) âyet kılmıştır.
«O Allah'ın oğludur» iddiaları hakkında şunları söylediler :
O'nun bilinen bir babası yoktur. Kendisinden önce (insanlardan) Âdem oğlundan hiç kimsenin yapmadığı bir şeyi yapmış; beşikte iken konuşmuştur.
«O üçün üçühcüsüdür» iddiaları hakkında; Allah'ın «Yaptık, emrettik, yarattık, hükmettik...» şeklindeki sözlerini delil getirerek şöyle dediler:
Şayet bir olsaydı «Yaptım, hükmettim, emrettim, yarattım» derdi. Halbuki o, kendisi îsâ ve Meryem (den ibarettir).
İşte bu sözlerin herbiri için Kur'an (dan âyet) nazil oldu.
İki râhib Rasûlullah ile konuştuklarında Allah Rasûlü (s a.) her ikisine de : Müslüman olun, buyurdu. Onlar da : Muhakkak ki biz (daha önce) müslüman olduk, dediler. Allah Rasûlü : Hayır, siz müslü-man olmadınız; müslüman olunuz, buyurdular. Onlar yine : Evet, dediler. Biz senden önce müslüman olduk.
Rasûlullah (s.a.) : «Yalan söylediniz» buyurdular. «Allah'ın oğlu var demeniz, haç'a tapmanız ve domuz eti yemeniz sizin müslüman olmanızı engelliyor.» Onlar : Ey Muhammed (îsâ) nın babası kimdir? diye sordular.
Rasûlullah (s.a.) sustu ve onlara cevap vermedi. Allah Teâlâ da onların bu sözlerinin herbiri hakkında ve ayrılığa düştükleri konular için Âl-i İmrân sûresinin baş kısmını ve seksen küsur âyetini indirdi.
İbn İshâk şöyle devam eder :
Allah'dan bu konuda haber ve Hz. Peygamberle hey'et arasında hüküm ifâde eden âyetler gelince, tartıştıkları konularda o'nun sözünü kabul etmedikleri takdirde karşılıklı la'netleşme emrini alan, Hz. Peygamber, onları la'netleşmeye çağırdı. Dediler ki: Ey Ebu'l-Kâsım bırak düşünelim, sonra bizi çağırdığın şeyi yapıp yapmayacağımızı sana bildiririz. Ve ayrılıp gittiler. Sonra Âkıb ile başbaşa kaldılar. Onların görüş sahibi olanları Âkıb idi. Âkıb'a ey Abdülmesîh ne dersin?» dediler. Âkıb şöyle konuştu :
Ey hıristiyanlar topluluğu, muhakkak biliyorsunuz ki Muhammed (Allah tarafından) gönderilmiş peygamberdir. Hz. îsâ'nın haberi konusunda kesin hüküm ortaya koydu. Biliyorsunuz, hiçbir kavim yoktur ki Peygamberi ile la'netleşmiş olsun da büyükleri kalsın, küçükleri yetişsin. Eğer bunu yaparsanız kökünüz kazınır. Eğer bundan vazgeçerseniz ancak dininizi sevdiğiniz ve sahibiniz (Hz. îsâ) hakkında söylediğiniz sözlerde devam etmek için böyle yapmış olacaksınız. Gidin onunla vedâlaşın ve memleketinize domu?.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) a geldiler ve şöyle dediler: Ey Ebu'l-Kâsım, seninle la'netleşmemeye, seni kendi dinin üzere bırakmaya, biz de kendi dinimiz üzere kalarak dönmeye karar verdik. Yalnız ashabından münâsib gördüğün birini bizimle gönder. Mallarımızda ve ihtilâf ettiğimiz şeylerde aramızda hüküm versin. Biz böylece sizden razı olmuş olacağız, (hoşnûd olacağız.)
Muhammed İbn Ca'fer diyor ki; Rasûlullah şöyle buyurdu : Akşamleyin bana gelin. Sizinle kuvvetli ve emniyetli birini göndereceğim.
