Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Şehid Abdullah Azzam: Tevhid İnancından Dolayı Ölüleri Yargılama

ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Tevhid İnancından Dolayı Ölüleri Yargılama

Bir defasında yüce Allah'ın kendilerine sahih akideyi nasib ettiği kardeşlerden bazılarına şöyle dedim:
Ne oluyor size? Mısır'daki tasavvuf şeyhi Ahmed Seyyid el-Bedevi'nin, Bağdad' da ki Abdulkadir Geylani'nin ve çeşitli yerlerde bulunan Huseyin (r.anh)'in kabirleri hakkında konuşup duruyorsunuz.
Aslında Ahmed el-Bedevi ve diğerleri ölmüş insanlardır. Bunların bugünkü insanlara herhangi bir zararları görülmemektedir.
Niçin sizler sadece ölenlere ortak koşma hakkında konuşuyorsunuz da dirileri Allah'a ortak koşma hususunda, insanları tağutlara taptırma hakkında konuşmuyorsunuz?
Yine, niçin sizler uluhiyet iddia etme ve insanları tağutların kendilerine taptırma anlamını ifade eden "kanun koyma" hakkında hiç konuşmuyorsunuz?
Tabii ki Seyyid Ahmed el-Bedevi'nin yanında da, Hafız Esad'ın yanında olduğu gibi bir kısım polisler bulunsa, onun hakkında konuşamazsınız. Böyle olsaydı sizden kim onun aleyhinde konuşabilirdi? Fakat gariban Ahmed el-Bedevi ölü... Polisi, askeri yok... Ondan korkmuyor, aleyhine veryansın ediyorsunuz. Hafız Esad'ın eşkiyalarından korktuğunuz için onun aleyhine tek kelime konuşmuyorsunuz.
Size yakışan, hem ölülerin hem de dirilerin Allah'a ortak koşulması aleyhinde konuşmanızdır. Ancak böyle olduğunuz taktirde tevhid inancı açığa çıkmış ve yaşantımızda görülmüş olur, Allah'a tevekkül inancı, rızık ve ecellerin ancak Allah'ın eli ile olacağı akidesi pekişmiş olur.
Fakat sizler gelip de: "akidemiz sahihtir" derseniz, zalimlerin verdikleri Allah'ın emrine muhalif olan herhangi bir emirde de onlara karşı çıkmazsanız sizin iddia ettiğiniz bu sağlam inancınız ve tevhid akideniz nerede kalır? Tevhid inancı üzerine olduğunu iddia eden kişi, soruyorum sana, hayatın herhangi bir dalında Allah'a tevekkülü icab ettiren bir tavır takındın mı? Vazifeden ayrılmayı göze alabildin mi? Kendini tehlikeye atabildin mi? Hapishaneye girdin mi veya benzeri herhangi bir fedakârlıkta bulundun mu? Sadece geliyorsun, bilgiçlik taslayarak: "Seyyid Kutub'un inancında biraz bulanıklık var" diyorsun.

Biliyor musun ki Seyyid Kutub'a idam kararı verildiğinde bir kısım insanlar ona gelerek: "Sen kendine merhamet edilmesi isteğinde bulun" demişlerdi.
Daha önce de Abdunnasır ona bakanlık teklifinde bulunmuştu. Seyyid Kutub'un bunlara cevabı şu olmuştu: "Namazda Allah'ın birliğini isbat ederek yukarı kaldırılan şehadet parmağı, tağutlann verdikleri hükümleri kabullenmeye dair bir harfi dahi yazmayı reddeder." İşte tevhid inancı budur.

Tevhid inancı iki kelimeyi ezberlemek değildir. İşte Rabbi birleme budur.
Diyorsunuz ki: "Biz uluhiyyetin birlenmesini istiyoruz"
Peki hayatınızda uluhiyyeti birleme görülüyor mu? O nerede?
Sen hayatına Rabbi birleme yanında uluhiyyeti birlemeyi de yerleştire bildin mi? Hani tevekkül? Allah'ın yaratıcı ve rızık veren olması hakkındaki inancın yansıması nerede?
Evet Seyyid Kutub'a idam kararı verildiğinde:
"Sen merhamet edilmeni iste" denilmişti. O da: "Niçin merhamet dileneyim. Eğer ben haklı olarak mahkum edilmişsem, hak olan bu hükme rıza göstermem lazım. Eğer haksız olarak mahkum edilmişsem, ben bâtıl bir şeyden merhamet isteyecek kadar küçük değilim, böyle bir zillete düşmekten daha üstünüm" demişti.

