Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Ölüye (kabir Başinda) Kur'an Okumak, Dua Etmek, Kabir Ziyareti (kitap)

ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
ÖLÜYE KUR'AN (KABİR BAŞINDA) OKUNMASI


Kabir başında ölüye Kur'an okuma ve sevabını bağışlama hakkında pek çok görüşler vardır. İhtilaflı olan bir mesele hakkında bugün sonuca vardırmak mümkün görünmemektedir.
İlim adamları " kabir başında Kur’an okumanın hükmü" hususunda üç farklı görüş ortaya koymuşlardır:
" Mekruhtur ; sakıncası yoktur ; defin esnasında sakıncası yoktur , definden sonra mekruhtur "


İmam-ı Azam Ebu Hanife, Malik ve bir görüşe göre Ahmed gibi mekruh olduğunu söyleyenler şöyle derler:
"Çünkü bu muhdes’tir (sonradan çıkmış bir bid’attir.) Bu hususta da sünnet varid olmuş değildir. Kıraat de namaza benzer. Kabirlerin yanında namaz ise yasaklanmıştır, kıraat de böyledir."


Muhammed b. el-Hasen ve bir rivayete göre de Ahmed gibi, sakıncası yoktur, diyenler de İbn Ömer (RadıyALLAHu anhuma)dan nakledilen şu rivayeti delil göstermişlerdir:
İbn Ömer (RadıyALLAHu anh) defnedileceği vakit kabrinin başında Bakara suresinin ilk âyetleri ile son âyetlerinin okunmasını tavsiye etmişti. Muhacir’lerden birisinden de Bakara suresinin okunmasını vasiyet ettiği de nakledilmiştir.


Sadece defin zamanında mahzur yoktur (ki bu Ahmed’den gelen bir rivayettir) diyenler de bu konuda İbn Ömer ve muhacirlerden birisinden nakledilen rivayeti delil alırlar.

Bundan sonra kabirlerin başlarında nöbetleşe Kur’an okumaya gelince; bu mekruh’tur. Çünkü bu konuda sünnet varid olmuş değildir, selef’ten herhangi bir kimseden de asla böyle bir şey nakledilmemiştir. Bu görüş konu ile ilgili her iki delili de bir arada değerlendirdiğinden ötürü, diğerlerinden belki de daha güçlüdür.

Konuyla ilgili zikredilen meşhur sözler , zayıf ve sahih hadisler ile alimlerin görüşlerini aktarmaya çalışacağız.

Hüsnü Aktaş'ın (Yusuf Kerimoğlu) bir gazetede "Kabir başında Kuran okumaya" delil olarak verdiği bir cevapta ;
" Rasul-u Ekram (s.a.v.)'in: "-Her kim kabristana girer de Yasin Suresi'ni okursa, o gün ALLAHu Teala (cc) kabirdekilerin azablarını hafifletir. Okuyana da oradakilerin sayısınca sevap verilir."
(İbn-i Abidin- Reddu'l Muhtar Ale'd Durri'l Muhtar- İst: 1983 C: 3 Sh: 503) hadis-i şerifi, bunun delilidir."


Hadis diye zikredilen sözün kaynağı olarak bir hadis alimin kitabı değil , Hanefi mezhebinin Osmanlı devletinin son zamanlarında fıkıh kitabı olan İbn Abidin olması hayli düşündürücüdür. Zira hiç bir sahih hadis kitabında iddia edilen bu söz muhaddislerce sahihlenerek senediyle beraber kitaplarına alınmamıştır.

Bu söze sarılarak delilim var diye ortaya düşenler evvela bu sözün senedinin sahihliğini ispatlamaları , ravi ve sıhat derecelerini bahsi geçen hadis aliminin adıyla birlikte kitabının adını bildirmeleri üzerlerine borçtur.

Aynı kitabın aynı sayfasındaki şu ifadeleri hadis diye savunduğu sözün altına not olarak düşememesi de niyetini ortaya koymuştur :

"Yalnız İmam Malik ile Şafii , sırf bedeni olan namaz ve Kur'an okumak gibi ibadetleri istisna etmişlerdir. Onlara göre bunların sevabı meyyite ulaşmaz ." (İbn-i Abidin- Reddu'l Muhtar Ale'd Durri'l Muhtar- İst: 1983 C: 3 Sh: 503)

Yukarıdaki mezkur hadis hakkında Prof. Dr . vehbe Zuhayli'nin dört Mezhebe göre yazılmış bulunan İslam Fıkhı Ansiklopedisi isimli eserinin 3. cilt sayfa 89- 90 ve 91'de Kabirleri Ziyaret Etmek başlıklı yazısının altında şunlar bildirilmiştir :

Hanefiler :
Esah olan görüşe göre, erkek ve kadınlar için kabir ziyareti mendubudr. Çünkü İbni Ebu Şeybe'den rivayet edildiğine göre:
"Peygamber (a.s.) her yılın başında Uhud'daki şehitlerin kabirlerine gelir ve şöyle derdi:
"Sabrettiğiniz şeylere mukabil sizlere selâm ve selâmet! Dünyanın en güzel neticesi budur!"
Yine Peygamber (a.s.) ölüleri ziyaret etmek için Baki mezarlığına çıkar ve şöyle derdi:
"Ey muminler yurdunun sakinleri! Selâm size. Bizler de inşâALLAH sizlere kavuşacağız. ALLAH tealâ'dan bizim ve sizin için afiyet, ahiretle ilgili korku ve sıkıntılardan selâmet ve sıyanet dilerim."
Yine Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur:
"Ben size kabir ziyaretini yasaklamıştım. Şimdi ise ziyaret edin. Çünkü kabir ziyareti size ölümü hatırlatır." (Muslim Ebu Hurayra'den rivayet etmiştir. Tirmizî dışındaki dört Sünen sahibi yine bunu sahih isnatlarla rivayet etmişlerdir. Muslim Sahih'inde Ebu Hurayra'den şu rivayeti nakletmiştir.
"Rasulullah (a.s.) anasının kabrini ziyaret etti kendisi ağladı çevresindekileri de ağlattı. Sonra söyle buyurdu: Rabbimden anam için İstiğfar etmeyi istedim, izin vermedi. Kabrini ziyarete izin istedim, verdi. Kabirleri ziyaret edin, zira bu size ölümü hatırlatır.")
Bir rivayete göre "Âhirati hatırlatır."


"Enes'ten rivayet edildiğine göre, Rasulullah (a.s.) şöyle buyurmuştur:
"Her kim kabristana girer de Yâsin'i okur ve sevabını ölülere bağışlarsa, o gün ALLAH tealâ onların azabını hafifletir. Kendisinin de bu kabristandaki Ölüler sayısınca sevabı olur".
(Bahr-i Raik'de bu hadisi zikredilmiştir. Zeylaî'nin rivayeti şöyledir: "Okuyan kimse için orada bulunan ölülerin sayısınca sevab vardır." Doğrusu bu hadis zayıftır.)


Cumhurun Görüşü :
İbret almak, ALLAH'ı hatırlamak için erkeklerin kabir ziyareti mcnduptur. Kadınların kabir ziyaretine gitmeleri ise mekruhtur. Kadınların kabirleri ziyaret etmeleri önce yasaklanmıştı , sonra bu yasak neshedildi. Çünkü Peygamber (a.s.) şöyle buyurdu: "Size kabir ziyaretini yasaklamıştım. Bundan sonra ziyaret edin." Bir rivayette de: "Çirkin söz söylemeyin." buyrulmuştur.

Kadınlar ziyaret ederken erkeklerin içine karışmamalıdir. Kâfirlerin kabirlerini ziyaret etmek mubahtır.
Ziyaret vakti konusunda İmam Malik şöyle demiştir : "Bana ulaşan haberlere göre, ruhlar kabirlerin civarındadır." Kabir ziyareti için belirli bir gün tahsis edilmiş değildir. Cuma gününün ziyaret için tahsis edilmesinin sebebi, bu günün faziletli ve ziyaretler için müsait olmasıdır.
Kabir ziyaretinin kadınlar hakkında mekruh olmasının sebebi, kalpleri yufka ve musibetlere tahammülleri az olduğundan ağlayıp feryadu figan ederken seslerini yükseltme ihtimâli bulunmasıdır. Ama haram değildir. Muslim, Ummu Atiyye'den şöyle naklediyor: "Kabir ziyareti bize yasaklandı, fakat kesin olarak haram kılınmadı."
Kadınların ziyaretlerinin mekruh oluşunun dayandığı delil:
"ALLAH tealâ kabirleri ziyaret eden kadınlara lanet etsin."
(Tirmizi demiştir ki: Bu hadis sahihtir. Nesei dışında beş imam da bunu rivayet etmişlerdir) hadisidir.

Fakat Malikîler şöyle demişlerdir :
Bu hüküm genç kadınlar içindir. Yaşlı ve erkeklerin kendilerine rağbet etmeyeceği kadınlar ise hüküm bakımından erkekler gibidir. Kabirde yemek, içmek, gülmek, çok konuşmak, yine yüksek sesle Kur'ân okumak ve bunları âdet edinmek de mekruhtur.
Müslümanların kabirlerini ziyaret edenler için önce selâm vermek, sonra Kur'an okumak ve dua etmek mustehabdır.
Ölünün yüzü cihetine dönerek selam verilir. Bunun için Peygamber (a.s.)'in kabirlere çıktıkları zaman ashabına öğrettiği selâmı söyler.
"Ey mu'minler ve müslümanlar diyarının ahalisi, sizlere selâm olsun. İnşaALLAH, biz de sizlere katılacağız. ALLAH'tan bize ve size âfiyet dilerim"
(Muslim, Cenâiz, 104; İbn Mâce, Cenâiz, 36).


Tirmizi'nin İbn Abbâs'tan rivayetinde Rasulullah bir defasında Medine mezarlığına uğradı ve onlardan tarafa dönerek şöyle dedi:
"Ey kabirler ahâlisi, size selâm olsun! ALLAH bizi ve sizi mağfiret eylesin. Sizler, bizden önce gittiniz, biz de sizin ardınızdan (geleceğiz)" (Tirmizi, Cenâiz, 58, 59).


Kabir ziyareti sırasında mezarda namaz kılınmaz. Kabirler asla mescid edinilmez. Kabre karşı da namaz kılmak mekruhtur. Kabirlere mum dikmek ve yakmak caiz değildir (Muslim, Cenâiz, 98; Ebû Dâvud, Salât, 24; Tirmizî, Salât, 236).

Boş yere para harcandığı için, ya da kabirlere tazim için buralarda mum yakılmasını Hz. Peygamber yasaklamıştır. Kabrin üzerine oturmak ve mezarları çiğnemek mekruhtur (Muslim, Cenâiz, 33; Tirmizi, Cenâiz, 56).

Konuyla ilgili olarak hadis denilerek iddia edilen benzer bir sözde şöyledir :
من زار قبر والديه كل جمعة ، فقرأ عندهما أو عنده [ يسن ] ؛ غفر له بعدد كل آية أو حرف

"Her kim baba ve annesinin kabrini her cuma ziyaret eder, o ikisinin veya babasının yanında Yâsin (suresini) okur ise, her âyet ve harfin sayısınca günahları avfolunur"
(İbn Adiy (1/286), Ebu Nuaym, Ahbâr el-Asbahân (2/344-345)
Zayıf Hadistir.

Râvilerinden olan Amr b. Ziyâd’ın hadis uydurduğunu ed-Dârekutnî ve İbn Adiy zikreder. Dolayısıyla İbn Adiy mezkûr rivâyet hakkında; « batıldır bu isnâd ile bir aslı yoktur » der.

İbnu’l-Cevzi kitabında bu rivâyeti zikreder. (el-Mevdûât (3/239) Bu rivâyet, kabirlerde Kur’ân okumanın mustahab olduğuna delil olarak getirilir. Ancak sahih sünnette bunu destekleyen hiç bir delil yoktur. Sahih sünnete göre, kabir ziyaretlerinde meşru olan, onlara selâm vermek ve ahireti hatırlamaktır.
Bu rivâyet, kabirlerde Kur’ân okumanın mustahab olduğuna delil olarak getirilir. Ancak sahih sünnette bunu destekleyen hiç bir delil yoktur. Sahih sünnete göre, kabir ziyaretlerinde meşru olan, onlara selâm vermek ve ahireti hatırlamaktır.

Rasulullah'a (s.a.v.) atfedilen bu (söz) Hadis uydurmadır.

Ravilerinden olan Amr b. Ziyad’ın hadis uydurduğunu Hadis alimi ed-Darekutni ve İbn Adiy zikreder.

İbn Adiy mezkur rivayet hakkında; "batıldır , bu isnad ile bir aslı yoktur" der. İbnu’l-Cevzi [el-Mevduat (3/239)] kitabında bu rivâyeti zikreder.

Muslim ve diğerlerinin rivayet ettikleri hadiste Aişe (r.anha), ALLAH Rasuluna (s.a.v) kabir ziyareti esnasında ne söyleyeceğini sorar, O da şöyle söyle der:

"Bu diyarın mumin ve muslüman olan ehline selam olsun, ALLAH bizden öncekileri ve sonrakileri affetsin. ALLAH’ın izniyle bizler de sizlere ulaşacağız."

Evet Aişe validemiz kabir ziyareti esnasında ne söyleyeceğini sorar, ALLAH Rasulu (s.a.v)’da ona duayı öğretir.
Fatiha, Yasin surelerini veya üç tane İhlas suresi okuyacağını öğretmemiştir. Bu surelerin okunması meşru olsaydı ALLAH Rasulu (s.a.v) bunu gizlemezdi. Eğer Allâh Rasulu (s.a.v) bunlardan bir şey öğretmiş olsaydı munakaşalar , ihtilaflar olmaz net olarak bizlere ulaşırdı.


Başka bir SAHİH hadiste şöyle geçer :
"Evlerinizi kabirlere çevirmeyin, çünkü şeytan Bakara suresinin okunduğu evden kaçar."
(Muslim (2/188); Tirmizi (4/42)


Diğer bir hadiste:
"Evlerinizde namaz kılın, kabirlere çevirmeyin."
(Muslim (2/187)


ALLAH Rasulu (s.a.v), mezarlıkların , kabirlerin namaz kılıp kuran okunacak yerler olmadığını bildirmiş, onun için de evlerde Kur’an okunmasını ve nafile namaz kılınmasını teşvik etmiştir. Evlerin, Kur’anın okunmadığı kabirlere çevrilmesini de yasaklamıştır.

Sunen’in sahibi Ebu Davut şöyle der:
"Ahmed’e kabirde Kur’an okunması hakkında soruldu, o da ‘okunmaz’ dedi " [Mesâil (s.158)].


Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye şöyle der:
" Şafii’den bu konu hakkında bir söz sabit değildir, bu da onun kabristanda Kur’an okunmasını bid’at saydığı içindir " [Sıratul- Mustakim (s.182)].


İmam Malik şöyle der :
" Bunu yapan birisini bilmiyorum, dolayısıyla sahâbe ve tabii’nin bunu yapmadığı ortaya çıkar ".


Diğer taraftan Hallal’ın rivayetinde, Abdullah İbn Ömer’in definden sonra kabri başında Bakara suresinin başı ve sonunun okunmasını vasiyet ettiğine dair gelen eser sabit değildir. Sahih saysak bile, ona has bir fiildir.

Peygamberimizden (s.a.v.) konu hakkında böyle bir şey bize ulaşmamıştır. Bundan dolayı bu delil olamaz.

Yine İbn Ebi Şeybe’nin zikrettiği başka bir eserde, Şa’bi şöyle der:
"Ensar ölünün yanında Bakara suresini okurlardı "


Senedindeki Mucalid b. Saad yüzünden rivâyet zayıftır. Ayrıca İbn Ebi Şeybe rivayete şu başlığı koymuştur ; "Ölüm döşeğinde iken hastanın yanında ne söyleneceği babı ".

Diğer taraftan Hallal ve Deylemi’nin rivâyet ettikleri uydurma bir rivayette :

"Her kim kabristana uğrar ve Kul HuvALLAHu Ahad’ı on bir kere okur, ecrinide ölülere bağışlar ise, ölülerin sayısı kadar ona sevab verilir."

ez-Zehebi, İbn Hacer, es-Suyuti ve İbn Arrak rivayetin uydurma olduğunu söylemelerine rağmen, Tahtavi, Meraki’l-Felâh’ın üzerine yazdığı haşiyede bu uydurma rivayeti kabristanda Kur’an okunacağına dair delil getirmesi oldukça garipsenmiştir.

Sahih bir hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.v.) kabirde azab görmekte olan bir ölü için şöyle yapmıştır :

Abdullah ibn Abbas'ın (r.anh) aktardığı bir hadisi şerifte :
Rasulullah (s.a.v.) (bir gün) iki kabre uğradı ve: "(Bunlarda yatanlar) azab çekiyorlar. Azabları da büyük bir günahtan değil" buyurdular.
Sonra sözlerine şöyle devam ettiler: "Evet! Biri, nemimede (laf getirip götürmede) bulunurda. Diğeri de idrar sıçrantısına karşı korunmazdı."
Aleyhissalatu vesselam sonra yaş bir hurma dalı istedi, ikiye böldü. Birini birinin üzerine dikti, birini de öbürünün üzerine dikti.
Sonra da: "Belki bunlar yaş kaldıkça azabları hafifler" buyurdular.
(Buhari, Vudu 55, 56, Cenaiz 82, 89, Edeb 46, 49; Muslim, Taharet 111, (292); Tirmizi, Taharet 53, (70); Ebu Davud, Taharet 11, (20, 21); Nesai, Taharet 27, (1, 28-30)


Konuyla ilgili olarak Prof. Dr. Vehbe Zuhayli'nin 4 mezhebe göre "İslam Fıkıh Ansiklopedisi" kitabından 3. cilt sayfa 16-17 den " Ölen Kişinin Yanında Kur'an Okumak " Başlığı altındaki alimlerin görüşlerini aynen aktaracağım.

"Malikîlere göre: Sünnet diye ölüm anında Kur'ân okumak mekruhtur. Bunun gibi, öldükten sonra ve kabir üzerine Kur'ân okumak da mekruhtur. Çünkü bu selefin amellerinden değildir. Fakat sonradan gelen alimler, Kur'ân okuyup, zikir yapıp da bunların sevabının ölüye verilmesinde bir beis bulunmadığı, inşaALLAH bunun sevabının ölüye verileceği kanaat ve görüşündedirler.
Cumhura göre: "Yâsîn" okumak mendubtur. Çünkü hadiste: "Ölülerinize (Yasin) okuyun." buyurulmuştur.
Hanefiler ve Şafıîlerin sonradan gelen bazı âlimleri Ra'd suresinin de okunmasını güzel görmüşlerdir. Çünkü Cabir (r.a.) demiştir ki: "Rad suresini okumak, kişinin ruhunun kolayca ayrılmasına yardımcı olur."
Yasin okumanın hikmeti, bu surede kıyamet ahvâli ve Öldükten sonra dirilme konularının zikredilmesidir. Ölmek üzere bulunan kişiye bu sureler okunursa, yeniden bu durumları hatırlama imkânı doğar."