Hz. Ömer îbn Hattâb şöyle derdi:
O gün emirliğe seçilme ümidini taşıyıp arzuladığım kadar başka zaman asla arzulamadım. öğle namazına erkenden gittim. Rasûlullah (s.a.) öğle namazını kıldı, selâm verdi ve sağına, soluna baktı. Uzanıyordum ki beni görsün. Gözleriyle aranmaya devam etti ve nihayet Ebu Ubeyde îbn el-Cerrâh'ı görerek o'nu, çağırdı ve : Onlarla beraber git; ayrılığa düştükleri konularda hak üzere hüküm ver, buyurdu.
Ömer der ki: Ebu Ubeyde onlarla gitti.
İbn Merdûyeh Muhammed İbn Ca'fer kanalıyla... Rûfi' îbn Hadtc ten rivayetinde Necrân heyetinin gelişini aynı şekilde anlatır ve seçkinlerinin on iki kişi olduğunu söyler. îbn Merdûyeh olayı uzun uzadıya ve daha başka fazlalıklarla anlatır.
Buhârî diyor ki; bize Abbâs İbn el-Hüseyin... Huzeyfe'den rivayet etti ki o şöyle demiştir: Necrârüılardan Âkıb ve Seyyid la'netleşmek üzere Rasûlullah'a geldiler. Biri arkadaşına dedi ki: Yapma, vallahi eğer o peygamberse ve biz o'nunla la'netleşirsek asla kurtulamayız, kendimizden sonraya hiç bir şey bırakamayız (kökümüz kurur, ocağımız söner.)
İkisi birden Rasûlullah (s.a.) a şöyle dediler: Biz, bizden istediğini sana vereceğiz. Bizimle beraber emin bir adam gönder. Yalnız bu gönderdiğin adam gerçekten emîn birisi olsun. O (Rasûlullah) da :
Sizinle gerçekten emîn olan bir adam göndereceğim, buyurdu. Ra-sülullah'ın ashabı merakla beklediler, Hz. Peygamber: Ey Ebu Ubeyde İbn Cerrah kalk! buyurdu.
Ebu Ubeyde kalkınca Rasûlullah (s.a.) :
«İşte bu ümmetin emîni budur.» buyurdu. Hadîsi; Buhârî, Müslim, Tirmizî, Neseî ve îbn Mâce muhtelif tarîklarla Ebu îshak es-Sebîl kanalıyla Huzeyfe'den rivayet etmişlerdir. Yine aynı hadîsi İmâm Ah-med Nesei, ve İbn Mâce İsrâü kanalıyla... İbn Mes'ûd'dan rivayet et-nıişlerdir.
Buhârî diyor ki; bize Ebu'l-Velid... Enes'den O da Rasûlullah (s.a.)’dan rivayet etti ki o, şöyle buyurmuş : Her ümmetin bir emîni vardır. Bu ümmetin emîni de Ebu Ubeyde İbn Cerrâh'tır.
İmâm Ahmed diyor ki; bize İsmâîl îbn Yezîd... İbn Abbâs'dan rivayet etti ki o, şöyle demiştir :
Ebu Cehil: Rasûlullah (s.a.) ı Kâ'be'de namaz kılarken görürsem varıp boynuna basacağım, demişti. Eğer dediğini yapsaydı melekler açıkça onu çarpıvereceklerdi. Şayet yahûdîler ölümü temenni etselerdi muhakkak ölecekler ve cehennemdeki yerlerini göreceklerdi. Rasûlullah (s.a.) ile la'netleşmeye çıkanlar, bunu yapsalardı dönecekler ve ne mallarını ne de ailelerini bulacaklardı.
Beyhakî «DelâiTün-Nübüwe»sinde Necrân hey'eti kıssasını çok uzun bir şekilde rivayet eder. Biz de o rivayeti buraya alıyoruz. Zîrâ bir çok faydası yanında garîb yönleri var ve bu makama da uyuyor:
Beyhakî diyor ki; bize Ebu Abdullah el-Hâfız ve Ebu Saîd Muham-med îbn Mûsâ... Seleme îbn Abdi Yesû'dan, o babasından, o da dedesinden —ki bu zât hıristiyan idi ve müslüman olmuştu— rivayet ettiler ki; Rasûlullah (s.a.) Tâsin... Süleyman (Nemi Sûresi) nazil olmadan önce Necrânlüara şu mektubu yazdı:
İbrahim, İshâk ve Ya'kûb'un İlâhı adıyla : Allah'ın elçisi, Nebi Muhammed'den Necrah papazına ve Necrân halkına: Barış- size. Sizlere, İbrahim, İshâk ve Ya'kûb'un İlâhına olan hamdimi iletirim.
Bundan sonra, sizi kullara kulluğu bırakıp Allah'a kulluğa, kulları dost edinmeyi bırakıp Allah'ı dost tanımaya çağırıyorum. Eğer kabul etmezseniz cizye vereceksiniz. Bunu da kabul etmezseniz size aramızda harbi haber veriyorum vesselam...
Mektup papaza ulaşınca okudu, müthiş bir şekilde korktu ve Necrân halkından Şurahbil îbn Vedâa'ya gelmesi için haber gönderdi. Şu-rahbil, o sırada Hemedân'da idi ve ondan önce, herhangi bir problem doğduğunda kimse çağırılmazdı, ne Eyhem, ne Seyyid, ne de Âkıb.
Papaz Rasûlullah (s.a.) in mektubunu Şurahbil'e verdi ve o da okudu. Papaz sordu : Ey Ebu Meryem ne dersin? Şurahbil:
Allah'ın İbrahim'e, İsmâîl zürriyetine Peygamberlik va'dettiğini biliyorsun. (Fakat) bu peygamberin bu adam olduğuna inanamıyorsun (değil mi?) Peygamberlik konusunda benim herhangi bir fikrim yok. Şayet dünya ile ilgili bir iş olsaydı bu konudaki fikrimi söylerdim, senin için çalışırdım, deyince papaz ona: Şöyle bir kenara otur, dedi. Ve Şurahbil bir köşeye oturdu.
Papaz Necrân halkından Abdullah İbn Şurahbil'e gelmesi için haber gönderdi. —Bu da Himyerlilerden Zü'1-Asbah'dan biridir— ona da mektubu okuttu ve fikrini sordu. Abdullah da Şurahbil'in sözlerinin aynıyla cevâb verince papaz, onu da bir kenara oturttu ve (bu sefer) Necrân halkından Cebbar İbn Feyz adında birini çağırttı. —Cebbar, Haris îbn Kâ'b oğullarından, Hammâs oğullarından biridir— ona da mektubu okuttu ve bu konudaki fikrini sordu. Cebbar da Şurahbîl ve Abdullah gibi cevâb verince onu da bir köşeye oturttu.
Hepsinin görüşleri böylece aynı noktada birleşince papaz, çan çalınmasını ve (kiliselerde) manastırlarda ateşler yakılmasını emretti. Gündüz korkulacak bir şey olunca böyle yaparlardı. Korkulan gece olursa çan çalar ve manastırlarda ateş yakarlardı. Çan çalınıp ateş yakılınca vâdînin alt tarafında, üst tarafında kim varsa gelir toplanırdı ki, vâdînin boyu süratli bir binitli için 'bir günlük yol idi. Vâdîde yetmiş üç köy ve yüz yirmi bin muhârib vardı.
Hepsi gelip toplanınca, papaz Rasûlullah (s.a.) in mektubunu onlara okudu ve bu konudaki görüşlerini sordu. Onlardan aklı erenler Şu-rahbil İbn Veda el-Hemedânî, Abdullah İbn Şurahbil el-Asbahî ve Cebbar İbn Feyz el-Hârisî'yi Rasûlullah (s.a.) a gönderme konusunda birleştiler. Bunlar Rasûlullah (s.a.) hakkında onlara haber getireceklerdi.
Hey'et yola çıktı; Medine'ye gelince yolculuk elbiselerini çıkardılar. Çizgili Yemen kumaşından yapılmış uzun kaftanlarım giydiler, altın yüzükler takındılar. Sonra Rasûlullah (s.a.) in yanma gelerek selâm verdiler. Rasûlullah (s.a.) selâmlarım almadı. O'nunla gün boyu konuşmaya çalıştılarsa da üzerlerinde bu kaftanlar ve altın yüzükler bulunduğu (için) Rasûlullah (s.a.) kendileriyle konuşmadı. Bunun üzerine daha önceden tanıdıkları Osman İbn Affân ve Abdurrahmân İbn Avf'a gittiler. Onlar muhacir ve ansârdan bazılarıyla oturuyorlardı. Şöyle konuştular :
