Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Seyyid Kutub r.a >>> Allah cc Şehadetini Kabul Etsin <<<

deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
SEYYİD KUTUP ( 1906 - 1967 )

Hacı ibrahim Kutub'un oğlu olan Seyid Kutup, 1906'da Asyut kasabasına bağlı Kalıa köyünde dünyaya geldi. Babası köyde, sayılan bir kişi ve Vatan Partisinin bir üyesi olarak bilinmekteydi. O zaman bu partinin başkanlığında Mustafa Kamil vardı. Hacı İbrahim Kutup ziraatla uğraşır, elde ettiği mahsulün bir kısmını satar bir kısmını da fakirlere infak ederdi. Annesi ise çok mütedeyyin ve asil bir aileye mensup birisiydi. Seyyid Ku tub'a terbiyesiyle, sevgi ve şefkatiyle çok tesir et mişti.

Seyyid Kutup'un Hamide ve Emine adlı iki kız kardeşiyle Muhammed adında küçük bir de erkek kardeşi vardı. Daha Kahire'de okurken babasını kaybedince, annesinin ve kardeşlerinin bütün mesuliyetleri onun üzerine yıkılmış oluyordu. O da bu durumdan oldukça sıkılmıştı. Bu sıkıntıdan biraz olsun kurtulmak için, annesini Kahire'ye taşınmaya razı etti ve Kahire`ye taşındılar. 1940'da annesinin ani vefatı Seyid Kutup'u oldukça etkilemişti. Kendisini hayatta yalnız hissetmeye başladı. Bu konudaki duygularını bizzat kendisi bazı kitaplarında anlatmaktadır.


SEYYİD KUTUB'U ANARKEN

29 Ağustos tarihi çağımızın büyük bir fikir ve mücadele önderi olan Seyyid Kutub'un şehadetinin yıldönümüdür.

Seyyid Kutub, Yüce Allah'ın: "Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söze sadık kaldılar. Onlardan kimi (Allah yolunda şehid edilmek suretiyle) adağını yerine getirdi, kimi de (şehid olmayı) beklemektedir. (Ahidlerinde) hiçbir değişiklik yapmamışlardır" (Ahzab, 33/23) ayetinde sözü edilen kişilerden olduğuna inandığımız müstesna insanlardan biridir.

1906'da Mısır'ın Asyut kasabasında doğan Seyyid Kutub aslen Arabistanlıdır. Dedesi Şeyh Vakur ilim, takva ve güzel ahlâk sahibi olmasıyla ünlüydü. Anne ve babası da çok dindar ve takva sahibi insanlardı. Kutub, annesine ithaf ettiği "Kur'an-ı Kerim'de Edebi Tasvir" adlı eserinde, onun dinine ne kadar bağlı bir kadın olduğundan söz eder. Seyyid Kutub, annesinin yoğun istek ve teşvikiyle küçük yaşlarda Kur'an'ı ezberledi. Babası İbrahim Kutub'a ithaf ettiği "Kur'an'da Kıyamet Sahneleri" adlı eserinde şöyle der: "Babamın en çok dikkat ettiği şey, bizim ruhumuza ahiret duygusunu yerleştirmekti."

İlk eğitimini aile içinde aldıktan sonra, el-Ezher'de orta ve lise tahsilini yaptı. Daha sonra Daru'l-Ulum Fakültesi'ni bitirdi. 1933'te aynı fakültede öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. O dönemde "Yeni Fikir" adlı bir dergi çıkardı. 1941'de sosyoloji doktorası yapmak üzere Maarif bakanlığı tarafından Amerika'ya gönderildi. Yine aynı dönemlerde Müslüman Kardeşler'le ilişkilere girmişti. Amerika'dan dönmesinden bir süre sonra da bu cemaate katıldı.

Bilindiği üzere Türkiye'de inanç sahiplerinin Seyyid Kutub'un fikirlerinden istifade etmelerinin engellenmesi için onun hakkında asılsız iddialarda bulunuldu. Bu iddialar her türlü dayanaktan yoksun, asılsız iddialardır.

Seyyid Kutub hakkındaki bir yanlış kanaat de onun son zamanlarında Müslüman Kardeşler'den ayrıldığı zannıdır. Bu yöndeki söylentiler de doğru değildir. Kız kardeşi Hamide Kutub'un bildirdiğine göre, Üstad şehadetinden kısa bir süre önce ona şöyle demiştir: "Şayet Hasan Hudeybi'yi (İhvan'ın o zamanki genel mürşidi) görürsen benden ona selam söyle ve kendisine, onun zarar görmemesi için insanın tahammül edebileceği bütün zorluklara tahammül ettiğimi belirt." (Salah Abdulfettah Halidi, Seyyid Kutub mine'l-Milad ile'l-İstişhad, sh. 474) Ayrıca yine hapishanede kendisine idam kararı haberi ulaşınca şöyle demişti: "Allah'a hamd olsun on beş yıldır şehadete ulaşmak için çalışıyorum. (O zaman İhvan'a katılmasının on beşinci yılıydı.)" (A. e. sh. 473) Yani o Müslüman Kardeşler'in saflarında verdiği mücadelenin tümünü bir bütün olarak değerlendirmiş ve bu dönemi şehadete ulaşmak için çalıştığı dönem olarak nitelemiştir. Cemaatten ayrıldığını ima edecek bir söz dahi sarf etmemiştir. Ayrıca kardeşleri ve kendisini yakından tanıyanlar böyle bir şeyin olmadığını ifade etmişlerdir.

Bu yöndeki iddiaların kaynağı Müslüman Kardeşler'e karşı olanların Seyyid Kutub'u onlardan görmek istememeleri sebebiyle uydurdukları yalanlardır. Bu arada şunu da hatırlatalım ki, Müslüman Kardeşler, Seyyid Kutub'u sağlığında bağırlarına bastıkları gibi şehit edilmesinden sonra da onun fikirlerinin bayraktarlığını yapmış, asla düşüncelerinin yayılmasını önleyecek bir tavır içine girmemiş, kitaplarını da eğitim programlarına almışlardır.




SEYYİD KUTUB'UN HAYATININ DÖNEMLERİ


Seyyid Kutup'un hayatını dört ana bölümde toplamak mümkündür. Bunlardan birincisi doğumundan 1919'a kadar olan bölüm. Seyyid Kutup bu devrede babasının itinalı dini terbiyesi altında yetişmişti. Bir tarafta köylerindeki medreseye devam ederken bir taraftan da babasının özel terbiyesindeydi. Daha on yaşına gelmeden Kur'an-ı Kerim'in tamamını ezberlemişti. Seyyid Kutup'un hayatındaki ikinci dönem ise 1920 ve 1939 arasındaki zamanı içermektedir. Bu dönemde Kahire'ye giderek liseyi bitirdi ve üniversiteye "Darul Ulum"a girdi. Darul Ulum'a girmesindeki maksadı arap dilinde ihtisas sahibi olmaktı. Kardeşi Muhammed Kutub'un "Küçük Çığlıklar" adlı kitabının önsözünde de anlattığı gibi Darul Ulum'da dört sene okumuştu. Burada okutulan dersler ise Tarih, Coğrafya, Arap edebiyatı, İngilizce, Sosyoloji, Matematik, Fizik, Felsefe ve dini ilimlerdi.

Seyyid Kutup'u okutan hocaların başında ise Mehdi Allame geliyordu. Bu zat Seyid Kutup'un "Şairin hayattaki görevi" kitabının ön sözünde şunları diyor: "Seyyid Kutup'un benim talebem olması, bana çok büyük bir mutluluk veriyor. Eğer hayatta benim ondan başka talebem olmasa bile onun varlığı mutluluk olarak kafidir." Darul Ulum'dan mezun olduktan sonra Milli Eğitim Bakanlığında müfettiş olarak görev aldı. Fakat bir yazar olarak görevini daha iyi yapabilmek için görevde fazla kalmayarak istifa etti. Bu sıralarda hemen hemen her konuda kendisini yetiştirmek için okumaya daldığını görürüz. Özellikle arapçaya çeşitli dillerden çevrilmiş eserleri incelemekte ve değerlendirmeye tabi tutmaktaydı. Çok geçmeden Seyyid Kutup da tıpkı Taha Hüseyin, Abbas Mahmut Akkad ve Mustafa Sadık Rafı gibi harika bir yazar, olarak ortaya çıkıyordu. Onun yazıları da tıpkı ötekilerinki gibi aynı gazete ve dergilerde yayınlanmaya başlamıştı. Seyyid Kutup'un hayatının üçüncü merhalesini ise 1939 ile 1951 yılları oluşturmaktadır. Bizim görüşümüze göre bu dönem aynı zamanda Seyyid Kutup'un İslâmi düşünceye dönüşünün de bir başlangıcı oluyordu. 1939'da "El-Muktatif' dergisi O'nun "Kur'an da Fennî Tasvir" adlı bir makalesi ni yayınlamıştı. Seyyid Kutup bu yazısında bazı ayetlerden örnekler vererek Kur'an'daki sanatsal güzellikleri ve onun üstün icazını ortaya koyuyordu. Bu yazısıyla aynı zamanda Kur'an'da icaz olayını inkar eden Akkad'ın görüşlerinden de ayrılmış oluyordu. 1945 yılında aynı konuda iki kitap ya yınladı.