Mezheb imamlarının ve alimlerin görüşlerinin "ölülerinize okuyun (Yasin) " hadisi şerifini " ölmek üzere olanlara" diye anladıklarını görmüş olmaktayız.

Mezar Yanında Yapılan Şeyler Üç Türlüdür

1 - Kabirlerin Yanında Yapılması Meşru Ve Helal Olan Şeyler:

Belli bir mezar tayin etmemek ve özellikle bir mezar için yolculuğa çıkmamak şartıyla herhangi bir kabrin yanında ölümü düşünmek ve ibret almak maksadıyla Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem'in sünnetine uygun olarak kabirleri ziyaret etmek helal ve sevaptır.

2 - Haram Olan Ve Şirke Sebeb Olabilecek Olan Şeyler:

Mezarlara el sürmek, kabirde yatanların yüzü suyu hürmetine ALLAH'tan bir şey istemek, kabrin yanında namaz kılmak, onların üzerine bina inşa etmek, kabirleri aydınlatmak büyük şirke sebep olabileceği için haramdır.

3 - Büyük Şirke Düşüren Şeyler:

Kabirde yatanlardan yardım istemek, onlardan medet ummak, dünya ve ahiretle ilgili şeyler istemek insanı İslam dininden çıkaran büyük şirklerdendir.

Böyle yapan kişi ister ölünün kendisi yapabildiğini inansın ister ölünün ALLAH katında bir vasıta olduğunu inansın fark etmez, kafir olur.

ALLAH-u teala Kur'an-ı Kerim'de, muşriklerin taptıkları putlar hakkında şöyle dediklerini bizlere bildiriyor:
"Bizi ALLAH'a daha çok yaklaştırsınlar diye onlara ibadet ediyoruz." (Zumer: 3)

"Bunlar ALLAH katında şefaatçilerimizdir." (Yunus: 18)


Doktor; Yaralı Gencin Şehadet Anını Anlatıyor

[GULYARASI]7642[/GULYARASI]



KABİRDEKİ , ÖLÜ MÜ YOKSA DİRİ Mİ ?

Tasavvuf kültüründe şöyle bir inanç söz konusudur :

Allah dostu evliya kimselerin ölmeyeceğini çünkü Allahın Kurandakişehidlere ölüler demeyin zira onlar diridirler ve Rableri katında rızıklanmaktadırlar(Bakara 154, Âl-î İmran 169) ayetini kanıt gösterirler.

Bu iddiaya üç yönden cevap veririz.

1_ : Allah Azze ve Celle Peygamberleri için bile ölüm kelimesini kullanmış, onların öleceklerini, öldüklerini birçok ayette zikretmiştir.
Misal olarak ;Biz senden önce de hiçbir beşere ebedilik vermedik. Şimdi sen ölürsen sanki onlar ebedi mi kalacaklar.”[Enbiya 34]
Suleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. [Sebe’14]
Size gelen peygamberlerden bir kısmını yalanlarken, bir kısmını da öldürüyordunuz.” [Bakara 87]
Her nefis mutlaka ölümü tadacaktır.” [Âl-î İmran 185]

Durum böyle iken bütün mahlukat ölümlü olduğu ve peygamberler de öldüğü halde bu zavallılar kabirlerde kimlerle konuşuyorlar acaba ?
İlla da onlar ölmedi diyorlarsa, diri ve güçlü kuvvetli şifa veren evliyalarını niçin gömüyorlar toprağa ?

2_ : Şehidlere ölüler demeyin demek Allah onları diriltti ve cennet nimetlerini ikram etti demektir.
Burada şehidliğe teşvik ve onun makamının övülmesinden başka, o şehidlerden yardım dileneceğine dair hiçbir anlayışa yer yoktur. Nice şehidler biliyoruz ki onlar da herkes gibi birer insandı ve olağanüstü kerametler göstermez, birilerine şifa ve bereket vermezlerdi. Hayatta iken insanların yardımına yetişemeyen, onlara rızık ve evlat veremeyen, hastalıklara şifa veremeyen aciz insan öldükten sonra da asla bunlara güç yetiremez. Bu inanışlar İslamın şiddetle reddettiği şirktir.
3_ : Şehid Allah yolunda öldürülen kimseye verilen isimdir. Oysa onların yardımını, şifasını, bereketini, şefaatını dilendikleri yatırların neredeyse hiçbirisi savaş yüzü görmemiş çilehanelerinde ömür tüketmiş, kaygısız kimselerdir.
İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak da cihaddır lakin o sahte veliler kalpleriyle konuştukları için ya da gûyâ batınî ilim bildikleri için(!) kimse onların seviyesinde olamamış ve onların halinden bir şey anlamamıştır.
İşte bu yüzden onlar kendilerinden istifade edilmeden ölmüşlerdir.
Evliyalık demek falanca tarikatın şeyhi olmak, ölünce postu oğluna bırakmak, insanların dini hassasiyelerini istismar ederek saltanat kurmak demek değildir.
Evliya; Allah’ın emir ve yasaklarına riayet eden, din adına konuştuğu ve yaptığı her şeyi Kur’andan ve sahih sünnetten isbat eden, din kardeşlerinin hayrı için gecesini gündüzüne katan, gerekirse Allah için canını veren fedakar mü’minlerin vasfıdır. Bu vasıfları taşıyan her mü’min velidir, Allah dostudur ve onun hiçbir keramet göstermesi de gerekmez.
Zira cennetle müjdelenen sahabelerin veya dört halifenin hangi kerametini biliyorsunuz.
(Muşriklere) de ki: Allah'tan başka tanrı saydığınız şeyleri çağırın! Onlar ne göklerde ne de yerde zerre ağırlığınca bir şeye sahibdirler. Onların buralarda hiçbir ortaklığı yoktur, Allah'ın onlardan bir yardımcısı da yoktu. (Sebe 22)
Oysa post düşkünü riyakarlar adına uydurulan gûya kerametler saymakla bitmez.
Abdullah ibn-î Muberak der ki: Sünnet üzere yaşayıp ölerek Allah’ın huzuruna gitmek her Müslüman için bir keramettir (şeref ve seçkinliktir).
Türbelerde yatan kimselerin ölmediğine inanmak, onların ibadet ettiğine, savaşa gittiğine inanmak tamamen batıl ve asılsız hurafelerin dine bulaşmasından kaynaklanmaktadır. Bakarsınız ki bir türbenin kapısında su ibriği doldurulmuş, yanına havlu asılmış; ölü kalkıp abdest alsın diye!
Oysa Allah Azze ve Celle Kur’anda Peygamberimiz (s.a.v.) ‘e hitabenÖlüm sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (Hicr 99) buyurmaktadır. Yani ölüm geldiği andan itibaren ibadet imkanı yoktur, mükellefiyet sona ermiştir.
Şu inanca bakın ki bir ölü üzerindeki yüzlerce kilo ağırlığındaki sandukanın altından kalkıp abdest uzuvlarını yıkayabiliyor! Oysa onu başkaları yıkayıp gömmüştü toprağa!
Yok eğer ruhu çıkıyor, bedeni orada kalıyor ise ruhun abdest alması için su getirmek ne garip iştir. Yahut Uhud’da, Bedir’de şehid olan sahabelerden kalkıp abdest alır diye hangisinin başına su kabı bırakıldı.
Bunlar bu meseledeki ayet ve hadisleri bilerek düşünen aklın kabul etmeyeceği yönlerden sadece birkaçı. Bu inanışların hiçbir ayete ve hadise dayanmadığını, tamamen aykırı ve safsata olduğunu bilseler tövbe etmezler mi acaba ?
Cehalet insana neler yaptırmaz ki ?
İlacın, sobanın, yüksekten düşmenin tehlikelerini bilmeyen bir çocuğu düşünün. Aklı ermemek veya öğrenmemiş olmak bilmeden birçok tehlikeye atıverir insanı.
Bir de bu cehaleti körükleyen sapkın fırkalar, bu işten dünyalık elde eden mel’unlar hesaba katılırsa, dinini saf menbaından almamış, o menbaı hiç aramamış insanın hali nice olur.


Kabristanda Kur'ân Okumak :
Kabristanda ölüler için Kur'ân okumanın mekruh olup olmadığı hakkında fukahanın farklı görüşleri vardır:

İmam Şafiî'ye göre mustehabdır. Çünkü ölü bundan yararlanır.
Muhammed bin Hasan da aynı görüştedir.
Ahmed bin Hanbel'e göre, bunda bir sakınca yoktur.
İmam Ebû Hanîfe ile İmam Mâlik'e göre, bu hususta bir sünnet vârid olmadığından tenzihi kerahet vardır.
(Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/88)

Ölüye Veya Kabrin Üzerine Kur'an Okuma

El-Hallal'ın arkadaşı Abdulaziz senediyle Enes (Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiğine göre Rasûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

Kim kabristan'a girse ve Yasin suresini okusa, Allah ordaki yatanların yükünü hafifletir. Ve o ölüler sayısınca oha hasenat yazılır.
Kurtubî dedi ki: «Ölülerinize Yasin sûresini okuyunuz» hadisi iki manâya muhtemeldir:

1- Sekerâta girenlere...
2- Kabirde yatan Ölülere...
Ben diyorum: Kitab'ın başında geçtiği gibi Cumhûr-u Ulemâ birinci görüştedirler.
İbn-i Abdulvâhid el-Mukaddesi ise ikinci görüşü savunmuş. Şâfiiler'in muteahhirininden olan Muhibb-i Taberi, hadisi umumi tutarak her iki görüşün de kast edildiğini söylemiştir.
Gazali'nin «İhyâ»sında, Abdulhakk'ın «el-Âkibe»sinde Ahmed b. el-Hanbel'den nakledildiğine göre şöyle demiştir:
Kabristana girdiğiniz zaman Fatiha, mauzeteyn ve ihlâs sûrele*rini okuyunuz, sevabını ölülere hediye ediniz. Çünkü okumanın sevabı onlara kavuşur.
Kurtubî demiş ki: Okuyan- için kıraatin sevabı, ölü için de dinlemenin sevabı vardır. Bunun için rahmet ona da kavuşur.
Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
«Kur'an okunduğu zaman dinleyiniz ve sesinizi kesiniz, umulur ki rahmet edilesiniz.» (A'raf 204 )
Allah'ın kerem ve rahmetinden uzak değil ki: Kıraetin ve dinlemenin de sevabını birden ona kavuştursun veya o işitmeden ona okunan ve hediye edilen kıraetin sevabını ona kavuştursun. Sadaka ve duanın sevabı ona kavuştuğu gibi...
Hanefi Kadihan'ın Fetavâsında şöyle denilmiştir:
«Kim kabirlerin yanında Kur'an okusa eğer Kur'an sesiyle onlara unsiyet vermek istiyorsa okuyabilir. Eğer o niyetle okumasa istediği her yerde okuyabilir. Çünkü Allah her yerde işitir
(İmam Celaleddin Es-Suyuti, Kabir Alemi, Kahraman Yayınları: 521-525)
KABİRDE YATANA DUA ETMEK
Rasulullah, tevhid-iman-salih amel üzerine ölmüş ashabının üzerine, cihadda şehid düşenlere, ölen sahabilere dualar etmiştir. Rasulullah (s.a.v.) :

Kardeşiniz için mağfiret dileyiniz ve ona sebat verilmesi için dua ediniz, çünkü şu anda ona soru sorulacaktır.”
(Ebu Davud-Hakim-Albani sahih demiştir)
Ölünün defini bitince Rasulullah (s.a.v.) şöyle derdi :
Allah’ım ! Onu bağışla ve hak üzere sabit kıl.
(Ebu Davud-Ahmed)
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
İbn'i Hacer el- Askalani'nin meşhur eseri AKAİD KONUSUNDA FETVALAR isimli eserinden deliller

hafiz-ibn-hacer-el-askalaninin-akaid-konusundaki-fetvalari-von-ibn-i-hacer-el-askalani-kitap.jpg


Ölüye Kur'an okunur mu ?
Ölüye Kur'an okumanın sevabı ulaşır mı ?
Ölü , ziyaretçisini tanır mı ?
Ölü , komşu kabirdeki ölüleri tanır mı ?
Ölü , ses işitir mi ?
Ölü , mezarının yanına oturan kimseyi tanır mı?
Ölü , Kur’an okumasını işitir mi?

Soru :
Ölü için sadaka verme, köle azat etme, kurban kesme ve vakıf olarak bir şey bırakma gibi hayırlı amellerin sevabı ölmüş kimseye ulaşır mı?

Cevab :
Ehl-i sünnet alimlerinin çoğunluğuna göre ölü için sadaka vermenin sevabı ölmüş kimseye ulaşır. Ve ona fayda verir.Bid’atçilerden bazıları ehl-i sünnetten ayrıldılar ve şöyle dediler:
"
Ölen kimse için kendi yaptığından başka hiçbir şey fayda vermez." Fakat ölü hakkında sadakanın fayda vereceği meşrudur ve sahih haberlerle sabit olmuştur. Ve ölü bundan yararlanır. Bununla ilgili haberler Buhari ve Müslim ve diğer kitaplarda geçmektedir.
Müslim’in sahihinin mukaddimesinde İbn-i Mübarek’ten nakledildiğine göre ölü için verilen sadakanın ona fayda vereceği konusunda ihtilaf yoktur. Alimler, mü’minlerin ölüye yapacakları istiğfar ve duaların ona fayda vereceğinde icma ettiler. Bu icma: bid’atçilerin; ölüye ancak hayatında yaptıkları fayda verir, diye sınırlandırdıkları şeklindeki görüşü reddeder.
Ölü için yapılan şeylerden sadaka, ona fayda verdiğine göre köle azadı, kurban yahut vakıf da sadaka gibidir ve ölüye fayda verme açısından aralarında hiçbir fark yoktur.


Ehl-i sünnet alimleri bedenle yapılan ibadetler hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Seleften ve hanefilerden bazıları Ahmed b. Hanbel’den gelen bir rivayete dayanarak ölü için yapılan bedeni ibadetlerin de ölüye fayda vereceğinin sahih olduğu görüşündedirler.
Diğer alimler ise bu konuda aksi görüştedirler. Buhari, Müslim’de (İmam Malik ve Şafi gibi) geçen hadiste Aişe radiyallahu anh’dan şöyle rivayet edilmiştir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim üzerinde oruç borcu olduğu halde ölürse velisi onun oruç borcunu tutsun."
İbn-i Abbas’tan şöyle rivayet edildi:
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bir adam geldi ve şöyle dedi:
"
Benim annem bir aylık oruç borcuyla öldü. Onu kaza edeyim mi?
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Evet kaza et" buyurdu.
(Buhari - Muslim)

Yine bunun gibi şu hadis de buna delalet eder;
Bureyde radiyallahu anh diyor ki:
Bir kadın Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip şöyle dedi;
"
Ey Allah’ın rasulü annemin bir ay oruç borcu vardı. Onu kaza edeyim mi?"
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: "
Evet onun oruç borcunu tut" dedi.
Kadın: "
Annem haccetmemiş idi. Onun yerine haccedeyim mi?"
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: "
Evet onun yerine haccet" buyurdu.
(Muslim)

Hacc hakkında İbn-i Abbas’tan Buhari’de rivayet edilen hadis de bunun gibidir. Hacc gibi bazı bedeni ibadetlerin ölüye fayda vereceği kabul edildiğine göre diğer bütün bedeni ibadetlerin de ölüye fayda vermesine engel ne olabilir?
Bütün Müslümanların icması şudur ki:
Borçlu olarak ölmüş bir kişinin borcu başkaları tarafından ödenmiş olsa bu ödeme ölüyü borçtan kurtarır. Hatta bu borcu mirasçılarından başka kimseler ödese bile bu geçerlidir.
Buhari ve Müslim’de şu rivayet geçmektedir:
Ebu Katade radiyallahu anh bir kişinin iki dinarlık borcuna kefil oldu. Daha sonra kefil olduğu bu adam öldüğünde Ebu Katade ona ait borcu ödeyince Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ona: "
İşte şimdi onun derisine serinlik verdin" dedi.
İbni Hamden El Hanbeli "Reaya" kitabında ölüye fayda versin diye, Allah’a yaklaşmak için yapılan her şeyin ölüye fayda vereceğini açıklamıştır.
Bu amel ister mali olsun, ister bedeni olsun fark etmez. Sadaka, köle azadı, namaz, hacc, Kur’an okuma gibi bütün amellerin sevabı ölüye fayda verir, demiştir.Sonra şöyle devam etti:
Denildi ki: bu amel işlenirken veya işlenmeden önce ölüye faydalı olsun diye yapmaya niyet edilirse bu ölüye ulaşır. Fakat amel yapıldıktan sonra sevabı ölüye olsun diye niyet edilirse olmaz.
Hanbelilerden bazı alimler böyle bir şart koşarlar. Delilleri ise Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ölü için hayır yapmak isteyen bir kişiye hiçbir zaman; "Allah’ım bu amelin sevabını şu kimseye ver, şu kimseye verme" diye söylemesini emretmemesidir.
Selefin de bir amel yaparken böyle şeyler söylediği nakledilmemiştir.
Bazı alimler: "
Bir ölü için bir amel yapılacaksa o amele başlarken ölü için niyet edilmesi şarttır, şayet amel bittikten sonra niyet edilirse bu geçersizdir" demişlerdir.
Bazı alimler şöyle demişlerdir:
"Amel yaptıktan sonra amelin sevabının ölüye bağışlanması geçerlidir. Zira kişi ibadet ettikten sonra şöyle dua eder: " Allah’ım bu amelin sevabını falan ölüye ulaştır."
Bundan dolayı bu alimler amele başlamadan önce ölü için niyet etmeyi şart koşmamışlardır. Doğru olan rasule ittibadır.Bu konuda; niyeti, amelin başlangıcında şart koşan görüş tercih edilir. Çünkü ameller niyetlere göredir.


Soru :
Kur’an okumanın sevabı ölüye ulaşır mı? Şayet ulaşırsa kabir yanında okunduğu zaman mı, yoksa uzakta okunduğunda mı ulaşır? Ve ölü okuma sevabının tamamını mı yoksa dinleme sevabını mı alır?