Ey Osman, Ey Abdurrahmân, sizin peygamberiniz bize bir mektup yazdı biz de icabet ederek kalkıp geldik. Yanına vardık, selâm verdik; selâmımızı almadı, gün boyu kendisiyle konuşmaya çalıştıksa da bizimle konuşmadı. Bu konuda sizin fikriniz nedir? Dönmemizi tavsiye eder misiniz?
Onlar da aralarında bulunan Ali İbn Ebu Tâlib'e : Bu topluluk hakkında sen ne dersin ey Ebu'I-Hasan? diye sordular. Hz. Ali, Osman ve Abdurrahmân'a : Bana kalırsa bu elbiselerini ve yüzüklerini çık.arsın-lar, yolculuk elbiselerini giysinler, sonra Rasûlullah'a dönsünler, dedi. Öyle yaptılar ve Rasûlullah (s.a.) a gidip selâm verdiler. Selâmlarını *ldı sonra Hz. Peygamber şöyle buyurdu :
Beni hak ile gönderen Allah'a yemin olsun ki, sizin bana birinci edişinizde İblîs de sizinle beraberdi. Sonra karşılıklı olarak birbirlerine Anılar sordular, sonunda şöyle dediler : îsâ hakkında ne dersin? Biz kavmimize döneceğiz ve biz hıristiyanız. Eğer. peygamber isen bu konuda bize (birşeyler) söyle.
Rasûlullah (s.a.) : Bu konuda bugün size söyliyeceğim bir şey yok. Burada (bir müddet) kalın da îsâ hakkında Rabbımın bana söyleyeceklerini size haber vereyim, buyurdular. Ertesi günü sabah olduğunda Allah Teâlâ bu âyetleri indirdi.
Bunu kabul etmediler. Kendilerine bu haberi verdiğinin ertesi sabahı Rasûlullah (s.a.) yanmda Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve Fâtıma olduğu halde la'netleşmek üzere yola çıktı. O sırada Rasûlullah'ın birkaç hanımı vardı. Hasan ve Hüseyin'i kendi örtüsü altına almış; Fâtıma da yanında yürüyordu.
Şurahbil iki arkadaşına şöyle dedi: Vadimizin alt ve üst tarafında olanlar biraraya geldiklerinde, biliyorsunuz benim görüşümün dışına çıkmamışlardı. Vallahi ben bu işi ağır bir iş olarak görüyorum. Eğer bu adam gönderilmiş bir kral ise onun gözünde arablardan öldürülecek ve işleri kendisine verileceklerin ilki biziz. O'nun ve ashabının gönlünden geçen ancak bizi mahvetmek olabilir. Muhakkak ki arablardan onlara en yakın komşu biziz, ama bu adam peygamber ise ve biz o'nunla la'netleşirsek yeryüzünde bizden bir kıl ve tırnak kalmamacasına helak oluruz. }
Arkadaşları o'na : Ey Ebu Meryem (o halde) görüşün nedir? dediler. O da : Ben o'nu hakem kabul edelim, derim. O'nu asla zulüm ile hükmetmeyecek birisi olarak görüyorum, dedi Arkadaşlarının: O halde bunu yap, demeleri üzerine Şurahbil Rasûlullah (s.a.) a geldi ve: Ben seninle la'netleşmekten daha hayırlı bir şey görüyorum, dedi. Rasûlullah (s.a.) : O nedir? diye sordu. O da : Bugün geceye, geceleyin de sabaha kadar bizim hakkımızda hüküm senindir. Bizim hakkımızda ne hüküm verirsen ver, kabul edeceğiz, dedi. Rasûlullah (s.a.) : Ya arkandan seni ayıplıyacak ve hükmünü kabul etmeyecek biri çıkarsa? buyurdu. Şurahbil: Arkadaşlarıma sor, dedi. Rasûlullah o'nun iki arkadaşına sordu. Şöyle dediler : Vâdîde ancak ve ancak Şurahbil'in görüşü ile hareket edilir.