Seyyid Kutup bu kitaplarının, almış olduğu dini terbiyenin bir semeresi olduğunu açıkça itiraf etmekte, Kur'an'ın uslubu ve harikalığıyla kendisini uyandırdığını kabul etmektedir. O'na göre ilmi Kelamın uslubu olan cedel, dinde pek neticeye götürmemektedir. Çünkü akıl Kur'an'ın inceliklerini ve harikalıklarını tam olarak anlamaktan acizdir. Arkasından "Sahrada" adlı bir kasidesini yayınlayan Seyyid Kutup, burada her şeyin bir tertip ve ölçüye göre yaratıldığını anlatmaktadır. 1946'da "İşte Sahtekarlık" diye bir kitabı daha yayımlandı. Bu kitabında Abdullah Ali el-Kasımı ile iki konuda tartışıyordu. Bunlardan birisi "İnsanın yaratmak konusundaki gücü" ikincisi ise "İnsanın dinlere inanmasıydı". Akkad ve onun gibileri makalelerinde genelde Abdullah Ali'nin kitabını, dolayısıyla fikirlerini medhederken Seyid Kutup şiddetle tenkit ediyordu. Çünkü Abdullah Ali dinin hayatın gerçeklerine ters olduğunu, dine tabi olanların gerilediklerini, özellikle İslâmın insanı gerilettiğini savunuyordu. İşte bundan dolayı Seyyid Kutup Abdullah Ali'nin demogojilerine yazdığı kitapda hücum ediyor, tenkit ediyor ve onları çürütüyordu.

7 Ekim 1946 da Seyid Kutup'un İslâmi fikre başlangıç olarak değerlendirilen "Konum Dersleri" adında bir makalesi daha yayınlanmıştı. Seyyid Kutup bu makalesinde Mısır'ın toplum yapısının, siyasi, ahlaki ve sosyal yönlerden tenkidini yaparak, müslümanları çalışmaya çağırıyordu. Toplumun ıslahı için ne yapılması gerekiyorsa müslümanların yapmak zorunda oluşunun Kur'an'ın emri olduğunu söyleyen Kutup delil olarak Allah'ın şu ayet-i kerimesini gösterip tefsirini yapıyordu: "Sizden iyiliği emreden, kötülükten sakındıran, bir topluluk olsun. İşte asıl kurtuluşa erenler onlardır. "
 
deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
İSLAMA DOĞRU YÖNELİŞ.

21 Ekim 1946 bu günkü medeniyeti tenkit ederek onun manevi değerlerden soyutlanmış, sadece maddi bir medeniyet olduğunu delillerle açıklıyordu. 1948'in sonlarında ise "İslâmda Sosyal Adalet" kitabını yayımladı. Kutub bu kitabın da insanlığın arzu ettiği gerçek sosyal adaletin İslâmda olduğunu ve hakiki adaletin Kur'an'ın gölgesinden başka hiç bir yerde olmadığını açık açık anlatarak hayatın her alanında olduğu gibi edebiyatın dahi İslâmi ölçülerden kaynaklanması gerektiğini vurguluyordu.

1949'da Amerika'ya giden Kutub iki buçuk yıl kaldı. Amerika'da kaldığı bu müddet içersinde Mısır'daki arkadaşı Tevfik el-Hakim'e gönderdiği mektuplarda Amerikan toplumunu ve medeniyetini devamlı olarak tenkit ediyordu. Çünkü ; bu medeniyette ruhi değerlerden hiç bir şey yoktur, diyordu. Aynı mektuplarında "El Melik" adlı kitabını da tenkit ediyordu. Çünkü Kutup bu kitabı İslâmi fikirlerle yoğrulmadan çok önce yazmıştı. İşte Seyyid Kutup arkadaşına yazdığı mektuplarda bu kitabınin tenkidinde, "keşke kitabın konusu Yunan felsefesine göre değilde, İslâmi ruhla yazılmış olsaydı. İnşallah gelecekteki konular, hayata, kainata ve insana özel bir bakış açısı olan İslâmdan kaynaklanır" diyerek temennilerini de bildiriyordu.

Buna göre diyebiliriz ki Seyyid Kutup'un bu tarihten sonra edebiyata bakış açısı değişmiştir. Çünkü hayatının önceki dönemlerine baktığımız da edebiyatı din ile ilgisi olmayan bir güzellik olarak değerlendirmekteydi. Fakat şimdi her şeyin olduğu gibi edebiyatın da tüm konularını doğrudan doğruya İslâmdan alması gerektiğini söyle mektedir.

1951 ile 1965 yıllarını kapsayan zaman parçası ise hayatındaki dördüncü merhaleyi oluşturuyordu. Kutup bu dönemde edebiyattan tamamen sıyrılarak İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) teşkilatına katılmıştı. Abdulhakim Abidin'in anlattığına göre Seyyid Kutup artık İhvanın bir fikir elemanı olmuştu. Gerçi yönetici olarak Ihvanda hiç bir makamı yoktu ama iyi bir müntesip olarak İhvanın gazetelerinde ve dergilerinde halkı devamlı olarak İslâma davet ediyordu. Bir ara, 1954'deki tutuklanmasından önce "İhvan-ı Müslimin" adlı gazete de yazı işleri müdürlüğü yapmış, orada yazdığı yazıları bir araya getirerek birçok kitaplar oluşturmuştu.

Bu kitaplardan birkaçını burada zikretmeden geçemeyeceğiz:
1) İslâm ve Dünyaya bakış
2) İşte Din Budur
3) İstikbal İslâmındır.

Kutup ayrıca İhvan-ı Müslimin gazetesinde din ile devlet işlerini birbirinden ayırarak dini siyasetten uzak tutan laik düşünceyi de şiddetle tenkit eder, siyaset başkadır, din başkadır sloganının bir hikaye olduğunu söyliyerek İslâmda böyle bir şey olmadığını haykırır. Çünkü Seyyid Kutup "İslâmın kalplerde bir inanç ve hayat için bir kanun olduğunu" vurguluyordu. Ezher üniversitesinin Kur'an-ı Kerim'i tefsir etmede taklidi tutumunu da açıkça tenkit eden Kutub bu konuda şöyle diyordu: "Bu gün bütün dünya sosyalizm ve kapitalizm gibi belirli sosyal fikirlerin peşinde gitmektedir. Onun için Ezher üniversitesi İslâmi kültürü her yönüyle halka götürmelidir. İbadette, inanç ve hayatın her alanında, İslâmın kendisine has, her türlü noksanlıklardan uzak ölçülerinin olduğunu izah etmelidir. İster siyasette olsun, ister iktisatta ve ister cezalarda olsun İslâmın hayatın her konusu için ölçüler koyduğunu anlatmalı ve İslâmı günlük hayata hakim kılmak için çalışmalar yapmalıdır.


SEYYİD KUTUB'UN ŞEHADETİ


Seyyid Kutup İslâma inanmış ve inandığı davanın gerçekleşmesi için de bir çok çalışmalar yapmış büyük bir mücahitti. 27 Kasım 1954'de, İh van-ı Müslimin Mısır devlet başkanı Cemal Abdunnasır'a suikast girişimiyle itham edildiğinde Seyyid Kutup'da İhvan-ı Müslimin saflarına katılmıştı. Bundan dolayı İhvan-ı Müslimine mensup bir çok müslümanla birlikte Seyyid Kutup'da tutuklandı. Yapılan yargılamanın neticesinde Seyyid Kutup'a ağır işlerde çalıştırılmakla birlikte on beş sene ağır hapis cezası verildi. Artık Seyyid Kutup Kahire'den bir kaç km. uzakta "Limanneze" hapishanesinde yaşamaya başlamıştı. On sene hapis yattıktan sonra o zamanın Irak devlet başkanı Abdusselam'ın Abdunnasır'ı ziyaret ederek Seyyid Kutup'u serbest bırakmasını istemesi üzerine Kutub 1964'de serbest bırakıldı. Hapisten çıkan Kutub 1965'de "Yoldaki İşaretler" adlı kitabını yayımlayınca tekrar tutuklandı. Bu tutuklamada yine İhvan-ı Müsliminden bir çok müslüman vardı. Gerekçe olarakta İhvan-ı Müsliminin devlete karşı darbe girişimini ileri sürerek İhvanı ve Seyyid Kutup'u darbecilikle itham ediyorlardı.

22 Ağustos 1966'da Seyyid Kutup'a idam cezası verildiğinde, Assam el Attarin kitabında anlattığına göre Kutub bu kararı tebessüm ve Allah'a kavuşmanın verdiği büyük bir mutlulukla karşılamıştı. Muhammed Ali Benna'nın dediğine göre Seyyid Kutup'un asılmasına asıl sebep Yoldaki İşaretler adlı kitabı idi. Seyyid Kutup'a verilen bu idam kararı, İslâm alemine yayıldığında Pakîstan'da Karaçi içinde Cemaati İslâminin mepsupları tarafından bir yürüyüş tertiplenmiş ve olay kınânarak Abdun nasır'dan kararı yeniden gözden geçirmesi istenmiştir. Ayrıca yine Pakistan'da "Meclisi Nizami İslâm", "Cemaati İslâmi", "Cemaati Avami"de bu kararı aynı şekilde kınamışlardı. Diğer taraftan İngiltere'de Rabitatül İslâm, Lübnan'da "Cemaat ı İslâm" teşkilatı, Ürdün'de birçok dini şahsiyetler, Sudan'da Seyyid Allal El Fasi ve İstiklal par tisi başkanı Ahmet el-Hatib, Irak'taki Rabıtanın başkanı Şeyh Emcek Eczzehavi ve bir çok İslâm alimleri Abdunnasır'ı bu kararından dolayı kınamış ve vaz geçmesi için ikaz etmişlerdi. Bütün bunlara rağmen 9 Ağustos 1967 sabahı Lübnandaki "Ennebar"gazetesiyle Mısır'daki "El ehram" gazetesi idam haberini şu cümlelerle veri yorlardı. "...Çelik miğferli askerlerden bir grup hazırlanıp, ağır silahlar artırılarak Kahire hapishanesinin etrafında bir hisar oluşturuldu. Gazetecilerin hapishaneye girişi yasaklandı. Seyyid Kutup idam edildikten sonra da gazetecilerden bölgenin terk edilmesi istendi."

