Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Nisa 140 Tefsiri / Allah'ın ayetlerini alaya alanlarla birlikte oturulmaz!

deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Bu âyeti celîle, küfre razı olan kimsenin kâfir olacağına ve yine dinî yönden hoş olmayan bir münkeri (çirkin işi) görüp de buna razı olan ve o münkerâtı yapanların arasına karışan, bilfiil o münkeri yapmasa bile günah bakımından yapanlardan bir farkı olmadığına delâlet eder.

Muhakkak O (Allahu Teâlâ) size Kitap'ta 'Allah'ın âyetlerinin inkâr edildiğini yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman başka bir söze dalıncaya kadar onlarla (alaycı kâfirlerle) beraber oturmayın.' diye (bir âyet) indirmiştir. Şüphesiz siz de o takdirde (o âyetle amel etmeyip, kâfirlerle oturduğunuz zaman) onlar gibisiniz; çünkü muhakkak Allah münafıkları da, kâfirleri de cehennemde toptan bir araya getirecektir." (1)

Hâzin ve Nesefî tefsirlerinde zikredildiğine göre, müfessirler şöyle demişlerdir:
'Müşrikler, meclislerinde Kur'anı Kerîm'i dillerine dolayarak, onunla alay ediyorlardı. Bunun üzerine Mevlâ Teâlâ "Âyetlerimiz hakkında (alay ve inkâra) dalanları gördüğün zaman ondan başka bir sözle meşgul oluncaya kadar onlardan yüz çevir." (2) âyet–i kerîmesini indirmiştir. Bu âyet–i celîle Mekke–i Mükerreme'de nâzil olmuştur.
Medine'deki yahudî âlimleri de aynı Mekke müşrikleri gibi Kur'an–ı Kerîm'le alay ediyorlar, münafıklar da bu hususta onlara muvafakat ediyorlardı. Işte bunun üzerine Mevlâ Teâlâ o münafıklara hitap ederek bu âyet–i kerîmeyi inzâl buyurmuştur ki, bu ifadenin mânası: "Siz onların, Allah'ın âyetlerini inkâr ettiklerini ve onunla alay ettiklerini duyduğunuz zaman" demektir.
Bundan sonra Mevlâ Teâlâ, "Çünkü o zaman siz de onlar gibisiniz." kavl–i şerîfiyle "Ey münafıklar! Siz Kur'an'ı inkâr eden ve onunla alay eden o yahudîlerle oturup kalktığınız takdirde küfür hususunda tıpkı onlar gibi olursunuz." buyurmak istemiştir.
Ibn Kesir'in "Tefsir"inde zikredildiğine göre; bu âyet–i celîlede geçen "O takdirde şüphesiz siz de onlar gibisiniz." kavl–i şerîfi, "günah bakımından onlara ortaksınız" demektir. Nitekim Ömer b. Hattab Radıyallahu Anh'dan rivayet edilen bir hadis–i şerîfte Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
"Her kim Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsa, üzerinde şarap dolaştırılan sofraya sakın oturmasın." (3) buyurarak içki içmese de, içenlerle oturanların, onlara ortak olacağına işaret etmiştir.
"Tefsir–i Kebir"de zikredildiğine göre ulemâ şöyle buyurmuştur: "Bu âyet–i celîle, küfre razı olan kimsenin kâfir olacağına ve yine dinî yönden hoş olmayan bir münkeri (çirkin işi) görüp de buna razı olan ve o münkerâtı yapanların arasına karışanın, bilfiil o münkeri yapmasa bile, günah bakımından yapanlardan bir farkı olmadığına delâlet eder. Bunun delili ise Mevlâ Teâlâ'nın, bu âyet–i kerîmesinde: "Şüphesiz ki, o takdirde siz de onlar gibisiniz." buyurmasıdır.
Bu, oturan kimsenin o mecliste oturmaya razı olması hâlinde böyledir. Ama onların sözlerine içten kızıp da, korkarak ve takiyye yaparak oturması hâlinde ise durum böyle değildir. Işte bu incelikten dolayı deniliyor ki: "Yahudîlerle oturup kalkan, Kur'an–ı Kerîm'i ve Resûlullah'ı tân edip eleştiren o münafıklar da tıpkı o yahudîler gibi kâfirdirler."
Ama Medine–i Münevvere'de bulunup da daha önce Mekke–i Mükerreme'de iken Kur'an–ı Kerîm'i tân eden kâfirlerle oturup kalkmış olan müslümanlar, imanları üzere devam ede gelmişlerdir.
Bu iki mesele arasındaki fark şudur: Münafıklar, yahudîlerle kendi irade ve arzularıyla oturup kalkıyorlardı. Müslümanlar ise, zaruretten dolayı kâfirlerle birlikte bulunuyor ve onlar–la görüşüyorlardı.
"Alûsî Tefsiri"nde zikredildiğine göre; âyet–i celîlede geçen "Mümâsele" yani benzerlikten maksat, günahta benzeyiştir. Çünkü Medine'de bulunan mü'minler Mekke'de bulunanlar gibi aciz olmadıklarından, Allahu Teâlâ'nın âyetleriyle alay edenlerden yüz çevirip, onlara karşı gelmeye güçleri yettiği hâlde onlarla birlikte oturup kalktıkları takdirde hiç şüphesiz ki cezada onlara ortak olurlar.
Yahut bu benzerlikten murad, küfürde ortak olmaktır ki, bu mâna "Zahire" sahibinin Ebû Hanîfe Rahimehullah'tan rivayet ettiği üzere; "Hiçbir şart koşulmaksızın başkasının küfrüne razı olmanın küfür sayılacağı" kaidesi üzerine oturtulmuştur.
Şeyhülislâm Hâherzâde buyurmuştur ki: "Bir insanın, başkasının kâfir olmasını kabul ederek veya güzel görerek küfre rıza göstermesi küfür sayılır." Ama kendisine eziyet eden bir kimseden Allahu Teâlâ'nın intikam alması için, onun küfür üzere ölmesini veya öldürülmesini istemek küfür olmaz. Mevlâ Teâlâ'nın Musa ve Harun Aleyhimesselâm'dan naklen zikretmiş olduğu:
"Ey Rabbimiz! Onların (Firavun ve adamlarının) mallarını yok et, kalplerini de şiddetle sık ki, acıklı azabı görünceye kadar iman etmesinler." (4) şeklindeki dualarını iyice düşünenler, bu görüşün doğruluğunu anlarlar.
Ulemâdan bazısı, hangi cinsten olursa olsun, açıkça haram işlemekten sakınmayan ve ehlisünnet dışındaki sapık fırkalardan birine bağlanan kimselerle oturmanın haram olduğuna bu âyet–i kerîmeyi delil göstermişlerdir. Ibn Mes'ûd, Ebû Vâil ve Ömer b. Abdülaziz Radıyallahu Anhum gibi büyükler de bu görüşe gitmişlerdir.
Hişam b. Urve Radıyallahu Anh, içki içen bir toplulukla beraber oturan oruçlu bir kimseye, içki içenlere vurulan sopayı vurdurduğunda kendisine bunun sebebi sorulmuş, o da bu âyet–i kerîmeyi okuyarak cevap vermiştir.
"Rûhu'l–Beyân" tefsirinde zikredildiğine göre; dünyadaki kaynaşma, ruhlar âlemin–deki tanışmanın neticesidir. Nitekim Hz. Aişe Radıyallahu Anhâ'nın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Mekke'de bir kadın vardı. Kureyş kadınlarının yanına girerek onları güldürürdü. Hicretten sonra o kadın Medine'ye geldi ve benim yanıma girdi.
Ben ona:
"Ey filan kadın! Sen kime geldin?" dedim. O:
"Size geldim." dedi. Ben:
"Kimin yanına yerleştin?" diye sorunca, o:
"Medine'de kadınları güldüren filan kadının yanına." dedi. Sonra Resûlullah benim yanıma gelerek: "Falan güldürücü kadın sizin yanınızda mı?" buyurdu. Ben:
"Evet." deyince:
"Kimin yanına yerleşmiş?" diye sordu. Ben:
"Falan güldürücü kadının yanına." deyince, Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Allah'a hamd ederek:
"Ruhlar (âlem–i ervahta sınıf sınıf, zümre zümre) toplanmış cemaatlerdir. Bundan ötürü içlerinden birbirleriyle (o âlemde) tanışanlar (bu âlemde de) sevişip anlaşırlar. Ta–nışmayanlar (zıtlaşanlar ise, dünyada da) ihtilafa düşer (anlaşamazlar)." buyurdu. (5)
Âlimler dediler ki: "Bunun mânası şudur: Ruhlar sınıf sınıf, zümre zümre topluluklardır yahut muhtelif nevilerdir. Bunların tanışması Allahu Teâlâ'nın o sınıfa vermiş olduğu bir–takım özelliklerden dolayıdır."
Imam Nevevî buyurdu ki: Hattâbî ve diğerleri şöyle demişlerdir: "Ruhların birbirleriyle ülfet (dostluk ve arkadaşlık) etmesi, Allahu Teâlâ'nın ta başlangıçta onlara saadet ve şakavet (bahtiyarlık ve bedbahtlık) nevinden yaratmış olduğu hâle dayanmaktadır."
Ruhlar karşılıklı iki kısım idiler. Dünyada bedenleri buluştuğu zaman uyuşurlar yahut yaratılmış oldukları hâle göre ihtilaf ederler. Bunun neticesidir ki, hayırlılar hayırlılara, şerli–ler de şerlilere meylederler. Allahu Teâlâ en iyi bilendir.
Şu bilinsin ki, ebed (sonsuz gelecek) ezelin (başlangıcı olmayan geçmişin) aynası ol–duğundan, onda ancak ezelde takdir edilen zuhur eder. Bundan dolayı Mevlâ Teâlâ: "Şüphesiz ki, Allah münafıkları ve kâfirleri cehennemde hep birden toplayacaktır." buyurmuştur.
Çünkü onlar âlem–i ervahta aynı safta olduklarından, bu tenasüp ve tearuf (uyuşma ve tanışma) sayesinde dünyada da aynı amelde bulunurlar. Bundan dolayı Cabir Radıyallahu Anh'dan rivayet edilen bir hadis–i şerîfte Peygamber Efendimizin:
"Her kul, öldüğü hâl üzere diriltilecektir (mahşerde toplanacaktır)." buyurduğu rivayet edilmiştir. (6)
Geçen âyet–i celîlede, ashab–ı kulûbun, erbab–ı nüfusla oturmaktan ve onların istekle–rine uymaktan nehyedildiklerine dair bir işaret de vardır. Zira böyle yaptıkları takdirde onlar da ötekiler gibi olurlar, yani oturup kalkma, karışıp görüşme ve benzeme sebebiyle kalp, nefis gibi kötülüğü emretmeye, kalp sahibi de nefis sahibi gibi kötülükler yapmaya başlar.
Imam Haddâdî kendi "Tefsir"inde buyurmuştur ki:
"Bir mü'minin bir farz veya sünneti icra etmek için günah işleyenlerle beraber oturması câiz değildir. Ancak o mecliste işlenen bir günahı değiştirmeye gücü yetmediği hâlde, o hâle kızarak bir ibadet vazifesini ikame etmek için orada bulunmasında bir beis yoktur."
Nitekim Imam Hasan ile Ibn Sîrîn, bir cenazede bulunurlar. Orada sesli ağlama gibi bir münker işlendiği için Ibn Sîrîn orayı terk eder. Bu Imam Hasan'a anlatılınca: "Biz bir bâtılı gördüğümüzde, dinimizde daha mühim yeri olan bir hakkı terk edecek değiliz." diyerek, cenazeden ayrılmaz.
Nakledildiğine göre; Allahu Teâlâ, Yuşa b. Nûn Aleyhisselâm'a: "Şüphesiz ki, ben senin kavminin iyilerinden kırk bin, kötülerinden de altmış bin kişiyi helâk edeceğim." diye vahyettiğinde Yuşa Aleyhisselâm: "Yâ Rabbi! Kötülerin hâli bellidir. Peki, iyilerin ne suçu var?" diye sorunca, Mevlâ Teâlâ: "Onlar benim kızgınlığım için onlara kızmadılar. Onlarla birlikte yiyip içtiler." buyurur. (7)
"Tuhfetü'l–mülûk" isimli eserde zikredildiğine göre; hac veya gaza için çıktığı yolculukta, fâcir kimselerle beraber bulunmak gibi bir hâle müptela olan kişi, onlar yüzünden yapacağı ibadetleri terk etmez. Ancak, kalbiyle onların yaptığı işleri kerih görüp razı gelmez.
Umulur ki, o fasık kimseler de onun kalbinin kerahati (günaha karşı isteksizliği) bere–ketiyle tevbe ederler. Bir ziyafete çağrılan, orada çalgı ve türkü gibi masiyetlere rastlarsa, eğer kadı ve müftü gibi örnek alınabilecek bir kimse değilse, orada oturur ve gücü yettiği takdirde engel olur.
Eğer önder bir kimse ise, oturur ve engel olur; engel olamazsa, o meclisi terk eder. E–ğer bir sofrada bulunuyor da o sofrada içki içiliyorsa, önder bir kimse olmasa da orada oturması haramdır. Fakat davete gitmeden evvel şeriata uygun olmayan işler olacağını bilen kişi, kim olursa olsun, o mecliste hazır bulunamaz.
Imam Cessâs, "Ahkâmü'l– Kur'an" isimli eserinde buyurmuştur ki: "Bu âyet–i kerîme bir münker (şer'an çirkin bir iş) yapana karşı gelmek gerektiğine delâlet etmektedir. Tabiî ki bir şer'an çirkin bir işi ortadan kaldırmak mümkün olmadığında, o meclis son bulup, meşru bir hâl alıncaya kadar, orada bulunanlarla oturmamak ve onlara karşı isteksizliği açıklamak, o münkeri inkâr kapsamında sayılır.
Sonra Cenab–ı Hak münafıkların küfür bakımından kâfirler gibi olduklarını tahkik eden "Inne" edatıyla belirterek: "Allahu Teâlâ muhakkak ki, münafıkları da, kâfirleri de cehennemde toptan bir araya getirecek olandır." buyurup, bununla 'Onlar bu dünyada Allah'ın âyetleriyle istihza etmek hususunda bir araya geldikleri gibi kıyamet gününde de cehennem azabında bir araya toplanacaklardır.' mânasını kastetmiştir.

Dipnotlar:
1–Nisa, 140
2–Enam,, 68
3–Ahmed b. Hanbel, "Müsned", No: 125, 1/53
4–Yunus, 88
5–Buhârî, Enbiya 3, 3158, 3/1213; Müslim, 2638, 1/49, 4/2031; Ebû Davud, 4834, Edep 16, 2/675
6–Müslim, Cennet 19, 2878–2879, 4/2206
7–"Ruhu'l–Beyan", 2/305
 
A Çevrimdışı

Ammar

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Ellerine yüreğine sağlık Allah(cc)razı olsun kardeşim.
 
Üst Ana Sayfa Alt