Rasûlullah (s.a.) döndü (gitti) ve onlarla la'netleşmedi. Ertesi günü yine o'na geldiler ve Rasûlullah (s.a.) kendilerine şu mektubu yazdı:
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla. Allah'ın elçisi ve nebîsi Muhammed'in Necrân'a yazdığıdır. «Eğer hükmü-onlar üzerinde ise» her meyvede, her san, beyaz, siyah ve ince şeyde onlara fazlası vardır. Bunların hepsi onlara bırakılacaktır. İkibin hülle (elbise) karşılığında. Her receb ayında bin hülle, her Safer ayında da bin hülle (verilecektir)' Ve tamamıyla hadisin kalanım da zikretti.
(1) Bu hadîs şüphelidir. Şöyle ki: Necrân, süratli bir atlının bir gün ve gecede geçebile-teği genişlikte değildir. Orduları yüzyirmi bin küsur olacak kadar halkı da çok değildir. Değilse hiç korkarlarmıydı? Sonra RasûluUah'ın selâmlarını almaması, bütün bir gün onlarla konuşmaması. Hz- Ali'nin de onlara süslü elbiselerini ve yüzüklerini Netice olarak Necrân hey'etinin gelişi hicretin 9. yılındadır. Zîrâ Zührî şöyle diyor : «Rasûlullah (s.a.) a ilk cizye verenler Necrân halkıdır. Cizye âyeti ise Mekke'nin fethinden sonra indirilmiş olup şu âyettir:
((Allah'a ve âhiret gününe de inanmayanlarla savaşın.» (Tevbe,29)
Ebu Beki* İbn Merdûyeh diyor ki; bize Süleyman İbn Ahmed... Câbir'den rivayet etti ki o şöyle dedi: Âkıb ve Tayyib Rasûlullah (s.a.) a geldiler. Hz. Peygamber onları la'netleşmeye çağırdı. Onlar da ertesi günü la'netleşmek üzere sözleştiler. Ertesi günü Rasûlullah (s.a.) Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin'in elinden tutarak geldi ve gelmeleri için onlara haber gönderdi. Fakat gelmediler ve harâc'ı kabul ettiler.
Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu : Beni hak ile gönderen Allah'a ye-mîn olsun ki, eğer hayır deselerdi vâdî tepelerine ateş yağdıracaktı. Câbir der ki: İşte onlar hakkında «... Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı...» âyeti nazil oldu.
Yine Câbir diyor ki: Âyetteki «Kendimizi ve kendinizi» kavli ile Rasûlullah (s.a.) ve Ali İbn Ebu Tâlib, «oğullarınızı» kavli ile Hasan ile Hüseyin, «kadınlarınızı» kavli ile de Hz. Fâtıma kasdedümiştir.
Sonra Allah Teâlâ buyurur ki;
«Doğrusu işte budur, o kıssanın hak, gerçek ifâdesi: Ey Muham-med (s.a.) Hz. Lsâ hakkında bizim sana bu anlattıklarımız dönülmeyecek ve sapılmayacak gerçeğin ta kendisidir.»
«Allah'dan başka ilâh yoktur. Şüphesiz ki Allah Azîz'dir, Hakîm'dir, Şayet bundan başka şeylere doğru yüzçevirirlerse, şüphesiz ki Allah bozguncuları bilir.» Kim hakk'ı bırakır bâtıla dönerse o bozguncudur. Allah onu bilir ve onun cezasını verir. O, kendisini hiçbir şeyin geçemeyeceği Kâdir-i mutlaktır.