Seyyid Kutup bir çok kıymetli kitap yazmıştı. Başta Kur'an-ı Kerimin bir tefsiri olan "Fi zilal-i Kur'an" olmak üzere hemen hemen her konuda eseri vardır. Özellikle İslâmi konularda, edebiyat ve eğitim konularındaki eserleri daha çoktur. Bunlardan hemen hemen hepsi de türkçeye çevrilmiştir.

Allah ondan ve onun gibi mücahidlerden razı olsun. (Amin)
 
deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
foto_skutub_kck.gif


Biz fikir ve sözlerimizin uğruna ölsekde

o fikir ve sözler ruhlu birer vücud olarak kalacaktır

hani bazen insanın boğazı düğümlenir ve konuşamaz ya, bazen kelime-ler
anlamsızlaşır, lugatlarda anlatılmak istenilenlere karşılık bulunamaz ya;işte o anlardan biriyle karşı karşıyayım.Şehid Seyyid Kutub;u nasıl anlatacam hangi kelimeleri kullanacam bilmiyorum .Bildiğiniz gibi benim işim sadece derlemek okuduğum kitaplardan işe yara bilgileri alıp size sunmak ancak bazen yinede kendi yorumlarımı da katıyorum inanın bunu isteyerek yapmıyorum birden parmak uçlarım bunları yazıya geçiriyor.



O nun bir davası vardı,davasına sunduğu bir canı ve kocaman bir yüreği vardı.Şehit Seyid Kutub kendini bulana kadar çeşitli hatalar yaptı ama bu hatalar O nu arayış yolunda yüceltti tam manasıyla olmasa da yürüyüşünde İbrahimi bir esinti ve İbrahimi bir arayış vardır.1950 li yıllara yakın bir tarihte geçmişini kabul etmedi ama O nun kabul etmeyişi inkardan değil arayışı içinde geçirdiği daha doğrusu ALLAH’ın yardımıyla yaptığı yürek devrimiydi.



O artık bir ruh kazanmıştı,o ruh kendini öyle yücelmişti ki ortada sadece bir dava ve bir dava adamı kalmıştı;Ve davası uğruna şehit edilen bir can;



Seyyid Kutub ilerde tanıyacağı Hasan el-Benna; nın doğum yılı olan1906 da Asyurt; a bağlı bir köyde dünyaya gelir.Küçük yaşlarda Kuranı ezberler.Lise tahsili için Kahire ye gider.Burada edebiyatçı kişiliği daha da gelişir.Edebiyat tarzı gelgitlerle doludur.O yıllarda yazdığı eserler bakınca kafasında çeşitli soru işaretleri olduğu anlaşılabilir.Lise bittiğinde Hasan el-Benna ;nın okuduğu Darul-Uluma gider.Kahire de okurken Muhammed Akad ile tanışır.Bu tanışma Seyid Kutub da tam olmasa da İslami bir kişiliğin oluşmasını sağlar.Bu kişilik değişimi Seyid Kutub un İhvana katılmasıyla netleşir.Bunun en güzel kanıtı da oturmuş fikirleriyle yazdığı ;İslam ;da Sosyal Adalet; adlı kitabıdır.1952 de İhvanın desteğiyle Kral Faruk devrilmiştir.



Bildiğimiz gibi Hasan el-Benna nın isteği bir İslami devlet kurulmasıdır bu isteği o Şehid edildikten sonra İhvan tarafından da devam ettirilmiştir.,ancak Hasan el-Benna da ki İslam devleti anlayışı Seyid Kutub ile beraber İslam devleti nasıl kurulmalıdır olarak değişmiştir.Seyid Kutub gerçek manada elini taşın altına sokmuş bir ümmetin devletsiz kaldığı bit zamanda bir devletin nasıl kurulması gerektiğini düşünmüş ve metotlaştırmıştır.O dinin temel unsurları değiştirilmeden bir an önce dini çağa uygun hale getirmek için çalışılmasını savunmuştur.Bu yenilikçi görüşe Hareke tül Fıkıh demiştir.O nun oluşturduğu Rabbani hareket metodundan kastettiği:gerçekçi,ciddi,dinamik,olumlu,aşamalı,davayı önceleyen,hedefi net,kolay ve tevekkül üzerine kurulmuş bir İslami harekettir.
Bu Rabbani metodu yani bir devletin nasıl kurulacağını kendi cümleleriyle şöyle anlatmıştır:



“Önce özel niteliklere sahip İslami bir cemaat oluşturulacaktır.İslam’a iman edilmesinden hemen ardından pratik,müşahhas,görünen,dinamik ve organik bir toplumun ortaya çıkması zorunludur.Canlı bir organizma olan cahileyeye karşı,ona denk canlı bir İslam toplumu çıkmak zorundadır.Yoksa her şey teoride kalmış olacaktır.(Berekat)



Böylesi bir cemaatin oluşumu aynı zamanda kaçınılmazdır.Çünkü bu din kendisine inanan üç kişi olduğunda şöyle demektedir:Şu anda sizler bir toplusunuz;bağımsız bir toplum.Bu akideyi kabul etmeyen cahil toplumdan farklı bir toplum.Bu akidenin temel değerlerinin egemen olmadığı toplumdan farklı bir toplum...İşte bu takdirde Müslüman toplum fiilen çıkmış demektir.Üç on,on yüz,yüz bin,bin on iki bin olacaktır.Böylelikle İslam toplumunun varlığı ortaya çıkacak ve kesinlikle kazanmış olacaktır.Fakat İslam akidesinin karakteri hiçbir kimsenin saklanmasına ,gizlenmesine imkan vermemektedir.Böylesi bir toplumun hareket halinde olması kaçınılmazdır. Çünkü hareketlik onun akidesindendir,kanındandır,organik toplumun oluşumundadır…(Mealimu fi’t-Tarik ve Berekat)



Yeni topluluğun temel nitelikleri şunlar olacaktır:akide bağı etrafında toplanmak ve organik cemaat niteliği kazanmak.Zira ancak böyle bir cemaat büyük hedefleri gerçekleştirebilir,geniş çaplı ıslahatlar yapabilir.Fakat bu hedefe giderken esasa yönelmek ve ayrıntılara takılmamak gerekir…( Mealimu fi’t-Tarik ve Berekat)



Yeni topluluğun eğitim sistemi ve beslenme kaynakları tıpkı ilk Kuran neslinde olduğu gibi Kuran ve sünnet olacaktır.Cemaat insanlarını bu iki kaynakla yetiştirecektir…(Berekat)



İslami hareket cahiliyeyi ortadan kaldırıp İslam ‘ı hakim kılmak için beyan ve hareket aşamalarını takip edecektir.Bunun anlamı şudur;yeni topluluk esastan(tevhid:lailaheillALLAH) başlayarak İslam ‘ı açık bir şekilde topluma anlatır,tebliğ eder.Daha sonra cahiliyenin maddi gücüne denk bir güçle karşı koyar, fiilen hareke geçer. ( Mealimu fi’t-Tarik ve Berekat,Fizilal)



Zafere ulaşmak için sabırlı ,dirençli ,ALLAH ile daima bağlantılı ,ihtilaf ve iç çekişmelerden uzak,sağlam karakterli olunacaktır.Dava ,davetçiden önce gelecektir.Davanın menfaati adına Rabbani metottan uzaklaşılmayacaktır.Cahiliyeden koparak bağımsız olunacaktır...(Berekat)”



Seyyid Kutub‘un devletin felsefesi ne olmalıdır sorusuna cevabı:İslam şeriatına bağlılık,adalet ve şura olmuştur.
Seyyid Kutub analizleri için yıllarını vermiştir.çeşitli felsefi ve dini birikimlerden sonra bu coşkulu birikimini faaliyetçi söylemleriyle halkına anlatmıştır.Seyyid Kutub Kuran ve sünnetteki kesin hükümlere dokunulmadan.Bu ikisi dışında kalan ve İslam fıkhıyla ilgili her şeyin günün koşullarına göre aydınlatıcı bir biçimde yenileştirilmesi gerektiğini savunmuştur.Bu savunuş ne kadar başka çevrelerce çok farklı biçimde yorumlanmışsa da bu faaliyetçi ruh halen bir çok ülke toprağında yaşıyor ve yaşayacaktır.



Seyyid Kutub halen dünyada ve Türkiye ‘de çeşitli çevrelerce eleştirilmekte ve cemaatini peygamberi gibi ağır bir iftiraya maruz kalmaktadır.Ancak Seyid Kutub kendisine bu iftirayı atanlar gibi kabuğuna bürünmemiş ve davası için yaşamış ve o dava için Şehid olmuştur.Ve bu eleştirileri yapanlar O nu biraz tanıdıktan sonra dediklerine pişman olmuşlardır.



Seyyid Kutub özellikle en önemli eseri olan Fizilal ’de Kuran ve sünnet ışığı altında bir müslümanın özelliklerini belirtmiş ve öylede yaşamıştır.Sonra İslami Etütler kitabı gibi bir çok kitabı ve yazısında müminlerin birleşmesi gerektiğini vurgulamıştır.



İhtilalden sonra Nasr ,İhvanın İslami bir toplum isteğinin kabul edilemez olduğunu söylemiştir.Seyyid Kutub ihtilal lideri Cemal Abdunnasr ’a düzenlenen suikast sonrası 1954 te hapse atılır.On beşi yıllık mahkumiyetinin on yılını akıl almaz işkencelerle geçirdikten sonra 1964 te serbest bırakılır.Ama bundan kısa bir süre sonra silahlı devrim hazırlamak suçundan tutuklanır ve idama mahkum edilir.29 Ağustos 1966 da davası yolunda şehit edilir ve mezarı tıpkı Bedüzzaman ’ın mezarı gibi saklanır.Halen bir çok topluma yön veren Fizilal il Kuran’ın büyük bir bölümü bu hapis hayatında yazılmıştır.