CEVAP:
Burada iki mesele var. Bu meselelerden birincisi, ikinci meselenin bir parçasıdır. Ben bu konuda Hanbeli mezhebinin şu görüşünü tercih ettim.
Okuyucu, ölü için niyet edip okumaya yöneldiğinde okuduğu Kur’an ölüye fayda verir ve sevabı da ona ulaşır.
Bazı alimler şöyle dedi:
Okumanın başında ölü için okumaya niyet etmek şart değildir. Bilakis önce okuyup sonra bunun sevabını ölüye hediye ederse bu sevap ölüye ulaşır. Daha önce zikrettiğim gibi birinci görüş tercih edilmiştir.
Bu iki görüş arasında yani Kuran’ın kabirde okunmasıyla kabirden uzakta okunmasının sevabının ölüye ulaşması hususunda fark yoktur. Her iki durumda da okumanın sevabı ölüye ulaşır.
Bazı Şafiiler ölü ancak dinleme sevabı alır dediler.
Bu görüşün iki kurala dayandığını söylediler.


Birincisi: Sevabı hediye etmek sahih değildir.
İkincisi: Ruhlar kabirler etrafındadır. Azablanmayı ve nimetlenmeyi bedenlerinin hissetmesi sebebiyle ölülerin ruhları, kabirle ve bedenle manevi bir birleşmeyle birleşmişlerdir. (Bedenin azab ve nimeti hissetmesinin sabitliği daha önce açıklanmıştı.)
Bunun için ölü okumayı duyar ve duyunca da dinleme sevabı ona ulaşır. Bu söz, söyleyen kişiyi çıkmaza sokar. Çünkü ölünün idraki ve duyuşu mükellef kişilerin (dirilerin) idraki gibi değildir. Bu konuda Allah’ın fazlına ihtiyaç duyar. Allah isterse ölüye duyma nimetini verebilir.

Şafiilerden bazıları okuma sevabı konusunda başka bir görüş ileri sürdüler. Kur’an okurken ölü için niyet edilirse doğru olmaz.
Eğer önce kendisi için okur, sonra bu sevabın ölüye ulaşması için Allah’a dua ederse ölüye sevabın ulaşması bu şekilde mümkün olur. Zaten bu da dua hükmündedir. Onun işi Allah’a kalmıştır, isterse onun duasını kabul eder, isterse kabul etmez.
Bu söz onlarda şu sözü söyleyen kimsenin sözüne zıt değildir:
Sevabı hediye etmek doğru değildir. Çünkü kul, mal konusunda hibe etme hakkına sahip olduğu gibi, ibadetler (sevap) konusunda herhangi bir tasarruf hakkına sahip değildir. Çünkü burada okuma sevabının ölü için olmasını amaçlıyor, veya "sevabımı ölüye verdim" diyor. Bu görüş daha önce zikredilen duaya zıttır.
Daha önce de geçtiği gibi sevabın ölüye ulaşması kesin değildir. Kabirde Kur’an okuma hakkında sahabelerden gelen rivayetler azdır. Fakat dört mezhep zamanından günümüze kadar müslümanlar Kuran’ı ölünün mezarının yanında okumayı sürdüre gelmişlerdir.
Ahmed İbn-i Muhammed İbn-i Harun Ebu Bekir-il Hilal bu konuda "Cami" kitabında şöyle dedi: Abbas İbn-i Ahmed-İddevri bize şöyle dedi: Ahmet İbn-i Hanbel’e kabirlerin yanında Kur’an okumak konusunda bir şey bilip, bilmediğini sordum."Bilmiyorum" dedi. Sonra dedi ki: Yahya Bin Muin’e sordum. Mübeşşir Bin İsmail El-Halebi’den şöyle dedi: Abdurrahman İbnil Ala Bin El Lahlah’ın babasından şöyle dedi: Babam dedi ki; Ben öldüğüm zaman beni lahite koy ve Allah’ın adıyla Rasulullah’ın sünneti üzere de, başımın yanında Bakara’nın başlangıcını ve sonunu oku.
Ben İbn-i Ömer’in de bu şekilde vasiyet ettiğini duydum. Sonra Hilal başka bir rivayette şöyle dedi:
Ahmed İbn-i Hanbel bir cenazede iken ölü defnedilince, kör bir adam kabrin yanına gelerek Kur’an okudu. Ahmed Bin Hanbel ona şöyle dedi: "Ey adam kabrin yanında Kur’an okumak bid’attir.
"Muhammed İbn Kuddeme ona şöyle dedi: "Ey Eba Abdullah! Mübeşşir El Halebi hakkında ne diyorsun?" Ahmed Bin Hanbel dedi ki: "Güvenilir bir zattır."
Ona Mübeşşir’il Hanbeli’nin daha önceki yukarıda zikredilen hadisini zikredince Ahmed Bin Hanbel radiyallahu anh ona şöyle dedi: "Adamına git ve okumasını söyle.
"Hilal aynı şekilde şöyle demiştir: Ebu Bekr El-Mervuzi bize şöyle demiştir: Ahmed İbn-i Muhammed İbn-i Hanbeli’yi şöyle derken işittim:
"Kabirlere girdiğiniz zaman; Fatiha, Felak, Nas ve İhlas surelerini okuyun ve okuduklarınızı kabir ehline hediye edin, böylece bu okuduklarınızın sevabı onlara ulaşır."Aynı şekilde Zaferani’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Şafii’ye radiyallahu anh kabrin yanında Kur’an okuma hakkında sordum" O şöyle dedi: "Bir sakınca yoktur."
Zaferani güvenilirdir ve Şafii’nin eski görüşünü rivayet etmiştir ve Şafii’den rivayet ettiği bu rivayet gariptir. Şafii’nin yeni görüşünde eski görüşüne muhalif bir şey varid olmadıkça eski görüşüyle amel edilir, fakat Şafii’nin Kuran’ın sevabının ölüye ulaştığını söylediği yeni görüşü şöyledir:
"Kur’an zikrin en şereflisidir. Zikir, zikredildiği yer için bir bereket sağlar ve bu bereket orada bulunanlara yayılır."
Bu görüşün temeli şuna dayanmaktadır:
Kabre iki hurma dikildiği zaman bunlar yaşadıkları müddetçe Allah’ı tesbih ederler. Böylece onların tesbihleri sonucu kabirde sahibi için bir bereket hasıl olur ve bu bereket dallar kuruyuncaya kadar devam eder. Rivayetin bu tefsiri bazı müfessirlere göredir.
Bitkilerin Allah’ı tesbih etmesinin bereketi hasıl olunca zikirlerin en şereflisi olan Kur’an; ki hayvan, bitki ve cansızlardan daha şerefli olan ademoğlu tarafından okunuyor, bilhassa okuyan salih kişi ise bu Kuran’ın bereketinin hasıl olması tabii ki daha evladır. Allah en iyisini bilir.


İçinde Abdulhak’ın da bulunduğu bir grup alimler ölünün duymasına, ölü hakkında selam vermenin meşruiyetini delil olarak göstererek şöyle dediler:
"Eğer ölü selamı işitmeseydi onlara yapılan hitap boş ve faydasız olurdu." Bu zayıf bir görüştür.
Çünkü bu, bunu gerektirmez. Namazdaki teşehhudde Rasulullah’a hitaben selam söylenir. Elbette Rasulullah teşehhudde ona bütün selam söyleyenleri duymaz. Mezarların yanından geçen kimsenin mezardaki mü’minlere selam söylemesi ölülerin, o selamı duymasını gerektirmez. Bu dua mahiyyetindedir. Ve "Ey Rabbim! Onların üzerine selam olsun" demektir. Aynı şekilde namazda rasule "Ey Allah’ın rasulü! Selam senin üzerinedir" demek yani "Ey Rabbimiz! Salat ve selamı rasulün üstüne yap" demektir.
Buhari ve Muslim’deki bir hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"
Bizim üzerimize ve salih kulların üzerine selam olsun" dediğinde bu söz bütün salih kullara ulaşır.
Aslında bu söz Allah’tan bir istemedir. O sözün manası "Allah’ım salih kullara selam söyle" manasındadır.

Soru :
Kur’an okuyucu Kuran’dan bir şey okuduğu zaman ve onu ölülere hediye ettiği zaman bu onlara ulaşır mı yoksa ulaşmaz mı? Ve okunanı ölü işitir mi yoksa işitmez mi?

CEVAP
Bu ihtilaflı bir konudur. En iyi olan okuyucunun şöyle demesidir:
"Allah’ım eğer bu okuyuşumdaki amelimi kabul ettiysen bunun sevabını senden bir lütuf olarak filana ver."
Eğer böyle demeyip de: "Allah’ım okuduğum Kur’an sevabını filana ver" derse; bu sevabın ölüye ulaşıp ulaşmaması alimler arasında ihtilaflıdır.
Birinci söz (yani eğer Kur’an okuyuşumu kabul ettiysen bunun sevabını senden bir lütuf olarak filan kişiye ver) dua mahiyetindedir. Allah dilerse onu kabul eder, dilerse kabul etmez. Allah bunu kabul etmişse muhakkak ki ölüye fayda verir.

Soru :
Ölü için namazdan, sadakadan veya Kur’an okumadan veya buna benzer başka iyilik çeşitlerinden hediye edilerek sunulduğunda ölü onu bilir mi? Bundan gelecek olan sevap ölünün amel defterine yazılır mı?

CEVAP
Sadakanın sevabı ölüye ulaşır ama namazın ve orucun sevabının ona ulaşıp ulaşmadığı hususu ihtilaflıdır. Gerçi ölü hayatta iken tutamadığı oruçlarının velisi tarafından tutulması veya birisine tutturulması durumunda bu sevap ölüye ulaşır. Hac meselesinde de ücretle veya kendiliğinden veya ölen kişinin vasiyetiyle, ölünün hayattayken eda edemediği hac farizasının eda ettirilmesi caizdir. Ancak Kur’an okumanın sevabının ona ulaşıp ulaşmayacağı konusunda alimler arasında meşhur bir ihtilaf vardır. Şehirlerin bir çoğunda ölü için Kur’an okumak adet halini almıştır. Kur’an okumanın bereketinin ölüye fayda vermesi hususunda ihtilaf yoktur.
Müslim’in sahihinde sabit olduğuna göre; ölünün ancak şu üç konudaki ameli kesilmez.
"Onun için dua eden salih oğul, faydalanılan ilim veya sadaka-i cariye."

Bu hadis Sünende ve İbn-i Huzeyme’nin sahihinde geçmektedir.-------------------Müslüman ölülerin ruhlarına Kur'an (dan dua ayetlerini ) okunabilir.

Soru :
Ölü, mezarının yanına oturan kimseyi tanır mı? Kur’an okumasını işitir mi?

CEVAP:
Bu soruda iki mesele vardır.

Birincisi: Ölünün, kabrinin başına gelen kişiyi bilip bilmemesi.

İkincisi: Okunan Kur’anı işitip işitmemesidir.

Soruyu yalnız kabre yakın olduğu zaman duyması veya kabirden uzak olduğu zaman duymaması diye ve Kur’an okunmasını işitip, diğer sözleri işitmez diye sınırlandırmak anlamsızdır. Sorunun cevabında bunları ayrı ayrı açıklayacağız.
Ölünün, mezarını ziyaret eden kişiyi tanıması ve onun söylediklerini işitmesi, tartışma konusu olan meşhur "Ölümden sonra ruhlar nerede ikamet eder ?" sorusunun bir parçasıdır.


İbn-i AbdulBir ve diğer alimlerin rivayetine göre hadis ehlinin çoğu ruhun ölünün kabrinin etrafında olduğu görüşündedirler. Fakat bu alimler bunun şehitler için de geçerli olduğunu söylemekten çekinmişlerdir. Zira bu konuda zahirinden bunun tam aksi anlaşılan hadisler varid olmuştur. (Bu konudaki açıklama ilerideki bu soruların cevabında yapılacaktır.) Nebilerin diğer bakımdan şehitlerden daha üstün olduğunda şüphe yoktur. Şüphesiz onların ruhları da şehitlerin ruhlarından faziletçe daha üstündür.
Bu ikisi dışındaki ruhlar mu'min ve kafir olmak üzere ikiye ayrılır. Kafirlerin ruhu (daha önce geçtiği ve gelecek bazı soruların cevabında görüleceği üzere) keder, sıkıntı, tatsızlık, üzüntü ve azap içindedir.Mü’minin ruhu ise eğer Allah’a isyan olarak ma’siyette bulunmuşsa kafirin azabından daha hafif olan bir azab içinde, eğer Allah’a itaat içinde yaşamışsa müjde ve sevinç içindedir. (Bu konudaki ayrıntılı açıklama ileride gelecektir.) Sahih hadislerin zahirinden anlaşıldığına göre müminlerin ruhları yükseklerde, kafirlerin ruhları ise ateştedir. Bu iki guruptaki ruhların da cesedle bağlantısı vardır. Fakat bu bağlantı manevi bir bağlantı olup, dünya hayatındaki ruh ile cesed bağlantısına benzemez. Bu olaya en çok benzeyen uyku hadisesidir. Uyuyanın ruhu cesedinden ayrılmıştır. Fakat bu bir daha dönmemek üzere olan tam bir ayrılık değildir. Burada ruhun cesedle olan bağları kuvvetlidir. Ölünün ruhu ise cesedinden tamamen ayrılmıştır. Fakat ruh ile beden arasında mümin için nimetleri hissedecek, kafir için ise azabı hissedecek bir bağlantı kalır.

Ehl-i Sünnet’in tercih ettiği görüşe göre; ruhlara verilen nimet ve yapılan azab beden tarafından da
hissedilir. Buna göre berzah alemindeki nimet ve azab hem ruh hem de bedene tattırılır.
Ehl-i Sünnet’ten bir kısmı ise bunun sadece ruha tattırılacağını söylerler.
Bazı kitaplarda tercih edilen görüşü destekleyen manevi mutevatire ulaşmış bir çok rüyalar yer almaktadır. (Manevi mutevatire ulaşan rüya; Aynı rüyanın birçok kişi tarafından görülmesi o rüyayı manevi mütevatire ulaştırır.)

Ebu Bekr İbn-i Ebi-d Dünya "El Kubur" kitabında Ebu Abdullah bin Mundeh "Er-ruh" kitabında Abdu’l Bir "El-İstizkar" kitabında Abdu’lhak "El-Akibeh" kitabında ve diğer alimlerin kitaplarında bu hususta birçok rüyalar nakledilmiştir. Bu rüyalar delil derecesine yükselmese de, eğer bu konuda bir delil yoksa bir tercih unsuru olabilir.

Bunu bu şekilde açıkladıktan sonra azab ve nimetin hem ruh hem de bedenle tadılacağı hususunda şöyle söylüyorlar:
"Ölü kendisini ziyaret edeni bilir ve yanında Kur’an okuyanı da işitir. Çünkü ruh bedenden ayrılmadığına göre ölünün ziyaret edeni tanıması ve Kur’an okuyanı işitmesinde engel teşkil edecek bir şey yoktur."

Azab ve nimetin sadece ruhlara tattırılacağı görüşünde olanlar ise:
"Ölü ziyaret edeni tanıyamaz, Kur’an okuyanı işitemez" demiyorlar.
Ancak bu görüş sahiblerinden bazıları; "Azap gören ruhlar azabla, nimetlendirilen ruhlar da nimetle meşgul oldukları için bunları işitmeyip, tanımayacaklar" derler.

Bunu söyleyenler azdır ve meşhur olan; bu görüşün aksi olan görüştür.

Soru :
Kur’an okumanın sevabı ölüye ulaşır mı? Şayet ulaşırsa kabir yanında okunduğu zaman mı, yoksa uzakta okunduğunda mı ulaşır? Ve ölü okuma sevabının tamamını mı yoksa dinleme sevabını mı alır?


CEVAP
Burada iki mesele var. Bu meselelerden birincisi, ikinci meselenin bir parçasıdır. Ben bu konuda Hanbeli mezhebinin şu görüşünü tercih ettim.Okuyucu, ölü için niyet edip okumaya yöneldiğinde okuduğu Kur’an ölüye fayda verir ve sevabı da ona ulaşır.
Bazı alimler şöyle dedi:
Okumanın başında ölü için okumaya niyet etmek şart değildir. Bilakis önce okuyup sonra bunun sevabını ölüye hediye ederse bu sevab ölüye ulaşır. Daha önce zikrettiğim gibi birinci görüş tercih edilmiştir. Bu iki görüş arasında yani Kuran’ın kabirde okunmasıyla kabirden uzakta okunmasının sevabının ölüye ulaşması hususunda fark yoktur. Her iki durumda da okumanın sevabı ölüye ulaşır.
Bazı Şafiiler ölü ancak dinleme sevabı alır dediler. Bu görüşün iki kurala dayandığını söylediler.

Birincisi: Sevabı hediye etmek sahih değildir.