40 — Eğer siz ona yardım etmezseniz; doğrusu Allah ona yardım etmişti. Hani kâfirler onu çıkarmışlardı da, o ikinin ikincisiydi. Hani onlar mağarada idiler ve hani o, arkadaşına; üzülme, Allah bizimledir, diyordu. Bunun üzerine Allah ona sekînetini indirmişti, onu sizin görmediğiniz ordularla desteklemişti. Ve küfretmiş olanların sözünü alçaltmıştı. Allah'ın kelimesi ise o en yüce olandır. Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.

Allah Teâlâ buyurur ki: «Eğer siz ona ■ (Allah Rasûlüne) yardım etmezseniz, (muhakkak ki Allah Teâlâ onun yardımcısıdır, onun des-tekleyicisidir. O, ona yeter. O, onu korur. Nitekim) doğrusu Allah, kâfirler onu (hicret yılı Mekke'den) çıkardıklarında bizzat yardım etmişti. İkinin ikincisinden ibaretti.» Müşrikler Hz. Peygamberi öldürmeye veya hapsetmeye veya sürgün etmeye kalkıştıklarında; o, onlardan kaçarak sadık arkadaşı Ebubekir İbn Ebu Kuhâfe ile beraber çıkmış ve peşlerinden onlan aramak üzere çıkanlar geri dönsünler diye üç gün
Sevr mağarasına sığınmıştı. Sonra Medine'ye doğru yürümüşlerdi. Ebubekir (r.a.) onlardan birisi kendilerinin farkına varır da onlardan Allah Rasûlü'ne bir eziyyet ulaşır diye korkmaya başlamış, bunun üzerine Hz. Peygamber onu sakinleştirip : Ey Ebubekir, üçüncüleri Allah olan iki kişi hakkında ne sanıyorsun? buyurmuştu. Nitekim İmâm Ahmed der ki: Bize Affân'ın... Ebubekir'den rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Biz mağarada iken Hz. Peygamber (s a.) e : Şayet onlardan birisi ayaklarına baksaydı, muhakkak bizi ayakları altında görürdü, dedim de o : Ey Ebubekir, üçüncüleri Allah olan iki kişi hakkında ne sanıyorsun? buyurdu. Hadisi, Buhârî ve Müslim Sahîh'lerinde tahrîc etmişlerdir. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ : «Bunun üzerine Allah ona (iki görüşten meşhur olanına göre Hz. Peygambere) sekînetini indirmişti.» buyurmuştur. Sekînetin Ebubekir üzerine indirildiği de söylenmiştir. Bu görüş İbn Ab-bâs ve başkalarından rivayet edilmiş olup onlar : Zîrâ Allah Rasûlü zâten sekînet üzere idi, derler. Ancak bu, o durumda onun üzerine yeniden sekînet indirilmesine mâni değildir. Bu sebepledir ki; «Onu sizin görmediğiniz (meleklerden müteşekkil) ordularla desteklemişti ve küfretmiş olanların sözünü alçaltmıştı. Allah'ın kelimesi ise o, en yüce olandır.» buyurmuştur. İbn Abbâs burada «Küfretmiş olanların sö-zü»nden şirkin, «Allah'ın kelimesinden maksadın ise kelime-i tevhîd olduğunu söyler. Buhârî ve Müslim'de Ebu Mûsâ el-Eş'arî (r.a.) den rivayet edildiğine göre; Allah Rasûlü (s.a.) ne kahramanlık, hamiyyet ve riya için savaşanlardan hangisinin Allah yolunda olduğu sorulmuştu. Kim sâdece Allah'ın kelimesi en yüce olsun diye savaşırsa; işte o, Allah yolundadır, buyurdu. «Allah (intikamında, yardımında) Azîz'dir. (Tarafı güçlüdür. O'na sığınan haksızlığa uğramaz. Hitabına sarılmakla korunan haksızlığa urğamaz. Sözlerinde ve işlerinde) Hakîm'dir.»