O nun değimiyle:On beş yıl Şehid olmak için çalıştım.



Bilindiği gibi Seyyid Kutub doktora çalışmalarından sonra profesör olmuştur ama ben onu hiç bu unvan ile anmadım çünkü O na en fazla yakışan unvan Şehid idi.O hiç ölmeyecek bir dava adamıydı ,O yüreklere seslenen ,şahit ve Şehid Seyid Kutub’tu.O nu O nun yerinde olmak isteğiyle gıpta ile anıyoruz.

seyyid kuttub,un mahkeme görüntülerini indirmek için yıklayınız

http://www.ilimdiyari.com/medyaizle.php?haber_id=45519
 
deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Seyyid Kutub‘un devletin felsefesi ne olmalıdır sorusuna cevabı:

Seyyid Kutub‘un devletin felsefesi ne olmalıdır sorusuna cevabı İslam şeriatına bağlılık,adalet ve şura olmuştur.
Seyyid Kutub analizleri için yıllarını vermiştir.çeşitli felsefi ve dini birikimlerden sonra bu coşkulu birikimini faaliyetçi söylemleriyle halkına anlatmıştır.Seyyid Kutub Kuran ve sünnetteki kesin hükümlere dokunulmadan.Bu ikisi dışında kalan ve İslam fıkhıyla ilgili her şeyin günün koşullarına göre aydınlatıcı bir biçimde yenileştirilmesi gerektiğini savunmuştur.Bu savunuş ne kadar başka çevrelerce çok farklı biçimde yorumlanmışsa da bu faaliyetçi ruh halen bir çok ülke toprağında yaşıyor ve yaşayacaktır.



Seyyid Kutub halen dünyada ve Türkiye ‘de çeşitli çevrelerce eleştirilmekte ve cemaatini peygamberi gibi ağır bir iftiraya maruz kalmaktadır.Ancak Seyid Kutub kendisine bu iftirayı atanlar gibi kabuğuna bürünmemiş ve davası için yaşamış ve o dava için Şehid olmuştur.Ve bu eleştirileri yapanlar O nu biraz tanıdıktan sonra dediklerine pişman olmuşlardır.


Seyyid kutubun yenileştirme çabası onun tabiriyle yenilik bizim tabirimizle ümmet içinde fitne çıkarmak çağdaşları gibi mezhepsizlik sanırım bunlar için yenilik sayılıyor Tarikat büyüklerine laf atmak alay etmek hakaret etmek islamın mukadesatına dil uzatmak sanırım yenilik oluyor bunların tabiriyle islamı felsefeyle özleşleştirmek bunların tabiriyle yenilik oluyor yaşantısından ölümüne kadar hiç bir yenilik olmadı ümmet içinde fitne ve tefrika yapmaktan başka seyyit kutubu şehit diye ananlar sanırım bir nevi rablik iddiasında bulunuyorlar şehitlik hükmünü yanlızca Allah c.c hz leri verir sizler değil hz osman r.a efendimizi eleştiren seyyit kutup değilmiydi ve buna benzer bir çok konu ümmeti tefrikaya sürükleyen yazıları açıklamaları siz ne kadar överseniz övün seyyit kutubu övgü ancakALEMLERİN RABBİ OLAN aLLAH C.C HZ LERİNE MAHSUSTUR onun övdükleri kullarıda bellidir ne diyeyim Allah akıl fikir ihsan eylesin zamanın fitnecileri şimdi yenilikçi olmuşlar
 
deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Önder Bir Şahsiyet

Seyyid Kutub, 20. yüzyılın en büyük ve önemli düşünürlerinden biridir. O inancı uğruna tüm sıkıntı ve güçlüklere göğüs geren, hatta bu yolda canını vermekten dahi çekinmeyen düşünceleriyle, yaşantısıyla çevresine ışık saçan önder bir şahsiyettir.

Seyyid Kutub, Yüce Allah'ın: "Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söz e sadık kaldılar. Onlardan kimi (Allah yolunda şehid edilmek suretiyle) adağını yerine getirdi, kimi de (şehid olmayı) beklemektedir. (Ahidlerinde) hiçbir değişiklik yapmamışlardır" (Ahzab, 33/23) ayetinde sözü edilen kişilerden olduğuna inandığımız ve çağın yetiştirdiği müstesna insanlardan biridir.

Türkiye'de ümmet bilincinden yoksun ve birtakım taassuplar içinde olan bazı kişiler insanları ondan soğutmak amacıyla çeşitli iddialar ortaya atmaktadır. Bu gibilerin bütün işleri insanları, sade ve temiz kaynaklardan uzak tutabilmek için o kaynakların zehirli olduğu söylentileri yaymaktır. Kendileri alternatif kaynaklar ortaya koymazlar. İnsanların o kaynaklara olan ihtiyaçlarını gidermek amacıyla da Yüce Allah'ın: "Ne semirtir, ne de açlığı giderir" (Gaşiye, 88/7) dediği türden, insanlara bir şey vermeyen ya da asıl kendisi zehirli olan birtakım ürünler sunarlar. Zehirli olduğunu ileri sürdükleri kaynaklar hakkında ise hiçbir test yapma, onu tanıma, gerçekten zehirli mi yoksa besleyici mi olduğunu araştırma ihtiyacı bile duymazlar. İşte insanlarımızın asıl bu gibiler karşısında duyarlı olmaları, onların o zehirleyici dedikodularına karşı uyanık bulunmaları gerekir.
 
deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Hz. Osman ve Hz. Muaviye Hakkında Yazdıkları

Seyyid Kutub'un "İslam'da Sosyal Adalet" adlı eserinde Hz. Osman ve Hz. Muaviye hakkındaki bazı sözlerine de burada bir açıklık getirmek istiyoruz: Seyyid Kutub bu eserini 1946'da yazmaya başlayıp 1948 de bitirmiştir. Eseri çok rağbet görmüş zamanla, İngilizce, Fransızca, Almanca, Türkçe ve Farsça'ya tercüme edilmiştir. Bu eserin ilk baskılarında Hz. Muaviye ve onunla birlikte bulunan sahabe-i kiram ile Hz. Osman'ı tenkit eden sözler sarf edilmiştir. Bu sözlerinden dolayı Allame Mahmud Şakir ve diğer bazı ilim adamları tarafından tenkit edilmiştir. Kutub, sağlığında bu konudaki yanlışlarını bizzat kendisi düzeltmiş ve adı geçen kitabın altıncı baskısında tenkit konusu sözleri tamamen çıkarmıştır. Kitabın son şekli 1964'te basılmıştır. (1) Kitabın Türkçe tercümelerinde ilk baskılar esas alındığından hala bazı tercümelerde bu sözlere rastlamak mümkündür. Ancak hakikat yukarıda belirtildiği gibidir.

Daha önce belirtildiği gibi merhum şehide yapılan haksızlık ve iftiraların tümünü burada cevaplama imkanımız yok. Ancak en fazla dikkat çeken iftiraların bunlar olduğunu söyleyebiliriz. Fi Zilal'la ilgili iddialara Muhammed Kutub tarafından, Seyyid Kutub'un İslam Düşüncesi ve Esasları adlı kitabına yazdığı mukaddimede cevap verilmiştir. (Bu kitap Resul Tosun tarafından Türkçe'ye çevrilmiştir.)

Biz Seyyid Kutub'un tamamen hatasız olduğunu iddia etmiyoruz. Ancak kendisinden istifade edilmesi gereken değerli bir ilim ve fikir adamı olduğuna, çağdaş İslami harekete hem düşüncesiyle hem de yaşantısıyla büyük bir katkıda bulunduğuna inanıyoruz. O, Müslüman davetçilerin önündeki karanlıkları aydınlatan bir kandildir..
 
deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
sözlerinden bir kısmı


„Ey kardeşim, şayet bu savaşta ölürsek, dostlarımıza kavuşacağız,

Rabb’imizin cennet ve nimetleri bizim için hazırlanmıştır.

Cennet kuşları, etrafımızda uçacaklardır,

Sonsuz hayat bizimdir, ne mutlu bizlere!

Ey kardeşim, eğer ben ölürsem şehid olurum,

Sen ise, omuzlarında zafer sancağını taşıyıp ilerleyeceksin!

Her gelen dalgadan sonra yeni dalgalar gelecektir,

Ey kardeş, eğer şehid kanım üzerinde göz yaşı döker,

Ve onunla huşu içinde uzanan göğsümü ıslatırsın,

Sakın bununla yetinme, döktüğün göz yaşlarını yanan birer mum yap!

Yaktığınız bu mumların ışığında, kahramanlık yolunda yürüyün!“

Şehid Seyyid Kutub
 
deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Unutmamak gerekir ki Seyyid Kutub da bir beşerdir. Biz onu Allah'ın yolunu gereği gibi tanımamızda bize delalet ettiğinden dolayı severiz. Hatasız olduğunu kimse söyleyemez. Ama insanların Allah'ın yüce kitabını doğru bir şekilde anlamalarına yardımcı olmak için büyük ve örnek çabalar ortaya koymuştur. İhlas ve samimiyetle ortaya konulan ilmi faaliyetlerde yanılma halinde bile sevap olduğunu Allah Resulü (s.a.s.) bildirmiştir. O bir meşale yakmıştır. Bize o meşaleden istifade etmek düşüyor. Asıl izlenmesi gereken yol ise Allah'ın yoludur. Seyyid Kutub'un verdiği mesaj da zaten budur.