Mağribili büyük âlimlerden olan el-Beşir el-İbrahimî, Kral Faruk'un Hasan el-Benna'ya suikast düzenleteceğini Kral Faruk'un yanında işitir. Bunun üzerine Kral Faruk'un yanından çıkıp Hasan el-Benna'ya giderek ona şu ayeti okur:
"Ey Musa! Şehrin ileri gelenleri seni öldürmek için tertib kuruyorlar, hemen git buradan. Doğrusu ben sana öğüt verenlerdenim" dedi.
Buna mukabil Şeyh Hasan el-Benna:
- "Sen bu kimse misin? Düşüncen bu mu? Allah Teala buyuruyor ki:
"Kim Allah'a tevekkül ederse O. ona yeter. Şüphesiz Allah emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir kader tayin etmiştir." (Talak, 3)

İşte tevhid inancı budur, uluhiyet tevhidi budur. Sonra Hasan el-Benna şu şiiri okur:
Ben hangi gün ölümden kaçarım?
Bana taktir edilmediği gün mü yoksa? Taktir edildiği gün mü?
Bana taktir edilmediği gün ondan korkmam.
Taktir edilene karşı ise tedbir fayda vermez.


İşle tevhid inancı budur. Rububiyet tevhidi ile uluhiyet tevhidinin bir arada olmasını istiyoruz. Allah'ı isim ve sıfatlarında birlediğimiz gibi uluhiyyetinde de birlememiz, tavır ve hareketlerimize bunu yansıtmamız gerekir. Anlıyor musunuz?

Biz Allah'ı üç durumda birlemek istiyoruz:
O'nu Rabliğinde birleme, isim ve sıfatlarında birleme ve uluhiyyetinde birleme.
Zaten peygamberler de bu birlemelerin üçünü tebliğ etmek ve insanların kalplerine yerleştirmek için gelmişlerdir.
Bu tevhidlere inanan insan artık hiçbir şeyden korkmaz. Çünkü ölümün takdirle geleceğine inanır. Takdir edilmediği taktirde ölmeyeceğini bilir.

Seyyid Kutub'la birlikte hapsedilen Seyyid Kutub'un kız kardeşi Hamide Kutub bizzat bana şunları anlattı:

"1966 yılının Ağustos ayının 28. gününde Abdunnasır'ın Seyyid Kutup'a verilen idam kararını onayladığı haberi bana ulaştı. Hapishane işkencecilerinden Hamdi el-Besyoni idam hükmünü bana göstererek:
- "Önümüzde Seyyid Kutub'u kurtarmak için tek bir fırsat kaldı. Seyyid Kutub'un kaybedilmesi, sadece Mısır için değil tüm İslâm âlemi için bir kayıp olur. Bu yol da Seyyid Kutub'un özür dilemesi ve idam hükmünün hapis cezasına çevrilmesi yoludur. Altı ay yattıktan sonra çıkar. Haydi acele et, belki üstad Seyyid Kutub'u kurtarabiliriz" dedi.
Bunun üzerine ben kardeşim Seyyid Kutub'un yanına giderek:
o "Eğer özür dilersen idam hükmü hapis cezasına çevrilecek ve altı ay sonra hapisten çıkacaksın," dedim.
Bu teklifimi dinleyen Seyyid Kutub bana;
"Ey kardeşim Hamide! Hangi şeyden dolayı özür dileyeyim. Allah için yaptığım bir amelden dolayı mı? Vallahi şayet ben Allah'ın dışında birisi için bu ameli yapmış olsaydım özür dilerdim, fakat ben Allah için yaptığım bir amelden dolayı özür dilemeyeceğim. Ey Hamide! Kesinlikle şu hususta emin ol ki, eğer benim ömrüm bitmişse idam hükmü uygulanacaktır. Yok eğer ömrüm bitmemişse idam hükmü kesinlikle uygulanamayacaktır. Benim özür dilemem, ecelimin ne bir an geriye bırakılmasına ne de bir an gecikmesine yarar sağmayacaktır" dedi.