İkincisi: Ruhlar kabirler etrafındadır. Azablanmayı ve nimetlenmeyi bedenlerinin hissetmesi sebebiyle ölülerin ruhları, kabirle ve bedenle manevi bir birleşmeyle birleşmişlerdir. (Bedenin azap ve nimeti hissetmesinin sabitliği daha önce açıklanmıştı.) Bunun için ölü okumayı duyar ve duyunca da dinleme sevabı ona ulaşır. Bu söz, söyleyen kişiyi çıkmaza sokar.
Çünkü ölünün idraki ve duyuşu mükellef kişilerin (dirilerin) idraki gibi değildir. Bu konuda Allah’ın fazlına ihtiyaç duyar. Allah isterse ölüye duyma nimetini verebilir.
Şafiilerden bazıları okuma sevabı konusunda başka bir görüş ileri sürdüler. Kur’an okurken ölü için niyet edilirse doğru olmaz.
Eğer önce kendisi için okur, sonra bu sevabın ölüye ulaşması için Allah’a dua ederse ölüye sevabın ulaşması bu şekilde mümkün olur. Zaten bu da dua hükmündedir. Onun işi Allah’a kalmıştır, isterse onun duasını kabul eder, isterse kabul etmez. Bu söz onlarda şu sözü söyleyen kimsenin sözüne zıt değildir: Sevabı hediye etmek doğru değildir. Çünkü kul, mal konusunda hibe etme hakkına sahib olduğu gibi, ibadetler (sevab) konusunda herhangi bir tasarruf hakkına sahib değildir. Çünkü burada okuma sevabının ölü için olmasını amaçlıyor, veya "sevabımı ölüye verdim" diyor. Bu görüş daha önce zikredilen duaya zıttır. Daha önce de geçtiği gibi sevabın ölüye ulaşması kesin değildir. Kabirde Kur’an okuma hakkında sahabelerden gelen rivayetler azdır. Fakat dört mezheb zamanından günümüze kadar müslümanlar Kuran’ı ölünün mezarının yanında okumayı sürdüre gelmişlerdir.
Ahmed İbn-i Muhammed İbn-i Harun Ebu Bekir-il Hilal bu konuda "Cami" kitabında şöyle dedi:
Abbas İbn-i Ahmed-İddevri bize şöyle dedi: Ahmet İbn-i Hanbel’e kabirlerin yanında Kur’an okumak konusunda bir şey bilip, bilmediğini sordum."Bilmiyorum" dedi. Sonra dedi ki: Yahya Bin Muin’e sordum. Mubeşşir Bin İsmail El-Halebi’den şöyle dedi: Abdurrahman İbnil Ala Bin El Lahlah’ın babasından şöyle dedi:
Babam dedi ki; Ben öldüğüm zaman beni lahite koy ve Allah’ın adıyla Rasulullah’ın sünneti üzere de, başımın yanında Bakara’nın başlangıcını ve sonunu oku.
Ben İbn-i Ömer’in de bu şekilde vasiyet ettiğini duydum. Sonra Hilal başka bir rivayette şöyle dedi: Ahmed İbn-i Hanbel bir cenazede iken ölü defnedilince, kör bir adam kabrin yanına gelerek Kur’an okudu. Ahmed Bin Hanbel ona şöyle dedi:
"Ey adam kabrin yanında Kur’an okumak bid’attir."
Muhammed İbn Kuddeme ona şöyle dedi: "Ey Eba Abdullah! Mubeşşir El Halebi hakkında ne diyorsun?" Ahmed Bin Hanbel dedi ki: "Güvenilir bir zattır."
Ona Mübeşşir’il Hanbeli’nin daha önceki yukarıda zikredilen hadisini zikredince Ahmed Bin Hanbel radiyallahu anh ona şöyle dedi: "Adamına git ve okumasını söyle.
"Hilal aynı şekilde şöyle demiştir:
Ebu Bekr El-Mervuzi bize şöyle demiştir: Ahmed İbn-i Muhammed İbn-i Hanbeli’yi şöyle derken işittim:
"Kabirlere girdiğiniz zaman; Fatiha, Felak, Nas ve İhlas surelerini okuyun ve okuduklarınızı kabir ehline hediye edin, böylece bu okuduklarınızın sevabı onlara ulaşır."
Aynı şekilde Zaferani’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Şafii’ye radiyallahu anh kabrin yanında Kur’an okuma hakkında sordum" O şöyle dedi:
"Bir sakınca yoktur." Zaferani güvenilirdir ve Şafii’nin eski görüşünü rivayet etmiştir ve Şafii’den rivayet ettiği bu rivayet garibdir. Şafii’nin yeni görüşünde eski görüşüne muhalif bir şey varit olmadıkça eski görüşüyle amel edilir, fakat Şafii’nin Kuran’ın sevabının ölüye ulaştığını söylediği yeni görüşü şöyledir:
"Kur’an zikrin en şereflisidir. Zikir, zikredildiği yer için bir bereket sağlar ve bu bereket orada bulunanlara yayılır."
Bu görüşün temeli şuna dayanmaktadır: Kabre iki hurma dikildiği zaman bunlar yaşadıkları müddetçe Allah’ı tesbih ederler. Böylece onların tesbihleri sonucu kabirde sahibi için bir bereket hasıl olur ve bu bereket dallar kuruyuncaya kadar devam eder.
Rivayetin bu tefsiri bazı müfessirlere göredir. Bitkilerin Allah’ı tesbih etmesinin bereketi hasıl olunca zikirlerin en şereflisi olan Kur’an; ki hayvan, bitki ve cansızlardan daha şerefli olan ademoğlu tarafından okunuyor, bilhassa okuyan salih kişi ise bu Kuran’ın bereketinin hasıl olması tabii ki daha evladır. Allah en iyisini bilir.İçinde Abdulhak’ın da bulunduğu bir grup alimler ölünün duymasına, ölü hakkında selam vermenin meşruiyetini delil olarak göstererek şöyle dediler: "Eğer ölü selamı işitmeseydi onlara yapılan hitap boş ve faydasız olurdu." Bu zayıf bir görüştür. Çünkü bu, bunu gerektirmez. Namazdaki teşehhudde Rasulullah’a hitaben selam söylenir. Elbette Rasulullah teşehhudde ona bütün selam söyleyenleri duymaz. Mezarların yanından geçen kimsenin mezardaki mu’minlere selam söylemesi ölülerin, o selamı duymasını gerektirmez. Bu dua mahiyyetindedir. Ve "Ey Rabbim! Onların üzerine selam olsun" demektir. Aynı şekilde namazda rasule "Ey Allah’ın rasulü! Selam senin üzerinedir" demek yani "Ey Rabbimiz! Salat ve selamı rasulün üstüne yap" demektir. Buhari ve Müslim’deki bir hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Bizim üzerimize ve salih kulların üzerine selam olsun" dediğinde bu söz bütün salih kullara ulaşır.
Aslında bu söz Allah’tan bir istemedir. O sözün manası "Allah’ım salih kullara selam söyle" manasındadır.


Soru :
Kabirdeki bir ölünün yakınına veya uzağına başka bir ölü defnedildiğinde kabirdeki ölü onu tanır mı ve dünyadaki diğer olup biten şeyler hakkında, yeni gelen ölüye soru sorar mı?

CEVAP
Evet. Bunun hakkında hadisler varit olmuştur. Bu hadislerden bazıları;İbn-i Ebid-Dunya’nın, Ebi’z-Zubeyr’den onun da Cabir’den rivayetine göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"
Ölülerinizin kefenlerini güzel seçin. Çünkü onlar kefenlerinden dolayı övünürler ve kabirlerinde birbirlerini ziyaret ederler"


İbn-i Mübarek, Ebu Eyyub’den mevkuf olarak rivayet ettiği ve Taberani’nin buna benzer Rasulullah’a merfu olarak rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah şöyle buyurdu:
"
Sağ olanların amelleri ölülere gösterilir. İyilik görürlerse sevinirler ve rahatlarlar. Eğer kötülük görürlerse Allah’ım onlara hidayet ver derler."
Bu rivayette defnedilenlerin onların yakınında veya uzağında olduğuna dair bir kayıt yoktur. Fakat sadece yakınlarında defnedilenleri duyabilmeleri de mümkündür. İbn-i Ebid-Dünya şöyle rivayet etti; Osman İbn-i Abdullah, Said İbn-i Cubeyr’e şu soruyu sordu:
"Ölülere sağ olanların haberi gelir mi?
Said İbn-i Cubeyr: "Evet" dedi. Bir kişi öldüğünde yakın akrabalarının haberlerini diğer ölülere ulaştırır. Mezardaki kişi haberler hayır ise sevinir, şer ise üzülür.

(Bu hadisi Tirmizi, Taberani, Enes İbn-i Malik’ten Rasulullah’a merfu olarak rivayet etmişlerdir.)

Buhari’nin tarihinde Numan İbn-i Beşir’den Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"
Kabirlerde bulunan kardeşlerinize eziyet etme hususunda Allah’tan korkun. Çünkü amelleriniz onlara gösterilir."

(Hakim rivayet etti ve sahih dedi.)

"KABİRLER" kitabında İbn-i Ebid-Dunya şöyle rivayet etmiştir:
Yahya bin Abdurrahman bin Ebi Lebibe o da babasından o da dedesinden şöyle rivayet etmişlerdir:
Bişr İbn-i Berra bin Ma’rur öldüğünde annesi ona çok üzüldü ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e şöyle dedi:
"
Beni Seleme’den ölenler olarak ölüler birbirini tanır mı ki ben Bişr’e selam göndereyim?"
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ona:
"
Evet ey Bişr’in annesi! Kuşların birbirini tanıdıkları gibi onlar da birbirlerini tanırlar."
Bunun üzerine Beni Seleme’den bir kişi ölüm döşeğine düşse Bişr’in annesi ona gidip Bişr’e selam söyle derdi.
Taberani başka bir yoldan şöyle rivayet etti:
"
Bişr’in annesi, Kab İbn-i Malik ölüm döşeğine düştüğü zaman ona gelib; Bişr’e selam söyle" dedi.
Bu rivayet Ebu Lebibe’nin rivayetini desteklemektedir. Sufyan İbn-i Uyeyne, Amr İbn-i Dinar’dan o da Ubeyd İbn-i Umeyr’den şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Kabir ehli sağ olanların haberlerini beklerler. Bir kişi öldüğünde ona gelirler ve: "Filanın durumu nasıl?" diye sorarlar.
O da: "Salih bir kişidir" diye cevap verir. "Peki falan kişi ne yaptı?" derler. O da: "O size gelmedi mi?" der. Onlar: "Hayır bize gelmedi" derler. O da: "Biz Allah’a aidiz ve ona döneceğiz" dedikten sonra: "Demek ki bu bizim yolumuzdan başka bir yola gitti" derler. Bu rivayet Ubeyd İbn-i Umeyr’in sözüdür. Ubeyd İbn-i Umeyr; tabi’in alimlerinin en büyüklerinden birisidir. Ona ulaşan senet sahihtir. Bu gibi kişiler kendi görüşlerinden bir şey söylemezler. Bu rivayet mürsel hükmündedir.Nesei’nin, Ebu Hurayra’den Rasulullah’a merfu olarak rivayet ettiği buna benzer bir rivayet vardır. Bu rivayetin sonunda şöyle bir ibare vardır.
"
Onlar yeni ölen kişiye: Falan kişi ne haldedir?" diye sorduklarında yeni kişi: "O daha size gelmedi mi?" diye sorunca onlar: "Hayır" deyince, yeni ölen kişi: "Demek ki o cehenneme gitti" derler.
İbn-i Mübarek’in, Ebu Eyyub’den Rasulullah’a merfu olan buna benzer bir rivayeti vardır.Taberani Ebu Eyyub’den şöyle rivayet etmiştir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Mu’min kişi ölünce salih kullar bu kişiyi müjdeleyici bir kişinin karşılandığı gibi karşılarlar ve birbirlerine onu rahat ettirelim derler. Sonra ona; "Filan erkek ne yaptı? Filan kız ne yaptı? Evlendi mi? Diye sorarlar. Fakat ondan önce ölmüş olan bir kişi hakkında sorduklarında; O cehenneme gitti der."

(Taberani Kebir’de ve El Evsat’ta zayıf senetle rivayet etti.) (Mecma Ez-Zevaid, İbn-i Hacer El Heytemi)

Bu rivayetlerden anlaşılıyor ki ölülerin ruhu birbirleriyle buluşurlar ve konuşurlar. Fakat bu, dünyada buluştukları gibi değildir.Çünkü Berzah hayatı (kabir hayatı) dünya hayatına benzemez. Dolayısıyla orada olan olaylar dünyadakilere benzemez. Allah daha iyi bilir.

Soru :
Allah’u Teala’nın: "Şüphesiz sen kabirlerinde onlara işittirici değilsin." (Fatır 22) ayetiyle Rasulullah’ın; "Muhakkak ki ölü sizin ayakkabınızın sesini işitir. Onu çıkarın." hadisi arasında nasıl bir uygunlaştırma söz konusu olabilir?


CEVAP
Hadisin naklinde bir bozukluk vardır. Sanki o, şu iki hadisten birleştirilmiştir:
İlki:
"
Muhakkak ki ölü kendisinden ayrılanların eve döndüklerinde ayakkabılarının seslerini işitir."


Diğeri:
"
Ey iki ayakkabı sahibi! Ayakkabılarını çıkar."
Buhari ve Muslim’de geçen iki hadis Enes (radiyallahu anh)’den şu şekilde rivayet edilmiştir; Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dedi ki:
"
Bir kimse kabre gömüldüğünde yakınları geri dönüp ondan uzaklaşınca onların ayakkabılarının sesini işitir."
İkinci hadis; Ebu Davud, Nesei, İbn-i Mace'de yer almaktadır.
İbn-i Hibban’ın rivayet edip sahih dediği Beşir İbn-i Hasasiye’den rivayet edilen hadiste şöyle bir ibare vardır: "Ayağında ayakkabılar olan bir adam kabirlerin üzerinde yürürken Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ona dedi ki:
"
Ey iki ayakkabı sahibi! Ayakkabılarını çıkar."
Adam Rasulullah’ı görünce Onu tanıdı ve ayakkabısını çıkardı."

Bu hadisi tahriç eden Beyhaki: "
Buhadis ancak bu senedle bilinir" dedi.
Taberani; Usmet İbn-i Malik’den rivayet ettiği hadisi şöyle nakleder:
Rasulullah ayağında ayakkabı olduğu halde mezarlıkta yürüyen bir adam gördü ve ona dedi ki:
"
Ey filan ayakkabı sahibi! Ayakkabını çıkar"

(Bu hadisin senedi zayıftır)
Bunları açıkladıktan sonra alimlerin de hadisle ayet arasındaki uygunlaştırma konusunda görüşleri vardır.
Onlardan bir kısmı ayetleri te’vil edip hadisin zahirine göre amel ettiler ve onun bütün ölüleri kapsadığını söylediler. (Yani bütün ölüler ayak seslerini duyarlar) Onlardan diğer bir kısmı da Katade’nin dediği gibi bunu sadece Bedir ölüleri için haslaştırmışlardır.
Katade bu hadisi zikrettikten sonra şöyle dedi: "Allahu Teala onları diriltti. Ta ki azarlanarak üzüntü ve pişmanlık içinde Rasulullah’ın sözünü duydular."
Başkaları da onu sadece belli zamanlar kabir sorgusu anında duyarlar dediler. Sorgudan sonra tekrar duyma yoktur. Onların bir kısmı hadisi te’vil edip ayetin zahirine göre amel etmişlerdir. (Yani ölüler duymazlar görüşündedirler.) bu meseledeki ihtilaf meşhurdur.


Soru :
Ölünün ruhu dünyadaki gibi görüp işitir mi? Bazılarının dediği gibi onların görme ve işitmesi mevcut mudur?


CEVAP
Ölünün ruhu işitir ve görür fakat bu işitme ve görmenin dünyada iken mevcut olan gibi olması gerekmez. Allah-u Teâlâ ona görüp işitecek, elemi ve nimeti hissedecek bir idrak bahşeder.

Soru :
Şehidlerin ruhu semada mıdır yoksa yerde midir?

CEVAP :
Şehidlerin ruhu istediği yere gider sonra arşta asılı olan kandillerde geceler.
İbn-i Mesud şöyle dedi:
Şehidlerin ruhu hakkında Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e sorduk.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Şehidlerin ruhu yeşil kuşların içindedir. Arşta bu kuşlar için asılı kandiller vardır. Bu ruhlar cennette dilediği yerde dolaşırlar. Sonra bu kandillerde gecelerler."
(Müslim - Ebu Davud - Tirmizi - Darimi)


Ahmed bin Hanbel İbn-i Abbas radiyallahu anh’den hasen olarak şu hadisi nakletmiştir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Şehidlerin ruhu cennetin kapısı üzerindeki bir nehir kenarındadır. Rızıkları sabah akşam cennetten onlara çıkartılır."
Bu iki hadis arasında bir zıtlık yoktur. Çünkü şehidlerin ruhunun kenarında bulundukları nehir cennetin kapısındadır. Müslim’de geçen hadis de ruhların geceledikleri kandillerin de cennetin kapısının yanında olma ihtimali vardır. Bundan dolayı iki hadis arasında zıtlık yoktur.
Buhari ve Muslim’de İbn-i Ömer’den şöyle rivayetedilmiştir:
"Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Her ölüye kabirde cennetteki veya cehennemdeki yeri sabah ve akşam gösterilir, ona; "İşte bu sana dirilinceye kadar her gün gösterilecektir" denilir."
Bu hadis diğer hadislerle zıtlık teşkil etmez. Çünkü bu hadis şehid olmayan kişilerin durumunu anlatıyor.
Ayrıca bu hadislerden de anlıyoruz ki bazı ehli tarikin inandığı gibi "şehidlerin savaşa gelmesi , görülmesi" İslam inancında yoktur.
- O zaman sen muminlere: "Rabbinizin size, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?" diyordun. - Evet, sabreder ve (Allah'tan) korkarsanız, onlar ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size nişanlı nişanlı beş bin melekle yardım eder. Al-i İmran 124 - 125


Soru :
Kabirlerdeki iki sorgu meleği herkesin kendi dili ile mi sorarlar? Yani; Türk’e Türkçe veya Farisi’ye Farsça ile mi? Yoksa sadece Arap dili ile mi sorulur. Eğer Arap dili ile sorulursa Arabca bilmeyen kişiye Arapça mı öğretilir? Sağda ve solda bulunan yazıcı iki melek insanın başından geçen olayları Arapça mı yazar, yoksa başka bir dil ile mi yazar?


CEVAP :
Sorgu meleklerinin hangi dille soracağına dair bir nakil bilmiyorum. Fakat yazıcı iki melek de, hakkında yazmak için görevlendirildiği kişinin dilini bilirler. Bu kesindir. Fakat yazarken o dille veya başka bir dille yazabilirler.


Zayıf hadisde rivayet olunduğuna göre: "Cennet ehlinin dili Arabca’dır."
Buna dayanarak melekler o kişinin söylediklerini bilip bunu Arabca yazabilirler. Çünkü melekler ne yazdığını bilir. Sorgu meleklerinin sualininse sahih bir hadisin zahirine göre Arapça olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü bu hadiste sorulana şöyle derler;
"Bu adam (yani Muhammed) hakkında neye inanıyorsun?" veya kişiye kendi lisanı ile hitap edilmesi de mümkündür.


Soru :
Müslümanların çocuklarının ruhu kendi kabirlerinin üstünde midir , yoksa cennetteki Beyti Mamur’da (cennetteki İbrahim aleyhisselam’ın evi) mıdır ? Yoksa başka bir yerde midir? Cennette İbrahim aleyhisselam’ın onlara Kur’an okuttuğuna dair sabit bir delil var mıdır?


CEVAP :
Kuvvetli olan görüşe göre müminlerin ruhu Allah’ın dilediği yerdedir. Ve kabirdeki cesetlerle bir bağlantısı vardır. Yine kabirde gördüğü mükafatı beden ve ruhlarıyla hissederler. Ruh ve ceset arasındaolan bağlantının nasıl olduğunu bilemeyiz. Bu dünyadaki cesetle ruh bağlantısına benzemez. Müslüman çocuklarının ruhu hakkında ise şu sahih hadis vardır:
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gördüğü uzun rüya hadisinde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem müslüman çocuklar hakkında şöyle der:

"Müslüman çocuklarının ruhu İbrahim aleyhisselam’ın yanındadır."
Bu hadis Buharide geçer. Bu hadisin hiçbir rivayetinde İbrahim aleyhisselam’in onlara Kur’an okuttuğuna dair bir söze rastlanmamıştır.


Soru :
Çocuklar için olan sorgu bütün çocukları mı kapsar yoksa sadece müslüman çocuklar için midir?