Biz onun için Allah'tan rahmet ve mağfiret dilerken, Yüce Allah'ın ona lütfettiği şehadet mertebesini bize de lütfetmesini temenni ediyoruz.
 
deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
İslam düşüncesi

İslam düşüncesi ilahi bir düşüncedir.
Bütün özellikleri ve esasları ile Allah nezdinden gelmiştir.
İnsanoğlu onu bütün bu özellikleri ve esasları ile birlikte ne üzerine bir şey ilave eder, ne de ondan bir şey eksiltir.
Sadece kendisini ona göre ayarlar ve hayatını onun icaplarına uydurur.
İşte bu yüzden İslam düşüncesi kendi zafiyeti itibariyle tekamül edecek bir düşünce değildir.
Sadece beşeriyet onun hudutları içerisinde gelişir ve anlayışını ilerleterek onunla birlikte bir diyalog kurarak yürür.
İnsan oğlu ilerleme terakkisine devam ettikçe,gelişip tekamül ettikçe İslam düşüncesinin çevrelediği sahada devamlı olarak genişler.
Ve her merhalede bu düşünce insan oğluna rehberlik eder.

SEYYİD KUTUB
 
deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
yazacak daha makul bir bölüm bulamadımda ondan. seninde bu konu hakkında bir görüşün vardı galiba çöp kutusunda. onu bir daha yazsana :güldüm
 
deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Seyyid Kutub'un Eserleri Ebedileşti