Ey kardeşim, şimdi bu akidede mi bulanıklık var? Bir dergi çıkıyor, Seyyid Kutub hakkında: "Onun sözleri vahdet-i vücuda yakın" diye yayında bulunuyor. Bundan daha büyük bir zulüm olabilir mi? Halbuki Seyyid Kutub Fizilali'l-Kur'an'ın Daru'ş-Şuruk baskısına göre birinci cildinin 106. sahifesinde vahdet-i vücutçuluğa hücum ediyor. Bunu muhafaza edin.

Seyyid Kutub'u idam sehpasına götürürler. Yolda iken, idam hükümleri merasimlerinin gereği olarak hoca efendilerden biri yanına varır ve ona "La ilahe illAllah" kelimesini telkin etmeye başlar. Hoca efendi ile aralarında şu konuşma geçer:
Seyyid
Evet
"La ilahe illAllah" de
Sen de tiyatroyu tamamlamak için mi geldin? Kardeşim biz zaten la ilahe illAllah dediğimiz için idam ediliyoruz. Siz ise la ilahe illAllah'ı söyleyerek ekmek kazanma peşindesiniz, diye cevap verir.

Ey kardeşim işte tevhid inancı budur, bu !

Bir defasında Ömer (r.anh)'e gelirler ve ona İslâm'a girenlerin yedincisi olan Sâd bin Ebi Vakkas'ın namaz kılmayı bilmediğini şikayet ederler.
Sa'd şu cevabı verir: "Ben İslâm'a giren ilk yedi kişinin yedincisiyim. Biz Rasulullah'la beraber olduğumuz zamanda ağaç yapraklarından başka yiyeceğimiz yoktu. Öyle ki bizden birimiz tuvalete gittiğinde koyunların dışkısı gibi dışkı yapıyordu. (Sulu yemek yemediklerinden bağırsakları kuruyor, dışkılarını sert bir şekilde atıyorlardı). Yine ben Allah yolunda ilk ok atan biriyim. Ey Esed oğulları! Şimdi sizler geliyor ve beni İslâm'ı bilmemekle ayıplıyorsunuz."

Evet bu kıssada da görüldüğü gibi İslâm'a giren yedinci sahabe dahi ayıplanmaya kalkışılmış. Bunun benzeri olarak Allah'ı birleme uğrunda kellesini veren merhum Seyyid Kutub'a: "Bunun inancı bulanık, karışık" diye iftiralara girişilmiştir.

Şehid Abdullah Azzam : Cihad Dersleri Cilt : 2
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Seyyid Kutub'u idam sehpasına götürürler. Yolda iken, idam hükümleri merasimlerinin gereği olarak hoca efendilerden biri yanına varır ve ona "La ilahe illallah" kelimesini telkin etmeye başlar. Hoca efendi ile aralarında şu konuşma geçer:

Seyyid Kutup;

Evet !

Hoca;"La ilahe illallah" de !

Seyyid Kutup;

Sen de tiyatroyu tamamlamak için mi geldin? Kardeşim, biz zaten la ilahe illallah dediğimiz için idam ediliyoruz. Siz ise La ilahe illallah'ı söyleyerek ekmek kazanma peşindesiniz, diye cevap verir.

Subhanallah Üstad'ın Muhteşem şu Cevabına bakıpda ibret almamak elde değil doğrusu '' Kardeşim, biz zaten la ilahe illallah dediğimiz için idam ediliyoruz. Siz ise La ilahe illallah'ı söyleyerek ekmek kazanma peşindesiniz,''

Allahu Aqbar Velillahil Hamd

Allah Üstad'a Rahmet etsin,Bizleride Üstad'ın TAVİZ siz yolunda giden Neferlerden ,Allah-Subhanehu ve Teala-nın''Sıratallezine en'amte aleyhim'' Nimet verdiği Kullarının yoluna Sevk etsin.Allahumme Amin.

Not;

Abdullah Azzam -Rahimehullah - ın Tevbe Süresi Tefsiri,nde yine Üstad Seyyid Kutup-Rahimehullah- ile ilgili verdiği ''AKİDEDE TAKİYYE OLMAZ'' bölümünü de bir balık altında verirsen akxim Dua ederim İnşallah Sana..
 
A Çevrimdışı

Abdulhakim35

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Mağribili büyük âlimlerden olan el-Beşir el-İbrahimî, Kral Faruk'un Hasan el-Benna'ya suikast düzenleteceğini Kral Faruk'un yanında işitir. Bunun üzerine Kral Faruk'un yanından çıkıp Hasan el-Benna'ya giderek ona şu ayeti okur:
"Ey Musa! Şehrin ileri gelenleri seni öldürmek için tertib kuruyorlar, hemen git buradan. Doğrusu ben sana öğüt verenlerdenim" dedi.
Buna mukabil Şeyh Hasan el-Benna:
- "Sen bu kimse misin? Düşüncen bu mu? Allah Teala buyuruyor ki:
"Kim Allah'a tevekkül ederse O. ona yeter. Şüphesiz Allah emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir kader tayin etmiştir." (Talak, 3)


Bu durumda el beşir el İbrahim'in yerinde olsam Hasan el -benna'ya: " Sen Hz. Musa'dan daha bilgili ve daha takvalı biri misin? Hz. Musa kendisine öğüt verenin öğüdünü dinlemiş ve şehri terketmiştir." derdim.
 
eL_Muhacir Çevrimdışı

eL_Muhacir

İlimsiz Mucâhid, kâtil; Cihâdsız âlim, belâm olur
Frm. Yöneticisi
Mağribili büyük âlimlerden olan el-Beşir el-İbrahimî, Kral Faruk'un Hasan el-Benna'ya suikast düzenleteceğini Kral Faruk'un yanında işitir. Bunun üzerine Kral Faruk'un yanından çıkıp Hasan el-Benna'ya giderek ona şu ayeti okur:
"Ey Musa! Şehrin ileri gelenleri seni öldürmek için tertib kuruyorlar, hemen git buradan. Doğrusu ben sana öğüt verenlerdenim" dedi.
Buna mukabil Şeyh Hasan el-Benna:
- "Sen bu kimse misin? Düşüncen bu mu? Allah Teala buyuruyor ki:
"Kim Allah'a tevekkül ederse O. ona yeter. Şüphesiz Allah emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir kader tayin etmiştir." (Talak, 3)


Bu durumda el beşir el İbrahim'in yerinde olsam Hasan el -benna'ya: " Sen Hz. Musa'dan daha bilgili ve daha takvalı biri misin? Hz. Musa kendisine öğüt verenin öğüdünü dinlemiş ve şehri terketmiştir." derdim.

Musa a.s bu uyarıyı aldığı vakit henüz peygamberlikle müşerref olmamıştı diye biliyorum nitekim daha sonra firuvuna tebliğ için huzuruna gitmişti.
 
A Çevrimdışı

Abdulhakim35

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Musa a.s bu uyarıyı aldığı vakit henüz peygamberlikle müşerref olmamıştı diye biliyorum nitekim daha sonra firuvuna tebliğ için huzuruna gitmişti.

TAHA 46. Buyurdu ki: "Korkmayın! Çünkü Ben sizinle beraberim. İşitir ve görürüm."


KURTUBİ TEFSİRİ: Bu buyruğa dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:


1- Korkmak Fıtrîdir:


İlim adamları dedi ki: Onların da sair insanlarda olduğu gibi kendileri adına korkmaları üzerine, yüce Allah kendilerine Firavun'un da, kavminin de onlara eziyet verme imkânı bulamayacağını haber verdi, öğretti.



Bu âyet-i kerîme, ben korkmam diyenlerin kanaatlerini reddetmektedir. Düşmanlardan korkmak yüce Allah'ın peygamberlerinin, velilerinin -kendisini bilip ona güvenmelerine rağmen- bir sünnetidir,



Hasan-ı Basrî'nin -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- kendisine Âmir b. Abdullah hakkında haber verene söylediği sözleri gerçeklen güzeldir. Bu kişiye göre Âmir b. Abdullah arkadaşları ile birlikte Şam yolunda bir suyun kenarında konaklamışlar. Arslan gelip onlarla suyun arasında durmuş. Âmir suya kadar gitmiş, ihtiyacı olan suyu almış. Kendisine: Kendini tehlikeye attın, denilince şöyle demiş: Kılıç ve mızrakların karnıma teker teker saplanmaları yüce Allah'ın benim kendisinden başka bir şeyden korktuğumu bilmesinden daha sevdiğim bir iştir.


Bunu duyan Hasan-ı Basrî şöyle demiş: Âmir'den daha hayırlı olanlar korkmuş, Musa (as) haber getiren kişi kendisine: "İleri gelenler seni öldürmek için hakkında danışıyorlar. Çık git, muhakkak ben sana öğüt verenlerdenim" deyince korku ile etrafı gözeterek o şehirden çıkıp: "Rabbim, beni zalimler topluluğundan kurtar." (el-Kasas, 28/20) demişti. Yine onun hakkında şöyle buyurulmaktadır: "Nihayet şehirde korku ile gözetleyerek sabahı etti." (el-Kasas, 28/18) Bu buyruklarda korktuğunu gördüğümüz gibi; sihirbazlar da iplerini ve sopalarını yere bıraktıkları hali anlatırken: "Musa içten içe bir korkuya kapıldı. Biz ona: Korkma dedik, çünkü üstün gelecek olan sensin." (Tâ-Hâ, 20/67-68) diye buyurmaktadır.



Derim ki: Peygamber (sav)in Medine çevresinde müslümanları ve mallarını korumak maksadıyla Hendeği kazması da bu kabildendir. Halbuki o hiçbir kimsenin ulaşamayacağı seviyede Rabbine tevekkül eden ve O'na güvenen kimse idi. Diğer taraftan herkesin de bildiği gibi; onun ashabı kendi yurtlarını bırakıp bir sefer Habeşistan'a, bir başka sefer Medine'ye göç ettiler. Çünkü Mekke müşriklerinin kendilerine zarar vereceğinden korkuyorlardı. Kendilerine yapacakları işkencelerle dinleri sebebiyle azaba uğratılmaktan korktukları için kaçıyorlardı.



Ömer (ra) da Esma bintî Umeys'e: Biz sizden önce hicret ettik. O bakımdan sizden daha çak Rasûlullah (sav)a yakın olmaya hak sahibiyiz deyince, Esma binti Umeys şu cevabı vermişti: Doğruyu söylemedin ey Ömer, asla. Allah'a yemin ederiz, sizler Rasûlullah (sav) ile birlikte idiniz. O aranızdaki açları yedirir, cahillerinize öğüt verirdi. Biz ise Habeşistan'da bizimle akrabalıkları bulunmayan, bize uzak, (dinlerini) buğz ettiğimiz bir diyarda -yahut bir yerde- bulunuyorduk. Bu ise Allah ve Rasûlü uğrunda idi. Allah'a yemin ederim, senin bu söylediklerini Rasülullah'a nakletmedikçe ne bir yemek yiyeceğim, ne de bir şey içeceğim, Biz orada eziyetler görüyorduk ve korkuyor idik... Hadisi uzun uzadıya Müslim rivayet etmektedir.



İlim adamları der ki: Yüce Allah'ın Âdemoğullarının nefislerinde yaratmış olduğu tabiatın dışında, kendisi hakkında haber veren kimseler yalancıdırlar. Yüce Allah İnsanın tabiatına kendisine zarar ve acı verecek yahut telef edecek şeylerden kaçmayı yerleştirmiştir.



Yine dediler ki: Düz bir arazide saldırgan ve yırtıcı bir hayvandan kendisini savunacak kılıç, mızrak, ok, yay ve buna benzer hiçbir silahı bulunmayan kimseye bu halinden daha zararlı hiçbir şey yoktur.
 
Üst Ana Sayfa Alt