CEVAP :
Müslüman çocuklara hesap yoktur. Müşrik çocuklara ise hesap olup olmadığı hususu ise ihtilaflı meseledir.
Kimisi: "Onların hükmü müslüman çocuklarının hükmü gibidir" der.
Bazıları da: "Hayır. Onlara hesap vardır" diye hüküm verir.
Çünkü onlar hakkında varid olan kuvvetli bir hadiste olduğu gibi; Tebliğ ulaşmamış ve onun gibiler mahşerde imtihan olunur. En iyisi bu konuyu Allah’a bırakmaktır. Ta ki dayanacak delil oluncaya kadar herkesin üstüne farz olup dünyada yapılması gereken şeylerle ilgilenmek bu meseleyle ilgilenmekten daha önemlidir.


Soru :
Kabirde çocuğa soru sorulur mu yoksa sorulmaz mı? Eğer sorarlarsa Münker ve Nekir melekleri onlara ne sorar?
Buluğ çağına girenlere ne sorulur?


CEVAP :
Kabir sorgusu buluğ çağındakiler içindir.

SON
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
ÖLENE FAYDASI DOKUNAN ŞEYLER :



Ölüye başkasının birtakım amellerinin faydası olur:

A. Kabul şartlarını taşıması halinde müslümanın ölüye dua etmesi :

Çünkü şanı yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Onlardan sonra gelenler derler ki: 'Rabbimiz bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi mağfiret eyle. Kalblerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma. Rabbimiz şubhesiz ki sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.' (Haşr, 10)


Hadislere gelince, bu hususta gerçekten pekçok hadis vardır. Bunların bazıları daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Bir kısmı da kabir ziyareti bahsinde Peygamber (s.a.v.)'ın ölülere duası ve bunu emretmesi konuları ele alınırken gelecektir. Bunlardan birisi de Peygamber (s.a.v.) efendimizin şu buyruğudur:
"Müslüman kişinin gıyabında kardeşine yaptığı dua kabul olunur. Onun başı ucunda görevli bir melek vardır. Kardeşine hayırla dua ettiği her seferinde onunla görevli olan melek: Amin ve sana da o kadarı (verilsin) der."

[Hadisi Muslim (VIII, 86-87) -anlatım ona ait-, Ebu Davud (I, 240), Ahmed (VI, 452), Ebu'd-Derda'nın rivayet ettiği bir hadis olarak zikretmişlerdir. Hatta cenaze namazının tamamı bunun delilidir. Çünkü o namaz çoğunlukla ölüye bir duadır, onun için Allah'tan mağfiret dilemektir. Daha önce açıklandığı gibi.]

B. Ölenin velisinin ölü adına adadığı orucun kazasını yapması.

Bu hususta bazı hadisler vardır:

1. Aişe (r.anha)'dan rivayete göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Her kim üzerinde oruç borcu olduğu halde ölürse, velisi onun yerine oruç tutar."

(Hadisi Buhari (IV, 156), Muslim (III, 155), Ebu Davud (I, 376)'da rivayet etmişlerdir. Ebu Davud'un rivayet yoluyla Beyhaki (VI, 279)'da, Tahavi, Müşkilu'l-Asar (III, 140-141) ve Ahmed (VI, 69)'da rivayet etmişlerdir)

2. İbn Abbas (r.a)'dan: "Bir kadın denizde yolculuğa çıktı ve:
Eğer şanı yüce ve mübarek Allah onu kurtaracak olursa bir ay oruç tutmayı adadı. Yüce Allah onu kurtardı. Ölünceye kadar o orucu tutmadı. Onun bir akrabası [kızkardeşi ya da kızı] Peygamber (s.a.v)'a gelerek durumu ona anlattı.
Peygamber şöyle buyurdu:
"Eğer onun üzerinde bir borç bulunsaydı, sen o borcu öder miydin ne dersin?

Akrabası evet deyince, (Peygamber) şöyle buyurdu:
Allah'ın borcunun ödenmesi daha bir uygundur", "o halde" sen [annenin adına] adağı yerine getir."


[Hadisi Ebu Davud (II, 81), Nesai (II, 143), Tahavi (III, 140), Beyhaki (IV, 255- 256, X, 85), Tayalisi (2630), Ahmed (1861, 1970, 3137, 3224, 3420)'de rivayet etmiş olup, ikinci fazlalık ile birlikte anlatım ona ait. İsnadı Buhari ve Muslim'in şartına göre sahihtir. Birinci fazlalık da Ebu Davud ve Beyhaki'ye aittir. Hadisi ayrıca Buhari (IV, 158-159), Muslim (III, 156), Tirmizi (II, 42-43) –sahih olduğunu belirterek-, İbn Mace (I, 535) buna yakın ifadelerle rivayet etmişlerdir. Hepsinde ikinci fazlalık da vardır. Müslim'de sonuncu fazlalık da vardır.]

3. Yine ondan (İbn Abbas'tan): "Sad b. Ubade (r.anh) Rasûlullah (s.a.v.)'dan fetva sordu:
Annem öldü. Üzerinde adak borcu vardı (ne yapayım). Peygamber:

Adağını onun adına sen yerine getir diye buyurdu."
(Hadisi Buhari (V, 440, 494), Muslim (VI, 76), Ebu Davud (II, 81), Nesai (II, 130, 144), Tirmizi (II, 375) -sahih olduğunu belirterek-, Beyhaki (IV, 256, VI, 278, X, 85), Tayalisi (2717), Ahmed (1893, 3049, VI, 47)'de rivayet etmişlerdir)

Derim ki bu hadisler velinin ölen adına adak oruç borcunu tutmanın meşru olduğu hususunda delaletleri açıktır. Ancak birinci hadis taşıdığı mutlak ifadesiyle bunun dışında bir hususa daha delalet etmektedir. O da ölenin adına farz olan orucu da tutabileceğidir. Şafiîler de böyle demiştir. İbn Hazm'ın (VII, 2, ve başkalarının kabul ettiği görüş de budur.
Birinci görüşü Hambeliler benimsemişlerdir. Hatta İmam Ahmed'in bu hususta açık ifadesi vardır. Ebu Davud, el-Mesail (96)'da şöyle demektedir:
"Ahmed b. Hambel'i: Adak dışında ölü adına oruç tutulmaz derken dinledim." Onun mezhebine uyanlar birinci hadisi adak orucu ile ilgili olarak yorumlamışlardır.
Buna delil olarak da Amran'ın rivayet ettiği şu hadisi gösterirler:
Annesi ramazan orucundan borcu olduğu halde öldü. Aişe'ye: Onun adına kazasını yapayım mı diye sordu. Aişe (r.anha) şöyle dedi:
Hayır, aksine onun adına herbir gün için bir yoksula yarım sa' tasaddukta bulun."
Hadisi Tahavi (III, 142) ve İbn Hazm (VII, 4) rivayet etmişlerdir. Lafız da ona aittir.
Rivayet ettikleri sened ile ilgili olarak İbnu't-Türkmani "sahihtir" derken, Beyhaki zayıf olduğunu belirtmektedir.
Daha sonra el- Askalani de böyle demiştir. Eğer her ikisi de bununla bu bakımdan zayıf olduğunu söylemek istemişlerse bunun açıklanabilir bir tarafı yoktur. Şâyet başka bir cihetten söylemişlerse bu zayıflığın ona zararı olmaz.
Buna delil ise Said b. Cubeyr'in, İbn Abbas'tan şöyle dediğine dair naklettiği rivayettir:
"Kişi ramazan ayında hastalanır da sonra oruç tutamadan ölürse, onun adına (oruç tutamadığı günler için) yemek yedirir ve üzerinde kaza borcu kalmamış olur. Şâyet üzerinde adak oruç varsa velisi onun adına kazasını yapar."

Hadisi Ebu Davud, Buhari ve Müslim'in şartına göre sahih bir senedle rivayet etmiştir.
Buna yakın bir hadisi bir başka yoldan İbn Hazm (VII, 7) rivayet etmiş ve senedinin sahih olduğunu belirtmiştir. Yine bunun Tahavi tarafından (III, 142)'de zikredilen üçüncü bir rivayet yolu vardır fakat göründüğü kadarıyla hadisin metninden müstensihin ya da baskının hatası ile bir şeyler düşmüş, bunun sonucunda mana bozulmuş görünüyor.

Derim ki mü'minlerin annesi ile ümmetin büyük bilgini İbn Abbas (r.anhuma)'nın benimsediği ve sünnet imamı Ahmed b. Hambel'in kendilerini izlediği bu farklı değerlendirme insanın gönül huzuruyla kabul ettiği, rahatlıkla benimsediği bir görüştür.
Bu meseledeki en mutedil ve en orta yol görüş odur. Bu şekilde bütün hadisler sağlıklı bir şekilde anlaşılmış olmakla birlikte herhangi birilerini reddetmeksizin uygulamaya konulabilmektedir. Özellikle birinci hadis için bu böyledir. Mü'minlerin annesi ramazan orucunu da kapsayacak şekilde o mutlak anlamı çıkarmamıştır. Hadisi rivayet eden de odur.
Kabul edilen husus şu ki hadisi rivayet eden kişi naklettiği rivayetin anlamını daha iyi bilir. Özellikle onun anladığı şeriatin kaidelerine ve usulüne uygun düşüyorsa, burada olduğu gibi. Nitekim bu hususu muhakkik İbnu'l-Kayyim -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- açıklamış ve İ'lamu'l-Muvakkıin (III, 554)'de hadisi zikredip, sahih olduğunu kaydettikten sonra şunları söylemektedir:

"Bir kesim bu rivayeti genelliği ve mutlaklığına göre yorumlayarak şöyle demiştir:
Ölü adına adak orucu da, farz oruç da tutulur. Bir kesim bunu kabul etmeyerek:
Ölü adına ne adak, ne farz orucu tutulur demiştir. Bir kesim de ayırım gözeterek şöyle demiştir:
Ölü adına aslî farz oruç müstesna adak orucu tutulabilir. Bu İbn Abbas ve onun kanaatini paylaşanların görüşüdür. Sahih olan budur.
Çünkü farz oruç namaz hükmündedir. Bir kimse bir başkası adına namaz kılamadığı gibi, kimse bir diğerinin adına müslüman olamayacağı gibi oruç da böyledir. Adak ise borç seviyesinde kişinin kendi zimmetinde olmak üzere kabullendiği bir yükümlülüktür. Bundan ötürü borcunu ödediği gibi velinin onun kazasını yapması kabul edilir. İşte katıksız fıkıh buna derler.
Bu anlayışı benzeri hükümlere genelleştirecek olursak:
Geciktirmekte mazur görülecek durumda olması hali dışında ölü adına hac yapılmaz, onun adına zekat verilmez. Nitekim Veli bir mazeret dolayısıyla ramazan ayında oruç açan kimse adına yemek yedirebilir.
Fakat hiçbir özrü bulunmadan bu hususta kusurlu hareket edene gelince, işlemiyerek kusurlu hareket ettiği Allah'ın farzlarını başkasının onun yerine eda etmesinin kendisine bir faydası olmaz. Çünkü sınanmak ve denenmek üzere onları yerine getirmekle emrolunmuş olan kendisi idi.
Onun velisi değil. Kimsenin başkası adına tevbe etmesinin ya da başkası yerine müslüman olmasının, başkası yerine namaz kılmasının ve namazın dışında -ölene kadar yerine getirmediği- yüce Allah'ın diğer farzlarını yerine getirmesinin (başkasına) faydası olmaz." İbnu'l-Kayyim, Tehzibu's-Sünen (III, 279, 282)'de bu bahsi daha da geniş açıklamış ve tahkik etmiştir. Oraya başvurulmasını tavsiye ederiz, çünkü gerçekten önemlidir.


C. İster veli olsun, ister bir başkası olsun herhangi bir kimsenin ölenin adına borcunu ödemesi (nin ölene faydası vardır.)
Bu hususta pek çok hadis-i şerif vardır. Bunların çoğu daha önceden 17. meselede zikredilmiş bulunmaktadır.



D. Salih evladın işlediği salih ameller:

Anne ve babası da onun aldığı ecir gibi alırlar ve çocuğun ecrinden de herhangi bir şey eksilmez. Çünkü evlat da anne babanın çalışıp çabalamalarını ve kazançlarının bir parçasıdır.
Yüce Allah da:"İnsan için kendi çalıştığından başkası yoktur." (Necm, 39) diye buyurmaktadır.

Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmaktadır:
"Kişinin yediği en hoş ve helal şey kazancından olandır ve şüphesiz onun çocuğu da kendi kazancındandır."

(Hadisi Ebu Davud (II, 108), Nesai (II, 211), Tirmizi (II, 287) -hasen olduğunu belirterek-, Darimi (II, 247), İbn Mace (II, 430), Hakim (II, 46), Tayalisi (1580), Ahmed (VI, 41, 126, 162, 173, 193, 201-202, 220)'de rivayet etmişlerdir.
Hakim: "Buhari ve Müslim'in şartına göre sahihtir" demiş, bu hususta Zehebi de ona muvafakat etmiştir. Ancak burada açıklamaya yerin müsait olmadığı çeşitli bakımlardan bu hatadır. Hadisin Abdullah b. Amr yoluyla gelen bir şahidi daha vardır: Bunu Ebu Davud, İbn Mace, Ahmed (II, 179, 204, 214)'de hasen bir senedle rivayet etmişlerdir. Babanın salih evladının sadaka vermek, oruç tutmak, köle azad etmek ve buna benzer amellerinden yararlandığına dair varid olmuş özel hadisler âyetin ve hadisin delalet ettiği manayı da desteklemektedir. Söz konusu bu hadisler şunlardır)

1. Aişe (r.anha)'dan:
"Bir adam dedi ki: Benim annem ansızın öldü. [Bir vasiyette de bulunmadı.] Zannederim konuşabilseydi tasadduklarda bulunacaktı. Eğer ben onun adına tasaddukta bulunacak olursam, onun ecri [olduğu gibi benim de ecrim] var mı?
Peygamber (s.a): Evet [onun adına tasadduktan bulun] .

(Hadisi Buhari (III, 198, V, 399-400), Muslim (III- 81, V, 73), Malik, Muvatta (II, 228), Ebu Davud (II, 15), Nesai (II, 129), İbn Mace (II, 160), Beyhaki (IV, 62, VI, 277-278), Ahmed (VI, 51)'de rivayet etmişlerdir. Anlatım Buhari'nin kaydettiği iki rivayetten birisidir. Son fazlalık Buhari'nin kaydettiği diğer rivayet ile İbn Mace'nin rivayetinde yer almaktadır. İbn Mace ikinci fazlalığı da, Müslim birinci fazlalığı rivayet etmiştir)

2. İbn Abbas (r.anhuma)'dan:
"Saide oğullarından olan Sad b. Ubade'nin annesi vefat etti. O annesinin yanında değildi. Ey Allah'ın Rasûlu dedi. Benim annem yanında değilken vefat etti. Eğer onun adına bir şeyler tasadduk edersem bunun ona faydası olur mu?
Peygamber: Evet buyurdu.
Sad dedi ki:
Seni (oldukça verimli olan) el-Mihrab adını taşıyan bahçemin onun adına sadaka olduğuna seni şahid tutuyorum dedi."
[Hadisi Buhari (V, 297, 301-307), Ebu Davud (II, 15), Nesai (II, 130), Tirmizi (II, 25), Beyhaki (VI, 278), Ahmed (3080, 3504, 3508)'de rivayet etmişlerdir. Anlatım Ahmed'e aittir.]


3. Ebu Hurayra (r.anh)'dan:
"Bir adam Peygamber (s.a)'a dedi ki: Benim babam öldü. Bir miktar mal geriye bıraktı ve vasiyette yapmadı. Benim onun adına tasaddukta bulunmam, onun için (bazı günahları için) kefaret olur mu?
Peygamber: Evet diye buyurdu."
[Hadisi Muslim (V, 73), Nesai (II, 129), İbn Mace (II, 160), Beyhaki (VI, 278), Ahmed (II, 371)'de rivayet etmişlerdir]


4. Abdullah b. Amr'dan:
"As b. Vail es-Sehmi kendi adına yüz kölenin azad edilmesini emretti. Oğlu Hişam elli köle azad etti. Oğlu Amr da geri kalan diğer elli köleyi onun adına azad etmek istedi. Rasûlullah (s.a)'a sormadan yapmayayım dedi.
Peygamber (s.a)'a gidip sordu:
Ey Allah'ın Rasûlü! Babam kendi adına yüz kölenin azad edilmesini vasiyet etti. Hişam onun adına ellisini azad etti. Geriye üzerinde elli köle kaldı. Onun adına ben azad edeyim mi?
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu:
"Eğer o müslüman birisi olsaydı, siz de onun adına köle azad etseydiniz yahut tasaddukta bulunsaydınız ya da onun adına haccetseydiniz bu ona ulaşırdı.
(Bir rivayette):
Eğer tevhidi kabul ettiğini ifade etseydi, sen de onun adına oruç tutup, tasaddukta bulunsaydın bunun ona faydası olurdu."
[Hadisi Ebu Davud, Vasaya bölümünün sonunda (II, 15), Beyhaki (VI, 179) - anlatım ona ait- ve Ahmed (no: 6704)'da rivayet etmişlerdir. Diğer rivayet Ahmed'e aittir. Senedleri hasendir]

Şevkâni, Neylu'l-Evtar (IV, 79)'da şunları söylemektedir:
"Bu bahsin hadisleri evladın verdiği sadakanın onların vasiyeti olmadan da ölümlerinden sonra anne babaya ulaşacağına delildir. Sadakanın sevabı onlara ulaşır.
İşte bu hadisler ile yüce Allah'ın: "İnsan için çalıştığından başkası yoktur." (Necm,39) buyruğunun genel çerçevesi tahsis edilir (anlamı özelleştirilir, daraltılır). Fakat bu bahsin hadisleri arasında yalnızca çocuğun verdiği sadakanın onlara erişeceği sözkonusu edilmektedir. İnsanın çocuğunun kendi çalıştığından bir parça olduğu da sabittir. O halde buradaki tahsis iddiasında bulunmaya gerek yoktur. Çocuğun başkasından bunlar yapılacak olursa, Kur'ân-ı Kerim'in umumi ifadelerinden açıkça anlaşıldığı kadarı ile bunları sevabı ölüye ulaşmaz. Bundan dolayı bu genel hükümleri tahsis etmeyi gerektiren bir başka delil ortaya konulmadıkça bundan daha ileriye gidilemez."

Derim ki ilmi kuralların gerektirdiği hak budur. Ayet-i kerime genel çerçevesi ile sadaka ve başka şeylerin sevabı çocuktan babaya ulaşır. Çünkü çocuk, çocuğun dışındakilerden farklı olarak babanın çalışmasının semeresidir.
Fakat Nevevi ve başkaları onun adına sadaka verilebileceğine ve sevabının ölüye ulaşacağına dair icma bulunduğunu nakletmiştir. Onlar bu şekilde "ölü" tabirini mutlak olarak kullanmışlar ve baba olmak kaydı ile zikretmemişlerdir.
Şâyet bu icmaın varlığı sahih ise o takdirde Şevkâni'nin işaret ettiği genel hükümleri sadaka ile alakalı olan bölümüyle tahsis etmiş olur. Bunun dışında kalanlar ise genel hükmün çerçevesi içerisinde kalmaya devam eder.
Oruç, Kur'ân okumak ve benzerleri diğer ibadetler gibi. Ancak sözkonusu edilen icmanın sıhhati hususunda benim büyük bir kuşkum vardır. Bunun da iki sebebi bulunmaktadır:


Birincisi icma usul-u fıkıhdaki manasıyla dinden oldukları zaruri (kesin) olarak bilinen meseleler dışında tahakkuku imkansızdır. Nitekim bunun böyle olduğunu ileri gelen yetkin ilim adamları tesbit etmişlerdir.
İbn Hazm'ın, Usulu'l-Ahkam, Şevkâni'nin, İrşadu'l-Fuhul, üstaz Abdu'l-Vehhab Hallaf'ın Usulu'l-Fıkh adlı eserlerinde ve başkalarının tahkik ettikleri gibi. Buna İmam Ahmed de icma iddiasında bulunan kimseleri reddetmek sadedinde söylediği meşhur sözünde buna işaret etmektedir. Onun bu sözünü ondan oğlu Abdullah b. Ahmed el-Mesail adlı eserinde rivayet etmiştir. İkincisi ben fukahanın hakkında icma olduğunu naklettikleri birçok meseleyi tetkik ettim. O meselede görüş ayrılığının bilinen bir husus olduğunu gördüm. Hatta cumhurun kanaatinin icma olduğu iddia edilen hükme muhalif olduğunu da gördüm. Eğer buna dair örnekler vermeye kalkışacak olursam, konu oldukça uzar ve biz konumuzdan uzaklaşmış oluruz. O halde şu anda tek bir örnek zikretmemiz yeterlidir. O da Nevevi'nin cenaze namazını kerahet vakitlerinde mekruh olmadığının icma ile kabul edildiğine dair yaptığı nakildir. Oysa bu husustaki görüş ayrılığı eskidir ve bilinmektedir. İlim ehlinin çoğunluğu da ileri sürülen icmaa muhalif kanaattedir. Daha önce 87. meselede tahkik ettiğimiz gibi.
İnşallah biraz sonra buna dair bir başka misal daha gelecektir. Bazıları babanın dışındakileri de babalara kıyas etmeye kalkışmışlardır. Bu ise çeşitli bakımlardan batıl bir kıyastır:
1. Evvela böyle bir kıyas Kur'ân-ı Kerim'in genel hükümlerine muhaliftir. Yüce Allah'ın: "Kim temizlenirse ancak kendisi için temizlenmiş olur." (Fatır, 18) buyruğu ve buna benzer kurtuluşu ve cennete girmeyi salih amellere bağlı kılan diğer âyetler.

Şüphesiz baba çocuğunu eğitmek, onun eğitimini, yetiştirilmesini sağlamak suretiyle kendisini de arındırmış olur. Bundan dolayı başkalarının aksine kendisinin bir ecri vardır.
2. Bu kıyas "Kıyasu'n-Maa'l-Farik" diye bilinen kıyas türündendir. Çünkü bizler şeriatin çocuğu daha önce Aişe (r.anha) hadisinde geçtiği üzere babasının kazancı cümlesinden kabul ettiğini hatırlayacak olursak, elbetteki çocuk başkasının bir kazancı olmaz. Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır:
"Herbir nefis kazandıkları karşılığında rehin alınmıştır." (Müddessir, 38);

" (Herkesin) kazandığı (iyilik) kendisine yaptığı (kötülük) de onun aleyhinedir." (Bakara, 286)
Hafız İbn Kesir yüce Allah'ın:
"İnsan için kazandığından başkası yoktur." (en-Necm, 53/39) buyruğunu açıklarken şunları söylemektedir:

"Yani nasıl ki ona başkasının yükü yükletilmiyor ise kişinin kendisi de bizzat kendisi için kazandıkları dışında hiçbir şeyden ecir elde edemez.
Bu âyet-i kerimeden Şafiî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- ve ona uyanlar Kur'ân okumanın sevabının ölülere bağışlanması halinde ulaşmayacağı hükmünü çıkarmışlardır. Çünkü böyle bir iş onların amellerinden ya da kazançları türünden değildir. Bundan dolayı Rasûlullah (s.a) ümmetini bu işe teşvik etmediği gibi onların bu işi yapmalarını da söylememiş ve bu hususta açık bir nass ya da bir işaret yoluyla onlara yol göstermemiştir.
Ashab-ı kiram (r.anhum)'dan da herhangi bir kimseden böyle bir şey nakledilmiş değildir. Eğer bu bir hayır olsaydı, elbette onlar bizden önce bu işi yaparlardı.
Yüce Allah'a yakınlaştırıcı ibadetler bahsinde sadece nasslara bakılır ve çeşitli kıyaslar ve görüşler ile bu hususlarda tasarruflarda bulunmaz." el-Iz b. Abdu's-Selam, el-Fetava (XXIV, 2, 1692 yılı) şunları söylemektedir:


"Her kim yüce Allah'a bir itaatte bulunur, sonra bunun sevabını hayatta olan ya da ölmüş birisine hediye ederse onun sevabı o kimseye intikal etmez. Çünkü: "İnsan için çalıştığından başkası yoktur." İtaati yaparken ölü adına niyet ederek yapacak olursa Şariîn bizzat istisna ettiği sadaka oruç ve hac gibileri müstesna- onun adına yapılmış olmaz."
İbn Kesir'in, Şafiî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun-'den diye naklettiği görüş aslında ilim adamlarının çoğunluğunun ve hanefilerden de bir kesimin görüşüdür. ez- Zebidi'nin, Şerhu'l-İhya (X, 369)'da naklettiği gibi.
(Derim ki geçen açıklamalardan İbn Kudame'nin el-Muğni (II, 569)'da sözkonusu ettiği okunan Kur'ân'ın sevabının ölülere ulaştığı hususndaki icmaın sözkonusu olmadığı anlaşılmaktadır. Hem nasıl sözkonusu olabilsin ki buna muhalif olanların önünde İmam Şafiî -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- gelmektedir. İşte bu hakkında icma bulunduğu iddia edilmekle birlikte bunun doğru olmadığının örneklerine dair bir başka örnektir. Az önce de buna dikkat çekilmiş idi.)

3. Bu kıyas doğru olsaydı bunun gereği olarak sevabı ölülere hediye edip bağışlamak müstehab olmalıydı ve bu böyle olsaydı selef mutlaka bunu yapardı. Çünkü onlar hiç şüphesiz bizden daha çok sevaba düşkün kimselerdi. İbn Kesir'in ifadelerinden az önce geçtiği üzere onlar böyle bir şey yapmadı. İşte bu sözü geçen kıyasın sahih olmadığının delilidir. Anlatılmak istenen de budur.
Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- el-İhtiyaratu'l-İlmiyye (s. 54)'de şunları söylemektedir:

"Selef nafile namaz kıldığı yahut oruç tuttuğu ya da hac ettiği yahut Kur'ân okuduğu vakit bunun sevabını müslümanların ölülerine hediye etmek adetinde değildi. Dolayısıyla selefin izlediği yoldan sapmamak gerekir. Çünkü o yol daha faziletli ve daha mükemmeldir."
Merhum Şeyhu'l-İslam'ın bu mesele hakkında bir başka görüşü de vardır. Bu görüşüyle az önce seleften naklettiği kanaatine muhalefet etmiş ve ölünün başkası tarafından yapılan bütün ibadetlerden yararlanacağı kanaatini benimsemiştir.
İbnu'l-Kayyim de -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- "er-Ruh" adlı eserinde bu görüşü benimsemiş ve bunu desteklemiştir. Ancak onun bütün yaptıkları az önce batıl olduğu açıklanan kıyas kabilinden daha ileriye gidemez.

Bu tutum ise bizim kendisinde görmeye alışageldiğimiz katıksız taabbudi hususlarda kıyas alanını genişletmeyi terketmek tutumuna aykırıdır. Özellikle selef-i salih'in uygulamalarına muhalif olan hususlarda bu tutumunu sürdürürdü. Onun bu husustaki görüşlerinin hulasasını büyük alim Seyyid Muhammed Reşid Rıza, Tefsiru'l-Menar (VIII, 254, 270)'de kaydetmiş sonra bunu gerçekten güçlü ve ilmi bir şekilde reddetmiştir.
Bu mesele hakkında geniş bilgi edinmek isteyenler oraya başvurabilir.

Bid'atçilerin bir çoğu bu görüşü istismar etmiş, sünnete karşı savaşmakta bunu bir vasıta edinmiş, Şeyhu'l-İslam'ı ve öğrencisini (İbnu'l-Kayyim'i) sünnetin yardımcılarına ve sünnete uyanlara karşı delil diye göstermek istemişlerdir fakat bu bid'atçiler şu hususu bilmiyor ya da bilmezlikten geliyorlar:
Sünnetin yardımcıları yüce Allah'ın dini hususunda -onların yaptıkları gibi- muayyen olarak hiçbir kimseyi taklid etmezler.
Açıkça gördükleri hakka ilim adamlarından hiçbir kimseyi tercih etmezler. O kişi hakkındaki ilmi ve salih bir kimse olduğu hakkındaki kanaatleri ne kadar güzel olursa olsun. Onlar ancak söylenen söze bakarlar, söyleyene değil, delile bakarlar, taklide değil.
Onlar her zaman hicret yurdunun imamı (İmam Malik)'in şu sözlerini gözlerinin önünden ayırmazlar:
"Başkasının görüşünü reddetmeyen ya da görüşü reddolunmayan bizden hiç kimse yoktur. Şu kabrin sahibi mustesna."
Yine o şöyle demiştir:
"Herkesin sözünün bir kısmı alınır, bir kısmı reddedilir. Şu kabrin sahibi mustesna."
Bu dünya hayatında kişinin benimsediği herbir inancın ya da görüşün yaşayışında bir etkisi olduğu, bu inanç ve görüş iyiyse hayra, kötü ise şerre götüreceği ilim ehli tarafından kabul edilen bir kanaat olduğuna göre yine şu kanaatin de kabul edildiği bir gerçektir:
Etki, etkileyiciye delalet eder. Bunlardan her biri diğeri ile irtibatlıdır. Belirttiğimiz üzere iyi ise iyi, kötü ise kötü olur. Buna göre bizler bu görüşün kabul edenler yahut benimseyenler üzerinde kötü bir etkisinin bulunduğu hususunda şüphe etmiyoruz. Mesela bu görüşün sahibi sevabı ve yüksek dereceleri elde etmek için başkasına bel bağlar. Çünkü o da biliyor ki insanlar tek bir günde yüzlerce defa pek çok hasenatı hayatta olanlarıyla, ölmüşleriyle bütün müslümanlara bağışlıyorlar. O da onlardan birisidir. O halde ne diye başkasının ameline bel bağlayarak kendisi çalışıp çabalamaktan vazgeçmesin. Mesela birtakım öğrencilerinin kazançları ile geçinen bazı şeyhlerin, hocaların, alınların terleriyle ve bileklerinin zoruyla günlük ihtiyaçlarını elde etmek için bizzat çalışmadıklarını görmüyormuyuz. Bunun tek sebebi onların başkalarının kazançlarına bel bağlayarak bizzat çalışmaya ihtiyaç duymamalarıdır.


Onların çalışmalarına güvendiler ve bizzat çalışmayı bir kenara ittiler. Bu maddi hayatta görülen bir husustur. Maneviyatta da akıl ile kavranılan bir husustur. Bu meselede olduğu gibi. Keşke iş burada dursa da bundan daha tehlikeli noktalara kadar ulaşmasa. Ortada farzları terkeden çoğu zenginlerin yaptığı gibi mazeretsiz dahi olsa başkasının adına haccın caiz olduğunu ileri süren görüşler vardır. Böyle bir görüş onları hac hususunda işi gevşek tutmaya, ondan geri kalmaya iter. Çünkü bunu kendisine gerekçe kabul eder ve içten içe şöyle der: Ben öldükten sonra benim adıma haccederler. Hatta ortada bundan daha zararlı olanı da vardır. Bu da namazı terkeden ölünün üzerinden namazı ıskat etmenin vacib olduğunu (iskat-ı salât) söylemektedir. Şüphesiz ki bu bazı müslümanların namazı terketmelerine sebep olan pek büyük amillerden birisidir. Çünkü böyle bir kimse yine insanlar ölümden sonra bu namazı kendi üzerinden ıskat edecekler (düşürecekler) diye kendisini teselli eder ve buna benzer kötü etkisi toplumda açıkça görülen daha başka görüşler de vardır. O halde ıslahı arzu eden ilim adamına düşen görev şeriatın nasslarına ve güzel maksatlarına muhalif olduğu için bu görüşleri bir kenara bırakmaktır.
Şimdi bu görüşlerin etkisini nassların sınırında duran sınırların dışına herhangi bir tevil ya da bir kıyas ile çıkmayan kimselerin görüşlerinin etkisi ile kıyaslarsak aradaki farkı güneş gibi görürüz. Değinilen görüşlere ve benzerlerine iltifat etmeyenlerin amel ve sevap hususunda başkasına güvenip bel bağlamasını akıl kabul etmez. Çünkü onun görüşüne göre amelinden başka hiçbir şey kendisini kurtaramaz ve o bizzat kendisinin yapıp ettiğinin dışında bir şeyin sevabını alamaz. Hatta böyle bir kimse eğer imkan bulursa kendisinden sonra kabrinde yapayalnız iken ecri kendisine ulaşacak güzel bir eser bırakmaya çalışır ve bunu o vehmedilen hasenatın yerine koymaya gayret eder. İşte bu selefimizin ilerlemesinde, bizim de geri kalışımızda Allah'ın onlara yardım edip, bizi yardımsız bırakmasına etkili olan pekçok sebeblerden birisidir. Yüce Allah'tan onlara hidayet verdiği gibi, bizi de hidayete iletmesini, onlara yardım ve zafer verdiği gibi bizi de muzaffer kılmasını niyaz ederiz.




E. Ölenin kendisinden sonra bıraktığı salih etkiler ve sadak-i cariyeler :

Çünkü yüce Allah: "Onların ileri gönderdiklerini de, geri bıraktıklarını (izlerini) de yazarız." (Yasin, 12) diye buyurmaktadır.

Bu hususta bazı hadis-i şerifler de vardır:

1. Ebu Hurayra (r.anh)'dan rivayete göre Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
"İnsan öldü mü ameli kesilir.

Ebu Katade'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah (s.a) buyurdu ki: "Kişinin kendisinden sonra geriye bırakacağı en hayırlı şey:
Kendisine dua edecek salih bir evlat, ecri kendisine ulaşacak cari bir sadaka ve kendisinden sonra gereğince amel olunacak bir ilimdir."
(Hadisi İbn Mace (I, 106), İbn Hibban, Sahih (no: 84-85), Taberani, el-Mucemu's- Sağir (s. 79), İbn Abdi'l-Berr, Camiu Beyani'l-İlm (I, 15)'de rivayet etmişlerdir. Senedi el-Münziri'nin et-Terğib (I, 58)'de belirttiği gibi sahihtir.)

Üç [şey]den mustesna. Sadaka-i cariye'den yahut kendisi ile yararlanılan bir ilimden yahut kendisine dua edecek salih bir evlattan
Yine Ebu Hurayra'den dedi ki: Rasûlullah (s.a) buyurdu ki:

"Şubhesiz mu'mine ölümünden sonra amelinden ve hasenatından ulaşanlar arasında şunlar da vardır:
Öğrettiği ve yaydığı bir ilim, geriye bıraktığı salih bir evlat, miras bıraktığı bir mushaf yahutta bina ettiği bir mescid, ya da yolcular için bir ev yahut akıttığı bir ırmak yahut sağlığında ve hayatında kendi malından çıkarıp verdiği bir sadaka ölümünden sonra ona erişir."
[Hadisi İbn Mace (I, 106)'da hasen bir isnadla rivayet etmiştir. İbn Huzeyme Sahih'inde (2490)'de rivayet ettiği gibi Beyhaki de Şuabu'l-İman (3448)'de rivayet etmiştir.] (dolayı kesilmez).”[Hadisi Muslim (V, 73) -anlatım ona ait-, Buhari, el-Edebu'l-Müfred (s. , Ebu Davud (II, 15), Nesai (II, 129), Tahavi, Müşkilu'l-Asar (I, 85), Beyhaki (VI, 278), Ahmed (II, 372)'de rivayet etmişlerdir. Fazlalık Ebu Davud ve Beyhaki'ye aittir.]


Cerir b. Abdullah (r.anh)'dan dedi ki: 2 Amelinin faydası ve sevabının yenilenmesini kastetmektedir. Hattabi, Mealimu's-Sunen adlı eserinde şunları söylemektedir:
"Bu buyrukta oruç, namaz ve onlara benzer bedeni olan amellerde vekaletin sözkonusu olmadığına delil vardır. Bu hadis aynı zamanda ölmüş bir kimse adına hacca giden kimsenin haccının gerçekte haccedene ait olduğuna, adına hac yapılanın bunda bir payının olmadığına delil de gösterilebilir. Ölüye bundan sadece dua erişir ve eğer onun adına bir mal karşılığında haccetmiş ise verdiği malda ecri sözkonusu olabilir." 3 Burada amelin "salih" olmakla kayıtlandırılması ecrin öyle olmayan amel için sözkonusu olmadığından dolayıdır. Çocuğun günahından ötürü babaya günah erişmez. Şu şartla ki babanın niyeti hayır elde etmeye yönelik olmalıdır. Hadiste duanın sözkonusu edilmesi çocuğun babasına dua etmeye teşvik edilmesi içindir. Kayıt olduğundan dolayı değildir. Çünkü baba salih evladından dolayı ecir elde eder. Evladı salih amel işledikçe ister babasına dua etsin, ister etmesin fark etmez. Bir kimsenin bir ağaç dikmesi gibi. Onun meyvesinden yenilmesi sebebiyle o sevap elde eder. O meyveyi yiyen kimseler ister onu dikene dua etsinler, ister etmesinler farketmez. Annenin durumu da aynen böyledir.
İbn Melek, Mebaliku'l-Ezhar fi Şerhi Meşariki'l-Envar adlı eserde de böyle denilmektedir.
"Günün ilk saatlerinde Rasûlullah (s.a)'ın yanında idik. Ayakları çıplak, elbiseleri bulunmayan, çizgili elbiseleri ya da abayı (kafasını sokacak şekilde) delerek giyinmiş, kılıçlarını kuşanmış [üzerlerinde izarları (belden aşağılarını örten özel peştamelleri) ve başka hiçbir şeyleri bulunmayan] kimseler geldiler. Genellikle Mudar'dan, hatta hepsi Mudar'dan idiler. Rasûlullah (s.a)'ın yüzü onların bu fakir hallerini gördüğü için değişti.(Bir başka rivayette yine aynı anlamda değişikliğe uğradı.) İçeri girdi, sonra çıktı. Bilal'e emredince o da ezan okudu ve namaz kıldı. [Öğle namazını kıldı, sonra küçükçe bir minberin üstüne çıktı.] Sonra hutbe verdi. [Allah'a hamd ve senada bulundu] ve buyurdu ki:
[İmdi şubhesiz yüce Allah kitabında şu buyrukları indirmiştir]:
"Ey insanlar! Sizi tek bir candan yaratan ve ondan da zevcesini var eden, her ikisinden de birçok erkek ve kadın türeten Rabbinizden korkun. Kendisi adına birbirinizden dileklerde bulunduğunuz Allah'dan ve akrabalık (bağın)ı kesmekten de sakının. Şubhesiz Allah üzerinizde tam bir gözetleyicidir." (Nisa, 1)


Bir de Haşr suresindeki şu âyeti okudu:
"[Ey iman edenler] Allah'tan korkun. Herkes yarın için ne hazırladığına bir baksın. Allah'dan korkun, şüphesiz ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Allah'ı unuttukları için, Allah'ın da kendilerini, kendilerine unutturduğu kimseler gibi de olmayın. İşte onlar fasıkların ta kendileridir. Cehennemlikler ile cennetlikler bir olmaz. Cennetlikler muradlarına erenlerin ta kendileridir." (Haşr, 18-20)


Sizin ile sadaka vermeniz arasına engel olunmadan sadaka veriniz. Kimisi dinarından, kimisi dirheminden, kimisi elbisesinden, kimisi bir sa' buğdayından, [kimisi arpasından], kimisi bir sa' hurmasından tasadduk etsin. Nihayet şöyle buyurdu:
[Sizden hiçbir kimse, hiçbir sadakayı küçük görmesin.] İsterse yarım bir hurma olsun. [Yüzünde kızgınlık etkileri açıkça belli oluncaya kadar geciktiler.] (Cerir) dedi ki: Ensardan bir adam [gümüş (bir rivayette altın)dan] eli nerdeyse onu alamayacak kadar büyük bir bağ getirdi. Hatta eli onu kuşatamıyordu. [Rasûlullah (s.a) minberi üzerinde olduğu halde onu aldı], [adam: ey Allah'ın Rasûlu bu Allah yolunda (bir sadaka)dır dedi.] [Rasûlullah (s.a) onu kabzetti], sonra Ebu Bekir kalktı (bir şeyler) verdi, sonra Ömer kalktı (birşeyler) verdi, sonra muhacirlerle ensar kalkıp (bir şeyler) verdiler. Sonra insanlar [sadaka vermekte] birbirinin ardından hareket ettiler. [Kimisi dinardan, kimisi dirhemden, kimisi şundan, kimisi bundan] verdi. Öyle ki iki yığın yiyecek ve giyecek gördüm. Hatta Rasûlullah (s.a)'ın yüzünü sanki bir altın parçası imiş gibi parıldar gördüm.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu:
"ha sonra şu: "Onların ileri gönderdiklerini de, geride bıraktıklarını (izlerini) de yazarız." (Yasin, 36/12) âyetini okudu.

(Cerir) dedi ki: O malları aralarında paylaştırdı."
[Hadisi Muslim (III, 88-89, VIII, 61-62), Nesai (I, 355-356), Darimi (I, 126-127), Tahavi, Muşkilu'l-Asar (I, 93, 97), Beyhaki (IV, 175-176), Tayalisi (670), Ahmed (IV, 357-358-359-360-361-362), İbn Kesir (III, 565)'de belirtildiği üzere İbn Ebi Hatim de bunu tefsirinde rivayet etmiştir. Sondan bir önceki fazlalık ona aittir, senedi sahihtir. Tirmizi (III, 375) -sahih olduğunu belirterek-, İbn Mace (I, 90) işaret ettiğimiz ziyadeden önceki iki cümleyi yine içlerindeki iki fazlalık ile birlikte (Tirmizi ve İbn Mace) rivayet etmişlerdir.]

Birinci fazlalık Beyhaki'ye, ondan sonraki fazlalık dördüncüye kadar Beyhaki ve Müslim'e, beşincisinden sekizinciye kadar Beyhaki'ye ayrıca beşincisi Tayalisi'ye, dokuzuncusu Darimi ile Ahmed'e aittir. Müslim de ona yakın bir fazlalık zikrettiği gibi Tayalisi ve Ahmed de aynı şekilde böyle bir fazlalık zikretmişlerdir. Onuncusu ile onikincisi, onbeşincisi ve ondokuzuncusu Beyhaki'ye, onbirinci ve onikincileri Tahavi ile Ahmed'e, ondördüncüleri Tayalisi'ye, onaltıncı ve onyedincileri Müslim, Tirmizi, Ahmed'e ve başkalarına aittir. İkinci rivayet Nesai ile Beyhaki'ye, üçüncü rivayet Tahavi ile Ahmed'e aittir.
(Bir uyarı: Bazı bid'at ehli kimseler Peygamber (s.a)'ın bu hadisteki: "Kim İslamda güzel bir yol açarsa..." bid'atleri uydurma taksimlerine delil gösterebilirler ve buna dayanarak bid'atin bir bölümünün güzel, bir bölümünün kötü olduğunu söyleyebilirler. Oysa bu batıl bir taksime fasid bir delillendirmedir. Hadisin vürud münasebetine bakan bir kimse bunu rahatlıkla görebilir. Çünkü bunlar bu sebebi gizli tutarlar ve zikretmezler. Zira hadis sünnetleri ihya etmeye teşvik sadedindedir. Bid'atler uydurmaya teşvik amacında değildir.)

Bu gibilerine bir başka cevap:
Faraza bizler hadiste sözü edilen sünnet ile bid'atin kastedildiğini kabul etsek dahi. Birincisi güzellikle nitelendirilmiş, diğeri çirkin olmakla nitelendirilmiştir. Ehl-i sünnetin bildiği bir husus var ki güzellik de, çirkinlik de esas itibariyle Allah'ın kitabı ve Rasûlünün sünnetinden öğrenilebilir. Bu hususta Mutezile'ye ve onların izinden gidenlere ehl-i sünnet muhalefet ederler. Çünkü Mutezile ve izlerinden gidenler bir şeyi güzel ve çirkin kabul etmenin aklî olduğu kanaatindedirler.
Şer'î bir fiil "bid'at-i hasene" olmakla nitelendirilecek olup da bu hususta Kitab ve sünnetten tafsili delil de ortaya konulursa, o işin meşruiyeti hususunda herhangi bir görüş ayrılığı olmaz. Böyle bir işin "bid'at" olmakla nitelendirilmesi ise sadece sözlük anlamı itibariyle bir adlandırma olur. Başka bir şey olmaz.
Ömer (r.anh)'ın Peygamber (s.a) fiili ve sözü ile ramazan kıyamını (teravihi) sünnet olarak ortaya koyduktan sonra Ömer (r.a)'ın bu namazın cemaatle kılınmasını tekrar hayata geçirmesi sırasında söylediği:


"Bu ne güzel bid'attir." kabilinden olur. Aynı şekilde eğer bid'at ile yorumlanacak olursa, seyyie sünnet hakkında da bunlar söylenebilir.Bu durumda buna dair şer'î bir delil ortaya konulabilecek olursa, o kötü bir sünnet (yol) olur. İşte bid'atçilerin bu hadisi sözü geçen iki hususa delil göstermelerinin tutarsızlığı -Allah'a hamdolsun ki- açıkça görülmektedir. Başarıyı veren Allah'tır. San'anî, Subulu's-Selam (II, 126)'da ziyarete ve ziyaretin hikmetine dair hadisleri zikrettikten sonra şunları söylemektedir:
Bütün bunlar kabirleri ziyaret etmenin meşruiyetine delalet etmekte ve bu ziyaretin hikmetini ve ibret almak için yapılacağını açıklamaktadır... Bunlar bulunmayacak olursa kabir ziyareti şer'an istenen bir şey olmaz.

İkinci hadis Ebu Said el-Hudri'den dedi ki: Rasûlullah (s.a) buyurdu ki:
"Ben sizlere kabirleri ziyareti yasaklamıştım. Artık onları ziyaret edebilirsiniz. Şubhesiz onda bir ibret vardır. [Bununla birlikte Rabbi gazablandıran bir söz söylemeyiniz.]
"Hadisi Ahmed (III, 38, 63, 66), Hakim (I, 374-375)'de, ondan Beyhaki (IV, 77)'de nakletmiş bulunmakta, sonra şunları söylemektedir:

"Hadis Muslim'in şartına göre sahihtir."
Bu hususta Zehebi ona muvafakat etmiştir. Hadis dedikleri gibidir. Bu hadisi ayrıca el-Bezzar (861)'da rivayet etmiştir. el-Heysemi, Mecma (III,58)'de şunları söylemektedir: "Senedindeki raviler sahih hadisin ravileridirler."
Bu rivayet buna yakın ifadelerle bir başka yoldan Ahmed'de de vardır. Senedinde mutabaat hususunda bir sakınca yoktur. Ayrıca bunun Abdullah b. Amr'ın rivayet ettiği Bezzar'ın lafzı ile bir başka şahidi de vardır. Bunu Taberani, el-Mucemu's-Sağir (s. 183)'de rivayet etmiştir. Ravileri sika kabul edilmiş kimselerdir.
Üçüncüsü Enes b. Malik'ten dedi ki:
Rasûlullah (s.a) buyurdu ki: "Ben size kabirleri ziyareti yasaklamış idim. Artık onları ziyaret edebilirsiniz. Çünkü o kalbi inceltir, gözden yaş akıtır, ahireti hatırlatır. Bununla birlikte batıl bir söz söylemeyin."

Hadisi Hakim (I, 376)'de hasen bir senedle rivayet etmiştir. Daha sonra yine (I, 375 ve 376)'da rivayet etmiştir. Ahmed (III, 237, 250)'de ondan bir başka yolla ve yakın ifadelerle rivayet etmiştir. Senedinde bir parça zayıflık vardır. Fakat ondan önceki hadislerle bu zayıflığı telafi edilir. Yine bu hususta Ebu Hurayra (r.anh)'dan da gelmiş bir hadis vardır, ileride gelecektir…

Cenaze Kitabı Muhammed Nasuru'd-Din el-Elbani
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
KABİR ZİYARETİ

Kabir ziyareti esnasında Kur'ân okumaya gelince, bu sünnette aslı olmayan hususlardandır.


Hatta bundan önceki meselede zikredilen hadisler Kur'ân okumanın meşru olmadığı intibaını vermektedir.
Çünkü bu meşru olsaydı, Rasûlullah (s.a) bunu yapar ve bunu ashabına öğretirdi. Özellikle Aişe (r.anha) -ki o insanlar arasında en çok sevdiği kimselerdendir- kabirleri ziyaret ettiğinde neler söyleyeceğini sormuş, ona kabirlere nasıl selam verip, nasıl dua edeceğini öğretmiş, fatiha'yı ya da Kur'ân-ı Kerim'den başka herhangi bir bölümü okumasını öğretmemiştir. Eğer Kur'ân okumak meşru bir iş olsaydı, bunu ondan gizlemezdi. Üstelik ihtiyaç duyulan zamanda Peygamberin gerekli beyanı yapmayıp, ertelemesi usûl ilminde tesbit edildiği üzere caiz değildir. Bu bile caiz değilken gizlemek nasıl sözkonusu olabilir. Eğer Peygamber (s.a) onlara bu kabilden bir şeyler öğretmiş olsaydı, bize elbetteki nakledilecekti. Bu hususun sabit bir senedle bize nakledilmemiş olması böyle bir işin meydana gelmemiş olduğunun delilidir.
(Kabir ziyareti sırasında) Kur'ân okumanın meşru olmadığını güçlendiren delillerden birisi de Peygamber (s.a)'ın şu buyruğudur:
"Evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz. Şüphesiz şeytan içinde Bakara suresinin okunduğu evden kaçar."

[Hadisi Müslim (II, 188), Tirmizi (IV, 42) -sahih olduğunu belirterek-, Nesai, Fedailu'l-Kur'ân (76), Beyhaki, Şuabu'l-İman (II, 2381), Ahmed (II, 284, 337, 378, 388)'de Ebu Hurayra'den gelen bir hadis olarak rivayet etmişlerdir.]


Peygamber (s.a) kabirlerin şer'an Kur'ân okunacak yer olmadıklarına işaret etmektedir. Bundan dolayı evlerde Kur'ân okunmasını teşvik etmiş ve Kur'ân'ın okunmadığı kabirlere dönüştürülmelerini yasaklamıştır. Nitekim diğer hadis-i şerif kabirlerin aynı şekilde namaz kılınacak yer olmadığına da işaret etmiş bulunmaktadır. Bu hadis de şöyledir:
"
Evlerinizde namaz kılınız, evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz."
Hadisi Muslim (II, 187) ve başkaları İbn Ömer'den rivayet etmişlerdir. Buhari'de de buna yakın ifadelerle yer almış olup, Buhari bu hadisin yer aldığı bölüme şu başlığı vermiştir:
"Kabirler arasında namaz kılmanın mekruh oluşuna dair bir bab."
Bununla İbn Ömer hadisinin kabirlerde namaz kılmanın mekruh olduğunu ifade ettiğine işaret etmiş olmaktadır.
Aynı şekilde Ebu Hureyre'nin hadisi de kabirler arasında Kur'ân-ı Kerim okumanın mekruh olduğunu ifade etmektedir. Arada herhangi bir fark yoktur.

( Bir grub ilim adamı bu hadisi Buhari'nin delil gösterdiği hususa delil kabul etmiş, Hafız da bu hadisi şerhinde bunu desteklemiştir. Onun sözlerini bundan sonra gelecek olan meselede (no: 128,7. fıkra) kaydetmiş bulunuyorum )


İşte bundan dolayı Ebu Hanife, Malik ve benzeri selefin cumhurunun benimsediği görüş kabirlerin yanında Kur'ân'ın okunmasının mekruh olduğu şeklindedir. Aynı zamanda bu İmam Ahmed'in de görüşüdür.
Ebu Davud, Mesail (s. 158)'de şunları söylemektedir:
"
Ahmed'e kabir yanında Kur'ân okunmasına dair soru sorulduğunu ve buna hayır diye cevap verdiğini dinledim."


Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye, İktidau's-Sırati'l-Mustakim Muhalefete Ashabi'l- Cahiym (s. 182)'de şunları söylemektedir:

Bizatihi Şafiî'den bu meselede herhangi bir söz söylediği bilinmemektedir. Çünkü bu ona göre bir bid'atti. Malik ise şöyle demiştir:

"Ben bu işi bir kimsenin yaptığını bilmiyorum. Böylelikle ashabın ve tabiînin bu işi yapmadıkları öğrenilmiş olmaktadır." el-İhtiyaratu'l-İlmiyye (s. 53)'de şunları söylemektedir:
"
Ölüye ölümünden sonra Kur'ân okumak ölümü yakın kimse için Kur'ân okumanın aksine bir bid'attir. Ölmek üzere olan kimse için Yasin suresini okumak müstehabtır".
Derim ki ancak Yasin'in okunmasına dair hadis-i şerif daha önceden geçtiği üzere zayıftır.
Müstehablık şer'î bir hükümdür. Şer'î bir hüküm ise bizatihi İbn Teymiye'nin bazı eserlerinde ve başka yerlerdeki ifadelerinden öğrenildiği üzere zayıf hadisle şer'î hüküm tesbit edilemez.
İbnu'l-Kayyim'in Kitabu'r-Ruh (s. 13)'de geçen şu ifadelerine gelince:
"el-Hallal dedi ki: Bir de bana el-Hasen b. Ahmed el-Verrak haber verdi:
Bize Ali b. Musa el- Haddad -çok doğru sözlü birisi idi- anlattı dedi ki:
Ahmed b. Hambel ile Muhammed b. Kudame el-Cevheri ile birlikte bir cenazede idim. Ölü defnedilince gözleri görmeyen bir adam kabrin yanı başında oturup Kur'ân okumaya başladı.
Ahmed ona:

Ey adam kabrin yanında böyle okumak bir bid'attir dedi.
Kabristandan çıkınca Muhammed b. Kudame, Ahmed b. Hambel'e sordu:
Ey Ebu Abdullah sen Mübeşşir el-Halebi hakkında ne dersin?
Ahmed b. Hambel
o sikadır dedi.
Peki ondan bir şey yazdın mı diye sordu.
Ahmed
evet dedi. Muhammed bu sefer dedi ki:
Bana Mübeşşir Abdu'r-Rahman b. Alâ b. el- Leclac'dan (aslında el-Hallac'dır fakat yanlıştır) o babasından rivayet ettiğine göre babası şunu vasiyet etmiş. Defnedileceği vakit başı ucunda Bakara suresinin baştarafı ile sonunun okunmasını vasiyet etmiş ve şöyle demiş:
Ben İbn Ömer'i bunu vasiyet ederken dinledim.
Bu sefer Ahmed ona:
O halde geri dön ve adama oku de."


Bu ifadelere birkaç türlü cevap verilebilir :

1. Bu olayın Ahmed'in başından geçtiği hususu tartışılır. Çünkü el-Hallal'ın hocası olan el-Hasen b. Ahmed el-Verrak'ın şu anda bende bulunan rical kitablarında biyografisini tesbit edemedim. Aynı şekilde onun hocası Ali b. Musa el-Haddad'ı da tanımıyorum. Her ne kadar bu senedde onun çok doğru sözlü olduğundan bahsediliyor ise de bu böyledir. Çünkü göründüğü kadarıyla bu sözü söyleyen burada sözünü ettiğimiz el-Verrak'dır. Onun da durumunun ne olduğunu görmüş bulunuyoruz.

2. Eğer bu İmam Ahmed'den sabit ise Ebu Davud'un ondan rivayet ettiği husustan daha da özel bir durum ifade eder. Ondan gelen bu iki rivayeti birarada ele alıp değerlendirdiğimiz takdirde şu sonuca ulaşırız. Onun görüşüne göre defin hali dışında kabrin yanında Kur'ân okumak mekruhtur.

3. Bu rivayetin bu senedi İbn Ömer'e kadar sahih bir sened değildir. Bunun Ahmed'den sabit olduğunu farzetsek bile bu böyledir. Çünkü Abdu'r-Rahman b. el-Alâ b. el-Leclac meşhur raviler arasında sayılmaktadır. Nitekim ez-Zehebi'nin onun biyografisine dair el-Mizan'da verdiği bilgiler bunu hissettirmektedir:
"Ondan sadece burda anılan mübeşşir rivayette bulunmuştur."
Onun rivayet ettiği yoldan İbn Asakir (XIII, 399/2) rivayet etmiş bulunmaktadır. İbn Hibban'ın bunun sika olduğunu söylemesine gelince, bu da itibar edilmeyen hususlardandır. Çünkü İbn Hibban'ın sika olarak değerlendirmekteki müsamahakârlığı meşhurdur. Bundan dolayı Hafız İbn Hacer, et-Takrib'de biyografisini verdiği sırada bunun hakkında: "Makbuldür" demiş ve sika olarak nitelendirilmesine değinmemiştir.
Makbul oluşundan kastı da mutabaat halinde böyledir. Yoksa mukaddimede ifade ettiği üzere bu hadisi gevşek olan birisidir. Sözünü ettiğimiz hususu destekleyen noktalardan birisi de şudur. Tirmizi bir hadisi hasen olarak değerlendirmekte müsamahakâr davranmakla birlikte onun bir başka hadisini rivayet ettiğinde (II, 128) ve Tirmizi ondan başka bir hadis daha zikretmemektedir. Hakkında susmuş ve hasen olduğunu belirtmemiştir.


4. Bu rivayetin İbn Ömer'den gelen senedi sabit olsa bile bu mevkuf bir hadistir. O Peygamber (s.a)'a nisbet ederek ref etmemiştir. Dolayısıyla hiçbir şekilde bunda delil yoktur. Yine bu eserin (bu rivayetin) bir benzeri yine İbnu'l-Kayyim'in (s. 14) zikrettiği şu rivayettir:"el-Hallal, eş-Şabi'den şöyle dediğini nakletmektedir:
Ensarın bir ölüsü olduğu vakit onun kabrine gider gelir ve Kur'ân okurlardı."
Biz bu rivayetin özellikle bu lafızla eş-Şabi'den sabit olduğundan yana şüphe etmekteyiz.
Ben
Suyuti'nin bunu Şerhu's-Sudur (s. 15)'de şu lafızla zikrettiğini gördüm:
"Ensar ölenin yanında Bakara suresini okurlardı." Daha sonra şunları söylemektedir:
"Bu hadisi İbn Ebi Şeybe ve el-Mervezi rivayet etmiştir." Suyutî bunu "ölüm hastalığında insanın ne söyleyeceği ve yanında ne okunacağına dair bir bab"
başlığı altında kaydetmektedir. Daha sonra bu rivayeti İbn Ebi Şeybe'nin, el-Musannef (IV, 74)'inde gördüm. O da bu hadisin yer aldığı bölüme şu şekilde başlık açmıştır:
"Hastanın ölüme yaklaşması halinde neler söyleneceğine dair bir bab"
Böylelikle onun senedinde Mücalid İbn Said olduğu ortaya çıkmaktadır. Hafız et-Takrib adlı eserinde şöyle demektedir:
"Pek kuvvetli bir ravi değildir. Ömrünün sonlarında da hali değişmiştir."
Böylelikle şu ortaya çıkmaktadır. Bu rivayet kabrin yanında daha doğrusu ölümün yaklaştığı sırada Kur'ân okumak hakkında değildir. Ayrıca üstelik senedi itibariyle de zayıftır.
"Kabristanın yanından geçen ve kulhuvallahu ahad suresine onbir defa okuyup, sonra da bunun ecrini ölülere bağışlayan kimseye ölüler sayısınca mükafat verilir." şeklinde rivayet edilen hadise gelince:


Bu batıl ve uydurma bir hadistir. Bunu Ebu Muhammed el-Hallal, el-Kıraati ale'l- Kubur (k. 201/2)'de Deylemi "Abdullah b. Ahmed b. Amir'in babasından, onun Ali er- Rıza'dan, onun babalarından rivayete dair bir nusha"da zikretmiştir. Bu ise batıl ve uydurma bir nüshadır. Burada sözü geçen Abdullah'ın uydurması ya da onun babasının uydurmasıdır. Nitekim ez-Zehebi el-Mizan'da böyle demiş, Hafız İbn Hacer'de el-Lisan adlı eserinde ona uymuştur. Daha sonra Suyutî, Zeylu'l-Ahadiysi'l-Mevdua adlı eserinde aynı şeyleri tekrarlamış ve onun bu hadisini zikretmiş, arkasından İbn Arrak Tenzihu'şŞeria el-Merfua fi'l-Ahadiysi'ş-Şeria ve'l-Mevdua adlı eserinde de aynı şeyleri söylemiştir. Daha sonra Suyuti bunu unutarak aynı hadisi Şerhu's-Sudur (s. 130)'da Ebu Muhammed es-Semerkandi'nin rivayetiyle "Fedailu kulhuvallahu ahad" bahsinde zikretmiş ve hakkında bir şey söylememiştir. Evet daha önceden bunun zayıf olduğuna işaret etmiştir fakat bu yeterli değildir. Hadis onun da itirafıyla uydurmadır.
O halde sadece onun zayıf olduğunu belirtmekle yetinmek yeterli olmaz. Onun hakkında susmanın caiz olmadığı gibi. Nitekim Şeyh İsmail el-Acluni Keşfu'l-Hafa (II, 382)'de de böyle yapmıştır. O hadisi Rafii, Tarih'inde diye nisbet etmiş ve hakkında söz söylememiştir. Halbuki o bu anılan kitabını "insanların dilinde hadis diye meşhur olan" sözlerin gerçek durumunu açıklamak için ortaya koymuştur.
Diğer taraftan mütehassıs kimselerin hadis hakkında susmaları bunu bilmeyen kimselere hadisin delil olmaya elverişli olduğu ya da -dedikleri gibi- fezail-i a'mal'de onunla amel edilebileceği vehmini verebilir. İşte bu hadis dolayısıyla meydana gelen de budur.
Ben Hanefilerden birisinin bu hadisi kabirlerin yanında Kur'ân okumanın lehine delil olarak gösterdiğini gördüm. Sözü geçen bu zat Şeyh et-Tahtavi'dir. O bunu Meraki'l-Felah üzerine yazdığı Haşiye'sinde (s. 117) belirtmektedir.
Hadisi ayrıca Darakudni'ye de nisbet etmiştir. Bir yanılma olduğunu zannediyorum. Çünkü ondan başka birisinin hadisi ona nisbet ettiğini görmedim.
Diğer taraftan bu ilimle meşgul olanların da bildiği üzere mutlak olarak bir hadis Darakudni'ye nisbet edildiği takdirde onun es-Sünen kitabı kastedilir. Ben bu hadisi orada göremedim. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Cenaze Kitabı Muhammed Nasuru'd-Din el-Elbani
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
KADINLARIN MEZAR ZİYARETLERİ CAİZ MİDİR ?

Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"ALLAH'ım! Benim kabrimin tapılan bir put haline gelmesine musaade etme. ALLAH'ın gazabı rasullerinin kabrini mescid edinenlere şiddetli olur."
(Malik, Ahmed)


İbn-i Abbas radiyALLAHu anh şöyle demiştir:
"Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem kabir ziyaret eden kadınlara, kabirleri mescid yapanlara, ibadet edilen yer haline getirenlere, orada mum yakanlara lanet etti."
(Ebu Davud, Nesei, Tirmizi, İbn-i Mace, Tirmizi bu hadis için hasen dedi)


Bu hadis, kabirleri mescid edinmenin, oraları ibadet edilen yer haline getirmenin, oralarda mum yakmanın büyük günah olduğunu gösterir. Çünkü Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem böyle yapanlara lanet etmiştir. Lanet ancak büyük günah işleyenler içindir.

Ayrıca hadis, kadınların mezar ziyareti yapmalarını yasaklıyor.

Kadınların kabir ziyareti yapmalarının cevazı konusunda alimler ihtilaf etmişlerdir.
Şöyle ki;


1 - Bazı alimler yukarıdaki hadisi delil alarak kadınların mezarları ziyaret etmelerinin haram hatta büyük günah olduğunu söylemişlerdir.

2 - Bazı alimler kadınların mezarları ziyaret etmelerinin büyük günah değil, mekruh olduğunu söylediler.
Bu, Ahmed b. Hanbel ve arkadaşlarının görüşüdür.


Delilleri ise Ummu Atiyye radiyALLAHu anha'nin hadisidir.
Ummü Atiyye radiyALLAHu anha şöyle söylemiştir:


"Biz, cenaze ile yürümekten nehyedildik. Fakat bundan şiddetli bir şekilde sakındırılmadık." (Buhari, Muslim)

3 - Kadınların kabirleri ziyaret etmeleri bazı alimlere göre caizdir.

Delilleri ise şu hadistir:
Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem mezarın yanında ağlayan bir kadın gördü ve ona şöyle dedi:
"ALLAHtan kork ve sabret."
Bunun üzerine kadın Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem'e:
"Çekil başımdan, senin başına benim başıma gelen musibet gibi bir musibet gelmemiştir."
Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem onun bu halini görünce ondan uzaklaştı. Müslümanlar, o kadına kendisiyle konuşan kişinin ALLAH'ın rasülü olduğunu haber verdiler.
Kadın bunu öğrenince Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem'in yanına geldi ve ona:
"Seni tanımadım" dedi. Bunun üzerine Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem ona şöyle dedi:
"Sabır ancak musibetin ilk geldiği andadır."
(Buhari, Muslim)


Bu alimler şöyle dediler:
Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem kadını mezarın yanında gördüğü halde, ona mezar ziyareti yapmasını yasaklamadı. Sadece ona ALLAH'tan korkmasını ve sabretmesini emretti. Bu ise; kadınların, mezarları ziyaret etmelerinin yasak değil, caiz olduğunu göstermektedir.


Ayrıca Muslim'de geçen ve Aişe radiyALLAHu anha'nin rivayet ettiği hadisi delil aldılar.

Bu hadiste şöyle geçmektedir:
Cibril aleyhisselam geceleyin rasule gelerek dışarıya çıkmasını emretti. Rasululullah sallALLAHu aleyhi ve sellem Aişe'ye haber vermeden gizlice onun yanından ayrıldı ve Baki' mezarlığını ziyaret etti. Onlara mağfiret diledi ve onlar için ALLAH'a dua etti, sonra da eve döndü. Aişe'ye nereye gittiğini haber verdi.
Aişe radiyALLAHu anha, Rasulullah'a:
"Ey ALLAH'ın rasulu! Mezarları ziyaret ettiğim zaman ne diyeyim?" diye sordu.
Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem ona şöyle dedi:
"Mezarları ziyaret ettiğin zaman şöyle de: "Bu diyarın sahibi olan mu'min ve müslümanlar! Size selam olsun....."


Bu alimler şöyle dediler:
Bu hadise göre Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem, Aişe radiyALLAHu anha mezarı ziyaret ettiği zaman ona ne demesi gerektiğini öğretti. Bu gösteriyor ki kadınların mezarları ziyaret etmesi caizdir.

4 - Bazı alimlere göre; kadınların, erkekler gibi ölümü hatırlamak için mezarları ziyaret etmeleri sünnettir.

Çünkü Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Daha önce kabiri ziyaret etmeyi yasaklamıştım. Şimdi ziyaret edebilirsiniz. Çünkü o, size ahireti hatırlatır."
(Ahmed, Muslim)


Bu alimler şöyle dediler:
Bu izin genel olan bir izindir. Hem erkekler hem kadınlar içindir.


Ayrıca Aişe radiyALLAHu anha kardeşinin mezarını ziyaret edince Abdullah b. Ebi Müleyke ona:
"Rasulullah kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamadı mı?" diye sordu.
Aişe radiyALLAHu anha ona şöyle cevap verdi:
"Evet yasakladı fakat sonra ziyaret etmeyi emretti."
(Taberani, Tirmizi rivayet etti, Heysemi; bu hadisin senedi sahihtir, dedi)


Bu gösteriyor ki; kabirleri ziyaret etmeyi yasaklayan hadis mensuhtur.

Ebu Hurayra'den Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Evlerinizi kabir yapmayınız. Benim kabrimi de merasim yeri haline getirmeyiniz. Siz, bana salat ve selam gönderiniz. Nerede olursanız olunuz sizin salatınız bana erişir."
(Ahmed, Ebu Davud, Nevevi bu hadis için senedi sahih dedi)


Hadisteki; "evlerinizi kabir yapmayınız." sözü; evinizde namaz kılmayı terk ederek, evlerinizi kabirler gibi yapmayın, manasındadır.

Bu hadis müslümanların evlerinde de namaz kılmaları ve evlerini hiç namazsız bırakmamaları gerektiğini gösterir.

Hadisteki " عِيداً " kelimesi; "merasim yeri" manasındadır.

Arapçada " عيد " "bayram" kelimesi; adet üzere devamlı yapılan şey ya da devamlı oraya gidilen yeri ifade eder.

Örneğin; bir insan her sene belli bir günde yemek yapıp fakirleri çağırır ve bunu adet üzere her sene devamlı yaparsa bu adete onun için " عيد " "bayram" denir.

Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem bu hadiste şöyle demek istiyor:

"Belli günleri adet edinip o günlerde mezarıma gelmeyin."

Bu hadise göre; Rasulullah'ın mezarı sadece belli bir sebebe binaen ziyaret edilir. Bu sebep ise şudur:

Ya Medine-i Munevvere ziyaret edildiği için sırf kendisine selam vermek maksadıyla Rasulullah'ın mezarını ziyaret etmek veya ahireti hatırlamak için herhangi bir mezarın ziyaret edildiği gibi Rasulullah'ın mezarını ziyaret etmek.

Hadiste geçen; "bana salat gönderiniz" sözü; "ALLAHumme salli ala Muhammed, deyin" manasındadır.

Bazı alimlerin dediği gibi, ALLAH'ın, rasulü Muhammed'e salavat getirmesini ALLAH'ın, Rasulullah'a rahmet etmesi manasında anlamamak gerekir. Zira ALLAH'ın bir kimseye salat etmesi, onu melekler arasında övmesi anlamına gelir. Bu açıklama Ebu'l Aliye'ye aittir ve onun bu açıklamasını destekleyen alimler vardır.

ALLAH'ın, Rasulullah'a salavat getirmesinin rasulüne rahmet etmesi demek olmadığını ALLAH-u teala'nın şu ayeti ispat etmektedir:

"Onlar üzerine rableri tarafından salat ve rahmet vardır." (Bakara 157)
Bu ayette rahmet salavata atfedilmiştir.


Aslolan şudur ki; eğer bir şey başka bir şeye atfedilmişse bunlar ayrı ayrı şeylerdir. Ayrıca rahmet herkes için olabilir. Onun için alimler; "ALLAH filana rahmet etsin" denmesinin caiz olduğunda icma etmiştir.

Hadisteki:
"Nerede olursanız olunuz sizin salatınız bana erişir" sözü; bana salavat ve selam getirin, nerede olursanız olun bana salatınız ve selamınız ulaşır, manasındadır.


Bu salavat Rasulullah'a nasıl erişiyor diye sorulursa cevap şudur:
"Melekler vasıtasıyla ulaşır."


Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"ALLAH'ın öyle melekleri vardır ki yeryüzünde dolaşırlar ve nebisine, ummetinin ona getirdiği salat ve selamı ulaştırırlar." (Nesei, İbni'l Kayyım bu hadis için senedi sahih dedi)


Ali b. Huseyin radiyALLAHu anh bir adamın Rasulullah'ın mezarının yanında bulunan bir çukurun içine girip dua ettiğini görünce onu bu amelden menetti ve şöyle dedi:

"Sana babamdan o da babasından onun da Rasulullah'tan haber verdiği bir hadisi bildireyim mi?

Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Benim kabrimi merasim yeri haline getirmeyin, evinizi de mezar yeri haline çevirmeyin. Bana salavat getirin, nerede olursanız olunuz sizin salat ve selamınız bana erişir."
(Buhari-Et Tarihi'l Kebir, Ebu Ya'la-Mecmaiz-Zevaid, Ziya-El-Muhtar) (Heysemi "bu hadisin senedi sahihtir" dedi).

Hadis'ten Alınacak Dersler :

1 - Kabirler üzerine bina yapmak ve yanlarında namaz kılmak, onlar için mum yakmak büyük haramdır.

2 - Belli bir mezar tayin etmeksizin ve özellikle de bir mezarı ziyaret için yola çıkmamak şartıyla, ölümü düşünmek ve ibret almak gayesiyle erkeklerin kabir ziyareti yapmaları sünnettir. Fakat kadınların kabir ziyareti yapmalarının cevazı konusunda alimler ihtilaf etmişlerdir.

3 - Özellikle Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem'in mezarını ziyaret etmek için yolculuk yapmak alimlerin çoğu tarafından caiz görülmemiştir. Fakat Mescid-i Nebevi'ye namaz kılmak için gidip oradan da kendisine selam vermek gayesiyle Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem'in mezarını ziyaret etmeyi -orada beklememek şartıyla- bazı alimler caiz görmüşler, bazıları böyle yapılsa da cevaz vermemişlerdir.

4 - Mezarlara karşı durarak ALLAH'a dua etmek -ki Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem'in mezarı dahi olsa- kesinlikle haramdır.

5 - Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem'e selam iletmek ve salavat getirmek için onun kabrinin yanına kadar gidilmesi şart değildir. Zira nerede olunursa olunsun, ona yapılan selam ve salavat ALLAH tarafından Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem'e duyurulur.

Kabir Ziretindeki Hatalar

VCD

 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
KABİR AZABI
VE
KABİR SUALİ

https://www.islam-tr.org/konu/kabir-azabi-suali-daralmasi-haktir-hadisler-mutevatirdir.7803/

ÖLÜNÜN 7. , 40. , 52. ve SENE-İ DEVİRLERİNE ÖZEL KURAN OKUTMAK , MEVLİD DÜZENLEMEK
https://www.islam-tr.org/konu/olunu...-okutmak-mevlid-duzenlemek-soruya-cevap.7985/

ÖLÜDEN YARDIM İSTEMEK VE
ÖLÜ ARACILIĞI İLE İSTEKTE BULUNMAK:
TEVESSÜL, İSTİĞASE VE ŞEFAAT

https://www.islam-tr.org/konu/caiz-ve-sirk-olan-tevessul-istigase-ve-sefaat.7356/

KABİRPEREST VESVESELERİNE İLAÇ
https://www.islam-tr.org/konu/kabirperest-vesveselerine-ilac-turbe-tevessulculerine-reddiye.9393/
 
Üst Ana Sayfa Alt