Şeyh İbn Teymiye ve Seyyid Kutub'un - Allah ikisine de rahmet eylesin - eserlerine baktığım zaman şu âyeti kerimeyi çok daha iyi anlamaktayım: "Allah'ın nasıl bir misal verdiğini görmüyor musunuz? Güzel söz, kökü yerde sabit, dalları havada güzel bir ağaç gibidir" (İbrahim, 24). İbn Teymiye, Hicri 728 yılında zindanda vefat etli. Kitapları yakıldı. İbn Kayyım el-Cevzi Dımaşk sokaklarında dolaşırken çocuklar o âlimin arkasına takılır onunla alay eder, ıslık çalarlardı. İbn Teymiye'nin yazmasını yasaklamışlardı. Kalem ve defteri elinden alıp kendisini zindana atmışlardı. Kalemsiz ve kağıtsız kalan İbn Teymiye zindanın duvarlarına yazı yazardı. İbn Teymiye'nin el-Hameviye veya et-Tedmiriye isimli risalesini zindanın duvarlarından nakletmişlerdir.
Seyyid Kutup - Allah ona rahmet eylesin - aynı şeye maruz kalmıştı. Zindanda idam olunmuştur. Seyyid Kutub'u caddede idam etmeye cesaret edememişlerdir ve onu zindanın karanlık bir odasında kurulan darağacında idam etmişlerdir. Şu ana kadar da Seyyid Kutub'un mezarı nerededir bilinememektedir. Ailesi dahi mezarını bilmemektedir. Seyyid Kutub'un ailesinden biri bana şöyle demişti: "Eğer üstadın kabrini bize bildirselerdi ziyaret ederdik." Ben: "Rabbi onu bilmektedir, sizin bilmenize gerek yoktur" dedim. Seyyid Kutup idam edildiğinde Kahire'nin merkezî caddelerinde altı bin veya sekiz bine yakın Fizilal yakıldı. Yani Fizilal'in altmış-dört bin cildi yakıldı. Mısır'da Fizilal'il Kur'an'ın ve özellikle Yoldaki İşaretler kitabının bulunduğu kimselere on yıl hapis cezası veriliyordu. Seyyid Kutub'un kitapları adeta afyon gibi değerlendiriliyordu... Onun kitaplarını bulunduranlar afyon kaçakçılığı yapıyor gibi cezalandırılıyordu. Seyyid Kutub idam edildiğinde Savtul Arap radyosunda onun idam edildiği bildirildikten sonra idam sebebinin: "Mısır'ın en ünlü şarkıcılarından Ümmü Gülsüm'ü öldürmek istediği, el-Kanatır el-Hayriyye'yi (Mısır'da bir gezinti yeri olan ve fuhuşun en yaygın yapıldığı bölge) yıkmak istediği, Kahire'de yayın yapan Kur'an-ı Kerim radyosunu bombalamak istediği, batı istihbarat ajanları ile ilişki içerisinde bulunduğu, Amerika'nın uşaklığını yaptığı ve batı hesabına çalışır olduğu ilan edildi. Daha sonra Savtul Arap radyosu Seyyid Kutub'un idamının yorumunu yaptıktan sonra son söz olarak: - bunu bizzat ben kendim işittim - "Cehennem'e kadar yolu var ve Cehennem ne kötü bir varış yeridir" deyip bültenini bitirdi. Savtul Arap radyosunun müdürü Ahmed Said, Seyyid Kutub'un idam edilmesini yorumladıktan sonra son söz olarak işte böyle söylüyordu: "O Cehennem'e gitmiştir. Cehennem ne kötü bir varış yeridir!"
Seyyid Kutub'un idamından sonra genç nesil sormaya başladı. İdam edilen kimdir? Niçin idam edilmiştir? Yoldaki İşaretler kitabı ve Fizilali'l-Kur'an nedir? Seyyid Kutup bu kitapları yazdığından dolayı niçin muhakeme edilmiştir. Böylece birçok insan bu kitapları okumak için araştırmaya başladı. Beyrut'da hristiyan bir matbaa iflas ile karşı karşıya idi. Ve başka bir hristiyan ona şöyle diyordu: "Eğer matbaanı kurtarmak istiyorsan Fizilali'l-Kur'an'ı bas. Evet, üstad Seyyid Kutub - Allah ona rahmet eylesin - idam edildiği yıl Fizilal'il Kur'an'ın yedi defa baskısı yapıldı... Seyyid Kutub idam edilmeden önce ise Fizilal'il Kur'an'm sadece birinci baskısı yapılmış, ikinci baskısı da yarılanmıştı. Seyyid Kutup'un kitablarını okuyan kimseler aziz ve celil olan Allah'a kulluğa yöneldiler ve ondan etkilendiler. Kendilerini saptıran kimseye lanet eder oldular. Günümüzde ise İslâm toplumunun bulunduğu her toprak parçasında Seyid Kutub'un eserleri bulunmaktadır. Bunlar birçok dillere tercüme edilmiştir.
Yemen'den Afganistan'a cihad için gönderdiğimiz üç kardeşi Afgan sınırında içeriye almıyorlar. Bu üç kardeş için Hikmetyar'dan mektub almayı unutmuştuk. Bu nedenle sınırda tutuyorlar ve:
"Sizler kimsiniz?" diyorlar. Onlar:
"Biz Arabız" cevabını veriyorlar. Afganistan'a cihad için gelen ilk arap müslümanlar bunlar. Bu nedenle sınırdakiler bu üç kardeşe:
"Niçin buraya geldiniz?" O üç genç:
"Buraya cihad için geldik." Sınırdakiler:
"Hayır, Araplar buraya cihad için gelmezler! Sizler Amerika'nın uşaklarısınız", derler. O üç kardeş:
"Ey kardeşlerimiz biz buraya cihad için geldik, biz şehid olmak istiyoruz", derler. Sınırdakiler:
"Hayır, sizler Amerikan ajanlarısınız" der ve soruşturmayı genişletirler. "Sizler kimsiniz ve buraya nasıl geldiniz?" sorularını tekrarlarlar. Nihayet bu üç kardeş:
"Bizler Seyyid Kutub'un talebeleriyiz", derler. Bunu duyan sınırdakiler;
"Sizler Seyyid Kutub'un talebeleri misiniz?" Gençler:
"Evet biz Seyyid Kutub'un talebeleriyiz", cevabını verirler. Bunun üzerine sınırdakiler tekbir getirir ve Elhamdülillah buraya Seyyid Kutub'un talebeleri ulaştı derler ve daha sonra binlerce insanı toplayarak bu üç kardeşe konferanslar verdirirler. Bu üç kardeş ise: "Biz Seyyid Kutub'un talebeleri olduğumuzu onlara söyleyip söylememe hususunda mütereddid idik. Onlara bunu söyledikten sonra ise adeta yeryüzü değişti" derler.
"İman edenler ve salih amel işleyenler için Rahman olan Allah (müminlerin kalplerinde) bir sevgi yaratacaktır." (Meryem, 96)
Evet, yüce Allah mü'minlerin kalblerinde birbirlerine karşı muhabbet yaratacaktır. Ey kardeşim, bu dedikodular, yaygaralar ve uyandırılmak istenen şüphe ve fitneler çok çabuk yok olacaktır... Ey kardeşim! Bu konuda mutmain ol. Bu tür şeyler buhar gibidirler. Buharın sebat bulması ise düşünülemez. Bazı insanlar bazı şeylerden gafil olarak cihadı karalayabilirler. Bunlar bilmedikleri halde bildiklerini zannetmekte ve şuursuzca Allah'a harb ilan etmekteler. Bunlar, cihada karşı savaş açtıklarında, Allah yolunda yürümek isteyenlere karşı savaş açmış olduklarının bilincinde değillerdir. Aziz ve celil olan yüce Allah, küfür ile Allah yolundan engellemeyi bir arada zikretmiştir:
"İnkar edenlerin ve Allah yolundan engelleyenlerin amellerini Allah boşa çıkarır." (Muhammed, 1)
Allah yolunda cihadı kasteden bir kelime söylediğin zaman: "İnkar edenler ve Allah'ın yolundan engelleyenler..." âyetini düşün! Allah'ın yolunda yürüyen bir kimseye geliyorsun ve ona: "Gel, bu yolda yürüme", diyorsun. O: "Neden yürümeyeyim?" diyor. Sen: "Bu yolda falan şöyledir, filan şöyledir, şu şunu yapmıştır, şu bidat vardır, şu şirk vardır..." cevabını veriyorsun.
Peşaver'den iki gün önce bize misafirler geldi ve bana: "Hikmetyar'ın kışlası Versek'de put varmış. Bu doğru mu?" dediler. Ben: "Nasıl bir put? Yani Lat ve Uzza gibi bir put mu?" dedim. Onlar: "Hayır, kendisine adaklar yapılan bir türbe varmış", dediler. Ben onlara: "Vallahi ben Hikmetyar'ın kışlası Versek'e çok gittim, fakat böyle bir put görmedim, kışla uzak değildir. Buyurun Hikmetyar'a gidelim ve ona soralım" dedim. Bunun üzerine kalktık ve Hikmetyar'a gittik. Ona: "Senin kışlanda bir put olduğunu işittik" dedik. Hikmetyar: "Estağfirullah, estağfirullah, eslağfirullah. La havle velâ kuvvete illâ billâh! dedi. Bunun üzerine onlar, kendilerine bu sözü söyleyene dönüp gittiler ve ona orada put yok dediler. O da hayır var ben bunu kesin biliyorum, haydi beraber gidelim diyor, onlar da tekrar iki araba kiralayıp Versek'e gidiyorlar. Gerçekten aradıkları putu bulmuş oluyorlar. Biliyormusunuz o put ne ve nerede? Put dedikleri şey geniş bir arazi üzerinde Pakistan'a ait bir kabir. Arazi üzerine kurulmuş çadırlarda yaklaşık yüz bin kişi yaşıyor, askerî kampta ise on iki bin ile yirmi bin arasında asker bulunuyor. Orada bulunan askerler onlara demişler ki: "Kardeşlerimiz! Her şeyden önce bu Pakistan'a ait bir kabir. Afganistan'a ait değil. Sonra bizler bu topraklarda yabancıyız. Şayet bu kabire bir şey yapacak olsak bizi bu bölgeden çıkarırlar ve bize karşı savaş açarlar."
Gerçekten Versek bölgesinde bazı kabileler yaşamaktadır. Afganlılar oraya bir şey yapacak olsalar, onlara karşı silah çekip savaşırlar.
Allah Rasulü (sav) Mekke'de on üç yıl boyunca putların arasında namaz kıldı. Mekke'de bir gün olsun kılıcını çekerek Lat veya Uzza putlarını yıkmaya kalkışmadı, onlara dokunmadı. Bilakis Mekke'de bu putların olmasına rağmen Rabbi için namazını kıldı. Kabe'nin etrafında 360 tane put bulunuyordu. Rasulullah (sav), Ebu Bekir'i, Ali'yi, Bilal'ı ve Ammar'ı toplayarak: "Gelin Lal, Uzza veya Hubel putlarını yıkalım" demedi. Çünkü buna güç yetiremezlerdi... Ve yüce Allah müslümanlara fetih ve zaferler nasib edince bu putların hepsi yerle bir edildi.
"Ve de ki: Hak geldi bâtıl yok oldu. Zaten bâtıl yok olmaya mahkumdur." (İsra, 81)
Ahmed Şah Mesud bir gün şöyle diyordu:
"Ey cemaat, bekleyiniz. Biz bir gün putlaştırılan bu kabirleri yıkacağız... Şayet şu an oraları yıkacak olursak bir kısım köyler devletin tarafına, diğer bazıları da komünistlere katılırlar. Bize biraz fırsat verin. Bana Arap mücahitlerinden bir grup genç gönderiniz. Bunlar mücahitlerle birlikte yaşasınlar ve her birine bir cephe verelim de mücahitleri yetiştirsinler..." Şairin dediği gibi:
Madem ki hediye edeceğin ne bir atın var, Ne de malın
İnsanları davranışınla da mutlu edemiyorsan, O halde konuşmanla mutlu et.
Bazı kimseler ayak ayak üstüne atıp oturuyor, her dakikada bir çayım, kahvesini yudumluyor ve Afgan cihadı ve mücahidler hakkında şüpheler uyandırıyor. Bunu yapan kardeşlere şunu söylüyorum. Ey kardeşim! Gelin cepheye, onlarla birlikte savaşın ve onların eleştirdiğiniz yönlerini düzeltin. Sanki sizin bunu yapmanıza engel olan mı var?
Bir defasında Ahmed Şah Mesud şöyle demişti:
"Zafere ulaştıktan sonra Allah'ın izni ile putlaştırılan bu kabirleri kazmalarla değil BM 12 füzeleriyle yerle bir edeceğim."
Ey kardeşlerim, biraz sabırlı olunuz, bekleyiniz. Vallahi bu sözleri işitince beni bir titreme aldı. Artık bizler bu tür meseleleri bırakmayacak mıyız? Bu tür fitnelerden vazgeçmeyecek miyiz?
Arap ülkelerinde kendilerinden söz edilen en belirgin mücahid liderler Sayyaf ve Hikmetyar'dır. Yardımların birçoğu bu iki mücahid lidere gelmektedir. Bir seneden beri Afgan cihadına şüphe sokanlar, Sayyaf'ı karalamak istiyorlar. Bunun sebebi, araplar tarafından tanınması ve yardımların çoğunun ona gelmesidir. Bu karalayıcılar şunu düşünmüşlerdir: Vallahi gelen yardımları başka bir yere kaydırmamız lazım. O halde ne yapalım? Sayyaf hakkında şüpheler ortaya atalım. Bu hususla en kısa yol olarak da inancında şüpheler olduğunu söyleyelim. Diyelim ki o Eş'ari'dir.
Be hey gariban, mikroskobu al da onun Eş'ari mi, yoksa Eş'ari değil mi olduğunu incele. Peki Eş'ari ne demek? Vallahi bunu dillerine dolayan insanlar Eş'ariliğin ne demek olduğunu bilmiyorlar. Fakat subhanallah! Bir iftiranın geçerli olabilmesi için en kısa yol, el ile tutulamayan ve göz ile görülemeyen bir iftirayı ortaya atmaktır. Tabii ki, inancının Eş'ari olup olmadığı zor ölçülecek bir şeydir. İşin yoksa araştır dur. Onun inancı Eş'ari mi yoksa değil mi? Yine filan belli yerin uşağıdır iftirası da bu tür iftiralardandır. İşin yoksa araştır dur. Bu nasıl uşak, nerenin uşağı? Bu gibi insanlara siz Ahmed Şah'ı nasıl bilirsiniz diye sorduğunuzda onlar, hiç çekinmeden bu filan yerin uşağıdır, diyebilirler. Halbuki Ahmed Şah Mesud Afganistan'da en parlak komutanlardan biridir. Allah'ın onu korumasını ve yaptıklarını mübarek kılmasını niyaz ederiz. Ahmed Şah, Rusya'yı sarsmıştır . Batılılar bir adamın bir savaşta yüz tankı tahrip ettiğine inanamamışlardır. O, Rusların önüne tüfeklerle çıkmış, başarılar sağlamıştır, bâtılı basın mensupları gelince durumu görmüşler, hayrete düşerek şaşırıp kalmışlardır. Batıda Ahmed Şah'ın ismini yaymışlardır. Bunun üzerine Fransa ona: "Biz sana bir kısım doktorlar gönderelim de yaralılara "yardımcı olsunlar" demiş, ve fiilen doktorlar gönderip elleri ve ayakları koparak kan kaybından ölen insanların yaralarını tedaviye girişmişlerdir. Çünkü bölgede yeteri kadar tıbbî müdahale yoktur. Ahmed Şah Mesud'un Fransız doktorlarından faydalanarak eli kolu kopmuş insanların yaralarını sardırması onun Fransız uşağı olduğunu gerektirir mi? Bir hadis-i şerifte beyan edildiği gibi, İsrail oğullarından ahlakî düşük bir kadın suyun başına vardığında susuzluğundan dolayı toprakları yalayan bir köpek görmüş. Ayakkabısını çıkarıp ona su doldurarak köpeği sulamış. Allah da onun bu amelinden dolayı onun ahlaki düşüklüğünü afvetmiş. (Sahih hadis kitaplarında köpeği sulayanın bir erkek olduğu zikredilmektedir. Bkz. Buharı, Mezalim, Bab: 23).
Şimdi, İsrail oğullarının ahlakı düşük kadınlarından biri sırf susuz kalan bir köpeği suladığından dolayı Allah'ın afvına mazhar oluyorsa, bu kadar yaralının tedavisi için dıştan doktorlar getiren bir insana bu gibi acımasız eleştiriler yağdırmak ne derece doğru olur? Yani, yaraları tedavi edilen bu insanlar af edersiniz köpeklerden daha mı aşağıdırlar? Halbuki Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde "Her karaciğeri kurumamış olan canlı hayvanı sulamada mükâfat vardır" buyurmuştur.(Buhari, Musakah, Bab: 9, Mezalim Bab. 23; Müslim, Kitab-ı Selam, Bab: 153) Burada insanlar aç ve çıplak kaldıkları için ölüyorlar.
Çıplaklıktan ve açlıktan ölen bu insanlar köpeklerden daha m değersizdirler?! Kimsesiz kalmış, çıplak kalmış bir hristiyan dahi görsen, onu giydirmen, ona yedirmen sana farz değil midir? Şayet açlıktan ölmek üzere olan bir hristiyan görsen ve onu kendi haline terk etsen ve o da ölse; o taktirde sen Maliki ve Hanbeli mezheblerine göre açlıktan ölen hristiyanın diyetini (kan bedelini) ödemek zorundasın. O kimsenin açlıktan dolayı öleceğini anladığın halde ona yardım etmediğinden dolayı o kimse ölmüş ise sen o kimsenin ölmesine sebep olmuş sayılırsın. Ve bu nedenle ağır diyet cezasına çarptırılırsın. Bu diyet de, kırk tanesi hamile olan yüz deve (veya bedeli) ya da bin altın dinardır. Kardeşler!
Afganlılar ve cihadları hakkında bazı gençlerin: "Bunlar.müşriktirler, bunlar bid'at ehlidirler, bunlarla cihad etmek caiz değildir" gibi fetva vermeleri çok tehlikeli bir olaydır. Çünkü yüce Allah'ın İslâm ümmetini kendisi ile izzete ulaştırdığı cihadı yok etmiş oluyorsun. 300 yıldan beri hiçbir müslüman halkın gerçekleştirmediği bir cihadı Afgan halkı gerçekleştirmektedir. Bu halimizle bizler, -kardeşim Şeyh Temim'e de söylediğim gibi- hikâye olarak anlatılan şu kadına ve onu tebrike gelen insanlara benzemekteyiz. Bir kadının kırk beş yıl hiç çocuğu olmaz. Kırk beşinci yılın sonunda Allah ona bir çocuk nasib eder. Onu tebrike gelen kadınlar çocuğu görünce, teyze çocuğun gözleri de küçükmüş, oğlun da esmermiş derler. Halbuki bu kadıncağız çocuğu kömür kadar siyah dahi olsa onu özünde ayın on dördü gibi görür. Afganlılar bu çocuğu olan kadına, onları karalayanlar da o kadını tebrike gelen dedikoducu kadınlara benzemektedirler. Bizler yıllarca bekledik. Böyle bir halktan cihadın başlatılacağını beklemiyorduk. Nihayet onlar küfre karşı savaşa giriştiler. İslam ümmetinin izzetini ilk defa. ortaya koydular. Bizler de gelelim o kadınlar gibi cihadınızın şurası sakat, burası kör, şurası siyah diyelim. Bu bize yakışır mı? Cihadda eksiklikler olsa da o anda bu söylenir mi? Nitekim uzun dönem çocuğu olmayan bu kadının çocuğu kör dahi olsa o, onu ayın on dördü gibi görür. Şair Metenebbi'nin dediği gibi:
Bu bir zencidir, dudağı nerdeyse yarısı kadardır. Yine de ona karanlıkta ayın on dördüdür denir.
Bir arap atasözünde de denildiği gibi, "maymun annesinin gözünde ceylandır." Biz yavrumuzu ceylan olarak görmek istiyoruz. Sizler de bunu ceylan görmek istiyorsanız, başımızın tacısınız. Bunu maymun gören ise, maymunların yanında kalmasın. Kendine başka yer bulsun. Vallahi kardeşler, biz bu cihadı İslâmî bir cihad kabul ediyoruz. Afganlılarla birlikte canla ve malla cihad etmenin farz-ı ayn olduğuna inanıyoruz. Allah'ın huzuruna vardığımızda taşıdığımız inancımız budur. Kim bunu böyle görüyorsa, hoş geldi sefa geldi. Onun, bizim başımız ve gözümüz üzerinde yeri vardır. Kim de bunu böyle görmüyorsa, güle güle gitsin. Bizi de rahat bıraksın. İnsanlardan elini çeksin, yaymak istediği menfi propagandaları uzaklarda yaysın. Peki kardeşim, sen bu cihadı İslâmî cihad kabul etmiyorsan, seni buna sevk eden nedir? Ben bunu anlamak istiyorum. Sen hem bunlara yardım edilmesini caiz görmüyor, hem de bunlara tahsis edilen yemeklerden yiyip içiyorsun.
Bu fanatik kaba sofiler, bir iki veya üç yıldır Peşaver'de oturmaktalar. Dul ve yetimlerin yemeklerinden yemekte, onlar hesabına yaşamakta ve onlar aleyhinde şüpheler uyandırmaktalar. Sizlerin aranıza girmekte ve fitne çıkarmak için uğraşmaktalar. Bunların hiçbiri Afganistan sınırına dahi gitmemişlerdir. Hiç bir tanesi Allah yolunda bir kurşun sıkmamıştır. Evet sizleri burada oturtan şey nedir kardeşim?