kardesim okudugunu bbile anlayamiyorsun ALLAH celle celaluhu hidayet etsin...

فَمَنْ حَاجَّكَ فٖيهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ اَبْنَاءَنَا وَاَبْنَاءَكُمْ وَنِسَاءَنَا وَنِسَاءَكُمْ وَاَنْفُسَنَا واَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَى الْكَاذِبٖينَ
Fe men hacceke fihi mim ba'di ma caeke minel ilmi fe kul tealev ned'u ebnaena ve ebnaekum ve nisaena ve nisaekum ve enfusena ve enfusekum sümme nebtehil fe nec'al la'netellahi alel kazibîn.


burada ali benim nefsimdir yazisini gosterirmisin alttaki ayette hz ebubekiri (r.h) acikca soyluyor kardesim daha ne yapalim.....
 
E Çevrimdışı

erhans1987

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
EY EBUHASENEL MAKSADİ BUNA CEVAP VER


54- Sana ilim geldikten sonra, bu hususta seninle kim tartışacak olursa, de ki: «Gelin oğullarımızı, oğullarınızı; kadınlarımızı, kadınlarınızı; nefislerimizi ve nefislerinizi çağıralım, sonra lânetleşelim de Allah'ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim.»
(Bütün İslam mezhepleri (hatta Hariciler dahi) Peygamber'in Necran Hıristiyanları ile mübahale etmeye giderken kadınlardan Hz. Fatıma (a.s), evlatlarından Hasan ve Hüseyin (a.s), kendi nefislerinden ise Hz. Ali (a.s) dışında hiç kimseyi mübahale için götürmediği hususunda ittifak etmişlerdir. Fahri Râzi'nin Tefsir-i Kebir 'inde tasrih ettiği gibi o gün Peygamber, üzerinde siyah ve yünden dokulu bir parçayla, mübahale için şehirden dışarı çıktı. Hüseyin'i şefkat dolu kucağına almış ve Hasan'ın da ellerinden tutmuştu. Hz. Patıma (a.s) ardından, Ali'de (a.s) Fatıma'nın (a.s) ardından hareket ediyordu. Necran Hıristiyanlarının piskoposu bu durumu görünce Hıristiyan cemaate dönerek şöyle dedi: «Ben öyle çehreler görüyorum ki eğer Allah'tan bir dağın yok olmasını dahi isteseler Allah onların duasına icabet edecektir. Sakın bunlarla mübahaleye girişmeyin, zira kesinlikle helak olursunuz. Öyle ki kıyamete kadar yeryüzünde bir tek Hıristiyan bile kalmaz.» Necran heyeti bu manzara karşısında mübahale etmekten çekinmiş ve cizye vermek üzere anlaşma imzalamak zorunda kalmışlardı.)


38- Siz ona (peygambere)yardım etmezseniz, Allah ona yardım eder. Hani küfre sapanlar ikiden biri olarak onu (Mekke'den)çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında (Peygamber)arkadaşına şöyle diyordu: «Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir.» Böylece Allah ona (Peygamber'e)huzur ve güvenlik duygusunu indirmişti, onu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, küfre sapanların da kelimesini (şirk inançlarını) alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi (tevhit)ise, yüce olandır. Allah üstün ve güçlü olandır, hikmet sahibidir.

ŞİMBİ EY EBULHASAN MAKSADİ YUKARIDAKİ AYETLERDE BİRİNCİ AYETTE PEYGAMBERİMİZ (S.A.A) HZ ALİ’ DEN KENDİ NEFSİ OLARAK BAHSEDİYOR


İKİNCİ AYETTE EBUBEKİR DEN ARKADAŞI OLARAK BAHSEDİLİYOR.


PEYGAMBERİMİZİ TAKİPTE ONUN NEFSİM ( KENDİM) DİYE HİTAB ETTİĞİ VE TANITTIĞI HZ ALİ Yİ VE ONUN YANINDA ÇOÇUKLARIM DEDİĞİ HZ HASAN VE HZ HÜSEYİNİ İZLEMEK Mİ DAHA EVLADIR


YOKSA ARKADAŞI DİYE HİTAP EDİLEN EBUBEKİRİ Mİ?


ŞİMDİ KURAN’ I KERİMDE İLK ÜÇ HALİFEYİ HZ ALİ’ NİN ÜSTÜNDE TUTABİLECEĞİNİZ KURANI KERİM DEN BİR AYET GETİRİN BANA VEYA SUSUN


NOT: HADİS İSTEMİYORUM, ÇÜNKÜ YAZDIKLARINIZA İNANMIYORUM.


ALLAH’ IN LANETİ YALANCILARIN ÜZERİNE OLSUN

LAF KALABALIĞI YAPMAYIN KURANI KERİMDEN BİR AYET GETİRİN.

BEN SİZEALLAHIN KİTABINDAN DELİL GETİRİYORUM SİZ DE BUYURUN ALLAHIN KİTABINDAN DELİL GETİRİN

1-) HZ.ALİ' Yİ YALNIZ BU AYETTE DEĞİL İNSAN SÜRESİNDE, MAİDE SÜRESİNDE GÖSTEREBİLİRİM

2) PEYGAMBERİMİZ GELİN ÇAĞIRALIM DİYOR KENDİ KENDİNİ ÇAĞIRACAK HALİ YOK PEYGAMBERİMİZ ZATEN GELİYOR, OĞULLARIMIZDAN MAKSAT HZ HASAN VE HÜSEYİN, KADINLARIMIZDAN MAKSAT HZ FATMA, KENDİMİZDEN (NEFSİMİZDEN) MAKSAT HZ ALİ' DİR.

3) KURANI KERİMDEN EBUBEKİR' DEN DİREK ARKADAŞI DİYE BAHSEDİLİYOR.

4) BEN SANA HZ ALİ (A.S) İLGİLİ DİĞER AYETLERİDE AÇIKLAYIM İSTERSEN.

SENDE ÜÇ HALİFEYLE İLGİ BAŞKA BİR AYET GETİR

5) İBNİ KAYYUM, Ebubekir, Peygamberimizden (s.a.a) beş yüz hadis toplamış, onları yakarak halka şöyle demişti: "Allah resulünden hiçbir şey rivayet etmeyin. (Bundan dolayı) biri size bir şey soracak olursa, deyin ki: Allah'ın kitabı aramızdadır; helalini helal sayın, haramlarından da kaçının!" Tezkiretu'l-Hifaz, Zehebî, c.1, s.3

6) IBNI KAYYUM BUNU YAPAN EBUBEKIR MÜSLÜMAN OLUYORDA BEN Mİ KAFİR OLUYORUM. KENDİ AĞZINIZLA SÖYLÜYORSUNUZ KAFİRİN KİM OLDUĞUNU

BU HADİS YAKMA OLAYINI HOCALARINIZA SORUN KIVIRAMADIKLARI İÇİN KABUL EDİYORLAR
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
bozuk plak ancak bukadar olur kardesim okusana yukaridaki yazilari Hz ali (r.h) nefisi o ayetin neresinde ayeleride basladiniz degistirmeye.....
 
E Çevrimdışı

erhans1987

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
PEYGAMBERİMİZ GELİN ÇAĞIRALIM DİYOR KENDİ KENDİNİ ÇAĞIRACAK HALİ YOK PEYGAMBERİMİZ ZATEN GELİYOR, OĞULLARIMIZDAN MAKSAT HZ HASAN VE HÜSEYİN, KADINLARIMIZDAN MAKSAT HZ FATMA, KENDİMİZDEN (NEFSİMİZDEN) MAKSAT HZ ALİ' DİR.

EBUBEKİRİN DE İSMİ GEÇMİYOR AMA SEN ONU KABUL EDİP HZ ALİ Yİ KABUL ETMİYORSUN

SENİN DEVRELER YANDI ANLAMIYON GALİBA


EBUBEKİRLE İLGİLİ BİR AYET İNMİŞ ONU ALLAYIP PULLUYORSUNUZ BU KADAR MI KÖRSÜNÜZ

İMAM ALİ (AS) İLGİLİ İNEN AYET EBUBEKİR İÇİN İNSE BAŞIMIZA NE GELİRDİ ALLAH BİLİR
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Hz ebubekir (r.h)hz omer(r.h) hz osman(r.h) hz ali(r.h) bunlarin hepsi ISLAM dininin vazgecilmez halifeleri ve ALLAH celle celaluhu nun razi oldugu kullardir hepsinin degeri biz kullar icin degerini anlayamayacagimiz kadar coktur kardesim.bizler sizler gibi degiliz sacma inanclariniza hz ali (rh )niye alet edersiniz onu bilemem.bastan sona entrikalar,fitneler uzerine kurulmus bir adina ISLAM diyemeyecegimiz inanc biciminiz mevcut gozlerimle gordum medinede neler yaptiklarinizi ALLAH celle celaluhu hidayet etsin....
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Ana Sayfa Alt