Alıntı: Abdullah Azam – cihad dersleri
 
deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Seyyid Kutub'u Dalaletle ve Kafirlikle İtham Eden Kişi

Bu ikinci kişi kendisine ikramda bulunan konuk sahibine: "Allah için sana buğz ediyorum" demiştir. Sebebi ise misafir edenin Müslüman Kardeşler'den olmasıdır. Bu tür insanlar merhum Seyyid Kutub'a, o Fizilalil Kur'an'ın sahibi değil, Fi Delâlil Kur'an'ın sahibidir Seyyid Kutub! Kitaplarını okuduğunuz, sevdiğiniz bu adam dalalettedir, kâfirdir demektedirler. Neden böyle söylemekte? İstihbarat birimleri gençlerin Seyyid Kutub'un kitaplarını okuyupta etkilenmelerinden korkmaktadırlar. Bu nedenle Seyyid Kutub'un akidesinden insanları şüphelendirmek ve Seyyid Kutub'un kitaplarıyla yeni neslin arasına sedler çekmek istemektedirler. Böyle söyleyen kimseler, bu sözleriyle büyük ihanet birimlerine hizmette bulunduklarını bilememektedirler. Bu zavallılar gerçekten hakkı açıkladıklarını zannetmektedirler. Seyyid Kutub'un kâfir olduğuna inanmaktadırlar.
Kardeşlerim! Müslüman, Allah'ın yoluna engel olmaz. Allah'ın yolundan insanları engellemez. Nice kelimeler vardır ki söyleyene "telafuz etme beni, bırak beni" der. Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: "Kişi umursamadığı bir sözü söyler ve onun yüzünden Cehennem ateşine sürüklenir" Düşünün! Nevevi'nin akidesinde bozukluk var demekle ne kadar genç hayırdan mahrum bırakılmaktadır? Milyonlarca müslüman Nevevi'nin büyük nimetten, Allah'ın ona bahşetmiş olduğu feyiz ve bereketten mahrum bırakılmak istenmiş olmuyor mu? Aynı şekilde İbn Hacer el-Askalanî için akidesi bozuktur, çünkü o Eşari'dir, denildiğinde... bunu diyenlere Eşari nedir? diye sorsanız, vallahi cevap veremez, çoğu daha Eşari nedir, ne demektir onu bilmez. Sadece duymuştur! Fethu'l-Bari'yi oku, fakat Kitabu't-Tevhid bölümünün şerhini okuma! Neden?! Çünkü İbn Hacer'in akidesi tamamen selefi değildir, Nevevi'nin kitaplarım oku, mahzuru yoktur. Fakat bazı bozuk te'villere dikkat et!
Bir genç gelmişti. Adımı biliyordu. İslâmabad'ta onunla karşılaştım. Bana falan şöyledir, filan şöyle sofidir, Busayri ve filan şöyledir diye anlatmaya başladı. Sonra da: "Busayri Kasidesi (el-Burde) hakkında görüşün nedir?" diye sordu. Ben de: "İki beyiti hariç Rasulullah (sav)'i medheden, ona övgü ve senada bulunan, bundan daha güzel bir kaside var mıdır? Sen beyitlerden Resulullah'a sevgiyi tadarsın dedim." Bu genç; "İki beyiti kaldır, üç beyiti kaldır" demedi, dedim. Bunun üzerine: "Onun akidesinden şüphe edilmektedir" dedi. Biraz tartıştıktan sonra ikindi namazı için kalktık. Bizimle birlikte namazdan isteksiz durunca, ben; "gel sen bize namaz kıldır, senin akiden sahihtir" dedim. Öne geçti ve bize imam olup namaz kıldırdı. Vallahi yaşı daha yirminin altında, doğru dürüst Kur'an okumayı bilmiyor, bizim akidemiz bozuk olduğu için de arkamızda namaz kılmıyor ve öne geçip bize namaz kıldırıyor. Bu bir musibettir. Söyler misiniz kâmil, aklı başında bir insan nerede bulunacak?
Kardeşlerim, herkeste ayıp ve hata bulunur. Fakat herkes sadece hataları görüp onları yazmakla meşgul olursa, hatalardan başka ne okunur? Her bir topluluk geldiği zaman bir öncekini lanetle anacaktır. Bu mü'minlerin sıfatı değildir.
Yüce Rabbimiz mü'minlerin sıfatını şöyle beyan buyurmaktadır: "Onlardan sonra gelenler de derler ki: Rabbimiz! bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. İman edenlere karşı kalblerimizde bir kin bırakma." (Haşr, 10)
Tüm iman edenler: "Büyüğümüze saygı göstermeyen, küçüğümüze şefkatli olmayan bizden değildir" hadis-i şerifini çok iyi bilmektedirler. Ancak, gelipte; "Afgan halkı tevhidi bilmedikleri için Allah Teala, azab ve ceza olarak onlara kâfirleri musallat etmistir. Biz tevhidi bilenlere gelince, Allah derecelerimizi yüceltmek için bizleri düşmanla imtihan etmiştir" şeklindeki yazıları, kitapları nasıl yazarsınız. Böyle bir kitap benim elimde bulunmaktadır. Peşaver'de bunun gibi kitaplar çokça mevcuttur. Böyle düşündükleri için Afganlılara yapılan zulümlere karşı tamamen duyarsızdırlar. Afgan halkına acıyanlar da vardır.
Biri buraya gelmişti. Cepheye gitmedi, Peşaver'de kaldı. Acep Peşaver'de ne var? Afganistan'daki katliamlara yanıp tutuşan biri bu zatla konuşur. O da ona; "kardeşim, Afgan halkı için kendini yorma. Sen kendini Afganlılar için yoruyorsun. Pakistanlılar onlardan daha üstündürler" der. Bunu söyleyen nasıldır? Karnı pirinç pilavı ve kızartılmış piliçlerle doludur. Öyleki fırında kızartılmadıkça piliçleri yemezler. Şimdi bu geliyor; "sen Afgan halkı için kendini yorma, onlar bu kadar önem verilmeye layık değillerdir, çünkü inançları bozuktur," der. La havle vela kuvvete illa billahil aliyyül azim. İnsanın kendi müslüman kardeşine karşı merhamet ve şefkat hissetmemesinden daha büyük bir bela olabilir mi?
Evet! Allah'ın yolundan engellemenin çeşitleri çoktur. İnsanların çoğu bunlara düşer, fakat bu halleriyle Allah'ın yolundan engelleyenlerden olduklarını bilmezler. Fasık veya facir bir âlim insanları Allah'ın yolundan engellediğini bilmez. İnsanlar ondan dolayı Allah'ın dininden uzaklaşırlar. Allah'ın âyetlerini az bir değer karşılığı satan ve Allah'ın yolundan insanları engelleyen o fasık bunu bilmez. Devlet başkanından bir nişane veya dünyevi şeylerle para ve makam karşılığı devlet başkanının istediği gibi fetva veren âlim, bunu bilmez.
Kardeşlerim, Seyyid Kutub ve onunla birlikte olanların kâfir olduğuna dair el-Ezher'in kitap çıkarması ve Seyyid Kutub'un katli vacip olan bir kâfir olduğuna hükmetmesinden daha büyük bir musibet olabilir mi? Müslüman Kardeşler cemaati için; "Şeytan Kardeşlerde Din Anlayışı" isimli kitap çıkararak, Allah'ın dininin hakim olmasından başka bir arzulan olmayan müslüman kardeşlere, şeytanın kardeşleri demekten daha büyük bir musibet olabilir mi? Bu kitap 1965'te el-Ezher Şeyhi'nin fetvasıyla basılmıştır.
Seyyid Kutub'un ve onunla birlikte olanların kâfir, öldürülmelerinin vacip olduğunu belirtmektedir. Din adına, Ezher ulemasının fetvasına dayanarak Seyyid Kutub ve onunla birlikte olanlar katledilmişti. 1954 yılında el-Ezher Şeyhi Muhammed el-Hıdır Hüseyin (rahimehullah)a "senden bunların kâfir olduklarına veya asi ve baği hükmünde olduklarına dair fetva vermeni istiyoruz" derler. Ezher Şeyhi Muhammed el-Hıdır ise: "Hayatımın sonunu böyle bir fetva ile lekelemekten Allah'a sığınırım. Onların kanlarını boynumda taşımaktan, İslâm davetçilerine asi veya baği demekten, yüce Allah'a sığınırım" diye cevap verir. O zamanlarda Ezher Şeyhi'nin ümmet üzerinde bir yeri ve önemi vardı. el-Ezher şeyhinin söylediği her kelime tüm dünya tarafından kabul görüyor ve dillerden düşmüyordu. Ezher şeyhine "Şeyhu'l-İslâmî'l-Ekber Şeyhu Camiatü'l-Ezheri: En büyük İslâm şeyhi" deniliyordu. Takvası ve ilmiyle biliniyordu. Ezher şeyhini, Ezher uleması seçiyordu, bu ancak takva sahibi, âlim kimselerden olabiliyordu.

Alıntı : Abdullah Azam – cihad dersleri
 
deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Seyyid Kutub'un İdam Merasimi

1966 yılında el-Ezher Üniversitesi'nin şeyhliğine Hasen getirildi. O da Müslüman Kardeşler için "Şeytanın Kardeşlerinde Din Anlayışı" isimli bir kitap çıkardıktan bir yıl sonra vefat etti. Bu kitap Şeyhu'l-Ezher'in adına çıkarılan "Minbeiü'l-İslâm" adlı derginin hediyesi olarak halka bedava dağıtıldı. Mısır'da idamdan önce Ezher'li bir şeyh getirilip idam edilene kelime-i şehadet getirtmesi, idam merasimlerindendir. Üsîad Seyyid Kutub idam sehpasına götürülürken onun kelime-i şehadet getirtmesi için Ez-herli bir âlim getirilir. O; "Ey Seyyid Kutub! "Eşhedü enlailahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Rasulullah" de" der. Seyyid Kutub: "Sende mi? Komediyi tamamlamak için mi geldin? Şüphesiz biz "La ilahe illallah" dediğimiz için idam ediliyoruz. Siz ise karşılığında ekmek yemek için, "la ilahe illallah", söylüyorsunuz!" diye cevap verir.
La ilahe illallahu vahdehu la şerikeleh lehul mülkü velehul hamdü vehuve ala külli şeyin kadir. Vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyul azim.
"...Onlarla nasıl bir anlaşma olabilir? Size karşı bir üstünlük sağlar, sizi yenerlerse; size karşı hiçbir hukuk gözetmezler." Ayet-i kerimede geçen "illen" kelimesinin; "ahid, akrabalık, komşuluk, zimmet, saygı" gibi manalara geldiğini daha önce belirtmiştik. Onlarla nasıl bir ahid ya da dostluk olabilir ki; size karşı üstünlük sağlarlarsa hakkınızda hiçbir yemin ve hiçbir zimmet (hak, hukuk) gözetmezler. Kalpleri istemediği ve çoğu fasık olduğu halde, ağızlarıyla sizi güya hoşnut ederler. "Allah'ın âyetlerini yok pahasına değişmişler ve (Allah'ın) yolundan (hem kendilerini, hem de halkı) alıkoymuşlardır. Şüphesiz onların yapmış oldukları bu şey çok kötüdür. Bu sebebledir ki bir mü'min hakkında ne yemin gözetirler ve ne de ahid gözetirler. İşte asıl saldırganlar bunlardır."

Saldırganlar ifadesi hak ve hukuk tanımayan mütecavizler manasınadır. Yok pahasına az bir para ile Allah'ın âyetlerini değişmişlerdir. Allah'ın âyetlerini aldıkları az bir değer karşılığı satmışlardır.
Mücahid; "az bir değer karşılığı, yok pahasına" ifadesini; Ebu Süfyan'ın yanında yiyecekleri bir yemek karşılığı olarak, ahidlerini bozmuşlardır, şeklinde tefsir etmiştir. Evet onlar, yiyecek karşılığı ahdi bozmuşlar az bir değer karşılığı (Allah'ın âyetlerini) satmışlardır ve Allah'ın yolundan (hem kendilerini hem de başkalarını) engellemişlerdir. "Şüphesiz, onların yapmış oldukları bu şey çok kötüdür. Bir mü'min hakkında ne yemin gözetirler ve ne de zimmet gözetirler."
Onuncu âyetin sekizinci âyetin te'kidi olduğunu söylemişlerdir. Bazı âlimler de, onuncu âyet yahudilere hasdır. Birinci âyet ise; tüm müşrikleri kapsamaktadır, demişlerdir. İkinci âyette: "Bir mü'min hakkında ne yemin gözetirler ve ne de ahid gözetirler. İşte asıl mütecavizler bunlardır." Birinci âyette ise: "... hakkınızda hiçbir yemin ve hiçbir zimmet (hak, hukuk, ahid) gözetmezler. Kalbleri istemediği ve çoğu fasık olduğu halde, ağızlarıyla sizi güya hoşnut ederler" buyurulmaktadır. Ağızlarıyla sizi hoşnut ederler, razı etmeye çalışırlar, ifadesi münafıkların, kâfir ve müşriklerin tabiatlarını beyan etmektedir. Onlar yapmacık gülümsemelerle, yalan yeminlerle mü'minleri aldatmak isterler. Evet. Münafıkların tabiatı insanları razı etmek için çokça yemin etmektir. Yüce Allah bunu şöyle beyan etmektedir; "Onlar yeminlerini (kendilerine) kalkan edinmişlerdir. (Allah'ın) yolundan (hem kendilerini hem de insanları) engellemişlerdir."
Kur'an-ı Kerim'de müşrikler hakkında; "onların çoğu fasıktır" buyurulmuştur. Müşriklerin hepsi fasık olduğu halde niçin Allah onların çoğunun fasık olduğunu zikretmiştir? İzahı şöyledir: Fasık kelimesinin lügat manası; isyan etmek, yoldan çıkmaktır. Bu âyetteki fasıklıktan maksat ise, verilen sözden, yapılan antlaşmadan caymaktır. Müşriklerin hepsi yaptıkları antlaşmadan dönmeyip çoğu döndüğü için bu âyette "müşriklerin çoğu fasıktır" ifadesi zikredilmiştir. Evet. Âyet-i kerimede "ağızlan ile sizi hoşnut etmeye çalışırlar, kalpleri ise diretir. Onların çoğu fasıklardır" buyurulmaktadır. Müşriklerin kalbinde; hem Allah'a ortak koşma inancının hem de mü'minlerden razı olma duygusunun birlikte bulunması mümkün değildir. Bu nedenle dilleri kalplerinden farklıdır. Nitekim şu âyet bu hakikati belirtmektedir:
"Ne yahudiler ve ne de hristiyanlar sen onların dinine tabi olmadıkça, senden asla razı (hoşnut) olmayacaklardır." (Bakara, 120)

Alıntı : Abdullah azam – cihad dersleri
 
V Çevrimdışı

vacar

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
RABBİM BÜTÜN ŞEHİDLERİMİZİN RUHLARIN ŞAAD ETSİN.ONLAR ÖLMEDİ BİLİYORUZ.. :'(
 
E Çevrimdışı

enes bin malik

Guest
ALLAH şehadetini kabul etsin....:'(
 
deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
bu tür görüntüler için flv player lazım :huhuuhuu
 
deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
avi, mpeg, dat, gif gibi bir dosya türü :huhuuhuu
 
deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
video ismi.flv şeklinde ki birşey. filim ismi.dat filim ismi.avi gibi :huhuuhuu
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt